PSİKOLOJİK VE SOSYAL YÖNLERİYLE KURBAN
İnsan soyunun değer verdiği ilk nesne yiyecektir. Yiyeceğin elde edilmesi
sadece avcının, toplayıcının veya çiftçinin elinde olan bir şey değildi.
Bunların üzerinde yiyeceği denetleyen bir güç vardı ki, insanlar ihtiyaçlarını
sağlamak istediklerinde bu güce başvurmak ya da O'nun sözünü dinlemek
mecburiyetinde idiler. Böylelikle, bu güç ile insanlar arasındaki ilişkinin
kurulması amacına yönelik dinsel törenler ortaya çıkmıştır.[1]
Tarihte, insanlığın ilk yaratıldığı zamandan günümüze gelinceye kadar,
çeşitli kültür seviyelerinde birçok insan toplulukları yaşamış ve her
topluluğun kendisine özgü dini yaşantıları olmuştur. Nitekim yapılan
antropolojik çalışmalar, ulaşılabilen en eski dönemlerde de insanların dini
yaşantılarının olduğunu göstermektedir.
İlahi dinlerin Kutsal Kitaplarına ve Kuran’a göre ilk insanla başlayan dini
hayattan bahsedebiliriz. Hz. Âdem ilk insan, aynı zamanda da ilk peygamberdir.
Çeşitli kaynaklarda kurbanın ilkel topluluklardan itibaren bütün dinlerde
kendini gösteren bir ibadet olduğu ifade edilmektedir.[2]
Dolayısıyla bir dini inanışa sahip olan insanlar, Yaratıcı olarak kabul
ettikleri Yüce Varlığa olan bu inanç ve bağlılıklarını dua ve sungularla dile
getirmiş, inandıkları Yüce Varlığa ibadet etmişlerdir. Bu ibadetler içerisinde "kurban"
hemen hemen bütün dinlerde ortak bir dini davranış olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kurban sunan toplulukların sunacakları kurbanlıklar ve kurban çeşitleri
yine onların kültürüne göre değişmekle birlikte kurban sunma davranışı, ilkel
insanlardan gelişmiş toplumlara kadar, bütün dinlerde görülen ortak ibadettir.
O halde bu ibadeti geçmişten günümüze kadar uzanan dini davranış olarak
değerlendirmek mümkündür.
Kurban çok yaygın bir ibadet olması dolayısıyla birçok araştırmaya da konu
olmuştur. Dinler Tarihi ve Fıkıh açısından birçok çalışma yapılmıştır. Bizim
amacımız verilen bu bilgileri tekrardan çok, kısaca kurban hakkında bilgi
vererek çalışmamızın dayandığı teorik çerçevesini çizmektir.
A.
KURBANIN TANIMI
Kurbanın ne olduğunu anlamak ve üzerinde değerlendirme yapabilmek için ilk
önce tanımını incelememiz gerekir. Kurban sözlükte mastar olarak “yakınlaşmak”,
isim olarak da “din buyruğu ve adak olarak, Allah Teâlâ’ya yakınlaşmak için
kesilen eti yenir hayvan” olarak geçer. Bunun dışında kurban isim olarak;
“kurban bayramı” anlamında da kullanılır: “Ahmet kurbanda gelecekmiş”. Mecazi
anlamda kullanılan kurban, bir uğurda feda olma: “Sana kurban olsun”. Bir ülkü
uğruna feda edilme ya da feda olmak için: “Hava kurbanları”, bir kaza veya
felakete uğrayanlar için: “Trafik kurbanları”, bazı bölgelerde nida olarak:
“Kurban bakar mısın?” -olayım; sevgi ifadesi olarak: “Kurban olduğum
memleketim”, yalvarma ifadesi olarak:
“Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal” anlamlarında
kullanılır.
Kurban yukarıda, insan ve hayvanların canlarının alınması şekliyle
tanımlansa da, tarihte kurban bazı ürünlerin verilmesi suretiyle bir sungu
olarak da karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeple kurbanın alan ve kapsamının
belirlenmesi açısından kurbanlık çeşitlerinin incelenmesi gerekmektedir.
B.
KURBANLIK ÇEŞİTLERİ
Daha önce de belirttiğimiz gibi, insanlık tarihi boyunca hemen bütün
dinlerde kurban uygulamaları mevcuttur. Ancak bu dinlerde gerek kurbanlık ve
kurban etme şekilleri, gerekse kurbanın amaçları bakımından bazı farklılıkların
bulunduğu da gözlemlenmektedir.[3]
Kurban, tarihte sadece insan ve hayvan keserek kan akıtmak suretiyle değil,
çeşitli sungular sunmak yoluyla da gerçekleştirilmiştir. Bu yönüyle kurban, iki
guruba ayrılabilir: Kanlı ve kansız kurbanlar.
Kanlı kurbanlar; insan ve hayvan kesiminden, kimi ilkellerde görüldüğü gibi
bedenden bir parça kopartılması veya kan akıtılması geleneğine kadar çeşitli
biçimlerde yapılır.
Kansız kurbanlar ise genelde toplumun geçim kaynaklarıyla alakalı olan,
toplum için bir değere sahip yiyecek ve içecekleri konu edinen sungulardır.3
Nitekim bu husus Tevrat'ta ve Kur'an'da da belirtilmektedir. Tevrat'a göre
Kabil (Cain) ile Hâbil (Abel)’in kıssası şöyle açıklanmaktadır: Kabil çiftçi
olduğundan Allah Teâlâ’ya yerin ürününden ve Habil ise çoban olduğundan
sürüsünden bir hayvan sunmuştu. Allah Teâlâ Habil’inkini makbul tutunca, kardeşi
onu kıskanarak öldürmüştü.[4]
Kur’an-ı Kerim’de ise “Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak
anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş,
diğerinden ise kabul edilmemişti (kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık
yüzünden), ““And olsun seni öldüreceğim” dedi. Diğeri de “Allah Teâlâ ancak
takva sahiplerinden kabul eder” dedi „ şeklinde izah edilmektedir.[5]
İnsanoğlu Allah Teâlâ’ya yönelmede ve ona kendini yakınlaştırmada
sınırlarım daraltmamış aksine alabildiğine geniş tutmuştur. Bir yakınlaştırma
vasıtası sayılan kurban, sadece kan akıtmak suretiyle değil, bir kısım
ürünlerin Allah Teâlâ’ya adanması yoluyla da gerçekleştirilmiştir. Kurban bu
geniş çerçeve içerisinde değerlendirildiğinde, insanoğlunun bir kısım yiyecek
ve içecek maddelerini Allah Teâlâ’ya adaması kurban kavramının içine
girmektedir. Bu çeşit sungular “kansız kurban” olarak adlandırılır.
Kansız kurban sungularına baktığımızda bunların arasında başta tahıl olmak
üzere ot, yaprak ve köklerin, ceviz, üzüm ve zeytinin ve hatta paranın dahi yer
aldığı dikkati çekmektedir.[6]
İslam’dan önce Türklerde de kansız kurbanlara rastlanmaktadır. Türklerde
kansız kurbanlara “saçı” denilir. Arpa, buğday, süt, yağ, şarap ve kımız
gibi şeyler saçı olanlar arasındadır. Bunların sulu olanları törenlerle ateşe
serpilirdi. Bir de tanrılara sunulmak üzere serbest bırakılmış hayvanlar olurdu
ki bunlar da kansız kurbanlar gurubuna girer. Bu hayvanlar kendi başına
bırakılır, buna serbest anlamında “ıtık” denilirdi,[7]
Kansız kurbanlar, insanoğlunun bir takım isteklerinin yerine getirilmesinde
bir vesile olurken, kanlı kurbanlar da insanların hayatında önemli bir yere
sahip olmuştur. Hatta bu noktada kendi hem cinslerini dahi kurban etmekten
çekinmemişlerdir.
Kanlı kurbanlar adından da anlaşıldığı gibi, bir can fedasını gerektiren
kurban çeşididir. Tarihi kaynaklar, kanlı kurban olarak gerçekleştirilen
ritüellerde birçok çeşitliliğin bulunduğundan bahseder. Bu çeşitlilik
kurbanlıklar açısındandır. Kurban tarihi incelendiğinde; kanlı kurbanların
sığır, koyun, keçi, domuz, tavuk, at, kaz ve hatta balıktan bile verildiği
görülür.[8]
Bu kurbanların sunuluş metotları yine farklılık arzeder. Depolamaktan,
gömmekten, dökmekten, öldürmeğe veya öldürüp yemeğe, içmeğe, üzerine sürmeğe,
meshetmeğe, kırmağa ve yakmağa kadar çeşitli şekillerde sungu gerçekleştirilir.[9]
Kanlı olsun kansız olsun, kurban uygulamalarında göze çarpan bir konuda
“ilkin kurbanındır. İlk ürünün ya da ilk doğan yavrunun tanrının olduğu
düşüncesinden kaynaklanan bu gelenek, birçok ilkel kültürde önemli bir yere
sahiptir. Hatta bu geleneğe göre bazı toplumlarda ilk doğan çocuklar dahi
kurban edilmiştir.[10]
İlkel dinlerde ürünün daha bol olmasını dilemek için çobanların yeni doğan ilk
yavruyu tanrılara sunması da kaynağını bu gelenekten almaktadır.
Kanlı kurbanlarda en çok dikkat çeken kurbanlık ise insandır. Daha çok
tarımla uğraşan ilkel toplumlarda görülen insan kurbanlarının Hz. İbrahim’e
kadar devam ettiği hatta Yahudilerde ilk doğanın kurban edilmesi geleneğinin
Tevrat'ta emredildiğini görmekteyiz[11].
Museviliğin kutsal kitabı olan Tevrat’ta Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etmek
isteyişi konusunu araştıran Mircea Eliade, Hz. İbrahim’in kurban
hadisesini “ilkin kurbanı” anlayışı ile bağlantı kurarak açıklamıştır. Nitekim
Mircea Eliade, Hz. İbrahim’in oğlu İshak’ı* kurban etmek isteyişini bunun Eski
Doğu dünyasında sıkça uygulanan ve İbrani Peygamberler dönemine kadar süren
“ilk çocuğun kurban edilişi pratiği”nin bir sonucu olduğunu ileri sürmüştür.[12]
Bu kültür İslam’dan önceki Arap toplumunda da gözlemlenir. Cahiliye dönemi
Arapları hayvanların ilk doğan yavrularım putları nâmına kurban ederler ve
Recep ayının ilk on günü içinde büyük putların ma’bedlerini ziyaret ve tavaf
ile onlara yakınlaşmak için ayrıca kurban keserlerdi. Bu yolda kesilen
kurbanlardan birinciye “Fera” İkinciye “Atire” denirdi.[13]
Hak kurbanı olarak bilinen bu çeşit sungular; Uzakdoğu Asya, Avustralya,
Afrika, Kuzey ve Doğu Amerika kültürlerinde bulunmasına rağmen bu şekil kurban
çeşidine Anadolu kültüründe rastlanmamaktadır.
Buraya kadar anlatılanlardan, tarihte bütün dinlerde kurban ibadetine büyük
bir önem verildiği ortaya çıkmaktadır. Ancak bütün kültürlerde görülen bu
ibadetin ifasında hangi sebepler ve beklentiler yatmaktadır? Bu hususun da
kısaca açıklanmasına çalışılacaktır.
Kurban ibadeti, ister ilahi kaynaklardaki bilgilere dayanılarak Allah
Teâlâ’nın bir emri olarak düşünülsün, ister ilk dini hayatın ilkel dinlerle
başladığını savunan sosyal bilimlerin verilerine göre insan kaynaklı bir ibadet
şekli olarak düşünülsün, sonuçta insan ruhunu etkileyen önemli bir ibadet
şeklidir. Kurban insanda var olan bir kısım duygularla yakın alakalı bir
ibadettir. İlahi dinler açısından bakıldığında da, Allah Teâlâ tarafından bütün
dinlerde emredilmesi; bu ibadetin insanların tabiatlarında var olan bir takım
duyguları tatmin ettiğini akla getirmektedir.
Prof
Dr. Ali Murat Daryal kurbanı, insanda var olan tahrip etme (ölüm) güdüsünün
tatmini ile alakalı olarak görmektedir. Bu güdünün insanın kendisine ve bunu
(kendini öldürmeyi) gerçekleştiremediğinde de etrafındaki canlılara yöneldiğini
iddia etmektedir. Bu konuyu “Medeniyetler” bazında ele alan Ali Murat Daryal,
kurban kesen medeniyetlerle kesmeyen medeniyetleri karşılaştırmış ve bu
medeniyetlerin sosyal kurumlarını incelemiş ve sonuç olarak kurban kesmenin
insandaki tahrip etme güdülerini törpülediğini dolayısıyla yıkıcı ve tahrip
edici olmayan insan tipinin elde edildiğini ve İlahi vahyin amacının da bu
olduğunu ileri sürmektedir.[14]
Kurban, insanı merkez alarak incelenebildiği gibi, vahyin bir ürünü olarak
da incelenmelidir. İlahi kaynaklara göre ilk insan olan Hz. Âdem’in oğullarının
kurban vermesinden dolayı ilk ilahi din ile Allah Teâlâ tarafından kurban
emredilmiştir. Nitekim, ilahi dinin kaynağından çok uzaklarda gelişmiş olan,
ilkel denilebilecek yaşantı ve ibadetlere sahip olan insanlarda da kurban
ibadetinin görülmesi bir izahı gerekli kılmaktadır. Bu konuda Jung’un “kollektif
şuur” teorisi bize ışık tutmaktadır.
Jung’a göre kollektif şuuraltı ırka ait ve fılogenetik temellidir. Fert
kendi ırkının damgalarını taşır. Kollektif şuuraltı bütün insanlarda vardır.
İnsan bütün bir geçmiş deposundan yararlanıp geleceğe yönelmiştir. Kollektif
şuuraltı insanın insan olmadan evvelki devrelerinin kalıntılarını da içine
alır. Şu halde bugünkü insanda kendinden önceki kuşakların yaşantıları vardır.[15] Jung
kollektif şuuraltının, insan beyninin insanlığın derin eski deneyimleri ile
biçimlendiğini ve bundan etkilendiğini belirterek bunun atalarımızın zihinsel
süreçlerinden kaynaklandığını ve bugün bu izlerin insanın şuuruna zihinsel
süreçler biçiminde ulaştığını savunur.
Bu açıklama çerçevesinde diyebiliriz ki, Hz. Âdem’le emredilen kurban,
İlahi dinin hüküm sürdüğü dönemlerde uygulanmıştır. İlahi dinin kaynağından
uzaklaşan topluluklar, dinin bazı emirlerini unutsalar da bir can fedasını
gerektiren böyle bir uygulama onları etkilemiştir. Ayrıca, tanrıyla iyi
ilişkiler kurulması yolunda yoğun zihni süreçlerle alakalı olan kurban, onların
kollektif şuuraltılarını etkilemiş olabilir.
Kuran-ı Kerim5de ise kurbanın amacının Allah Teâlâ’ya
yakınlaştırmak olduğu düşüncesi hakimdir. Ahkaf suresinde “kurban” kelimesi
“müşriklerin Allah Teâlâ’dan başka edindikleri tanrılara yakınlık vasıtası
kılmaları” anlamında kullanılmaktadır.[16] Bir başka
ayette de kurbanın ancak Allah Teâlâ’nın hoşnutluğunun kazanılması ile değer
kazanacağına işaret edilmektedir.[17]
Maide suresinde ise kurbanı kabul edilecek kişinin ilahi emre uyan ve takva
sahibi kişi olması gerektiği belirtilmiştir.[18]
Kurban kelimesi incelendiğinde Arapça “k r b” (yakınlaşma) kökünden
geldiği göz önüne alınırsa kendisine kurban sunulan ile, kurban sunan arasında
bir yakınlığın kurulmak istendiği düşüncesi hâkim olmaktadır. Bu düşünce çok
eskilere kadar gider. Kurban “paleolitik çağlardan beri doğaüstü güçlere hoş
görünmek, onlarla barışık olmak, onların gazaplarını engellemek ve onların
kötülüklere engel olmalarım istemek, yerine getirdikleri bir istekten dolayı
teşekkür etmek için gerçekleştirilmiş dinsel bir törendir ” İslam dini
açısından Kurban kesmek farz değildir, fakat bir hayvan kesildiğinde bunun
Allah Teâlâ’ya yaklaşmak için kesilmesi farz olur Hatta Allah Teâlâ’nın adından
başka bir varlık için kesilen kurbanın etinin yenmeyeceği. Kuran-ı Kerim’in şu
ifadesiyle açıklanmıştır: “Şüphesiz benim namazım, kurbanım, hayatım ve
ölümüm hepsi âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ içindir” . Bu ayet Müslüman’ın
kurbanını ancak Allah Teâlâ için kesebileceğini ifade etmektedir.
İlkellerde de tanrıya kurban veren ile kurban arasında mistik bir bağlantı
yaratılır. Bir ziyafet ile kurban sunan kimseyle tanrı arasında bir birliktelik
oluşur (comunio). Kurbanlık hayvanın bir güç taşıyıcısı olarak tanımlanması,
kurban yemeği ile bu gücün kesen kimseye geçtiğine inanılır.[19]
Bu bir özdeşleşme olayıdır, insan tabiat karşısında güçsüz ve çaresizdir.
Fakat insan psikolojisinin bir özelliği de çevresindeki her şeye hâkim olma
ve onları yönetme arzusu taşımasıdır. Güçsüzlüğü ile bu arzusu arasında
ortaya çıkan çelişki insanı tabiatta var olan bütün güçlerin üzerinde bir güç
ile özdeşleşmeye ve bu sayede yine tabiata hâkim olma arzusunu tatmine
yöneltir. İnsan ancak bu şekilde kendisini emniyet içerisinde hissedebilir.
Roberthson Smith de kurbanın amacını açıklarken, kurbanın insanla tanrısı
arasında bir hısımlık kurmak, bunu yenilen kurbanın etinde birbirine
karıştırmak[20]
olduğunu ifade eder. İlkellerde kurban edilen hayvanın eti, toplum tarafından
yenilir ve böylece tanrı ile aynı sofrayı paylaşmak düşüncesi devamında tanrı
ile yakın olmayı, dost olmayı gerekli kılar. Böylece ilahlar ile müşterek yemek
yenmiş olur. Bu yaklaşım Hıristiyanlığın önemli ibadetlerinden olan “ekmek
şarap” ayininde de gözlemlenebilir. “Şarap” Hz. İsa'nın kanını, “ekmek”
ise etini temsil eder. Bu ayin ile kendisi de ilah olan Hz. İsa’nın etinin
yenmesi kurban etinin paylaşılması anlamına geldiği gibi aynı zamanda eti
yenilen tanrının fevkalâde güçlerinin insana geçeceği de düşünülür. Böylece
tanrı ile özdeşleşilir. Bu inanç Musevilikte de görülür, “Kudas” denilen ayinde
ekmek ve şarap dağıtılır.
İlkel insanlarda da buna benzer bir inanç vardır. Şöyle ki; totem kabul
edilen varlık senede bir gün avlanır ve eti halk tarafından yenilir. Halk
düşüncesinde tanrı olarak kabul edilen totemin fevkalâde güçlerinin kendilerine
geçtiği yani totemle özdeşleşildiği düşünülür. Keza bu yönleriyle kurbanın
kaynağını Totemizmden aldığı da söylenebilir.[21]
Bir başka husus da; ilkel insanların düşüncesinde tanrının hayatı ile
kurbanın hayatı arasında bir bağ kurulmuş olması ve ölen kurbanlığın, tanrının
hayatına hayat kattığının düşünülmüş olmasıdır. Eğer kurbanı alacak olan bir
“Numen”* ise, kurban güçlenme anlamına gelir. İlkel insanlar tanrılarına
yiyecek ve içecek verirler. Çünkü tanrı menşe5 itibari ile kendisine
hürmet eden bu insanlar olmadan mevcut olamaz. Bir başka ifade ile kurbanın
doğaüstü varlığa adanarak kutsanan canı, kurbanı sunan ile doğaüstü varlık
arasında bağ kuran kutsal bir güce dönüşebilir. Kurban aracılığı ile canlılık,
tanrısal kaynağa döner ve o kaynağın gücünü yani canlılığını yenileyip tazeler.
Yani yaşam yaşamla beslenir.[22]
“Tanrılar beslenmemekten dolayı ölürler”. Bu nedenle adakların yok edilmesi ya da
tanrıya sunulması ölüm değil, bilakis hayat anlamına gelir. Kurban edilen nesne
tanrıyı beslemek O’nun insan kaderine egemen olmasının devamını sağlamak
içindir. Aynı paralelde düşünen S. Kierkegaard, tanrıdan gelen kutsal gücün,
insanın tanrı için kestiği kurbanlarla yine tanrıya dönmesini, kutsal enerjinin
kozmos (cosmos) içindeki dolaşımı şeklinde yorumlamıştır.[23]
Dolayısıyla kurbanlarla beslenen tanrılar, güçlü olacak ve insanların
kaderine hükmedeceklerdir. İnsan güçlü olan, herşeye kadir olan varlığa
inanarak bu dünyada emniyet içerisinde yaşamak arzusundadır, hatta bu insan
için bir ihtiyaçtır.[24]
Çünkü iman bir güvenme, yakınlaşma, ümitle bağlanma olayıdır. İnanılan varlık
insana bir iç huzuru, güven açısından tatmin sağlamaktadır [25]
Bu izahlar çerçevesinde ilkel insanın düşüncesi anlaşılabilmektedir.
Kendisini tamamen aciz hissettiği dünyada dayanabileceği, güvenebileceği ve
yakınlık kurabileceği bir tanrısı vardır. Bu tanrı var olmalıdır ki, onu her
türlü tehlikeden korusun. İlkel, kurbanlarla özdeşleştirdiği tanrının hayatını
devam ettirmek gayesiyle kan akıtmaktan da geri durmamıştır.
Kurban
çoğunlukla karşılıklı istekler sonucudur. “Ben veriyorum, sen de ver”
mantığını güder. Özellikle İlkel insanların tanrılarına kurban kesme sebepleri
içerisinde zikredilen bu mantık, davranışlarla da desteklenir. İlk ürünün, ilk
yavrunun kurban edilmesinde, “Biz sana veriyoruz, sen bize daha fazlasını
ver” düşüncesi gözlemlenebilir. Yine insan kurbanlarının çok görüldüğü
toplumlara bakılırsa bunların çiftçi toplumları olduğu dikkati çeker. Tanrıya
verilen insan kurbanlarının verimi arttıracağı düşüncesi onları insan kurban
etmeye yöneltmiştir.[26]
İstekler karşılık bulmayınca verilen kurbanın geri alınması dahi söz konusu
olabilmektedir.
“Alçak gönüllü, giderek bencil köklere dayandığı halde kurban, dinsel
eylemlerin en soylusudur. Kurban, tapman insanın benliğini tümüyle kendi
kendine Var Olan’ın (Self Egzistan) amacına bırakması ve tanrıya olan
bağlılığındaki yetersizliklerin sürekli bir onaranıdır.”[27]
İnsan ile tanrı arasında böylesine güçlü bağlara sahip olan kurban
ibadetinin sebepleri çok farklı izah edilmektedir. Yukarıda verilenler
haricinde, gazaba gelmiş ilahların gazabını dindirmek, şükretmek, keffaret ve
hayranlık kurban verme nedenleri içinde yer alır.[28]
Kurban, duanın yanında ibadetin en önemli tezahür biçimidir. Yüce olanın
karşısına “O’nun teveccühünü” kazanmak amacı ile armağansız çıkılmaması bir
adettir. (Bittopter=Arzu kurbanı). Bunun dışında kurban arınma vasıtası
olarak da sunulurdu. İffetini koruyamayan Hintlinin, bir eşeği dörtyol ağzında
kurban etmesi gibi. Burada eşek günahın örtülmesinde bir vasıta olarak
kullanılır.[29]
Kurban sadece metafizik varlığa da verilmeyebilir. Bazen bir tarlanın
tohumlanması için bile kurban verildiği olur.[30]
Birçok dinde mevcut olan kurbanın amaçlan arasında keffaret düşüncesinin
var olduğunu da görüyoruz. Keffaret insanın tanrısına karşı olan tutumlarında
kendisini yetersiz görmesinden, eksik hissetmesinden doğan suçluluk duygusunun
onarımıdır. “Keffaret kurbanı” beşeri dinlerde olduğu gibi ilahi dinlerde de
mevcuttur. Musevilikte günahla yüklü olduğuna inanılan bir teke tabiata salıverilirdi.[31]
Tevrat'ta bu konu ile ilgili şu bilgi mevcuttur: "Ve Rabbine günah
takdimelerini senin biçtiğin değere göre sürüden kusursuz bir koç, kahine günah
takdimesi olarak getirecek ve kahin onun için Rabbin önünde keffaret edecek,
bütün yaptığın işlerden suçlu olduğu şey ne olursa olsun kendisine
bağışlanacaktır"[32]
Türkiye’de de böyle bir kurban geleneğinin olduğu uygulanan anketten ile
tespit edilmiştir. Ankete katılan 281 denekten 100'ü keffaret kurbanı kestiğini
ifade etmiştir. (1999 yılı itibarı ile)
Psikolojik
açıdan keffaret kurbanı ile suçluluk duyguları arasında bir ilişki kurulabilir.
Suçluluk duygusu, insan psişesinin önemli iki kavramı olan "ben" ile
"ideal ben" arasındaki uyumun bozulmasından doğan bir durumdur.
Suçluluk duygusu evrensel ve insani bir olaydır. Böyle bir durumda kişi işlenen
suçu itiraf etmekle (günah çıkarma) manevi olarak rahatlar.[33]
Fakat kişi sadece itirafla da yetinmez günahın etkisini gidermek için onanma da
yönelir.[34]
Suçluluk duygusunu daha geniş çerçeve içerisinde ele alırsak Tanrının
üstünlüğünü kabul eden kişi O'na karşı olan borcunu ödeyemez durumdadır. O
tanrıdır ve kişi O'nu yüceltme görevini asla tam olarak yerine
getiremeyecektir. Bu durumda da kaçınılmaz olarak suçlu olma şuuru ortaya
çıkacaktır. İşte din bu borcu, diğer ibadetler arasında kurbanın sembolik
hareketi ile ifade etmektedir.[35]
Dolayısıyla keffaret kurbanı bu anlamda bir onarımın sonucudur.
Bütün bu farklı sebep ve amaçların hepsinin ötesinde, kurbanın dayandığı
temel, gerçekte bir tektir, bu, Yaratana yakınlaşmak ve onun rızasını kazanmak
arzusudur.
Kurban ibadeti hakkındaki mitolojik anlatımlara geçmeden önce mitolojinin
bilimler içindeki yerine ve önemine kısaca değinmek gerekir.
Mitolojiler, yani efsaneler insanın aşkın gerçeğini aşkın bir alanda
yeniden kurarlar. Onlar ait olduğu halkın, ekonomik, sosyal ve psikolojik
gerçekliğini yansıtmakla kalmaz, varlık içindeki birliğin duygusal sezisini de
yansıtırlar. Efsaneler yine insanoğlunun çocukluğu, kendinden sonraki
ideolojilerin, dinlerin vb. ilk örnekleridir.[36]
Mitolojiler saf düşünce ve duyguların anlatımı olduğu için, verdiği
bilgiler sadece olayların anlatımı şeklinde değil, duygu yükünü de beraberinde
taşımaktadır. Bundan dolayı mitolojik bir anlatım, bilimler için önemli bir kaynak
durumundadır.
Mitolojik bilgi hakkındaki bu kısa girişten sonra kurbanın çeşitli
mitolojilerde nasıl yer aldığıyla ilgili birkaç örnek vererek konumuzu
derinleştirelim.
İskandinav mitolojisinde kurbanla ilgili şöyle bir anlatıma rastlarız: Tanrı Votan
harflerin sırrını çözmek için bir kurban adaması gerektiğine karar vermiş,
ancak Tanrıların en büyüğü kendisi olduğundan bu kurbanı kendisine adaması
gerekiyormuş, bu yüzden kendisini, kendisine adak olarak bir ağaca asmış, dokuz
gün dayandıktan sonra ip kopmuş ve ölmekten kurtulmuş, asılı kaldığı sürede
harflerin sırrını öğrenmiş.[37]
Bu anlatımda İskandinav düşüncesindeki tanrı anlayışı ve kurbanlık seçimi
dikkatimizi çeker. Kendisinin en büyük tanrı olduğunu düşünen Votan,
ölümlü bir insandır.
Yüce bir tanrıya kurban sunan, hem kendisine hem de sunduğu tanrısına yaraşır
kurban seçmelidir. Yine bu mitolojide de “ben veriyorum, sen de ver”
mantığı hâkimdir. Tanrıya (yani kendine) verilen kurban karşılığı, Votan
harflerin sırrını
öğrenmiştir.
Yunan
mitolojisinde ise kurban, çeşitli anlatımlarla işlenmiştir. Bir anlatımda
kurban inanışını eleştiren Aristófanes oyunlarında
bu törenleri gülünç bir şekilde alaya almıştır. “Kuşlar” adlı yapıtında,
Peithetairos bulutların içinde bir şehir kurar, böylece kurbanlardan çıkan
dumanın tanrılara ulaşmasını engeller. Tanrılar açlıktan ölecek duruma gelince
yeni kurulan cumhuriyetle anlaşmak için elçiler gönderirler.[38]
Bu mitolojik örnekler de ortaya koyuyor ki çeşitli toplumların kurban
inanışları birbirlerinden da çok farklı değildir. Burada yakılan kurbanlardan
bahsedilmektedir. Yakılan kurbanlar sunulması Musevilik dinine kadar birçok
dinde kurban verme şekli olarak karşımıza çıkar. Kurbanın yakılmasıyla gökte
olduğu düşünülen tanrıya kurbanlardan çıkan dumanın ulaşması ve onunla da
tanrıların beslendiği düşüncesi, ilkel olsun gelişmiş olsun birçok dindeki
ortak inanıştır.
Yunan Mitolojisine göre, Venüs bayramında halk Aşk tanrıçası için kurbanlar
keser, her yerde şenlikler yapar, şölenler verirler, sevgililer Venüs’e yalvarırlardı.[39]
Yunan mitolojisinde yer alan “altın post” öyküsü kurbanın kaynak ve
sebeplerine de ışık tutmaktadır.
Bu öyküye göre, karısı Nephele’den bıkan Yunan kralı Athamas ikinci defa
evlenir. Nephele kralın yeni karısı Ino’nun kendisi ve çocukları Helle ve
Phriksos’a kötülük yapacağından korkar. Ino, Phriksos’u öldürmek ve kralın
ölümünden sonra kendi oğlunu tahta geçirmek ister. Ino, o yılın bütün tohumluk
mısırlarını ele geçirip hepsini kurutur. Tahıl alınamayınca ülkede kıtlık baş
gösterir. Kral, tapmağa bir haberci gönderip ne yapılması gerektiğini sorar.
Ino haberciyi kandırıp cevabı değiştirtir ve Phriksos kurban edilmezse kıtlığın
önlenemeyeceğini söyletir. Halk kralın üzerine baskı yapınca, kral oğlunu
kurban etme kararı alır, onu tapınağa gönderir. Bu sırada gökten altın postlu
bir koç iner. Phriksos ile kız kardeşi Helle’yi kaçırır. Helle’yi bugünkü
Çanakkale Boğazı üzerinde düşürür ve Helle boğularak ölür. Phriksos’u ise
Karadeniz’deki Kolkhis iline götürür. Kolkhisliler Phriksos5a
yakınlık gösterirler hatta kral Aites, kızlarından birini onunla evlendirir,
Phriksos da altın postlu koçu Zeus’a kurban eder ve postunu da kral Aites’e
sunar.[40]
Burada
“koç” teması dikkatimizi çeker. Bu öyküde de Hz. İbrahim
efsanesinde olduğu gibi kişiye bedel olarak, onu kurtarmak için gökten bir koç
inmiştir. Bu benzerlik bize Birant Esinoğlu’nun şu değerlendirmesini
çağrıştırıyor, “...mitolojiler başka başka konuları anlatıyor görünseler
de birbirinden kopuk olmayan tarihsel gerçekliktir. Çünkü insanlık ister kabileler,
aşiretler, uygarlıklar, isterse uluslar şeklinde parçalanmış olsun asla gerçek
bir bölünmüşlük içinde değildir”.[41]
Yunan mitolojisinde kurban ile ilgili bilgiler yalnızca bunlarla sınırlı
kalmamaktadır. Başka bir mitolojide de tanrıların kurban olarak bir varlığı
istemelerinden ve kurban etme yerine getirilmediğinde toplumu veya suçlu
kişileri cezalandırdıklarından bahseden şu anlatımı bulmaktayız. Minotauros yan
insan, yarı boğa bir yaratıktır. Minotauros5u Minos’un karısı
Pasiphae doğurmuştur. Poseidon, Minos’a kendine kurban edilmesi için bir boğa
verir. Minos, bu boğaya acır, ve onu bir türlü öldüremez. Buna çok kızan deniz
tanrısı, Minos’un karısını boğaya aşık eder. Bu aşkın sonunda da Minotauros
doğar.”[42]
Kurban, Yunan efsanelerine bu şekilde konu olurken, İlahi kitaplarda da
mitolojik bir anlam kazanmıştır. Museviliğin kutsal kitabı Tevrat’ta Hz.
İbrahim’in oğlu İshak’ı kurban etme girişimi bu şekilde bir örnektir.[43]
İslam dünyasında da kurban ile ilgili birçok mitolojiye rastlanmaktadır.
Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek isteyişi hadisesi, halk tarafından
abartılarak mitolojik bir anlatım kazanmıştır. Buna göre; Hz. İbrahim oğlu
İsmail’i kurban etmek için götürmüş O’nun gözlerini bağlamış o çok keskin
bıçağı İsmail’in boğazına sürmüş fakat bıçak kesmemiş, bir taşa sürmüş taş
ikiye ayrılmış, ikinci defa İsmail’in boğazına sürmüş yine kesmemiş ve yine bir
taşa sürmüş yine taş ikiye ayrılmış üçüncü denemesinden sonra gökten Allah
Teâlâ tarafından bir melek ile bir koç indirilmiştir. Bu anlatım, Kuran’da Hz.
İbrahim kıssasında geçerken, yukarıdaki abartılı şekliyle halka mâl olmuştur.
Yine Tevrat ve Kuran’da Hz. Adem’in oğulları arasındaki kurban verme
hadisesi anlatılmaktadır. Bu konuya kısa da olsa “Kurban Çeşitleri” konusunda
değinmiştik.
İslami literatürdeki anlatım bunlarla kalmamaktadır. Peygamberimizin dedesi
Abdülmüttalib, çok eskiden kaybolan zemzem kuyusunu bulmak ister. Kureyşliler
Abdülmüttalib’e yardım etmeyince, O’da Allah Teâlâ’dan kendisine zemzem
kuyusunu bulmakta yardım edecek on çocuk ister. Eğer bu dileği kabul edilir de
zemzem kuyusunu bulursa oğullarından birini Kâbe’de kurban etmeyi adar. 30 yıl
sonra bu arzusu yerine gelir. Akdini çocuklarına anlatır. Aralarında kura
çekilir. Kura Hz. Muhammed’in babası Abdullah’a çıkar. Babası onu kurban etmeye
götürürken Kureyşliler “sen bunu yaparsan herkes yapmaya kalkar, insan nesli
tükenir” diyerek engel olurlar. O da, Şam’da büyük bir kadın kahine başvurur.
Kahin ona bir kişinin diyetinin kaç deve olduğunu sorar. Abdülmüttalib “on
deve” olduğunu söyler ve kahin ona memleketine geri dönmesini ve çocuk ile
develer arasında kura çekmesini eğer kura çocuğa çıkarsa develerin sayısını
onar, onar artırmasını ne zaman ki kura develere çıkarsa tanrının hoşnutluğunu
kazanmak için o develeri kurban etmesini söyler. Yüz deveye kadar kura
Abdullah’a çıkar. Sonuçta develere çıkan kurayı üç defa tekrarlar, her üçünde
de develere çıkınca gönül ferahlığı içinde yüz deveyi Kabe’de kurban eder.[44]
Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme “iki kurbanlığın oğlu”
diye hitap edilir. Bunun sebebi Peygamberimize sorulduğunda birincisinin,
dedesinin babasını kurban etme isteği, İkincisinin ise Hz. İsmail’in kurban
edilmesi isteği olduğunu söyler.[45]
İlkellerin ibadet hayatında dua ve kurbanın önemli bir yeri vardır. Hatta
duaları içerisinde dahi, kurban ibadeti hatırlanır. “Ey beni dünyada bırakan
şey kurban sunmaya geliyorum sana”[46] bu
ifadede de görüldüğü gibi, kurban ilkel dinlerde en başta yer alan bir ibadet
şeklidir.
İlkellerde kurban aşkın olan varlıklarla barışıklığı sağlama ve
verdiklerine şükranlarını belirtmek ve bir şeyi istemek için zemin hazırlamak
gibi sebeplerle sunulur. Amaçlarına göre kurban dört gurupta toplanır:
1) İstenilen bir şeyi elde etmek için,
2) Elde edilen şeye teşekkür etmek için,
3) Bir günah veya kusurun affını dilemek için,
4) İlk ürün ilk av (hak kurbanları) tanrının olduğu düşünüldüğü içindir.[47]
Tanrılara kurban sunmak basit değil, çok karmaşık ve coşkulu bir eylem
olarak karşımıza çıkar. İlkellerde kurban aynı ilahi dinlerde olduğu gibi yılın
belli zamanlarında[48]
ve büyük şölenlerle sunulurdu.[49]
İlkel insanlar, kurban ibadetini öyle ilkelerle çerçevelemişlerdir ki, bu
görünüm oldukça ritüel bir ibadet olduğunu ortaya koymaktadır. Kurban edilecek
hayvanların renkleri, kurban sunulan tanrıya göre değişmektedir.
Mesela, gökyüzü tanrısı için beyaz ve kırmızı renkli hayvanlar kurban
edilirdi.[50]
Sadece kurban edilen hayvanın rengi değil ilkellerde kurban etinin tanrıya
sunuluşu da belirli kurallara bağlıdır. Tanrılarını beslemek düşüncesinden
dolayı kurbanlar belirli sunaklarda kesilip gök tanrı için etler yüksekçe bir
yerde sunulurken, yer tanrı için toprağın üstü veya içi yağlanırdı. Deniz
tanrısı için de, denize sunulurdu.[51]
Burada ilkellerin tanrı düşüncesi dikkatimizi çekmektedir. Zaten ilkel
insanlar tanrı tasarımına kendilerini gözlemleyerek gitmişler, insancıl olan
hareket, davranış ve istekleri abartarak bir tanrı tasarımına ulaşmışlardır.
Buna. “antropomorfik”[52]
tanrı anlayışı denir.[53]
Bugün antropomorfik tanrı anlayışının daha çok 7-9 yaşları arasındaki çocuk
düşüncesinde görüldüğü yapılan çalışmalarda da ortaya koyulmuştur [54]
Soyut olan varlıkların kavranabilmesinin zihin gelişimi ile alakalı gören
Piaget zihinsel süreçleri dönemlere ayırarak incelemiştir.[55] Bu
dönemlerden biri olan ‘‘somut işlem dönemi” çocukların antropomorfist tanrı
anlayışına ulaştıkları dönemi kapsamaktadır.
İnsanın zihin gelişimi ve tanrı tasarımı üzerine yapılan bu çalışmaların da
ortaya koyduğu gibi, antropomorfist tanrı anlayışı gelişmemiş zihinsel
süreçlerin bir sonucudur.
İslamiyet’e gelince; bilindiği gibi İslam Dinine göre bir kişinin dini
sorumluluğu ergenlik dönemi ile başlar. Bu dönem kişinin soyut olan Allah
Teâlâ’yı kavrayabildiği ve çeşitli benzetmelerden kurtulabildiği evredir.
“İlkel insanlardaki kurban” ibadeti konumuza son vermeden şunları da ilave
edelim. İlkel insanlarda da kurban kanlı ve kansız olmak üzere ikiye
ayrılmaktadır. Hatta ilkellerin çoğunda “süt” “kan” ile eşitlenmiştir.[56]
Daha önceki bölümlerde bununla ilgili örnekler vermiştik.
Orta Amerika yerlilerinden olan bu topluluk, Honduras, Guatemala ve Yucatan
bölgesinde[57]yaşarlardı.
Mayaların dininde aktif ve pasif olmak üzere iki türlü tanrı bulunurdu.[58]
Tanrılar arasında özellikle Güneş, Yağmur, Toprak, Buğday, Ölüm ve Yeraltı
tanrıları sayılabilir.[59]
Mayalar genellikle Tanrılarına, hindi, köpek, meyve, çiçek gibi şeyleri kurban ederlerdi.[60]
Mayalar kudretlerini arttırması dileğiyle Güneş’e de çeşitli kurbanlar
sunarlardı.[61]
Maya dininde insan kurbanlarına da rastlanmaktadır. Özellikle, düşmanın
gözünü korkutmak düşüncesinden kaynaklandığı düşünülen esir kurban etme
pratiğinin on ikinci yüzyılda başladığı düşünülmektedir.[62] Ayrıca
Mayalar, kuraklık dönemlerinde[63]
kutsal sayılan volkanik bir kuyuya ziynetleriyle beraber ' genç kızları ve
delikanlıları atarak kurban ederlerdi. Yine bazı Mayalı kadınlar aşk tanrıçası
için kendilerini kurban ederlerdi.[64] Her ne
kadar olursa olsun, Mayalar ibadetlerinde Aztekler kadar kan dökmemişlerdir.
Diğer Orta Amerika dinlerinde olduğu gibi Aztek dininde de çok sayıda tanrı
vardır. Bu tanrılar doğanın değişik güçlerini temsil ederler.[65]
Aztek tanrılarından olan Te - Katli - Poka güneş hareketini temsil eden çok
yüksek ve zalim bir tanrıdır. Güneş ilahı kabartmalarında bu tanrı, insan
kalplerini yutmak için ağzını açmış bir şekilde tasvir edilmişti.[66]
Aztekler her yıl sık sık dinsel törenler düzenlerlerdi.[67]
Azteklerde ibadetlerin büyük bir kısmı, züht ve takvadan meydana gelmekteyse de
ibadetlerinin en önemli kısmını insan kurbanları oluşturmaktadır.[68]
Aztekler kurban ritüelini yerine getirirken tüyler ürpertici yöntemler
kullanırlardı. Daha çok esirler arasından seçtikleri kurbanlarının kalplerini
siyah, saydam bir taştan yapılmış çok keskin bir bıçakla çıkarırlardı.[69]
Çıkarılan kalp güneşe sunulurdu. Aztek inancına göre bu şekilde sunulan kalpler
tanrılara güç verirdi.[70]
Rahipler bazen sunulan kurbanın etini yerlerdi.[71] Yine
Aztek inancına göre kurban yerlilerden olmalıdır.[72] Bunun
yanısıra savaş tanrısı için de esirler kurban edilirdi.[73] Özellikle
Aztekler kazandıkları savaşta savaşın en cesaretli esirini kurban edilmek üzere
bir yerde saklarlardı.[74]
XX. asırda yaşayan prens “Nezaka - Alko - Yotl” kainatı yarattığı
kabul edilen, görülmeyen yüce bir güç olan tanrı için mabet yaptırmış ve insan
kurbanlarını da yasaklamıştır.[75]
Bu yenilikle Aztekliler için ilahi dine benzer bir dini hayata geçtikleri
düşünülebilir.
Aztekliler, insan kurbanlarını tanrıyı beslemek ve onun da yeryüzüne
bereket dağıtması için verirlerdi. Özellikle kurbanlığın derisi yüzülür, bir
kişi onu giyer ve kanlarını akıtarak insanlar arasında dolaşırdı.
Ölen kurbanlığın etinin yenmesi ise, Tanrının yenmesi anlamında
düşünülürdü. Adanan kurban tanrı etini simgelerdi.[76] Bu yönüyle
Hıristiyanlıktaki ekmek şarap ayinine de benzemektedir.[77]
Peru’nun And dağları bölgesinde kurulmuş olan Keçua İmparatorluğunun
hükümdarlarının, (bu hükümdarlara “İnka” denirdi), kurmuş oldukları
imparatorluktur [78]
İnkalarda Azteklerde olduğu kadar olmasa da yine insan kurbanlarına
rastlanmaktadır. İnkalar da Mayalar gibi tanrılarına yiyecek ve içecek gibi
şeyler sunarlardı.[79]
İnka ve Maya dinleri arasında ortak inanışlar vardır. Her iki topluluk da
Güneşi kutsal kabul ederlerdi. İnkalar sunmuş oldukları kurbanları
tanrılarından Güneş Virakoşa’ya takdim ederlerdi.[80]
Daha çok Tanrılarına evcil hayvanlar sunan İnkalarda kurban merasimini
rahipler yönetirlerdi. İnsan kurbanlarına çok fazla rastlanmasa da, krallar
tahta çıktıklarında insan kurban ederlerdi.[81]
Eski Mısır dininde kurban ibadetinin önemli bir yeri vardır. Eski Mısır’da
kanlı kurbanlar yanında kansız kurbanlara da rastlanmaktadır.[82]
Cansız kurban olarak tuzsuz ekmek sunulurdu.[83] Kanlı
kurbanlar arasında da insan kurbanlarına rastlanır. Genelde insanlar, mahsulün
yeniden bitmesi için * bitki
tanrılarına sunulurdu.
Eski Mısırlıların dininde kurban verme sebepleri diğer dinlerden çok farklı
değildir. Bunlardan birisi; Tanrıların doyurulması amacına yöneliktir.
Özellikle İsis adlı en büyük tanrı için önce oruç tutulup dua edilir
sonra da bir inek kesilirdi.[84]
Mısır kültüründe ekinlerin tekrar bitmesi için insanlar kurban edilirdi. Bu
kurbanların renkleri ile, ürün arasında bir ilişki kurulur ve bundan dolayı
ekinin sarı renkli olması için sarışın insanlar kurban olarak seçilirdi.[85]
Yine insan kurbanları arasında Nil’e verilen kurbanlar vardır. Eski
Mısırlılarda aristokrat babalar, kendilerini, ilahlara yakınlaştıracağı
düşüncesiyle kızlarım büyük bir ilah kabul edilen Nil’e atarlardı.[86]
Bu adet Hz. Ömer tarafından kaldırılmıştır.[87]
Sümerlerde de kurban ibadeti önemli bir yere sahiptir. Kurban törenleri
oldukça ihtişamlı ve süslü mabetlerde gerçekleştirilirdi.[88]
Sümerlerde dinsel ritüeller, Tanrıları yatıştırma, büyülü sözlerle aralarında
bağ kurma, kurbanlar verme ve diğer ibadetlerden oluşmaktaydı. Bununla beraber
Sümerlerde kurbanlar, tanrıların besini olarak kabul ediliyordu. Kurban edilen
hayvanların etleri ateşte kızartılıp veya tencerede pişirilip yenilirdi.[89]
Sümerler kurban edilecek hayvanının cinsi ve rengine önem vermezlerdi. Onlar
için önemli olan kanın akmasıydı.[90]
f.
Hititlerde Kurban
Hititler ile ilgili bilgiler Boğazköy kazılarından elde edilen tabletlere
dayanmaktadır. Burada aktarılan bilgiler arasında kurbana ve uygulanmasına
ilişkin birçok açıklamaya rastlanmaktadır.
Hititlerde kurban ibadeti, yine diğer bazı dinlerde olduğu gibi
antropomorfist tanrı anlayışı ile yakın alakalıdır. Hititler kurbanı, tanrılara
muhtaç oldukları yiyecek ve içecekleri O’na sunmak olarak görürlerdi. Bunun
sonucunda da tanrıdan uzun ömür, sağlık ve refah, savaşlarında zafer
dilerlerdi.[91]
Ayrıca keffaret, gönül alma, şükran vb. sebeplerden dolayı da kurban
keserlerdi.[92]
Hititlerde genellikle kurban olarak; öküz, koyun ve keçi verilir. Çok nadir
olarak da pis kabul ettikleri köpek ve domuz kurbanlarına da rastlanır.
Hititlerde “ilkin kurbanı” kuralı da çok katı olarak uygulanmaktadır.
Ülkenin ilk meyvelerinin, bir yaşındaki hayvanların sunulmasıyla, Tanrıların
yatışacağına ve insanlara lütuflarının artacağına inanılırdı.
Hititlerde kurban sunma, İslâmiyet'te olduğu gibi kesmek ve kanın
akıtılması suretiyle gerçekleştirilirdi. Zira Hititlerde de kanın akıtılması
önemliydi ve bu yüzden bir içeceği sunmak da Hititlerde aynı ifade ile
anlatılırdı.
Yunanlılar Hind-i Avrupai bir millet olup, Asi soydan gelirler. Bu sebeple
Yunan dininde hem Hint dinlerinin hem de eski Avrupa dinlerinin etkisi görülür.
Eski Yunanlılar tanrıları, insanlığın en üst mertebesine ulaşmış insan sureti
olarak görürler. Tanrıların da göğe ulaştığı düşünülen Olimpus dağı üstünde
oturduklarına inanırlar.[93]
Yunanlıların efsanelerine kadar işlemiş olan kurban uygulamaları, Yunan
dini içerisinde oldukça önemli bir yere sahiptir. Bu uygulamalar sıradan
sungular şeklinde olmayıp, en ince detayına kadar belirlenmiş oldukça kesin
olan ritüellerdir. Bunu sunulacak kurbanın takdim şekli ve merasim şartlarının
sunaklara yazılı olmasından da anlamak mümkündür.[94]
Eski Yunanda tanrılar erkek ve dişi olarak ayrılır ve erkek tanrılar için
erkek, dişi tanrılar için de dişi kurbanlar takdim edilirdi.[95]
Kurban edilecek hayvanlar evcil hayvanlardan, yabani hayvanlara, kuşlardan
balıklara kadar çeşitliydi.[96]
Fakat bazı tanrılar için özel kurbanlar sunulurdu. Bunlar “Gök Tanrıları”
için beyaz, “Yer altı ve Deniz Tanrıları” için siyah, “Ateş
Tanrıları” için de kızıl renkli hayvanlar seçilirdi.[97] Bunun
dışında yine Yunanlılarda ilahi kudrete sahip bir boğanın kurban edilmesi
geleneği vardı. Bu kurbanın kudretinin insana geçeceğine inanılırdı.[98]
Domuz eski Yunanlılarda yenilen bir hayvan olduğundan kurban da edilirdi.[99]
Kurbanlıklar diğer kültürlerde olduğu gibi, sakat olmayan, en iyi ve
kusursuz olan hayvanlardan seçilirdi.[100] Kurban
sunacak olan kişiye gelince o da bazı kurallara uygun olarak bu sunguyu
gerçekleştirirdi. Kurban sunacak kişi yıkanarak arınır[101], başına
çelenk geçirilirdi.[102]
Kurban edilecek hayvanın alın kılları kesilir, sunakta yakılır ve üzerine şarap
ile arpa saçılırdı.[103]
Rahipler kurban törenlerine başkanlık eder, kutsanan hayvanı keser veya
yakarlardı.[104]
Kurban ritüeli eski Yunanda, iki gurupta incelenebilir. Bunlardan birisi,
etlerin tamamının tanrılara sunulduğu ritüeller, diğeri ise etlerden bir
kısmının tanrılara sunulduğu diğer kısmının törene katılanlar tarafından
yenildiği ritüeli erdir.[105]
Eski Yunanlılarda insan kurbanları izlerine de rastlanmaktadır. Agamemnon,
kızı İphygenie’yi mabude
Diana’ya kurban etmişti.[106]
Eski Yunanlılarda yakarma, şükran ve arınma kurbanları yaygındır.[107]
Bunun yanında ilahları hoşnut etmek, onların şefkat ve merhametini kazanmak
için açlık, kıtlık, üzüntü verici olaylar ve veba salgını olduğu zamanlar
aristokrat ailelerin fertleri arasından seçilen kurbanlar sunulurdu.[108]
Romalılarda Tanrının hoşnutluğunu kazanmak amacıyla kurban sunulurdu.[109]
Sunulan bu kurbanlar ikiye ayrılarak incelenebilir. Birincisi özel tapınımlarda
sunulan kurbanlardır ki bunlar bal, süt, şarap, çörek gibi kansız kurbanlardır.
İkincisi ise devlet tapınmalarında sunulan kurbanlardır ki bunlar, sığır,
koyun, domuz ve keçilerle gerçekleştirilen kanlı kurbanlardır.[110]
Romalılarda da kurban belirli kurallar çerçevesinde sunulurdu. Kurban
edilecek hayvanların sayısı, cinsi ve rengi ayrıntılı olarak belirlenmişti.[111]
Kurbanların beyaz olanları seçildiği gibi Venüs Tanrıçasına de güvercin kurban
edilirdi.[112]
Kurbanların sunulma şekilleri diğer dinlere göre farklılık arzederdi.
Kurbanlık hayvanın başına tuzlu un serpilir ve kafasına yalnız bir balta
darbesi indirilerek kurban edilirdi. Bu sırada dua okunurdu. Dua, Jüpiter’in
evine dönük vaziyette ve ayakta okunur, bu esnada bir kelimenin bile yanlış
telaffuz edilmemesine dikkat edilirdi. Çünkü bir kelimenin bile yanlış okunması
durumunda kurbanın boşa gideceğine inanılırdı.[113]
Farklı kaynaklar, kurban uygulamasının farklı ayrıntılarını aktarmaktadır.
Hançerlioğlu, kurbanın kesilirken “favete linguis”[114] diye
bağırılarak kurbanın kötü etkilerden korunduğuna ve bu arada da flüt
çalındığına değinmiştir.[115]
Kurban etinin değerlendirilmesi konusunda da farklı bilgilere
rastlanmaktadır. Gürbüz Erginer, Romalılarda kurban etinin Yunanlılarda olduğu
gibi birlikte yeme âdetinin bulunmadığını kaydederken[116] Tahsin
Feyizli Romalılarda da Eski Yunanlılarda olduğu gibi kurban eti üzerine şarap
dökerek yeme âdetinin bulunduğunu kaydetmektedir.[117] Bunun
dışında kurban etinden Tanrı için ayrılan karaciğer, akciğer, yürek gibi
bölümler sunak üzerinde yakılırdı.[118]
Romalılarda da insan kurbanlarının varlığına rastlanmaktadır. Milattan
önceki zamanlarda âdet halinde bulunan böyle bir gelenek M.Ö. 97 senesinde Roma
ihtiyar heyetinin çıkarmış olduğu bir kanunla yasaklanmış fakat tam olarak
ortadan kaldırılamamıştır. Daha sonra bu konudaki cezaları artıran ikinci bir
kanunla bu adet ortadan kaldırılmıştır.[119]
Ramaklarda ilkin kurban edilmesi geleneğine de rastlanmaktadır. Romalılar,
tarla ve bahçelerden toplanan ürünlerin ilkini, özel şekilde yapılmış
mabetlerde kurban olarak sunarlardı.[120] “Ver
sacrum” adı verilen bir geleneğe göre de büyük tehlike zamanlarında insan ve
hayvanların ilkbaharda doğan yavruları kurban edilirdi.[121]
Eski Türklerde tören ve ayinlerin nasıl yapıldığı tam olarak
bilinmemektedir. Bu konudaki bilgiler, sadece destan ve destan kalıntılarının
yorumlanmasından toplanabilmektedir. Bunlara göre şamanist Türklerin ayin ve
törenlerini iki kısma ayırmak mümkündür; belirli vakitlerde yapılması gereken
ayin ve törenler ile tesadüfi olaylar sebebiyle yapılan ayin ve törenler.[122]
Bütün dinlerde ve cemiyetlerde önemli bir yere sahip olan kurbanın, Türk
topluluklarında da mühim bir yeri bulunduğu muhakkaktır. Eröz bu konuda, "Türk
içtimai hayatının hiçbir safhası yoktur ki kurbanla icra edilmesin"[123]
diyerek kurbanın Türklerin ibadet hayatının en ince noktasına kadar nüfuz
ettiğini belirtmektedir.
Türklerde kurban ibadeti incelendiğinde; bazı törenler vardır ki özellikle
ilkbahar ve güz törenleri, coşkulu bir şekilde bir bayram havasında yapılır ve
kurbanlar sunulur.[124]
Buna muhalif, Harun Güngör, Gagauz Türklerinde kurbanın belli bir zamanının
olmadığını belirtmektedir.[125]
Bunun dışında ölenin ölüm yıl dönümünde, yatır ve mezar ziyaretlerinde kanlı ve
kansız kurbanlar sunulurdu ki bu kurbanların da belirli bir zamanı yoktur.[126]
Diğer dinlerde olduğu gibi Türklerde de kurban kanlı ve kansız olmak üzere
ikiye ayrılır.[127]
Kanlı kurban olarak koyun, keçi ve at kurban edilirdi. Kaynaklar eski Türklerin
en büyük kurbanının at olduğunu ortaya koyarken,[128] Murat
Araz, eski Türklerde en makbul kurban hayvanının yak denilen tibet öküzü
olduğunu, bunun kuyruğunun at kuyruğuna benzediğini ancak bu öküzün ele
geçirilmesinin zor olması sebebiyle bunun yerine başka öküz veya at kurban
edildiğini belirtmektedir.[129]
Bunların yanında Türkler için ilginç olan bir bilgi de domuz kurbanıdır. Metin
And, Anadolu’daki oyunları incelemiş ve Türklerin kültürüne ilişkin elde ettiği
bilgilerden Türklerde domuzun da kurbanlık hayvanlar arasında yer aldığı
belirtmiştir.[130]
Bu konuda Murat Araz, her bir topluluğun bir "Ongun"u olduğunu ve bu
Türk topluluklarından birinin de ongununun Tünük (domuz) olduğunu
nakletmektedir. Buna göre de ongunu domuz olan boyun, kış ayı başında Sarı Han
için domuz yavrusu kurban ettiğini nakletmektedir.[131]
Kurban edilecek hayvanlar, Yunan ve Roma dinlerinde olduğu gibi belirli
özellikleri taşımak zorundadır. Mesela Altay Türkleri, Yüce Tanrı Ülgen için
beyaz at kurban ederlerdi.[132]
Yine kurban edilen hayvanların erkekleri makbul sayılırdı.[133] Koyun,
keçi gibi hayvanlardan beyaz tüylü ve siyah başlı olanlar kurban edilirdi.[134]
Türklerin kurbanlarını kesme şekline gelince birçok farklılıklara rastlarız.
Türklerde kurbanlar; bel kırılarak;134 boğularak;[135]
atardamarı sıkılarak;[136]
sunulurdu.
Türklerde önemli unsurlardan biri de dağdır. Kurbanları Tanrıya dağlarda ve
mağaralarda sunarlardı.[137]
Bu dağların bir özelliği de kadın ayağının değmemiş olmasıdır. Bu durum Türk
inancında, kadının kutsallığı bozduğu, kirlettiği fikrinin varlığını
düşündürmektedir. Hatta daha önceleri kurban kestikleri dağa kadın çıktığı için
Tanrılara ibadet ettikleri dağı değiştirmek zorunda kalmışlardır.[138]
Türklerde bu inanışın; kadınlarda var olan bir takım eksikliklerden veya
kirlilikten dolayı olduğu sanılabilir. Kadınların her ay muayyen günlerde hayız
görmesi ve bu zamanlarda kirli olduklarının farzedilmesi, kadınlar için temelde
bir kirliliğin bulunduğu fikrini doğurmuş olabilir. Bu düşünce Türklerde
totemciliğin bir kalıntısı olarak da görülebilir. Bu fikri ilkel toplumlarda
var olan "kan tabusu" inancıyla alakalı olarak değerlendirebiliriz. 139
Yine Türklerde kadınların idik hayvanına dokunmaları kesinlikle yasaktır. [139]
Bu yasak da aynı inanışın bir uzantısı olarak karşımıza çıkar.
Bu görüşe ilahi dinlerde de rastlamak mümkündür. Tevrat’ta kadınların
muayyen günlerinde onlara dokunulmaması, onların değdiği hiçbir şeye el
sürülmemesi emredilmektedir.[140]
Türklerdeki dağ kültü ile Yunan düşüncesindeki dağ kültü arasında bazı
ortak noktalar bulunmaktadır. Yunan mitolojisine göre Olimpus dağı tanrıların
oturduğu dağdır ve kutsaldır. Türklerde de gök tanrı düşüncesi, dağların yüce,
görkemli görünüşü ile özdeşleştirilip, göğe yükselmelerinden dolayı tanrıların
mekânları gibi düşünülmesine sebebiyet vermiş olabilir.
Türkler ilkbahar ve sonbaharda kutsal saydıkları dağa kurbanlarını
götürürlerdi. Bu kurbanlar kam ve Şamanların eşliğinde belirli usullere göre
öldürülürler ve birçok ilahi ve dualar eşliğinde, oldukça törensel bir tarzda
ibadetler yapılırdı. Aslında kurbanlığın tamamının tanrıya yakılarak sunulması
gerekirken bugün* sadece ön kısmı ayrı bir tencerede pişirilirdi, arka kısmı da
başka tencerede kurbanlık harici kesilen hayvanlarla beraber pişirilir ve
oradakilere ikram edilirdi. Pişen ön kısım, yenilen ve artan etler, kemiklerle
beraber ateşte yakılırdı. Bu esnada dumanın çıkışma göre de kam, bazı
kehanetlerde bulunurdu.
"Saçı"da denilen kansız kurbanların Türklerin hayatında önemli
bir yeri vardır. Belirli günlere mahsus büyük törenlerle beraber uygulanan
kansız kurbanlar [141]yanında
çeşitli ziyaret ve türbelere bağlanan iplerden[142] fakir ve
düşkünlere verilen sadakalara (bahşiş)[143]
varıncaya kadar hepsi kansız kurbanlar arasında zikredilebilir.
Bazı şamanistlere göre yıldırım tanrısı vardır. Urenhalar yıldırım
tanrısına süt, ayran saçı ederlerdi. Urenha, Kazak, Kırgız kadınları ilkbaharda
ilk şimşek çaktığı, gök gürlediği gün çadır etrafında süt, ayran, kımız
kaplarını dolaştırıp saçı töreni yaparlardı.[144] Saçı her
kavmin kendi emeği ile kazandığı en kıymetli ve mübarek saydığı nimetlerden
olurdu. Göçebe kavimlerde süt, kımız, yağ; çiftçi kavimlerde buğday, darı,
şarap; tüccar kavimlerde para v.s saçı olarak kullanılırdı.[145]
Bu kansız kurbanlar yanında Türk kültüründe önemli bir yere sahip olan
"ıdhuk'lar vardır. Idhuk; kutlu ve mübarek olan, sahibinin yaptığı bir
adaktan dolayı salını verilen, bırakılan hayvanlara verilen addır.[146]
Gagavuzlarda mal, mülk sahibi olan her kişi kurban için yavru boğalardan en
iyisini ayırır ve sürü ile otlatmazdı, serbest bırakırdı. Seçilmiş hayvanlar
bir kimsenin bağ, bahçe, tarla vb. yerlerine girerlerse oradan kovulmazlar ve
bunlara engel olunmazdı. Çünkü, bu büyük günah sayılırdı. Bunlara hırsızlar ve
canavarlar bile dokunmazdı. Köyde altı yedi ıdhuk toplandığı zaman, bunlara
özel bir bakıcı tutulurdu. Hayvanlar ancak yedi yaşma geldiği zaman
kesilebilirdi. Eğer sahibi bunları satarsa elde ettiği parayı kiliseye
bağışlardı.[147]
Idhuk geleneği Türkler Müslüman olduktan sonra da devam etmiştir.
Idhuk, kansız kurbanlar arasında sayılmasına rağmen daha sonra
kesilmesinden dolayı kanlı kurbanlar arasında düşünülmesi gerekirdi. Fakat
uygulamada bu tür kurbanların bir adağa binaen yapılmasından dolayı adağın
gerçekleşmesiyle beraber boğularak vs. yöntemlerle öldürülürdü. Bu esnada,
kurbanın kanının yere dökülmemesi kansız kurbanlar arasında sayılmasına sebep
olduğu düşünülmektedir.[148]
Harun Güngör, kanın yere dökülmemesini kan tabusuna bağlar.[149]
Idhuk şeklindeki kurban sadece Türklere mahsus bir kurban çeşidi değildir.
Cahiliye dönemi Arapları da bazı hayvanları başıboş bırakırlardı. Bunlara
"şaibe" denirdi.[150]
Türklerde kurban kesme sebepleri oldukça fazladır. Özellikle Türkler
İslam’dan önce birçok ruhlara taparlardı.[151] Bu
ruhları memnun etmek ve onların kötülüklerinden korunmak amacıyla kurban
sunarlardı. Bu kötü ruhlardan biri de "Erlik"tir. Altaylılara göre
güçlü kuvvetli anlamına gelen Erliğe, Uygur-Buda metinlerinde, yer altındaki
karanlık dünyanın hâkimi ve ölüm ruhu olarak "Erklig Yama" denirdi.
Buradan geçmiş olan Erlik Uygurlarda kötü ruhların başkanı olarak
adlandırılmıştır. Uygurlara göre Erlik, insanlara her türlü kötülüğü yapar,
insanlara ve hayvanlara çeşitli hastalıklar bulaştırmak suretiyle onlardan
kurban isterdi. Eğer kurban verilmezse musallat olduğu obaya veya aileye ölüm,
felaket ruhlarını gönderirdi. Öldürdüğü insanların canlarını yer altındaki
karanlık dünyasına çekerek kendisine hizmetçi yapardı. Türkler Erliğe istemeye
istemeye kurban sunarlardı.
Türkler daha bunun gibi dağ ruhlarına[152] ölülerin
arkasından ve doğumlarda[153]
ata ruhlarına kurban verirlerdi. Genel hatlarıyla baktığımızda Türk boylarında
verilen bu kurbanların, öteki dünyada ölenin ya da tanrının hizmetinde olacağı
düşüncesi bulunmaktadır.[154]
Bu sebepten dolayıdır ki kurbanlıklar, kemikleri kırılmadan “kazancı” denilen
uzman kişiler tarafından pişirilirlerdi.[155]
Kemiklerin kırılmamasına özen gösterilmesine bir sebep de Türklerin inancına
göre bu hayvanların tekrar dünyaya geleceğidir. Eğer o hayvanlara eziyet edilirse
tekrar dünyaya geldiğinde bunları kendi cinslerine söyleyip insanları avsız
bırakabilirlerdi.[156]
Ölen Türkün atı kurban edilerek onunla birlikte gömülmekteydi. Bunun sebebi
ise ölen yiğidin öbür dünyada yaya kalmamasıydı.[157] Eski
Türklerde ölüm halinde yas törenleri yapılır, kırlarda ise ölünün bulunduğu
çadırın etrafında süratli atlarla dolaşılır, saçlar kesilir, saç-baş dağıtılır,
yüz kulak bıçakla çizilerek kan akıtılır, ölenin atları kuyrukları kesilerek
kurban edilir, ayrıca yemek verilirdi. Bu törenlere "yoğ" denilirdi.
Diğer ilkel kavimlerde olduğu gibi eski Türklerin kurbanları da bir
karşılık gayesi gütmektedir. Bunu kurban kesimi icrasından sonra Altaya yapılan
şu duadan anlayabiliyoruz: "Bu kurbanım mukaddes ve ulu Altaya ulaşsın,
onun karar vereceği yere (yargı yerine) bağlansın. Güttüğümüz davayı halledecek
mi? Bereket ve refah bize verecek mi? Bu kurbanım her engeli (bûdak'ları)
aşarak ulu ve mukaddes Altaya ulaşsın"[158]
Bu dua içerisinde "güttüğümüz davayı halledecek mi? Bereket ve refah
verecek mi?" ifadeleri kurban ile bir takım beklentiler içersinde
olduklarım, ilkellerde olduğu gibi "ben veriyorum sen de bize daha
fazlasını ver" mantığının güdüldüğünü gözlemleyebiliriz.
Gagauz Türklerinde görülen Hıdrellezde ilkbaharın ilk kuzusunun kurban
edilmesi diğer dinlerde de olduğu gibi "ilkin kurbanı" içerisinde
incelenebilir. Bu kurban türü daha bol ürün almaya matuftur.[159]
Türklerde insan kurbanlarının olduğu iddiasına gelince; bu konuyu birçok
kaynak ele almış, konu ile ilgili örneklerin Türk geleneğinin değil Moğol
geleneğinin bir ürünü olduğunu belirtmişlerdir. Bu konuda diğer bazı
kaynaklarda karşıt bilgilere rastlanmaktadır.[160]
F. ÜÇ BÜYÜK DİNDE KURBAN
a.
Yahudilikte Kurban:
Yahudi dininde kurban ibadeti çok önemli bir yer tutmaktadır. Bu da kutsal kitapları
olan Tevrat'ta kurbandan sıkça bahsedilmesinden dolayıdır. Tevrat'ta kurban
verilmesi birçok bölümde emredilmekte ve kurban ibadetinin icrasında uyulacak
kurallar bütün ayrıntılarıyla belirtilmektedir.
Bu açıdan bakıldığında Tevrat’ta kurbanla ilgili bölümleri incelemek
oldukça geniş yer tutacak ve çalışmamızın sınırları dışına çıkacaktır. Bu
sebeple biz, Yahudilikte kurban bölümünde, diğer dinlerde de ortak olan ve
üzerinde tartışılmış olan konuları ele alacağız.
Tevrat'taki kurban ibadetinin anlaşılabilmesi için ilk önce tanrı
anlayışının kavranması gerekir. Tevrat'ta birbirine zıt iki Tanrı anlayışıyla
karşılaşıyoruz: Bunlardan biri kanlı kurbanlar isteyen, acımasız bir tanrı
anlayışı, İkincisi ise, kanlı kurbanları ikinci plana atarak, insanların iyi
olmalarını isteyen tanrı anlayışıdır.[161]
Yahudilikte kurban, insan kurbanlarından başlayarak[162]kanlı
kurban ritüellerinin en acımasız şekilde uygulandığı dönemden,* vücuttan bir
parçanın kesilmesi ve ekmek takdimelerine, oradan da Allah Teâlâ’nın kurbanlar
istemediği insanların iyi olmalarım istediği tanrı tasarımına doğru bir gidişin
olduğunu görüyoruz.[163]
Mircea Eliade, Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etme girişimini ele alarak
incelemiş ve o dönemdeki tanrı anlayışını şu şekilde ortaya koymuştur: "Bu
kurbanın neden istendiğini anlamaz; yine de bunu yerine getirir, çünkü Tanrı
böyle istemiştir."[164]
Eliade burada hiçbir dayanak ortaya koymadan emreden, isteyen bir tanrı
anlayışının varlığının altını çizmektedir.
Değişen tanrı anlayışının bir başka örneği de "Fısıh bayramı"dır.
İsrail eskiden Fısıh bayramında kuzu kurban ederken, Kenan'a yerleştikten sonra
"Hamursuz" yapmaya başladılar. Bu da onların buğday mahsulü almaya
başladıklarının bir göstergesidir.[165] Bu durum
kurbanların, toplumun uğraşı alanıyla ilgili olup o toplumun ürettiği ürünleri
hedef aldığı fikrini açıkça destekleyen bir izahtır.
Yukarıda çok acımasız tanrı tasavvurundan, daha az kan isteyen tanrı
tasarımına doğru bir gidişin olduğundan bahsetmiştik. İlk doğan çocuklara
varıncaya kadar acımasızca kan peşinde koşan tanrıya daha sonraları insan
kurban etmek yerine insandan bir parçanın kurban edilmesine geçilmiştir. İnsana
bedel olarak onun erkeklik organı tamamen kesilmiş[166] daha
sonraları bu da yumuşatılarak yalnızca derisinin kesilmesi şeklinde icra edilmeye
başlanmıştır.[167]
Musevilerde çocukların sekiz yaşında sünnet edilmesi, Tevrat'taki emre göre ilk
doğan çocukların doğumunun sekizinci günü kurban olarak verilmesinin bir
temsilidir.[168]
Bu açıdan sünnete, ilkel insanlardan Hz. İbrahim dönemine kadar süregelen
"insan kurbanının" günümüze yansıyan insanileştirilmiş şeklidir
denilebilir.
İnsan kurbanlarının yön değiştirmesi hususunda diğer bir yaklaşım da
"besin" merkezlidir. Buna göre, daha hayvanların
evcilleştirilemediği, tarımın olmadığı dönemi yaşayan insanlık, artan nüfusun
etkisiyle zorunlu olarak yamyamlığa başvurmuştur. Birant Esinoğlu bu döneme
Morgan'ın ayırımı olan "aşağı barbarlık" dönemi demektedir. Aşağı
barbarlığın, çocukları dahi kurban etmeye yönelten avcılığa dayalı kıtlık düzeni,
hayvanların evcilleştirilmesi ile bitmiştir. İşte Hz. İbrahim'in oğlunu kurban
etmek isteyişi ve koçun bedel olarak verilmesi, yani insanın yerine hayvanın
kurban edilmesi aşağı barbarlığın sonu ve orta barbarlığın başlangıcı olarak
kabul edilmektedir. Hz. İbrahim için oğlu yerine koç kurban etmesi artık hem
mümkün hem de zorunludur. Arap ataları geçmişin (aşağı barbarlığın) törelerini
efsaneleştirmiş ve evcil hayvanların insan hayatına girişini coşkulu bayramlar
şeklinde kutlayarak nesilden nesil e aktarmışlardır.[169]
Tevrat'taki kurban ile ilgili bölümlere gelince; Kuran-ı Kerim ile oldukça
benzer yönlerinin olduğunu görürüz. İlk İnsan olan Hz. Âdem aleyhisselâm iki
oğlu Habil ve Kabil'in Allah Teâlâ’ya kurban sunmaları ve Habil'in kurbanının
kabul edilip Kabil'in kurbanının kabul edilmemesi, bunun üzerine de Kabil'in
Habil'i öldürmesi kıssası ile. Hz. İbrahim'in oğlunu kurban etmek isteyişi,
Tevrat'ta ve Kuran-ı Kerim’de küçük farklılıklarla işlenmiştir.[170]
Yalnız bu konu oldukça fazla tartışılmıştır. Tartışma konusu Tevrat'ta kurban
edilmek istenen oğulun İshak aleyhisselâm,[171]
Müslümanlar arasında yaygın olan kanaate göre de İsmail aleyhisselâm olmasıdır.
Bu tartışmanın sebebi ise kurbanlığın kutsanacağı ve dolayısıyla onun soyundan
gelenlerin de kutsallaşacağı düşüncesidir.[172]*
Mircea Eliade kurban edilmek istenenin Hz. İshak olduğunu kabul etmektedir.
O'na göre Hz. İshak tanrının oğludur. Çünkü İshak aleyhisselâm Hz. İbrahim ile
Sara'ya doğal bir gebelik sonucu değil, Sara doğurganlık çağını geçtikten sonra
verilmiştir. Bundan dolayı vaat ve inancın çocuğudur. Hz. İshak'm kurban
edilmesiyle tanrının olan, yine tanrıya geri dönecekti.
Mircea Eliade Tevrat bilgilerine dayanarak yaptığı açıklamalarında Hz.
İsmail'den bahsetmemekte, bu tartışmaya girmemektedir. Bu sebeple konuyu da
farklı bir boyutla ele almış ve Hz. İbrahim’in oğlu İshak'ı kurban etmeye
yönelmesinin yeni bir dinsel boyut açtığını ve bu boyutun Musevi, Hıristiyan
anlamında "iman"ı mümkün kıldığını ortaya koymuştur [173]
Kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu benimseyenlerin görüşleri daha fazla ağır
basmaktadır. Kuran-ı Kerim'de Hz. İshak'ın müjdelendiğini belirten ayet Hz.
İbrahim'in kurban hadisesini anlatan ayetten hemen sonra gelmektedir.[174]
Bu da bizde Hz. İshak'ın bu hadiseden sonra dünyaya geldiği fikrini uyandırmaktadır.
Kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu savunan Birant Esinoğlu da farklı bir
yaklaşımla görüşünü desteklemektedir. Buna göre; İbrahim geleneği aşağı
barbarlığın sonu yani anaerkil yaşamın egemen olduğu dönemdir.
"Anahan" olarak kuvvetli bir konumda olan Sara'nın, Hz. İbrahim'i,
cariyesi Hacer'den olan oğlu Hz. İsmail'i kurban etmeye ikna etmesi gerçeğe
daha uygundur. Esinoğlu ayrıca, tarihte "ikinci'lerin kurban edilmesi
geleneğine hiç rastlanmadığını belirterek kurbanlığın Hacer'den olan Hz. İsmail
olduğunu ısrarla dile getirmektedir.[175]
Kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu savunanlardan biri de Tahsin Feyizli'dir.
Feyizli görüşlerini Tevrat'tan aldığı bilgilerle desteklemektedir.[176]
Tevrat’a göre Hz. İbrahim Hz. İsmail ile aynı günde sünnet olmuştur. Sünnet
oldukları zaman Hz. İbrahim 99 yaşında, Hz. İsmail 13 yaşında idi.[177]
Yine Hz. İshak doğduğu zaman İbrahim aleyhisselâm 100 yaşında idi.[178]
buna göre Hz. İsmail 14 yaşındayken Hz. İshak doğmuştur. Ayrıca Tevrat'ın
ifadesine göre Hz. İbrahim oğlunu kurban edeceği esnada "biricik oğluna el
uzatma"[179]
şeklinde Hz. İbrahim uyarılmıştır. Eğer kurban edilmek istenen biricik oğul
ise, bu durumda bu oğul Hz. İsmail'den başkası olamaz.
Müslüman araştırmacılar arasında kurbanlığın Hz. İsmail olduğunu savunanlar
az değildir. Osman Cilacı da kurban edilmek istenenin Hz. İsmail olduğunu
belirtmektedir. Cilacı bu işlemin Mekke civarında olduğu ve Hz. İshak'ın bu
bölgeye gittiğine dair hiçbir rivayete rastlanmadığını nakletmektedir.[180]
Bu bilgilerden sonra Tevrat'ta kurban ile ilgili olan birkaç hükme
değinerek Yahudilikteki kurban ibadetini izah edeceğiz. Tevrat, kurban
konusunda koymuş olduğu hükümlerle, ibadetin şartlarını da oluşturmuştur.
Kurbanların kesileceği günden hangi hayvanların kurban edilebileceğine, kurban
kesen kimsenin vasıflarından kurban etinin nasıl değerlendirileceğine varıncaya
kadar ayrıntılı olarak bilgi vermiştir.[181]
Tevrat'ta Yahova, Yahudilerden yılda üç defa bayram edilmesini
istemektedir. Bu bayramlardan biri "Fısıh bayramı"dır ki, Yahudilerin
Mısır’dan çıkışını sembolize eder. Yedi gün devam eden bu bayramda bir kuzu
kesilir ve yenir. Diğer bir bayram da "ilk mahsul" bayramıdır. Bu
bayram Fısıh bayramının ikinci gününden itibaren elli gün içinde kutlanır.[182]
Bu günde Rabbe yakılan ekmek takdimesi sunulması istenmektedir.[183]
İlk ürün kurbanı olarak sadece ekmek takdim edilmemektedir. Fısıh bayramında
baharın ilk kuzusu kurban edilerek ilkel dinlerden beri süregelen "ilkin
kurbanı" geleneği Musevilikte de devam ettirilmektedir.
Musevilerin diğer bir bayramı da suçluluk ve günahlardan arınma bayramı
olan "Kipur" bayramıdır. Tevrat'ta yedinci ayın onuncu günü kutlanan
bu bayramla ilgili olarak şu bilgi verilmektedir: " Ve Rab Musa’ya
seslenip dedi: Bu yedinci ayın tam onuncu günü keffaret günüdür; sizin için
mukaddes toplantı olacaktır ve canlarınızı alçaltacaksınız ve Rabbe ateşle
yapılan takdime arzedeceksiniz."[184]
Tevrat'ta kurban günlerinin ayrıntılı olarak zikredilmesinin yanında kurban
olarak sunulacak olan hayvanlar da zikredilmektedir. Özellikle kurban olarak
sunulacak hayvanlar sakatlık ve hastalıktan salim olmak zorundadır [185]
Bununla beraber genelde kurban için makbul olan hayvanlar erkek olanlardır.[186]
Etinin yenilebileceği ve dolayısıyla kurban olarak sunulabilecek hayvanlar da
Tevrat'ta ayrıntılı olarak belirtilmektedir.[187]
Musevilerde kuşlardan güvercin de kurbanlıklar arasındadır [188]
Tevrat sadece kurbanlıklar ile ilgili şartlar getirmemiş, aynı zamanda
kurbanı sunan kişi ile ilgili kurallar da koymuştur. Buna göre, kurban sunan
kişinin kötü olmaması, kötü kişilerin sundukları kurbanın mekruh olduğu
Tevrat'ta bildirilmektedir.[189]
Takdimelerin tanrıya sunuluş şekline gelince; Tevrat genelde takdimelerin
yakılmasını emreder.[190]
Takdimelerin yakılmasının amacı Tevrat'ın ifadesi ile " Rabbe hoş
koku" olması içindir.[191]
Bu kokunun tanrıya ulaşması mümkün değildir. O zaman takdimelerin
yakılmasındaki amaç insanları hedeflemektedir. Yakılan kurbanlardan çıkan koku
cahil halka "Allah Teâlâ yakınlığı" fikrini vererek dini
tecrübe yaşatacaktır [192]
Tevrat'taki bilgiler değerlendirildiğinde görüyoruz ki, ilkel dinlerden
beri devam eden "kurban sungusu"nda genel olarak hiçbir değişiklik ve
farklılık yoktur. Çok ayrıntı sayılabilecek yöntem ve şekiller dışında genel
itibariyle kurban sungusu toplumlara göre değişmemektedir. Diğer dinlerde var olan
"ilkin kurbanı", "kanlı ve kansız kurban" geleneği semavi
dinlerin ilki olan Musevilikte de aynen sürdürülmektedir.
Eski Türklerde kurban geleneğinde incelediğimiz ve Arap toplumunda da
varlığını tespit ettiğimiz "ıdhuk" kurbanına benzer bir kurban uygulamasına
Musevilikte de rastlamaktayız. Kansız kurbanlar içerisinde sayabileceğimiz,
"günah yüklü bir tekenin" salınıverilmesi Musevilikte yer alan
inançlardan biridir.
İlahi kitapların İkincisi ve Hıristiyanlık dininin kutsal kitabı olan
İncil, kurban konusunda diğer ilahi kitaplara göre çok farklı bir tutumu
öğütlemektedir. Yalnız, dikkat çeken bir husus da şudur ki; Yahudilikte kurbanı
incelerken, Yahudi düşüncesinde Allah Teâlâ anlayışının değiştiğine
değinilmişti. Öyle ki, yine Yahudi toplumuna gönderilen İncil sanki bu
değişikliği sürdürmeyi amaçlayan bir tutumu destekler tarzdadır. İncil'd e yer
alan, "Ve onu bütün yürekle, bütün anlayışla, bütün kuvvetle sevmek ve
komşuyu kendi gibi sevmek, bütün yakılan takdimelerden ve kurbandan
üstündür"[193]
sözleri Tevrat'a, "Kurbanlarınız çok olmuş, bana ne? Koçlardan yakılan
takdimelere ve kesilen hayvanların yağına doydum; ve boğaların, kuzuların ve
erkeçlerin kanından hoşlanmam,... iyilik etmeyi öğrenin; adaleti arayın,
ezilmiş olanlara doğruluk edin, öksüzün hakkını koruyun, dul kadının davasına
bakın"[194]
ayetleriyle aynı düşünceyi ifade etmektedir.
Bu düşünce çerçevesinde Hıristiyanlarda kurban konusunu ele aldığımızda,
Hıristiyan geleneğinde kanlı kurbanlara rastlanmaz. Genel olarak bakıldığında
Hıristiyanlıkta kurban, "verilen bir söz tutulmadığında günah işlemiş
olmamak için, Allah Teâlâ’ya karşı bir şey yapmaya söz vermek"
şeklinde anlaşılmıştır.[195]
Bu düşünce Pavlus'un Romalılara mektubunda "İmdi ey kardeşler, bedeninizi
diri, mukaddes, Allah Teâlâ’ya kurban olarak takdim etmenizi Allah Teâlâ’nın
rahmetleri için size yalvarırım; ruhani ibadetiniz budur."[196]
şeklindeki sözleriyle tamamlanmaktadır. Bu yaklaşımlar değerlendirildiğinde
Hıristiyanlıktaki kurban anlayışının kan akıtmaktan çok iman sahibi olan
kişilerin bütün ömürlerini Allah Teâlâ’ya hizmet etmeye adamaları yani
kendilerini "kansız kurbanlar" olarak sunmalarını istemektedir. Bu
düşünceyi destekleyen bir başka söz de şudur. "Zira insanoğlu da
kendisine hizmet edilmeye değil, ancak hizmet etmeye ve birçokları için canını
fidye vermek için geldi."[197]
Hıristiyan düşüncesinde Allah Teâlâ’ya sadece bir şekilde tapınılabilir. Bu da
insanın kendini Tanrının ahlak buyruklarına, acılı bir ölümü veya çileli bir
yaşamı gerektirseler bile, bütün benliğiyle adamasıyla olur.[198]
Hıristiyanlıkta kurban, Hz. İsa'nın insanlığın bütün günahına bedel olarak
Allah Teâlâ’ya kendini kurban olarak sunmasıyla ortadan kalkmıştır. Allah Teâlâ
kurbanları ve takdimeleri ve yakılan kurbanları istemediğinden, Hz. İsa Allah
Teâlâ’nın iradesini yerine getirmek için kendisi gitmiştir. İncil, Hz. İsa'nın
kurban oluşunu sabit kılmak için, birinci kurbanın yani, yakılan kurbanların,
kaldırıldığını açıklamaktadır [199]
Buradan da anlıyoruz ki, Hıristiyanlık dininde ele alabileceğimiz tek kurban
Hz. İsa'nın çarmıha gerilmesi ve ondan sonra da, bu geleneğin temsili olarak
ekmek- şarap ayini ile günümüze kadar getirildiği uygulamalardır.
İncil Hz. İsa ve 12 havarisinin "fısıh bayramı" dolayısıyla
beraber yedikleri bir yemekten bahseder. Hz. İsa bu yemekte bir ekmek alıp dua
ettikten sonra şakirtlerine "alın yiyin, bu benim bedenimdir"
demiştir. Bir kase alıp şükrettikten sonra da kaseyi şakirtlerine vererek
"Bundan hepiniz için. Çünkü bu benim kanım, günahların bağışlanması için
birçokları uğrunda dökülen ahdin kanıdır.'' demiştir.[200] Bu
yemeğe "Son Akşam Yemeği" denilmektedir [201]
Hz. İsa'nın bütün insanlığın günahına bedel olarak kurban edilmesi,
İncil'de Pavlus'un Romalılara mektubunda şu şekilde anlatılmaktadır:
"Zira hepsi günah işlediler ve Allah Teâlâ’nın izzetinden mahrum
kaldılar; İsa Mesih'te olan fidye vasıtası ile, onun inayetiyle bedelsiz salih
sayılırlar; Allah Teâlâ’nın sabrında evvelce işlenmiş günahlardan sarfı nazar
dolayısı ile, adaletinin izharı için, yani şimdiki zamanda adaletinin izharı
için, onun kanında, iman vasıtası ile, kefaret olarak Allah Teâlâ onu arzetti,
ta ki kendisi adil olsun ve İsa'ya ibadet edeni salih saysın "[202]
Bu sözler Hz. Âdem’in işlediği suçun insanlara geçmesi ve bu günahı Allah
Teâlâ’nın ortadan kaldırarak adaletini tesis etmek için Hz. İsa'yı insan
suretinde, insanlar arasına gönderip daha sonra çarmıhta kanını akıtmak
suretiyle kurban olarak aldığını izah etmektedir.
Hz. İsa'nın kurbanlık olduğu fikrini benimseyen İncil, onun için
"kuzu" tâbirini kullanmıştır. Hz. Yahya Hz. İsa'yı vaftiz ettikten
sonra ".... İşte dünyanın günahını kaldıran Allah Teâlâ kuzusu! "demiştir.
Cumminion ayini olarak bilinen, Hz. İsa'nın etini temsil eden ekmekle,
kanını temsil eden şarabın yenmesi, "mukaddes kurban" olarak kabul
edilmektedir. Bu ayin şekli Hıristiyanlarda çok önemli olup terkedilmesi mümkün
değildir.[203]
Bu kurban şekli, "kansız kurban" olarak nitelendirilebilir. Bugün
Hıristiyan dünyasında uygulanan tek kurban şekli de budur.
Hıristiyanlıktan önceki dinlerin neredeyse tamamında var olan çeşitli suç
ve günahların örtülmesi için kurban verme şekli Hıristiyanlıkta ortadan
kaldırılmıştır. İncil bu konuda; "Gerçi her kahin günden güne hizmet
ederek ve asla günahları kaldırmayan aynî kurbanları çok defalar takdim
eyleyerek durmaktadır."[204] sözleri
ile, verilen kurbanların, akıtılan kanların günahlara bedel olmayacağını ortaya
koymuştur.
Hıristiyanlıkta kurban kavramlarının altında "günaha keffaret"in
bulunduğunu görmekteyiz. Diğer dinlerde var olduğu şekliyle istek, temenni,
şükür, kurbanlarından çok günah ve günaha keffaret işlenmektedir. Bu açıdan da
onların inançlarında yer alan "asli suçluluk" kavramının
bilinçaltlarım çok fazla etkilediği ve insanları günahkarlık psikolojisine
ittiğini söylemek mümkündür.
İslam literatüründe fıkıh kitaplarından başlayarak ibadet konularını başlık
edinen bütün çalışmalar kurban konusunda ayrıntılı bilgi vermişlerdir. Bu
konuların tamamını burada tekrar ele almamız hem bilgi tekrarı olacak kurban
ile ilgili ayetler ele alınarak İslam’da ve diğer dinlerde benzer yönleri
incelenecektir.
İlahi dinlerin sonuncusu olan İslamiyet’te, kurban konusuna en ince
ayrıntısına kadar değinilmiş, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta olduğu gibi kapalı
ve anlaşılmayan husus bırakılmamıştır.[205]
Kuran-ı Kerim incelendiğinde üç yerde "Kurban" kelimesinin
geçtiğini tespit edebiliriz. Bunlardan biri, Medine'deki Yahudilerin Hz.
Muhammed'e inanmak istememeleri, gökten yıldırım ile kurbanları yakan bir
mucize getirmesini istemeleri üzerine cevaben gelen ayettir.[206]
Diğer bir ayet de Hz. Âdem’in iki oğlunun sunmuş olduğu kurbandan
bahsetmektedir.[207]
Üçüncü ayet ise müşriklerin Allah Teâlâ’dan başka varlıkları, Allah Teâlâ’ya
yakınlık sağlamak için ilah edinmelerinin yanlışlığını belirten ayettir.[208]
Bu son ayette geçen kurban kelimesi müfessirler tarafından "şefaatçi"
anlamında yorumlanmıştır.[209]
Kuranda geçen kurban kelimesi Arapça (k-r-b) kökünden gelen
"yakınlaşmak" manasını da ifade etmektedir. Bu yönüyle düşünüldüğünde
kurbandan kasıt, ilkel dinlerden beri bütün dinlerde var olan "Tanrılara
yakınlaşmak, Onlar'la ortaklık kurmak"tır. Bu konuda Kuran: "Onların
ne etleri, ne de kanları Allah Teâlâ’ya ulaşır; Fakat O'na sadece takvanız
ulaşır..."[210]
buyurmaktadır.
Kuran'da ayrıca (n-h-r) kurban kesmeyi ifade etmektedir. İslamiyet’ten önce
Arapların, develerin boğazlanmasını için kullandıkları (n-h-r) kelimesi,
Kuran'da "Kevser suresinde" geçmekte ve Kurban Bayramında, kurban
kesmeyi ifade etmektedir.[211]
Bunların dışında "mensek" ve "zibh" kelimeleri de kurban anlamına
gelmektedir [212]
Ayrıca Kuran'da altı yerde "hedy" kelimesi kurban manasına
kullanılmıştır.[213]
İslamiyet’te kurban kesmenin gayesine gelince, yukarıda belirttiğimiz
ayetlerin de ortaya koyduğu gibi, Allah Teâlâ’ya yakınlaşmaktır. Bu açıdan
İslamiyet kendinden önceki dinlerdeki gayelerin bir kısmını geçersiz kılmıştır.
Mesela; gazaba gelmiş tanrıları teskin etmek, günahlara keffaret, tanrıların
beslenmesi gibi amaçlar İslamiyet'teki kurban anlayışı ile bağdaşmaz.
Tevrat ile oldukça yakın bilgileri içeren Kuran, kurbanın tarihsel
gelişimini küçük farklılıklarla aynı şekilde anlatmaktadır. Bu anlatım daha
önceki kısımlarda işlendiğinden dolayı burada ele alınmayacaktır. Bunun dışında
yine Tevrat'ta olduğu gibi Kuran da kurbanlık olabilecek hayvanlar ve kesim şekilleri
hakkında bilgileri içermektedir. [214]
İslam dini kaynakları açısından "sünnetin" din içerisinde önemli
bir yeri vardır. Özellikle ibadetler ve diğer birçok konu, Kuran'da
emredildikten sonra sünnet tarafından da ayrıntıları ile açıklanmaktadır. Kurban
ibadeti de aynı durumdadır. Kuran, kurbanın tarihî gelişimine değindikten
sonra; kurbanın Müslümanlar açısından Önemi ve kurbanlık hayvanlar, kurbanın
kesiliş adabı, etinin tasarruf şekli sünnette ayrıntılarıyla izah edilmiştir.[215]
Biz çalışmamızın sınırları açısından sünnete girmeyip Kuran'daki ayetleri izah
ile yetineceğiz.
Kuran, kurbanın kesim yeri hususunda insanları değişik yorumlara itmiştir.
Kuran'daki "Kâbeye ulaşmış bir kurbanlık"[216] ve
"eğer hac ve umreden kalırsanız kolayınıza gelen (kurbanı) gönderin"[217]
ayetlerinden dolayı kaynaklarda, kurbanın aslında Kabeye gönderilmesi
gerektiği, İslamiyet'in gelişmesiyle her Müslüman’ın hediyesini Kabeye
göndermesinin güçleştiği ve artık bulunduğu yerde Allah Teâlâ’ya takdim
edilmeye başlandığı yorumuna rastlanmaktadır.[218]
İslamiyet'te kurban sadece kurban bayramlarına has değildir. Bazı özel
durumlarda da Allah Teâlâ’ya kurbanlar sunulur. Bunlardan biri "akika
kurbanıdır”. Akika, yeni bir çocuk dünyaya geldiğinde, Allah Teâlâ’ya şükür
için kesilen kurbandır. Akika kurbanı bir hadise göre çocuğun doğumundan yedi
gün sonra kesilmelidir.[219]
Yedi günlük bir zaman sınırlaması bize, Tevrat'taki ilk doğan çocukların yedi
gün annelerinin yanında kalıp sekizinci gün Allah Teâlâ’ya kurban edilmesi
emrini hatırlatmaktadır.* Kuran'm Hz. İbrahim’in oğlu İsmail'i kurban
girişiminde Hz. İsmail'e "bedel" olarak koçun indirilmesi
açıklamasında olduğu gibi, ilk çocuğun kurban verilmesinden bedel, bir hayvanın
kurban edildiğini, yani ilkel dinlerden beri uygulanagelen bir geleneğin çehre
değiştirmiş şekli olduğunu düşünebiliriz.
Amaçları farklı olsa da, eski Türklerin kurbanlarını pişirmesi ile akika
kurbanının pişirilmesinde bir benzerliğin olduğunu görüyoruz. Kurban eti
kemikleri kırılmadın pişirilmektedir. Akika kurbanındaki bu uygulamanın amacı,
çocuğun mutluluğu ve sağlığıdır [220]
Kurban bayramı dışında kesilen diğer bir kurban da "nezr" (adak)
kurbanıdır. Nezr kurbanı, bir istek veya arzunun yerine gelmesine bağlı olan
bir kurban şeklidir. Kişi bir işin olması, bir arzusunun gerçekleşmesine bağlı
olarak kurban kesmeyi vaad eder. Eğer bu dileği yerine gelirse kişinin kurban
vaadini yerine getirmesi de vacip olur. Bu kurban, "isteğini yerine
getiren Allah Teâlâ’ya teşekkür” manasında ele alınsa da, yine geriye
döndüğümüzde ilkellerden günümüze kadar bütün dinlerde rastlanan kurban
telakkisi ile benzerlik göstermektedir. Buraya kadar anlatılan dinlerin
neredeyse tamamında kurbanın bir "karşılıklı isteği” ifade ettiğini yani
“ben veriyorum sen de bana ver” düşüncesini taşıdığını belirtmiştik.
İslamiyet'teki adak kurbanı bir yönü ile bunu çağrıştırmaktadır. Fakat bu ilke
biraz değişmiş, "Sen bana istediğimi verirsen ben de sana veririm"
şeklinde karşımıza çıkmaktadır.
İslamiyet'teki kurban anlayışında, kurban kesen ile kurbanlık arasında bir
birlikteliğin (özdeşleşme) olduğu dikkatimizi çeker. Bu özdeşleşme,
Hıristiyanların "kendilerini Allah Teâlâ yoluna, O'nun emrine adayarak
canlı kurban olarak sunmaları" düşüncesini ortaya koymaktadır. Ömer Rıza
Doğrul, İslamiyet’teki kurbanı bu şekilde anladığını şu cümleleri ile izah
etmektedir. "Müslümanlık kurban kesmek bahsi dolayısıyla, Müslümanlara hak
davası uğrunda nasıl fedâkâr olunacağını öğretmiştir."[221] Zaten,
Hz. İbrahim'in oğlunu kurban hadisesi düşünüldüğünde, gayenin, insanı tam bir
teslimiyet ile Allah Teâlâ’ya bağlamak olduğu hükmünü verebiliriz. Bu da,
insanların, hayvanlar vasıtasıyla kendilerini Allah Teâlâ’ya canlı kurbanlar
olarak sunmasıdır.
Kuran, kurban etinin tasarrufu konusunda da bazı ilkeler ortaya koymuştur.
Kuran'daki; "Ta ki kendi menfaatlerine şahit olsunlar; Allah Teâlâ’nın
onlara rızk olarak verdiği hayvanları belli günlerde kurban ederken O’nun adını
ansınlar. Siz de bunlardan yiyin çaresiz kalmış yoksulu doyurun"[222]
emri kurban etinin bir kısmının kesen tarafından yenileceğini, bir kısmının da
fakir fukaraya dağıtılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bugün ferdi olan
kesimlerde bu husustaki hükümlere uyulsa da, Mekke'de hacılar tarafından çölde
kesilen kurbanların etleri, Allah Teâlâ’nın buyruğuna muhalif, İslam düşüncesine
aykırı bir şekilde greyderler ile gömülmektedir. Bu israf İslamiyet’in genel
ilkeleriyle bağdaşmaz.[223]
Her ne kadar kurbanda vacip olan “kan akıtmak” olsa da kurban ibadetinin de,
diğer ibadetlerde olduğu gibi insanlar arasında dayanışmayı ve yardımlaşmayı sağlayan
bir sosyal yönü mevcuttur. Bunu biz ibadetlerin temelinde var olan
"cemaat" kavramında da görmekteyiz.
İlahi dinlerdeki kurban hususunda şunu da belirtmek gerekir. Bugün dünya
coğrafyasının büyük kesiminde yaşanan bu üç büyük ilahi din içerisinde kurban
ibadetinin uygulanışı, sadece İslamiyet’te, emredildiği şekliyle
uygulanmaktadır.
Yahudilikte eskiden kurban ibadetine çok ehemmiyet verilirken bugün, Hz.
Süleyman'ın mabedinde uygulanan kurban ibadeti artık kalkmış durumdadır. Aynı
zamanda kurban ibadetlerini idare eden ruhaniler ve teşkilatları da artık
mevcut değildir. Kudüs dışındaki Yahudilerin kurban kesmelerinden ise hiç
bahsedilmez.[224]
KAYNAKÇA
Yahya
TURAN. (İstanbul 1999). Psikolojik Ve Sosyal Yönleriyle Kurban (Y.Lisans
Tez-073498)-Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din
Bilimleri Ana Bilim Dalı (Din Psikolojisi Bilim Dalı).
KONUYLA İLGİLİ KAYNAKLAR
ACIPAYAMLI, Orhan; “Âdemden Günümüze Kurban”,
PTT: dergisi, 80. sayı, 7/1989
AĞ AKA Y, Mehmet Ali; Türkçe Sözlük, T.D.K. Ankara
1966
AKSEKİ, Ahmet Hamdi; İslam Dini, 12. Baskı,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 1962
Ana Britannica; Gelişim Yayınları, İstanbul 1986
AND, Metin; Oyun ve Bügü, Türk Kültüründe Oyun
Kavramı, İş Bankası Kültür Yayınları: 144,1. Baskı, İstanbul 1974
ARKUN, Nezahat; Şahsiyet Psikolojisi ve Şahsiyetin
Dinamikleri, İ.Ü. Edebiyat Fak. Umumi Psikoloji Kürsüsü, Ders Notları
(Basılmamış eser).
ARSLANTURK, Zeki; Sosyal Bilimciler İçin Araştırma
Metodu ve Teknikleri, M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, No: 103, İstanbul
1995 2. Baskı
BAYMUR, Feriha; Genel Psikoloji, 10. Baskı,
İnkılap Kitabevi, İstanbul 1993
BAYRAK, M. Orhan; Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu,
2. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul
1982
BENEK AY, Yahya; İlk Hacı İlk Kurban,
Kitapçılık Ticaret Ltd. Şti., İstanbul 1966 BERTHOLET, Alfred; Wörterbuch
Der Relegion, Stutgart-1962
CHALLAYE, Felicien; Dinler Tarihi, 2,Basım,
Çev. Semih Tiryakioğlu Varlık Yayınevi, İstanbul 1960
CİLACI, Osman; liDinler Tarihi Açısından
Bir Araştırma: İlahi Dinlerde Kurban ”, Diyanet Dergisi, Eylül-Ekim, Cilt
18, Sayı 15, Ankara 1976
CİLACI, Osman; Dinler ve İnsanlar, Damla
Matbaacılık ve Ticaret, Konya 1990
ÇAĞATAY, Neş'et; İslam Öncesi Arap Tarihi ve
Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi Basımevi, 3. Baskı, 1971, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Yayınları, XCV
DARYAL, Ali Murat: Kurban Kesmenin Psikolojik
Temelleri, M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yayınları, İstanbul 1994
Dinler Tarihi Ansiklopedisi, Gelişim Yayınları, cilt.
1-3, İstanbul (Tarihsiz)
DOĞRUL, Ömer Rıza; Tanrı Buyruğu, Baskı,
İstanbul 1980 ELİADE, Mircea; Ebedi Dönüş Mitosu, Çev. Ümit Altuğ, İmge
Kitabi, Ankara 1994 ERGİNER, Gürbüz; Kurban, I. Baskı, Yapı Kredi
Yayınlan, İstanbul 1997 ERKUŞ, Adnan; Psikolojik Terimler Sözlüğü, Doruk
Yayınları, Ankara 1994
ERÖZ, Mehmet; “Türk Boylarında Kansız Kurban
Geleneği”, Türk Kültürü, Aylık Dergisi, Sayı.211-214, Yıl:XVIII,
Mayıs-Ağustos, Yıldız Matbaası, Ankara 1980
ESİNOĞLU, Birant; Dinlerin Gizemi, Ceylan
Yayınları, İstanbul 1996
EVRİN, M. Sadettin; Çağımız Kur‘an Bilgisi,
Cild. 3, Yıldız Matbaası A.Ş., Ankara 1973
FEYİZLİ, Tahsin; îslamda ve Diğer İnanç
Sistemlerinde Oruç Kurban, M.E.B. Yayınları, İstanbul 1988
FORDHAM, Frieda; Jung Psikolojisi, Çev. Aslan
Yalçmer, Say Yayınları, İst.-1994 FRAZER, J.G.; Altın Dal, Paye! Yayınları,
Çev: Mehmet H. Doğan, İstanbul 1992 FREUD, S.; Totem ve Tabu, II. Baskı,
Çev. K. Sahir Sel, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1996
GÖZÜBENLİ, Beşir; îslamda înanç îbadet ve
Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, M.Ü.
İlahiyat Fak. Vakfı Yaymyarı, cilt.3, İstanbul 1997
GURNEY, O.R.; The Hittites, Suffolk, Richard
Clay and Company Ltd., Bungay 1964
GÜNALTAY, M. Şemsettin; Tarih-i Edyan, Kmal
Matbaası, Dersaadet 1338h
GÜNGÖR, Harun; “Gagauzlar'da Kurban Kültü ”,
Türk Dünyası Tarihi Dergisi,Cilt. 3, Sayı. 18 Haziran 1988
HAMİLTON, Edit; Mitologya II. Baskı, Çev: Ülkü
Tamer, Varlık Yayınları, İstanbul 1968 HANÇERLİOĞLU, Orhan; İslam İnançları
Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1984
—İnanç
Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975
—Dünya
İnançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993
Hayat Büyük Türk Sözlüğü, Hayat Yayınları, İstanbul,
(Tarihsiz)
HÖKELEKLİ, Hayati; Din Psikolojisi, T.D.V.
Yayınları, Ankara 1993
İNAN, Abdulkadir; Tarihte ve Bugün Şamanizm
Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1954
Eski
Türk Dini Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları-9, İstanbul. 1976
—İncil
İslam Ansiklopedisi, M.E.B. Yayınları, Ankara,
(Tarihsiz)
KAFESOĞLU, İbrahim; Türk Milli Kültürü,
Boğaziçi Yayınları, 2. Baskı, S.289, İstanbul
1983
KAĞITÇIBAŞI, Çiğdem; İnsan ve İnsanlar, Gözden
Geçirilmiş 8. Baskı, Evrim Basım Yayım Dağıtım, İstanbul 1988
KAHRAMAN, Ahmet; Dinler Tarihi, Sümer Matbaası,
İstanbul 1965
KIN AL, Fûruzan; Eski Anadolu Tarihi, Türk
Tarihi Kurumu Basımevi, Ankara 1991
KİERKEGAARD, Soren; Korku ve Titreme, Çev. N.
Ekrem Düzen, Ara Yayıncılık, İstanbul 1990
Knaurs Lexikan, a-z, Ausburg 1975
—Kur'an-ı Kerim
KUZGUN, Şaban; Dinler Tarihi Dersleri, 1. Cilt,
Kayseri, 1993
MAHMUT, Kaşgarlı; Divanü Lügat-ît Türk Tercümesi,
Cilt. 1, Çev. Besim Atalay, Alâettin Kıral Basımevi, "TDK Yayınları"
Ankara 1936
MAYNAGAŞEV, S.D; “Beltir Türklerinde Gök
Tanrıya Kurban Töreni ”, Çev.
Abdülkadir İnan, Türk Folklor Araştırmaları, Cilt. 15,
Sayı. 305, Aralık 1974
Meydan Larousse, Meydan Yayınevi, İstanbul 1972
MORGAN, Clifford T; Psikolojiye Giriş Ders Kitabı,
6. Baskı, Çev: Kurul, Hacettepe Üniversitesi Psikoloji Bölümü Yayınlan, Ankara
1988
OLGUN, Tahir; Müslümanlıkta İbadet Tarihi,
I.Baskı, Akçağ Yayınları, Ankara 1998, s.47
ÖRNEK, Sedat Veyis; 100 Soruda İlkellerde Din, Büyü,
Sanat, Efsane, 2. Baskı, Gerçek Yayınları, İstanbul 1988
ÖZÖN, M. Nihat; Türk Dili Sözlüğü, Arkın
Kitabevi, İstanbul 1971
PEKER, Hüseyin; Din Psikolojisi. Sönmez Matbaa
ve Yayınevi, Samsun 1993
PİAGET, J.; Çocukta Zihin Gelişimi, Çev.
Gülseren Günçe Baylan Matbaası, Ankara (Tarihsiz)
Sahih-i Buhari, Kitabü'l-Edahi
SARI, Mevlüt; Arapça-Türkçe Talebe Lügâtı,
Bahar Yayınları, İstanbul, 1982
SERPER, Özer; Uygulamalı istatistik 2,
Genişletilmiş 2. Baskı, Filiz Kitabevi, İstanbul 1993
SEYİDOGLU, Halil; Bilimsel Araştırma ve Yazma El
Kitabı, Geliştirilmiş 6. Baskı Güzem Yayınları, No: 10, İstanbul 1995
TAPLAMACIOĞLU, Mehmet; Karşılaştırmalı Dinler
Tarihi, Ankara 1966
—Tevrat
Türk Ansiklopedisi, MEB. Yayınları, İstanbul 1975
URAS, Murat; Türk Mitolojisi, 2. Baskı, Düşünen
Adam Yayınları, İstanbul-1994
UYSAL ,Veysel; “Dini Hayat ve Şahsiyet
Özellikleri”, Din Eğitimi Araştırmaları Dergisi, Yıl: 1995, Sayı: 2,
İstanbul
Psiko-Sosyal
Açıdan Oruç, T.D.V. Yayınları, Ankara 1994
Din
Psikoloji Açısından Dini Tutum Davranış ve Şahsiyet Özellikleri,
M.Ü. İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul 1996
ÜNAL, Cavit; Genel Tutumların ve Değerlerin Psikoloji si Üzerine
Bir Araştırma, Ankara Üni. D.T.C.F Yayınları, Ankara 1981
VÂFİ, Abdü’l Vahid; Es Savm Ve 7 Udhiye,
Beynel- İslâm Ve ’l-Edyâni, s-Sâbıka (risale), Mısır
VERGOTE, Antoine; Dini
İnanç ve İnançsızlık, Çev. Veysel Uysal M.Ü. İlahiyat Fak Vakfı Yayınları
No: 164 İstanbul 1999
YAVUZ, Kerim; Çocuklarda Dini Duygu ve Düşüncenin
Gelişmesi, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları Ankara 1987
Yenİ Türk Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat, İstanbul
1995
YILDIZ, Murat; Dini Hayat île Ölüm Kaygısı İlişkisi
Üzerine Bir Araştırma, Dok. Tezi, İzmir 1998 (Basılmamış Eser ZAJACZKOWSKI, W.; "Przynki do etnoğrafi Gagazuow", Rocnic Orientalistyczny,
1965, Krakow, XX
[2] Türk Ansiklopedisi, MEB. Yayınlan, İstanbul 1975, s. 367; Beşir Gözübenli, İslam ’da înanç İbadet ve Günlük Yaşayış Ansiklopedisi, M.Ü. İlahiyat Fak. Vakfı Yayınlan, cilt. 3, İstanbul 1997, s. 95;
Orhan Hançerlioğlu, Dünya inançları Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1993, s. 276; Osman Cilacı, Diyanet
Dergisi, Dinler Tarihi Açısından Bir Araştırma:
İlahi Dinlerde Kurban, Eylül-Ekim, Cilt 18,
Sayı 15, Ankara 1976, s. 270; Dinler
Tarihi Ansiklopedisi, s. 8-9
[6] Gözübenli, a.g.e., s. 95; Meydan Larrousse Meydan Yayınevi, İstanbul 1972, Kurban Maddesi, s. 646
*
Tevrat’a
göre kurban edilmek istenen Hz. îshak’tır. Kuran’da ise Hz. İsmail'dir.
[14] Ali Murat Daryal, Kurban
Kesmenin Psikolojik Temelleri, M.Ü.
İlahiyat Fak. Vakfı Yayınlan, İstanbul 1994
[15] Nezahat Arkım, Şahsiyet
Psikolojisi ve Şahsiyetin Dinamikleri,
Î.Ü. Edebiyat Fak. Umumi Psikoloji Kürsüsü, Ders Notlan, s.45 (Basılmamış
eser).
[20] İslam Ansiklopedisi, M.E.B. Yayınlan, Ankara Kurban Maddesi, s. 1014, (Tarihsiz); S.
Freud, II. Baskı, Totem ve Tabu, Çev. K. Sahir Sel, Sosyal Yayınlar, İstanbul 1996
*
Numen:
Tanrısallık, Allah’a ait, Taımsal varlık Bak: Knaurs Lexikon, a-z,
s. 613 Augsburg 1975
[23] Daha geniş bilgi için bak: Soren Kierkegaard, Korku ve Titreme,
Çev. N. Ekrem Düzen, Ara Yayıncılık, İstanbul 1990
[28] Ömer Rıza Doğrul, Tanrı
Buyruğu, Cilt. 2,4.Baskı, İstanbul 1980,
s. 544; Bertholed, a.g.e., s. 402; Dinler Tarihi
Ansiklopedisi, s. 1-8; Hançerlioğlu, Dünya İnançları.,
s.276
[33] Antoine Vergote, Dini
İnanç ve İnançsızlık, Çev. Veysel Uysal M.Ü.
İlahiyat Fak Vakfı Yayınları No: 164 İstanbul 1999 s. 84-88
[46] Sedat Veyis Örnek, 100
Soruda İlkellerde Din, Büyü, Sanat, Efsane, 2.Baskı, Gerçek Yayınlan, İstanbul 1988, s.85
[49] J.G. Vmz.tr Altın
Dal, Çev. Mehmet H. Doğan, Payel
Yayınlan, İstanbul 1992, s 230; M. Orhan Bayrak, Türkiye Tarihi Yerler Kılavuzu, 2. Basım, Remzi Kitabevi, İstanbul 1982, s 49
[52]
ANTROPOMORFİZM:
İnsan şeklinde putlara
inanma ve tapma esasına dayanan batıl bir din. Allah'ı insan vasıflarıyla
tasavvur eden dinî inançlar da antropomorfizm'in başka kılıkta görünüşleridir.
Meselâ aslı bozulmuş Musevilik ve Hıristiyanlıkta Allah’ın insan şeklinde
düşünülmesi antropomorfizm denilen putperestliğe bir geri dönüştür. İslâm dini
Allah'ın varlığı, sıfatları ve fiilleriyle eşsiz ve benzersiz olduğunu
bildirmekle, en üstün ve mükemmel din olmak şerefine hak kazanmıştır. İslam’ın
"Görmek, işitmek, konuşmak" gibi insani vasıfları Allaha atfettiğini,
ve bu sebeple antropomorfik dinler arasında yer aldığını iddia edenler ya
bilgisiz ya da kasıtlı kimselerdir. Çünkü İslâm, Allah’ın "Görmek,
işitmek, konuşmak" fiilinde insanın muhtaç olduğu organ ve şartlara muhtaç
olmadığını bilhassa belirtir ve insan fiili ile hiçbir surette benzerliği
bulunmadığını açıklar. İslâm en cahil insandan en âlim insana kadar herkese
hitap eden bir din olduğu için, basit ve kaba düşünenlere, hareketlerinin
Allah'dan gizli kalmayacağını anlatmak için Allah'ın, putperestlerin ilahları
gibi konuşmaz, görmez, işitmez diye düşünmemelerini, Allah'ın her hal ve
hareketlerinden haberdar olduğunu anlatmaktadır.
[54] Kerim Yavuz, Çocuklarda
Dini Duygu ve Düşüncenin Gelişmesi,
Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara 1987, s 175
[55] Dalıa geniş bilgi için bak: J. Piaget, Çocukta Zihin Gelişimi,
Çev. Gülseren Günçe Baylan Matbaası, Ankara (Tarihsiz)
[73] Kahraman, a.g.e., s. 57; Cilacı, a.g.m., s. 278; M. Şemsettin Günaltay, Tarih-i
Edyan, Kanaat Matbaası, Dersaadet 1338h.
[80] Tahsin Feyizli, İslam ’da ve Diğer İnanç Sistemlerinde Oruç
Kurban, M.E.B. Yayınlan, İstanbul 1988 s.
68
[94] Cilacı,a.g.m,. s.277; Hançerlioğlu, Dünya
İnançları.., s.274; Orhan
Hançerlioğlu, İnanç Sözlüğü, Remzi Kitabevi, İstanbul 1975, s. 342
[104] Felicien Challaye, Dinler
Tarihi, 2.Basım, Çev. Semih Tiıyakioğlıı,
Varlık Yayınevi, İstanbul 1960, s. 164
[108] Feyizli, s. 69, Naklen, Vâfi, Abdü’l Vahid, Es Savm Ve’l Udhiye,
Beynel- İslâm Ve’l- Edyâni, s-Sâbıka (risale), Mısır, s. 59-60
[114]
"Favete linguis!" Latince cümle. Kelimenin tam anlamıyla tercüme
"kolaylaştırılması [ritüel davranır] sizin dilleriyle" anlamına gelir
(konuşma organı olarak "dil"). Diğer bir deyişle, "Dilini
tut" veya "sessiz kalarak ritüel eylemlerin
kolaylaştırılması". 'Sizin dilleriyle bana iyilik'. Resmi ayin de bu
cümle söyleyerek sessiz kalmayı diğerlerine emreder. Bu dikkatsiz bir, belki de
uğursuz, kelimenin bir kesinti önlemek amacıyla yapılır.
[123] Mehmet Eröz, Türk
Boylarında Kansız Kurban Geleneği,
Türk Kültürü, Aylık Dergisi, Sayı.211-214, Yıl:XVIII, Mayıs-Ağustos, Yıldız
Matbaası, Ankara 1980, s.211
[124] Harun Güngör, Gagauzlar’da
Kurban Kül t ü,Tmk Dünyası Tarihi Dergisi, Cilt. 3,
Sayı. 18 Haziran 1988, s. 45-48; S.D. Maynagaşev, Beltir Türklerinde Gök Tanrıya Kurban Töreni, Çev. Abdülkadir İnan, Türk Folklor Araştırmaları, Cilt. 15, Sayı.
305, Aralık 1974, s. 7174-7178; İnan, Eski Türk Dini..., s. 46; Eröz, ag.m., s. 211-216; Abdülkadir İnan,Tarihde ve Bugün Şamanizm Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1954, s.
34
[130] Metin And, Oyun
ve Bügü, Tiirk Kültüründe Oyun Kavramı, I.
Baskı, İş Bankası Kültür Yayınlan: 144, İstanbul 1974, s.40-43
*
Makalenin
yazıldığı tarih
[141]
Maynagaşev, a.g.m., s. 7174-7177
[146] Kaşgarlı Mahmut, Divanü
Lügat-ît Türk Tercümesi, Cilt.1, Çev.
Besim Atalay, Alâettin Kıral Basımevi, TDK Yayınları, Ankara 1936, s. 65
[147] Güngör, a.g.m, s.46, Naklen; W. Zajaczkowski "Przynki do etnoğrafi Gagazuow", Rocnic Orientalistyczny, 1965, Krakow, XX,
s. 357
[150] Neş'et Çağatay, İslam
Öncesi Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, 3.
Baskı, Ankara Üniversitesi Basımevi, 1971, Ankara Üniversitesi İlahiyat
Fakültesi Yayınlan, XCV. s.
138-139
[160] Daha Geniş Bilgi îçin Bak: Feyizli, a.g.e, s.
73-76; Dinler Tarihi Ansiklopedisi, s. 491; Cilacı, a.g.m, s. 276
Mısır'dan çıkıp
Kenan'a yerleşmelerine kadar olan dönem.
*
Kur'an-ı
Kerim'de kurban edilmek istenen oğulun adı geçmemektedir. Fakat Müslümanlar
arasında yaygın olan kanaate göre kurban
edilmek istenen İsmail aleyhisselâm'dır.
*
Araplar
soylarının atasım Hz. İsmail (A. S.)'a bağlamaktadır.
Bkz., Yahudilikte Kurban
Evrin, a.g.e., s.
31-32; Doğrul, a.g.e., s. 399 (dipnot)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar