SAİM BUGAY VE ÇAĞDAŞ HEYKEL SANATIMIZA KAZANDIRDIKLARI
Hzl: Feyza ÖZALP
1.1.
Heykel Sanatçısı Saim Bugay Kimdir?
Saim Bugay
Görüngülenen her şeyin figür olduğunu söyleyen[1][2] heykel
sanatçısı Saim Bugay, isyan etmeden, muhalif olmadan sanatçı olunamayacağı
düşüncesini hem gündelik yaşamında hem sanatçı kimliğinde içselleştirdi. Soyut-figüratif
tartışmalarına yeni bir anlam kazandırdı ve sanatta hep paylaşılabilirliği
savundu.
1.2.
Saim
Bugay’ın Çocukluğu
Saim Bugay,
kendi deyişiyle “Osmanlı bakiyesi”,[3] ud çalan,
keman çalan bir anne ve posta tatarı bir babanın çocuğu olarak yirmi şubat bin
dokuz yüz otuz dörtte Mersin’de dünyaya geldi. İki buçuk yaşındayken ailece
Ankara’ya göçen Bugay’ın çocukluğu, bıçak ve çakı yardımıyla tebeşirleri,
tahtaları, sabunları yontarak geçti. Keman çalmayı öğrenebilmek için kendi
kemanını yapmaktan başka çaresi olmadığını anlayan dört yaşındaki Bugay,
kendine tahtadan yontarak at kuyruğundan yaylar yapıp, teller gererek bir keman
yaptı. Evin boyunun eriştiği tüm duvarlarına ve hatta her tarafına yaptığı
resimler yüzünden “satılığa çıkarılacağı”, günlerini yontarak geçirdiği için
“taşa döneceği” tehditlerine kulak asmadan devam etti.
Beş
yaşındayken amcasının bir kaç desenini akademiye götürmesiyle akademiye davet
edilen, ama nazara gelir diye gönderilmeyen Bugay aynı yaşta Ankara, Etlik
İlkokulu’na başladı. İlkokulu bitirince yağmur olukları, iniş boruları, baca
etekleri yapan komşuları Mehmet İlalan’ın yanına çırak olarak girdi. Burada
bakırla çalışmayı, kesmeyi, tavlamayı öğrendi.
Liseyi
ağabeyi ile beraber ticaret lisesinde okudu. Ticaret Lisesi’nin orta bölümü son
sınıfında aile İstanbul’a taşındı. On üç yaşına kadar Mehmet olan adı
İstanbul’da artık Saim olarak değişti.
Lise
bittikten sonra ailesini geçindirmek için bir muhasebe bürosu açtı. Bu dönemde
Komünist Partiye üye oldu. Bin dokuz yüz elli üçte yürütülen Komünist Partisi davasında sanık oldu. Altı aylık tutukluluk
döneminden sonra beraat ederek serbest kaldı. Bu dönemde, bir taraftan
aile babası olmuş, diğer taraftan da Yüksek Ticaret’e devam etmekteydi.
1.3. Saim
Bugay ve Akademi
Yüksek
Ticaret’te hocası Faruk Morel, onu Zühtü Mürüdoğlu’na Akademi’ye gönderdi.
Mürüdoğlu’nun ısrarıyla Akademi sınavlarına girdi, birinci olarak kazandı.
Malzeme ve teknik öğrenmek gerekliliğinin bilincindeydi. Akademiye başladı.
Atölyelerde Şadi Çalık, Hadi Bara gibi ustalarla çalıştı.
Akademiyi o
yıllarda düşünce özgürlüğüne en yakın ortam olduğunu söyleyen Bugay, gerçek
hocası olarak Hadi Bara’yı görür ve onun kafasını açtığını söyler. Hadi
Bara’nın “İsyan etmeyen adam sanatçı olmaz”[4] sözlerini
tekrarlar. Hadi Bara’nın bu sözleri Bugay’ın kişiliğinde sanki vücut
bulmuştur.
1.4. Saim
Bugay Paris’te
Bugay, bin
dokuz yüz altmış yedide akademiden mezun oldu. Bin dokuz yüz altmış dokuzda
açılan yurt dışı sınavını kazanan Bugay
Paris’e gitti.
René
Collemarini atölyesinde çalışmaya başlamasının üçüncü haftasında
Collemarini’nin “Siz niye buraya geliyorsunuz? Gelmeyin, bitirmişsiniz bu işi,
bu işin üstadısınız; ayıp oluyor”[5] demesi
üzerine Bugay bir atölye tuttu. Devletin verdiği aylık ahşap için yeterli
olmadığı için arkadaşlık kurduğu Collemarini ona ahşap getirmeye başladı. Aynı
dönemde Paris’te yıkılan on üçüncü bölgeden iki tekerlekli el arabası ile
çinkolar toplayıp eriterek, bunlardan heykeller yaptı. Avrupa’da geçirdiği altı
yılda yedi kişisel, yirmi altı karma
sergi açtı.
1.5. Paris
Dönüşü
Bugay bin
dokuz yüz yetmiş dördün sonunda Türkiye’ye döndü. Çabuk dönmesini söyleyen
üstüste gelen telgraflar nedeniyle, gerçekleştirmeyi istediği bir kaç projeyi
yarım bırakmak zorunda kaldı. Bunlardan bir tanesi de “gökyüzünde heykeller”[6]di. Avrupa’dan dönmeyeceği dedikodusu yayılmıştı
akademide. “Biz yaşadığımız taşın
kertenkelesiyiz. Paris’ten elbette dönecektim” diyerek dönerken yanında
sadece “en değerli eşyalarım” dediği, heykel yapımında kullandığı aletleri
getirdi.
Türkiye’de
heykel adına çalışmalar yapmaya ve öncü olmaya daha gitmeden karar vermişti.
Döndüğünde kadro yokluğu bahane edilerek Bugay’ın akademiye başlaması ve
atanması konusunda sorunlar çıkarıldı. En sonunda akademide temel sanat eğitimi
vermeye başladı.
Paris
dönüşü, kendi atölyesinde çalıştığı yıllar sanatçı kişiliğinin ve heykel
alanındaki ustalığının geliştiği ve pekiştiği yıllar oldu. Avrupa’ya gitmeden
önce soyut demir çalışmalarıyla dikkat çekerken[7], Avrupa’da
çeşitli malzemeyi denedi. O yıllar, Türkiye’de yapılan heykeller sadece Atatürk
Heykelleri iken, Kuzgun Acar, İlhan Koman ve Hadi Bara ile birlikte “özgün heykel” yapımının öncüsü oldu.
1.6. Saim
Bugay’ın Çalışmaları
Aynı dönemde
tek cepheli, bir modülün tekrarına dayalı yapıtlar üzerinde çalıştı. Bu
yontular arasında, Şadi Çalık Heykeli de bir ilkti. Şadi Çalık Heykelini
çoğaltarak açtığı bin dokuz yüz yetmiş beş yılı sergisi, yeni bir çığır açtı.
Çoğaltılmış heykel uygulamasını, daha sonraki yıllarda, “maymunlar”, “ Nazım Hikmetler”, “ Aziz
Nesinler”, “hareketli eller”,
“hayvanlar” ve “eşekler” heykelleriyle sürdürdü.
Bin dokuz
yüz seksenlerde özellikle insan ile doğa ilişkisini irdelemeye ağırlık verdi.
Bu araştırmaları çerçevesinde demir levhalara çocuk, kadın ve erkek figürleri
oydu, bazen levhadan oyarak çıkarttığı figürünü, levhadaki boşluğun karşısına
yerleştirdi.
Bin dokuz yüz doksanlarda yüzyıllar önce batan bir geminin bulunan parçalarını oyarak çeşitli hayvan figürleri ve maskeler yaptı. Son sergisinin kahramanı eşeklerdi.
Bin dokuz yüz doksanlarda yüzyıllar önce batan bir geminin bulunan parçalarını oyarak çeşitli hayvan figürleri ve maskeler yaptı. Son sergisinin kahramanı eşeklerdi.
Doksanlı
yılların ortalarından beri süregelen “Hayvanlar” serilerinin son adımı olan bu
sergide aslında insanoğlunun bugünkü durumunu ve mevcut toplum düzenini
sorgulamayı hedeflemişti. “İnsanlar kavramlar üretiyor, bu ürettikleri kavramlara
kendileri uymuyor. Ahlak, namus, iyilik vs... gibi kavramlara insanlar uymuyor.
Bunun üzerine hayvanlara yönelmeye karar verdim” diyor ve hayvanları överek
ekliyordu: “Hayvanlar namussuzluk, ahlaksızlık, hırsızlık yapmıyor...”[8]
Yıllar yılı
fuarlara, sergilere sanatın panayırı olmaz diyerek katılmayı reddeden[9], on yedinci
İstanbul Sanat Furı’nın onur sanatçısı Bugay ödülünü almaya gitmekten tedirgin
oldu. "Oraya
çıkacağız, elimize ödülü verecekler. Kısa da olsa bir konuşma isteyecekler.
Bakalım ne edeceğiz? Sanatın panayırı olmaz, ben oralara heykel meykel vermem
diye söylen dur, sonra git ödül al. Olacak iş değil"[10] demişti.
1.7. Son
yılları
“O şerefsiz
troid” kalp yetmezliği nedeniyle çok zayıflamış olsa da, öğrencilerine kukla
yapmayı, ahşap yontmayı öğretiyordu hâlâ. "Öğretmek zorundayım çünkü yok
başka kimse. Kukla bölümündeki asistanların yetişmesini bekliyorum işte"[11] diyordu.
Eserlerini, 'Heykelin de karikatürü oluyormuş' diye eleştirenlere "Belki
de artık dalga geçme zamanı..." diyordu.
Konuyu,
nesneyi somut kompozisyonlara, etkili ve estetik ürünlere dönüştüren ve sanatçı
çizgisi ulusaldan evrensele uzanan ama aynı zamanda kendi toplumuna ve
kendi insanına sahip çıkan Saim Bugay, yirmi yedi Ocak iki bin sekiz tarihinde,
kalp yetmezliği tanısıyla yattığı hastanede hayata gözlerini yumdu.
2. Saim
Bugay’ın Sanatı ve Türk Heykel Sanatımıza Kazandırdıkları
2.1. Saim
Bugay ve Sanatı
Modern
heykelde[12] geçmişte
heykeli tanımlayan her şey yok olur. Özünde “açık form” olan bu yeni “heykel”,
kütlesini ve ölçülebilirliğini saklamaya çalışır. Birleşmiş değildir, ama el
yazısı imgesi gibidir. Yatay düzlemde bir denge noktası aramaktansa, sanki
boşlukta yetkin bir hareket içindedir.
Bugay da
doğanın sürekli hareketlilik içinde olduğuna inandı ve bu kavramı
heykellerinde yansıttı. Yontusunun üç yüz altmış boyutlu olduğunu söyler,
görenin her boyutu incelemesi gerektiğini eklerdi. Hareketin dördüncü taraf (boyut) olduğu anlayışıyla yontusunun hareket
etmesini isterdi. Calder’in hareketli ve hatta motor takılmış işleri gibi
değil, doğayla beraber, doğayla bütünleşen bir hareket arardı. Doğal olarak
rüzgar ya da güneş enerjisi ile hareket eden heykel fikrinden yola çıkarak
“hareketli eller”ini yaptı.
Figürün
niteliklerini, “tanımlanabilen, görüngülenen her şey”[13] diye ortaya
koyan Bugay, yontularının seyredenler için bir şeyler çağrıştırmasını istedi.
Daha akademi yıllarında hocası Hadi Bara ona “Çok garip.... çok garip....herkes
figürden abstreye gider, siz abstreden figüre gidiyorsunuz”[14] derken,
Saim Bugay Avrupa eğitimi sırasında, İtalya’da bin dokuz yetmişlerin başında
figüre dönüşü görmüştü.
Bugay,
eserinin altına yazı yazmaya karşıdır. “Benim sözlerim, ışıktır, gölgedir”[15] der.
Yontuya ad vermenin onu tarif etmek, anlatmak olduğuna inanır, "İmza
eserin kendisidir" der, “heykelin, dahası yapıtın altına yazı yazmak,
becerememek, beceremediğini de kabul etmek demek. Benim işim kelimelerle değil,
malzemeyle. Yazı yazacak olsaydım, edebiyatçı olurdum” diye eklerdi.
Kavramların
heykelinin ya da resminin yapılması gerektiğine inanan Bugay, seçtiği kavrama
biçim verdiğinde sanat yapmış olduğunu söyler.[16] Bu biçimin
yepyeni olması gerektiğini, Hadi Bara’nın “isyan etmek” dediği kavramın bu yeni
biçim arayışı olduğuna inanır. İsyan etmezse yeni bir şeyler ortaya koyamayacağı[17]; eğer
varolanı, yapılmış olanı, ufak değişikliklerle tekrarlarsa, ancak bir zanaatkar
olabileceği düşüncesindedir. Yaratıcılığı hep ön planda tutarak, düşünsel ve
kavramsal düzeylerde pek çok yeni düşüncenin ve yeniliğin öncülüğünü yapmıştır.
İçerik ve biçim tartışmalarında, içeriği içselleştirmiş ve içerikten
ayrılmayan biçimsel yaratıcılığı savunur.
“Gördüğünü”
canlıda görür, “Fotoğrafta göremiyorum, çünkü yaşamıyor”,[18] derdi.
Fotoğrafını görmediği ancak kafasını, düşüncesini, ideolojisini tanıdığı Aziz
Nesin’in heykelini tanıştıktan ve on yıl süresince resimlerini yaptıktan sonra
onbirinci yılında kafasında idealize ederek yaptı ve bu heykeli da
çoğalttı.
Bugay’ın
bedenlerinde kafa yoktur. Bu amorfdan[19] yana
gerçeküstüye doğru bir boyut kazandırır işlerine. Alışılmıştan sıradışına, bir
plastik isyan karşımızdadır. Bu sıradışılık aynı zamanda hareket kavramını da
kuvvetlendirir. Hareketler, bedenlerde isyan eder, bağırır, yakınır[20] gibi
etkilerin yanı sıra, neşeli, heyecanını dışa vuran insan çağrışımı da yapar.
Bedenlerden bedenlerden fışkıran, adeta dışa taşma eğiliminde olan kol ve
eller, sanki yüzlerdeki jest ve mimiklerin yerini tutar.
Eller ve
ayakların aslında bir uygarlık tarihi olduğunu söyleyen Saim Bugay,
yontularındaki ellerin yakaran yalvaran eller olmadığını söyler. Aslında
Apokalipsi’yi anımsatan[21] bu eller
doğanın yok olup gidişine bir göstergedir. Bu işlerinde insanın doğanın
karşısındaki çaresizliğini anlatmaya çalışan
Saim Bugay, insanın kaderinin doğaya bağlı olduğunu görmesi gerektiğine
inanır.
2.2. Saim
Bugay’ın Türk Heykel Sanatına Katkıları
Atatürk’ten
başka heykel yapılmadığı bir dönemin özgün heykel öncülerinden biri olan Bugay,
Atatürk heykeli yapmanın para kazandıran bir olgu olduğu düşüncesindedir.
Michelle Nicholas isimli Türkolog bir dostunun evlenip Türkiye’ye gelmesini ve
Türkiye’de yetişen oğlunun nerede herhangi bir heykel görse, ona Atatürk
dediğinden bahseder. Bu küçüğün gözünde her yontu bir Atatürk’tür. Yabancıların
yaptıkları Atatürk heykellerinin daha başarılı olduğunu söyler, bu kadar zarif,
hatları ve oranları mükemmel bir insanın heykelinin kötü yapılmasını adeta bir
küfür olarak algılar[22].
Bugay,
sanatın anlaşılamayacağını ancak hissedilebileceğini söyleyen profesörlere
kesin karşı çıkarak anlaşılamayacak sanatçının kendini inkar ettiğini söyledi.
“Milletimizin heykele kötü baktığını hiç sanmıyorum”[23], derken
Brancusi’nin olmadığı dönemlerde Türkiye’de (Osmanlı İmparatorluğu Döneminde)
figür geçmişinin olduğunu inanırdı. Halkın heykele yabancı olmadığından
bahseder, gördüğü çok güzel mezar taşlarını anlatır, günümüzde heykele, sanata
yabancılaşmanın, yabancı kalmasının sebeplerinin yobazlık olduğunu
söylerdi.
İnsan olarak önce diğer bir insanı sonra her canlıyı sevmeli,
düşüncesindeydi. İçerik olarak da yaşadığımız dünyayı alıp bunu biçim olarak
söyledi. Sadece ellerin ya da bir dudağın insanı ifade etmeye yeterli olduğunu
söyledi. Yaptığı
heykellerde hayvan figürleri de kullanan Bugay’a göre bunun nedeni hayvanların
insanlardan çok daha fazla doğaya sahip çıkmasıydı[24]. İnsanların
yüzyıllardır yaptıkları kıyımların kendisine hayvan figürü çalışmasında en
büyük etken olduğunu söyler, ve hayvan figürlerini, teknoloji ile birlikte
gelişip, çıkar dünyasında vahşileşen insanlığa karşı kullanırdı. Heykeltraşın
halka karşı ödevinin bunu hatırlatmak ve farkındalığı sağlamak olduğunu
söylerdi.
Adnan
Turani’nin modernist anlayışın hedeflediği özellikler[25] arasında
saydığı sanat eserinin özgün olması ve bunun için de sanatçı özgür
düşünebilmesi ile sanatçının toplumsal bir amaca hizmet etmesi görüşleri Saim
Bugay’ın da sanat görüşüdür. “Sanat çoğunluğa bir şey söylemektir” derdi, ama
işini ucuzlatarak değil, anlaşılmasını sağlayarak. Halkın gelip geçtiği
yerlerdeki eserlerin çevreyle, mimariyle uyum içinde olursa, daha iyi
anlaşılabileceği düşüncesindeydi. “Toplumun içine yontu koyarken, toplumdan
kopuk olamazsın gibi geliyor”[26] fikrinden
hiç ödün vermedi.
Kuspit’in
sanat eserinin halk yığınlarına ulaşabilmesi için eserin çoğaltılması
gerekliliği[27] fikrini
savundu. Heykelin daha iyi anlaşılması adına çok sevdiği Ernst Barlach gibi
heykellerini çoğaltmaya başladı. Böylece Türkiye’de bir ilke imza atmış
oldu.
“İnsanın
insanlığa başlangıcı soyutlamayla”[28] diyen Saim
Bugay, soyutlama adına yapılan bazı işleri absürd bulduğunu söyler. “Soyutlamanın bugünlerde tam zamanıdır” imlemesini yaparken
aslında, bir taraftan Türkiye sanat ortamının soyutlamaya hazır olup olmadığını
sorgulamaktadır.
3. Saim
Bugay’ın Eserleri, Sergileri Ve Ödülleri
1968, İstanbul, Robert Koleji, Heykel Sergisi
1969, İstanbul, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi,
Heykel Sergisi
1970, Paris, Galerie Lia Grambihler, Heykel Sergisi
1971, Paris, Gerard Philip Tiyatrosu, Masklar
1972, Cheteaurox, Galerie Andree Benard, Heykel Sergisi
1970, Paris, Galerie Lia Grambihler, Heykel Sergisi
1971, Paris, Gerard Philip Tiyatrosu, Masklar
1972, Cheteaurox, Galerie Andree Benard, Heykel Sergisi
1972, Limoge, Galerie Limoge, Heykel Sergisi
1972, Paris, Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi
1973, Paris, Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi
1973, Paris, Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi
1974, Paris, Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi
1975, İstanbul, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Şadi Çalık Heykeli (çoğaltım) Sergisi
1985, Ankara Galerie Bedesten, Eller Heykel (çogaltım) Sergisi
1987, İstanbul, 1. Uluslararası Plastik Sanatlar Şenliği, Heykel Sergisi
1989, İstanbul, İstanbul Bianeli, Galeri MD, Heykel Sergisi, CRR
1989, İstanbul, Soyak Sanat Galerisi, Heykel Sergisi
1990, İstanbul, Soyak Sanat Galerisi, Heykel Sergisi
1992, İstanbul, Galeri MD, Heykel Sergisi
1994, İstanbul, Galeri Maya, Aziz Nesin Heykel Sergisi
1995, İstanbul, Aksanat, Hayvanlar Heykel Sergisi
1997, İstanbul, Yazarlar Sendikası, Sabahattin Ali , Reliefi
1975, İstanbul, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Şadi Çalık Heykeli (çoğaltım) Sergisi
1985, Ankara Galerie Bedesten, Eller Heykel (çogaltım) Sergisi
1987, İstanbul, 1. Uluslararası Plastik Sanatlar Şenliği, Heykel Sergisi
1989, İstanbul, İstanbul Bianeli, Galeri MD, Heykel Sergisi, CRR
1989, İstanbul, Soyak Sanat Galerisi, Heykel Sergisi
1990, İstanbul, Soyak Sanat Galerisi, Heykel Sergisi
1992, İstanbul, Galeri MD, Heykel Sergisi
1994, İstanbul, Galeri Maya, Aziz Nesin Heykel Sergisi
1995, İstanbul, Aksanat, Hayvanlar Heykel Sergisi
1997, İstanbul, Yazarlar Sendikası, Sabahattin Ali , Reliefi
1998, İstanbul, Nazım Hikmet Vakfı, Nazım Hikmet
Heykeli ( çoğaltım) Sergisi
2000, İstanbul, Kare Sanat Galerisi, “Görüngüler” Heykel Sergisi
2005, İstanbul, AKM, “Hayvanlar ve Eşşekoğlueşşekler” Heykel Sergisi,
Bilim Sanat Galerisi
3.2. Ödülleri
1969 Devlet Resim ve Heykel Sergisi, Heykel Dalında
Birincilik Ödülü
1977 Görsel Sanatçılar Sergisi, Başarı Ödülü
1980 İstanbul Belediyesi Plaket Yarışması, Birincilik ve Mansiyon ödülü
1983 Abdi İpekçi Yarışması, Mansiyon
1993 Tüsiad Kalder, Birincilik Ödülü
1995 Aziz Nesin Vakfı, Özel Ödülü
1998 UNİMA, Uluslararası Kukla ve Gölge Oyunları Birliği Ödülü
1977 Görsel Sanatçılar Sergisi, Başarı Ödülü
1980 İstanbul Belediyesi Plaket Yarışması, Birincilik ve Mansiyon ödülü
1983 Abdi İpekçi Yarışması, Mansiyon
1993 Tüsiad Kalder, Birincilik Ödülü
1995 Aziz Nesin Vakfı, Özel Ödülü
1998 UNİMA, Uluslararası Kukla ve Gölge Oyunları Birliği Ödülü
3.3. Karma Sergileri
1965-69
Devlet Resim Heykel Sergileri
1967 Gençler Bianeli Heykel Sergisi, Paris
1971 Salon D’ automme Heykel Sergisi, Paris
1971 25. Salon D’huropaix, Heykel Sergisi, Fransa
1973 Larumieu, Heykel Sergisi, Fransa
1973 Cipak, Heykel Sergisi, Paris
1973 Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi, Paris
1974 “Collamarini Son Atalier” Rodin Müzesi, Paris
1974 Odeon Tiyatrosu, Tiyatro Masklar Sergis, Paris
1975 Arkeoloji Müzesi, Heykel Sergisi, İstanbul
1975 Heykel Sergisi, Safranbolu
1976 Arkeoloji müzesi, Heykel Sergisi, İstanbul
1978 Yapı Sanat Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1979 Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Yeni Eğilimler Sergisi, İstanbul
1980 Moda Güzel Sanatlar Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1981 Taksim Sanat Evi Heykel Sergisi, İstanbul
1981 Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Çağdaş Türk Sanatı Sergisi, İstanbul
1982 Atatürk Yüksek Öğretim Okulu, Öğretim Üyeleri Sergisi, İstanbul
1983 Devler Güzel Sanatlar Akademisi, 100. yıl Akademi Hocaları Sergisi, İstanbul
1989 Galeri MD, Kukla, Heykel Sergisi, İstanbul
1989 Artisan, Heykel Sergisi, İstanbul
1990 Urart, Masklar Sergisi, Ankara
1991 Galeri MD, “Çekmeceler” , İstanbul
1993 Galeri CRR, “Bir Malzeme Altı Yorum” Heykel Sergisi, İstanbul
1997 Bilim Sanat Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1998 Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Hocalardan Hocalar, İstanbul
1998 Artisan, Heykel Sergisi, İstanbul
1999 Şadi Çalık Atölyesi, Heykel Sergisi, İstanbul
1967 Gençler Bianeli Heykel Sergisi, Paris
1971 Salon D’ automme Heykel Sergisi, Paris
1971 25. Salon D’huropaix, Heykel Sergisi, Fransa
1973 Larumieu, Heykel Sergisi, Fransa
1973 Cipak, Heykel Sergisi, Paris
1973 Galerie Poisson D’or, Heykel Sergisi, Paris
1974 “Collamarini Son Atalier” Rodin Müzesi, Paris
1974 Odeon Tiyatrosu, Tiyatro Masklar Sergis, Paris
1975 Arkeoloji Müzesi, Heykel Sergisi, İstanbul
1975 Heykel Sergisi, Safranbolu
1976 Arkeoloji müzesi, Heykel Sergisi, İstanbul
1978 Yapı Sanat Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1979 Devlet Güzel Sanatlar Akademisi, Yeni Eğilimler Sergisi, İstanbul
1980 Moda Güzel Sanatlar Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1981 Taksim Sanat Evi Heykel Sergisi, İstanbul
1981 Devlet Resim ve Heykel Müzesi, Çağdaş Türk Sanatı Sergisi, İstanbul
1982 Atatürk Yüksek Öğretim Okulu, Öğretim Üyeleri Sergisi, İstanbul
1983 Devler Güzel Sanatlar Akademisi, 100. yıl Akademi Hocaları Sergisi, İstanbul
1989 Galeri MD, Kukla, Heykel Sergisi, İstanbul
1989 Artisan, Heykel Sergisi, İstanbul
1990 Urart, Masklar Sergisi, Ankara
1991 Galeri MD, “Çekmeceler” , İstanbul
1993 Galeri CRR, “Bir Malzeme Altı Yorum” Heykel Sergisi, İstanbul
1997 Bilim Sanat Galerisi, Heykel Sergisi, İstanbul
1998 Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Hocalardan Hocalar, İstanbul
1998 Artisan, Heykel Sergisi, İstanbul
1999 Şadi Çalık Atölyesi, Heykel Sergisi, İstanbul
3.4. Belli
Başlı Eser Ve Çalışmaları
1975 İstanbul, Tofaş için demir “
kuşlar “ heykeli
1981 Bozhöyük, Demir Döküm
Fabrikası için “eller “ heykeli
1982 İstanbul Cerrahpaşa Tıp
Fakültesi Atatürk Anıtını
1982 Ankara, PTT Genel Müdürlüğü
için Atatürk Reliefi
1983 Ankara, Başbakanlık Bakanlar
Kurulu Salonu Atatürk Reliefi
1983 Başbakanlık Şeref Giriş
Kapısı
1984 İzmir Hürriyet Gazetesi
“Sedat Simavi ve Halk” Panoları
1986 Ankara KKK Karargah Binası,
Şeref Giriş Kapısı
1987 İzmir Nasatex için “mobil”
heykeli
1988 İstanbul Ataköy “Aile
Heykelini”
1989 İstanbul, CRR Konser Salonu
heykeli
1990 Ankara Finans kurumu Duvar
panosu
1990 İstanbul Ayna Tiyatrosu için
kukla, görüntü ve dekor uygulamaları
1991 TRT için Kuklalar dizi filmi
1992 İstanbul Ataköyde 7. ve 8.
kısım meydanlarında 6 adet heykel
1996 Bergama Cumhuriyet Meydanı
Atatürk Anıtını
1997 İstanbul Bahçeşehir Atatürk
Anıtını
1998 İstanbul, Ferhan Şensoy
Tiyatrosu için gölge oyunları ve dekor uygulamaları
1998 İstanbul Şehir Tiyatroları “
Güz Bitimi Moliere” oyunu için masklar ve kuklalar
1998 TRT Kurtuluş filmi için kesik
baş
2003 Kırklareli Lüleburgaz Atatürk
Anıtını
4. Sonsöz
Saim Bugay’la Sonsuz Söyleşi
Dedim: Saim
Ağabey nereye böyle?
Dedi: Bir yere gittiğim yok, çamur
yoğuruyorum.
Dedim: Saim Ağabey, sen, bizi
bırakıyorsun!
Dedi: Görmüyor musun Haydar, rüzgar
yoğuruyorum.
Dedim: Ağabey, belki de biz seni çok
üzdük,
Dedi: Dur şimdi, gürgenleri,
meşeleri yoğuruyorum
Dedim: Ey "gökten gelen gururlu
adam!"
Dedi: Boş ver şimdi, yerleri gökleri
yoğuruyorum
Dedi: Boğaziçi ile Bismil’i birlikte
yoğuruyorum,
Dedi: Günahla sevabı aynı kapta
yoğuruyorum…
Dedim: Saim Ağabey, biz sensiz
neyleriz?
Dedi: Konuşturma adamı, can ile
cananı yoğuruyorum.
Dedi: Çok işim var, at ile kartalı
yoğuruyorum.
Dedim: Ağabey, AKM’deki sergiyi
anımsıyor musun?
Dedi: Dur hele. İnsan ile hayvanı
yoğuruyorum.
Dedim: Ey! Ağacı nazlatan, mermeri
ninnileyen tanrı.
Dedi. Sus! Su ile kızgın ateşi
yoğuruyorum.
Dedi: Şimdi, bengim ile başağımı
yoğuruyorum,
Dedi: Bebeklerle martıları
yoğuruyorum, Haydar.
Dedim: Saim Ağabey, ne demek
istedin?
Saim Ağabey dedi ki: Türkümle
Kürdümü yoğuruyorum.
Dedim: Ağabey bir daha söyle!
Saim Ağabey dedi ki: Türkiye ile
sosyalizmi yoğuruyorum.
KAYNAKÇA
Bektaş,
Cengiz.: Saim Bugay, Bilim Sanat
Galerisi, İstanbul, 2005
Eroğlu,
Özkan.: Sanat Birikimi, Artist
Yayıncılık, İstanbul, 2009
Gezer,
Hüseyin.: Cumhuriyet Dönemi Türk
Heykeli, Türkiye İş Bankası Yayınları, Ankara, 1984
Haydar,
Hüseyin.: Kıyı. Mart-Nisan 2008,
sayı: 201
Kuspit,
Donald.: Sanatın Sonu, İngilizceden
çeviren: Yasemin Tezgiden, Metis Yayınları, İstanbul 2005 (İngilizce adı: The
End of Art, Cambridge University Press, 2004)
Nokta
Dergisi: ss. 45-50, 7-13.09, 1997
Radikal
Gazetesi Arşivi: s. 13, 27.10.2007
Read,
Herbert.: Modern Sculpture, A Concise
History, Londra, 2006
Turani,
Adnan.: Çağdaş Sanat Felsefesi, Remzi
Kitabevi, İstanbul, 2009
Kaynak:
Feyza ÖZALP, Saim Bugay Ve
Çağdaş Heykel Sanatımıza Kazandırdıkları
, Programı Çağdaş Türk Sanatı Ve Yeni Açılımları
Iı F.M.V. Işık Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü Sanat Kuramı Ve
Eleştiri Yüksek Lisans İstanbul, Bahar Yarıyılı, 2010
[2]
http://www.saimbugay.com/Biyo.htm
[3] C.
Bektaş, Saim Bugay, s. 7
[4] C.
Bektaş, a.g.y., s. 25
[5] C.
Bektaş, a.g.y., s. 35
[6] Ö.
Eroğlu, Sanat Birikimi, s. 756
[7] H.
Gezer, Cumhuriyet Dönemi Türk Heykeli, s. 249
[8] Radikal
Gazetesi, 27.10.2007, Jülide Karahan
[9] Radikal
Gazetesi, a.g.y.
[10] Nokta
Dergisi, Ebru Öztürk, 7-13.09.1997
[11] Radikal
Gazetesi, a.g.y.
[12] H.
Read, Modern Sculpture, A Concise History, ss. 253-255
[13] Ö.
Eroğlu, a.g.y., ss. 749-753
[14] C.
Bektaş, a.g.y. s. 25
[15] C.
Bektaş, a.g.y., s. 43
[16] C.
Bektaş, a.g.y., ss.43-44
[17] Ö.
Eroğlu, a.g.y., s. 748-749
[18] C.
Bektaş, a.g.y. s. 64
[19] Ö.
Eroğlu, a.g.y., s. 634
[20] Ö.
Eroğlu, a.g.y., ss. 634-636
[21] Ö. Eroğlu,
a.g.y. s. 635
[22] Ö.
Eroğlu, Sanat Birikimi, s. 755
[23] C.
Bektaş, a.g.y. ss. 77-78
[24] Nokta
Dergisi, Ebru Öztürk, 7-13.09.1997
[25] A.
Turani, Çağdaş Sanat Felsefesi, ss. 173 - 175
[26] C.
Bektaş, a.g.y. s. 76
[27] D.
Kuspit, Sanatın Sonu, s. 160
[28] Ö.
Eroğlu, a.g.y., ss. 753-754
[29] C.
Bektaş, a.g.y., s. 302
[30]
H. Haydar,
Kıyı, 2008
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar