Print Friendly and PDF

SAİM BUGAY VE ÇAĞDAŞ HEYKEL SANATIMIZA KAZANDIRDIKLARI

Bunlarada Bakarsınız



Hzl: Feyza ÖZALP
1.1.            Heykel Sanatçısı Saim Bugay Kimdir?   
Saim Bugay Görüngülenen her şeyin figür olduğunu söyleyen[1][2] heykel sanatçısı Saim Bugay, isyan etmeden, muhalif olmadan sanatçı olunamayacağı düşüncesini hem gündelik yaşamında hem sanatçı kimliğinde içselleştirdi. Soyut-figüratif tartışmalarına yeni bir anlam kazandırdı ve sanatta hep paylaşılabilirliği savundu.
1.2.           Saim Bugay’ın Çocukluğu
Saim Bugay, kendi deyişiyle “Osmanlı bakiyesi”,[3] ud çalan, keman çalan bir anne ve posta tatarı bir babanın çocuğu olarak yirmi şubat bin dokuz yüz otuz dörtte Mersin’de dünyaya geldi. İki buçuk yaşındayken ailece Ankara’ya göçen Bugay’ın çocukluğu, bıçak ve çakı yardımıyla tebeşirleri, tahtaları, sabunları yontarak geçti. Keman çalmayı öğrenebilmek için kendi kemanını yapmaktan başka çaresi olmadığını anlayan dört yaşındaki Bugay, kendine tahtadan yontarak at kuyruğundan yaylar yapıp, teller gererek bir keman yaptı. Evin boyunun eriştiği tüm duvarlarına ve hatta her tarafına yaptığı resimler yüzünden “satılığa çıkarılacağı”, günlerini yontarak geçirdiği için “taşa döneceği” tehditlerine kulak asmadan devam etti. 
Beş yaşındayken amcasının bir kaç desenini akademiye götürmesiyle akademiye davet edilen, ama nazara gelir diye gönderilmeyen Bugay aynı yaşta Ankara, Etlik İlkokulu’na başladı. İlkokulu bitirince yağmur olukları, iniş boruları, baca etekleri yapan komşuları Mehmet İlalan’ın yanına çırak olarak girdi. Burada bakırla çalışmayı, kesmeyi, tavlamayı öğrendi. 
Liseyi ağabeyi ile beraber ticaret lisesinde okudu. Ticaret Lisesi’nin orta bölümü son sınıfında aile İstanbul’a taşındı. On üç yaşına kadar Mehmet olan adı İstanbul’da artık Saim olarak değişti. 
Lise bittikten sonra ailesini geçindirmek için bir muhasebe bürosu açtı. Bu dönemde Komünist Partiye üye oldu. Bin dokuz yüz elli üçte yürütülen Komünist Partisi davasında sanık oldu. Altı aylık tutukluluk döneminden sonra beraat ederek serbest kaldı. Bu dönemde, bir taraftan aile babası olmuş, diğer taraftan da Yüksek Ticaret’e devam etmekteydi. 
1.3.    Saim Bugay ve Akademi
Yüksek Ticaret’te hocası Faruk Morel, onu Zühtü Mürüdoğlu’na Akademi’ye gönderdi. Mürüdoğlu’nun ısrarıyla Akademi sınavlarına girdi, birinci olarak kazandı. Malzeme ve teknik öğrenmek gerekliliğinin bilincindeydi. Akademiye başladı. Atölyelerde Şadi Çalık, Hadi Bara gibi ustalarla çalıştı. 
Akademiyi o yıllarda düşünce özgürlüğüne en yakın ortam olduğunu söyleyen Bugay, gerçek hocası olarak Hadi Bara’yı görür ve onun kafasını açtığını söyler. Hadi Bara’nın “İsyan etmeyen adam sanatçı olmaz”[4] sözlerini tekrarlar. Hadi Bara’nın bu sözleri Bugay’ın kişiliğinde sanki vücut bulmuştur. 
1.4.               Saim Bugay Paris’te
Bugay, bin dokuz yüz altmış yedide akademiden mezun oldu. Bin dokuz yüz altmış dokuzda açılan yurt dışı sınavını kazanan Bugay  Paris’e gitti. 
René Collemarini atölyesinde çalışmaya başlamasının üçüncü haftasında Collemarini’nin “Siz niye buraya geliyorsunuz? Gelmeyin, bitirmişsiniz bu işi, bu işin üstadısınız; ayıp oluyor”[5] demesi üzerine Bugay bir atölye tuttu. Devletin verdiği aylık ahşap için yeterli olmadığı için arkadaşlık kurduğu Collemarini ona ahşap getirmeye başladı. Aynı dönemde Paris’te yıkılan on üçüncü bölgeden iki tekerlekli el arabası ile çinkolar toplayıp eriterek, bunlardan heykeller yaptı. Avrupa’da geçirdiği altı yılda yedi  kişisel, yirmi altı karma sergi açtı.   
1.5.    Paris Dönüşü 
Bugay bin dokuz yüz yetmiş dördün sonunda Türkiye’ye döndü. Çabuk dönmesini söyleyen üstüste gelen telgraflar nedeniyle, gerçekleştirmeyi istediği bir kaç projeyi yarım bırakmak zorunda kaldı. Bunlardan bir tanesi de “gökyüzünde heykeller”[6]di.  Avrupa’dan dönmeyeceği dedikodusu yayılmıştı akademide. “Biz yaşadığımız taşın kertenkelesiyiz. Paris’ten elbette dönecektim” diyerek dönerken yanında sadece “en değerli eşyalarım” dediği, heykel yapımında kullandığı aletleri getirdi. 
Türkiye’de heykel adına çalışmalar yapmaya ve öncü olmaya daha gitmeden karar vermişti. Döndüğünde kadro yokluğu bahane edilerek Bugay’ın akademiye başlaması ve atanması konusunda sorunlar çıkarıldı. En sonunda akademide temel sanat eğitimi vermeye başladı.  
Paris dönüşü, kendi atölyesinde çalıştığı yıllar sanatçı kişiliğinin ve heykel alanındaki ustalığının geliştiği ve pekiştiği yıllar oldu. Avrupa’ya gitmeden önce soyut demir çalışmalarıyla dikkat çekerken[7], Avrupa’da çeşitli malzemeyi denedi. O yıllar, Türkiye’de yapılan heykeller sadece Atatürk Heykelleri iken, Kuzgun Acar, İlhan Koman ve Hadi Bara ile birlikte “özgün heykel” yapımının öncüsü oldu.
1.6.    Saim Bugay’ın Çalışmaları  
Aynı dönemde tek cepheli, bir modülün tekrarına dayalı yapıtlar üzerinde çalıştı. Bu yontular arasında, Şadi Çalık Heykeli de bir ilkti. Şadi Çalık Heykelini çoğaltarak açtığı bin dokuz yüz yetmiş beş yılı sergisi, yeni bir çığır açtı. Çoğaltılmış heykel uygulamasını, daha sonraki yıllarda, “maymunlar”, “ Nazım Hikmetler”, “ Aziz Nesinler”, “hareketli eller”, “hayvanlar” ve “eşekler” heykelleriyle sürdürdü.
Bin dokuz yüz seksenlerde özellikle insan ile doğa ilişkisini irdelemeye ağırlık verdi. Bu araştırmaları çerçevesinde demir levhalara çocuk, kadın ve erkek figürleri oydu, bazen levhadan oyarak çıkarttığı figürünü, levhadaki boşluğun karşısına yerleştirdi.
Bin dokuz yüz doksanlarda yüzyıllar önce batan bir geminin bulunan parçalarını oyarak çeşitli hayvan figürleri ve maskeler yaptı. Son sergisinin kahramanı eşeklerdi. 
Doksanlı yılların ortalarından beri süregelen “Hayvanlar” serilerinin son adımı olan bu sergide aslında insanoğlunun bugünkü durumunu ve mevcut toplum düzenini sorgulamayı hedeflemişti. “İnsanlar kavramlar üretiyor, bu ürettikleri kavramlara kendileri uymuyor. Ahlak, namus, iyilik vs... gibi kavramlara insanlar uymuyor. Bunun üzerine hayvanlara yönelmeye karar verdim” diyor ve hayvanları överek ekliyordu: “Hayvanlar namussuzluk, ahlaksızlık, hırsızlık yapmıyor...”[8]
Yıllar yılı fuarlara, sergilere sanatın panayırı olmaz diyerek katılmayı reddeden[9], on yedinci İstanbul Sanat Furı’nın onur sanatçısı Bugay ödülünü almaya gitmekten tedirgin oldu. "Oraya çıkacağız, elimize ödülü verecekler. Kısa da olsa bir konuşma isteyecekler. Bakalım ne edeceğiz? Sanatın panayırı olmaz, ben oralara heykel meykel vermem diye söylen dur, sonra git ödül al. Olacak iş değil"[10] demişti. 
1.7.    Son yılları 
“O şerefsiz troid” kalp yetmezliği nedeniyle çok zayıflamış olsa da, öğrencilerine kukla yapmayı, ahşap yontmayı öğretiyordu hâlâ. "Öğretmek zorundayım çünkü yok başka kimse. Kukla bölümündeki asistanların yetişmesini bekliyorum işte"[11] diyordu. Eserlerini, 'Heykelin de karikatürü oluyormuş' diye eleştirenlere "Belki de artık dalga geçme zamanı..." diyordu. 
Konuyu, nesneyi somut kompozisyonlara, etkili ve estetik ürünlere dönüştüren ve sanatçı çizgisi ulusaldan  evrensele uzanan ama aynı zamanda kendi toplumuna ve kendi insanına sahip çıkan Saim Bugay, yirmi yedi Ocak iki bin sekiz tarihinde, kalp yetmezliği tanısıyla yattığı hastanede hayata gözlerini yumdu. 
2.       Saim Bugay’ın Sanatı ve Türk Heykel Sanatımıza Kazandırdıkları
2.1.               Saim Bugay ve Sanatı 
Modern heykelde[12] geçmişte heykeli tanımlayan her şey yok olur. Özünde “açık form” olan bu yeni “heykel”, kütlesini ve ölçülebilirliğini saklamaya çalışır. Birleşmiş değildir, ama el yazısı imgesi gibidir. Yatay düzlemde bir denge noktası aramaktansa, sanki boşlukta yetkin bir hareket içindedir. 
Bugay da doğanın sürekli hareketlilik içinde olduğuna inandı ve bu  kavramı heykellerinde yansıttı. Yontusunun üç yüz altmış boyutlu olduğunu söyler, görenin her boyutu incelemesi gerektiğini eklerdi. Hareketin dördüncü taraf (boyut) olduğu anlayışıyla yontusunun hareket etmesini isterdi. Calder’in hareketli ve hatta motor takılmış işleri gibi değil, doğayla beraber, doğayla bütünleşen bir hareket arardı. Doğal olarak rüzgar ya da güneş enerjisi ile hareket eden heykel fikrinden yola çıkarak “hareketli eller”ini yaptı. 
Figürün niteliklerini, “tanımlanabilen, görüngülenen her şey”[13] diye ortaya koyan Bugay, yontularının seyredenler için bir şeyler çağrıştırmasını istedi. Daha akademi yıllarında hocası Hadi Bara ona “Çok garip.... çok garip....herkes figürden abstreye gider, siz abstreden figüre gidiyorsunuz”[14] derken, Saim Bugay Avrupa eğitimi sırasında, İtalya’da bin dokuz yetmişlerin başında figüre dönüşü görmüştü. 
Bugay, eserinin altına yazı yazmaya karşıdır. “Benim sözlerim, ışıktır, gölgedir”[15] der. Yontuya ad vermenin onu tarif etmek, anlatmak olduğuna inanır, "İmza eserin kendisidir" der, “heykelin, dahası yapıtın altına yazı yazmak, becerememek, beceremediğini de kabul etmek demek. Benim işim kelimelerle değil, malzemeyle. Yazı yazacak olsaydım, edebiyatçı olurdum” diye eklerdi.  
Kavramların heykelinin ya da resminin yapılması gerektiğine inanan Bugay, seçtiği kavrama biçim verdiğinde sanat yapmış olduğunu söyler.[16] Bu biçimin yepyeni olması gerektiğini, Hadi Bara’nın “isyan etmek” dediği kavramın bu yeni biçim arayışı olduğuna inanır. İsyan etmezse yeni bir şeyler ortaya koyamayacağı[17]; eğer varolanı, yapılmış olanı, ufak değişikliklerle tekrarlarsa, ancak bir zanaatkar olabileceği düşüncesindedir. Yaratıcılığı hep ön planda tutarak, düşünsel ve kavramsal düzeylerde pek çok yeni düşüncenin ve yeniliğin öncülüğünü yapmıştır. İçerik ve biçim tartışmalarında, içeriği  içselleştirmiş ve içerikten ayrılmayan biçimsel yaratıcılığı savunur. 
“Gördüğünü” canlıda görür, “Fotoğrafta göremiyorum, çünkü yaşamıyor”,[18] derdi. Fotoğrafını görmediği ancak kafasını, düşüncesini, ideolojisini tanıdığı Aziz Nesin’in heykelini tanıştıktan ve on yıl süresince resimlerini yaptıktan sonra onbirinci yılında kafasında idealize ederek yaptı ve bu heykeli da çoğalttı. 
Bugay’ın bedenlerinde kafa yoktur. Bu amorfdan[19] yana gerçeküstüye doğru bir boyut kazandırır işlerine. Alışılmıştan sıradışına, bir plastik isyan karşımızdadır. Bu sıradışılık aynı zamanda hareket kavramını da kuvvetlendirir. Hareketler, bedenlerde isyan eder, bağırır, yakınır[20] gibi etkilerin yanı sıra, neşeli, heyecanını dışa vuran insan çağrışımı da yapar. Bedenlerden bedenlerden fışkıran, adeta dışa taşma eğiliminde olan kol ve eller, sanki yüzlerdeki jest ve mimiklerin yerini tutar. 
Eller ve ayakların aslında bir uygarlık tarihi olduğunu söyleyen Saim Bugay, yontularındaki ellerin yakaran yalvaran eller olmadığını söyler. Aslında Apokalipsi’yi anımsatan[21] bu eller doğanın yok olup gidişine bir göstergedir. Bu işlerinde insanın doğanın karşısındaki çaresizliğini anlatmaya çalışan  Saim Bugay, insanın kaderinin doğaya bağlı olduğunu görmesi gerektiğine inanır. 
2.2.               Saim Bugay’ın Türk Heykel Sanatına Katkıları 
Atatürk’ten başka heykel yapılmadığı bir dönemin özgün heykel öncülerinden biri olan Bugay, Atatürk heykeli yapmanın para kazandıran bir olgu olduğu düşüncesindedir. Michelle Nicholas isimli Türkolog bir dostunun evlenip Türkiye’ye gelmesini ve Türkiye’de yetişen oğlunun nerede herhangi bir heykel görse, ona Atatürk dediğinden bahseder. Bu küçüğün gözünde her yontu bir Atatürk’tür. Yabancıların yaptıkları Atatürk heykellerinin daha başarılı olduğunu söyler, bu kadar zarif, hatları ve oranları mükemmel bir insanın heykelinin kötü yapılmasını adeta bir küfür olarak algılar[22]. 
Bugay, sanatın anlaşılamayacağını ancak hissedilebileceğini söyleyen profesörlere kesin karşı çıkarak anlaşılamayacak sanatçının kendini inkar ettiğini söyledi. “Milletimizin heykele kötü baktığını hiç sanmıyorum”[23], derken Brancusi’nin olmadığı dönemlerde Türkiye’de (Osmanlı İmparatorluğu Döneminde) figür geçmişinin olduğunu inanırdı. Halkın heykele yabancı olmadığından bahseder, gördüğü çok güzel mezar taşlarını anlatır, günümüzde heykele, sanata yabancılaşmanın, yabancı kalmasının sebeplerinin yobazlık olduğunu söylerdi. 
İnsan olarak önce diğer bir insanı sonra her canlıyı sevmeli, düşüncesindeydi. İçerik olarak da yaşadığımız dünyayı alıp bunu biçim olarak söyledi. Sadece ellerin ya da bir dudağın insanı ifade etmeye yeterli olduğunu söyledi. Yaptığı heykellerde hayvan figürleri de kullanan Bugay’a göre bunun nedeni hayvanların insanlardan çok daha fazla doğaya sahip çıkmasıydı[24]. İnsanların yüzyıllardır yaptıkları kıyımların kendisine hayvan figürü çalışmasında en büyük etken olduğunu söyler, ve hayvan figürlerini, teknoloji ile birlikte gelişip, çıkar dünyasında vahşileşen insanlığa karşı kullanırdı. Heykeltraşın halka karşı ödevinin bunu hatırlatmak ve farkındalığı sağlamak olduğunu söylerdi.  
Adnan Turani’nin modernist anlayışın hedeflediği özellikler[25] arasında saydığı sanat eserinin özgün olması ve bunun için de sanatçı özgür düşünebilmesi ile sanatçının toplumsal bir amaca hizmet etmesi görüşleri Saim Bugay’ın da sanat görüşüdür. “Sanat çoğunluğa bir şey söylemektir” derdi, ama işini ucuzlatarak değil, anlaşılmasını sağlayarak. Halkın gelip geçtiği yerlerdeki eserlerin çevreyle, mimariyle uyum içinde olursa, daha iyi anlaşılabileceği düşüncesindeydi. “Toplumun içine yontu koyarken, toplumdan kopuk olamazsın gibi geliyor”[26] fikrinden hiç ödün vermedi.  
Kuspit’in sanat eserinin halk yığınlarına ulaşabilmesi için eserin çoğaltılması gerekliliği[27] fikrini savundu. Heykelin daha iyi anlaşılması adına çok sevdiği Ernst Barlach gibi heykellerini çoğaltmaya başladı. Böylece Türkiye’de bir ilke imza atmış oldu. 
“İnsanın insanlığa başlangıcı soyutlamayla”[28] diyen Saim Bugay, soyutlama adına yapılan bazı işleri absürd bulduğunu söyler. “Soyutlamanın bugünlerde tam zamanıdır” imlemesini yaparken aslında, bir taraftan Türkiye sanat ortamının soyutlamaya hazır olup olmadığını sorgulamaktadır.  

3.       Saim Bugay’ın Eserleri, Sergileri Ve Ödülleri
3.1.    Kişisel Sergileri[29]
1968, İstanbul, Robert Koleji, Heykel Sergisi
1969, İstanbul, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Heykel Sergisi
1970, Paris, Galerie Lia Grambihler, Heykel Sergisi
1971, Paris, Gerard Philip Tiyatrosu, Masklar
1972, Cheteaurox, Galerie Andree Benard, Heykel Sergisi
1972, Limoge, Galerie Limoge, Heykel Sergisi
1972, Paris, Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi
1973, Paris, Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi
1974, Paris, Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi
1975, İstanbul, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Şadi Çalık Heykeli (çoğaltım) Sergisi
1985, Ankara Galerie Bedesten, Eller Heykel (çogaltım) Sergisi
1987, İstanbul, 1. Uluslararası Plastik Sanatlar Şenliği, Heykel Sergisi
1989, İstanbul, İstanbul Bianeli, Galeri MD, Heykel Sergisi, CRR
1989, İstanbul, Soyak Sanat Galerisi, Heykel Sergisi
1990, İstanbul, Soyak Sanat Galerisi, Heykel Sergisi
1992, İstanbul, Galeri MD, Heykel Sergisi
1994, İstanbul, Galeri Maya, Aziz Nesin Heykel Sergisi
1995, İstanbul, Aksanat, Hayvanlar Heykel Sergisi
1997, İstanbul, Yazarlar Sendikası, Sabahattin Ali , Reliefi
1998, İstanbul, Nazım Hikmet Vakfı, Nazım Hikmet Heykeli ( çoğaltım) Sergisi
2000, İstanbul, Kare Sanat Galerisi, “Görüngüler” Heykel Sergisi
2005, İstanbul, AKM, “Hayvanlar ve Eşşekoğlueşşekler” Heykel Sergisi, Bilim Sanat Galerisi
3.2.    Ödülleri
1969   Devlet Resim ve Heykel Sergisi, Heykel Dalında Birincilik Ödülü
1977   Görsel Sanatçılar Sergisi, Başarı Ödülü
1980   İstanbul Belediyesi Plaket Yarışması, Birincilik ve Mansiyon ödülü
1983   Abdi İpekçi Yarışması, Mansiyon
1993   Tüsiad Kalder, Birincilik Ödülü
1995   Aziz Nesin Vakfı, Özel Ödülü
1998   UNİMA, Uluslararası Kukla ve Gölge Oyunları Birliği Ödülü  
3.3.    Karma Sergileri
1965-69 Devlet Resim Heykel Sergileri
1967   Gençler Bianeli Heykel Sergisi, Paris
1971   Salon D’ automme Heykel Sergisi, Paris
1971   25. Salon D’huropaix, Heykel Sergisi, Fransa
1973   Larumieu, Heykel Sergisi, Fransa
1973   Cipak, Heykel Sergisi, Paris
1973   Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi, Paris
1974   “Collamarini Son Atalier” Rodin Müzesi, Paris
1974   Odeon Tiyatrosu, Tiyatro Masklar Sergis, Paris
1975   Arkeoloji Müzesi, Heykel Sergisi, İstanbul
1975   Heykel Sergisi, Safranbolu
1976   Arkeoloji müzesi, Heykel Sergisi, İstanbul
1978   Yapı Sanat Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1979   Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Yeni Eğilimler Sergisi, İstanbul
1980   Moda Güzel Sanatlar Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1981   Taksim Sanat Evi Heykel Sergisi, İstanbul
1981   Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Çağdaş Türk Sanatı Sergisi, İstanbul
1982   Atatürk Yüksek Öğretim Okulu, Öğretim Üyeleri Sergisi, İstanbul
1983   Devler Güzel Sanatlar Akademisi, 100. yıl Akademi Hocaları Sergisi, İstanbul
1989   Galeri MD, Kukla, Heykel Sergisi, İstanbul
1989   Artisan, Heykel Sergisi, İstanbul
1990   Urart, Masklar Sergisi, Ankara
1991   Galeri MD, “Çekmeceler” , İstanbul
1993   Galeri CRR, “Bir Malzeme Altı Yorum” Heykel Sergisi, İstanbul
1997   Bilim Sanat Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1998   Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Hocalardan Hocalar, İstanbul
1998   Artisan, Heykel Sergisi, İstanbul
1999   Şadi Çalık Atölyesi, Heykel Sergisi, İstanbul
3.4.    Belli Başlı Eser Ve Çalışmaları

1975   İstanbul, Tofaş için demir “ kuşlar “ heykeli
1981   Bozhöyük, Demir Döküm Fabrikası için “eller “ heykeli
1982   İstanbul Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Atatürk Anıtını
1982   Ankara, PTT Genel Müdürlüğü için Atatürk Reliefi
1983   Ankara, Başbakanlık Bakanlar Kurulu Salonu Atatürk Reliefi
1983   Başbakanlık Şeref Giriş Kapısı
1984   İzmir Hürriyet Gazetesi “Sedat Simavi ve Halk” Panoları
1986   Ankara KKK Karargah Binası, Şeref Giriş Kapısı
1987   İzmir Nasatex için “mobil” heykeli
1988   İstanbul Ataköy “Aile Heykelini”
1989   İstanbul, CRR Konser Salonu heykeli
1990   Ankara Finans kurumu Duvar panosu        
1990   İstanbul Ayna Tiyatrosu için kukla, görüntü ve dekor uygulamaları
1991   TRT için Kuklalar dizi filmi
1992   İstanbul Ataköyde 7. ve 8. kısım meydanlarında 6 adet heykel
1996   Bergama Cumhuriyet Meydanı Atatürk Anıtını
1997   İstanbul Bahçeşehir Atatürk Anıtını
1998   İstanbul, Ferhan Şensoy Tiyatrosu için gölge oyunları ve dekor uygulamaları
1998   İstanbul Şehir Tiyatroları “ Güz Bitimi Moliere” oyunu için masklar ve kuklalar
1998   TRT Kurtuluş filmi için kesik baş
2003   Kırklareli Lüleburgaz Atatürk Anıtını   

4.       Sonsöz
Saim Bugay’la Sonsuz Söyleşi
            Dedim: Saim Ağabey nereye böyle?
            Dedi: Bir yere gittiğim yok, çamur yoğuruyorum.
            Dedim: Saim Ağabey, sen, bizi bırakıyorsun!
            Dedi: Görmüyor musun Haydar, rüzgar yoğuruyorum.
            Dedim: Ağabey, belki de biz seni çok üzdük,
            Dedi: Dur şimdi, gürgenleri, meşeleri yoğuruyorum
            Dedim: Ey "gökten gelen gururlu adam!"
            Dedi: Boş ver şimdi, yerleri gökleri yoğuruyorum
            Dedi: Boğaziçi ile Bismil’i birlikte yoğuruyorum,
            Dedi: Günahla sevabı aynı kapta yoğuruyorum…
            Dedim: Saim Ağabey, biz sensiz neyleriz?
            Dedi: Konuşturma adamı, can ile cananı yoğuruyorum.
            Dedi: Çok işim var, at ile kartalı yoğuruyorum.
            Dedim: Ağabey, AKM’deki sergiyi anımsıyor musun?
            Dedi: Dur hele. İnsan ile hayvanı yoğuruyorum.
            Dedim: Ey! Ağacı nazlatan, mermeri ninnileyen tanrı.
            Dedi. Sus! Su ile kızgın ateşi yoğuruyorum.
            Dedi: Şimdi, bengim ile başağımı yoğuruyorum,
            Dedi: Bebeklerle martıları yoğuruyorum, Haydar.
            Dedim: Saim Ağabey, ne demek istedin?
            Saim Ağabey dedi ki: Türkümle Kürdümü yoğuruyorum.
            Dedim: Ağabey bir daha söyle!
            Saim Ağabey dedi ki: Türkiye ile sosyalizmi yoğuruyorum.
            Hüseyin Haydar[30]
KAYNAKÇA
Bektaş, Cengiz.: Saim Bugay, Bilim Sanat Galerisi, İstanbul, 2005
Eroğlu, Özkan.: Sanat Birikimi, Artist Yayıncılık, İstanbul, 2009
Gezer, Hüseyin.: Cumhuriyet Dönemi Türk Heykeli, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1984
Haydar, Hüseyin.: Kıyı. Mart-Nisan 2008, sayı: 201
Kuspit, Donald.: Sanatın Sonu, İngilizceden çeviren: Yasemin Tezgiden, Metis Yayınları, İstanbul 2005 (İngilizce adı: The End of Art, Cambridge University Press, 2004) 
Nokta Dergisi: ss. 45-50, 7-13.09, 1997
Radikal Gazetesi Arşivi: s. 13, 27.10.2007
Read, Herbert.: Modern Sculpture, A Concise History, Londra, 2006   
Turani, Adnan.: Çağdaş Sanat Felsefesi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2009 
Kaynak: Feyza ÖZALP,    Saim Bugay  Ve  Çağdaş Heykel Sanatımıza Kazandırdıkları  ,  Programı   Çağdaş Türk Sanatı Ve Yeni Açılımları Iı  F.M.V. Işık Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü   Sanat Kuramı Ve Eleştiri Yüksek Lisans İstanbul, Bahar Yarıyılı, 2010


[1]
[2] http://www.saimbugay.com/Biyo.htm
[3] C. Bektaş, Saim Bugay, s. 7
[4] C. Bektaş, a.g.y., s. 25
[5] C. Bektaş, a.g.y., s. 35
[6] Ö. Eroğlu, Sanat Birikimi, s. 756
[7] H. Gezer, Cumhuriyet Dönemi Türk Heykeli, s. 249
[8] Radikal Gazetesi, 27.10.2007, Jülide Karahan
[9] Radikal Gazetesi, a.g.y. 
[10] Nokta Dergisi, Ebru Öztürk, 7-13.09.1997
[11] Radikal Gazetesi, a.g.y.
[12] H. Read, Modern Sculpture, A Concise History, ss. 253-255
[13] Ö. Eroğlu, a.g.y., ss. 749-753
[14] C. Bektaş, a.g.y. s. 25
[15] C. Bektaş, a.g.y., s. 43
[16] C. Bektaş, a.g.y., ss.43-44
[17] Ö. Eroğlu, a.g.y., s. 748-749
[18] C. Bektaş, a.g.y. s. 64
[19] Ö. Eroğlu, a.g.y., s. 634
[20] Ö. Eroğlu, a.g.y., ss. 634-636
[21] Ö. Eroğlu, a.g.y. s. 635
[22] Ö. Eroğlu, Sanat Birikimi, s. 755
[23] C. Bektaş, a.g.y. ss. 77-78
[24] Nokta Dergisi, Ebru Öztürk, 7-13.09.1997
[25] A. Turani, Çağdaş Sanat Felsefesi, ss. 173 - 175
[26] C. Bektaş, a.g.y. s. 76
[27] D. Kuspit, Sanatın Sonu, s. 160
[28] Ö. Eroğlu, a.g.y., ss. 753-754
[29] C. Bektaş, a.g.y., s. 302
[30] H. Haydar, Kıyı,  2008   


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar