Print Friendly and PDF

PSİKOLOJİK VE SOSYAL YÖNLERİYLE KURBAN



İnsan soyunun değer verdiği ilk nesne yiyecektir. Yiyeceğin elde edilmesi sadece avcının, toplayıcının veya çiftçinin elinde olan bir şey değildi. Bunların üzerinde yiyeceği denetleyen bir güç vardı ki, insanlar ihtiyaçlarını sağlamak istediklerinde bu güce başvurmak ya da O'nun sözünü dinlemek mecburiyetinde idiler. Böylelikle, bu güç ile insanlar arasındaki ilişkinin kurulması amacına yönelik dinsel törenler ortaya çıkmıştır.[1]
Tarihte, insanlığın ilk yaratıldığı zamandan günümüze gelinceye kadar, çeşitli kültür seviyelerinde birçok insan toplulukları yaşamış ve her topluluğun kendisine özgü dini yaşantıları olmuştur. Nitekim yapılan antropolojik çalışmalar, ulaşılabilen en eski dönemlerde de insanların dini yaşantılarının olduğunu göstermektedir.
İlahi dinlerin Kutsal Kitaplarına ve Kuran’a göre ilk insanla başlayan dini hayattan bahsedebiliriz. Hz. Âdem ilk insan, aynı zamanda da ilk peygamberdir. Çeşitli kaynaklarda kurbanın ilkel topluluklardan itibaren bütün dinlerde kendini gösteren bir ibadet olduğu ifade edilmektedir.[2] Dolayısıyla bir dini inanışa sahip olan insanlar, Yaratıcı olarak kabul ettikleri Yüce Varlığa olan bu inanç ve bağlılıklarını dua ve sungularla dile getirmiş, inandıkları Yüce Varlığa ibadet etmişlerdir. Bu ibadetler içerisinde "kurban" hemen hemen bütün dinlerde ortak bir dini davranış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kurban sunan toplulukların sunacakları kurbanlıklar ve kurban çeşitleri yine onların kültürüne göre değişmekle birlikte kurban sunma davranışı, ilkel insanlardan gelişmiş toplumlara kadar, bütün dinlerde görülen ortak ibadettir. O halde bu ibadeti geçmişten günümüze kadar uzanan dini davranış olarak değerlendirmek mümkündür.
Kurban çok yaygın bir ibadet olması dolayısıyla birçok araştırmaya da konu olmuştur. Dinler Tarihi ve Fıkıh açısından birçok çalışma yapılmıştır. Bizim amacımız verilen bu bilgileri tekrardan çok, kısaca kurban hakkında bilgi vererek çalışmamızın dayandığı teorik çerçevesini çizmektir.
A.                        KURBANIN TANIMI
Kurbanın ne olduğunu anlamak ve üzerinde değerlendirme yapabilmek için ilk önce tanımını incelememiz gerekir. Kurban sözlükte mastar olarak “yakınlaşmak”, isim olarak da “din buyruğu ve adak olarak, Allah Teâlâ’ya yakınlaşmak için kesilen eti yenir hayvan” olarak geçer. Bunun dışında kurban isim olarak; “kurban bayramı” anlamında da kullanılır: “Ahmet kurbanda gelecekmiş”. Mecazi anlamda kullanılan kurban, bir uğurda feda olma: “Sana kurban olsun”. Bir ülkü uğruna feda edilme ya da feda olmak için: “Hava kurbanları”, bir kaza veya felakete uğrayanlar için: “Trafik kurbanları”, bazı bölgelerde nida olarak: “Kurban bakar mısın?” -olayım; sevgi ifadesi olarak: “Kurban olduğum memleketim”, yalvarma ifadesi olarak:
“Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal” anlamlarında kullanılır.
Kurban yukarıda, insan ve hayvanların canlarının alınması şekliyle tanımlansa da, tarihte kurban bazı ürünlerin verilmesi suretiyle bir sungu olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple kurbanın alan ve kapsamının belirlenmesi açısından kurbanlık çeşitlerinin incelenmesi gerekmektedir.
B.                       KURBANLIK ÇEŞİTLERİ
Daha önce de belirttiğimiz gibi, insanlık tarihi boyunca hemen bütün dinlerde kurban uygulamaları mevcuttur. Ancak bu dinlerde gerek kurbanlık ve kurban etme şekilleri, gerekse kurbanın amaçları bakımından bazı farklılıkların bulunduğu da gözlemlenmektedir.[3]
Kurban, tarihte sadece insan ve hayvan keserek kan akıtmak suretiyle değil, çeşitli sungular sunmak yoluyla da gerçekleştirilmiştir. Bu yönüyle kurban, iki guruba ayrılabilir: Kanlı ve kansız kurbanlar.
Kanlı kurbanlar; insan ve hayvan kesiminden, kimi ilkellerde görüldüğü gibi bedenden bir parça kopartılması veya kan akıtılması geleneğine kadar çeşitli biçimlerde yapılır.
Kansız kurbanlar ise genelde toplumun geçim kaynaklarıyla alakalı olan, toplum için bir değere sahip yiyecek ve içecekleri konu edinen sungulardır.3
Nitekim bu husus Tevrat'ta ve Kur'an'da da belirtilmektedir. Tevrat'a göre Kabil (Cain) ile Hâbil (Abel)’in kıssası şöyle açıklanmaktadır: Kabil çiftçi olduğundan Allah Teâlâ’ya yerin ürününden ve Habil ise çoban olduğundan sürüsünden bir hayvan sunmuştu. Allah Teâlâ Habil’inkini makbul tutunca, kardeşi onu kıskanarak öldürmüştü.[4]
Kur’an-ı Kerim’de ise “Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti (kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), ““And olsun seni öldüreceğim” dedi. Diğeri de “Allah Teâlâ ancak takva sahiplerinden kabul eder” dedi „ şeklinde izah edilmektedir.[5]
İnsanoğlu Allah Teâlâ’ya yönelmede ve ona kendini yakınlaştırmada sınırlarım daraltmamış aksine alabildiğine geniş tutmuştur. Bir yakınlaştırma vasıtası sayılan kurban, sadece kan akıtmak suretiyle değil, bir kısım ürünlerin Allah Teâlâ’ya adanması yoluyla da gerçekleştirilmiştir. Kurban bu geniş çerçeve içerisinde değerlendirildiğinde, insanoğlunun bir kısım yiyecek ve içecek maddelerini Allah Teâlâ’ya adaması kurban kavramının içine girmektedir. Bu çeşit sungular “kansız kurban” olarak adlandırılır.
Kansız kurban sungularına baktığımızda bunların arasında başta tahıl olmak üzere ot, yaprak ve köklerin, ceviz, üzüm ve zeytinin ve hatta paranın dahi yer aldığı dikkati çekmektedir.[6]
İslam’dan önce Türklerde de kansız kurbanlara rastlanmaktadır. Türklerde kansız kurbanlara “saçı” denilir. Arpa, buğday, süt, yağ, şarap ve kımız gibi şeyler saçı olanlar arasındadır. Bunların sulu olanları törenlerle ateşe serpilirdi. Bir de tanrılara sunulmak üzere serbest bırakılmış hayvanlar olurdu ki bunlar da kansız kurbanlar gurubuna girer. Bu hayvanlar kendi başına bırakılır, buna serbest anlamında “ıtık” denilirdi,[7]
Kansız kurbanlar, insanoğlunun bir takım isteklerinin yerine getirilmesinde bir vesile olurken, kanlı kurbanlar da insanların hayatında önemli bir yere sahip olmuştur. Hatta bu noktada kendi hem cinslerini dahi kurban etmekten çekinmemişlerdir.
Kanlı kurbanlar adından da anlaşıldığı gibi, bir can fedasını gerektiren kurban çeşididir. Tarihi kaynaklar, kanlı kurban olarak gerçekleştirilen ritüellerde birçok çeşitliliğin bulunduğundan bahseder. Bu çeşitlilik kurbanlıklar açısındandır. Kurban tarihi incelendiğinde; kanlı kurbanların sığır, koyun, keçi, domuz, tavuk, at, kaz ve hatta balıktan bile verildiği görülür.[8]
Bu kurbanların sunuluş metotları yine farklılık arzeder. Depolamaktan, gömmekten, dökmekten, öldürmeğe veya öldürüp yemeğe, içmeğe, üzerine sürmeğe, meshetmeğe, kırmağa ve yakmağa kadar çeşitli şekillerde sungu gerçekleştirilir.[9]
Kanlı olsun kansız olsun, kurban uygulamalarında göze çarpan bir konuda “ilkin kurbanındır. İlk ürünün ya da ilk doğan yavrunun tanrının olduğu düşüncesinden kaynaklanan bu gelenek, birçok ilkel kültürde önemli bir yere sahiptir. Hatta bu geleneğe göre bazı toplumlarda ilk doğan çocuklar dahi kurban edilmiştir.[10] İlkel dinlerde ürünün daha bol olmasını dilemek için çobanların yeni doğan ilk yavruyu tanrılara sunması da kaynağını bu gelenekten almaktadır.
Kanlı kurbanlarda en çok dikkat çeken kurbanlık ise insandır. Daha çok tarımla uğraşan ilkel toplumlarda görülen insan kurbanlarının Hz. İbrahim’e kadar devam ettiği hatta Yahudilerde ilk doğanın kurban edilmesi geleneğinin Tevrat'ta emredildiğini görmekteyiz[11].
Museviliğin kutsal kitabı olan Tevrat’ta Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmek isteyişi konusunu araştıran Mircea Eliade, Hz. İbrahim’in kurban hadisesini “ilkin kurbanı” anlayışı ile bağlantı kurarak açıklamıştır. Nitekim Mircea Eliade, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı* kurban etmek isteyişini bunun Eski Doğu dünyasında sıkça uygulanan ve İbrani Peygamberler dönemine kadar süren “ilk çocuğun kurban edilişi pratiği”nin bir sonucu olduğunu ileri sürmüştür.[12]
Bu kültür İslam’dan önceki Arap toplumunda da gözlemlenir. Cahiliye dönemi Arapları hayvanların ilk doğan yavrularım putları nâmına kurban ederler ve Recep ayının ilk on günü içinde büyük putların ma’bedlerini ziyaret ve tavaf ile onlara yakınlaşmak için ayrıca kurban keserlerdi. Bu yolda kesilen kurbanlardan birinciye “Fera” İkinciye “Atire” denirdi.[13]
Hak kurbanı olarak bilinen bu çeşit sungular; Uzakdoğu Asya, Avustralya, Afrika, Kuzey ve Doğu Amerika kültürlerinde bulunmasına rağmen bu şekil kurban çeşidine Anadolu kültüründe rastlanmamaktadır.
Buraya kadar anlatılanlardan, tarihte bütün dinlerde kurban ibadetine büyük bir önem verildiği ortaya çıkmaktadır. Ancak bütün kültürlerde görülen bu ibadetin ifasında hangi sebepler ve beklentiler yatmaktadır? Bu hususun da kısaca açıklanmasına çalışılacaktır.
Kurban ibadeti, ister ilahi kaynaklardaki bilgilere dayanılarak Allah Teâlâ’nın bir emri olarak düşünülsün, ister ilk dini hayatın ilkel dinlerle başladığını savunan sosyal bilimlerin verilerine göre insan kaynaklı bir ibadet şekli olarak düşünülsün, sonuçta insan ruhunu etkileyen önemli bir ibadet şeklidir. Kurban insanda var olan bir kısım duygularla yakın alakalı bir ibadettir. İlahi dinler açısından bakıldığında da, Allah Teâlâ tarafından bütün dinlerde emredilmesi; bu ibadetin insanların tabiatlarında var olan bir takım duyguları tatmin ettiğini akla getirmektedir.
Prof Dr. Ali Murat Daryal kurbanı, insanda var olan tahrip etme (ölüm) güdüsünün tatmini ile alakalı olarak görmektedir. Bu güdünün insanın kendisine ve bunu (kendini öldürmeyi) gerçekleştiremediğinde de etrafındaki canlılara yöneldiğini iddia etmektedir. Bu konuyu “Medeniyetler” bazında ele alan Ali Murat Daryal, kurban kesen medeniyetlerle kesmeyen medeniyetleri karşılaştırmış ve bu medeniyetlerin sosyal kurumlarını incelemiş ve sonuç olarak kurban kesmenin insandaki tahrip etme güdülerini törpülediğini dolayısıyla yıkıcı ve tahrip edici olmayan insan tipinin elde edildiğini ve İlahi vahyin amacının da bu olduğunu ileri sürmektedir.[14]
Kurban, insanı merkez alarak incelenebildiği gibi, vahyin bir ürünü olarak da incelenmelidir. İlahi kaynaklara göre ilk insan olan Hz. Âdem’in oğullarının kurban vermesinden dolayı ilk ilahi din ile Allah Teâlâ tarafından kurban emredilmiştir. Nitekim, ilahi dinin kaynağından çok uzaklarda gelişmiş olan, ilkel denilebilecek yaşantı ve ibadetlere sahip olan insanlarda da kurban ibadetinin görülmesi bir izahı gerekli kılmaktadır. Bu konuda Jung’un “kollektif şuur” teorisi bize ışık tutmaktadır.
Jung’a göre kollektif şuuraltı ırka ait ve fılogenetik temellidir. Fert kendi ırkının damgalarını taşır. Kollektif şuuraltı bütün insanlarda vardır. İnsan bütün bir geçmiş deposundan yararlanıp geleceğe yönelmiştir. Kollektif şuuraltı insanın insan olmadan evvelki devrelerinin kalıntılarını da içine alır. Şu halde bugünkü insanda kendinden önceki kuşakların yaşantıları vardır.[15] Jung kollektif şuuraltının, insan beyninin insanlığın derin eski deneyimleri ile biçimlendiğini ve bundan etkilendiğini belirterek bunun atalarımızın zihinsel süreçlerinden kaynaklandığını ve bugün bu izlerin insanın şuuruna zihinsel süreçler biçiminde ulaştığını savunur.
Bu açıklama çerçevesinde diyebiliriz ki, Hz. Âdem’le emredilen kurban, İlahi dinin hüküm sürdüğü dönemlerde uygulanmıştır. İlahi dinin kaynağından uzaklaşan topluluklar, dinin bazı emirlerini unutsalar da bir can fedasını gerektiren böyle bir uygulama onları etkilemiştir. Ayrıca, tanrıyla iyi ilişkiler kurulması yolunda yoğun zihni süreçlerle alakalı olan kurban, onların kollektif şuuraltılarını etkilemiş olabilir.
Kuran-ı Kerim5de ise kurbanın amacının Allah Teâlâ’ya yakınlaştırmak olduğu düşüncesi hakimdir. Ahkaf suresinde “kurban” kelimesi “müşriklerin Allah Teâlâ’dan başka edindikleri tanrılara yakınlık vasıtası kılmaları” anlamında kullanılmaktadır.[16] Bir başka ayette de kurbanın ancak Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunun kazanılması ile değer kazanacağına işaret edilmektedir.[17] Maide suresinde ise kurbanı kabul edilecek kişinin ilahi emre uyan ve takva sahibi kişi olması gerektiği belirtilmiştir.[18]
Kurban kelimesi incelendiğinde Arapça “k r b” (yakınlaşma) kökünden geldiği göz önüne alınırsa kendisine kurban sunulan ile, kurban sunan arasında bir yakınlığın kurulmak istendiği düşüncesi hâkim olmaktadır. Bu düşünce çok eskilere kadar gider. Kurban “paleolitik çağlardan beri doğaüstü güçlere hoş görünmek, onlarla barışık olmak, onların gazaplarını engellemek ve onların kötülüklere engel olmalarım istemek, yerine getirdikleri bir istekten dolayı teşekkür etmek için gerçekleştirilmiş dinsel bir törendir ” İslam dini açısından Kurban kesmek farz değildir, fakat bir hayvan kesildiğinde bunun Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için kesilmesi farz olur Hatta Allah Teâlâ’nın adından başka bir varlık için kesilen kurbanın etinin yenmeyeceği. Kuran-ı Kerim’in şu ifadesiyle açıklanmıştır: “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ içindir” . Bu ayet Müslüman’ın kurbanını ancak Allah Teâlâ için kesebileceğini ifade etmektedir.
İlkellerde de tanrıya kurban veren ile kurban arasında mistik bir bağlantı yaratılır. Bir ziyafet ile kurban sunan kimseyle tanrı arasında bir birliktelik oluşur (comunio). Kurbanlık hayvanın bir güç taşıyıcısı olarak tanımlanması, kurban yemeği ile bu gücün kesen kimseye geçtiğine inanılır.[19]
Bu bir özdeşleşme olayıdır, insan tabiat karşısında güçsüz ve çaresizdir. Fakat insan psikolojisinin bir özelliği de çevresindeki her şeye hâkim olma ve onları yönetme arzusu taşımasıdır. Güçsüzlüğü ile bu arzusu arasında ortaya çıkan çelişki insanı tabiatta var olan bütün güçlerin üzerinde bir güç ile özdeşleşmeye ve bu sayede yine tabiata hâkim olma arzusunu tatmine yöneltir. İnsan ancak bu şekilde kendisini emniyet içerisinde hissedebilir.
Roberthson Smith de kurbanın amacını açıklarken, kurbanın insanla tanrısı arasında bir hısımlık kurmak, bunu yenilen kurbanın etinde birbirine karıştırmak[20] olduğunu ifade eder. İlkellerde kurban edilen hayvanın eti, toplum tarafından yenilir ve böylece tanrı ile aynı sofrayı paylaşmak düşüncesi devamında tanrı ile yakın olmayı, dost olmayı gerekli kılar. Böylece ilahlar ile müşterek yemek yenmiş olur. Bu yaklaşım Hıristiyanlığın önemli ibadetlerinden olan “ekmek şarap” ayininde de gözlemlenebilir. “Şarap” Hz. İsa'nın kanını, “ekmek” ise etini temsil eder. Bu ayin ile kendisi de ilah olan Hz. İsa’nın etinin yenmesi kurban etinin paylaşılması anlamına geldiği gibi aynı zamanda eti yenilen tanrının fevkalâde güçlerinin insana geçeceği de düşünülür. Böylece tanrı ile özdeşleşilir. Bu inanç Musevilikte de görülür, “Kudas” denilen ayinde ekmek ve şarap dağıtılır.
İlkel insanlarda da buna benzer bir inanç vardır. Şöyle ki; totem kabul edilen varlık senede bir gün avlanır ve eti halk tarafından yenilir. Halk düşüncesinde tanrı olarak kabul edilen totemin fevkalâde güçlerinin kendilerine geçtiği yani totemle özdeşleşildiği düşünülür. Keza bu yönleriyle kurbanın kaynağını Totemizmden aldığı da söylenebilir.[21]
Bir başka husus da; ilkel insanların düşüncesinde tanrının hayatı ile kurbanın hayatı arasında bir bağ kurulmuş olması ve ölen kurbanlığın, tanrının hayatına hayat kattığının düşünülmüş olmasıdır. Eğer kurbanı alacak olan bir “Numen”* ise, kurban güçlenme anlamına gelir. İlkel insanlar tanrılarına yiyecek ve içecek verirler. Çünkü tanrı menşe5 itibari ile kendisine hürmet eden bu insanlar olmadan mevcut olamaz. Bir başka ifade ile kurbanın doğaüstü varlığa adanarak kutsanan canı, kurbanı sunan ile doğaüstü varlık arasında bağ kuran kutsal bir güce dönüşebilir. Kurban aracılığı ile canlılık, tanrısal kaynağa döner ve o kaynağın gücünü yani canlılığını yenileyip tazeler. Yani yaşam yaşamla beslenir.[22]
“Tanrılar beslenmemekten dolayı ölürler”. Bu nedenle adakların yok edilmesi ya da tanrıya sunulması ölüm değil, bilakis hayat anlamına gelir. Kurban edilen nesne tanrıyı beslemek O’nun insan kaderine egemen olmasının devamını sağlamak içindir. Aynı paralelde düşünen S. Kierkegaard, tanrıdan gelen kutsal gücün, insanın tanrı için kestiği kurbanlarla yine tanrıya dönmesini, kutsal enerjinin kozmos (cosmos) içindeki dolaşımı şeklinde yorumlamıştır.[23]
Dolayısıyla kurbanlarla beslenen tanrılar, güçlü olacak ve insanların kaderine hükmedeceklerdir. İnsan güçlü olan, herşeye kadir olan varlığa inanarak bu dünyada emniyet içerisinde yaşamak arzusundadır, hatta bu insan için bir ihtiyaçtır.[24] Çünkü iman bir güvenme, yakınlaşma, ümitle bağlanma olayıdır. İnanılan varlık insana bir iç huzuru, güven açısından tatmin sağlamaktadır [25]
Bu izahlar çerçevesinde ilkel insanın düşüncesi anlaşılabilmektedir. Kendisini tamamen aciz hissettiği dünyada dayanabileceği, güvenebileceği ve yakınlık kurabileceği bir tanrısı vardır. Bu tanrı var olmalıdır ki, onu her türlü tehlikeden korusun. İlkel, kurbanlarla özdeşleştirdiği tanrının hayatını devam ettirmek gayesiyle kan akıtmaktan da geri durmamıştır.
Kurban çoğunlukla karşılıklı istekler sonucudur. “Ben veriyorum, sen de ver” mantığını güder. Özellikle İlkel insanların tanrılarına kurban kesme sebepleri içerisinde zikredilen bu mantık, davranışlarla da desteklenir. İlk ürünün, ilk yavrunun kurban edilmesinde, “Biz sana veriyoruz, sen bize daha fazlasını ver” düşüncesi gözlemlenebilir. Yine insan kurbanlarının çok görüldüğü toplumlara bakılırsa bunların çiftçi toplumları olduğu dikkati çeker. Tanrıya verilen insan kurbanlarının verimi arttıracağı düşüncesi onları insan kurban etmeye yöneltmiştir.[26] İstekler karşılık bulmayınca verilen kurbanın geri alınması dahi söz konusu olabilmektedir.
“Alçak gönüllü, giderek bencil köklere dayandığı halde kurban, dinsel eylemlerin en soylusudur. Kurban, tapman insanın benliğini tümüyle kendi kendine Var Olan’ın (Self Egzistan) amacına bırakması ve tanrıya olan bağlılığındaki yetersizliklerin sürekli bir onaranıdır.”[27]
İnsan ile tanrı arasında böylesine güçlü bağlara sahip olan kurban ibadetinin sebepleri çok farklı izah edilmektedir. Yukarıda verilenler haricinde, gazaba gelmiş ilahların gazabını dindirmek, şükretmek, keffaret ve hayranlık kurban verme nedenleri içinde yer alır.[28]
Kurban, duanın yanında ibadetin en önemli tezahür biçimidir. Yüce olanın karşısına “O’nun teveccühünü” kazanmak amacı ile armağansız çıkılmaması bir adettir. (Bittopter=Arzu kurbanı). Bunun dışında kurban arınma vasıtası olarak da sunulurdu. İffetini koruyamayan Hintlinin, bir eşeği dörtyol ağzında kurban etmesi gibi. Burada eşek günahın örtülmesinde bir vasıta olarak kullanılır.[29] Kurban sadece metafizik varlığa da verilmeyebilir. Bazen bir tarlanın tohumlanması için bile kurban verildiği olur.[30]
Birçok dinde mevcut olan kurbanın amaçlan arasında keffaret düşüncesinin var olduğunu da görüyoruz. Keffaret insanın tanrısına karşı olan tutumlarında kendisini yetersiz görmesinden, eksik hissetmesinden doğan suçluluk duygusunun onarımıdır. “Keffaret kurbanı” beşeri dinlerde olduğu gibi ilahi dinlerde de mevcuttur. Musevilikte günahla yüklü olduğuna inanılan bir teke tabiata salıverilirdi.[31] Tevrat'ta bu konu ile ilgili şu bilgi mevcuttur: "Ve Rabbine günah takdimelerini senin biçtiğin değere göre sürüden kusursuz bir koç, kahine günah takdimesi olarak getirecek ve kahin onun için Rabbin önünde keffaret edecek, bütün yaptığın işlerden suçlu olduğu şey ne olursa olsun kendisine bağışlanacaktır"[32]
Türkiye’de de böyle bir kurban geleneğinin olduğu uygulanan anketten ile tespit edilmiştir. Ankete katılan 281 denekten 100'ü keffaret kurbanı kestiğini ifade etmiştir. (1999 yılı itibarı ile)
Psikolojik açıdan keffaret kurbanı ile suçluluk duyguları arasında bir ilişki kurulabilir. Suçluluk duygusu, insan psişesinin önemli iki kavramı olan "ben" ile "ideal ben" arasındaki uyumun bozulmasından doğan bir durumdur. Suçluluk duygusu evrensel ve insani bir olaydır. Böyle bir durumda kişi işlenen suçu itiraf etmekle (günah çıkarma) manevi olarak rahatlar.[33] Fakat kişi sadece itirafla da yetinmez günahın etkisini gidermek için onanma da yönelir.[34]
Suçluluk duygusunu daha geniş çerçeve içerisinde ele alırsak Tanrının üstünlüğünü kabul eden kişi O'na karşı olan borcunu ödeyemez durumdadır. O tanrıdır ve kişi O'nu yüceltme görevini asla tam olarak yerine getiremeyecektir. Bu durumda da kaçınılmaz olarak suçlu olma şuuru ortaya çıkacaktır. İşte din bu borcu, diğer ibadetler arasında kurbanın sembolik hareketi ile ifade etmektedir.[35] Dolayısıyla keffaret kurbanı bu anlamda bir onarımın sonucudur.
Bütün bu farklı sebep ve amaçların hepsinin ötesinde, kurbanın dayandığı temel, gerçekte bir tektir, bu, Yaratana yakınlaşmak ve onun rızasını kazanmak arzusudur.
Kurban ibadeti hakkındaki mitolojik anlatımlara geçmeden önce mitolojinin bilimler içindeki yerine ve önemine kısaca değinmek gerekir.
Mitolojiler, yani efsaneler insanın aşkın gerçeğini aşkın bir alanda yeniden kurarlar. Onlar ait olduğu halkın, ekonomik, sosyal ve psikolojik gerçekliğini yansıtmakla kalmaz, varlık içindeki birliğin duygusal sezisini de yansıtırlar. Efsaneler yine insanoğlunun çocukluğu, kendinden sonraki ideolojilerin, dinlerin vb. ilk örnekleridir.[36]
Mitolojiler saf düşünce ve duyguların anlatımı olduğu için, verdiği bilgiler sadece olayların anlatımı şeklinde değil, duygu yükünü de beraberinde taşımaktadır. Bundan dolayı mitolojik bir anlatım, bilimler için önemli bir kaynak durumundadır.
Mitolojik bilgi hakkındaki bu kısa girişten sonra kurbanın çeşitli mitolojilerde nasıl yer aldığıyla ilgili birkaç örnek vererek konumuzu derinleştirelim.
İskandinav mitolojisinde kurbanla ilgili şöyle bir anlatıma rastlarız: Tanrı Votan harflerin sırrını çözmek için bir kurban adaması gerektiğine karar vermiş, ancak Tanrıların en büyüğü kendisi olduğundan bu kurbanı kendisine adaması gerekiyormuş, bu yüzden kendisini, kendisine adak olarak bir ağaca asmış, dokuz gün dayandıktan sonra ip kopmuş ve ölmekten kurtulmuş, asılı kaldığı sürede harflerin sırrını öğrenmiş.[37]
Bu anlatımda İskandinav düşüncesindeki tanrı anlayışı ve kurbanlık seçimi dikkatimizi çeker. Kendisinin en büyük tanrı olduğunu düşünen Votan, ölümlü bir insandır. Yüce bir tanrıya kurban sunan, hem kendisine hem de sunduğu tanrısına yaraşır kurban seçmelidir. Yine bu mitolojide de “ben veriyorum, sen de ver” mantığı hâkimdir. Tanrıya (yani kendine) verilen kurban karşılığı, Votan harflerin sırrını öğrenmiştir.
Yunan mitolojisinde ise kurban, çeşitli anlatımlarla işlenmiştir. Bir anlatımda kurban inanışını eleştiren Aristófanes oyunlarında bu törenleri gülünç bir şekilde alaya almıştır. “Kuşlar” adlı yapıtında, Peithetairos bulutların içinde bir şehir kurar, böylece kurbanlardan çıkan dumanın tanrılara ulaşmasını engeller. Tanrılar açlıktan ölecek duruma gelince yeni kurulan cumhuriyetle anlaşmak için elçiler gönderirler.[38]
Bu mitolojik örnekler de ortaya koyuyor ki çeşitli toplumların kurban inanışları birbirlerinden da çok farklı değildir. Burada yakılan kurbanlardan bahsedilmektedir. Yakılan kurbanlar sunulması Musevilik dinine kadar birçok dinde kurban verme şekli olarak karşımıza çıkar. Kurbanın yakılmasıyla gökte olduğu düşünülen tanrıya kurbanlardan çıkan dumanın ulaşması ve onunla da tanrıların beslendiği düşüncesi, ilkel olsun gelişmiş olsun birçok dindeki ortak inanıştır.
Yunan Mitolojisine göre, Venüs bayramında halk Aşk tanrıçası için kurbanlar keser, her yerde şenlikler yapar, şölenler verirler, sevgililer Venüs’e yalvarırlardı.[39]
Yunan mitolojisinde yer alan “altın post” öyküsü kurbanın kaynak ve sebeplerine de ışık tutmaktadır.
Bu öyküye göre, karısı Nephele’den bıkan Yunan kralı Athamas ikinci defa evlenir. Nephele kralın yeni karısı Ino’nun kendisi ve çocukları Helle ve Phriksos’a kötülük yapacağından korkar. Ino, Phriksos’u öldürmek ve kralın ölümünden sonra kendi oğlunu tahta geçirmek ister. Ino, o yılın bütün tohumluk mısırlarını ele geçirip hepsini kurutur. Tahıl alınamayınca ülkede kıtlık baş gösterir. Kral, tapmağa bir haberci gönderip ne yapılması gerektiğini sorar. Ino haberciyi kandırıp cevabı değiştirtir ve Phriksos kurban edilmezse kıtlığın önlenemeyeceğini söyletir. Halk kralın üzerine baskı yapınca, kral oğlunu kurban etme kararı alır, onu tapınağa gönderir. Bu sırada gökten altın postlu bir koç iner. Phriksos ile kız kardeşi Helle’yi kaçırır. Helle’yi bugünkü Çanakkale Boğazı üzerinde düşürür ve Helle boğularak ölür. Phriksos’u ise Karadeniz’deki Kolkhis iline götürür. Kolkhisliler Phriksos5a yakınlık gösterirler hatta kral Aites, kızlarından birini onunla evlendirir, Phriksos da altın postlu koçu Zeus’a kurban eder ve postunu da kral Aites’e sunar.[40]
Burada “koç” teması dikkatimizi çeker. Bu öyküde de Hz. İbrahim efsanesinde olduğu gibi kişiye bedel olarak, onu kurtarmak için gökten bir koç inmiştir. Bu benzerlik bize Birant Esinoğlu’nun şu değerlendirmesini çağrıştırıyor, “...mitolojiler başka başka konuları anlatıyor görünseler de birbirinden kopuk olmayan tarihsel gerçekliktir. Çünkü insanlık ister kabileler, aşiretler, uygarlıklar, isterse uluslar şeklinde parçalanmış olsun asla gerçek bir bölünmüşlük içinde değildir”.[41]
Yunan mitolojisinde kurban ile ilgili bilgiler yalnızca bunlarla sınırlı kalmamaktadır. Başka bir mitolojide de tanrıların kurban olarak bir varlığı istemelerinden ve kurban etme yerine getirilmediğinde toplumu veya suçlu kişileri cezalandırdıklarından bahseden şu anlatımı bulmaktayız. Minotauros yan insan, yarı boğa bir yaratıktır. Minotauros5u Minos’un karısı Pasiphae doğurmuştur. Poseidon, Minos’a kendine kurban edilmesi için bir boğa verir. Minos, bu boğaya acır, ve onu bir türlü öldüremez. Buna çok kızan deniz tanrısı, Minos’un karısını boğaya aşık eder. Bu aşkın sonunda da Minotauros doğar.”[42]
Kurban, Yunan efsanelerine bu şekilde konu olurken, İlahi kitaplarda da mitolojik bir anlam kazanmıştır. Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’ta Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etme girişimi bu şekilde bir örnektir.[43]
İslam dünyasında da kurban ile ilgili birçok mitolojiye rastlanmaktadır. Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek isteyişi hadisesi, halk tarafından abartılarak mitolojik bir anlatım kazanmıştır. Buna göre; Hz. İbrahim oğlu İsmail’i kurban etmek için götürmüş O’nun gözlerini bağlamış o çok keskin bıçağı İsmail’in boğazına sürmüş fakat bıçak kesmemiş, bir taşa sürmüş taş ikiye ayrılmış, ikinci defa İsmail’in boğazına sürmüş yine kesmemiş ve yine bir taşa sürmüş yine taş ikiye ayrılmış üçüncü denemesinden sonra gökten Allah Teâlâ tarafından bir melek ile bir koç indirilmiştir. Bu anlatım, Kuran’da Hz. İbrahim kıssasında geçerken, yukarıdaki abartılı şekliyle halka mâl olmuştur.
Yine Tevrat ve Kuran’da Hz. Adem’in oğulları arasındaki kurban verme hadisesi anlatılmaktadır. Bu konuya kısa da olsa “Kurban Çeşitleri” konusunda değinmiştik.
İslami literatürdeki anlatım bunlarla kalmamaktadır. Peygamberimizin dedesi Abdülmüttalib, çok eskiden kaybolan zemzem kuyusunu bulmak ister. Kureyşliler Abdülmüttalib’e yardım etmeyince, O’da Allah Teâlâ’dan kendisine zemzem kuyusunu bulmakta yardım edecek on çocuk ister. Eğer bu dileği kabul edilir de zemzem kuyusunu bulursa oğullarından birini Kâbe’de kurban etmeyi adar. 30 yıl sonra bu arzusu yerine gelir. Akdini çocuklarına anlatır. Aralarında kura çekilir. Kura Hz. Muhammed’in babası Abdullah’a çıkar. Babası onu kurban etmeye götürürken Kureyşliler “sen bunu yaparsan herkes yapmaya kalkar, insan nesli tükenir” diyerek engel olurlar. O da, Şam’da büyük bir kadın kahine başvurur. Kahin ona bir kişinin diyetinin kaç deve olduğunu sorar. Abdülmüttalib “on deve” olduğunu söyler ve kahin ona memleketine geri dönmesini ve çocuk ile develer arasında kura çekmesini eğer kura çocuğa çıkarsa develerin sayısını onar, onar artırmasını ne zaman ki kura develere çıkarsa tanrının hoşnutluğunu kazanmak için o develeri kurban etmesini söyler. Yüz deveye kadar kura Abdullah’a çıkar. Sonuçta develere çıkan kurayı üç defa tekrarlar, her üçünde de develere çıkınca gönül ferahlığı içinde yüz deveyi Kabe’de kurban eder.[44]
Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme “iki kurbanlığın oğlu” diye hitap edilir. Bunun sebebi Peygamberimize sorulduğunda birincisinin, dedesinin babasını kurban etme isteği, İkincisinin ise Hz. İsmail’in kurban edilmesi isteği olduğunu söyler.[45]

İlkellerin ibadet hayatında dua ve kurbanın önemli bir yeri vardır. Hatta duaları içerisinde dahi, kurban ibadeti hatırlanır. “Ey beni dünyada bırakan şey kurban sunmaya geliyorum sana”[46] bu ifadede de görüldüğü gibi, kurban ilkel dinlerde en başta yer alan bir ibadet şeklidir.
İlkellerde kurban aşkın olan varlıklarla barışıklığı sağlama ve verdiklerine şükranlarını belirtmek ve bir şeyi istemek için zemin hazırlamak gibi sebeplerle sunulur. Amaçlarına göre kurban dört gurupta toplanır:
1) İstenilen bir şeyi elde etmek için,
2) Elde edilen şeye teşekkür etmek için,
3) Bir günah veya kusurun affını dilemek için,
4) İlk ürün ilk av (hak kurbanları) tanrının olduğu düşünüldüğü içindir.[47]
Tanrılara kurban sunmak basit değil, çok karmaşık ve coşkulu bir eylem olarak karşımıza çıkar. İlkellerde kurban aynı ilahi dinlerde olduğu gibi yılın belli zamanlarında[48] ve büyük şölenlerle sunulurdu.[49]
İlkel insanlar, kurban ibadetini öyle ilkelerle çerçevelemişlerdir ki, bu görünüm oldukça ritüel bir ibadet olduğunu ortaya koymaktadır. Kurban edilecek hayvanların renkleri, kurban sunulan tanrıya göre değişmektedir.
Mesela, gökyüzü tanrısı için beyaz ve kırmızı renkli hayvanlar kurban edilirdi.[50]
Sadece kurban edilen hayvanın rengi değil ilkellerde kurban etinin tanrıya sunuluşu da belirli kurallara bağlıdır. Tanrılarını beslemek düşüncesinden dolayı kurbanlar belirli sunaklarda kesilip gök tanrı için etler yüksekçe bir yerde sunulurken, yer tanrı için toprağın üstü veya içi yağlanırdı. Deniz tanrısı için de, denize sunulurdu.[51]
Burada ilkellerin tanrı düşüncesi dikkatimizi çekmektedir. Zaten ilkel insanlar tanrı tasarımına kendilerini gözlemleyerek gitmişler, insancıl olan hareket, davranış ve istekleri abartarak bir tanrı tasarımına ulaşmışlardır. Buna. “antropomorfik”[52] tanrı anlayışı denir.[53]
Bugün antropomorfik tanrı anlayışının daha çok 7-9 yaşları arasındaki çocuk düşüncesinde görüldüğü yapılan çalışmalarda da ortaya koyulmuştur [54] Soyut olan varlıkların kavranabilmesinin zihin gelişimi ile alakalı gören Piaget zihinsel süreçleri dönemlere ayırarak incelemiştir.[55] Bu dönemlerden biri olan ‘‘somut işlem dönemi” çocukların antropomorfist tanrı anlayışına ulaştıkları dönemi kapsamaktadır.
İnsanın zihin gelişimi ve tanrı tasarımı üzerine yapılan bu çalışmaların da ortaya koyduğu gibi, antropomorfist tanrı anlayışı gelişmemiş zihinsel süreçlerin bir sonucudur.
İslamiyet’e gelince; bilindiği gibi İslam Dinine göre bir kişinin dini sorumluluğu ergenlik dönemi ile başlar. Bu dönem kişinin soyut olan Allah Teâlâ’yı kavrayabildiği ve çeşitli benzetmelerden kurtulabildiği evredir.
“İlkel insanlardaki kurban” ibadeti konumuza son vermeden şunları da ilave edelim. İlkel insanlarda da kurban kanlı ve kansız olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Hatta ilkellerin çoğunda “süt” “kan” ile eşitlenmiştir.[56] Daha önceki bölümlerde bununla ilgili örnekler vermiştik.
Orta Amerika yerlilerinden olan bu topluluk, Honduras, Guatemala ve Yucatan bölgesinde[57]yaşarlardı. Mayaların dininde aktif ve pasif olmak üzere iki türlü tanrı bulunurdu.[58] Tanrılar arasında özellikle Güneş, Yağmur, Toprak, Buğday, Ölüm ve Yeraltı tanrıları sayılabilir.[59]
Mayalar genellikle Tanrılarına, hindi, köpek, meyve, çiçek gibi şeyleri kurban ederlerdi.[60] Mayalar kudretlerini arttırması dileğiyle Güneş’e de çeşitli kurbanlar sunarlardı.[61]
Maya dininde insan kurbanlarına da rastlanmaktadır. Özellikle, düşmanın gözünü korkutmak düşüncesinden kaynaklandığı düşünülen esir kurban etme pratiğinin on ikinci yüzyılda başladığı düşünülmektedir.[62] Ayrıca Mayalar, kuraklık dönemlerinde[63] kutsal sayılan volkanik bir kuyuya ziynetleriyle beraber ' genç kızları ve delikanlıları atarak kurban ederlerdi. Yine bazı Mayalı kadınlar aşk tanrıçası için kendilerini kurban ederlerdi.[64] Her ne kadar olursa olsun, Mayalar ibadetlerinde Aztekler kadar kan dökmemişlerdir.
Diğer Orta Amerika dinlerinde olduğu gibi Aztek dininde de çok sayıda tanrı vardır. Bu tanrılar doğanın değişik güçlerini temsil ederler.[65] Aztek tanrılarından olan Te - Katli - Poka güneş hareketini temsil eden çok yüksek ve zalim bir tanrıdır. Güneş ilahı kabartmalarında bu tanrı, insan kalplerini yutmak için ağzını açmış bir şekilde tasvir edilmişti.[66]
Aztekler her yıl sık sık dinsel törenler düzenlerlerdi.[67] Azteklerde ibadetlerin büyük bir kısmı, züht ve takvadan meydana gelmekteyse de ibadetlerinin en önemli kısmını insan kurbanları oluşturmaktadır.[68]
Aztekler kurban ritüelini yerine getirirken tüyler ürpertici yöntemler kullanırlardı. Daha çok esirler arasından seçtikleri kurbanlarının kalplerini siyah, saydam bir taştan yapılmış çok keskin bir bıçakla çıkarırlardı.[69] Çıkarılan kalp güneşe sunulurdu. Aztek inancına göre bu şekilde sunulan kalpler tanrılara güç verirdi.[70]
Rahipler bazen sunulan kurbanın etini yerlerdi.[71] Yine Aztek inancına göre kurban yerlilerden olmalıdır.[72] Bunun yanısıra savaş tanrısı için de esirler kurban edilirdi.[73] Özellikle Aztekler kazandıkları savaşta savaşın en cesaretli esirini kurban edilmek üzere bir yerde saklarlardı.[74]
XX. asırda yaşayan prens “Nezaka - Alko - Yotl” kainatı yarattığı kabul edilen, görülmeyen yüce bir güç olan tanrı için mabet yaptırmış ve insan kurbanlarını da yasaklamıştır.[75] Bu yenilikle Aztekliler için ilahi dine benzer bir dini hayata geçtikleri düşünülebilir.
Aztekliler, insan kurbanlarını tanrıyı beslemek ve onun da yeryüzüne bereket dağıtması için verirlerdi. Özellikle kurbanlığın derisi yüzülür, bir kişi onu giyer ve kanlarını akıtarak insanlar arasında dolaşırdı.
Ölen kurbanlığın etinin yenmesi ise, Tanrının yenmesi anlamında düşünülürdü. Adanan kurban tanrı etini simgelerdi.[76] Bu yönüyle Hıristiyanlıktaki ekmek şarap ayinine de benzemektedir.[77]
Peru’nun And dağları bölgesinde kurulmuş olan Keçua İmparatorluğunun hükümdarlarının, (bu hükümdarlara “İnka” denirdi), kurmuş oldukları imparatorluktur [78]
İnkalarda Azteklerde olduğu kadar olmasa da yine insan kurbanlarına rastlanmaktadır. İnkalar da Mayalar gibi tanrılarına yiyecek ve içecek gibi şeyler sunarlardı.[79] İnka ve Maya dinleri arasında ortak inanışlar vardır. Her iki topluluk da Güneşi kutsal kabul ederlerdi. İnkalar sunmuş oldukları kurbanları tanrılarından Güneş Virakoşa’ya takdim ederlerdi.[80]
Daha çok Tanrılarına evcil hayvanlar sunan İnkalarda kurban merasimini rahipler yönetirlerdi. İnsan kurbanlarına çok fazla rastlanmasa da, krallar tahta çıktıklarında insan kurban ederlerdi.[81]

Eski Mısır dininde kurban ibadetinin önemli bir yeri vardır. Eski Mısır’da kanlı kurbanlar yanında kansız kurbanlara da rastlanmaktadır.[82] Cansız kurban olarak tuzsuz ekmek sunulurdu.[83] Kanlı kurbanlar arasında da insan kurbanlarına rastlanır. Genelde insanlar, mahsulün yeniden bitmesi için * bitki tanrılarına sunulurdu.
Eski Mısırlıların dininde kurban verme sebepleri diğer dinlerden çok farklı değildir. Bunlardan birisi; Tanrıların doyurulması amacına yöneliktir. Özellikle İsis adlı en büyük tanrı için önce oruç tutulup dua edilir sonra da bir inek kesilirdi.[84]
Mısır kültüründe ekinlerin tekrar bitmesi için insanlar kurban edilirdi. Bu kurbanların renkleri ile, ürün arasında bir ilişki kurulur ve bundan dolayı ekinin sarı renkli olması için sarışın insanlar kurban olarak seçilirdi.[85]
Yine insan kurbanları arasında Nil’e verilen kurbanlar vardır. Eski Mısırlılarda aristokrat babalar, kendilerini, ilahlara yakınlaştıracağı düşüncesiyle kızlarım büyük bir ilah kabul edilen Nil’e atarlardı.[86] Bu adet Hz. Ömer tarafından kaldırılmıştır.[87]
Sümerlerde de kurban ibadeti önemli bir yere sahiptir. Kurban törenleri oldukça ihtişamlı ve süslü mabetlerde gerçekleştirilirdi.[88] Sümerlerde dinsel ritüeller, Tanrıları yatıştırma, büyülü sözlerle aralarında bağ kurma, kurbanlar verme ve diğer ibadetlerden oluşmaktaydı. Bununla beraber Sümerlerde kurbanlar, tanrıların besini olarak kabul ediliyordu. Kurban edilen hayvanların etleri ateşte kızartılıp veya tencerede pişirilip yenilirdi.[89] Sümerler kurban edilecek hayvanının cinsi ve rengine önem vermezlerdi. Onlar için önemli olan kanın akmasıydı.[90]

f.                       Hititlerde Kurban
Hititler ile ilgili bilgiler Boğazköy kazılarından elde edilen tabletlere dayanmaktadır. Burada aktarılan bilgiler arasında kurbana ve uygulanmasına ilişkin birçok açıklamaya rastlanmaktadır.
Hititlerde kurban ibadeti, yine diğer bazı dinlerde olduğu gibi antropomorfist tanrı anlayışı ile yakın alakalıdır. Hititler kurbanı, tanrılara muhtaç oldukları yiyecek ve içecekleri O’na sunmak olarak görürlerdi. Bunun sonucunda da tanrıdan uzun ömür, sağlık ve refah, savaşlarında zafer dilerlerdi.[91] Ayrıca keffaret, gönül alma, şükran vb. sebeplerden dolayı da kurban keserlerdi.[92]
Hititlerde genellikle kurban olarak; öküz, koyun ve keçi verilir. Çok nadir olarak da pis kabul ettikleri köpek ve domuz kurbanlarına da rastlanır.
Hititlerde “ilkin kurbanı” kuralı da çok katı olarak uygulanmaktadır. Ülkenin ilk meyvelerinin, bir yaşındaki hayvanların sunulmasıyla, Tanrıların yatışacağına ve insanlara lütuflarının artacağına inanılırdı.
Hititlerde kurban sunma, İslâmiyet'te olduğu gibi kesmek ve kanın akıtılması suretiyle gerçekleştirilirdi. Zira Hititlerde de kanın akıtılması önemliydi ve bu yüzden bir içeceği sunmak da Hititlerde aynı ifade ile anlatılırdı.

Yunanlılar Hind-i Avrupai bir millet olup, Asi soydan gelirler. Bu sebeple Yunan dininde hem Hint dinlerinin hem de eski Avrupa dinlerinin etkisi görülür. Eski Yunanlılar tanrıları, insanlığın en üst mertebesine ulaşmış insan sureti olarak görürler. Tanrıların da göğe ulaştığı düşünülen Olimpus dağı üstünde oturduklarına inanırlar.[93]
Yunanlıların efsanelerine kadar işlemiş olan kurban uygulamaları, Yunan dini içerisinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu uygulamalar sıradan sungular şeklinde olmayıp, en ince detayına kadar belirlenmiş oldukça kesin olan ritüellerdir. Bunu sunulacak kurbanın takdim şekli ve merasim şartlarının sunaklara yazılı olmasından da anlamak mümkündür.[94]
Eski Yunanda tanrılar erkek ve dişi olarak ayrılır ve erkek tanrılar için erkek, dişi tanrılar için de dişi kurbanlar takdim edilirdi.[95] Kurban edilecek hayvanlar evcil hayvanlardan, yabani hayvanlara, kuşlardan balıklara kadar çeşitliydi.[96] Fakat bazı tanrılar için özel kurbanlar sunulurdu. Bunlar “Gök Tanrıları” için beyaz, “Yer altı ve Deniz Tanrıları” için siyah, “Ateş Tanrıları” için de kızıl renkli hayvanlar seçilirdi.[97] Bunun dışında yine Yunanlılarda ilahi kudrete sahip bir boğanın kurban edilmesi geleneği vardı. Bu kurbanın kudretinin insana geçeceğine inanılırdı.[98] Domuz eski Yunanlılarda yenilen bir hayvan olduğundan kurban da edilirdi.[99]
Kurbanlıklar diğer kültürlerde olduğu gibi, sakat olmayan, en iyi ve kusursuz olan hayvanlardan seçilirdi.[100] Kurban sunacak olan kişiye gelince o da bazı kurallara uygun olarak bu sunguyu gerçekleştirirdi. Kurban sunacak kişi yıkanarak arınır[101], başına çelenk geçirilirdi.[102] Kurban edilecek hayvanın alın kılları kesilir, sunakta yakılır ve üzerine şarap ile arpa saçılırdı.[103] Rahipler kurban törenlerine başkanlık eder, kutsanan hayvanı keser veya yakarlardı.[104]
Kurban ritüeli eski Yunanda, iki gurupta incelenebilir. Bunlardan birisi, etlerin tamamının tanrılara sunulduğu ritüeller, diğeri ise etlerden bir kısmının tanrılara sunulduğu diğer kısmının törene katılanlar tarafından yenildiği ritüeli erdir.[105]
Eski Yunanlılarda insan kurbanları izlerine de rastlanmaktadır. Agamemnon, kızı İphygenie’yi mabude Diana’ya kurban etmişti.[106]
Eski Yunanlılarda yakarma, şükran ve arınma kurbanları yaygındır.[107] Bunun yanında ilahları hoşnut etmek, onların şefkat ve merhametini kazanmak için açlık, kıtlık, üzüntü verici olaylar ve veba salgını olduğu zamanlar aristokrat ailelerin fertleri arasından seçilen kurbanlar sunulurdu.[108]

Romalılarda Tanrının hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kurban sunulurdu.[109] Sunulan bu kurbanlar ikiye ayrılarak incelenebilir. Birincisi özel tapınımlarda sunulan kurbanlardır ki bunlar bal, süt, şarap, çörek gibi kansız kurbanlardır. İkincisi ise devlet tapınmalarında sunulan kurbanlardır ki bunlar, sığır, koyun, domuz ve keçilerle gerçekleştirilen kanlı kurbanlardır.[110]
Romalılarda da kurban belirli kurallar çerçevesinde sunulurdu. Kurban edilecek hayvanların sayısı, cinsi ve rengi ayrıntılı olarak belirlenmişti.[111] Kurbanların beyaz olanları seçildiği gibi Venüs Tanrıçasına de güvercin kurban edilirdi.[112]
Kurbanların sunulma şekilleri diğer dinlere göre farklılık arzederdi. Kurbanlık hayvanın başına tuzlu un serpilir ve kafasına yalnız bir balta darbesi indirilerek kurban edilirdi. Bu sırada dua okunurdu. Dua, Jüpiter’in evine dönük vaziyette ve ayakta okunur, bu esnada bir kelimenin bile yanlış telaffuz edilmemesine dikkat edilirdi. Çünkü bir kelimenin bile yanlış okunması durumunda kurbanın boşa gideceğine inanılırdı.[113]
Farklı kaynaklar, kurban uygulamasının farklı ayrıntılarını aktarmaktadır. Hançerlioğlu, kurbanın kesilirken “favete linguis”[114] diye bağırılarak kurbanın kötü etkilerden korunduğuna ve bu arada da flüt çalındığına değinmiştir.[115]
Kurban etinin değerlendirilmesi konusunda da farklı bilgilere rastlanmaktadır. Gürbüz Erginer, Romalılarda kurban etinin Yunanlılarda olduğu gibi birlikte yeme âdetinin bulunmadığını kaydederken[116] Tahsin Feyizli Romalılarda da Eski Yunanlılarda olduğu gibi kurban eti üzerine şarap dökerek yeme âdetinin bulunduğunu kaydetmektedir.[117] Bunun dışında kurban etinden Tanrı için ayrılan karaciğer, akciğer, yürek gibi bölümler sunak üzerinde yakılırdı.[118]
Romalılarda da insan kurbanlarının varlığına rastlanmaktadır. Milattan önceki zamanlarda âdet halinde bulunan böyle bir gelenek M.Ö. 97 senesinde Roma ihtiyar heyetinin çıkarmış olduğu bir kanunla yasaklanmış fakat tam olarak ortadan kaldırılamamıştır. Daha sonra bu konudaki cezaları artıran ikinci bir kanunla bu adet ortadan kaldırılmıştır.[119]
Ramaklarda ilkin kurban edilmesi geleneğine de rastlanmaktadır. Romalılar, tarla ve bahçelerden toplanan ürünlerin ilkini, özel şekilde yapılmış mabetlerde kurban olarak sunarlardı.[120] “Ver sacrum” adı verilen bir geleneğe göre de büyük tehlike zamanlarında insan ve hayvanların ilkbaharda doğan yavruları kurban edilirdi.[121]
Eski Türklerde tören ve ayinlerin nasıl yapıldığı tam olarak bilinmemektedir. Bu konudaki bilgiler, sadece destan ve destan kalıntılarının yorumlanmasından toplanabilmektedir. Bunlara göre şamanist Türklerin ayin ve törenlerini iki kısma ayırmak mümkündür; belirli vakitlerde yapılması gereken ayin ve törenler ile tesadüfi olaylar sebebiyle yapılan ayin ve törenler.[122]
Bütün dinlerde ve cemiyetlerde önemli bir yere sahip olan kurbanın, Türk topluluklarında da mühim bir yeri bulunduğu muhakkaktır. Eröz bu konuda, "Türk içtimai hayatının hiçbir safhası yoktur ki kurbanla icra edilmesin"[123] diyerek kurbanın Türklerin ibadet hayatının en ince noktasına kadar nüfuz ettiğini belirtmektedir.
Türklerde kurban ibadeti incelendiğinde; bazı törenler vardır ki özellikle ilkbahar ve güz törenleri, coşkulu bir şekilde bir bayram havasında yapılır ve kurbanlar sunulur.[124] Buna muhalif, Harun Güngör, Gagauz Türklerinde kurbanın belli bir zamanının olmadığını belirtmektedir.[125] Bunun dışında ölenin ölüm yıl dönümünde, yatır ve mezar ziyaretlerinde kanlı ve kansız kurbanlar sunulurdu ki bu kurbanların da belirli bir zamanı yoktur.[126]
Diğer dinlerde olduğu gibi Türklerde de kurban kanlı ve kansız olmak üzere ikiye ayrılır.[127] Kanlı kurban olarak koyun, keçi ve at kurban edilirdi. Kaynaklar eski Türklerin en büyük kurbanının at olduğunu ortaya koyarken,[128] Murat Araz, eski Türklerde en makbul kurban hayvanının yak denilen tibet öküzü olduğunu, bunun kuyruğunun at kuyruğuna benzediğini ancak bu öküzün ele geçirilmesinin zor olması sebebiyle bunun yerine başka öküz veya at kurban edildiğini belirtmektedir.[129] Bunların yanında Türkler için ilginç olan bir bilgi de domuz kurbanıdır. Metin And, Anadolu’daki oyunları incelemiş ve Türklerin kültürüne ilişkin elde ettiği bilgilerden Türklerde domuzun da kurbanlık hayvanlar arasında yer aldığı belirtmiştir.[130] Bu konuda Murat Araz, her bir topluluğun bir "Ongun"u olduğunu ve bu Türk topluluklarından birinin de ongununun Tünük (domuz) olduğunu nakletmektedir. Buna göre de ongunu domuz olan boyun, kış ayı başında Sarı Han için domuz yavrusu kurban ettiğini nakletmektedir.[131]
Kurban edilecek hayvanlar, Yunan ve Roma dinlerinde olduğu gibi belirli özellikleri taşımak zorundadır. Mesela Altay Türkleri, Yüce Tanrı Ülgen için beyaz at kurban ederlerdi.[132] Yine kurban edilen hayvanların erkekleri makbul sayılırdı.[133] Koyun, keçi gibi hayvanlardan beyaz tüylü ve siyah başlı olanlar kurban edilirdi.[134]
Türklerin kurbanlarını kesme şekline gelince birçok farklılıklara rastlarız. Türklerde kurbanlar; bel kırılarak;134 boğularak;[135] atardamarı sıkılarak;[136] sunulurdu.
Türklerde önemli unsurlardan biri de dağdır. Kurbanları Tanrıya dağlarda ve mağaralarda sunarlardı.[137] Bu dağların bir özelliği de kadın ayağının değmemiş olmasıdır. Bu durum Türk inancında, kadının kutsallığı bozduğu, kirlettiği fikrinin varlığını düşündürmektedir. Hatta daha önceleri kurban kestikleri dağa kadın çıktığı için Tanrılara ibadet ettikleri dağı değiştirmek zorunda kalmışlardır.[138] Türklerde bu inanışın; kadınlarda var olan bir takım eksikliklerden veya kirlilikten dolayı olduğu sanılabilir. Kadınların her ay muayyen günlerde hayız görmesi ve bu zamanlarda kirli olduklarının farzedilmesi, kadınlar için temelde bir kirliliğin bulunduğu fikrini doğurmuş olabilir. Bu düşünce Türklerde totemciliğin bir kalıntısı olarak da görülebilir. Bu fikri ilkel toplumlarda var olan "kan tabusu" inancıyla alakalı olarak değerlendirebiliriz. 139 Yine Türklerde kadınların idik hayvanına dokunmaları kesinlikle yasaktır. [139] Bu yasak da aynı inanışın bir uzantısı olarak karşımıza çıkar.
Bu görüşe ilahi dinlerde de rastlamak mümkündür. Tevrat’ta kadınların muayyen günlerinde onlara dokunulmaması, onların değdiği hiçbir şeye el sürülmemesi emredilmektedir.[140]
Türklerdeki dağ kültü ile Yunan düşüncesindeki dağ kültü arasında bazı ortak noktalar bulunmaktadır. Yunan mitolojisine göre Olimpus dağı tanrıların oturduğu dağdır ve kutsaldır. Türklerde de gök tanrı düşüncesi, dağların yüce, görkemli görünüşü ile özdeşleştirilip, göğe yükselmelerinden dolayı tanrıların mekânları gibi düşünülmesine sebebiyet vermiş olabilir.
Türkler ilkbahar ve sonbaharda kutsal saydıkları dağa kurbanlarını götürürlerdi. Bu kurbanlar kam ve Şamanların eşliğinde belirli usullere göre öldürülürler ve birçok ilahi ve dualar eşliğinde, oldukça törensel bir tarzda ibadetler yapılırdı. Aslında kurbanlığın tamamının tanrıya yakılarak sunulması gerekirken bugün* sadece ön kısmı ayrı bir tencerede pişirilirdi, arka kısmı da başka tencerede kurbanlık harici kesilen hayvanlarla beraber pişirilir ve oradakilere ikram edilirdi. Pişen ön kısım, yenilen ve artan etler, kemiklerle beraber ateşte yakılırdı. Bu esnada dumanın çıkışma göre de kam, bazı kehanetlerde bulunurdu.
"Saçı"da denilen kansız kurbanların Türklerin hayatında önemli bir yeri vardır. Belirli günlere mahsus büyük törenlerle beraber uygulanan kansız kurbanlar [141]yanında çeşitli ziyaret ve türbelere bağlanan iplerden[142] fakir ve düşkünlere verilen sadakalara (bahşiş)[143] varıncaya kadar hepsi kansız kurbanlar arasında zikredilebilir.
Bazı şamanistlere göre yıldırım tanrısı vardır. Urenhalar yıldırım tanrısına süt, ayran saçı ederlerdi. Urenha, Kazak, Kırgız kadınları ilkbaharda ilk şimşek çaktığı, gök gürlediği gün çadır etrafında süt, ayran, kımız kaplarını dolaştırıp saçı töreni yaparlardı.[144] Saçı her kavmin kendi emeği ile kazandığı en kıymetli ve mübarek saydığı nimetlerden olurdu. Göçebe kavimlerde süt, kımız, yağ; çiftçi kavimlerde buğday, darı, şarap; tüccar kavimlerde para v.s saçı olarak kullanılırdı.[145]
Bu kansız kurbanlar yanında Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan "ıdhuk'lar vardır. Idhuk; kutlu ve mübarek olan, sahibinin yaptığı bir adaktan dolayı salını verilen, bırakılan hayvanlara verilen addır.[146]
Gagavuzlarda mal, mülk sahibi olan her kişi kurban için yavru boğalardan en iyisini ayırır ve sürü ile otlatmazdı, serbest bırakırdı. Seçilmiş hayvanlar bir kimsenin bağ, bahçe, tarla vb. yerlerine girerlerse oradan kovulmazlar ve bunlara engel olunmazdı. Çünkü, bu büyük günah sayılırdı. Bunlara hırsızlar ve canavarlar bile dokunmazdı. Köyde altı yedi ıdhuk toplandığı zaman, bunlara özel bir bakıcı tutulurdu. Hayvanlar ancak yedi yaşma geldiği zaman kesilebilirdi. Eğer sahibi bunları satarsa elde ettiği parayı kiliseye bağışlardı.[147] Idhuk geleneği Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etmiştir.
Idhuk, kansız kurbanlar arasında sayılmasına rağmen daha sonra kesilmesinden dolayı kanlı kurbanlar arasında düşünülmesi gerekirdi. Fakat uygulamada bu tür kurbanların bir adağa binaen yapılmasından dolayı adağın gerçekleşmesiyle beraber boğularak vs. yöntemlerle öldürülürdü. Bu esnada, kurbanın kanının yere dökülmemesi kansız kurbanlar arasında sayılmasına sebep olduğu düşünülmektedir.[148] Harun Güngör, kanın yere dökülmemesini kan tabusuna bağlar.[149]
Idhuk şeklindeki kurban sadece Türklere mahsus bir kurban çeşidi değildir. Cahiliye dönemi Arapları da bazı hayvanları başıboş bırakırlardı. Bunlara "şaibe" denirdi.[150]
Türklerde kurban kesme sebepleri oldukça fazladır. Özellikle Türkler İslam’dan önce birçok ruhlara taparlardı.[151] Bu ruhları memnun etmek ve onların kötülüklerinden korunmak amacıyla kurban sunarlardı. Bu kötü ruhlardan biri de "Erlik"tir. Altaylılara göre güçlü kuvvetli anlamına gelen Erliğe, Uygur-Buda metinlerinde, yer altındaki karanlık dünyanın hâkimi ve ölüm ruhu olarak "Erklig Yama" denirdi. Buradan geçmiş olan Erlik Uygurlarda kötü ruhların başkanı olarak adlandırılmıştır. Uygurlara göre Erlik, insanlara her türlü kötülüğü yapar, insanlara ve hayvanlara çeşitli hastalıklar bulaştırmak suretiyle onlardan kurban isterdi. Eğer kurban verilmezse musallat olduğu obaya veya aileye ölüm, felaket ruhlarını gönderirdi. Öldürdüğü insanların canlarını yer altındaki karanlık dünyasına çekerek kendisine hizmetçi yapardı. Türkler Erliğe istemeye istemeye kurban sunarlardı.
Türkler daha bunun gibi dağ ruhlarına[152] ölülerin arkasından ve doğumlarda[153] ata ruhlarına kurban verirlerdi. Genel hatlarıyla baktığımızda Türk boylarında verilen bu kurbanların, öteki dünyada ölenin ya da tanrının hizmetinde olacağı düşüncesi bulunmaktadır.[154] Bu sebepten dolayıdır ki kurbanlıklar, kemikleri kırılmadan “kazancı” denilen uzman kişiler tarafından pişirilirlerdi.[155] Kemiklerin kırılmamasına özen gösterilmesine bir sebep de Türklerin inancına göre bu hayvanların tekrar dünyaya geleceğidir. Eğer o hayvanlara eziyet edilirse tekrar dünyaya geldiğinde bunları kendi cinslerine söyleyip insanları avsız bırakabilirlerdi.[156]
Ölen Türkün atı kurban edilerek onunla birlikte gömülmekteydi. Bunun sebebi ise ölen yiğidin öbür dünyada yaya kalmamasıydı.[157] Eski Türklerde ölüm halinde yas törenleri yapılır, kırlarda ise ölünün bulunduğu çadırın etrafında süratli atlarla dolaşılır, saçlar kesilir, saç-baş dağıtılır, yüz kulak bıçakla çizilerek kan akıtılır, ölenin atları kuyrukları kesilerek kurban edilir, ayrıca yemek verilirdi. Bu törenlere "yoğ" denilirdi.
Diğer ilkel kavimlerde olduğu gibi eski Türklerin kurbanları da bir karşılık gayesi gütmektedir. Bunu kurban kesimi icrasından sonra Altaya yapılan şu duadan anlayabiliyoruz: "Bu kurbanım mukaddes ve ulu Altaya ulaşsın, onun karar vereceği yere (yargı yerine) bağlansın. Güttüğümüz davayı halledecek mi? Bereket ve refah bize verecek mi? Bu kurbanım her engeli (bûdak'ları) aşarak ulu ve mukaddes Altaya ulaşsın"[158]
Bu dua içerisinde "güttüğümüz davayı halledecek mi? Bereket ve refah verecek mi?" ifadeleri kurban ile bir takım beklentiler içersinde olduklarım, ilkellerde olduğu gibi "ben veriyorum sen de bize daha fazlasını ver" mantığının güdüldüğünü gözlemleyebiliriz.
Gagauz Türklerinde görülen Hıdrellezde ilkbaharın ilk kuzusunun kurban edilmesi diğer dinlerde de olduğu gibi "ilkin kurbanı" içerisinde incelenebilir. Bu kurban türü daha bol ürün almaya matuftur.[159]
Türklerde insan kurbanlarının olduğu iddiasına gelince; bu konuyu birçok kaynak ele almış, konu ile ilgili örneklerin Türk geleneğinin değil Moğol geleneğinin bir ürünü olduğunu belirtmişlerdir. Bu konuda diğer bazı kaynaklarda karşıt bilgilere rastlanmaktadır.[160]
F. ÜÇ BÜYÜK DİNDE KURBAN
a.                       Yahudilikte Kurban:
Yahudi dininde kurban ibadeti çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu da kutsal kitapları olan Tevrat'ta kurbandan sıkça bahsedilmesinden dolayıdır. Tevrat'ta kurban verilmesi birçok bölümde emredilmekte ve kurban ibadetinin icrasında uyulacak kurallar bütün ayrıntılarıyla belirtilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Tevrat’ta kurbanla ilgili bölümleri incelemek oldukça geniş yer tutacak ve çalışmamızın sınırları dışına çıkacaktır. Bu sebeple biz, Yahudilikte kurban bölümünde, diğer dinlerde de ortak olan ve üzerinde tartışılmış olan konuları ele alacağız.
Tevrat'taki kurban ibadetinin anlaşılabilmesi için ilk önce tanrı anlayışının kavranması gerekir. Tevrat'ta birbirine zıt iki Tanrı anlayışıyla karşılaşıyoruz: Bunlardan biri kanlı kurbanlar isteyen, acımasız bir tanrı anlayışı, İkincisi ise, kanlı kurbanları ikinci plana atarak, insanların iyi olmalarını isteyen tanrı anlayışıdır.[161]
Yahudilikte kurban, insan kurbanlarından başlayarak[162]kanlı kurban ritüellerinin en acımasız şekilde uygulandığı dönemden,* vücuttan bir parçanın kesilmesi ve ekmek takdimelerine, oradan da Allah Teâlâ’nın kurbanlar istemediği insanların iyi olmalarım istediği tanrı tasarımına doğru bir gidişin olduğunu görüyoruz.[163]
Mircea Eliade, Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etme girişimini ele alarak incelemiş ve o dönemdeki tanrı anlayışını şu şekilde ortaya koymuştur: "Bu kurbanın neden istendiğini anlamaz; yine de bunu yerine getirir, çünkü Tanrı böyle istemiştir."[164] Eliade burada hiçbir dayanak ortaya koymadan emreden, isteyen bir tanrı anlayışının varlığının altını çizmektedir.
Değişen tanrı anlayışının bir başka örneği de "Fısıh bayramı"dır. İsrail eskiden Fısıh bayramında kuzu kurban ederken, Kenan'a yerleştikten sonra "Hamursuz" yapmaya başladılar. Bu da onların buğday mahsulü almaya başladıklarının bir göstergesidir.[165] Bu durum kurbanların, toplumun uğraşı alanıyla ilgili olup o toplumun ürettiği ürünleri hedef aldığı fikrini açıkça destekleyen bir izahtır.
Yukarıda çok acımasız tanrı tasavvurundan, daha az kan isteyen tanrı tasarımına doğru bir gidişin olduğundan bahsetmiştik. İlk doğan çocuklara varıncaya kadar acımasızca kan peşinde koşan tanrıya daha sonraları insan kurban etmek yerine insandan bir parçanın kurban edilmesine geçilmiştir. İnsana bedel olarak onun erkeklik organı tamamen kesilmiş[166] daha sonraları bu da yumuşatılarak yalnızca derisinin kesilmesi şeklinde icra edilmeye başlanmıştır.[167] Musevilerde çocukların sekiz yaşında sünnet edilmesi, Tevrat'taki emre göre ilk doğan çocukların doğumunun sekizinci günü kurban olarak verilmesinin bir temsilidir.[168] Bu açıdan sünnete, ilkel insanlardan Hz. İbrahim dönemine kadar süregelen "insan kurbanının" günümüze yansıyan insanileştirilmiş şeklidir denilebilir.
İnsan kurbanlarının yön değiştirmesi hususunda diğer bir yaklaşım da "besin" merkezlidir. Buna göre, daha hayvanların evcilleştirilemediği, tarımın olmadığı dönemi yaşayan insanlık, artan nüfusun etkisiyle zorunlu olarak yamyamlığa başvurmuştur. Birant Esinoğlu bu döneme Morgan'ın ayırımı olan "aşağı barbarlık" dönemi demektedir. Aşağı barbarlığın, çocukları dahi kurban etmeye yönelten avcılığa dayalı kıtlık düzeni, hayvanların evcilleştirilmesi ile bitmiştir. İşte Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmek isteyişi ve koçun bedel olarak verilmesi, yani insanın yerine hayvanın kurban edilmesi aşağı barbarlığın sonu ve orta barbarlığın başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Hz. İbrahim için oğlu yerine koç kurban etmesi artık hem mümkün hem de zorunludur. Arap ataları geçmişin (aşağı barbarlığın) törelerini efsaneleştirmiş ve evcil hayvanların insan hayatına girişini coşkulu bayramlar şeklinde kutlayarak nesilden nesil e aktarmışlardır.[169]
Tevrat'taki kurban ile ilgili bölümlere gelince; Kuran-ı Kerim ile oldukça benzer yönlerinin olduğunu görürüz. İlk İnsan olan Hz. Âdem aleyhisselâm iki oğlu Habil ve Kabil'in Allah Teâlâ’ya kurban sunmaları ve Habil'in kurbanının kabul edilip Kabil'in kurbanının kabul edilmemesi, bunun üzerine de Kabil'in Habil'i öldürmesi kıssası ile. Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmek isteyişi, Tevrat'ta ve Kuran-ı Kerim’de küçük farklılıklarla işlenmiştir.[170] Yalnız bu konu oldukça fazla tartışılmıştır. Tartışma konusu Tevrat'ta kurban edilmek istenen oğulun İshak aleyhisselâm,[171] Müslümanlar arasında yaygın olan kanaate göre de İsmail aleyhisselâm olmasıdır. Bu tartışmanın sebebi ise kurbanlığın kutsanacağı ve dolayısıyla onun soyundan gelenlerin de kutsallaşacağı düşüncesidir.[172]*
Mircea Eliade kurban edilmek istenenin Hz. İshak olduğunu kabul etmektedir. O'na göre Hz. İshak tanrının oğludur. Çünkü İshak aleyhisselâm Hz. İbrahim ile Sara'ya doğal bir gebelik sonucu değil, Sara doğurganlık çağını geçtikten sonra verilmiştir. Bundan dolayı vaat ve inancın çocuğudur. Hz. İshak'm kurban edilmesiyle tanrının olan, yine tanrıya geri dönecekti.
Mircea Eliade Tevrat bilgilerine dayanarak yaptığı açıklamalarında Hz. İsmail'den bahsetmemekte, bu tartışmaya girmemektedir. Bu sebeple konuyu da farklı bir boyutla ele almış ve Hz. İbrahim’in oğlu İshak'ı kurban etmeye yönelmesinin yeni bir dinsel boyut açtığını ve bu boyutun Musevi, Hıristiyan anlamında "iman"ı mümkün kıldığını ortaya koymuştur [173]
Kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu benimseyenlerin görüşleri daha fazla ağır basmaktadır. Kuran-ı Kerim'de Hz. İshak'ın müjdelendiğini belirten ayet Hz. İbrahim'in kurban hadisesini anlatan ayetten hemen sonra gelmektedir.[174] Bu da bizde Hz. İshak'ın bu hadiseden sonra dünyaya geldiği fikrini uyandırmaktadır.
Kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu savunan Birant Esinoğlu da farklı bir yaklaşımla görüşünü desteklemektedir. Buna göre; İbrahim geleneği aşağı barbarlığın sonu yani anaerkil yaşamın egemen olduğu dönemdir. "Anahan" olarak kuvvetli bir konumda olan Sara'nın, Hz. İbrahim'i, cariyesi Hacer'den olan oğlu Hz. İsmail'i kurban etmeye ikna etmesi gerçeğe daha uygundur. Esinoğlu ayrıca, tarihte "ikinci'lerin kurban edilmesi geleneğine hiç rastlanmadığını belirterek kurbanlığın Hacer'den olan Hz. İsmail olduğunu ısrarla dile getirmektedir.[175]
Kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu savunanlardan biri de Tahsin Feyizli'dir. Feyizli görüşlerini Tevrat'tan aldığı bilgilerle desteklemektedir.[176] Tevrat’a göre Hz. İbrahim Hz. İsmail ile aynı günde sünnet olmuştur. Sünnet oldukları zaman Hz. İbrahim 99 yaşında, Hz. İsmail 13 yaşında idi.[177] Yine Hz. İshak doğduğu zaman İbrahim aleyhisselâm 100 yaşında idi.[178] buna göre Hz. İsmail 14 yaşındayken Hz. İshak doğmuştur. Ayrıca Tevrat'ın ifadesine göre Hz. İbrahim oğlunu kurban edeceği esnada "biricik oğluna el uzatma"[179] şeklinde Hz. İbrahim uyarılmıştır. Eğer kurban edilmek istenen biricik oğul ise, bu durumda bu oğul Hz. İsmail'den başkası olamaz.
Müslüman araştırmacılar arasında kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu savunanlar az değildir. Osman Cilacı da kurban edilmek istenenin Hz. İsmail olduğunu belirtmektedir. Cilacı bu işlemin Mekke civarında olduğu ve Hz. İshak'ın bu bölgeye gittiğine dair hiçbir rivayete rastlanmadığını nakletmektedir.[180]
Bu bilgilerden sonra Tevrat'ta kurban ile ilgili olan birkaç hükme değinerek Yahudilikteki kurban ibadetini izah edeceğiz. Tevrat, kurban konusunda koymuş olduğu hükümlerle, ibadetin şartlarını da oluşturmuştur. Kurbanların kesileceği günden hangi hayvanların kurban edilebileceğine, kurban kesen kimsenin vasıflarından kurban etinin nasıl değerlendirileceğine varıncaya kadar ayrıntılı olarak bilgi vermiştir.[181]
Tevrat'ta Yahova, Yahudilerden yılda üç defa bayram edilmesini istemektedir. Bu bayramlardan biri "Fısıh bayramı"dır ki, Yahudilerin Mısır’dan çıkışını sembolize eder. Yedi gün devam eden bu bayramda bir kuzu kesilir ve yenir. Diğer bir bayram da "ilk mahsul" bayramıdır. Bu bayram Fısıh bayramının ikinci gününden itibaren elli gün içinde kutlanır.[182] Bu günde Rabbe yakılan ekmek takdimesi sunulması istenmektedir.[183] İlk ürün kurbanı olarak sadece ekmek takdim edilmemektedir. Fısıh bayramında baharın ilk kuzusu kurban edilerek ilkel dinlerden beri süregelen "ilkin kurbanı" geleneği Musevilikte de devam ettirilmektedir.
Musevilerin diğer bir bayramı da suçluluk ve günahlardan arınma bayramı olan "Kipur" bayramıdır. Tevrat'ta yedinci ayın onuncu günü kutlanan bu bayramla ilgili olarak şu bilgi verilmektedir: " Ve Rab Musa’ya seslenip dedi: Bu yedinci ayın tam onuncu günü keffaret günüdür; sizin için mukaddes toplantı olacaktır ve canlarınızı alçaltacaksınız ve Rabbe ateşle yapılan takdime arzedeceksiniz."[184]
Tevrat'ta kurban günlerinin ayrıntılı olarak zikredilmesinin yanında kurban olarak sunulacak olan hayvanlar da zikredilmektedir. Özellikle kurban olarak sunulacak hayvanlar sakatlık ve hastalıktan salim olmak zorundadır [185] Bununla beraber genelde kurban için makbul olan hayvanlar erkek olanlardır.[186] Etinin yenilebileceği ve dolayısıyla kurban olarak sunulabilecek hayvanlar da Tevrat'ta ayrıntılı olarak belirtilmektedir.[187] Musevilerde kuşlardan güvercin de kurbanlıklar arasındadır [188]
Tevrat sadece kurbanlıklar ile ilgili şartlar getirmemiş, aynı zamanda kurbanı sunan kişi ile ilgili kurallar da koymuştur. Buna göre, kurban sunan kişinin kötü olmaması, kötü kişilerin sundukları kurbanın mekruh olduğu Tevrat'ta bildirilmektedir.[189]
Takdimelerin tanrıya sunuluş şekline gelince; Tevrat genelde takdimelerin yakılmasını emreder.[190] Takdimelerin yakılmasının amacı Tevrat'ın ifadesi ile " Rabbe hoş koku" olması içindir.[191] Bu kokunun tanrıya ulaşması mümkün değildir. O zaman takdimelerin yakılmasındaki amaç insanları hedeflemektedir. Yakılan kurbanlardan çıkan koku cahil halka "Allah Teâlâ yakınlığı" fikrini vererek dini tecrübe yaşatacaktır [192]
Tevrat'taki bilgiler değerlendirildiğinde görüyoruz ki, ilkel dinlerden beri devam eden "kurban sungusu"nda genel olarak hiçbir değişiklik ve farklılık yoktur. Çok ayrıntı sayılabilecek yöntem ve şekiller dışında genel itibariyle kurban sungusu toplumlara göre değişmemektedir. Diğer dinlerde var olan "ilkin kurbanı", "kanlı ve kansız kurban" geleneği semavi dinlerin ilki olan Musevilikte de aynen sürdürülmektedir.
Eski Türklerde kurban geleneğinde incelediğimiz ve Arap toplumunda da varlığını tespit ettiğimiz "ıdhuk" kurbanına benzer bir kurban uygulamasına Musevilikte de rastlamaktayız. Kansız kurbanlar içerisinde sayabileceğimiz, "günah yüklü bir tekenin" salınıverilmesi Musevilikte yer alan inançlardan biridir.

İlahi kitapların İkincisi ve Hıristiyanlık dininin kutsal kitabı olan İncil, kurban konusunda diğer ilahi kitaplara göre çok farklı bir tutumu öğütlemektedir. Yalnız, dikkat çeken bir husus da şudur ki; Yahudilikte kurbanı incelerken, Yahudi düşüncesinde Allah Teâlâ anlayışının değiştiğine değinilmişti. Öyle ki, yine Yahudi toplumuna gönderilen İncil sanki bu değişikliği sürdürmeyi amaçlayan bir tutumu destekler tarzdadır. İncil'd e yer alan, "Ve onu bütün yürekle, bütün anlayışla, bütün kuvvetle sevmek ve komşuyu kendi gibi sevmek, bütün yakılan takdimelerden ve kurbandan üstündür"[193] sözleri Tevrat'a, "Kurbanlarınız çok olmuş, bana ne? Koçlardan yakılan takdimelere ve kesilen hayvanların yağına doydum; ve boğaların, kuzuların ve erkeçlerin kanından hoşlanmam,... iyilik etmeyi öğrenin; adaleti arayın, ezilmiş olanlara doğruluk edin, öksüzün hakkını koruyun, dul kadının davasına bakın"[194] ayetleriyle aynı düşünceyi ifade etmektedir.
Bu düşünce çerçevesinde Hıristiyanlarda kurban konusunu ele aldığımızda, Hıristiyan geleneğinde kanlı kurbanlara rastlanmaz. Genel olarak bakıldığında Hıristiyanlıkta kurban, "verilen bir söz tutulmadığında günah işlemiş olmamak için, Allah Teâlâ’ya karşı bir şey yapmaya söz vermek" şeklinde anlaşılmıştır.[195] Bu düşünce Pavlus'un Romalılara mektubunda "İmdi ey kardeşler, bedeninizi diri, mukaddes, Allah Teâlâ’ya kurban olarak takdim etmenizi Allah Teâlâ’nın rahmetleri için size yalvarırım; ruhani ibadetiniz budur."[196] şeklindeki sözleriyle tamamlanmaktadır. Bu yaklaşımlar değerlendirildiğinde Hıristiyanlıktaki kurban anlayışının kan akıtmaktan çok iman sahibi olan kişilerin bütün ömürlerini Allah Teâlâ’ya hizmet etmeye adamaları yani kendilerini "kansız kurbanlar" olarak sunmalarını istemektedir. Bu düşünceyi destekleyen bir başka söz de şudur. "Zira insanoğlu da kendisine hizmet edilmeye değil, ancak hizmet etmeye ve birçokları için canını fidye vermek için geldi."[197] Hıristiyan düşüncesinde Allah Teâlâ’ya sadece bir şekilde tapınılabilir. Bu da insanın kendini Tanrının ahlak buyruklarına, acılı bir ölümü veya çileli bir yaşamı gerektirseler bile, bütün benliğiyle adamasıyla olur.[198]
Hıristiyanlıkta kurban, Hz. İsa'nın insanlığın bütün günahına bedel olarak Allah Teâlâ’ya kendini kurban olarak sunmasıyla ortadan kalkmıştır. Allah Teâlâ kurbanları ve takdimeleri ve yakılan kurbanları istemediğinden, Hz. İsa Allah Teâlâ’nın iradesini yerine getirmek için kendisi gitmiştir. İncil, Hz. İsa'nın kurban oluşunu sabit kılmak için, birinci kurbanın yani, yakılan kurbanların, kaldırıldığını açıklamaktadır [199] Buradan da anlıyoruz ki, Hıristiyanlık dininde ele alabileceğimiz tek kurban Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi ve ondan sonra da, bu geleneğin temsili olarak ekmek- şarap ayini ile günümüze kadar getirildiği uygulamalardır.
İncil Hz. İsa ve 12 havarisinin "fısıh bayramı" dolayısıyla beraber yedikleri bir yemekten bahseder. Hz. İsa bu yemekte bir ekmek alıp dua ettikten sonra şakirtlerine "alın yiyin, bu benim bedenimdir" demiştir. Bir kase alıp şükrettikten sonra da kaseyi şakirtlerine vererek "Bundan hepiniz için. Çünkü bu benim kanım, günahların bağışlanması için birçokları uğrunda dökülen ahdin kanıdır.'' demiştir.[200] Bu yemeğe "Son Akşam Yemeği" denilmektedir [201]
Hz. İsa'nın bütün insanlığın günahına bedel olarak kurban edilmesi, İncil'de Pavlus'un Romalılara mektubunda şu şekilde anlatılmaktadır:
"Zira hepsi günah işlediler ve Allah Teâlâ’nın izzetinden mahrum kaldılar; İsa Mesih'te olan fidye vasıtası ile, onun inayetiyle bedelsiz salih sayılırlar; Allah Teâlâ’nın sabrında evvelce işlenmiş günahlardan sarfı nazar dolayısı ile, adaletinin izharı için, yani şimdiki zamanda adaletinin izharı için, onun kanında, iman vasıtası ile, kefaret olarak Allah Teâlâ onu arzetti, ta ki kendisi adil olsun ve İsa'ya ibadet edeni salih saysın "[202]
Bu sözler Hz. Âdem’in işlediği suçun insanlara geçmesi ve bu günahı Allah Teâlâ’nın ortadan kaldırarak adaletini tesis etmek için Hz. İsa'yı insan suretinde, insanlar arasına gönderip daha sonra çarmıhta kanını akıtmak suretiyle kurban olarak aldığını izah etmektedir.
Hz. İsa'nın kurbanlık olduğu fikrini benimseyen İncil, onun için "kuzu" tâbirini kullanmıştır. Hz. Yahya Hz. İsa'yı vaftiz ettikten sonra ".... İşte dünyanın günahını kaldıran Allah Teâlâ kuzusu! "demiştir.
Cumminion ayini olarak bilinen, Hz. İsa'nın etini temsil eden ekmekle, kanını temsil eden şarabın yenmesi, "mukaddes kurban" olarak kabul edilmektedir. Bu ayin şekli Hıristiyanlarda çok önemli olup terkedilmesi mümkün değildir.[203] Bu kurban şekli, "kansız kurban" olarak nitelendirilebilir. Bugün Hıristiyan dünyasında uygulanan tek kurban şekli de budur.
Hıristiyanlıktan önceki dinlerin neredeyse tamamında var olan çeşitli suç ve günahların örtülmesi için kurban verme şekli Hıristiyanlıkta ortadan kaldırılmıştır. İncil bu konuda; "Gerçi her kahin günden güne hizmet ederek ve asla günahları kaldırmayan aynî kurbanları çok defalar takdim eyleyerek durmaktadır."[204] sözleri ile, verilen kurbanların, akıtılan kanların günahlara bedel olmayacağını ortaya koymuştur.
Hıristiyanlıkta kurban kavramlarının altında "günaha keffaret"in bulunduğunu görmekteyiz. Diğer dinlerde var olduğu şekliyle istek, temenni, şükür, kurbanlarından çok günah ve günaha keffaret işlenmektedir. Bu açıdan da onların inançlarında yer alan "asli suçluluk" kavramının bilinçaltlarım çok fazla etkilediği ve insanları günahkarlık psikolojisine ittiğini söylemek mümkündür.

İslam literatüründe fıkıh kitaplarından başlayarak ibadet konularını başlık edinen bütün çalışmalar kurban konusunda ayrıntılı bilgi vermişlerdir. Bu konuların tamamını burada tekrar ele almamız hem bilgi tekrarı olacak kurban ile ilgili ayetler ele alınarak İslam’da ve diğer dinlerde benzer yönleri incelenecektir.
İlahi dinlerin sonuncusu olan İslamiyet’te, kurban konusuna en ince ayrıntısına kadar değinilmiş, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi kapalı ve anlaşılmayan husus bırakılmamıştır.[205]
Kuran-ı Kerim incelendiğinde üç yerde "Kurban" kelimesinin geçtiğini tespit edebiliriz. Bunlardan biri, Medine'deki Yahudilerin Hz. Muhammed'e inanmak istememeleri, gökten yıldırım ile kurbanları yakan bir mucize getirmesini istemeleri üzerine cevaben gelen ayettir.[206] Diğer bir ayet de Hz. Âdem’in iki oğlunun sunmuş olduğu kurbandan bahsetmektedir.[207] Üçüncü ayet ise müşriklerin Allah Teâlâ’dan başka varlıkları, Allah Teâlâ’ya yakınlık sağlamak için ilah edinmelerinin yanlışlığını belirten ayettir.[208] Bu son ayette geçen kurban kelimesi müfessirler tarafından "şefaatçi" anlamında yorumlanmıştır.[209]
Kuranda geçen kurban kelimesi Arapça (k-r-b) kökünden gelen "yakınlaşmak" manasını da ifade etmektedir. Bu yönüyle düşünüldüğünde kurbandan kasıt, ilkel dinlerden beri bütün dinlerde var olan "Tanrılara yakınlaşmak, Onlar'la ortaklık kurmak"tır. Bu konuda Kuran: "Onların ne etleri, ne de kanları Allah Teâlâ’ya ulaşır; Fakat O'na sadece takvanız ulaşır..."[210] buyurmaktadır.
Kuran'da ayrıca (n-h-r) kurban kesmeyi ifade etmektedir. İslamiyet’ten önce Arapların, develerin boğazlanmasını için kullandıkları (n-h-r) kelimesi, Kuran'da "Kevser suresinde" geçmekte ve Kurban Bayramında, kurban kesmeyi ifade etmektedir.[211] Bunların dışında "mensek" ve "zibh" kelimeleri de kurban anlamına gelmektedir [212] Ayrıca Kuran'da altı yerde "hedy" kelimesi kurban manasına kullanılmıştır.[213]
İslamiyet’te kurban kesmenin gayesine gelince, yukarıda belirttiğimiz ayetlerin de ortaya koyduğu gibi, Allah Teâlâ’ya yakınlaşmaktır. Bu açıdan İslamiyet kendinden önceki dinlerdeki gayelerin bir kısmını geçersiz kılmıştır. Mesela; gazaba gelmiş tanrıları teskin etmek, günahlara keffaret, tanrıların beslenmesi gibi amaçlar İslamiyet'teki kurban anlayışı ile bağdaşmaz.
Tevrat ile oldukça yakın bilgileri içeren Kuran, kurbanın tarihsel gelişimini küçük farklılıklarla aynı şekilde anlatmaktadır. Bu anlatım daha önceki kısımlarda işlendiğinden dolayı burada ele alınmayacaktır. Bunun dışında yine Tevrat'ta olduğu gibi Kuran da kurbanlık olabilecek hayvanlar ve kesim şekilleri hakkında bilgileri içermektedir. [214]
İslam dini kaynakları açısından "sünnetin" din içerisinde önemli bir yeri vardır. Özellikle ibadetler ve diğer birçok konu, Kuran'da emredildikten sonra sünnet tarafından da ayrıntıları ile açıklanmaktadır. Kurban ibadeti de aynı durumdadır. Kuran, kurbanın tarihî gelişimine değindikten sonra; kurbanın Müslümanlar açısından Önemi ve kurbanlık hayvanlar, kurbanın kesiliş adabı, etinin tasarruf şekli sünnette ayrıntılarıyla izah edilmiştir.[215] Biz çalışmamızın sınırları açısından sünnete girmeyip Kuran'daki ayetleri izah ile yetineceğiz.
Kuran, kurbanın kesim yeri hususunda insanları değişik yorumlara itmiştir. Kuran'daki "Kâbeye ulaşmış bir kurbanlık"[216] ve "eğer hac ve umreden kalırsanız kolayınıza gelen (kurbanı) gönderin"[217] ayetlerinden dolayı kaynaklarda, kurbanın aslında Kabeye gönderilmesi gerektiği, İslamiyet'in gelişmesiyle her Müslüman’ın hediyesini Kabeye göndermesinin güçleştiği ve artık bulunduğu yerde Allah Teâlâ’ya takdim edilmeye başlandığı yorumuna rastlanmaktadır.[218]
İslamiyet'te kurban sadece kurban bayramlarına has değildir. Bazı özel durumlarda da Allah Teâlâ’ya kurbanlar sunulur. Bunlardan biri "akika kurbanıdır”. Akika, yeni bir çocuk dünyaya geldiğinde, Allah Teâlâ’ya şükür için kesilen kurbandır. Akika kurbanı bir hadise göre çocuğun doğumundan yedi gün sonra kesilmelidir.[219] Yedi günlük bir zaman sınırlaması bize, Tevrat'taki ilk doğan çocukların yedi gün annelerinin yanında kalıp sekizinci gün Allah Teâlâ’ya kurban edilmesi emrini hatırlatmaktadır.* Kuran'm Hz. İbrahim’in oğlu İsmail'i kurban girişiminde Hz. İsmail'e "bedel" olarak koçun indirilmesi açıklamasında olduğu gibi, ilk çocuğun kurban verilmesinden bedel, bir hayvanın kurban edildiğini, yani ilkel dinlerden beri uygulanagelen bir geleneğin çehre değiştirmiş şekli olduğunu düşünebiliriz.
Amaçları farklı olsa da, eski Türklerin kurbanlarını pişirmesi ile akika kurbanının pişirilmesinde bir benzerliğin olduğunu görüyoruz. Kurban eti kemikleri kırılmadın pişirilmektedir. Akika kurbanındaki bu uygulamanın amacı, çocuğun mutluluğu ve sağlığıdır [220]
Kurban bayramı dışında kesilen diğer bir kurban da "nezr" (adak) kurbanıdır. Nezr kurbanı, bir istek veya arzunun yerine gelmesine bağlı olan bir kurban şeklidir. Kişi bir işin olması, bir arzusunun gerçekleşmesine bağlı olarak kurban kesmeyi vaad eder. Eğer bu dileği yerine gelirse kişinin kurban vaadini yerine getirmesi de vacip olur. Bu kurban, "isteğini yerine getiren Allah Teâlâ’ya teşekkür” manasında ele alınsa da, yine geriye döndüğümüzde ilkellerden günümüze kadar bütün dinlerde rastlanan kurban telakkisi ile benzerlik göstermektedir. Buraya kadar anlatılan dinlerin neredeyse tamamında kurbanın bir "karşılıklı isteği” ifade ettiğini yani “ben veriyorum sen de bana ver” düşüncesini taşıdığını belirtmiştik. İslamiyet'teki adak kurbanı bir yönü ile bunu çağrıştırmaktadır. Fakat bu ilke biraz değişmiş, "Sen bana istediğimi verirsen ben de sana veririm" şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
İslamiyet'teki kurban anlayışında, kurban kesen ile kurbanlık arasında bir birlikteliğin (özdeşleşme) olduğu dikkatimizi çeker. Bu özdeşleşme, Hıristiyanların "kendilerini Allah Teâlâ yoluna, O'nun emrine adayarak canlı kurban olarak sunmaları" düşüncesini ortaya koymaktadır. Ömer Rıza Doğrul, İslamiyet’teki kurbanı bu şekilde anladığını şu cümleleri ile izah etmektedir. "Müslümanlık kurban kesmek bahsi dolayısıyla, Müslümanlara hak davası uğrunda nasıl fedâkâr olunacağını öğretmiştir."[221] Zaten, Hz. İbrahim'in oğlunu kurban hadisesi düşünüldüğünde, gayenin, insanı tam bir teslimiyet ile Allah Teâlâ’ya bağlamak olduğu hükmünü verebiliriz. Bu da, insanların, hayvanlar vasıtasıyla kendilerini Allah Teâlâ’ya canlı kurbanlar olarak sunmasıdır.
Kuran, kurban etinin tasarrufu konusunda da bazı ilkeler ortaya koymuştur. Kuran'daki; "Ta ki kendi menfaatlerine şahit olsunlar; Allah Teâlâ’nın onlara rızk olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O’nun adını ansınlar. Siz de bunlardan yiyin çaresiz kalmış yoksulu doyurun"[222] emri kurban etinin bir kısmının kesen tarafından yenileceğini, bir kısmının da fakir fukaraya dağıtılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bugün ferdi olan kesimlerde bu husustaki hükümlere uyulsa da, Mekke'de hacılar tarafından çölde kesilen kurbanların etleri, Allah Teâlâ’nın buyruğuna muhalif, İslam düşüncesine aykırı bir şekilde greyderler ile gömülmektedir. Bu israf İslamiyet’in genel ilkeleriyle bağdaşmaz.[223] Her ne kadar kurbanda vacip olan “kan akıtmak” olsa da kurban ibadetinin de, diğer ibadetlerde olduğu gibi insanlar arasında dayanışmayı ve yardımlaşmayı sağlayan bir sosyal yönü mevcuttur. Bunu biz ibadetlerin temelinde var olan "cemaat" kavramında da görmekteyiz.
İlahi dinlerdeki kurban hususunda şunu da belirtmek gerekir. Bugün dünya coğrafyasının büyük kesiminde yaşanan bu üç büyük ilahi din içerisinde kurban ibadetinin uygulanışı, sadece İslamiyet’te, emredildiği şekliyle uygulanmaktadır.
Yahudilikte eskiden kurban ibadetine çok ehemmiyet verilirken bugün, Hz. Süleyman'ın mabedinde uygulanan kurban ibadeti artık kalkmış durumdadır. Aynı zamanda kurban ibadetlerini idare eden ruhaniler ve teşkilatları da artık mevcut değildir. Kudüs dışındaki Yahudilerin kurban kesmelerinden ise hiç bahsedilmez.[224]
KAYNAKÇA
Yahya TURAN. (İstanbul 1999). Psikolojik Ve Sosyal Yönleriyle Kurban (Y.Lisans Tez-073498)-Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı (Din Psikolojisi Bilim Dalı).

KONUYLA İLGİLİ KAYNAKLAR
ACIPAYAMLI, Orhan; “Âdemden Günümüze Kurban”, PTT: dergisi, 80. sayı, 7/1989
AĞ AKA Y, Mehmet Ali; Türkçe Sözlük, T.D.K. Ankara 1966
AKSEKİ, Ahmet Hamdi; İslam Dini, 12. Baskı, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 1962
Ana Britannica; Gelişim Yayınları, İstanbul 1986
AND, Metin; Oyun ve Bügü, Türk Kültüründe Oyun Kavramı, İş Bankası Kültür Yayınları: 144,1. Baskı, İstanbul 1974
ARKUN, Nezahat; Şahsiyet Psikolojisi ve Şahsiyetin Dinamikleri, İ.Ü. Edebiyat Fak. Umumi Psikoloji Kürsüsü, Ders Notları (Basılmamış eser).
ARSLANTURK, Zeki; Sosyal Bilimciler İçin Araştırma Metodu ve Teknikleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 103, İstanbul 1995 2. Baskı
BAYMUR, Feriha; Genel Psikoloji, 10. Baskı, İnkılap Kitabevi, İstanbul 1993
BAYRAK, M. Orhan; Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu, 2. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul
1982
BENEK AY, Yahya; İlk Hacı İlk Kurban, Kitapçılık Ticaret Ltd. Şti., İstanbul 1966 BERTHOLET, Alfred; Wörterbuch Der Relegion, Stutgart-1962
CHALLAYE, Felicien; Dinler Tarihi, 2,Basım, Çev. Semih Tiryakioğlu Varlık Yayınevi, İstanbul 1960
CİLACI, Osman; liDinler Tarihi Açısından Bir Araştırma: İlahi Dinlerde Kurban ”, Diyanet Dergisi, Eylül-Ekim, Cilt 18, Sayı 15, Ankara 1976
CİLACI, Osman; Dinler ve İnsanlar, Damla Matbaacılık ve Ticaret, Konya 1990
ÇAĞATAY, Neş'et; İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi Basımevi, 3. Baskı, 1971, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, XCV
DARYAL, Ali Murat: Kurban Kesmenin Psikolojik Temelleri, M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yayınları, İstanbul 1994
Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, cilt. 1-3, İstanbul (Tarihsiz)
DOĞRUL, Ömer Rıza; Tanrı Buyruğu, Baskı, İstanbul 1980 ELİADE, Mircea; Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabi, Ankara 1994 ERGİNER, Gürbüz; Kurban, I. Baskı, Yapı Kredi Yayınlan, İstanbul 1997 ERKUŞ, Adnan; Psikolojik Terimler Sözlüğü, Doruk Yayınları, Ankara 1994
ERÖZ, Mehmet; “Türk Boylarında Kansız Kurban Geleneği”, Türk Kültürü, Aylık Dergisi, Sayı.211-214, Yıl:XVIII, Mayıs-Ağustos, Yıldız Matbaası, Ankara 1980
ESİNOĞLU, Birant; Dinlerin Gizemi, Ceylan Yayınları, İstanbul 1996
EVRİN, M. Sadettin; Çağımız Kur‘an Bilgisi, Cild. 3, Yıldız Matbaası A.Ş., Ankara 1973
FEYİZLİ, Tahsin; îslamda ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç Kurban, M.E.B. Yayınları, İstanbul 1988
FORDHAM, Frieda; Jung Psikolojisi, Çev. Aslan Yalçmer, Say Yayınları, İst.-1994 FRAZER, J.G.; Altın Dal, Paye! Yayınları, Çev: Mehmet H. Doğan, İstanbul 1992 FREUD, S.; Totem ve Tabu, II. Baskı, Çev. K. Sahir Sel, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1996
GÖZÜBENLİ, Beşir; îslamda înanç îbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, M.Ü.
İlahiyat Fak. Vakfı Yaymyarı, cilt.3, İstanbul 1997
GURNEY, O.R.; The Hittites, Suffolk, Richard Clay and Company Ltd., Bungay 1964
GÜNALTAY, M. Şemsettin; Tarih-i Edyan, Kmal Matbaası, Dersaadet 1338h
GÜNGÖR, Harun; “Gagauzlar'da Kurban Kültü ”, Türk Dünyası Tarihi Dergisi,Cilt. 3, Sayı. 18 Haziran 1988
HAMİLTON, Edit; Mitologya II. Baskı, Çev: Ülkü Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 1968 HANÇERLİOĞLU, Orhan; İslam İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984
—İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975
Dünya İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993
Hayat Büyük Türk Sözlüğü, Hayat Yayınları, İstanbul, (Tarihsiz)
HÖKELEKLİ, Hayati; Din Psikolojisi, T.D.V. Yayınları, Ankara 1993
İNAN, Abdulkadir; Tarihte ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1954
Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları-9, İstanbul. 1976
—İncil
İslam Ansiklopedisi, M.E.B. Yayınları, Ankara, (Tarihsiz)
KAFESOĞLU, İbrahim; Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yayınları, 2. Baskı, S.289, İstanbul
1983
KAĞITÇIBAŞI, Çiğdem; İnsan ve İnsanlar, Gözden Geçirilmiş 8. Baskı, Evrim Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1988
KAHRAMAN, Ahmet; Dinler Tarihi, Sümer Matbaası, İstanbul 1965
KIN AL, Fûruzan; Eski Anadolu Tarihi, Türk Tarihi Kurumu Basımevi, Ankara 1991
KİERKEGAARD, Soren; Korku ve Titreme, Çev. N. Ekrem Düzen, Ara Yayıncılık, İstanbul 1990
Knaurs Lexikan, a-z, Ausburg 1975
—Kur'an-ı Kerim
KUZGUN, Şaban; Dinler Tarihi Dersleri, 1. Cilt, Kayseri, 1993
MAHMUT, Kaşgarlı; Divanü Lügat-ît Türk Tercümesi, Cilt. 1, Çev. Besim Atalay, Alâettin Kıral Basımevi, "TDK Yayınları" Ankara 1936
MAYNAGAŞEV, S.D; “Beltir Türklerinde Gök Tanrıya Kurban Töreni ”, Çev.
Abdülkadir İnan, Türk Folklor Araştırmaları, Cilt. 15, Sayı. 305, Aralık 1974
Meydan Larousse, Meydan Yayınevi, İstanbul 1972
MORGAN, Clifford T; Psikolojiye Giriş Ders Kitabı, 6. Baskı, Çev: Kurul, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınlan, Ankara 1988
OLGUN, Tahir; Müslümanlıkta İbadet Tarihi, I.Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara 1998, s.47
ÖRNEK, Sedat Veyis; 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, 2. Baskı, Gerçek Yayınları, İstanbul 1988
ÖZÖN, M. Nihat; Türk Dili Sözlüğü, Arkın Kitabevi, İstanbul 1971
PEKER, Hüseyin; Din Psikolojisi. Sönmez Matbaa ve Yayınevi, Samsun 1993
PİAGET, J.; Çocukta Zihin Gelişimi, Çev. Gülseren Günçe Baylan Matbaası, Ankara (Tarihsiz)
Sahih-i Buhari, Kitabü'l-Edahi
SARI, Mevlüt; Arapça-Türkçe Talebe Lügâtı, Bahar Yayınları, İstanbul, 1982
SERPER, Özer; Uygulamalı istatistik 2, Genişletilmiş 2. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1993
SEYİDOGLU, Halil; Bilimsel Araştırma ve Yazma El Kitabı, Geliştirilmiş 6. Baskı Güzem Yayınları, No: 10, İstanbul 1995
TAPLAMACIOĞLU, Mehmet; Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara 1966
—Tevrat
Türk Ansiklopedisi, MEB. Yayınları, İstanbul 1975
URAS, Murat; Türk Mitolojisi, 2. Baskı, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul-1994
UYSAL ,Veysel; “Dini Hayat ve Şahsiyet Özellikleri”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Yıl: 1995, Sayı: 2, İstanbul
Psiko-Sosyal Açıdan Oruç, T.D.V. Yayınları, Ankara 1994
Din Psikoloji Açısından Dini Tutum Davranış ve Şahsiyet Özellikleri,
M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1996
ÜNAL, Cavit; Genel Tutumların ve Değerlerin Psikoloji si Üzerine Bir Araştırma, Ankara Üni. D.T.C.F Yayınları, Ankara 1981
VÂFİ, Abdü’l Vahid; Es Savm Ve 7 Udhiye, Beynel- İslâm Ve ’l-Edyâni, s-Sâbıka (risale), Mısır
VERGOTE, Antoine; Dini İnanç ve İnançsızlık, Çev. Veysel Uysal M.Ü. İlahiyat Fak Vakfı Yayınları No: 164 İstanbul 1999
YAVUZ, Kerim; Çocuklarda Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara 1987
Yenİ Türk Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat, İstanbul 1995
YILDIZ, Murat; Dini Hayat île Ölüm Kaygısı İlişkisi Üzerine Bir Araştırma, Dok. Tezi, İzmir 1998 (Basılmamış Eser ZAJACZKOWSKI, W.; "Przynki do etnoğrafi Gagazuow", Rocnic Orientalistyczny,
1965, Krakow, XX


[1] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, cilt. 1-3, s. 9-10 (Tarihsiz)
[2] Türk Ansiklopedisi, MEB. Yayınlan, İstanbul 1975, s. 367; Beşir Gözübenli, İslam ’da înanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yayınlan, cilt. 3, İstanbul 1997, s. 95; Orhan Hançerlioğlu, Dünya inançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, s. 276; Osman Cilacı, Diyanet Dergisi, Dinler Tarihi Açısından Bir Araştırma: İlahi Dinlerde Kurban, Eylül-Ekim, Cilt 18, Sayı 15, Ankara 1976, s. 270; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 8-9
[3] Gözübenli, a.g.e., s.95
[4] Tevrat: Tekvin, 4/3-15
[5] Kuran, Maide, 27-31
[6] Gözübenli, a.g.e., s. 95; Meydan Larrousse Meydan Yayınevi, İstanbul 1972, Kurban Maddesi, s. 646
[7] Murat Uras, Türk Mitolojisi, 2. Baskı, Düşünen Adam Yayınları, İstanbul 1994, s.229-230
[8] Meydan Larrousse, a.g.md., s.646
[9] Alfred Bertlıolet, Wörterbuch Der Relegion, Stutgart-1962, s.402
[10] Hançerliolğu, a.g.e., s.276
11 Tevrat, Çıkış, 22/29-30
*                 Tevrat’a göre kurban edilmek istenen Hz. îshak’tır. Kuran’da ise Hz. İsmail'dir.
[12] Mircea Eliade, Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge Kitabi, Ankara 1994, s. 109- 111
[13] Tahir Olgun, Müslümanlıkta İbadet Tarihi, I. Baskı, Akçağ Yayınlan, Ankara 1998, s.47
[14] Ali Murat Daryal, Kurban Kesmenin Psikolojik Temelleri, M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yayınlan, İstanbul 1994
[15] Nezahat Arkım, Şahsiyet Psikolojisi ve Şahsiyetin Dinamikleri, Î.Ü. Edebiyat Fak. Umumi Psikoloji Kürsüsü, Ders Notlan, s.45 (Basılmamış eser).
[16] Kuran, Ahkaf, 28
[17] Kuran, Hac, 37
[18] Kuran, Maide, 27
[19] Bertholed, a.g.e., s.402
[20] İslam Ansiklopedisi, M.E.B. Yayınlan, Ankara Kurban Maddesi, s. 1014, (Tarihsiz); S. Freud, II. Baskı, Totem ve Tabu, Çev. K. Sahir Sel, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1996
[21] Birant Esinoğlu, Dinlerin Gizemi, Ceylan Yayınları, İstanbul 1996, s. 27-28
*         Numen: Tanrısallık, Allah’a ait, Taımsal varlık Bak: Knaurs Lexikon, a-z, s. 613 Augsburg 1975
[22] Ana Britannica, Gelişim Yayınları, İstanbul 1986, Kurban Maddesi
[23] Daha geniş bilgi için bak: Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme, Çev. N. Ekrem Düzen, Ara Yayıncılık, İstanbul 1990
[24] Arkan, a.g.e., s. 73-78
[25] Hökelekli, Din Psikolojisi,T.D.V. Yayınlan, Ankara 1993, s. 155
[26] Ana Britannica, a.g.md.
[27] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 8-9
[28] Ömer Rıza Doğrul, Tanrı Buyruğu, Cilt. 2,4.Baskı, İstanbul 1980, s. 544; Bertholed, a.g.e., s. 402; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 1-8; Hançerlioğlu, Dünya İnançları., s.276
[29] Bertholed,, a.g. e., s.402; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 1-8
[30] Bertholed, a.g.e., s.402
[31] Güngör, a.g.m., s. 47
[32] Tevrat, Levililer, 6/6-7
[33] Antoine Vergote, Dini İnanç ve İnançsızlık, Çev. Veysel Uysal M.Ü. İlahiyat Fak Vakfı Yayınları No: 164 İstanbul 1999 s. 84-88
[34] Hökelekli, a.g.e. s. 103-106
[35] Vergote, a.g.e. s. 88
[36]Esinoğlu,, a.g.e., s. 10-11
[37] Hançerlioğlu, Dünya İnançları..., s .276
[38] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 8-9
[39] Edit Hamilton, Mitologya, II. Baskı, Çev: Ülkü Tamer, Varlık Yayınlan, İstanbul 1968, s. 74
[40] Hamilton, a.g.e. s. 79
[41] Esinoğlu, a.g.e., s. 10
[42] Hamilton, a.g.e., s. 105
[43] Tevrat, Tekvin, 22/1-13
[44] Orhan Acıpayamlı, Ademden Günümüze Kurban, PTT: Dergisi, 80. sayı, 7/1989 s. 7
[45] Yahya Benekay, îlk Hacı İlk Kurban, Kitapçılık Ticaret Ltd. Şti, İstanbul 1966 s. 68
[46] Sedat Veyis Örnek, 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, 2.Baskı, Gerçek Yayınlan, İstanbul 1988, s.85
[47] Örnek, a.g.e., s.87-88
[48] Cilacı, a.g.m., s 273
[49] J.G. Vmz.tr Altın Dal, Çev. Mehmet H. Doğan, Payel Yayınlan, İstanbul 1992, s 230; M. Orhan Bayrak, Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu, 2. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 1982, s 49
[50] Cilacı, cLg.m. 273
[51] Örnek, a.g.e., s 88
[52] ANTROPOMORFİZM:
İnsan şeklinde putlara inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah'ı insan vasıflarıyla tasavvur eden dinî inançlar da antropomorfizm'in başka kılıkta görünüşleridir. Meselâ aslı bozulmuş Musevilik ve Hıristiyanlıkta Allah’ın insan şeklinde düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestliğe bir geri dönüştür. İslâm dini Allah'ın varlığı, sıfatları ve fiilleriyle eşsiz ve benzersiz olduğunu bildirmekle, en üstün ve mükemmel din olmak şerefine hak kazanmıştır. İslam’ın "Görmek, işitmek, konuşmak" gibi insani vasıfları Allaha atfettiğini, ve bu sebeple antropomorfik dinler arasında yer aldığını iddia edenler ya bilgisiz ya da kasıtlı kimselerdir. Çünkü İslâm, Allah’ın "Görmek, işitmek, konuşmak" fiilinde insanın muhtaç olduğu organ ve şartlara muhtaç olmadığını bilhassa belirtir ve insan fiili ile hiçbir surette benzerliği bulunmadığını açıklar. İslâm en cahil insandan en âlim insana kadar herkese hitap eden bir din olduğu için, basit ve kaba düşünenlere, hareketlerinin Allah'dan gizli kalmayacağını anlatmak için Allah'ın, putperestlerin ilahları gibi konuşmaz, görmez, işitmez diye düşünmemelerini, Allah'ın her hal ve hareketlerinden haberdar olduğunu anlatmaktadır.
[53] Örnek, a.g.e., s 71
[54] Kerim Yavuz, Çocuklarda Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara 1987, s 175
[55] Dalıa geniş bilgi için bak: J. Piaget, Çocukta Zihin Gelişimi, Çev. Gülseren Günçe Baylan Matbaası, Ankara (Tarihsiz)
[56] Cilacijö.g.m., s 273
[57] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s 532
[58] Şaban Kuzgun, Dinler Tarihi Dersleri, 1. Cilt, Kayseri, 1993, s 168
[59] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s 532
[60] Kuzgun, a.g.e, s. 169; Cilacı, a.g.m, s 278
[61] Cilacı, a.g.m, s. 278
[62] Erginer, a.g.e., s. 79
[63] Erginer a.g.e., s 78; Ahmet Kahraman, Dinler Tarihi, Sümer Matbaası, İstanbul 1965, s 58
[64] Erginer, a.g.e., s. 79
[65] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 529
[66] Kahraman, a.ge., s. 57
[67] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 529
[68] Kahraman, ag.e., s. 57
[69] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 529
[70] Kuzgun, a.g.e., s. 168
[71] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 529
[72] Kuzgun, ag.e., s. 168
[73] Kahraman, a.g.e., s. 57; Cilacı, a.g.m., s. 278; M. Şemsettin Günaltay, Tarih-i Edyan, Kanaat Matbaası, Dersaadet 1338h.
[74] Cilacı, a.g.m., s. 278
[75] Kahraman, a.g.e., s. 57
[76] Erginer, a.g.e., s. 78
[77] Kahraman, a.g.e., s. 57
[78] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 530
[79] Kuzgun, a.g.e., s. 169
[80] Tahsin Feyizli, İslamda ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç Kurban, M.E.B. Yayınlan, İstanbul 1988 s. 68
[81] Kuzgun, a.g.e., s. 169
[82] Feyizli, a.g.e., s. 84
[83] Cilacı, a.g.m., s. 277
[84] Cilacı, a.g.m., s. 276
[85] Feyizli, a.g.e., s. 83
[86] Feyizli, a.g.e., s. 83
[87] Feyizli, a.g.e., s. 82
[88] Cilacı, a.g.m., s. 277; Erginer, a.g.e., s. 81
[89] Cilacı, a.g.m., s. 277
[90] Cilacı, a.g.m., s. 277
[91] Fûruzan Kınal, Eski Anadolu Tarihi,!Türk Tarihi Kurumu Basımevi, Ankara, 1991, s. 221
[92] Ergmer,a.g.e., s. 82
[93] Kuzgun, a.g.e., s. 160-161
[94] Cilacı,a.g.m,. s.277; Hançerlioğlu, Dünya İnançları.., s.274; Orhan Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975, s. 342
[95] Cilacı, a.g.m, s.227
[96] Erginer, a.g.e, s. 86
[97] Feyizli, a.g.e, s. 69
[98] Cilacı, a.g.m, s. 277
[99] Cilacı, a.g.m, s. 278
[100] Erginer, a.g.e, s. 86
[101] Erginer, a.g.e, s. 86
[102] Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 343
[103] Erginer, a.g.e, s. 86; Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 343
[104] Felicien Challaye, Dinler Tarihi, 2.Basım, Çev. Semih Tiıyakioğlıı, Varlık Yayınevi, İstanbul 1960, s. 164
[105] Erginer, a.g.e, s. 86
[106] M. Sadettin Evrin, Çağımız Kuran Bilgisi, Cild. 3, Yıldız Matbaası A.Ş., Ankara 1973, s. 526
[107] Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 343
[108] Feyizli, s. 69, Naklen, Vâfi, Abdü’l Vahid, Es Savm Ve’l Udhiye, Beynel- İslâm Ve’l- Edyâni, s-Sâbıka (risale), Mısır, s. 59-60
[109] Cilacı, a.g.m., s.278
[110] Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğüs. 343
[111] Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 343
[112] Cilacı, a.g.m., s.278
[113] Feyizli, a.g.e., s. 70
[114] "Favete linguis!" Latince cümle. Kelimenin tam anlamıyla tercüme "kolaylaştırılması [ritüel davranır] sizin dilleriyle" anlamına gelir (konuşma organı olarak "dil"). Diğer bir deyişle, "Dilini tut" veya "sessiz kalarak ritüel eylemlerin kolaylaştırılması". 'Sizin dilleriyle bana iyilik'. Resmi ayin de bu cümle söyleyerek sessiz kalmayı diğerlerine emreder. Bu dikkatsiz bir, belki de uğursuz, kelimenin bir kesinti önlemek amacıyla yapılır.
[115] Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 343
[116] Erginer, a.g.e.} s. 87
[117] Feyizli, a.g.e.y s. 70
[118] Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, s. 343
[119] Feyizli, a.g.e., s. 70, naklen, Vâfî Vahid, a.g.e., s. 60
[120] Cilacı, ag.m., s. 278
[121] Hançerlioğlu İnanç Sözlüğü, s. 343
[122] Abdulkadir İnan, Eski Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınlan-9, İstanbul. 1976, s. 46
[123] Mehmet Eröz, Türk Boylarında Kansız Kurban Geleneği, Türk Kültürü, Aylık Dergisi, Sayı.211-214, Yıl:XVIII, Mayıs-Ağustos, Yıldız Matbaası, Ankara 1980, s.211
[124] Harun Güngör, Gagauzlar’da Kurban Kül t ü,Tmk Dünyası Tarihi Dergisi, Cilt. 3, Sayı. 18 Haziran 1988, s. 45-48; S.D. Maynagaşev, Beltir Türklerinde Gök Tanrıya Kurban Töreni, Çev. Abdülkadir İnan, Türk Folklor Araştırmaları, Cilt. 15, Sayı. 305, Aralık 1974, s. 7174-7178; İnan, Eski Türk Dini..., s. 46; Eröz, ag.m., s. 211-216; Abdülkadir İnan,Tarihde ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1954, s. 34
[125] Güngör, a.g.m., s. 46
[126] Güngör, a.g.m., s. 46; İnan, Tarihde ve Bugün Şamanizm..,s. 30; Eröz, a.g.m., s.212
[127] Güngör, a.g.m., s.46
[128] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 4 90
[129] Uras, a.g.e., s.230
[130] Metin And, Oyun ve Bügü, Tiirk Kültüründe Oyun Kavramı, I. Baskı, İş Bankası Kültür Yayınlan: 144, İstanbul 1974, s.40-43
[131] Uras, a.g.e, s.232-233
[132] Uras, a.g.e, s. 231
[133] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s.491
[134] Maynagaşev, a.g.m, s.7174
[135] İnan, Eski Türk..., s.50
[136] Uras, a.g.e, s. .234
[137] İnan, Eski Türk...,s. 37; Maynagaşev, a.g.m., s. 7174
[138] Maynagaşev, a.g.m., s. 7174
[139] İnan, Eski Türk...,s. 53
[140] Tevrat, Levililer, 15/19-25
*                 Makalenin yazıldığı tarih
[141] Maynagaşev, a.g.m., s. 7174-7177
[142] Eröz, a.g.m, s.212
[143] Güngör, a.g.m, s.46
[144] İnan, Tarihde ve Bugün Şamanizm..., s. 30
[145] İnan, Eski Türk Dini..., s.54
[146] Kaşgarlı Mahmut, Divanü Lügat-ît Türk Tercümesi, Cilt.1, Çev. Besim Atalay, Alâettin Kıral Basımevi, TDK Yayınları, Ankara 1936, s. 65
[147] Güngör, a.g.m, s.46, Naklen; W. Zajaczkowski "Przynki do etnoğrafi Gagazuow", Rocnic Orientalistyczny, 1965, Krakow, XX, s. 357
[148] Erginer, a.g.e, s. 124
[149] Güngör, a.g.e., s. 46
[150] Neş'et Çağatay, İslam Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, 3. Baskı, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1971, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınlan, XCV. s. 138-139
[151] İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, 2. Baskı, Boğaziçi Yayınlan, İstanbul 1983, s. 289
[152] Maynagaşev, a.g.m., s. 7174
[153] Türk Ansiklopedisi, s. 367-368
]78 Erginer, a.g.e, s. 125
[155] İnan, Eski Türk Dini..., s. 50
[156] Eröz, a.g.m, s. 215-216
[157] Türk Ansiklopedisi, s. 367
[158] İnan, Tarihte ve Bugün Şamanizm ...., s. 51
[159] Güngör, a.g.m, s. 46
[160] Daha Geniş Bilgi îçin Bak: Feyizli, a.g.e, s. 73-76; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 491; Cilacı, a.g.m, s. 276
[161] Tevrat, İşeya, 1/11-17
[162] Mehmet Taplamacıoğhı, Karşılaştırmalı Dinler Tarihi, Ankara 1966, s, 162-164
Mısır'dan çıkıp Kenan'a yerleşmelerine kadar olan dönem.
[163] Tevrat, İşeya, 1/11-17
[164] Eliade, a.g.e., s, 110
[165] Feyizli, a.g.e., s, 105
[166] Orhan Hançerlioğlu, İslam İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984, s.279
[167] Feyizli, a.g.e., s. 92, Hançerlioğlu, İslam İnançları, s. 274
[168] Feyizli, a.g.e., s. 92 (dipnot)
[169] Esinoğlu, a.g.e., s,44-45
[170] Tevrat, Tekvin, 4/3-9; Tekvin, 22/1-13; Kur’an, Maide/27-31; Saffat/101-112
Tevrat, Tekvin, 22/1-13
*                Kur'an-ı Kerim'de kurban edilmek istenen oğulun adı geçmemektedir. Fakat Müslümanlar
arasında yaygın olan kanaate göre kurban edilmek istenen İsmail aleyhisselâm'dır.
[172] Erginer, a.g.e., s.97
*                 Araplar soylarının atasım Hz. İsmail (A. S.)'a bağlamaktadır.
[173] Eliade, a.g.e., s. 109-110
[174] Kur'an. Saffat/112
[175] Esinoğlu, a.g.e., s, 13
[176] Feyizli, a.g.e.y s. 108-113
[177] Tevrat, Tekvin, 17/24-25
[178] Tevrat, Tekvin, 21/5
[179] Tevrat, Tekvin, 22/12
[180] Cilacı, a.g.m.,s.290-291
[181] Tevrat
[182] Feyizli, a.g.e., s.94
[183] Tevrat, Levililer, 23/10,12,15,16
[184] Tevrat, Levililer, 23/23-26
[185] Tevrat, Tesniye, 15/21
[186] Tevrat, Levililer, 1/10
[187] Tevrat. Tesniye, 14/4-21
[188] Tevrat, Levililer, 1/14
[189] Tevrat, Süleymanm Meselleri, 15/8
[190] Tevrat, Levililer, 1/14
[191] Tevrat, Levililer, 1/17
[192] Evıin, a.g.e., s. 227-228
[193] İncit, Markos, 12/33
[194] Tevrat, İşeya, 1/11-17
[195] Cilacı, ag.m., s. 291
[196] İncil, Romalılara Mektup, 12/1
[197] İncil, Markos, 10/45
[198] Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 9
2n İncil, İbraniler, 10/7-10
[200] İncil, Matta, 26/26-29
[201] Erginer, a.g.e., s. 104
[202] İncil, Romalılara Mektup, 3/23-27
[203] Osman Cilacı, Dinler ve İnsanlar, Damla Matbaacılık ve Ticaret, Konya 1990, s. 209
[204] İncil, İbraniler, 10/11
[205] Cilacı, a.g.e., s. 364
[206] Kur'an, Âl-i Imran, 183
[207] Kur'an, Maide, 27
[208] Kur’an Ahkaf, 28
[209] İslam Ansiklopedisi, a.g.md.
[210] Kur'an, Hac, 37
[211] Kur'an, Kevser; 2
[212] Cilacı, a.g.m., s. 364
[213] Evrin, a.g.e., s. 531
[214] Kur'an, Hac, 36-37
[215] Bkz. Sahih Hadis Kitapları
[216] Kur’cm, Maide, 5
[217] Kur'an, Bakara, 196
[218] Evrin, a.g.e., s. 531
[219] Cilacı, a.g.m., s. 370, naklen, Ebu Davud en-Nesaî
Bkz., Yahudilikte Kurban
[220] Cilacı, a.g.m., s. 370; Yeni Türk Ansiklopedisi, Kurban Mad., Ötüken Neşriyat, İstanbul 1985
[221] Doğrul, a.g.e., s. 399 (dipnot)
[222] Kur'an, Hac, 28
Evrin, a.g.e., s. 31-32; Doğrul, a.g.e., s. 399 (dipnot)
[224] Kahraman, a.g.e., s. 141

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar