RUSYA İLE OLAN UÇAK KRİZİ SURİYEDEN GÖÇÜ DURDURMAK İÇİNDİR
Not: Başta Almanya olmak üzere tedirgin olan Avrupa Birliği her türlü
önleme karşı durdurmaya başarmadığı göç dalgasını, Türkiye’nin uçak düşürme
meselesi ile kontrollü seviyeye getirdi. Suriyeli göçmenler için Türkiye’ye
geçiş v emniyet zayıflayınca, uzayan yol haritası Avrupa’ya geçişe engel olacak
bir durum arzediyor. Bu durum daha önce Vietnam Savaşı ile uygulanmıştır. Yine
Güneydoğudaki fakir Kürtlerin başına gelen olayların içeriğine daha değişik
bakacaksınız. [habere bakın]
Coğrafya sadece
coğrafyacıları ilgilendirmiyor, tam tersine bütün vatandaşları ilgilendiriyor.
Öğretmenlerin coğrafyası olan bu pedagojik söylem, medyanın oyunlarını
sergilediği oranda sıkıcı görünmekte ve herkesin gözünde coğrafyanın, iktidar
sahipleri için korkunç bir güç aracı olduğunu saklamaktadır. Zira öncelikle
coğrafya, savaş yapmaya yarar, iler bilim için kuramsal önkoşullar sorunu ortaya
atılmalıdır; bilimsel süreç bir tarihe bağlıdır ve bir yandan ideolojilerle
ilişkileri içinde, öte yandan uygulama ya da iktidar olarak düşünülmelidir.
Coğrafya önce savaş yapmaya yarar sözü, sadece “askeri harekata
yarar” anlamına gelmez; şu ya da bu düşmana açılması gereken
savaş olasılığına karşı değil, aynı zamanda devlet örgütünün, üstünde güç
kullandığı insanları daha iyi denetlemek amacıyla, bölgeleri düzenlemesine
yarar. Coğrafya, önce siyasi ve askeri uygulamalar için stratejik bir bilgidir
ve ilk anda karışık, çok çeşitli bilgilerin bir araya gelmesini gerektiren de
bu uygulamalardır. Bilgi için, bilginin parçalara ayrılması gerçeğinin dışına
çıkmazsa, bu bilgilerin varlık nedenleri ve önemleri kavranamaz.[1]
Coğrafyanın savaş arenası olma özelliği, her tarihi dönemin karakterinden
dolayı farklı nitelikler almasına neden olmuştur.
Sun Tzu, şematik bir hal
alan coğrafyayı, askeri hareket sahası olarak kabul eder. Ona göre, arazinin yapısı,
muharebede en büyük yardımcıdır. Bu yüzden zafere ulaşmak için düşmanın
durumunu tahmin etmek, mesafeleri ve arazinin zorluk derecesini hesaplamak
üstün bir generalde olması gereken niteliklerdir. Bütün bu faktörleri bilerek
savaşan biri doğal olarak kazanacaktır; bunları bilmeyen de kuşkusuz
yenilecektir[2]
diyen Tzu, taktiksel olarak coğrafyanın birliklerin konuşlandırılmasında
stratejik olarak önemli olduğunu vurgulamıştır.
Öte yandan, yeni savaş
yöntemlerinin kullanımı, “coğrafi unsur”ların, insan ve “doğal çevre”
arasındaki ilişkilerin çok kesin şekilde incelenmesini gerektirir. Çünkü tam
anlamıyla bir bölgeyi yaşanmaz hale getirmek ya da bir soykırımı başlatmak için
insanı ve “doğal çevre” yi yok etmek veya değiştirmek söz konusudur. Vietnam
Savaşı, coğrafyanın top-yekün bir savaş yapmaya yaradığını en iyi şekilde
göstermiştir. En ünlü ve dramatik örneklerden biri, 1965, 1966, 1967 ve
özellikle 1972’de, Kuzey Vietnam’ın son derece kalabalık ovalarını koruyan
bentler ağını sistemli olarak yok etme planı ile uygulanmıştır. Bu bentlerden
akan debisi yüksek ırmaklar, vadiler yerine alüvyonlarının oluşturduğu
yığıntılara, setlere yönelmişlerdi. Gerçekten yaşamsal önem taşıyan bu bentler,
yoğun, doğrudan ve açıkça bombalanamazdı; çünkü uluslararası kamuoyu, orada bir
soykırım suçu işlendiğinin kanıtını bulabilirdi. Şu halde, belirli ve ölçülü
şekilde, dağlarla çevrili bu küçük ovalarda yaşayan on beş milyon kadar insanın
korunduğu başlıca bölgelerde, bu bentler ağına saldırmak gerekiyordu.
Bentlerin, su baskınının en yıkıcı sonuçlara yol açacağı yerlerde parçalanması
gerekiyordu.[3]
Zira, coğrafi koşullar stratejinin gözü gibidir ve coğrafya strateji
geliştirmenin en temel bilgisidir. Bu yüzden gerçekte amaç, yalnız siyasi ve
askeri sonuçlara ulaşmak için bitki örtüsünü yok etmek, toprağın fiziki
yapısını değiştirmek, kasten yeni erozyonlar yaratmak, sulu tabakaların
derinliğini değiştirmek üzere birtakım lıidrografık ağları alt üst etmek,
(kuyuları ve çeltik tarlalarını kurutmak için) bentleri yıkmak değildi. Çeşitli
yollarla, “stratejik köycükler” de toplanma ve zorunlu kentleşme siyaseti
uygulanarak nüfus dağılımını kökten değiştirmek söz konusuydu. Bu yıkıcı
hareketler, yalnız, günün teknolojik ve sanayi savaşı tarafından belirli
hedefler üstünde kullanılan yıkım yöntemlerinin büyüklüğünden kaynaklanan istem
dışı bir sonuç değildir. Bunlar aynı zamanda, bilimsel şekilde düzenlenmiş,
bilinçli ve çok dikkatli hazırlanmış bir stratejinin sonucudur.
Çin-Hindi Savaşı, savaş
ve coğrafya tarihinde yeni bir aşamayı dile getirir. İlk kez hem “fiziki” hem
“beşeri” bakımından coğrafi ortamı değiştirme ve yıkma yöntemleri, on
milyonlarca insanın yaşamı için gerekli coğrafi koşulları ortadan kaldırmak
için kullanıldı.
Vietnam savaşı, Uluslararası pek çok
soruna sebep olan Asya halklarının özellikle Amerika, Kanada, Avustralya, Yeni
Zelanda gibi ülkelere göç etmesini uzun süre durdurmuştur. Savaşa bu açıdan
bakıldığı zaman çok çarpıcı gerçekler ortaya çıkacaktır.
Diğer önemli bir örnek
Kamboçya’da yaşananlardır. Kamboçya’da silahlı çatışma ile iktidara gelen Pol
Pot, ilk iş olarak deniz kenarlarında veya denize yakın alanlarda bulunan halkı
denizden daha iç kesimlere göndermek için zorlamış; gitmeyenleri İse
öldürmüştür. Pol Pot’un yaptığı vahşet Vietnam vahşetinde
olduğu gibi Asyalıların gelişmiş ülkelere göç etmesini yavaşlatmış insanları
yaşam alanlarından uzaklaştırılarak gerçek anlamda bir soykırım yaratmıştır. Göçü yavaşlatması Dünya
Düzeni’nde coğrafi üstünlüklerini korumak isteyenler için son derece stratejik
bir başarıdır. İlerleyen bölümlerde göç konusuna geldiğimizde, bu konuya
ayrıntılı olarak değineceğiz. Burada vurgulanmaya çalıştığım nokta, coğrafyanın
ne maksatla kullanılabileceğini berrak bir şekilde göstermektir.
Uzun yıllar Türk solunun
devrimci çizgisinde yer almış, hatta meslek olarak da “Ben devrimci oldum.
Mesleğim de devrimcilik” diyen gazeteci- yazar Hasan Cemal, kitabının bir
bölümünde aynen şunları yazıyor:
“Günlüğündeki şu nota
bak: “Doğan Bey, arada bir 'Hasan, devrimci şiddet, devlet terörü neymiş, biz
iktidara geldiğimizde görürsün! ’ derdi. Öfkeli ya da çakırkeyif olduğu
anlarda... ”
Bu notu, Doğan Bey 'in
gençlik yıllarını geçirdiği ve sevdiği Paris ’te düşmüşüm günlüğüme. Cafe
Flöre, 21 Mart 1993. Doğan Bey’in ölümünden on yıl sonra...
Kargacık burgacık bir
yazı. Sayfanın bir köşesinde “Bu tepki, bu nefret niçin?” diye bir cümlem var.
Tıpkı Doğan Bey gibi, 1950’li yıllarda Paris'ten geçen bazı “Üçüncü Dünya’’
devrimcilerinin, komünistlerinin isimleri okunuyor: Ho Chi Minh, Pol Pot,
Frantz Fanon...
Pol Pot isminin
yanından bir çıkma yapmışım: Killing Fields... Ölüm Tarlaları isimli filmin
İngilizcesi. Kafatasları ve kemiklerle dolu o tarlaların korkunç görüntüsü...
1970’lerin Kamboçyası’nda,
“Marksizm-Leninizm” adına, “devrim ” adına bir, bir buçuk milyon insanı
katletmişti Pol Pot ’un Kızıl Kmerleri.
Aydınları, doktorları, avukatları, öğretmenleri,
rahipleri, devlet memurlarını, öğrencileri göz kırpmadan öldürmüşlerdi. Yeni
bir toplum, yeni bir insan yaratmak için... Kendi ülkesinin insanlarını soykırımdan
geçirmişti Pol Pot...
Hatırladın mı?
1970’lerde Ölüm Tarlaları'nın ilk haberleri fotoğraflarıyla birlikte Batı
basınında patladığı zaman, Türk solunun bazı kesimleri buna inanmak
istememişti. Katliamları Amerikan emperyalizminin, CIA’nın uydurması,
dezenformasyonu olarak nitelemişlerdi. O zamanlar çalıştığın Cumhuriyet
gazetesinde de kimileri bu kafadaydı. Hatta Cumhuriyet o tarihte bu olayı
manşetlere çıkarmamıştı.[4]
“Aslında önemli olan,
unutulmaması gereken noktalardan biri, Pol Pot’un tahsilini 1950’li yılların
başında Fransa’da yapmış olmasıdır.
Evet!
Aydınlanma çağı ’nın,
ilk üniversitenin, insan hakları ve kutsal demokrasinin ülkesi Fransa 'nın Pol
Pot 'u da üretmiş olduğu, asla ve asla unutulmamalıdır. Acaba tarihin ve
bilimin hangi cilvesinden dolayı?
Sürekli hatırlatılması
gereken bir gerçek var ortada. Pol Pot ’un kafasını donatacak fikirler
gerekmişti. Bu fikirler de büyük çapta bize aitti. Böylesine korkunç bir
soykırım, belli bir ideolojinin çoğaltıcı etkisi olmaksızın gerçekleşemezdi. Ve
bu ideoloji Batı ’nın bir yönünü bir şekilde yansıtmaktaydı. ” [5]
“Coğrafi savaş”,
bölgelere göre farklı yöntemlerle bütün ülkelere uygulanabilir.[6]
Bu önermenin farkında olan günümüzün gelişmiş ve Dünya Düzeni’nde söz sahibi
ülkelerin idarecilerinin hemen hepsinin çok iyi coğrafya bilgisi vardır. Ülke
idaresinde görev alan görevlilerin hatta ülke ve dünya meselelerine ilgi duyan
herkesin çok iyi coğrafya bilgisinin olması gerekir ve bu bilge pratikte iyi
kullanılabilmelidir. Ancak bunu ülkemiz için söylemek ne yazık ki pek mümkün
değildir.
Kurmaylar ve subaylar
coğrafyası, hiç de azımsanmayacak sayıda uzman personelle, önemli araçlarla,
kanıtları ve yöntemleriyle, saygınlığını yitirmeden ölçülü olarak varlığını
koruyor; çağlardan beri korkunç bir iktidar aracı olmayı sürdürüyor. Harita
betimlemeleriyle, yeryüzü alanı ve devletin farklı uygulamalarındaki ilişkileri
kapsamında düşünülen çok değişik bilgiler bütünü; yönetici azınlık tarafından
açıkça stratejik bağlamda toplanmış bir bilgiyi oluşturur. Bu bilgi, iktidar
aracı olarak kullanılır. Taktik ve stratejilerini haritalarına göre belirleyen
subaylar coğrafyasının alanını; eyaletler, iller, ilçeler olarak biçimlendiren
devlet yöneticilerinin coğrafyasına; sömürge fethini ve "değerlendirme”yi
hazırlayan kaşiflerin (genellikle subayların) coğrafyasına; bölgesel, ulusal ve
uluslararası alandaki yatırımlarının yerini kararlaştırılan büyük firmalarla
büyük banka yöneticilerinin coğrafyası da katılır. Askeri, siyasi, mali
uygulamalara sıkı sıkıya bağlı bu farklı coğrafya incelemeleri, ordu
yöneticilerinden büyük kapitalist örgütlerin yöneticilerine kadar “kurmaylar
coğrafyası”nı oluşturur. Ama, iktidar aracı olarak kullanmayanların, kurmaylar
coğrafyasından hemen hemen hiç haberi yoktur.[7]
Jeopolitiğin “kurucusu”
olarak geniş bir üne sahip olan Sir Halford Mackinder Emperyalist bir İngiliz
düşünürü olarak parlamento üyeliği de yapmıştı. Mackinder “ulusal yeteneği”
savunuyordu, ancak onun düşüncesindeki “ulus” Britanya’nın çok büyük sayıdaki
sömürgelerinden faydalanabilecek, beyaz Anglo-Sakson hakimiyetini
sürdürebilecek ve imparatorluktaki “ikinci sınıf ırkları” ve ülkeleri zapt
edebilecek yetenekte olan beyaz İngiliz centilmenlerinden oluşuyordu.
Mackinder, Coğrafya bilim dalını İngiliz İmparatorluğu’nu modernleştirmeye
yönelik geniş kapsamlı tasarısının bir parçası olarak görüyordu.
Coğrafya, İngiliz okul çocuklarına “imparator gibi
düşünmeyi” öğretmek için kullanılması gereken bir bilim dalıydı. [8]
Mackinder’in esasen
yerleştirmeye çalıştığı tasavvur etme, harita yapma, çizim, tanımlama
teknikleri, tüccarlık, sömürge yöneticiliği ve devlet adamlığı gibi “iş
adamlığı” için uygulamaya yönelik yetenekler kazandırmayı amaçlıyordu.[9]
Ancak şaşırtıcı olan,
gelişmiş ülkelerde olmazsa olmaz olarak öğretilen coğrafya ilminin bizde henüz
niçin yapıldığı sorusu bile açıklık kazanmış değildir. Coğrafya ilminden uzak
yetişmiş bürokratlara ve siyasilere, iç ve dış politikayı, milli birlik
unsurunu ve her çeşit konuda yapılan planlamayı izah ederken zorlanmakta ve
neden, nasıl, niçini anlatamamaktayız. Dolayısıyla planlarımızda kurmaylar
coğrafyası da ne yazık ki genel coğrafya gibi hep eksik kalmıştır.
Coğrafi bilgilerden uzak
yetiştirilmiş kişiler, kendini ülkesine sorumlu hissetseler dahi yeterince
verimli çalışamazlar. Coğrafyayı önemsemeyeni, coğrafya da önemsemez. Önemi
anlaşılamayan ve bundan dolayı da önleminin alınmaması sebebiyle gerçekleşen
doğal afetler (sel, deprem, heyelan v.b.) ilgili kişileri cezalandırarak
coğrafyanın da ilgili kişileri önemsemediğini gösterir. Dolayısıyla coğrafya,
her bakımdan hayati önem taşımaktadır.
Coğrafya bilmek, dünyayı
görmek demektir. Bu ilmin bir siyasal gücü vardır. Devlet adamlarına yol
göstermesi, rehberlik etmesi yanında, aynı zamanda da, milli kültürlerin
kaynağı durumundadır. Adına vatan dediğimiz bir coğrafi ünite olmaksızın,
devlet kurulamaz; milli kültürler ve medeniyet eserleri oluşamaz. Bu, vatan
diye tanımlanan sınırları belirli ülkenin, yeraltı ve yerüstü doğal kaynakları
zengin değilse, ya da zengin olduğu halde mevkileri belirlenip işletilmeye
açılmamışsa; o ülkeyi vatan tutan toplum, müreffeh bir toplum olamaz; ilimde ve
fende geri kalır. Hatta böyle bir toplumun, dünyada uygarlık yarışı
yapıldığından haberi bile olmayabilir. Yeryüzünün herhangi bir yerinde cereyan
eden aktüel bir olay, bu bireyler için ay kadar, yıldız kadar uzaktır.[10]
Ayrıca hatırda tutmak
gerekir ki, vatan sevgisi, bir bütün olarak ülke coğrafyası ve birey olarak da,
onun öznel ve nesnel kaynaklarında saklıdır. Örneğin nesnel kaynaklardan;
dağlarını, platolarını, denizlerini, göllerini, akarsularını, bölgesel
yazları-kışları ve baharlarını tanıdıkça; öznel kaynaklarından, örneğin yine
köylerini, kasabalarını, kentlerini, her türlü bayındırlık eserlerini, turistik
değerlerini öğrenip tanıdıkça, ülkeye yönelen sevgi duygularının şiddeti artar,
boyutları genişler ve giderek bütün ülkeyi kucaklayacak şekilde, tüm benlikleri
sarar. Bakış açısı bu olunca, o ülkenin insanları için, örneğin soğuk rüzgarlı
sert kara kışları, ılık mevsim rüzgarları gibi gelecek; yalçın kayalıklardan
oluşan yüksek dağları, delice akan coşkulu ırmakları onlara, yaşama azmi ve
başarma heyecanı verecektir. Nitekim Japonlara göre dünyanın en romantik
manzaralı dağı Fuji ise, bize göre de hiç şüphe yok ki Ağrı, Erciyes... ve
Uludağ’dır.[11]
Ancak, daha önce de
işaret ettiğimiz gibi coğrafyanın stratejik bir bilgi olması, bugün hem
Türkiye’de hem de dünyanın pek çok ülkesinde göz ardı edilen önemli bir
noktadır. Coğrafi bilincin toplumda gelişebilmesi ancak; siyasal bilimler
öğrencilerinin sadece ülkeler coğrafyası değil, jeopolitik, tarihi coğrafya,
iktisadi coğrafya ve diğer alanlardaki coğrafyayı da okumalarına ve aynı
şekilde diğer bilim dallarında okuyan öğrencilerinde bahsettiğimiz coğrafi
disiplinleri öğrenmesine bağlıdır. Yani coğrafyanın bütün stratejik bilgisi her
alanda paylaşılmalıdır. Diğer taraftan herhangi bir ülke için “bu bilgilerin
stratejik olması aleni olmamasına bağlanır”. Bundan dolayı coğrafi bilincin gelişmesi için bu
stratejik bilginin bütün toplumlarca paylaşılmaması ve eğitimde bütünlüklü
olarak verilmemesi; uluslararası çapta coğrafi üstünlüğü olan bölgelere sahip
devletler için de önemli bir stratejidir. Bu yüzden bırakın Türkiye gibi
ülkelerdeki coğrafi bilincin gelişmemesini, bugün dünya sisteminde coğrafi
üstünlükler açısından merkez görülen ABD’ de bile bu bilinç toplumda çok geri
bırakılmaktadır. Amerikan okullarından mezun olan gençlerin gerçekten coğrafya
bakımından cahil olmaları işte bu yüzdendir.[12]
Bazı ülkelerde üst
düzey bürokrat, politikacı ve güvenliği sağlayanların coğrafya ve coğrafi
bilinçten yoksun olmaları şaşırtıcıdır. Paraleller ve
meridyenler arasındaki dakika farkının ne olduğunu bilmeden, yükseklik ve rakım
kavramının önemini anlamadan, sağını sarımsak, solunu soğan örneğiyle öğrenen
yöneticilerin, coğrafya öğrenimini gereksiz görmeleri, coğrafyanın i nemini
kavrayamamaları bu yüzden normaldir.
Mesela yağış ve kuraklık
ölçümlerinden haberi olmayanlar; lodos ve poyraz rüzgârlarının özelliğini
bilmeyenler; deprem fay hatları üzerinde veya dere yatakları içinde insanlar
felakete uğradığı zaman bilinçsizliklerinin farkına varamamaktadırlar. Amazon
nehrinin uzunluğunun ve kollarının dünyanın en büyük yağmur ormanı olan Amazon
Ormanlarından beslenmesi ve Amazon ırmağının kolları vasıtasıyla bu ormanı
beslemesinin kendi yaşadığı ülkede iklim için önemli olduğundan haberi
olmayanlar tarafından yönetilmek ızdırap vericidir. Yine aynı şekilde Meksika
Körfezinden başlayan Gulf Stream sıcak su akıntısının Baltık Denizi’nden en
kuzeydeki Norveç fiyortlarına kadar yaptığı olumlu etkinin, diğer paralellerde
mevcut olmadığını göremeyen insanlar’da yine aynı yöneticilerdir. Halbuki
Gulf-Stream sıcak su akımı Avrupa kıtasının kuzey ve batısının dünyanın ey
yoğun nüfusuna sahip ve gelişmiş ülkeler olmasını sağlamıştır.
Kaynak: Salih DEMİRTAŞ, Şablona Sığmayanlar, İlke Emek Yayınları: I.
Baskı: Ocak 2006, Ankara.
[1] Yves
Lacoste “Coğrafya Savaşmak İçindir” (Çev. Ayşin ARAYICI), Özne Yayını, 1998 s.
12
[2] Sun Tzu
“Savaş Sanatı” Anahtar kitaplar yayınevi, Çevirenler: Sibel Özbudun, Zeynep
Ataman. 3. Baskı 2000 İstanbul s. 120
[3] Yves
Lacoste a.g.c. 15-16-17
[5] Bernard-Henri
Levy, Yeni Yüzyıl gazetesi, 20 Haziran 1997, s. 17.’den aktaran Hasan Cemal
age. s. 82-83
[6] Yves
Lacoste a.g.e. s. 15-16-17
[7] Yves
Lacoste a.g.e. s. 15 •
[8] Halford
Mackinder, ‘On Thinking Imperially’, M.E. Sadler (der), Lectures on Empire (Londra:
privately published, 1907) içinde. Aktaran: Colin S.GRAY-Geoffrey SLOAN Çcv.
Tuğrul KARABACAK. Jeopolitik, Strateji ve Coğrafya. ASAM Yayınları I. Baskı
Ankara 2003 s. 151
[9] Colin
S. GRAY-Geoffrey SLOAN Çev. Tuğrul KARABACAK a.g.e. s. 150-151
[10] Prof. Dr.
Hayati Doğanay, a.g.e. s. 19 32
[11] Prof.
Dr. Hayati Doğanay, a.g.e., s.20
[12] 2002’de
ABD’de yayınlanan Geography 2001: National Report Card,
sekizinci sınıf öğrencilerinin yüzde .6 sının Missisipi Nehrini haritada
gösteremediklerini, ...dördüncü sınıftakilerin
üçte birinin içinde yaşadıkları eyaleti haritada bulamadıklarını ortaya
koymuştur (Aktaran: Prof. Dr. Erol Tümertekin - Prof. Dr. Nazmiye Özgüç,
“Beşeri Coğrafya: İnsan, Kültür, Mekan”, Çantay Kitabevi, 2005 İstanbul, syf.
2.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar