NÎMA YÛŞİC
“Ey hafız! Bu ne tuzak ve yalan
Şarabın, kadehin ve sâki’nin dilinden gelen
Ebede kadar da inlesen inanmam
Sen bâki olana aşıksın,
Bense geçici olana âşığım”
NÎMA YÛŞİC
Asıl adı Ali isfendiyâr
olan Nîmâ Yûşic, Mazenderan’ın “Yûş”[1] köyünde
1286/1897 yılı kasım ayının 11’inde dünyaya geldi. Babası İbrahim Nûri, Nur
nahiyesinin en büyük sürü sahiplerinden ve çiftçilerinden biriydi. Küçük
yaşlarda ona babasının adından dolayı Ali Nûri denilmekteydi. Ali isfendiyar
adı pek kullanılmıyordu. Nîmâ, nesebini, bir yazısında “Ali bin ibrahim bin Ali
bin Muhammed Rıza bin Muhammed Haşim bin Muhammed Rıza” diye ifade eder.
Nîmâ’nın Gürcü olan annesi’nin babası Tûba Miftah, şair ve filozof olan Hekîm
Nûri’nin çocuğuydu.[2].
Ailenin en büyük çocuğu
olan Nîmânın, bir erkek ve iki kız kardeşi vardı. Nîmâ’nın erkek kardeşinin adı
Ladben, kız kardeşlerinin isimleri ise Nekîta ve Süreyya idi. Nîmâ’nın
çocukluğu 11 yaşına kadar köyü Yûş’ta çobanlar arasında geçti. Çobanların çok
uzak noktalara gitmeleri ve geceleri dağların başında saatlerce ateş başında
toplanıp kalmaları, Nîmâ’nın rühî hayatında büyük bir etki bırakmıştır.[3]
Çocukluk günlerinde
kendi köyünde tahsile başladı. Kendisi tahsili ile ilgili şöyle diyor: “Ben
okumayı ve yazmayı köyün mollasından öğrendim. O beni bahçe köşelerinden tutup
yakalar ve halkın birbirlerine yazdıkları mektupları ezberlemeye zorlardı... ”.11
Yaşında iken kardeşi ile beraber Tahran’a gitti. Oradaki yakınları, onu Hayat-ı
Cavîd ilkokulu’na kaydettiler. ilkokuldan sonra en küçük kardeşiyle beraber
Tahran’da bulunan Rum Katolik Topluluğu’na bağlı Sen Lui Lisesi’ne devam etti.[4]
Bu okul, bir nevi “Misyonerlik Okulu” idi. Bu okulda Fransızca, İngilizce,
Farsça, Arapça dilleri öğretiliyordu[5].
Nîmâ, bu okul dönemiyle
ilgili olarak şöyle der: “Benim bu okuldaki ilk yıllarım çocuklarla kavgayla
geçti. Suskun ve utangaç biriydim. Notlarım çok iyi değildi. Resim dersim çok
iyiydi. Ama daha sonra “Nîzam-ı Vefa” adında iyi bir öğretmen beni şiir
söylemeye sevk etti”. Bir rivayet’e göre bu öğretmen, daha sonra Nîmâ’nın büyük
“Efsane” şiirini kendisi için yazdığı öğretmen idi.[6] Başka bir
rivayet’e göre ise Efsane şiirini, gençlikte tanıştığı Safura adında bir kız
için söylemiş ama onunla evlenemeyince, onun peşini bırakıp kendini ilim ve
sanata vermiştir[7].
Nîmâ’nın yenilikçi
olarak ortaya çıkmasında bu okulda öğrendiği Fransızca ile Batı Edebiyatını
iyice öğrenmesi ve okulda onu şiir söylemeye teşvik eden hocası Nîzam-ı
Vefa’nın büyük bir etkisi olmuştur.
Birinci Dünya Savaşı
devam ederken Nîmâ, henüz okulu bitirmemişti. Nîmâ, kendi deyişiyle o
zamanlarda savaş haberlerini Fransızca gazetelerden okuyor ve takip ediyordu.
Nîmâ, 1296/1917 yılı temmuz ayında 20 yaşındayken
Fransızca’yı iyi öğrenmiş olarak Sen Lui’den mezun oldu. Buradaki tahsili
esnasında ayrıca Han Mervî okulundaki Şeyh Hadî Yûşî’nin yanında Arapça dili
dersleri de alıyordu. Fakat mezun olduğunda henüz hayatında şiirle ilgili bir
söz yoktu[8].
22 yaşında iken Maliye
Bakanlığı’na girdi, ama o işini sevmiyordu. Maaşı’nı da doğru dürüst
alamıyordu. Aynı zamanda Tahranın edebi mekan ve meclislerine gidip gelmekte
idi. özellikle Haydar Ali Kemalî’nin çayevine gidip Melikuşşuara Bahar gibi
tanınmış şairlerin konuşmalarını dinliyordu.[9] Bir süre
sonra orayı bıraktı. 2 yıl sonra tekrar eski işine döndü. Burada çalışırken pek
rahat olmayıp maddi açıdan sıkıntı içinde idi. Kardeşi Ladben’e yazdığı bir
mektupta şöyle diyor;
“3 aydır parasız işe
gidiyorum, düşüncem çok dağınık, bu nedenle başkanımız da beni sevmiyor. Onlara
yaranamıyorum... ”
Nîmâ, ilk şiirini 23
yaşında 1299/1921 yılı Mart ayında yazdı. Bu şiir, “Uçuk Rengin Hikayesi, Soğuk
Kan” (Kısse-i Reng-i Perîde, Hûn-i Serd) adlı uzun mesnevidir[10].
Daha sonra 1301/1923 yılında meşhur eseri “Efsane” (Efsâne) şiirini yazdı.[11]
Bu eser, eski ile yeni tarz şiir arasında bir geçiş gibiydi. Bu şiir, onun ilk
dönemdeki en iyi şiiriydi[12].
Nîmâ, Efsane’den sonra
1923 yılı içinde, aynı tarz ve üslupta “Ey Gece” (Ey Şeb) ve “Aslan” (Şîr)
şiirlerini yazdı. Bu şiirler de öncekileri pekiştirir tarzda iyi idi. Bu
yıllarda “Hücre” (Mahbes) adlı yeni bir şiir yazdı[13]. Şiir’in
tarzı hala sade fakat serbest idi.
Bu yıl, Nîmâ ve ailesi
bazı sıkıntılarla karşılaştılar ve düzenleri bozuldu. Nîmâ’nın kardeşi Ladben
bazı siyasi sebeplerden dolayı îran’dan Rusya’ya kaçtı. Nîmâ, Ladben ile aynı
görüşleri paylaşıyordu. O, Nîmâ’nın dayanak noktası idi. Siyasi derin
düşüncelerinden dolayı Nîmâ’nın başvuru kaynağıydı.
Ladben’in gidişi Nîmâ’yı
ve ailesini çok üzdü ama Nîmâ ile mektuplaşmaları devam etmekteydi. Nîmâ ona
tavsiyelerinde, onun önceki milletlerin, sibiryalı eskimoların tariherini, o
ülkenin önemli insanlarının karanlık zindanlarda geçirdikleri hayatlarını
okumasını istiyordu. Ne varki onun yokluğundan Nîmâ, karamsarlığa düştü. Uzun
bir süre sonra babası Ladben’i bulmak için Rusyaya gitti. Bu olay da Nîmâ’yı
olumsuz etkiledi.
Tüm bunlarla ilgili
olarak Nîmâ şöyle der: “Babam Tifliste, kardeşim Dağistanda, kız kardeşim
Nekita, annemle beraber vatanım (Yûş)da. Bense burada her yönden garip bir
halde yaşıyorum. ”
1925 yılında, bir
hapishanedeki idamlık mahkumları anlatan “Hücre” (Mahbes) şiirini yazdı[14].
Nîmâ, daha sonra 1926 yılında “Asker Ailesi” (Hanevade-i Serbaz) adlı yeni bir
şiir yazdı. Nîmâ bu şiirde savaş ve onun sonucu olan fakirliği içeren bir asker
ailesini konu ediniyordu. Bu da onun çok başarılı bir şiiri idi. Burada yavaş
yavaş Nîmâ, artık Romantizm’den Realizm’e kaymaktadır.
1305/1926 yılı Nisan
ayının 6’sında Nîmâ, Aliyye Hanım ile evlendi. Aliyye Hanım, “Mirza Ali-yi
Şîrazî”nin kızıydı.[15]
Bu arada Nîmâ’nın “Feryadlar” (Feryadha) kitabı yayınlandı. Bu ayın sonunda
Nîmâ için yıpratıcı bir olay daha oldu, babası vefat etti. Nîmâ’nın kısa bir
süre için dinmekte olan sıkıntıları tekrar başladı. Artık Nîmâ’nın yardımcısı
hanımı idi. Hanımıyla beraber 1307/1928 yılı Ekim ayında ikamet için “Barfrûş”a
gitti. Kısa bir süre için de olsa Nîmâ’nın hayatı değişti. Maliye
Bakanlığındaki düzensiz 8 yıldan sonra sakin bir yıl geçirdi. Nîmâ’nın bu
döneme ait mektupları, şikayeti değil, aksine mutluluğu ve umudu ifade eder.
Burada yazdığı şiirler
kendisinin deyişine göre 8 tane öğüt verici klasik şiirdir ve bu dönemden
geriye, elde 21 mektup mevcuttur, hepsinde de mutlu bir tabloya
rastlanılmaktadır. Nitekim bu dönemde yazdığı bir mektupta şöyle der:
“Barfrûş, karanlık, çok
şairane bir yer. Çok defa hayal ve kalbimde beslediğim şeyi, şimdi gözlerimle
görüyorum... . ”
Nîmâ ve Aliyye Hanım,
1308/1929 Haziran ayında tekrar Tahran’a döndüler. Ve Nîmâ’nın karamsarlığı
yeniden başladı. Ayrıca bu yıl içinde “Nil Kartalı” (Ukâb-ı Nîl) isminde bir
şiir daha yazdı. Bu şiirde bir kartalın çok etkileyici bir şekilde tasviri
yapılmıştır
Çok geçmeden, Tahran’dan
1309/1930 Ocak ayında Laheycan’a geçtiler. Burası da onun hoşuna gitti.
Yazılarından anlaşıldığı kadar hayatlarının en güzel dönemleri burada geçti. Bu
dönemde öğüt verici 12 klasik şiir yazdı. Bunların, “Efsane” ile içerik olarak
hiçbir benzerlikleri yoktur. Yani yenilikçi bir tarza rastlanamaz. Nîmâ’nın
Laheycan’da yazdığı en önemli eseri “Beyin Medarı” (Merked-ı Ağa)dır[16].
Nîmâ’nın Dîvanında
1309/1930 yılı Eylül ayı ile 1310/1931 yılı Mayıs ayı arasındaki dönemde hiç
bir şiire rastlanmaz. Aynı yılın sonlarında Nîmâ, bir erkek okulunda hanımı ise
kız okulunda öğretmenlik yapmak için Astara’ya yerleştiler.[17] Yine aynı
yıl “Şaşkın Yerde” (Der Civâr-ı Sehtser) adında bir şiir yazdı ve bu şiirde
üzüntü ve kederden bahsederek çaresizliğini, doğadaki varlıkların adeta ona
hücum ettiğini, oysa kendisinin kendi halinde biri olduğunu edebi bir şekilde
ifade eder.
Bir süre sonra Nîmâ,
okulda iken öğrencilerin bir kış gününde sobasız kaldıklarını görünce okul
yönetimine sert bir tavır gösterdiği için okuldaki görevine son verildi. Ve
Nîmâ tekrar Tahran’a yerleşti. Nîmâ’nın Astara’da kaldığı dönem içinde geriye
bıraktığı 10 tane eski üsluplu şiir yazan Nîmâ, 1310/1931 Şubat ayı ile
1313/1934 yılı Nisan ayı arasında hiçbir şiir yazmamış, 1313/1934 Kasım ayı ile
1316/1937 Ocak ayı arasında ise “Sakrîm Kalesi” (Kal’ay-ı Sakrîm) adlı bir
mesnevi mevcuttur, adı ise dir[18].
1937’de Nîmâ’nın Kaknûs
(Kaknûs) ve Karga (Ğorâb) eserlerini yazmasıyla beklenen, yeni şiir’in
temelleri atıldı. Bundan sonraki hayatında yeni Fars Şiiri’nin yolunu
belirleyen Nîmâ, kendisini daha çok göstermeye başladı.
Daha sonra Nîmâ, 1938
yılında Mûsikî Dergisi’nde idari kadroda çalışmaya başlayarak, hem yazılarını
hem de şiirlerini yazdı ve yayınladı.[19]
Çalışmasını, derginin 3. yılının (1941) 3. sayısına kadar sürdürdü. Yöneticisi
Ğulam Ali’nin vefatıyla dergi kapandı. Nîmâ dergi kapanınca 1319/1950’a kadar
işsiz kaldı. Bu sırada Kültür Bakanlığı’nda çalışmakta olan hanımı Aliyye, iran
Milli Bankası’na geçti ve ailenin yükünü yüklenmiş oldu.
Bu Mûsikî Dergisi yılları,
Nîmâî Şiir’in tam anlamıyla ortaya çıktığı dönemdi. Bu dergide çalıştığı süre
zarfında Nîmâ, sembolik ve yeni şiirleri olan Kaknûs[20], Karga,
Ğam Kuşu (Morg-ı ğam) , Periler (Periyan) , Âmin Kuşu (Morğ-ı amin) ve daha
birkaç eser yayınladı. Tüm bu eserler yeni şiir döneminin temel taşı olacaktır.
Nîmâ, 1317/1938 de 2 şiir 1318/1939 de 6 şiir 1319/1940 da 10 şiir ve 1320/1941
de 11 şiiri bu üslupta yazdı. Şiirlerini Mûsikî Dergisi’nde iken makaleleriyle
beraber yayınlamaktaydı. Dergide çalışırken kaleme aldığı “Sanatçıların
hayatında duyguların değeri” adlı makaleleri çok ilgi topladı.[21].
1946 Yılında Nîmâ, Îran
yazarları kongresi’ne katıldı. Bu kongre, “iran ve Rus Kültürel ilişkiler
Meclisi” tarafından düzenlenmişti.[22] Burada
Nîmâ, 3 şiirini okudu. 1325/1946 ile 1329/1950 arasındaki döneme hiçbir mektup
mevcut değildir. Sadece bilinen şey bu dönemde Nîmâ’nın işsiz olduğu ve bazen
Kominist Partisi’ne ait olan “Halk (Merdom) Dergisi”ne gidip geldiğidir. 1949
yılında Nîmâ, hayatının sonuna kadar orda çalışacağı Kültür Bakanlığı’nın Genel
ilişkiler ve Tebliğat kısmına girdi.[23] Bu
tarihten sonra artık Nîmâ’nın şiirleri daha çok takdir topladı.
Bu tarihlerde artık
Nîmâ’yı ve üslubunu takip edenler çoğaldı ve Nîmâ, geleceğin yeni tarzını bu
şekilde ortaya koymuş oldu.
1332/1953’de îran’da
tekrar bir devrim oldu ve siyasi faaliyet gösterenler içeri atıldı. Bu arada
tutuklananlar arasında Nîmâ da vardı. Nîmâ, bir yıl hapiste kaldıktan sonra
çıktı. Nîmâ’nın hapisten çıkmadan çok geçmeden 1333/1954 Nisan ayında tekrar peşine
düştüler ve ikinci kez hapse girdi. Fakat kısa bir süre sonra çıktı. Bu
tarihten sonra Nîmâ, pek şiir yazamadı[24].
Şairin şiirlerini ve
bazı yazılarını içeren eserleri şunlardır: Manlî, Efsane ve Rubaiyyat[25],
Ber Guzide-i Eş’ar, Mâh-ı Evvelen, Şi’r-i Men, Şehr-i Şeb Şehr-i Sobh, Kalem
Endaz, Feryadha-yi Diger Ve Ankebut Reng, Ab Der Habgeh-i Murçegan, Numunehaî
Ez Şi’r-i Nîmâ, Manlî ve Hane-i Servîlî, Hikayat ve Hânevade-i Serbaz, Efsane,
Mecmue-yi Âsâr-ı Nîmâ, Berguzîde-i Âsâr-ı Nîmâ [26].
Nîmâ’nın ömrünün son
yılları, yine kötü geçti. Sonunda köyü Yûş’a döndü. Nîmâ köyü Yûş’un soğuğunda
zatureye yakalandı. Ordan Tahran’a tedavi için götürüldü ama bir faydası olmadı
ve 1338/1959 yılı ocak ayının 3’ünde vefat etti. Nîmâ Tahran’da defnedildi ama
1372/1991 yılında mezarı doğum yeri olan Yûş’a nakledildi.
Nîmâ Yûşic’in edebi
kişiliğini, onun şiirlerini verip açıklarken aktardığımız yazılar, az çok nasıl
olduğunu bize göstermektedir. Fakat özet bir şekilde onun hayatının farklı
zamanlarında ne gibi farklı düşünceler taşıdığını aktarmak gereklidir.
Nîmâ’yı değerlendirirken
ilk olarak onun hayatının iki bölüm olduğunu bilmemiz gerekmektedir. Çünkü
Nîmâ, şiirle ilgilenip ilk eserlerini verdiği zaman süreci içerisinde klasik
edebiyata karşı tamamen zıt bir tavır almamıştır. 1920 yılından başlayarak şiir
yazan Nîmâ, önceleri klasik tarzı muhafaza etmiş ve o üslupta şiirler kaleme
almıştır. Yeni bir takım eklemeler yapmış, fakat genel yapı, kafiye düzeni ve
vezin, klasik tarz şeklindedir. Ancak Nîmâ’nın ilginç ve hayret verici
yönlerinden biri de onun, ilk şiirlerinde klasik tarzı kullanırken vezni,
kafiyeyi ve şiir dili olarak sadeliği savunurken daha sonra aniden serbest,
kapalı ve realist bir şiir tarzına geçmesidir. Bu, Nîmâ’nın açık bir düşünceye
sahip olduğunu göstermektedir. Dolayısıyla Nîmâ’nın en büyük özelliği, onun
bazı yerleşmiş kurallara karşı çıkabilmesi ve onları eleştirebilmesidir.[27]
Nîmâ, şiirle uğraşırken
bunu bir zevk ve ilgi amacıyla yapmamıştır. O, şiirle tanıştıktan sonra şiiri
esas mesleği olarak algılamış ve hayatın içindeki her şeyi şiire yansıtmıştır.
Bununla ilgili olarak Nîmâ, bir yazısında şöyle der:
“Şiir, hayatın bütünü içindir. Şairin
beden ve ruh hayatı içindir. Yani tüm varlık içindir. Hayat, sadece onun bir
yönünü kaplamamıştır ve yiyip uyumayla sınırlı değildir. Aksine onun tüm
yönlerini ele alır.
Şiir, yüce hayatta yüce insanı göstermek
içindir. İnsan, yemek ve uyumak için gelmemiştir. İnsan varlık sahnesinde
gelişmeye uygun bir canlıdır. Hayatın başlangıcı savaştır. Sonu ise, hayata ve
daha yükseğe ulaşmak için bir şiir ve savaştır.”[28]
Nîmâ’nın bu sözlerinden
anlaşılacağı gibi o, şiiri hayatın her alanını yansıtmak için kullanmıştır.
Onun şiir yazmadaki amacı, var olan dünyayı güzel ifadelerle ortaya koymaktı.
Ancak Nîmâ, başından beri taşıdığı bu düşünceyi
bahsettiğimiz gibi önceleri sade ve romantik bir şekilde aktarırken daha sonra
bu tarzı değiştirip kapalı ve daha gerçekçi bir üsluba yönelmiştir.
Bu noktalar, Nîmâ’nın
temel düşüncesinde bir değişikliğin olmadığını, sadece yöntem değiştirdiğini
göstermektedir. Nîmâ’nın “Uçuk Rengin Hikayesi” şiiriyle başlayarak yazdığı ve
1937 yılında “Kaknus” ve “Karga” şiirleriyle biten klasik tarzdaki şiirlerinde,
Fransız şairlerin etkisi görülür. Bu etkinin en açık örneği “Efsane” şiiridir.
Bu şiir, romantizm tarzının aşkı ele alan açık bir örneğidir. Ancak bu ilk
şiirlerinde, klasik iran şiirlerine fazla zıt gitmez. Vezin ve kafiye
kurallarını korumakla birlikte bazen bağımsız birer mısra ekleyerek şiiri
yenileme yoluna gitmiştir. “Kaknus” ve “Karga” şiirleriyle, şair kendisinin
tamamen değiştiğini ve klasik tarzı bıraktığını göstermiştir.
Nîmâ, tüm şiirlerinde
sıkıntılardan, halkın acılarından bahsetmiş ve doğadaki varlıklara bu tür
anlamlar yüklemiştir. Bu yönüyle o, daima karamsar bir tablo çizmiş ve karamsar
bir şair olarak tanınmıştır. Fakat 1937’den sonraki şiirlerinde bu karamsarlık
daha azdır. Karamsarlığının etkisiyle Nîmâ, şiirlerinde daima “gece”yi ve
“karanlık”ı ele almıştır.
Nîmâ, eski ve henüz
ortaya çıkmamış olan yeni şiire iki açıdan yüklendi ve kurallarını değiştirdi:
Birincisi, şiirin sınırlı şeklini kaldırıp onu yapmacık kafiye engelinden
kurtardı. ikincisi ise, şiirdeki tasvirciliği,tabiattan alıntı yapma yoluyla
değiştirdi.15؟
Nîmâ, o kadar değişime
açık bir şair idi ki yaklaşık 16 yıl boyunca klasik tarza yakın bir yol
izlemişken daima yeni şeyler keşfetme ve daha ileri gitme çabasında olduğu için
aniden tamamen serbest bir şiire yönelmiştir. Onun yeni ve serbest şiirlerine
baktığımızda neredeyse hiçbir vezin düzeni kalmamıştır.™
Nîmâ, şiirinde tabiatı
yorumlayış tarzıyla oldukça ilgi çekmiş ve şiirlerini incelerken ilk göze
çarpan nokta, onun tabiata ve dünyaya yeni ve farklı bakışıdır. Bu nedenle onun
şiirlerine konu olan şeyler, daha önce hiçbir kimse tarafından onun bakışıyla
ele alınmamıştır. Tabiata yakınlık ve onunla dostluk, Nîmâî şiirin temel
özelliğidir.ص
Gördüğü her bir varlığa,
akla gelmeyen yönlerden bakarak bakış açısının derinliğini herkese kabul
ettirmiştir. Dikkatleri, doğanın sadeliğine çekmiş ve şehirlerin, bunun aksine
bir çok kötülüğün kaynağı olduğunu vurgulamıştır. Bu yönüyle Nîmâ, şehirleri,
ve şehir insanını suçlamaktadır. Bunun bir sonucu olarak da şair, bazı
şiirlerinde şehri kötülerken, diğer taraftan köy hayatını ele alır. Nîmâ, daha
ilk şiiri “Uçuk Rengin Hikayesi”nde bu duyguları, açık bir şekilde dile
getirir:
Ben
bu aşağılık şehirlilerden
Kırsal
yerde yaşayanın dertli gönlüyüm.
Bahtımın
kötülüğünden dolayı şehrinizde
Bir
vakit geçti ve ben müptelayım.
Şehir
yaşamı beni yıpratıyor.
Şehir
sohbeti beni üzer...
Ayıp
ve zarar dolu bir şehrin sohbeti
Taklit,
tuzak ve kötülüklerle dolu bir şehir
Birçok
kötülüğün kaynağıdır şehir.
Çokça
kötülük, çokçafitne, çokça boş şey
Şehir
benim dert ve zahmetimi arttırdı.
Görüleceği üzere Nîmâ,
burada açık bir şekilde şehre karşı beslediği nefreti dile getirmektedir.
“Asker Ailesi”, “Horoz Öter”, “Gece İşi”, ve daha bir çok şiirinde köy ve köylü
insanların yaşamları anlatılır.
Nîmâ, dünyada edebi
alanda meydana gelmekte olan değişimleri devamlı takip ettiği için farklı
tarzların olabileceğini görmekte ve bunu ortaya koymaya çalışmakta idi. Aynı
şekilde tüm yazılarında, “tarz değişikliği” üzerinde durmaktaydı. Bu konuyla
ilgili olarak bir çok defa benzer açıklamalarda bulunmuştur. Mesela bir yazısında;
“ Fars şiirinin yeniden
kalıplar oluşturması gerekir. Tekrar söylüyorum: sadece şekil yönünden değil,
tarz yönünden de ”[29]. Bir başka yazıda; “Yenilik
yaparken her şeyden önce gerekli olan şey, işinizin tarzını yenilemenindir.
Şekil ve diğer şeyler, ayrıntılardır.”[30]
İşte bu anlatılan noktalar, Nîmâ’nın şiir ve edebiyatta öne
çıkmasını sağlayan temel noktalar olmuştur. Daima yenilik peşinde koşan,
eleştirmekten çekinmeyen yapısı, acı ve kederle içiçe olan hayatı, onun yeni
iran şiirini ortaya çıkarmasına vesile olmuştur.
Nîmâ’ya baktığımızda ve onun mektuplarını, yazılarını
ve en önemlisi şiirlerini okuduğumuzda, onun şairlik hakkında ve dolayısıyla
şiirde önem verdiği konuları şöyle sıralayabiliriz;
1- Şairin, içinde olduğu zamana ve topluma bakması,
dönemini yansıtması ve halka yönelik şiir yazması gerekir.
2- Şair, yaşadığı çevrenin coğrafyasını bilmelidir.
Gelişen olayları bilmeli bir bakış sunabilmelidir.
3- Şair, hiçbir “felsefi ekol”e , fikre, parti’ye,
akım’a bağlı olmamalı, bağımsız davranmalı ama bir ideal taşımalıdır.
4- Şair, edebi gelişmeleri takip etmeli, kullandığı
tarz ile taklitçi değil, yenilikçi olmalıdır.
6- Şair,
tabiat’la içiçe olmalıdır, tabiat’ın diline kulak vermelidir. Adeta tabiatı
konuşturmalıdır.169
7- Şair, şiirde vezin ve kafiye ’ye uyacağım diye
şiiri, tek bir mısra veya beyit’e hapsetmemeli ve sınırlamamalı, serbest
olmalıdır.
8- Şair, sembollerden uzak kalmamalı, aksine onu,
şiirin bir ayağı olarak görmeli ve onu uygun bir şekilde kullanmalıdır.
9- Şair, şiirlerinde basit bir dil değil , kelime
hazinesi geniş ve yüksek bir dil kullanmalıdır.
10- Her şeyin ilerleyip değiştiği bir dünyada,
şair de devamlı değişime ve ilerlemeye açık olmalı, belirli kalıplarda yerinde
saymamalıdır.
11- Şair, en iyiyi ararken, kaba bir taassupla ne
sadece eskiye ne de sadece batıya sarılmalıdır. Her ikisinin arasını bulmalı,
iyi olanı almalıdır...
Sîrus Tahbaz'ın "Mecmua-yı Eş'ar-ı Kâmil-i Nîmâ
Yûşic" isimli kitabında, Nîmâ'nın kaleme aldığı tüm şiirlerini, tam
şekliyle bulmak mümkündür. Bu kitabta Nîmâ'nın 1937 yılına kadar yazdığı klasik
şiirlerin tam listesi şöyledir:
Kısse-i Reng-i Perîde-1921, Efsane-1923, Şîr-1923,
Çeşme-i Kûçek-1923, Yâdigar- 1923, Engasi-1923, Boz-i Molla Hasan-1923, Gol-i
Nazdar-1923, Mufside-i Gol-1923, Gol-i Zudres-1924, Mahbes-1925, Harken-1925,
Rubah u Horus-1925, Came-i Nov-1925, Hânevade-i Serbaz-1926, Ez Terkeş-i
Rûzegar-1926, Be Yâd-ı Vatanem-1926, Beşaret-1926, Teslim Şode-1926, Kû-1926,
Kalb-i Kavi-1926, Gorg-1926, Avaz-ı Kafes-1926, Came-i Maktul-1926, Nâme-1927,
Peser-1927, Şehid-i Gomnâm-1927, Serbaz Fûladin-1927, Engasi- 1928, Be Ressam
Erjengî-1928, Hâce Ahmed Hasan-ı Meymendî-1928, Abdullah Tahir u Kenizek-1928,
Horus-i Sade-1929, Kirm-i Ebrîşem-1929, Esb Devanî-1929 Keçebî-1929, Ukab-ı Nil-1929,
Emu Receb-1929, Herriyyet-1929, Seday-ı Çeng-1929, Engasi-1929, Engasi-1929,
Kebok-1929, Horus u Bukalemun-1929, Ukubet-1929, Bahar-1929, Sâl-i
Nov-1930,Perende-i Munzevi-1930, Ateş-i Cehennem-1930, Mîr Dâmad-1930, Der
Civar-ı Sehtser-1931, Dihkâna-1931, Huşi-yi Men-1931, Hey'et-i Der Poşt-i
Perde-1931, Amzenaser-1931, Hatıra-yi Mubhem-1931, Gonbed-1931, Ne're-yi
Gav-1931, Feza-yi Bîçun-1931, Sobh- 1931, Dûd-1934, Kal'a-yı Sakr^m-1934.
Nîmâ, bu dönemlerde, artık eskiden yazdığı “Efsane”,
“Asker Ailesi”, “Ey Gece” vs. eserlerinin tarzını bırakmış ve bunlara karşı
fazla ilgisi kalmamıştır. Bundan sonra Nîmâ, yeni yüzüyle meydana çıkmıştır.
Yuşiç, çağdaş İran şiirinin temellerini atan bir
şairdir.
Ey sahildeki mutlu ve şen insanlar!
Suda can vermekte biri.
Tahmin edersiniz nasıldır,
Bir yoğun, çarpıntılı ve ağır denizde
Boyuna kollarını bacaklarını çırpmak…
Bir ara sarhoştunuz hayaliyle düşmanı alt etmenin
Bir ara boşu boşuna bencilce düşünmekteydiniz
Evet, tutmuştunuz elini güçsüzün
Daha güçlüsünü buluncaya kadar.
Bir ara daha bir sıkmıştınız belinizdeki kemeri.
Hangi zamandan söz ettiğimi anlarsınız ya…
Ama şu an,
Birisi boşu boşuna canını kurban etmekte suda!
Ey sahilde lezzetli sofraların başındakiler!
Önünüzde ekmek, sırtınızda urba.
Biri size sesleniyor sudan,
Ağır bir dalgaya yorgun kolunu çarparak…
Ağzı ve gözleri yırtılırcasına açılmakta dehşetten,
Suretlerinizi sizin ta uzaktan görmekte.
Su yutmakta mor derinlikte
Ve çıkarmaya çalıştıkça kolunu bacağını
Suyun yüzeyine
An be an daha bir takatsizleşmekte…
Ey insanlar!
O, uzak bir yoldan bu eski dünyaya
Yeniden gönül düşürüyor.
Feryat ediyor ve yardım umuyor.
Sakin sahilde hep seyircisiniz ey insanlar!
Dalga, dövüyor sahilin sessizliğini.
Savuruyor kendini bir sarhoş gibi
Mest olmuş halde yayılıyor bir an ve sonra
Uzaklaşıyor bağırtılarla.
Ve bu ses yeniden duyuluyor uzaktan:
“Ey insanlar!..”
Rüzgarın sesi an be an daha bir gönül çelici,
Ve rüzgarın sesinde, sesi onun daha bir özgür artık…
Uzaktaki ve yakındaki sular arasından
Yeniden kulaklarda bu ses:
“Ey insanlar!..”
Karanlık bir gecede bir deli
Gönlünü firarî bir renge kaptırmış
Kapısında soğuk ve yalnız oturmuş halde
Bir bitkinin gövdesi gibi yıpranmış
Bir hikâyeyi kederli yapar
Ey benim gönlüm! gönlüm gönlüm
Fakir, çaresiz benim gibi
Tüm iyilikle, değer ve kavgayla
Senden sonunda bana ne geldi
Gamın yüzündeki bir gözyaşından
başka
Ey fakir gönül! ne gördün ki?
Kurtuluş yolunu kestin
Gereksiz işler yapan bir kuş’sun
Ve bulduğun her dala uçtun
Sonunda zayıf düştün mü?
Ey gönül! kurtulabilirdin
Eğer zamanın oyununa gelmeseydin.
Gördüğün şey sadece kendindendi
Her zaman bir yol ve bir bahane
Sonunda ey sarhoş! Benimle
savaştın
Sen sarhoş ve dost kaldıkça
Efsane ile dostluk yaparsın
Bir dünya, daima ondan kaçar
Sana göre onunla uyumluydu
Senden daha müptelası gelmez
Efsane; onun gibi bir müptela
Onun gibi bir müptela
Kimse bu yolda saflığı görmemiş
Ah, uzun süredir bu hikayeyi anlatıyorlar
Dalın üstünden bir kuş uçmuş
Ondan geriye, bir yuva kalmış
Kafes gibi bir morgun dar çukurunda
Beş kez zil çaldılar sana
Aniden karanlıkta açıldı
Hapsin karanlık eski kapısı
Bir mum ışığının yanında
Bir grup, dayamış başını dizlerine
Saçlar yıpranmış, elbiseler yırtık
Tümü yabancı, çaresiz
Buradaki biri, karısı ve çocuğundan habersiz
Diğeri memleketten habersiz
Bu birine yazık çünkü az savaştı
Diğerine de yazık çünkü kötü güldü
Bunun günahı kokudan canının gitmesi
Ekmek peşine düşmekten telaşta
Onun günahı adımını yanlış atması
Bunun günahı ağzını açması
Böyle yüksek bir adalet
Onu mahkum ve ölüme etmiş lâyık
EY GECE
Ey gece
Engin karanlıktan bir gece.
Kocamış bir incir ağacının dalı üstünde
Bir kurbağa vıraklar dur durak bilmeden,
Duyurur gelen fırtınayı, tufanı,
ve ben korku içinde boğulurum.
Ey gece
Ve geceyle görür dünya
mezardaki bir ceset gibi;
Ve korku içinde derim kendi kendime:
“Ne olur tufan yağmurları kaplarsa her yanı?
Ne olur dinmezse yağmur
yeryüzünden çekilinceye dek sular
küçük bir kayık gibi?”
Bu gecenin korkunç karanlığı içinde
Kim diyebilir hangi nitelik bizi
kavuşturacak gün doğumuna?
Gün ışığı kurtaracak mı
yitip giden fırtınanın
dehşet saçan yüzünden?
Çeviri: Askar Tarık BENDER
Kanlı siper savaşçıları, oldular esir
Bir çocukla ki cesur
On iki yaşında.
Sen de orda mıydın?
-Evet
Bu kahramanlar ile.
O halde bedenini oklara hedef yapacağız
Sıran gelene kadar, bekle!
Bir dizi namlu kalktı silahların
Ateş saçtı
Onun siper arkadaşları
Yuvarlanıp üzerine düştü çöp ve taşların
-“İzin ver bana eve gideyim de veda edeyim
Sevgili Annemle - (Alay Kumandanı’na dedi)
Zamanında geleceğim.”
-Acayip kandırdın!
Kimin mahkumusun belki hiç gelmedin?
Pençemizden kaçmak istiyorsun ucuz laflarla
-“Hayır Kumandan.”- (Onun cevabını verdi, cesur çocuk)
Gün batımında dağ yamacından, güneş
Kederin sarı renkleriyle örtülmüş,
Yalnız başına sahile bir karga inmiş
Ve uzaktan sular
Sema ile aynı renkte ve bir pelit ağacı
Ki hazan ile sararmış,
Bir taşın üzerinde aşağı sarkmış.
O uzak noktalarda
Görünür siyah bir nokta.
Bu bir insan idi yolda
Bir köşe arar ki herkesten uzak
Ona gönlünün gizli kederini açacak.
Bulunca bir gizli mekan istediği gibi
Karga’nın gözü hayretle sel gibi dalgalardan
Ona doğru dikilmiştir olmadan ızdırap
Ki o yollardan
Neler çıkacak, sevinç mi var yoksa azap?
Şair Ahmet Şamlu:... Nîmâ’nın “Çan” şiirini okuduğum
zaman, gözleri yeni açılan bir kör gibi oldum”
Bu etkili şiir şöyle başlar:
Çan’ın yüksek, çekici sesi
Seherin sessizliğinde
Yarmıştır hava’nın kül harmanını
Ve her yarılanın yolundan mızraplarıyla
Seherin soğuk duvarlarını
Her an yarmaktadır.
Bulut kuşu gibi
Ki uzak göllerin suskun dünyasında
Özgürce uçmaktadır;
O, uçar her an bir sıra ile ki
Sesi yerindedir
Sokulmuş sesiyle, başka bir sırra
Ki o sesle ayaktadır
Ding dang... ne sestir
Çan!
Kim ölmüş? Kim yerinde?
Çok vakit geçti sudaki gölge gibi
Ve ondan bin olay çözüldü
Ve bu uyuyan, uyanmadı uykudan.
Fakat şimdi de ki ne oldu
Ki uyuyanlardan biri bile değil uykulu
Gece vardır, kararmış bir gece, ve toprak
Yüzünün rengini kaybetmiştir
Bulutun çocuğu rüzgar, dağ tarafından
Bana doğru gelmiştir.
Gece vardır. Verem yapmış gibi sıcak bir bedeni
durgundur hava
Bu yüzdendir eğer kaybolmuş biri yolunu görmüyorsa
Sıcak bedeniyle koca alan
Ölüye benzer dar bir mezarda
Benim yanık gönlüme benzer
Yorgun ve ateşle yanan bedenime
Gece vardır. Evet, gece.
ASKERİN AİLESİ
Mum yanar, çekili perdenin yanında,
Gözüne bir damla uyku girmemiş bu kadının daha;
Üzerine eğilir beşiğin (bir başına),
O biçare biri, O biçare biri.
Yuvayı koruyan eşinin perdesidir
Birkaç paçavradan oluşan.
Komşunun çocuğu bir güzel giyinir,
Düzenli idman yapar ve iyi beslenir.
Nedir fark bunlar arasındaki (Ben hüzünlenirim)
Neyi varsa ötekinin yoksun bırakılmıştır hepten.
Bir askerin çocuğu giyinmiş paçavralar (ve kırgınlık)
Niçin yaşamalı bütün bunlardan sonra?
İki gündür bir lokma koymadı ağzına kadın,
İki çocukla, durup dinlenmedi hiç;
Biri on yaşında, kızı uyuyor,
Ötekisi uyanık ve inliyor acıyla.
Kız ağlıyor anasının sütü için, zayıf düşmüş,
Bu başka bir üzüntüdür, (içini burkar insanın).
Kadın her şeyin farkındadır ama ortam acımasız
Neyi okusa, sıkıntılardır soluğundan girip çıkan;
Beli bükülüyor, sırtındaki bunca yükten,
Bu yuvada solmuştur yaşama umudu;
Yine de çalışır erkek gibi;
O kadın didinir, yine de.
Çeviri: Askar Tarık BENDER
Soğuk kış gecesinde
Güneşin ocağı da
Yanmıyor kandilimin sıcak ocağı gibi,
Ve ne ışık saçıyor kandilim gibi
Ne de gökte parlayan soğuk aya işliyor ışığı.
Yaktım kandilimi komşum yürüdüğünde karanlık bir
gecede,
Ve soğuk bir kış gecesiydi,
Rüzgâr kuşatmıştı çam ağaçlarını,
Sessizliğin yığıntısı arasında
O yitip gitti benden, ayrıldı bu daracık patikada,
Ve bu öykü öyle anımsanır ki hâlâ,
Ve dudaklarımda asılı durur bu sözler:
"Yakan kimdir? Tutuşturan kimdir?
Kimdir bağışlayan yüreğindeki bu öyküyü?"
Soğuk kış gecesinde
Güneşin ocağı da
Yanmıyor kandilimin sıcak ocağı gibi,
Ve ne ışık saçıyor kandilim gibi
Ne de gökte parlayan soğuk aya işliyor ışığı.
Çeviri: Askar Tarık BENDER
Kaynak:
Osman ASLANOĞLU, Nîma Yûşic’in Hayatı, Şiiri, Edebî Şahsiyeti Ve Etkileri, T.
C. Dicle Üniversitesi SOSYAL Bilimler Enstitüsü DOĞU Dilleri VE Edebiyatları
Anabilim Dalı Fars Dili Ve Edebiyatı Bilim DALI, YÜKSEK Lisans Tezi,
DİYARBAKIR,2002
[1] Ya Hakkî, Muhammed
Cafer, Çun Sebûy-i Teşne (Târih-i Edebiyât-ı Muâsır-ı Fârisi), 1375, s. 88-89.
[2] Tahbaz, Sîrus, Porderd-i Kuhistan,
Zindegi ve Honer-i Nîmâ Yûşic , intişârât-ı Zeryab, 1376, Tahran, s. 11. Ayrıca bkz. Hâkimî,
ismail, Edebiyat-ı
Muâsır-ı Îran, intişârât-ı Esâ^r, 1375, s. 69 ; Sepenta, Sasan “ilel-i Girayiş
Be Vezn-i Nîmâî Der Şi’r-i Fârisî”, Mecmua-yı Mekalat-ı Mutalaat-ı Îranî, intişârât-ı
Beynel-Milelî-yi el-Mehdî, 1378, Tahran, s. 35 ; Kırlangıç, Hicabi, "iran
Şiirinde Bir ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s.
31 ; Cenneti-yi Atayi, Ebu’l Kasım, Mecmua-yı Eş'ar-ı Nîmâ Yûşic, Matbuat-ı Safi-yi
Ahşah, 1346, Tahran, s. 18-19.
[3] Aryanpûr, Yahya, Ez Nîmâ Tâ Rûzgâr-ı Ma, intişârât-ı
Zevvâr, 1374, Tahran, s. 79. Ayrıca bkz. Kırlangıç, Hicabi, "iran Şiirinde
Bir ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s.
31 ; Cenneti-yi Atayi, Ebu’l Kasım, Mecmua-yı Eş'ar-ı Nîmâ Yûşic, Matbuat-ı Safi-yi
Alişah, 1346, Tahran, s. 18.
[4] Kırlangıç, Hicabi, "iran Şiirinde Bir
ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s.
31.
[5] Lengrûdî, Şems , Nîmâ Yûşic, intişârât-ı
Nevbahar, 1380, Tahran, s. 12-13. Ayrıca bkz. Aıyanpûr, Yahya, Ez Nîmâ Tâ Rûzgâr-ı Ma, intişârât-ı
Zevvâr, 1374, Tahran, II, 466-467
[6] Sepenta, Sasan İlel-i
Girayiş Be Vezn-i Nîmâî Der Şi’r-i Fârisî, Mecmua-yı Mekalat-ı Mutalaat-ı Îranî , intişârât-ı Beynel-Mileli-yi el-Mehdî, 1378, Tahran, s.
36.
[7] Lengrûdî, Şems , Nîmâ Yûşic, intişârât-ı
Nevbahar, 1380, Tahran, s. 14- 15. Ayrıca bkz. Aıyanpûr, Yahya, Ez Seba Tâ Nîmâ, intişârât-ı
Zevvâr, 1374, Tahran, s. 466-467 ; Aıyanpûr, Yahya, Ez Nîmâ Tâ Rûzgâr-ı Ma, intişârât-ı
Zevvâr, 1374, Tahran, II, 580 ; Cenneti-yi Atayi, Ebu’l Kasım, Mecmua-yı Eş'ar-ı Nîmâ Yûşic,
Matbuat-ı
Safi-yi Alişah, 1346, Tahran, s. 19-21.
[8] Lengrûdî, Şems , Nîmâ Yûşic, intişârât-ı
Nevbahar, 1380, Tahran, s.6ل. Aynca bkz. Kırlangıç, Hicabi, "iran Şiirinde Bir ihyacı:
Nîmâ Yûşic", Edebiyat
Ortamı, Sanat Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s. 31.
[9] Ya Hakkî, Muhammed Cafer, Çun Sebûy-i Teşne
(Târih-i Edebiyât-ı Muâsır-ı Fârisi), 1375, s. 91. Aynca bkz. Kırlangıç,
Hicabi, "iran Şiirinde Bir ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat
Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s. 31.
[10] Lengrûdî, Şems , Nîmâ Yûşic, intişârât-ı
Nevbahar, 1380, Tahran, s. 16-17. Aynca bkz. Kırlangıç, Hicabi, "iran
Şiirinde Bir ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s.
32.
[11] Ya Hakkî, Muhammed
Cafer, Çun Sebûy-i Teşne (Târih-i Edebiyât-ı Muâsır-ı Fârisi), 1375, s.94-95
[15] Kırlangıç, Hicabi, "iran Şiirinde Bir
ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s.
23.
[19] Ya Hakkî, Muhammed Cafer, Çun Sebûy-i Teşne
(Târih-i Edebiyât-ı Muâsır-ı Fârisi), 1375, s. 96. Ayrıca bkz. Kırlangıç,
Hicabi, "iran Şiirinde Bir ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat
Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s. 31 ; Cenneti-Yi Atayi, Ebu’l Kasım, Mecmua-yı Eş'ar-ı Nîmâ
Yûşic, Matbuat-ı Sa^-yi Alişah, 1346, Tahran, s. 23-24.
[20] Ya Hakkî, Muhammed
Cafer, Çun Sebûy-i Teşne (Târih-i Edebiyât-ı Muâsır-ı Fârisi), 1375, s. 97-98.
[22] Ya Hakkî, Muhammed Cafer, Çun Sebûy-i Teşne
(Târih-i Edebiyât-ı Muâsır-ı Fârisi), 1375, s. 107. Ayrıca bkz. Kırlangıç,
Hicabi, "iran Şiirinde Bir ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat
Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s. 31.
[23] Kırlangıç, Hicabi, "iran Şiirinde Bir
ihyacı: Nîmâ Yûşic", Edebiyat Ortamı, Sanat Edebiyat Düşünce Dergisi, 1997, Ankara, s.
32.
[25] Tahbaz, Sîrus, Mecmua-yı Kâmil-i
Eş'ar-ı Nîmâ Yûşic, intişârât-ı Nigah, 1375, Tahran, s. 519-574.
[28] Tahbaz, Sîrus, Dunya, Hâne-i Menest (Muntehabî Ez Şi’r u Nesr-i
Nîmâ Yûşic), intişârât-ı Yunesko, 1375, s. 240.
[30] Tahbaz, Sîrus, Porderd-i
Kuhistan, Zindegi ve Honer-i Nîmâ Yûşic , intişârât-ı Zeıyab, 1376, Tahran, s. 140.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar