PORNOGRAFİNİN SİNEMA VE KADIN ÜZERİNDEKİ YANSIMASI
Pornografi kavramını tanımlamak çoğu zaman bazı
zorlukları da beraberinde getirir. Bu, sinemada da benzer durumlara neden olur.
Çalışmada öncelikle erotik ve pornografik film karşıtlıkları kurularak, bu
kavramlar açıklanmaya çalışılmış ve pornografiye olan yaklaşımlar temel
alınarak filmlerdeki pornografinin “şiddet”, “röntgencilik” ve “fetişizm”
kavramları ile olan ilişkisi irdelenmiştir. Araştırmacı, sonuçta, pornografi ve
sunumlarına karşı önyargısız bir şekilde yaklaşılması gerektiğini
savunmaktadır.
Cinsellik, hem toplumumuzda hem de diğer toplumlarda
çok rahat bir şekilde açığa vurulmuş bir kavram değildir. O, her zaman
varolmuştur ama, bazı sınırlamaları da her zaman zorunlu tutmuştur. Cinselliği
doğal doğrultusundan çıkarıp bastırdığınız ya da kısıtladığınız zaman farklı
yerlerden akmaya başlar ve bu akışı kontrol altına almak çok zordur.
Toplumda yalnızca, cinsellik hakkında konuşmak değil,
aynı zamanda cinselliği açıklayan ve anlatan belirgin tanımların varlığı da
yasaklanmıştır. Ama cinsellik bu tip kısıtlamalarla önüne geçilebilecek birşey
değildir. Örneğin cinselliğin en sıkı şekilde denetlendiği Osmanlı Harem’ini
ele alalım. Küçük yaşlarda hadım edilmiş haremağaları, haremin labirenti
andıran koridorlarında yaşamları pahasına da olsa çeşitli yöntemlerle cariye ya
da gözdelerle ilişkiye girmişlerdir. Osmanlı zihniyeti işi kökünden
hallettiğini zannederken bir başka tuzağa, hem de en acımasızına düştüğünün
farkına bile varamamış ya da görmezden gelmiştir (1).
Cinselliğin dışa-vurulması toplumda kısıtlanınca ve
cinsellik toplumda konuşulması “ayıp” ya da “yasak” bir kavram olunca,
ilişkilerin çarpıklığı, sevimsizliği yalnızca kapalı kapılar ardında kalmaz,
kendisini çeşitli yollarla dışa-vurma yolunu arar. İşte, pornografinin ortaya
çıkmasının asıl nedeni de budur.
Ellis, pornografinin bazı yasaklanmış simgeleri
üretmek ve onları pazarlamak amacıyla geliştiğini söyler. Uzmanlar
pornografiyi, gelişmekte olan porno endüstrisinin doğasından itibaren başlayan
bir çeşit sunum, bir simge olarak görür. Bazıları da, pornografiyi anlamların
yasaklanmış alanı olarak tanımlar (2).
Pornografinin kesin ve doğru bir tanımını yapmak
zordur. Bunu yapmanın en güvenilir yolu, “Erotik Film” in tanımını yapmak ve
onun pornografik filmlerle olan farkını açıklamaktır.
Erotik film, western ya da gangster filmi gibi
değişmez kuralları ve tekrar karşımıza çıkan klişeleri olan bir janr değildir.
Erotik film, mesajını iletebilmek için komediden gerilime kadar akla
gelebilecek her değişik anlatım biçimini kullanır.
Ama eğer bir tanım yapmak gerekirse şöyle denebilir :
Erotik film, maddileştirilmiş göstergenin bilinçdışından gelerek bilince
tırmandığı, başka bir deyişle, erotik göstergenin, örtük bir bilinçaltı durumundan,
ben buradayım bilinciyle ortaya çıktığı filmdir (3).
Erotik film çıplaklığın, cinsel ilişkinin, erotik
serüven ve sapkınlıkların oluşturduğu bir komposizyondur. Erotik film, erotiği
gerçekten özgür kılacak bir tasarım, ütopya ya da kurtuluş projeleri üretmez;
cinsel fantezilerimizi erotik tasarımlar oluşturmaya yönlendirmez, tersine
sadece gösterir. Erotik filmlerin görevi mevcut statükoyu korumak değildir.
Statükoyu koruma görevini tam olarak yüklenmiş film ise, bu bağlamda
“porno”(seks) filmidir.
Pornografik filmler, aslında bir bütün olarak hiç de
“erotik” olmayan bir etki yapan ve asıl dertleri, çıplaklık tabusunun yıkılması
biçimimde özetlenebilecek çıplak-beden kültürü filmleridir. İlginç bir mistik
hava taşıyan bu filmler çoğunlukla, insanı herhangi bir şekilde cinsellik
üzerine düşündürebilecek, cinsellik ile ilişkili uzak ya da yakın en küçük
ayrıntıyı değerlendirmemize destek verebilecek unsurlara yer vermez (4).
Pornografik filmlerde, sahte bir felsefi söylem ya da sahte bir tanrı-bilimsel söylem, cinselliğin sergilenmesinin bir aracı konumundadır. Erotik filmin tam tersine, pornografik filmlerde
cinsellik bir tür çaresizliğin ve umutsuzluğun adı olup çıkmıştır. Bu filmlerde
cinsellik, modern insanın boşluğunun, Tanrı’ya olan uzaklığının bir parçasıdır.
İnsan, içinde Tanrı’nın olmadığı, ama boşluğunun hissedildiği bir alanda yalnız
ve çaresizdir. Bu durumdaki bir insanı, artık cinsellik de kurtaramaz..
Erotik bir film güzel, içten ve dostça olduğu yerde
bile, hazzın yaratıcısı değil göstericisidir, gösterilmiş hazdır veya hatta
yetersizliklerin, acıların da gösterilmesidir. Fakat, içerdiği felsefi boyutlar
ne olursa olsun pornografik filmlerin verdiği mesaj, filmlerde çıplak bir
bedenin, hatta apaçık bir cinsel birleşme sahnesinin gösterilerek, film boyunca
inatla, seksin iyice iflah olmaz, çürük, hastamsı bir ilişki olduğunu
vurgulamaktır (5).
Pornografik filmlerde yapay karakterler, yapay bir
olay örgüsü ve ıastgele seçilmiş mekanlar yer alır. Çünkü bu filmlerde temel
amaç, izleyiciye cinselliği ve her tür cinsel ilişkiyi en ince ayrıntısıyla
yalnızca sunmaktır. Bir filmde olması gereken diğer anlatım özelliklerinin pek
bir önemi yoktur. Fakat erotik film cinselliği, belli bir olay örgüsü içinde,
belli karakterler kullanarak ve bir öykü çerçevesinde sunar izleyiciye. Bana
göre, erotik ve pornografik film arasındaki en temel fark budur.
Pornografik filmlerde cinselliğin somut, açık-seçik
gösterilmesine karşı toplumsal kesimlerden gelen itirazlar sonucu ortaya çıkan
başlıca 3 yaklaşım vardır. Bu yaklaşımların hepsi, pornografiyi faiklı birer
nesne olarak tanımlar. Bu yaklaşımlar, sunum tiplerini pornografik olarak
sınıflandıran tanımlar üretirler ve sunumun sosyal etkisi ile görevi konusunda
tartışmalar yaratırlar. Bütün bu yaklaşımlar arasındaki genel toplumsal
kabul-görürlük, pornografi endüstrisinin günümüzdeki halini yaratmıştır. Şimdi,
bu 3 temel yaklaşımı ele alalım.
Ellis’in Longford Raporu‘ndan esinlendiği isimle Işık
Festivali denilen bu yaklaşım, Batı toplumlarındaki kilisenin ve devlet
kurumunun tepkisini oluşturan muhafazakar yaklaşımdır. Bu yaklaşıma göre,
sinemada cinselliğin gösterilmesi tıpkı sosyal hayatta olduğu gibi önlenmeli ve
o, tabuların örttüğü bir alan olarak korunmalıdır. Aksi durumda bu yaklaşım
kendisini “ahlaki bir
çöküntünün” tehditi altında
hissedecektir(6).
Bu tutucu kanadın yaklaşımına göre, pornografik
sunumlar, insanın cinsel pratiğini doğal olmayan biçimde zorlar ve çarpıtırlar.
Pornografik sunumların amacı, sadece izleyiciyi vahşete kışkırtmaktır. Bu
yüzden pornografi, nerede olursa olsun mümkün olduğunca yasaklanmalı ve
kesinlikle çocuklardan uzak tutulmalıdır.
Dinsel söylemin,
daha doğrusu din kurumlarının ve burada temellenen ahlaki yaklaşımın,
pornografik sunumlara karşı çıkışını bu kurumlaşmanın tarihine bakıp anlamak
mümkündür. Ne var ki, dinsel ve ahlaki yaklaşımlar, akla dayalı bir eleştiriye
kapalı oldukları için onlarla tartışmanın, onları çürütmeye çalışmanın da bir
anlamı yoktur.
İkinci yaklaşım, her ne kadar pornografiye bakış açısı
farklı olsa da, kendisini muhafazakar yaklaşımla ilişkili bulan Feminist
Yaklaşım ‘dır. Feminist yaklaşım özellikle dişinin, kadının onur ve haysiyetini
korumayı argümanının temeline yerleştirmiş modernist yaklaşımdır. Cinselliğin
bir sömürü metasına dönüştürüldüğünü ileri süren bu yaklaşım pornografiyi,
toplumsal özelliklerinden yoksun bırakılmış cinsel aktiviteler olarak tanımlar.
Birçok feminist pornografiyi, cinsler arasındaki genel
“nefret” in bir ürünü olarak tanımlar. Bu yaklaşıma göre erkekler pornografinin
“öznesi” dir ve pornografi onların zevki için üretilir. Kadınlar ise,
pornografinin “nesnesi” dir ve birer seks objesi olmak için küçültülmüşlerdir.
Toplumdaki cinsellik ve onun sunumları erkekler tarafından pazarlanmaktadır,
kadınlar ise onların kurbanlarıdır. Cinsiyetler arasındaki nefreti temel
alan bu yaklaşıma göre, her sunum pornografik bir özellik taşır. Çünkü erkek
zevki kadını cinsel bir obje olarak görmeyi ister (7).
Feministlerin pornografiye olan yaklaşımı, kanunlara
ve geleneksel ahlaki düşüncelere güvenmez. Çünkü toplumda kabul gören en etkin
sunum tipleri, kadınları erkeklerin cinsel aktivitelerinin bir nesnesiymiş gibi
sunar. Kadınların cinselliğinin erkek zevki için üretilmiş bir “ürün”
olduğunu düşünen feminist yaklaşım, bu yüzden kadınları bu tipte gösteren
tanımlara ve sunumlara karşı çıkar.
Pornografinin sunumuna, her türlü canlandırma ve
anlatım biçimine karşı çıkan üçüncü yaklaşım ise, John Ellis’in Williams Raporu
diye adlandırdığı liberal yaklaşımdır. Bu yaklaşım, modern Batı kültürünün izin
verdiği sunum yollarının sadece ve sadece psikanalitik anlamda kaydırma ve
bastırmayı daha da sağlam, daha da dirençli hale getirdiğini söyler.
Bu yaklaşım, “mahrem” ve “namahrem” arasındaki
ayrımı çok kesin bir şekilde yapmıştır. Feminist ve muhafazakar yaklaşım bu iki
kavramı birlikte algılıyor ve ikisi arasında bir ilişki kuruyordu. Oysa bu
yaklaşıma göre bu iki kavram birbirinden çok farklıydı, çünkü her ikisi de
değişik özgürlük kavramları içeriyordu. Yani, Williams Raporu denilen bu
yaklaşımın en önemli özelliği, bireylerin genel olarak toplum içinde diğer
bireylerle olan ilişkilerine bir limit getirmesi ve böylece onların haklarını
koruma altına almasıydı.
Williams Raporu, pornografik filmlerin izleyicileri
vahşete yönlendirdiğini düşündüğü için, film sansür kurulunun özellikle
çocukları korumak amacıyla bu tarz filmleri, içerdikleri pornografik sunumlara
göre gruplamasını sağladı. Böylece British Board of Film Censors filmlere P,
PG, XR, X gibi sertifikalar verdi (8).
Bu yaklaşıma göre sinema çok kuvvetli bir araçtır.
Öyle ki; yakın çekimler, hızlı kesmeler, inanılmaz makyajlar ve özel efektler
ile etkili bir müzik geniş perdede bir araya gelince, ortaya başka hiçbir kitle
iletişim aracının yaratamayacağı bir etki çıkmaktadır. Böylece biz izleyiciler,
filmlerde gördüğümüz şeylerden hangisinin gerçek hangisinin ise fantazya
olduğunu ayırmakta zorluk çekeriz.
Muhafazakarlar, feministler ve liberaller kendi pornografi
görüşleri doğrultusunda değişik tanımlar yapmışlar ve değişik açılardan
pornografiye yaklaşmışlardır. Bu yaklaşımların hepsi de birbirinden farklıydı
ve kendi içlerinde çatışıyordu. Varolan bu üç yaklaşım günümüzde yapılan “yasal
müstehcenlik” tanımıyla birleşince ortaya belirli bir endüstri çıkmış oldu. Bu
endüstri ise Pornografi Kurumu idi.
İngiltere’de genel kurallar çerçevesinde pornografik
olarak tanımlanan kavramlar şunlardır :
•
Erkek
ve kadınların genital organlarının (göğüsler hariç) gösterilmesi.
•
Açık
bir şekilde canlandırılan veya gösterilen cinsel ilişki.
•
Vahşet
ve iğrençlik içeren seks sahneleri (9).
Genel amaçları, izleyicinin cinsel zevklerini tatmin
etmek olan sunumlar da bu sınıflamaya girer. Ama son yıllarda ortaya çıkan ve
pin-up denilen (çıplak kadın vücudunun sanatsal fotoğrafı) sunumlar pornografik
olarak nitelendirilmez. Çünkü bunlara, artık hemen hergün gazetelerde
rastlanılmaktadır.
Pornografide yapılan başka bir sınıflama da, temeli
Amerika olan Haıd-core ve Soft-core pornografidir. Bu terimler sunum sırasında
oluşan, meydana gelen gerçek veya canlandırılmış seks sahnelerini kapsar, özel
bir anlamı yoktur. Soft-core pornografi halka açık sinemalarda gösterilen
filmler ve bayilerde satılan magazinlerdir. Fakat hard-core pornografi sadece
el altından, kaçak olarak pazarlanır. Soft-core pornografide eşcinsel ve
lezbiyen ilişkiler bulunurken, vahşet ve iğrençlik içeren sahnelere yer
verilmez. Fakat hard-core pornografide hayvanlar ve cisimlerle cinsel ilişkiyi
de içeren en vahşi, iğrenç, sadist ve mazohist özellikler taşıyan akla
gelebilecek her türlü sahneye bolca yer verilir.
Genellikle pornografiye dışarıdan bir şüphe ile
bakılır. Pornografi kurumu da kendisini ifade etmek için bu şüphenin
çağrıştırdığı şeyleri sömürür. Bu nedenle pornografik magazinlerin kapağında
yeya filmlerin afişinde her zaman çıplak veya yarı-çıplak bir kadın bulunur.
Böylece izleyicide bunların içeriklerinden önce çağrışımları meydana gelir.
Buradan da anlaşılır ki, pornografi kurumu kendini asla pornografik olarak
tanımlamaz. Bu, ona dışarıdan atfedilen bir terimdir.
Pornografi kurumu, her biri kendine ait farklı
pazarlama ve yayılma sürecine sahip uygulamalardan oluşur. Örneğin, sadece
soft-core porno film gösteren sinemalar veya her türlü seks materyalini
bulabileceğiniz, her türlü porno filmi izleyebileceğiniz “özel kulüpler”
bulunmaktadır. Bunun yanında, gelişen video pazarı da bu alana her türlü
malzemeyi temin ederken, aylık ortalama tirajları 150.000-250.000 arası olan ve
sadece özel dükkanlarda poşet içinde satılan pornografik magazinler de pazara
büyük kar sağlarlar.
Fakat burada unutulmaması gereken ve asıl önemli olan
şey, tüm bu pornografik uygulamaların ve sunumların içinde yoğun bir “şiddet”
öğesinin varolması ve bunun insanları hiç de olumlu etkilemediğidir.
Pornografi ve şiddetin gösterildiği yayınların
artması, bugün yaşadığımız toplum içinde giderek çoğalan bir sorunsalı
oluşturmaktadır. Pornografi ilk önce, büyük kentlerdeki “saygın” semtlerin
dükkanlarını ve eğlence merkezlerini istila etmiş, daha sonra da film ve video
sayesinde evlerimize kadar girmiştir.
Pornografi, kitle iletişiminin pazarındaki
değişmelerden dolayı önce, sadece “müstehcen” ya da “erotik” olmayı aşarak
pornografik bir nitelik almış, sonra da şiddet ile cinselliği birleştiren çok
daha kapsamlı bir pornografi türü olan “sado-mazohistik” pornografiye varmıştır.
Oskay pornografide varolan şiddet öğesini temel iki
kavramla açıklar: sexist bias ve machismo. Cinselcilik (sexism) ve bundan türeyen
cinsiyete dayanan taraf tutmayı ifade eden (sexist bias), kültürel ve toplumsal
bir olgudur. Machismo kavramı ise, cinsel güçlülüğü erkekliğe ve ergilliği
(virility) erkekçe olabilme gururu’nun kaynağı saymayı ve aynı zamanda bir tür
narsizmi ifade etmektedir. Ayrıca machismo, kadın cinsini erkek için bir araç
saymayı, kadını kullanmayı, kadına erkeğin istediği gibi davranabilmesini ve
cinsel birleşmede erkeğin doyum sağlamak için kadına şiddet kullanabilmesi
anlayışını ifade eder. Yani diyebiliriz ki, “machismo” bugün “maçoluk” diye
bildiğimiz kavramın ta kendisidir (10).
Oskay, bu nedenlerden ötürü pornografik sunumlarda yer
alan erotizmin “eros” tan uzaklaşmış, cinsel birleşmeye yönelmeyen, kırbaçlama,
zincire vurup işkence yapma gibi şiddet uygulamasına dayanan bir durum
olmasının, günümüzde pornografinin erotik yanının zayıflamış olduğunun bir
işareti olduğunu söylemektedir (11).
Böylece günümüz pornografisindeki şiddet
uygulamasıyla, pornografide yer alan aşk ve cinsellik giderek, eros’tan yoksun
olan hasta bir cinselliğe (eros karşıtı bir cinselliğe) dönüşmüştür. Bu da
bize, insanın en doğal yanı olarak bildiğimiz “aşk ve cinsellik” in bile
giderek daha yoğun bir şekilde “kültürel bir yan” haline geldiğini, yani
giderek yok olduğunu göstermektedir.
Şiddetin, hem düz hem de pornografik olarak
evlerimize, kitapçılara, büfelere, bayilere, video kaset satan yerlere kadar
girmiş olması kişisel bir bozukluk sorunu olduğu kadar, aynı zamanda toplumsal
bir sorundur.
Pornografi ve bunun yaydığı şiddet sunumunun
yaygınlaşmasıyla, günümüzdeki toplumsal yaşam koşullarının çok sıkı bir
ilişkisi vardır. Şöyle ki, günümüzde insan toplumsal yaşamda giderek daha pasif
duruma düşerken, bu “fantazya” dünyasının içinde yer alan şiddet öğesine
ayrılan yer de artmaktadır. Eskiden, kitle iletişim araçları ile sunulan en
ufak şiddet öğesine bile karşı çıkan toplum, bugün çizgi filmlerde bile en
yoğun şekilde sunulan şiddeti normal karşılar olmuştur.
Pornografide sunulan
şiddet bütün şiddet gösterimlerinin içindeki en yoğun ve en etkin gösterim
biçimidir. Çünkü, pornografide cinselliğin yerini şiddet almıştır ve satılan
(veya tüketilen) şey ortadaki yaşama üslubudur. Yani gerçek, toplum yaşamının
değişik yöntemlerle hafifletilmesi ve hissedilmez kılınmasıdır.
Oskay’a göre pornografi sunumları, radyo-gazete ve
televizyonda verilen haberlerden çok daha etkili bir şekilde, toplumsal
sistemden ve onun gündelik hayatın işleyişi içindeki yeniden üretiminden yana
bir iletişim türü oluşturur.
Mulvey geleneksel anlatı filmlerince sunulan haz ve
hoşnutsuzluğu incelerken, geleneksel filmlere ve onların sağladığı hazza karşı
çıkmadan önce kurgu, mekan, anlatı gibi sinemasal kodların ve onların dış
yapılarla olan ilişkilerinin kırılmış olması gerektiğini belirtir.
Mulvey’e göre sinemada üç farklı bakış açısı vardır:
1.
Filme
yatkın olayları kaydeden kameranın bakışı.
2.
Bitmiş
filmi izleyen izleyicinin bakışı.
3.
Perdedeki
yanılsamada ortaya çıkan karakterlerin birbirlerine bakışı.
Anlatısal filmin uzlaşımları, ilk iki bakışı yalanlar
ve onları üçüncüye bağımlı kılar. Bunun amacı, daima araya giren kameranın
varlığını tasfiye etmek ve izleyicide meydana gelen uzaklaştırıcı farkında
olmayı önlemektir (13).
Mulvey, izleyicinin narsist bir gözetleme
(scopophilic) dürtüsüne sahip olduğunu söyler, izleyici perdede gördüğü
figürlerle kendisini özdeşleştirir ve bunları dışarıda varolan “kendisi” imiş
gibi algılar. Burada da karşımıza iki kavram çıkar: Röntgencilik ve Fetişizm.
Mulvey’in tanımladığı fetişizm, kadınların penise olan
ihtiyaçlarını reddeder ve bu yüzden kadının genital organları ile penisi bir
fetiş nesnesi olarak göstermekten kaçınır. Fetiş sunum izleyici ve sunulan
nesne arasındaki mesafeyi kaldırmaya çalışırken, röntgencilik ise bu mesafeyi
korumak için uğraşır. Böylece izleyiciyi sunulana karşı güvenli bir ortamda
tutmuş olur. Bu da, sinemada kurgunun, mizansenin ve anlatının gelişmesini
sağlar. Fetişizm ise, sürekli olarak bu farkı ve mesafeyi azaltmak için
uğraşır.
Mulvey’e göre fetişizm röntgencilikle çelişmektedir.
Çünkü, fetişizm hadım etmeyi ve cinsel ayrımcılığı kabul etmez. Oysa ki,
röntgencilik cinsel açıdan farklı olmayı onaylayarak, kadını cinsel bir bakış
nesnesi olarak görür ve böylece onu cezalandırır (14).
Kamera kendi bakış açısıyla izleyicinin bakışını asıl
gücünden mahrum bırakır. Böylece dişi imgenin fetişistik sunumu yanılsamanın
büyüsünü bozmakla tehdit eder ve perdedeki erotik imge doğrudan izleyiciye
ulaşır.
Burada ise fetişleştirme olgusu devreye girer ve
izleyicinin bakışını dondurur. İzleyiciyi sabitleştirerek onun, karşısındaki
imgeden uzaklaşmasını önler. Şimdi de pornografinin temel yapı taşlarından
birisini oluşturan Fetişizm olgusunu ve pornografi ile olan ilişkisini,
Fıeud’un bu konuda yazmış olduğu o ünlü makalesiyle birlikte inceleyelim.
Freud, kadınların penis yokluğu çektiklerini ve bu
yüzden bu arzularını vücutlarının bir parçasıyla, bir nesneyle ya da diğer
duyumlarıyla gidermeye çalıştıklarını ve böylece de kadınların kendi
penislerine sahip olma duygusunu yaşadıklarını söyler (15).
Fetişizmde, fetiş nesne veya onun görüntüsü cinsel bir
tahrik sağlar. Freud bu duruma sadece erkeklerde rastladığını belirtir.
Fetişizm bir algılama yapısı olarak kadınlarda da bulunabilir. Fakat, Freud’un
fetişizm kuramının temelini penisin yokluğu veya varlığı oluşturur.
Penisden yoksun olma, kadınlar için bir dayanak olan
Fallus (Phallus) kavramını oluşturur. Freud bu kavramı 50 yıl önce ortaya
atmıştır. Kadın, penisi andıran ince ve uzun herşeyi onun yerine koyar ve bu fallus
arzusu kadındaki fetişizm duygusunu kuvvetlendirir. Buradaki düşünce şöyle
özetlenebilir: “Evet, kadının
fallusu yoktur. Ancak, kadın için fetiş nesne olan herşey bir fallustur.”
Burada Shine on the Nose örneğinden söz etmek yerinde
olur. Freud’un bir hastası olan genç bir adam, onu cinsel açıdan uyaran yegane
şeyin partnerinin “burundaki parıltı”(shine on the nose) olduğunu söyler. Genç
adam “burundaki parıltıyı” fedşistik bir önkoşul derecesine çıkarmıştır. Bu
olayın şaşırtıcı açıklaması ise şöyledir: Hasta bir İngiliz evinde doğup
büyümüş, daha sonra da Almanya’ya gelmiş ve burada ana dilini neredeyse tamamen
unutmuştur. İlk çocukluk yıllarına kadar uzanan fetişin Almanca değil de,
İngilizce anlaşılması gerekmektedir. “Burundaki parıltı” İngilizce’de shine on
the nose, Almanca’da glanz auf der nose, gerçekte ise glance at the nose yani
“burna bakış” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla fetiş olan “burundaki parıltı”
değil, “burun” un ta kendisidir ve hasta, o burnu başkalarının algılamadığı bir
parlaklıkla donatmıştır (16).
Freud fetişin, ilk çocuklukta son derece önemli olan
ama sonra kaybedilen özel bir penisin yerine konulması olduğunu söyler. Yani
fetiş, oğlan çocuğun kadında (annesinde) olduğuna inandığı ve vazgeçmek
istemediği penisin yerine konmasıdır.
Dolayısıyla, oğlan çocuk kadında (annesinde) penisin
olmadığını algılar, fakat bu gerçeği kabul etmez. Çünkü bir kadın iğdiş
edilmişse kendi penisi de tehlike altında demektir.
Çocuğun, annesini gözledikten sonra kadının penisi
olduğu inancını aynen koruduğu doğru değildir. Çocuk bu inancı hem korumuş hem
de terketmiştir. Evet, onun kafasında kadının herşeye rağmen bir penisi vardır,
ama bu penis artık eskisi gibi değildir. Yerini başka birşey almıştır, sanki
yerine başka birşey konmuş ve daha önce penise yönelen ilgiyi miras almıştır
(17).
Gerçekte fetişizm illaki bakma’yı gerektirmez;
koklanan, duyulan veya hissedilen herhangi bir şey de fetiş nesne olabilir.
Vücudun bazı kısımları, duyumlar ve nesneler genellikle fetiş nesne olarak
tanımlanırlar. Çünkü tüm kültür, onları cinselleştirmiştir.
Fetişizme, benzer bir yaklaşım da Christian Metz’den
gelmiştir. Metz, fetişizme sinematik aygıt, yani kamera ile olan ilişkisi
açısından yaklaşmıştır.
Metz sinemada bazı yönetmenlerin, kameramanların ve
izleyicilerin “teknik bir fetişizm” sergilediğini belirtir. Bu anlamda kamerayı
bir prop, yani bir araç olarak tanımlar. Çünkü bu araç, şey’lerin yokluğunu
reddeder ve bunu kanıtlamak için de şey’leri yaratır. Örneğin bu araç, penisin
yokluğunu kabul etmeyerek onu, arzulanan ve sevilen bir nesne olarak tekrar
yaratır (18).
Metz’e göre, sinemada teknik malzeme ne anlama
geliyorsa, fetişizmde arzulanan vücut da o anlama gelir. Fetiş, sinemada teknik
performanstır. Sinema fetişisti tekniğin gücü ve kapasitesi ile kendinden
geçer, büyülenir. Filmi izlerken her saniye düşünür ve bundan da sinematik bir
haz duyar. Fetiş, tüm vücudu arzulanan bir nesne olarak sunar. Bu bağlamda,
sinema fetişisti için teknik ve malzeme de “sinema aşkı” nı sunmanın özel bir
yoludur.
Sinemada fetişizm, iyi ve güzel olan nesne ile
ilişkilidir. Fetişin görevi o nesnenin iyiliğini yeniden kurmaktır. Sinemada
fetiş fiziksel bir durumdadır, yani fetiş her zaman bir materyaldir.
Metz’e göre, eğer çocuk hala annesinin bir penisi
olduğunu zannediyorsa o zaman fetişe ihtiyacı yoktur. Ama, çocuk artı annesinin
bir penisi olmadığını çok iyi biliyorsa o zaman bir fetişe ihtiyacı vardır.
Başka bir deyişle fetiş sadece bir ret, bir inkar değerine değil, aynı zamanda
bir bilgi değerine de sahiptir (19).
Laura Mulvey’in bahsettiği fetiş formların sunumu,
bize bugünkü pornografiyi hatırlatır. Çünkü fetişizmin bazı yapıları günümüz
pornografisinde de yer almaktadır.
Pornografik filmlerde ve fotoğraflarda kadının cinsel
organına ait benzetmeler ve sunumların yanında, bir de lezbiyen davranışlar yer
alır. Bunlardan en çok rastlamaları “kadınların yaptığı mastürbasyon” dur.
Feministler, bu mastürbasyonun sunuluşunu pornografiyi kuvvetlendirdiği için
eleştirirler. Fakat konu “lezbiyenlik” olunca hiçbirşey söylemezler, çekimser
kalırlar. Oysa ki, bu tarz pornografik sahnelere halka açık sinemalarda ve her
yerde satılan pornografik magazinlerde çok kolay rastlanılmaktadır.
Bu sunumlarda yer alan fetiş nesneler, bir fallus
halini almış kadının temiz ve sade vücudu değildir artık. Onlar kadının cinsel
zevkidir. Yine de, kadın cinsel zevk sırasında bir fallusa sahiptir. Fakat
kadın orgazm sırasında fallusu olmadığını inkar eder. Kadınları sunuluşu
pornografik olarak tanımlandığı için, toplumda bu tür konulardan söz edilemez.
Orgazm sırasında kadın artık bir fallus değildir, o
artık fallusa sahiptir. Pornografi sektöründe üretilen filmler izleyici
üzerinde bir etki sağlamak için, sürekli olarak kadınların cinsel haz duyduğu
sahneleri tekrarlarlar. Erkeklerin cinsel haz duyduğu sahneler ise ilgi çekmez,
çünkü izleyicilerin çoğu erkek olduğu için bu sahneler onlara sıkıcı ve ayrıca
yapay gelir. Filmler ve fotoğraflar gibi bütün pornografik sunumlar, kadınların
orgazm olduğu sahneler etrafında döner (20).
Kadının duyduğu cinsel haz, bir fetiş olarak cinsellik
içeren sunumları sağlamak amacıyla erkek izleyicilere pazarlanmıştır. Bu
nedenle kadının aldığı cinsel haz, bu hayalet uzantı yani “olmayan penisin
varlığı” yüzünden günümüzdeki pornografik sunumlar içinde en etkili fetiş haline
gelmiştir.
Toplumda, kadınların aldığı cinsel hazzın erkeklere
bağlı olduğuna dair bir önyargı vardır. Bu da, kadının aldığı cinsel hazzın
sorgulanmasını sağlar: Kadın kendi fallusunu orgazmda bulur ve o orgazm kadına
erkek tarafından verilir. Erkeğin fallusu, kadının cinsel zevk alması için
gereken ve daima kabul edilen bir koşuldur.
Pornografik sunumlarda yer alan fallus kadınlara,
izleyiciler arasındaki erkekler tarafından temin edilir. Yani bu fallus,
kadınların orgazm olmasını sağlayan ve ona erkek tarafından verilen bir
armağandır.
Tüm bu anlatılanlardan sonra ortaya “Kadının cinsel
hazzı nedir ?” gibi bir soru çıkar. Bu sorunun cevabı pornografik sunumlar
içinde yer almaz. Bugünkü pornografik filmler bu sorunun cevabının çıplaklığın
ve hazzın doğasında yattığına inanır (21).
Pornografik filmlerde dikkat ve ilgi her zaman
kadınlara ve onların cinselliğine çekilir. Erkek izleyicinin cinselliği her
zaman bir koruma altındadır. Erkeklerin cinsel zevki yeterince incelenmiş
varsayılır, bu da erkek izleyicinin güvenliğini sağlar.
Tüm bunlar bize özellikle sinemada, cinselliğin
pornografik sunumunda bir kararsızlığın olduğuna işaret eder. Burada önemli
olan, sinemanın pornografik cinselliğin sunuluşu ve kadınlar (hatta erkekler)
için önerdiği olanakları göstermek için izlediği yoldur.
Burada anlatılan genel yaklaşım, pornografiyi çeşitli
estetik açılardan oluşan bir sunumlar arenası olarak tanımlamaya çalışmıştır.
Bu arenanın sınırları ahlak, cinsellik, sunum ve bunun gibi pornografik
sayılabilecek kavramlarla sınırlandırılmıştır. Eğer bu pornografik arenayı,
sunumlar üzerindeki estetik bir alan olarak kabul edersek, kanunları da bu alan
için sağlanan koşullar olarak nitelendirebiliriz.
Buradaki yaklaşımlar, genel bir kanı tarafından
“pornografi” diye nitelenen ve toplum tarafından da kabul görmeyen sunumları
temel almıştır. Burada bahsedilen türde sunumların üretilmesi ayrı bir
endüstrinin işidir. Her ne kadar fark edilmemiş olsa da, pornografik sunumlarda
estetik bir çaba ve bir tat vardır. Eğer bizim pornografiye olan yaklaşımımız “Evet,
pornografi diye bir şey var, ama ben onu görmemezlikten gelmeyi tercih ederim.”
şeklinde olursa, bu estetik tattan yoksun kalmış oluruz.
Malesef pornografi ve sunumları, sanki istenmeyen bir
“üvey” evlatmış gibi toplumdan dışlanmıştır. Toplumda, değil pornografik
sunumları görmek, onlar hakkında konuşmak bile yasaklanmıştır. Bu yöntem toplum
tarafından kabul görmüş, ama yanlış bir yoldur. Doğru ve aynı zamanda zor olan,
pornografiye de diğer türler gibi önyargısız yaklaşabilmek, ondaki estetik
hazzı tadabilmektir.
Şu asla unutulmamalıdır ki, pornografi bize uzaydan
gelmiş yaratıklar tarafından miras bırakılmamıştır. O, insanların en doğal ve
en güzel yanlarından biri olan “cinsellik ve sevgi” nin bir sonucu olarak
ortaya çıkmıştır. Biz ne kadar pornografiyi görmemezlikten gelmeyi ve onu
yasaklamayı sürdürsek de, çok iyi biliyoruz ki, pornografiyi oluşturan temel
öğeyi hiçbir zaman yok sayamayacağız. İnsanlar yaşadıkça varolacak bu öğe, bize
Tanrı tarafından bahşedilen ve insanlık için en önemli özellik sayılan “yaşam”
ın devam etmesini sağlayan “üreme” dir.
Şu çok iyi bilinmelidir ki; cinselliğin dışavurulması
bir toplumda kısıtlanırsa veya yasaklanırsa, o toplumdaki ilişkilerin
çarpıklığı ve sevimsizliği yalnızca kapalı kapılar ardında kalmaz, başta sinema
olmak üzere tüm sanat dallarına da bulaşır.
YARARLANILAN
KAYNAKLAR
ELLIS, J. (1992). “On Pornography”. The Sexual Subject: A Screen Reader in Sexuality. London: Routledge.
EVREN, B. (1997, 9 Haziran). “Bir Bilete İki Poıno”. Radikal Gazetesi.
FREUD, S. (1997).
Cinsellik Üzerine. Ankara: Öteki Yayınları.
METZ, C. (1975, Summer). “The Imaginary Signifier”. Screen. 16, 2.
MULVEY,
L. (1993, Ocak-Şubat) “Görsel Haz ve Anlatı Sineması”. 25. Kare. 3.
OSKAY,
Ü. (1982). Kitle İletişiminin Kültürel
İşlevleri. Ankara: Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Yayınları.
ROLOFF,
B. & G. SEEBLEN. (1996). Erotik Sinema. İstanbul:
Alan Yayıncılık.
Alıntı Kaynak: Arş.
Gör. S. Serhat SERTER, Pornografinin Sinema Ve Kadın Üzerindeki Yansıması,
Anadolu Üniversitesi, İletişim Bilimleri Fakultesi, Kurgu Dergisi S:
15,119-133,1998
1
B. Evren (1997,
9 Haziran). “Bir Bilete İki Porno”. Radikal Gazetesi, s.22.
2
J. Ellis
(1992). “On Pornography”. The Sexual Subject: A Screen Reader in Sexuality.
London: Routledge, s. 147.
3
B. Roloff &
G. Seeblen (1996). Erotik Sinema. İstanbul: Alan Yayıncılık, s.9.
4
A.g.k., s.295.
5
A.g.k., s.297.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar