Sarah Kane
Hzl: Uğur ADA
Sarah Kane
Doğum
3 Şubat 1971- Essex, İngiltere
Ölüm 20 Şubat 1999 (28 yaşında)-King's
College Hastanesi, Londra
Kısa Bilgi:
Sarah Kane, her ne kadar yaşamı kısa soluklu olmuş olsa
da, çağdaş toplumların kanayan yarası olarak gördüğü sözü edilen bu olguyla
yakından ilgilenerek, yeryüzünün tinsel çöküşünden söz eder ve şiddeti, bir
dünya sorunu olarak tanımlayıp tiyatro aracılığı ile iletisini izleyiciye
yansıtma ereğini güder. Kane, dışavurumcu tiyatrodan ve Jakoben trajedi gibi
naturelistik olmayan tiyatro formlarından etkilendi. Çalışmaları, naturelistik
eğilimli 20. yy. İngiliz tiyatrosu anlayışıyla uyuşmaz. Basılmış 5 oyunu ve
Skin adlı film için yazdığı bir senaryosu vardır.
Oyunları, aşkın kurtarıcılığı, cinsel arzu, acı ve
fiziksel ve psikolojik işkence temaları üzerinedir. Oyunlarının karakteristik
özellikleri, şiirsel yoğunluk, fazlalıklardan arınmış dil, tiyatro formunun
araştırılması ve ilk dönem eserlerinde rastlanan aşırı ve şiddet içeren sahne
aksiyonudur.
In - yer- face
(suratına-
yüze vurumcu) tiyatro olarak bilinen avangart tiyatro olgusunun
en iyi örnekleri arasında sayılan Kane'in oyunları, içerdiği
alışılmadık öğeler ve kullandığı aşırıya kaçan imge ve deneysel
biçimlerle, Batı tiyatrosu anlayışını değiştirmiştir. Bu oyunlar gerek
karakterler, gerekse insan ilişkileri bakımından, Sartre'ın otantik ve
otantik olmayan benlik ve sosyal bir varlık olarak benliğin diğerlerine karşı
aşk, mazoşizm, nefret ve sadizm tutumları fikirlerine örnek teşkil
etmektedir.
Kane, son üç
eseri olan Cleansed, Crave ve 4.48 Psychosis'de modern toplumlarda
otoritenin baskıyı işletme yöntemleri ve bağlantılı olarak bireyin yaşadığı
psikolojik savaşlara odaklanır.
Cleansed'de toplumsal
olarak kabul edilen normların dışında kalan bireyler, toplum ve bulundukları
akıl hastanesinde aslında onlara yardım etme yükümlülüğü olan doktor tarafından
beklenti ve kişiliklerine yönelik baskı görürler. Gördükleri baskı sonucu
kişiliklerini kaybetmeye başlayan bireyler, bir süre sonra toplum içindeki
yaşantılarını sağlıklı olarak devam ettirmekte sorunlar yaşayarak, kendi iç
dünyalarına çekilirler.
Crave'de bireyin
yaşadığı içe dönüş süreci daha net anlatılmaktadır. Bireyler kişisel
hayatlarında ve toplum içindeki baskılama sonucu travmalara maruz kalırlar.
Bunun sonucu olarak da akıl bütünlüklerini kaybederek bir takım delilik
belirtileri gösterirler. Belirtiler özellikle dilsel ifadelerde bozukluk olarak
görülmektedir ve bireyler bir süre sonra toplum içinde sağlıklı iletişimi devam
ettiremeyecek duruma gelirler.
4.48
Psychosis
oyununda ise, toplumla iletişim kuramayan ve bu nedenle bir akıl
hastanesine yardım almak amacıyla yatan bireyin, yardım bulamama sürecine
odaklanılır. Doktorlar ve psikiyatri bilimi, toplumdan dışlanan bireye yardım
etmekte yetersiz kalırlar çünkü hastayı gerçekten tedavi etme gibi bir amaç
içinde değillerdir. İçe dönüş sürecinin sonunda birey, kendisini sindiren ve
gittikçe vurdumduymaz hale gelen modern çağ toplumunda tutunabilmek için çözüm
yolu bulamayınca çareyi intihar etmekte bulur.
Adı geçen üç
oyunda ele alınan temalar, Foucault'nun savunduğu psikiyatri bilimi, doktor,
hastanelerin bireylere yardım etmekten çok, otoritenin bir aracı olarak
kullanıldığı ve modern çağda toplumların başlı başına bir baskı unsuru olduğu
görüşünü desteklemektedir. Kane'in çağdaş toplumların evrensel kaygılarına
odaklanması ise, kendisinin de bu kaygıların bir parçası olması göz önünde
bulundurularak, yaşanan sorunları incelikli bir şekilde analiz edebilen
'farkındalığı' yüksek bir yazar olduğunu kanıtlamaktadır.
Uzun yıllar boyunca depresyon tedavisi gören Kane, 28
yaşındayken King's College Hastanesi'nde kendisini asarak intihar etti.
Tiyatro
•
Blasted (1995)
•
Phaedra's Love (1996)
•
Cleansed (1998)
•
Crave (1998) (Tutku)
•
4.48 Psychosis (1999)
•
Skin (1995)
3 Şubat 1971 tarihinde Brentwood, Essex'te doğan Sarah
Kane "kendi kuşağının en yıldırıcı ve rahatsız edici
sesi"[1] olarak nitelenmektedir.
Eğitimli bir ailenin kızı olan Kane, Daily Mirrror'da gazetecilik yapan bir
babanın ve öğretmenlik mesleğini sürdüren bir annenin çocuğu olarak yetişir.
Daha sonra annesi, kardeşi Simon ve Sarah Kane'e daha rahat
bakabilmek ve onlara güvenli bir ortam sunabilmek için öğretmenliği bırakır.
Protestan ve oldukça katı kuralları olan bir ailede yetişen Kane, bu yaşantının
uzantısı olarak ailesi ile birlikte her Pazar kiliseye gitmek zorunda kalır. Yetiştirilme
biçimi nedeniyle, dünyası daha çocuk yaştayken dinsel öğretilerle doldurulur. Bu durum, Kane'in gençlik yıllarında oldukça sıkı bir Protestan olmasının
yolunu açar.Çocukluk ve ilk gençlik yıllarının dinsel duygularla dolu
geçen bu günlerini bir tür "ruhsal doluluk ve
delilik"[2] olarak betimleyen Kane,
üniversite yıllarında, insanların kiliselerde İncil'i salt yazınsal bağlamda
okuyup değerlendirdiğine ve bu yolla dinsel olmayan değer yargıları
edindiklerine tanık olarak, tanrı tanımazlığı kendisine bir yol olarak seçer.
Bu seçkisinin ardından, Beckett'in de çok sık göndermede bulunduğu "Lanet
olası Tanrı"[3] ifadesini, günlük
yaşantısının bir parçası ve bir dünya görüşü olarak benimser.
Shenfield Comprehensive School'da eğitim gören yazar, bu
yıllarda, ilk yazarlık denemeleri olarak da değerlendirilebilecek kısa öykü ve
şiirler yazar. Okul yılları deneyimlerinden söz ederken, "İngilizce ve
drama öğretmenlerim mükemmeldi"[4]
değerlendirmesinde bulunan Kane, kendisini yetiştiren bu kişilerin, okumak,
yazmak ve sahnelemek üzerinde yoğunlaşarak, yapmak istediği şeyler için
kendisini cesaretlendirdiğini belirtmesine karşın, yine de okuldan "altıncı
sınıfa kadar nefret ettiğini"[5] vurgular.
Tiyatroya ve yazarlığa olan ilgisi okul yıllarında
başlayan Kane, bu dönemde, Joan Littlewood'un Oh What a Lovely War adlı oyunu
ile Ibsen ve Shakespeare'in kimi yapıtlarını da yönetir. Tiyatroya olan ilgisi
nedeniyle, 1989 Ekim'inde, Bristol Üniversitesi'nde Drama eğitimi almaya
başlar. Önce oyunculuk, sonra yönetmenlik, daha sonra da kendini yazmaya
yönlendiren bir eğitim süreci yaşar. Howard Barker'ın Victory adlı oyununda,
Bradshaw karakterini oynayan yazar, "oyunculuğun güçsüz bir sanat"[6]
olduğunu ve "beğenmediği yönetmenlerin merhametinde"[7]
olmak istemediği için oyunculuktan vazgeçip, daha sonra Sick adı altında sahnelenen
yirmi dakikalık tek kişilik söyleşiler yazar. 1991 yılında Comic monologue,
1992 yılında ise Starved ve What She Said, Edinburg Festival Fringe'de
sahnelenir. Genel anlamda tecavüz, cinsel kimlik karmaşaları ve yeme
bozuklukları ile ilgili olan bu yapıtlar, yazar tarafından gençlik dönemine ait
tecrübesiz yazınlar olarak değerlendirdiğinden yayımlanmasını istemez.
Üniversite yaşamı boyunca, öğretmenleri ile birlikte sürekli çatışma halinde
olan yazar, öğrenim yaşamı süresince, birçok kez üniversite yönetimiyle
sıkıntılar yaşar. Simon Hattenstone, Guardian'da yazdığı bir yazısında Kane'i "Balkanlardaki
soykırıma kızgın, siyah giyinen ve Joy Division* dinleyen Briston'daki gotik
zavallılar döngüsünün bir parçası"[8] olarak tanımlar. Temmuz
1992'de, üniversiteden mezun olur. Mezun olduğu yaz ayında, izlediği Jeremy Weller'in Mad adlı oyunu,
Kane'in yapıtlarını ve yaşamını derinden etkiler:
Aynı zihinsel
rahatsızlığı bulunan profesyonel olan aktörler ve profesyonel olmayan
aktörlerin bir araya geldiği bir projeydi. Biraz aşı vurulmuş gibiydi. Birkaç
gün biraz hastaydım ama bu beni hayatımda daha sonra oluşabilecek daha ciddi
bir hastalıktan korudu.
Mad beni cehenneme götürdü ve onu izlediğim gece ne çeşit
bir tiyatro yapacağıma karar verdim-deneysel tiyatro.[9]
Kane, 1992 yılının Ekim ayında, Birmingham
Üniversitesi'nde oyun yazarlığı üzerine yüksek lisans yapmaya başlar. David
Edgar'ın yürüttüğü yüksek lisans programını fazla akademik bulan Kane, daha
önce keşfedilmiş olan çalışmanın, kendisini yabancı gibi duyumsattırmış ve
öteki oyun sahneleme yöntemlerine yönelmiştir. Sevdiği yazarlarla
karşılaşamayacak olduğundan, Birmingham'da yaşamaktan nefret eden yazar, yüksek
lisans eğitimine devam ederek bitirir.
Tiyatronun tek başına var olan gerçekliği ve toplumu
değiştirme noktasında yetersiz kalacağının bilincinde olsa da, sanatçı
duyarlığını ve aydın sorumluluğunu elden bırakmadan, bu ereğine ulaşabilmek
için, somut girişimlerde bulunur. Toplumu oluşturan bireylerin, şiddetle
ilgilenmelerinin yaşamsal önemine ve gerekliliğine vurgu yapan yazar,
izleyicilere, hiçbir zaman kendi görüşlerini benimsetmek gibi bir kaygı gütmez.
Yazarın tek ereği, toplumda var olan çarpıklıkları ve her anlamda yaşanan
şiddeti, oyunları aracılığıyla gözler önüne sermek ve çözüme giden yolda yapılacak
olası girişimleri izleyicilere bırakmaktır. Bu nedenle, yüksek lisans
eğitimine devam ederken, Blasted adlı oyununun bir kısmını yazmayı bitirir ve
oyunun bu bölümü, sene sonu gösterilerinde sahnelenir. Oyunu yazmaya devam
eden yazar, 1994 yılında, Batı Londra'daki Bush Tiyatrosu'nda, yazarlık alanda
asistan olarak çalışmaya başlar. Aynı yıl, oyunu yazmayı bitiren Kane, oyunun,
Royal Court Tiyatrosu tarafından değerlendirmeye alınmasını sağlar. Royal Court
Tiyatrosu tarafından olumlu not alan Blasted, 1995 yılında sahnelenir ve yazar
için, yeni bir dönemin başlamasına neden olur.
Aynı yıl Kane, Kanal 4 tarafından yayımlanan Skin adlı kısa bir filim
senaryosu yazar. Kane'in yakın arkadaşı Vince O'Connell tarafından yönetilen
film, sert eleştirilerden korkulduğu için, yayın saati değiştirilerek, gecenin
geç saatlerinde yayınlanır. Filimde, Marcia, Kath, Neville, Terry, Martin, Nick
karakterlerini, sırasıyla Ewen Bremner, Marcia Rose, Agnieszke Liggert, Yemi
Ajibade, James Bannon, Dominic Brunt, Gregory Donaldson canlandırmıştır.
Filimin konusu, Brixton'da bir düğünde ırkçı saldırı gerçekleştirenlerden biri
olan genç dazlak Billy ile ilgilidir. Başkahraman Billy, kendi dairesinin
penceresinden gördüğü komşusu Marcia'dan hoşlanır. Marcia'ı ziyaret eden Billy,
kendisinden hoşlanan Marcia ile cinsel ilişkide bulunurlar. Marcia, bu sırada
kendi adını Billy'nin sırtına kazır ve daha sonra, onu terk eder. Billy, yüksek
miktarda uyuşturucu kullanarak ölür ve Marcia ev arkadaşı Kath ile teselli
bulur.
Blasted üzerine yapılan
tartışmalar azalmaya başlandığında, Kane, Mel Kenyon'un tavsiyesi ile
Londra'daki Gate Tiyatrosu için, bir klasik oyunu yeniden uyarlamayı kabul
eder. George Büchner'in Woyzeck adlı oyununu tekrar sahnelemek isteyen yazar,
bu oyunun başka bir yazara verilmesinden dolayı, ikinci tercih olarak, Bertold
Brecht'in Baal adlı oyununu uyarlamaya karar verir. Gate Tiyatrosu'nun Brecht
Estate ile oluşabilecek sorunlardan çekinmesinden dolayı, Kane'in üzerinde
çalışmaya başladığı bu oyun, geri çevrilir. Kane, yaşanılanları şu sözlerle
ifade eder:
Sonunda, bana Yunan ve
Roma kaynaklı bir şeyler yapmamı Gate Tiyatrosu önerdi. Bu oyunlardan nefret
ettiğimi düşündüm. Her şey sahne arkasında olup bitiyor ve bu neye yarar? Ama
ne yapabileceğimi görmek için bir tanesini okumaya karar verdim.
Seneca'yı seçtim çünkü Caryl Churchill onun oyunlarından
birinin benim de hoşuma giden bir uyarlamasını yaptı. Ben Phaedra'yı seçtim ve
şaşırtıcı bir şekilde ilgi çekiciydi. Cinsel açıdan yozlaşmış kraliyet
ailesini anlatıyor, bu nedenle bütünüyle modern bir oyun. Prenses Diana
öldükten sonra bunun gerçekleşmesi uzun sürmedi. Ama bu durum Kraliyet
ailesinin herkesçe en tanınan üyesinin öldüğü Phaedra's Love'ın son sahnesinde
var. Şimdi bu oyunun sahnelenmesi bütünüyle kendi erdemleri göz önüne
alındığında iyi bir zamanlama olacak.[10]
Phaedra's Love olarak adını
değiştirdiği bu oyunu Kane, 1996 yılında Gate Tiyatrosu'nda kendisi yönetir.
Kane, insanlığın soysuzluğunu öne çıkartarak, anamalcı toplumdaki insanlık dışı
uç noktaları sorguladığı bu oyun, içerdiği tüm cinsel ve şiddet dolu sahneler
ile inançsız, özdekçi bir toplumda aşkın yerini sorgulayan bir oyundur.
Oyun, Phaedra'nın kendi üvey oğlu Hippolytus'a duyduğu
aşkı anlatır. Phaedra, aşkını, doğum gününde Hippolytus'a anlatmasına karşın,
Hippolytus, onun kızkardeşi Strophe ile birlikte olduğundan Phaedra'yı kabul
etmez. Phaedra, Hippolytus'un kendisine tecavüz ettiğini yazan bir not
bırakarak, kendisini asar. Bunu öğrenen sarayın dışındaki öfkeli bir kalabalık,
dışarıda kargaşa oluşturur. Hippolytus yakalanır ama suçu kabul etmez ve
affedilmeyi beklemez. Ayrıca sarayın rahibinin yaşanılanları kabul etmemesi ve
böylelikle her şeyin olağana dönmesi teklifini kabul etmeyerek cezalandırılmak
ister. Phaedra'nın kocası Thesus gelir ve Hippolytus'u kızgın kalabalığın
ortasına atar. Strophe, üvey kardeşine yardım etmek isterken, Theseus ona
tecavüz eder ve boğazını keser. Kalabalık, Hippolytus'un cinsel organını keser
ve ateşe atar. Hippolytus, kalabalık tarafından taşlanırken, Strophe'ın cansız
bedeninin başında hareketsiz bir şekilde kalan Thesus, kendisini öldürür.
Kalabalığın öfkeli eylemlerine dayanamayan Hippolytus ölür ve akbabaların,
cesedini yemesiyle oyun biter.
Oyun sahnelendikten sonra verilen tepkiler, yeterince
olumludur. Blasted sahnelendiğinde, oyuna ağır yergilerde bulunan
eleştirmenler, Phaedra's Love'ı beğenmişlerdir. Samantha Marlowe'a göre
"Phaedra's Love, aslında gerçek beğeni ve ilgiyi hak ediyor. Tiyatroya
kurallarına esprili, akıllıca ve haylaz bir biçimde hem metin hem de sahneleme
bakımından meydan okuyan bir oyun. Dahası, eğlenceli ve akıllıca
kışkırtıcı"[11]
Times gazetesinden Kate Bassett, oyuna yapılan az da olsa olumsuz eleştirileri,
"Kane, bugünkü yerel sefalet ve umutsuzluğu ele alırken sert
olabilir."[12]
diyerek yazarı savunmuştur.
Kane'in bu oyunu, Seneca'nın Phaedra adlı oyununun
çevirisi değil, ayrı bir oyundur. Hatta Hippolytus ve rahip arasında geçen
sahneler, aslında Büchner'in Baal adlı oyunu için yazılmıştır. Kane'in
Hippolytus karakteri, söylencesinden oldukça farklıdır. Hippolytus, sürekli
hamburger yiyen, şiddet ve cinsellik içerikli filmler izleyen bir karakterdir. Sapıkça
bir şehveti gözler önüne sererken, aynı zamanda şiddet ve acı aracığıyla bir
özsever sıkılganlığına ve ötekilerine karşı vurdumduymaz tavrı ile İngiliz
kraliyet ailesi kültünün sınırlarını zorlar. "Hippolytus, aynı zamanda
nihilisttir, salt kendisini değil aynı zamanda içinde yaşadığı toplumu
çevreleyen boş değerlerin tümüyle farkındadır."[13]
Oyunun sonunda kendisini çevreleyen akbaba misali topluluk, ölmekte olan
vücudunu tüketirken, söylediği son söz, "keşke buna benzer anlar daha
fazla olsaydı"[14]
olur ve bu sözler gerçek deneyimlerden uzaklaştırılmış toplumda yankı
uyandırır. Elizabeth Klett, bu son sahneyi şu sözlerle değerlendirir:
u Kane'in esas konularından biri: seyirciler kendilerini
oyundaki karakterlerden ve sahnelenen olaylardan ayırmak isterken insan
zulmünün çekiciliğine teslim olmaya zorlandılar.[15]
Kane, 1996 yılında, evinde oyunlar yazarak, Paines Plough
Tiyatrosu'nda çalışmaya başlar. 1997 yılında, Phaedra's Love, Almanya'da
sahnelenir ve aynı yıl Kane, Gate Tiyatrosu'na geri dönerek, Büchner'in Woyzeck
adlı oyununu yönetir. Mayıs 1998'de, British Council'in desteğini alan yazar,
Hollanda'da Flemenk yazarlar ile birlikte ortak çalışmalarda bulunur.
Bulgaristan'ı ziyaret eden Kane, Sofya'da da bir yazar grubu kurulmasına destek
verir.
Yazarın üçüncü oyunu olan Cleansed, Royal
Court Tiyatrosu'nda, 30 Nisan 1998 yılında sahnelenir. Yönetmenliğini James
Mcdonald'ın yaptığı oyunda, Grace karakterini canlandıran Suzan Sylvester, bir
rahatsızlık geçirince, oyunun son üç sahnelenmesinde bu karakteri Kane kendisi
oynamıştır.
Cleansed, Kane'in Royal Court Tiyatrosu'nda
sahnelenen ikinci oyunudur. "Oyunda hemen hemen her satırın birden fazla
anlamı vardır."[16]
Bu nedenle, oyunun birçok yönden farklı yorumlanabilmesi, kimi eleştirmenler
tarafından olumsuz değerlendirilmesine neden olmuştur. Charles Spencer;
"Sarah Kane, bir yazar olarak beni korkunç bir gençlik deneyimi olması
nedeniyle etkiliyor... Kendisinin söyleyecek önemli şeyleri olan ciddi bir oyun
yazarı olduğuna inanıyor. Ama yine de beni üzen şey Royal Court Tiyatrosu'nun
onu desteklemesidir."[17]
diyerek, Kane'in yeteneğine karşın, olumsuz tavrını sürdürürken, Sheridan
Morley ise, Kane'i "sürekli artmakta olan sıkılmış ve isteksiz
izleyicileri umutsuzca şoke etmeye çalışan saygısız bir öğrenci"[18]
olarak betimlemekten kaçınmaz.
Yazar, "Sarah Kane tarafından yazılmış olmaktan çok
salt kendi değerleriyle değerlendirilebilecek bir şeyler yazmak istediği"[19]
için, Marie Kelvedon adı altında sahnelenmesini kendi de izlediği son oyun olan
üçüncü oyunu Crave'i yazar.
Marie, kendisinin ikinci adı iken, Kelvedon ise doğduğu yere yakın bir
kasabanın adıdır. Hatta daha da ileri giderek, Marie Kelvedon adı altında,
oyunun, 1998 yılında basılan metnine bir yaşam öyküsü ekler. "Kane'in
biyografisi tiyatro tanıtma yazılarının beyanlarına dayanırken Kelvedon adlı
biyografisi ise Kane'in oyunlarında bulunan haylazca bir komikliği öne çıkaran
yergi niteliğinde bir uydurmadır."[20]
Marie Kelvedon 25
yaşında..[...] Üniversitenin yemekhanesinde konuşulamayan Dadaism ile ilgili
bir olay yüzünden ilk dönem sonunda Oxford Üniversitesine bağlı St Hilda
Kolejinden atıldı.[...]
Ayrıldıktan sonra taksi şoförlüğü, Manic Street Preachers
ile turneye çıktı ve BBC World Service 'de spikerlik yaptı. Şuan kedisi
Grotowski ile birlikte Cambridgeshire'da yaşıyor.[21]
13 Ağustos 1998 yılında, Edinburgh'da Traverse
Tiyatrosu'nda sahnelenen oyun, Vicky Featherstone tarafından yönetilir. A, B, C
ve M karakterlerini sırasıyla Alan Williams, Paul Thomas Hickey, Sharon Duncan
Brewster ve Ingrid Craigie tarafından sahnelenir. 8 Eylül 1998 yılında,
Londra'da tekrar sahnelen oyun, Dublin, Berlin, Kopenhag ve Maasrricht'te de
gösterime girer. Kane, C karakteri olarak kendi oyununda beş kez sahne alır.
Crave, A, B, C ve M adlı karakterlerden
oluşur ve sahne bilgisi içermeyen bir oyundur. Karakterler, oyunda dönüşümlü
olarak konuşurlar. Ama geleneksel bir karşılıklı konuşma sistemi yoktur. Oyunda
söylenen tümceler, bir ya da birden fazla karakter tarafından da söylenmiş
olabilir. A karakteri yaşlı bir sübyancıyı, C karakteri taciz edilmiş genç bir
kız çocuğunu, M ise daha yaşlı ve çocuk sahibi olmak isteyen birini, B
karakteri ise genç bir fırsatçıyı temsil eder.
17 Şubat 1999 tarihinde, yüksek miktarda ilaç alarak,
hayatına son verme girişiminde bulunan yazar, King's College Hastanesi'ne
kaldırılır. Ruhhekimleri, uzun zamandır ruhsal gerilimi dindiren ilaçlar
kullanan yazarın, hastaneyi izinsiz terk etmesini ve tekrar aynı girişiminde
bulunmasını önlemek için, sürekli gözetim altında tutulmasına karar verirler.
20 Şubat 1999 tarihinde, hemşirelerden biri, hastaları denetlerken, Kane'in
yatağının boş olduğunu ayrımsayınca, tuvalete yönelir ve Kane'in, kendisini
ayakkabı bağı ile tuvalet kapsında asarak, kendi canına kıydığına tanık olur.
Kane'in, kendini öldürmeden önce yazdığı son oyunu, 4:48
Psychosis' te, Crave adlı oyunu gibi, oyunda karakter betimlemesi
ve sahnelemek için kaç aktör gerektiği belirtilmemiştir. Başlığını, birçok
insanın doğal nedenler ya da bizzat kendileri tarafından öldürüldüğü şafak
vaktinden, aydınlanmadan önceki karanlıktan, alan yapıtta karakterlerden çok
sesler ön plandadır. Oyun, hastalar ve tedavi uzmanları arasında geçen karşılıklı
şiirsel konuşmalardan oluşur. Yapıtın en aza indirilmiş sahne bilgileri ve
geleneksel karakter biçiminden yoksun olması, onu, dramatik bir oyundan çok
serbest biçemde yazılmış bir şiire benzetmiştir. Kane'in, oyunda kullandığı
dil, kısıtlı ama gösterişlidir. "Oyun, sefil bir acı ve aşk gibi oyunun
ana teması olan aşka duyulan açlıktan yalın bir şiir yaratmıştır."[22]
Kane'in ölümünden sonra eleştirmenler, yazarın son
oyununu değerlendirmede iki karşıt gruba ayrılır. Eleştirmenlerin bir kısmı,
4.48 Psychosis adlı oyununu, yazarın ölümü ile eşleştirirken, başka bir kısmı
ise, yazarın bu son yapıtını, onun kendi yaşamından bağımsız değerlendirmiştir.
Sheridan Morley bu durumu su sözlerle özetler:
Şunu söylemek gerekir
ki, yazarın trajik ölümünün eseriyle ilişkilendirilmesi ve Royal Court
Tiyatrosu 'nun en önemli yazarlarından biri olarak değerlendirilmesi beni
oldukça şaşırttı.
Eleştirmenler hâlâ 4.48 Psychosis ile ilgili aynı soruyu
cevaplandırmaya çalışıyorlar: oyun, yazarın kendi ölümünü dile getiren güçlü
bir mırıldanma mıdır yoksa genç, yetenekli ama kendi hayatını sonlandıracak
kadar ruhsal rahatsızlığı olan bir yazar tarafından mı yazılmıştır?[23]
The Telegraph gazetesinin en sert eleştirmenlerinden biri
olan Charles Spencer, yazarın başarısını "sanatsal geniş görüşlülükten çok
klinik bunalıma"[24]
bağlarken, Michael Coveney ise, kendisini "gerçekten bir oyun değil, daha
çok genişletilmiş ölüm notu"[25]
değerlendirmesiyle destekler.
Bazı eleştirmenler ise Kane'in oyununu, yazarın kendi
zihinsel rahatsızlığı ya da ölümünden bağımsız olarak değerlendirmede ısrarlı
bir tutum izler.
Royal
Court Tiyatrosu yazınsal sorumlusu Graham Whybrow, 4.48 Psychosis'i "bir
dizi konu ve vizyonu ile uyumlu bir eser"[26]
olarak değerlendirir. Michael Billington ise, "bu oyun yazarın ölümünün
kendisinin yaratıcılığıyla uzlaşmaz bir tutum sergilediğini
kanıtlamıştır."[27]
değerlendirmesiyle yazarın, yaşamının son dönemlerinde yaşadığı yoğun bunalım,
onun yaratıcılığını desteklemenin aksine, yaratıcı bir yazın yaşamının yarım
kalmasına neden olduğunu vurgular.[28]
Yapıtlarında "etik boyutta yozlaşmış, köklerinden
kopmuş ve ruhsal bütünlüğünü yitimiş insanın yıkımlarla yoğrulan deneyimini
varoluşsal açıdan birey- sanat-toplum-evren bağlamında"[29]
sorgulayan yazar, kısa yazın yaşamına beş oyun, bir kısa filim sığdırmayı
başarmıştır. Yaşamı boyunca geniş kitleler tarafından izlenmeyen yazarın
yapıtları, Avrupa'da büyük yankı uyandırmış, İngiliz Tiyatrosu'nun doğalcılık
eğilimini kırmayı başarmıştır. Sanat aracılığıyla insanların ve dünyanın
geleceğini değiştirebileceğine inanan Kane, dünyada olup biten kötülüklere seyirci
kalan edilgen topluluğun bir gün, yaşanılanların ortasında kalabileceğini
vurgular.
Kaynak:
Uğur ADA, Sarah Kane'in Blasted Oyununda Şiddet Ögesi, Yüksek Lisans Tezi,
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yabancı Diller Eğitimi Anabilim
Dalı, 2010, Erzurum
- İngilizce Wikipedia
23 Ocak 2008 tarihli Sarah Kane maddesi
- Sarah Kane'in Postdramatik Tiyatrosunda Şiddet / Ahmet
Gökhan Biçer / Çizgi Kitabevi Yayınları / Konya / 2010 ISBN
978-605-5999-69-8
- Sarah Kane: Complete Plays. London: Methuen 2001 ISBN 0-413-74260-1
- Graham Saunders: 'Love Me or Kill Me'. Sarah Kane and
the Theatre of Extremes. Manchester: Manchester University Press, 2002 ISBN 0-7190-5956-9
Sarah Kane tribute site - Kane'in anısına
hazırlanmış web sitesi.
- Obituary in British
Theatre Guide
- The Blurb
- Sarah Kane - IMDb sayfası.
Üzgünüm,
çünkü geleceğin umutsuz ve iyileştirilemez olduğunu hissediyorum, her şeyden
sıkıldım ve hiçbir şeyden tatmin olmuyorum, başarısızlığın ta kendisiyim,
suçluyum ve cezalandırılmam gerek, kendimi öldürmek istiyorum, eskiden
ağlardım, şimdi ise gözyaşlarımın ötesindeyim, insanlar ilgimi çekmiyor,
hükmümü kaybettim, yiyemiyorum, uyuyamıyorum, düşünemiyorum, yalnızlığımın,
korkularımın, öfkemin üstesinden gelemiyorum, kendimi şişman hissediyorum,
yazamıyorum, sevemiyorum, kardeşim, sevgilim öldüler, ikisini de ben öldürdüm,
ölüme doğru ilerliyorum, ilaçlardan korkuyorum, sevişemiyorum, birleşemiyorum,
yalnız kalamıyorum, başkalarıyla olamıyorum, kıçım kocaman oldu, vajinamdan
tiksiniyorum.
İngiliz tiyatosunun "kötü kızı", dindar ve
muhafazakar bir gazeteci ailenin çocuğu olarak 1971 yılının 3 Şubat'ında
dünyaya açtığı gözlerini, 28 yaşına geldiğinde King's College Hastanesi'nde
ayakkabı bağcığı ile kalorifer peteğine kendini asarak yumar.
Dediği gibi "iman
delilik"se, Sarah Kane deliliği depresyon ile bıraktı. Bir insan
ne kadar içtense ve aslında ne kadar samimiyse o derece çiğ ve tedirgin edici
olarak yorumlanır. Sarah Kane'in Howard Baker'ın karanlık dünyasından
etkilenerek Jakoben akımını benimsemesi sonucunda başına gelen bu olmuştur. Başarılı
bir oyuncu, sevgi ve hayat üzerine karanlık düşünceler besleyen bir insan ve
yazdığı oyunlarda tecavüz, seksüel kimlik ve hastalık gibi sorunlara değinen
bir kadın…
Aile saadeti içinde geçirdiği günlerde Sarah'nın ilgisi
genç ve yerel tiyatro gruplarına yönelir. Tanınmış bir okul olan Soho
Polytecnic'te Shakespeare ve Chekhov gibi dünyaca ünlü oyun yazarlarının
eserlerini yönetir. Bristol Üniversitesi'nde ise lisedeki halinden daha yoğun
olarak tiyatroda, kendini evinde gibi hissetmeye başlar. Kısa zaman içinde
öğrenciler arasında popüler olur. Ama bilmez ki ileriki yaşlarında, hayatının
bu dönemine dönüp baktığında, kendini oldukça vahşi ve çılgın sarışın kolejli
bir kız olarak yorumlayacak.
Sarah Kane, "Gençlik eserleri" olarak
tanımladığı ve üzerinde durmadığı oyunları sayılmazsa; yüksek lisans döneminde
ilk oyunu Blasted'ı
yazmaya başlar. Kadın düşmanlığı, ırkçılık ve homofobi içeren ilk perde bahar
yağmurunun sesi ile sona erer. Gazeteci orta yaşlı
erkek karakter olan Ian, kuşkulanmayı aklına getirmeyecek kadar küçük olan kız
karakter Cate'i elde edememiştir. Tüm oyun boyunca hem suç işleyenin hem de
kurbanın gözünden şiddet değerlendirilir. Cate bütün gece tecavüze uğramıştır.
Sabahın ilk ışıklarıyla uyanan Cate, Ian'a saldırarak kaçar. Aniden bir asker
odaya girer. Oda bir havan topu mermisi ile delinir; sahne aniden Bosna'da bir
savaş alanına dönüşür ve üçüncü perde başlar. Asker, tüm savaş sırasında tanık
ve dahil olduğu tecavüz, soykırım, işkencelerden bahseder. Ian'a tecavüz eder
ve gözlerini emerek söker. Kız arkadaşının intikamı alınmış mıdır? Sahne
güz yağmuru sesiyle sona erer. Asker intihar etmiş, Ian ise kördür. Şehir
askerler tarafından işgal altına alınmıştır. Bunu elinde ölü bir bebekle geri
dönen Cate söyler. Bebeği odaya gömer ve gider. Mastürbasyon, ağlamak,
sarılmak, cesedi öpmek, ağlamak, acıkmak, ölü bebeği yemek, ağlamak, yağmur,
ölüm… Ian ölür. Cate bir asker ile yatarak sosis kazanır. Ian sosisi yer ve
teşekkür eder.
Blasted ilk kez yıl sonunda üniversite öğrencileri
tarafından sergilenir. Sonradan oyunun menajeri olan Mel Kenyon da oyunu ilk
kez burada izler. Sarah Kane, ilk başta oyuna korkuyla bakan ve fakat aklından
çıkaramayan Mel Kenyon sayesinde Royal Court Tiyatrosu'nun kapılarından girer.
Hiç kafanızı sakatat dolu bir kovaya soktunuz mu? 1995 yılında temsile giren
oyun, "entelektüeller"in bu betimlemesiyle yılın en tartışmalı oyunu
olarak gündeme oturur. Martin Crimp, Harold Pinter ve Caryl Churchill gibi yazarlar
hariç, oyun çoğunluk için
"iğrenç bir pislik ziyafeti" olarak yorumlanır.
Blasted'ın hemen sonrasında Phaedra's Love (1996) ve
Cleansed (1998) tiyatro oyunlarının ve Skin (1995) adlı televizyon senaryosunun
ardından Crave gelir.
ve beni sevmiş olduğu zamanların, ona işkence yapmadan
önce, içimde onun için yer olmadan önce, birbirimizi yanlış anlamamızdan önce,
aslında onu gülümseyen ve güneş dolu gözleriyle gördüğüm ilk anın anısıyla
titriyorum, hıçkırarak ağlıyorum, ve o zamandan beri acısını çektiğim o anın
sızısıyla inliyorum.
İlk kez Traerse Tiyatrosu'nda sahnelenen Crave'de, dört
insan sandalyelerde seyirciye dönük biçimde oturur. Monolog biçiminde yazılmış
olan oyun, tam tersine soru-cevap bütünlüğü taşır. Beklenenin aksine olumlu
eleştiriler alan Crave, Sarah Kane'in olgunluk eseri olarak kabul edilir.
İntiharından birkaç ay önce yazdığı 4.48 Psychosis, Emre
Koyuncuoğlu'nun yönetmenliği ve Esra Bezen Bilgin'in performansıyla 2002
yılında izlediğim tek Sarah Kane oyunudur.
beden ve ruh asla
evlenemezler
ne isem o olmaya
ihtiyacım var ve beni cehenneme mahkum eden bu uyumsuzlukla sonsuza kadar
böğüreceğim.
çaresiz umutlanış beni
kurtaramaz
ümitsizlik içinde
boğulacağım
kendi soğuk siyah
göletimde
tinsel zihnimin
kuyusunda
biçime nasıl geri
dönebilirim
biçimsel düşüncem
çoktan yok olup gitmişken?
onaylayabileceğim bir
hayat değil.
beni, beni yok eden
şeyler yüzünden sevecekler…
Sarah Kane'in ölümünden sonra, Blasted için yapılan tüm
kötü eleştirilerin sahibi olan yazarlar, oyunu tekrar değerlendirdi. The
Guardian yazarı Michael Billington, Sarah Kane'nin intiharının ardından "Hep
söylediğim gibi, onu yanlış anladım. O büyük bir yetenekti." dedi.
Şimdi söyleyin bana, eğer intihar etmeseydi onu sever miydik?
**
İhsan
Ata
"Üzgünüm,
çünkü geleceğin umutsuz ve iyileştirilemez olduğunu hissediyorum. Her şeyden
sıkıldım ve hiçbir şeyden tatmin olmuyorum. Başarısızlığın ta kendisiyim.
Suçluyum ve cezalandırılmam gerek. Kendimi öldürmek istiyorum. Eskiden
ağlardım, şimdi ise gözyaşlarımın ötesindeyim. İnsanlar ilgimi çekmiyor,
hükmümü kaybettim. Yiyemiyor, uyuyamıyor, düşünemiyorum. Yalnızlığımın
korkularımın, öfkemin üstesinden gelemiyorum. Kendimi şişman hissediyorum.
Yazamıyorum, sevemiyorum. Kardeşim, sevgilim öldüler, ikisini de ben öldürdüm.
Ölüme doğru ilerliyorum. İlaçlardan korkuyorum. Sevişemiyorum, yalnız
kalamıyorum. Başkalarıyla olamıyorum. Kıçım kocaman oldu. Vajinamdan
tiksiniyorum"
Yukarıdaki satırlar İngiliz tiyatrosunun kötü kızı olarak da bilinen
Sarah Kane'e ait.
1971-99 yılları arasında yaşayan İngiliz oyun yazarı, Post-dramatist
oyun türünün en önemli temsilcilerinden biri. Hayatının büyük bir bölümünü akıl
hastanesinde depresyon tedavisi alarak geçirmiş. Çok miktarda aldığı
antidepresan ilaçlarına rağmen kurtulmuş yalnız iki gün sonra kaldığı akıl
hastanesindeki tuvalete ayakkabı bağcığıyla kendini asarak yaşamına son
verdiğinde henüz sadece 28 yaşındaydı.
Kane, tiyatro okumuş bir yazar, aynı zamanda oyunculuk ve yönetmenlik
yapmış biriydi. Bu kadar yalın ve derin tümceleri bir araya getirebilen bir
kişi neden ölümü bu kadar ısrarla istemiş olabileceğini, bu noktaya nasıl
geldiğini düşündüm. Beş oyun, ayrıca birde sinema senaryosundaki tarzı, üslubu,
bakış açısıyla tüm dünyanın ilgisini çeken başarılı bir yazarın "hayatı
neden onaylamadığını" sanırım hiçbir zaman anlayamayacağım.
Kane'in yazdığı oyunların teması klinik depresyon, acı, cinsel arzu, mazoşist
duygular, hem psikolojik hem fiziksel acı ve işkenceden oluşmakta. Oyunlarında
sade ama şiirsel bir üslup kullanması sanıyorum İngiliz tiyatrosunun tarihsel
geninden kaynaklanıyor. Diğer taraftan günümüz İngiliz tiyatrosunun anlayışıyla
da uyuşmuyor. Bu kadar kısa sürede dikkat çeken bir yazar olmayı başaran Kane,
yaşasaydı nasıl bir noktada olacağını tahmin bile edemezdik.
Dört kırk sekiz, istatisklere göre dünyada intihar oranının en çok
yaşandığı zaman dilimi olarak biliniyor. 1998 yılında Sarah Kane'in şiddetlenen
depresyonu nedeniyle her sabah 4.48'de uyanmaya başlaması ve bu oyunu kaleme
almasıyla oyunun ismi de kendiliğinden oluşmuş. Ölümünden önceki son oyunun
içeriği, ölümüne benzerliği nedeniyle Sarah Kane'in son sözü niteliğini taşıyarak
"intihar mektubuna" dönüşüyor.
2011 yılında kurulan Tiyatro Pot'un bu ilk oyunu ''4.48 Psikoz'', Mayıs
ayında Maya Sahnesinde izleyiciyle buluştu. Sarah Kane'in yazıp Gizem
Darendelioğlu ve Serdar Sezgin Güvenç'in birlikte yönetip aynı zamanda
dramaturgluğunu yaptığı oyunda Nihan Büyükağaç rol alıyor. Türkiye'de ilk defa
etkileşimli ve sahne tasarımıyla teknolojinin iç içe olduğu oyunun tasarımı
Osman Koç'a, sahne ve dekor tasarımı Guşef Şen ve Selin Diktaş ikilisine, video
görüntü yönetmenliğini de Umut Can Sevindik ve Hasan Serin'e ait.
Sarah Kane'in öznel bir bakış açısıyla yazdığı bu çok sert ve pesimist
içerikli oyun, Tiyatro Pot'un tarzı ve sonraki projelerin içeriğiyle de ilgili
ipuçları veriyor izleyenlerine. İlk oyunun böylesine yoğun içerikli bir eser
seçilmesi, kullanılan tema ve sahneleyiş tarzı, Tiyatro Pot'un sonraki
oyunlarının da ilginç ve özgün olacağına işaret ediyor.
Tiyatro Pot, henüz kendini bile tanımlayamayan bir yazarın oyununu
sahneye taşımasını çok özel bir yere koyuyorum. Nihan Büyükağaç, Kane'in
sorunlarını kendine dert etmesi benim için çok önemli. Çünkü yoğun içeriği
nedeniyle sahneye taşımak hem psikolojik açıdan hem de fiziksel açıdan zor.
Yazar bile kendini tanımlayamıyorken oyuncunun onu tanımlamaya çalışması bu
açıdan çok yoğun bir duygu, içtenlik ve samimiyet istiyor. Ölümünden önce
yazdığı son oyun olan 4.48 Psikoz'un içeriği nedeniyle Kane'in son sözü olması,
sahnedeki oyuncunun haliyle yazarın kendisini oynama zorunluluğu getiriyor.
Yani Kane yazdığı bu oyunuyla bir bakıma intihar mektubu yazıyor. Ve Nihan
Büyükağaç'ın psikolojik açıdan bu zorlu ve gerçek bir karakteri sahnede ete
kemiğe bürümek zorunda. Haliyle işin yükü iki kat daha artıyor.
Nihan Büyükağaç, perde açıldığında yaklaşık beş dakika boyunca
konuşmadan seyirciye diktiği gözleriyle izleyiciyi rahatsız ederek çok iyi bir
giriş yapıyor. Büyükağaç, psikolojik katmanlı bir ruh haliyle sahneye taşınması
gereken bu zorlu karakterin temposunu yer yer düşürse de çoğu zaman ete kemiğe
bürümeyi başarıyor. İntihar etmek üzere olan bir gencin duygularını
yaşamak/yansıtmak, onu ete kemiğe bürümek, dengeli ve bıçak sırtı bir tempoda
ilerlemesine bağlı... Büyükağaç'ın ani ruh değişimlerini ve rahat oyunculuğuyla
duygu geçişlerini çok net ifade ettiği su götürmez bir gerçek. Büyükağaç'ın tüm
bunların altından profesyonelce kalktığını ve çok başarılı bir iş çıkardığını
gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.
Umut Can Sevindik ve Hasan Serin'in çektiği videolar gayet sade ve
anlaşılır olmuş. Guşef Şen ve Selin Diktaş'ın dekor tasarımı oyuncunun rahat
hareket etmesine olanak sağlıyor. Osman Koç'un etkileşimli ve teknolojiyle iç
içe olduğu tasarımı oyunun demecine büyük ölçüde katkı sağlamış. .
Öncelikle bu metini seçen yönetmen Gizem Darendelioğlu ve Serdar Sezgin
Güvenç'i cesaretlerinden dolayı tebrik ederek başlıyorum. Aynı zamanda bu tür
oyunlar sayesinde önemli bir boşluğun da doldurulacağına inanıyorum. İn Year
Face yöneliminin aksine (etkileşimli) teknolojinin tüm olanaklarının sahneye
taşınması, gelişmekte olan Türk Tiyatrosuna önemli bir ölçüde katkı sağlıyor.
Diğer taraftan bu acılı kadının eserini titiz bir dramaturgi sürecinden
geçtiğini anlaşılır bir oyun olduğundan da görebiliyoruz. İntihar etmek üzere
olan bir gencin yaşadığı buhranları, çevresiyle olan diyaloglar "sinir
bozacak kadar" sade ve şık anlatılmış. Haliyle ortaya çok özgün aynı
zamanda çok uyumlu ve başarılı bir ekip işi çıkmış.
Sonuç olarak, İstanbul'da birbiri ardına açılan yeni tiyatrolar ve
denenen farklı akımlar izleyiciye geniş bir yelpaze sunuyor. Dot ile başlayan
"rahatsız edici" oyun türleri farklı şekillerde yeni açılan
tiyatrolar tarafından cesurca deneniyor.
Tiyatro Pot, yaşadığı acılar yüzünden ölümü seçmiş bir yazarın oyunuyla
tiyatro dünyasını "rahatsız ederek" merhaba diyor. Öncelikle oyun seçimiyle
bize derdi olan metinleri izleteceğinin sinyalini verdiğinden Tiyatro Pot,
yakından takip edeceğim bir tiyatro grubu olacak. Böylesine zor ve amansız
oyunların çekinmeden, korkmadan, utanmadan, sıkılmadan sahnelenmesi/ yeni
şeylerin denenmesi bile başlı başına ayakta alkışlanmayı hak ediyor.
Erişim: http://www.tiyatrodunyasi.com/makaledetay.asp?makaleno=1889
***********
SARAH KANE ARKADAŞIMIZ
OLSAYDI İNTİHAR EDEMEZDİ/ETTİRMEZDİK
SARAH
KANE-BLASTED
"Aslında
bir otel odasında, aralarında güç bakımından çok fark olan bir kadın ve ona
tecavüz eden bir adamı yazıyordum.
Sonra
beklenmedik bir şey oldu: Mart 1993'te daha oyunu yazmaya başladığım ilk
haftalarda televizyonu açtım. Srebrenica kuşatma altındaydı.
Yaşlı bir kadın
kamera karşısında ağlıyordu. Lütfen birileri bir şeyler yapsın diyordu
Kimsenin
bir şey yapamayacağını iyi biliyordum. Birdenbire yazmakla olduğum oyuna olan
ilgimi tamamen kaybettim.
Televizyonda
gördüğüm şey tam da yazmak istediğimdi Bu nedenle sorun şuydu: Daha ilgi çekici
olduğunu düşündüğüm bir konuya yönelerek oyunu bıraksam nasıl olurdu?
Yavaş
yavaş yazmakta olduğum oyunun tam da bu konu olduğunu anladım. Şiddetle,
tecavüzle birbirlerini görünüşte seven ve tanıyan iki kişi arasında geçen
olayları anlatıyordu Böylece Leedsteki bir otel odasındaki bir tecavüz ile
Bosna'da olanlar arasındaki olası ilişki ne olur diye düşünüyordum.
Ve
ansızın bende jeton düştü Birisi tohum iken öteki ağaçtı. Savaş
tohumlarının barış dönemlerindeki sözde uygarlıkta bulunabileceğini
düşünüyorum. Ve Avrupa'nın göbeğinde meydana gelen şeyin çok ince olduğu ve her
an kırılabileceği düşüncesindeyim. "
[slideshare
id=55793438&doc=sarahkaneinblastedoyunundaiddetgesi263817-151203184820-lva1-app6892&type=d]
[slideshare id=55793507&doc=in-yer-face-151203185016-lva1-app6891&type=d]
[slideshare id=55793451&doc=pica-dero-17-sarahkane-151203184833-lva1-app6891&type=d]
[slideshare id=55793507&doc=in-yer-face-151203185016-lva1-app6891&type=d]
[slideshare id=55793451&doc=pica-dero-17-sarahkane-151203184833-lva1-app6891&type=d]
[2]
Simon Hattenstone, " A Sad Hurrah", Guardian,
1 July 2000 .http://www.guardian.co.uk/books/2000/july/01/satage/print
[4]
Aleks Sierz, Suratına Tiyatro, Britanya'da In-Yer-Face Tiyatrosu, Çev. Selin Giritli, Mitos Boyut Yayınları, 2009, s.118.
* Joy Division 1977'de İngiltere'nin Manchester şehrinde
kurulan bir rock grubu. 1980'de grubun vokalisti Ian Curtis'in intihar
etmesiyle grup dağıldı. Post-punk akımı içinde değerlendirilen grupIan
Curtis'in intiharıyla bağlantılı olarak karanlık ve depresif olarak nitelenir
ve Kane'in en çok sevdiği müzik grubudur.
[6]
Gaelle Ranc, "The Notion of Cruelty in the Work of Sarah Kane", 2002.
http://www.iainfisher.com/kane/eng/sarah-kane-study-gr0.html
[9]
Graham Saunders "Just a Word on Page and There is the Drama, Sarah Kane's
Theatrical Legacy", Contemporary Theatre Review, Vol.13(1), 2003,
s.99.
[10]
Summer Neilson Moshy, The Empty Center Acting out Theatric Alliance in Three Texts by Sarah
Kane, University of Colifornia, San Diego and Irvine,
s. 84.
[14]
David Greig, Sarah Kane, Complete Plays: Blasted,
Phaedra 's Love, Cleansed, Crave, 4.48 Psychosis, Skin, Methuen Drama, London,
2002, s.103.
[15]
Elizabeth Klett, "Phaedra's Love", Theatre Journal, Academic Research Library, May 2003, s.338.
[17]
Charles Spencer "Severed Limbs don't Make You Cutting-Edge", Telegraph, 09 May 1998. http://www.telegraph.co.uk/culture/4713653/Severed-limbs-dont-make-you-cutting-edge.html
[18]
Christine Woodworth, Beyond Brutality: A Recontextualization of the Work of Sarah Kane, Graduate College of Bowling Green State University, August
2005, s.107.
[20]
Elaine Aston, Feminist Views on the English Stage:1990-2000,
Cambridge University Press, 2003, s.93.
[23]Mary
Luckhurst and Jane Moody, Theatre and Celebrity in Britain,
1660-2000, Palgrave, Macmillan, 2000, s.120.
[28] Sarah Kane'in
4.48 Psychosis'i, doğrudan, en açık olarak yazılmışı diyebilirim. Yazarın
kendini saklamadan, içinde bulunduğu durum ve ruh halini net bir şekilde ortaya
koyduğu oyun, bazı kısımlarda psikiyatristle karşılıklı diyalog, bazı
kısımlarda ise günlük diyebileceğim bir biçimde ilerlemekle birlikte, tedavide
kullanılan ilaçlar ya da 100'den geriye 7'şer sayma egzersizleri gibi
hastalığa dair gerçek ayrıntıları da içeriyor.
Burada
psikiyatristle olan konuşmaların da aslında Kane'in kendi kafasındaki
hesaplaşmalar olduğu söylenebilir. Nitekim ilaç raporları da bir yerden sonra
Kane'in kaleminden çıkmış bir hale dönüşüyor. Burada anlatıcı rolünü tamamen
dışlanıp yazarın içindekilerin herhangi bir aracıya gerek duyulmadan metne
dökülmesi, yazarın kişiliğinin anlatının öznesi haline gelmesine yol açıyor.
[29]
Ahmet Gökhan Biçer, Sarah Kane 'in Postdramatik Tiyatrosunda Şiddet, Çizgi Kitapevi, Konya, 2010, s.24.
SARAH KANE FOTOĞRAFLARI
photos of Sarah
Kane
Sarah Kane, photo by Simon Kane Sarah Kane, photo by Martin Godwin
.
Sarah Kane, photo by Tom Pilston
Sarah Kane in rehearsal from Graham Saunders' Love Me or Kill Me |
Photo by Katre Ribbe
|
Sarah Kane in rehearsal
Kaynak:http://www.iainfisher.com/kane/eng/sarah-kane.html
|
6 Şubat 2015
[Her toprağın neyi taşıyacağını ve neyi reddeceğini düşünün.]
Publius Vergilius Maro, M.Ö. 70 – M.Ö. 19
Bütün yüce
dinlerin ve dogmatik adamların söylemidir bu:
“Dünya bir
sınavdır ve mutlak insan, mükafatını ölümden sonra alır…”
Oysa yerküre
üzerinde yaşamış veya yaşayacak hiç kimse, bu sınava girerken her hangi bir
tercihte bulunmamıştır ve bulunmayacaktır…
Belki de
Dünya, insanoğlu için bir çeşit cezadır, kim bilir…
“Her zaman bir parçama sahip
olacaksın. Çünkü hayatımı ellerinde tuttun…”
Genellikle
bütün iklimlerin ve bütün coğrafyaların rüzgarları birbirinden farklıdır.
Dingin bir tınısı vardır mesela sıcak deniz kıyılarının… Oysa insan dediğiniz
şey, evreni kirletir… Ve kozmos, bir tokat vurur, mutlak hıncını alır biçimde…
Bazen, bazı
şeyleri yüzüne çarpmak gerekir insanın… İster Afrika çöllerinde, ister uzak
tundra düzlüklerinde, ister Avrupa limanları, İster Güney Amerika tepelerinde
olsun, insan mutlak kirlidir… Şehirlere indikçe, daha da kararır, kokar…
“Hayatın çok acımasız olduğunu
algıladıktan sonra, olabildiğince insanlık, mizah ve özgürlükle yaşayın.”
İşte tam da
burada, “In-yer-face theatre” yani “Suratına tiyatro” ya da diğer bir adıyla
“Yüze vurumcu tiyatro” kavramı, doksanlarda Birleşik Krallık'ta ortaya
çıkmıştı. In-yer-face, kendini yaratan yazarların Şiddet, cinsellik,
uyuşturucu, cinayet gibi öğeler içeren oyunlar yazma eğilimiyle birlikte
gelişti. Bu akım; Cruel Britannia, New-Brutalism, New European Drama gibi
isimlerle de anılsa da In-yer-face terimi, bunların arasından en çok kabul
gören isim oldu.
In-yer-face,
Britanyalı tiyatro eleştirmeni ve Boston Üniversitesi'nin London Graduate
Journalism programının yardımcı öğretim üyelerinden olan Aleks Sierz tarafından
ortaya atılmıştı ve ilk baskısı 2001 Mart'ında Faber and Faber tarafından
yapılan “In-Yer-Face Theatre” adlı kitabıyla, daha da popüler hale geldi.
“In your face”
terimi ise, çağdaş yazar Simon Gray'in prömiyeri 2001 Şubat'ında Londra'da
yapılmış olan “Japes” adlı oyununda yer alan bir diyaloğu tarif etmek amacıyla
kullanılmıştı. Britanyalı genç oyun yazarlarının yarattığı “in-yer-face” akımı,
seyircinin oyuna katılmasını ve sahnedeki müstehcen ya da şok edici unsurlarla
etkilenmesini amaçlıyordu.
“O benim, zihnimin altına
yapıştırılan, hiç tanışmadığım yüzüm…”
Sarah Kane, 3
Şubat 1971’de, dindar ve evanjelik bir gazeteci ailenin çocuğu olarak
Brentwood, Essex ‘te doğdu. Protestan muhafazakarlığı içerisinde geçirdiği
ergenlik dönemi sırasında, kararlı ve dine bağlı bir Hristiyan’dı… Ancak daha
sonra, eserlerinde de “İnancın bir delilik” olduğunu nitelediği gibi dinsel
bütün geçmişini reddetti. O yıllarda, yerel ve genç tiyatro gruplarına ilgi
duymaya başladı. Soho Polytecnic’te Shakespeare ve Chechov gibi dünyaca ünlü
oyun yazarlarının bir çok eserini yönetti. 1992’de Shenfield Lisesi’nden mezun
olarak Bristol Üniversitesi’nde Tiyatro okumaya ve hemen akabinde oyun yazarı
David Edgar önderliğindeki Birmingham Üniversitesi’nde oyun yazarlığı yüksek
lisansı yapmaya başladı.
Artık sahne
onun mabediydi ve geçmişine dönüp baktığında gençlik yıllarını “vahşi ve
çılgın” olarak yorumluyordu.
Dinginlik
korkutucudur. Susmak, bir Dünya savaşı sonrası öylece kalakalmış herhangi bir
mayının uzun ve anlamsız bekleyişini anımsatır. Terk edilmiş topraklara geri
dönüldüğünde, kimse bilmez yerlerini onların…
Korkudan
girilememiş sınırları anımsayın… Her an patlayabilir… Böyledir…
Kane, gençlik
yıllarında Howard Baker’ın karanlık dünyasından etkilenerek “Jakoben” akımını
benimsemişti. “Jakobenizm”, ideolojisini genel kitle ideolojisinden üstün gören
ve dikte yoluyla bu ideolojiyi kabullendirmeyi amaçlayan bir politik akımdı.
Kelime anlamı itibarıyla “keskin devrimci” anlamına geliyordu.
İşte tam da
burada, bütün dünyasını tiyatro sahnesine adamış üstün yetenekli bir oyuncu,
aşk ve yaşam üzerine karanlık düşünceler besleyen bir insan olan Kane, yazdığı
oyunlarda bir yandan da İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sahne sanatlarında
doruğa çıkan Absürd Tiyatro'nun ve Beckett Tiyatrosu’nun, karakterin de
ölmesinden sonra yansıtmış oldukları “figür” kişiliklerden ötürü buldukları
tanımlama olan “Post-dramatist” bir kimliğe bürünerek, tecavüz, seksüel kimlik
ve hastalık gibi sorunlara değinen bir kadın haline dönüştü…
“Hayatta
deliler gibi aşık olduğum o birisi yok aslında…” diyecek kadar cesur bir kadın
olan Kane, oyunlarında; aşkın kurtarıcılığı, cinsel arzu, acı, fiziksel ve
psikolojik şiddet temalarını işledi. Bu oyunlar; şiirsel yoğunluk,
fazlalıklardan arındırılmış dil, tiyatro formunun araştırılması ve ilk dönem
eserlerinde rastlanan aşırılık ve şiddet içeren sahne aksiyonu gibi
karakteristik özelliklere sahipti.
“Burdayım, çözümüm yok. Ama sen,
sen yine de bir şeyler söyleyebilirsin.”
Kane’in
yazdıkları, Naturelistik eğilimli 20. Yüzyıl İngiliz tiyatrosu anlayışıyla
uyuşmuyordu. Bu yıllarda; Kapitalist Kültürle süre gelen kavgası da oyunlarına
yansımaya başladı. Cinselliğe aç erkekler, kadınlık duygusunu silaha
dönüştürmüş kadınlar, açlık, yoksulluk, sokaklarda geçen hayatlar, kapitalist
sistem içinde bataklığa saplanmış kişilerin şekil ve davranışlarını işlediği
eserleri anarşist bir başkaldırı niteliği taşıyordu.
“Gençlik
eserleri” olarak tanımladığı ve yazdıklarının arasında saymadığı eserlerinin
dışında; Birmingham Üniversitesi’nde yüksek lisans öğrenimi görürken, ilk oyunu
olarak nitelendirdiği “Blasted”ı yazmaya başladı.
“Dünya üzerinde hayatı anlamlı
yapan herhangi bir ilaç yoktur…”
Blasted, Leeds
kentindeki bir otel odasında geçmektedir. Oyunda kadın düşmanlığı, ırkçılık ve
homofobi içerikli ilk perde, bahar yağmuru sesi ile sona ermektedir. Orta yaşlı
gazeteci Ian, kuşkulanmayı aklına getirmeyecek kadar küçük olan Cate’i elde
edememiştir. Tüm oyun boyunca hem suç işleyenin hem de kurbanın gözünden şiddet
değerlendirilir. Cate bütün gece tecavüze uğramıştır. Sabahın ilk ışıklarıyla
uyanan Cate, Ian’a saldırarak kaçar. Aniden bir asker odaya girer. Oda bir
havan topu mermisi ile delinir; sahne aniden Bosna’da bir savaş alanına dönüşür
ve üçüncü perde başlar. Asker, tüm savaş sırasında tanık ve dahil olduğu
tecavüz, soykırım, işkencelerden bahseder. Ian’a tecavüz eder ve gözlerini
emerek söker. Kız arkadaşının intikamını alır. Sahne güz yağmuru sesiyle sona
ermektedir. Asker intihar etmiş, Ian ise kördür. Şehir askerler tarafından
işgal altına alınmıştır. Bunu elinde ölü bir bebekle geri dönen Cate söyler.
Bebeği odaya gömer ve gider. Oyunun içeriği bir hayli sarsıcıdır: Mastürbasyon,
ağlamak, sarılmak, cesedi öpmek, ağlamak, acıkmak, ölü bebeği yemek, ağlamak,
yağmur, ölüm… Ian ölür. Cate bir asker ile yatarak karşılığında sosis kazanır. Ian
sosisi yer ve teşekkür eder.
“Doktora gittiğimi ve bana
kahrolası bekleme odasında yarım saat yaşamak için sekiz dakika verdiğini hayal
ettim…”
Blasted, ilk
kez o yılın sonunda, üniversite öğrencileri tarafından sergilendi. Oyunu burada
izleyen, üstelik önceleri oyuna korkuyla bakan Mel Kenyon, oyunun yapımcılığını
üstlendi. Bu sayede Sarah Kane, Kraliyet Sarayı Tiyatrosu’nun kapılarından
girebilmiş oldu.
Blasted,
1995’te yılın en tartışmalı oyunu olarak gündeme oturdu. Oyunu başarılı bulan
Martin Crimp, Harold Pinter ve Caryl Churchill gibi yazarlar hariç, Entelektüel
kitle tarafından yoğun şekilde eleştirilen oyun, “iğrenç bir pislik ziyafeti”
olarak yorumlandı.
Tiyatro
oyunlarında sade ama şiirsel bir üslup kullanan Kane, yine aynı yıl yazıp
yönettiği, 11 dakikalık Skin adlı kısa filmde, siyahi bir kadın ve ırkçı
Skinhead arasındaki ilişkiyi betimliyordu. Film, Ekim 1995’te Londra Film
Festivali’nde görücüye çıktı ve ardından 1997’de bir İngiliz televizyon kanalı
tarafından yayınlandı. Filmin oyuncu kadrosu Ewen Bremner, Marcia Rose, Yemi
Ajibade and James Bannon’dan oluşuyordu.
Blasted’tan
sonra 1996 yılında; Sarah Kane’in “Yüze vurumcu Tiyatro” ile flörtü eski yunan
mitlerinden phaedra'nın yaşadıkları üzerinden yola çıkan ve bir aşkı erotik
düzeyde simgeleyen “Phaedra’s Love” isimli oyunla devam etti.
“Ben, ipin ucundaki canavarım…”
Roland
Barthes'ın “Aşık olmak, Auschwitz gibi…” savını okuduktan sonra yazdığı ve
James Mcdonald tarafından yönetilen “Cleansed”in galası, Nisan 1998’de Aşağı
Kraliyet Sarayı tiyatrosunda yapıldı. Bu oyun, aynı zamanda Kraliyet Sarayı
tarihinin en pahalı tiyatro çalışması oldu.
“Bazen etrafımda dönüp kokunu
duyuyorum ve gidemiyorum, senin için taşıdığım bu kahrolası korkunç lanet özlem
olmadan gidemiyorum. Ve inanamadığım şu ki, bunu senin için hissediyorum ve sen
hiç bir şey hissetmiyorsun… Hiç bir şey hissetmiyor musun?”
Kane’in
düşlediği gibi oluşturulan sahne düzeni, Sadist Tinker tarafından denetlenen ve
temizlenen bir işkence odasını temsil ediyordu. Klinik depresyon, acı, cinsel
arzu, mazoşist duygular, hem psikolojik hem fiziksel acı ve işkenceden oluşan
hikayelerini sahneye uyarlayan Kane, bu kez bir genç kadın ve kardeşi, hasta
bir çocuk, bir gay çift, bir dansçı ve çok sayıda aşk repliğinin yoğun şekilde
seyirciye sunulduğu oyunda, Dünya’daki aşırı zulmü yine kendi üslubuyla
resmediyordu. İşkence gerçekliğiyle insan sınırlarını zorlayan oyun, “Bir
ayçiçeği büyümeye yerden başlar ve başının üstüne ulaşır…” teması ile
ilerlemekteydi.
“Ölüm benim aşığım ve beni içeri
sokmak istiyor…”
Kane’in
dördüncü oyunu Crave’di… İlk kez Traerse Tiyatrosu’nda sahnelenen
Crave’de, seyirciye dönük biçimde oturan dört insanın hikayesini anlatıyordu.
Monolog bir eser olarak yazılmış oyun, aslında soru-cevap bütünlüğü
taşımaktaydı. Bu da tam anlamıyla “Yüzevurumcu Tiyatro”nun odak noktasıydı.
Seyirci kendini tanımalıydı. Beklenenin aksine olumlu eleştiriler alan Crave,
Kane’in olgunluk eseri olarak kabul edilmektedir.
“Ölümün kemiklerimin dışarı
çıkışı gibi olurdu. Kimse neden olduğunu bilmezdi ama ben yere düşerdim.”
“Ve beni sevmiş olduğu
zamanların, ona işkence yapmadan önce, içimde onun için yer olmadan önce,
birbirimizi yanlış anlamamızdan önce, aslında onu gülümseyen ve güneş dolu
gözleriyle gördüğüm ilk anın anısıyla titriyorum, hıçkırarak ağlıyorum, ve o
zamandan beri acısını çektiğim o anın sızısıyla inliyorum.”
Dört kırk
sekiz, istatistiklere göre dünyada intihar oranının en çok yaşandığı zaman
dilimidir.
Öldürücü
şeyler en çok geceleri parıldar… Bir sigara… Bir bomba… Bir hayat…
1998 yılında
Sarah Kane’in şiddetlenen depresyonu nedeniyle her sabah 4.48’de uyanmaya
başlaması ve bu oyunu kaleme almasıyla son oyunun ismi böyle ortaya çıktı.
“4.48 Psychosis” bir yazarın herhangi eseri olma özelliğinden çok, Kane’in
ölümünden birkaç ay önce yazdığı bir İntihar Mektubu niteliği taşımaktaydı.
“Ve fareler yüzümü kemiriyor,
daha ne olsun?”
Son oyunu olan
4.48 Psychosis’te, Dünya’nın kaotik sorunlarını kendi iç sorunlarıyla
bütünleştirmiş bir kadını anlatır Kane… Aile yaşantısı, arkadaş
ilişkileri, sosyal çevresi problemli olan ana karakterin; dünyada yaşanılan ve
günden güne kötüye giden adaletsiz sistemlere karşı isyanı duyuluyordu. Anormal
ile normal kavramlarını sorgulayan konu, yaşantıları oluşturan kanunların
kimlerce, hangi genele göre yazıldığı eleştirisini bizlere sunmakta; Cinsellik,
bireysel yalnızlıklar, kişilerin hak ve özgürlükleri, şizofren bir insanın
beyninden seyircilere aktarılmaktaydı.
Bir kum
saatini duvara fırlatmayı düşündünüz mü hiç? Psikoloji bilimi, bu durumu
“Desantrasyon” terimiyle açıklıyor… Bu tanım “odaktan uzaklaşma” veya “renk
skalasında fluluk” olarak betimleniyor…
Bazen,
Dünya’nın suratına indirilecek herhangi bir yumruğu düşler insan… Bu her zaman
böyledir…
“- Bir plan yaptın mı?
- Aşırı doz alıp, kendimi
astıktan sonra bileklerimi keseceğim…
- Hepsi bir arada mı?
- Yardım çığlığı atacak değilim
ya…”
Uzun yıllar
depresyon tedavisi gören Sarah Kane, 28 yaşında King’s College Akıl ve Ruh
Sağlığı Hastanesi’nde birkaç başarısız denemenin ardından ayakkabı bağcığı ile
intihar etti. Saat 4.48’di…
Psikanaliz
makinesinden muafiyet isteği
Bir intihar
mektubu olarak yazdığı 4.48 Psychosis’te, travmatik bir yaşamın son sözlerini
açıkça görebilmek mümkündür. Yaşadığı dönemin tiyatral yaklaşımlarını elinin
tersiyle iten Kane, kendi üslubuyla karanlık bir evreni sahnelemeye devam
ediyordu…
“Beden ve ruh asla
evlenemezler. Ne isem o olmaya ihtiyacım var. Ve beni cehenneme mahkum eden bu
uyumsuzlukla sonsuza kadar böğüreceğim. Çaresiz umutlanış beni kurtaramaz.
Ümitsizlik içinde boğulacağım. Kendi soğuk siyah göletimde, tinsel zihnimin
kuyusunda, biçimsel düşüncem çoktan yok olup gitmişken, biçime nasıl geri
dönebilirim? Onaylayabileceğim bir hayat değil, beni yok eden şeyler yüzünden
sevecekler beni…”
Nietzsche
“Öldürmeyen şey güçlü kılar” der. Ah ne büyük yanılgı. Kane’in ölümünden sonra,
Blasted için yapılan kötü eleştirilerin sahibi olan yazarlar, oyunu tekrar
değerlendirdi. The Guardian yazarı Michael Billington, Kane’nin intiharının
ardından “Hep söylediğim gibi, onu yanlış anladım. O büyük bir yetenekti.”
dedi.
Kane'in
eserleri, İngiltere'de geniş kitlelere ulaşmadığı ve birçok gazete eleştirmeni
tarafından yoğun şekilde eleştirildiği halde, Avrupa ve Güney Amerika'da yoğun
ilgi gördü. 2005 yılında, tiyatro yönetmeni Dominic Dromgoole onun için; “Şüphesiz
ki en çok sahnelenen yabancı yazar” cümlesini kurdu. Araştırmacı-oyun yazarı
Mark Ravenhill onun ardından oyunları için büyük övgülerde bulundu. Almanya’da
aynı zaman diliminde, 17 ayrı noktada eserleri sahnelendi. Kasım 2010’da, New
York Times’ta tiyatro eleştirmeni olan Ben Brantley, Kane’in Blasted oyunu için
“yıkıcı” tanımını kullanarak “New York’ta gerçekleştirilen en önemli
Premierlerden biri” cümlesini kurdu…
Kane’in en
sevdiği ve en çok okuduğu şair, Sylvia Plath; Hayranı olduğu müzik grubu, Joy
Division; intiharından hemen önce tiyatro uyarlamasını yapmaya calıştığı kitap
ise, Goethe’nin “Genç Werther’in Acıları” eseri idi…
Psikolog,
James Kaufman, 2001 yılında yaptığı çalışmada, kadın yazarların ruhsal sorun
yaşama ihtimalinin oldukça yüksek olduğunu belirtiyordu. Kaufman ortaya attığı
bu yeni teoriye ‘Sylvia Plath etkisi’ adını verdi.
Bu kavram,
özgün üretimle deliliği bağdaştırmıştı. Bu teoriye göre Plath’ın intiharı ondan
sonra gelen bir çok kadın şair ve yazarı etkilemiştir. Virginia Woolf, Sara
Teasdale, Anne Sexton, Alda Merini gibi kadın yazarları da içine alan bu
kavramın temsilcilerinden biri de Sarah Kane oldu…
“Üzgünüm, çünkü geleceğin
umutsuz ve iyileştirilemez olduğunu hissediyorum, her şeyden sıkıldım ve hiçbir
şeyden tatmin olmuyorum, başarısızlığın ta kendisiyim, suçluyum ve
cezalandırılmam gerek, kendimi öldürmek istiyorum, eskiden ağlardım, şimdi ise
gözyaşlarımın ötesindeyim, insanlar ilgimi çekmiyor, hükmümü kaybettim,
yiyemiyorum, uyuyamıyorum, düşünemiyorum, yalnızlığımın, korkularımın, öfkemin
üstesinden gelemiyorum, kendimi şişman hissediyorum, yazamıyorum, sevemiyorum,
kardeşim, sevgilim öldüler, ikisini de ben öldürdüm, ölüme doğru ilerliyorum,
ilaçlardan korkuyorum, sevişemiyorum, sikişemiyorum, yalnız kalamıyorum,
başkalarıyla olamıyorum, kıçım kocaman oldu, vajinamdan tiksiniyorum.”
Sarah Kane,
4.48 Psychosis
Bir yazarın
kaleminden mutlaka kendi kanı akar sayın okuyucu, bilmelisin… Burdan senin yaralarına
kaç vesayitle gidiliyor, söylesene…
Bütün
yazıcılar, aslında öldükten sonra yazmaya başladılar. Çünkü; bir dalgıca ilk
dibe vuruşunda bir rehber gerekir, biliyorsun… Bir anlatıcı en çok, en çok
kendi yaralarını mı anlatır? Bir anlatıcı en çok, en iyi kendi yaralarını
anlatır… Bir balığa bak, acılarının muadili yoktur. Bir dalgıç bile
anlayamaz bazı, nedense bir karaya vuruşun, soru işaretlerini…
Bukowski’nin, Özlü’nün, Plath’ın, Marmara’nın kalem uçları fosil kokuyordu.
Bir
anlatıcının paralel yükümlülükleri vardır anlıyor musun? Çoğunlukla, iyi
anlatıcılar; dibi tanıyan dalgıçlardır bir nebze. Hasbelkader bir gün denize
girersen eğer; Korkma çünkü, henüz karşılaşmadık…
Erişim:
http://kaybolandefterler.tumblr.com/post/113628459627/kimse-hayattan-sa%C4%9F-kurtulamaz-sarah-kane
John Osborne’un 1956 yılında sahnelenen Look Back in
Anger (Öfke) oyunu, o dönemin eğitimli ama işsiz geçtiğinin içinde bulunduğu
sıkıntıları ve bu sıkıntıların dışavurumunu dile getirmek anlamında İngiliz
Tiyatrosu için bir dönüm noktası sayılır. 1970 ve 80’li yıllar John Whiting,
John Arden, Arnold Wesker, Edward Bond gibi yazarların oyunları ile bir anlamda
İngiliz Tiyatrosu’na gerekli malzemeyi sağlamıştır denilebilir. Atna 90’iı
yıllara gelindiğinde tiyatronun bir bakıma durağan dönem geçirdiği gözden
kaçmaz.
İngiliz. Tiyatrosunun içinde hulunduğu bu durağanlık
döneminin ayırdında olan birçok oyun yazan, John Osborne’un 1994’te ölümünden
bir hafta önce Guardian gazetesine ortak düşüncelerini içeren bir mektup
yazarak ülkenin önde gelen sahnelerindeki yeni dramanın eksikliğinden duyulan
rahatsızlığı dile getirmişlerdir. Tiyatro eleştirmeni Michael Billington’a göre
var olan politikanın sürdürülmesi İngiliz Tiyatrosu’nu tozlu bir müzeye
dönüştürecekti . Bu istemi duymuşçasına 90’lı yıllarda bir grup genç oyun
yazarının sahneye taşıdığı konuların, hiç de Osborne’un Öfke’sinin yarattığı
etkiden geri kalır bir tarafı olmadığı gözlenecektir. En büyük yaratıcılık
dönemlerinde- Elizabeth, Jacobean. Restorasyon, savaş sonrası gibi- her tiyatro
için geçerli olduğu gibi İngiliz Tiyatrosu’nu şekillendirip ona yön veren
oyuncular, yönetmenler, kuramcılar değil, oyun yazarları olmuştur. İşte 90’lı
yıllardaki İngiliz Tiyatrosu’nun duyarlılığını değiştirmeyi başaran küçük bir
grup In-Yer- Face (Yüzleştirmeci) oyun yazarı olmuştur dense yanlış olmaz.
Aralarında Anthony Neilson: Sarah Kane ve Mark Ravenhiil’in de yer
aldığı bir grup genç oyun yazan oyunlarında izleyicilerini açıkça dile getirilmeyen
insan gerçeklikleri ile yüzleştirme yoluna gitmişler ve bnnda da beklenen
etkiyi sağlamışlardır denilebilir. İnsan gerçekliğinin, şiddetin ve özellikle
de cinsel tabuların tüm çıplaklığı ile sahneye taşınıp izleyicilere dolaysız
aktarılması üzerine dayandığı için bu akım ya da oyunlar Yüzleştirmeci Tiyatro
( In-Yer- Face) adı ile anılır olmuştur,
En geniş tanımı ile Yüzleştirmeci Tiyatro (In-Yer-Face),
izleyicisini ensesinden kavrayıp gerekli iletiyi alıncaya kadar onu sarsmayı
amaçlayan tiyatrodur. Bu bakımdan duyarlılık tiyatrosudur: Gerek oyuncuları
gerekse izleyicileri geleneksel tepkilerin ötesinde sarsma yoluna gider ve
sinirlerin en uç noktalarına dokunarak korku ve panik uyandırır. Bu tiyatro şok
taktikler kullanır ya da kendisi tamamen şaşırtmacaya dayalıdır Çünkü bu
tiyatro izleyicilerin alışkın olduklarının ötesinde apaçık ve deneyseldir.
Tinsel değer ve önyargıları sorgular İnsanın en ilkel duygularına dokunur,
tabuları alt üst eder, yasak olana yönelir ve rahatsızlık uyandırır. Temel
olarak gerçekte kim ve ne olduğumuza yönelik çok şey açıklama yoluna gider.-
Başka bir deyişle sıradan oyunları izlerken yapıldığı
şekilde koltuklara oturup sahnede gördüğümüz, izlediğimiz ile yetinilmesini
yeterli gören geleneksel tiyatro oyunlarının tersine, Yüzleştirmeci Tiyatro
izleyicilerini alıp duygusal derinliği olan bir yolculuğa çıkarır. Başka bir
deyişle zihinsel düzeyde kalmakla yetinmeyip deneyselliği öne çıkarır.
Bu bağlamda çok doğal olarak karşılaşılması olası
sorunlardan hirisi de herhangi bir oyunun Yüzleştirmeci Tiyatro içinde yer alıp
almadığının nasıl belirleneceği, yani Yüzleştirmeci Tiyatro oyunu ile öteki
oyunların hangi açılardan ve nasıl ayırt edileceği olacaktır. Böylesi bir ayrımı
kesin olarak yapmak gerçekte pek de güç değildir. Bunu yapabilmek için
kullanılan dil ve karşılıklı eylemlerin içeriğine biraz yakından bakmak bu
sorunu ortadan kaldırmaya yetecektir çünkü:
….kullanılan dil kirlidir, karakterler dile getirilemez
kanıdan ele alıp konuşur, elbiselerini çıkarır, birlikte olurlar, birbirlerini
utandırıp hakaret sınırlarını aşarlar, çok hoş olmayan duygular yaşarlar ve
ansızın şiddete başvururlar. En önemlisi de bu tiyatro o kadar güçlü ve o kadar
söylenmeyene, dile getirilmeyene yöneliktir ki sonunda izleyicileri tepki
göstermeye zorlar…/
Sıra dışı ve şaşırtıcı yöntemlerin oyunlarda kullanılması
bir anlamda hiç de rastlantısal değildir. Özellikle Yüzleştirmeci Tiyatro bunu
sıklıkla kullanır çünkü oyun yazan iletmek istediğini dolaysız ve zaman
yitirmeden yapmayı amaçlarmıştır. Sierz’in deyimiyle ” Eğer yazarlar rahatsız
edici konuları ele alıyorsa ya da güç duyguları keşfetmeyi istiyorlarsa, o
zaman şok, yani şaşırtma izleyiciyi uyandırmanın bir yoludur. İzleyicilerini kışkırtan
ya da izleyicilerin bir şeylerle yüzleşmesini isteyen yazarlar genellikle
onları kabul edilebilir sınırların ötesine itmeyi aınaçlar- çiinkü onlar normal
sayılan güncel düşünceleri, insan olmanın ne demek olduğunu, doğal ya da gerçek
olanın ne ifade ettiğini sorgulamak amacındadırlar. Başka hir deyişle oyunlarda
şok ya da şaşırtmanın kullanılması daha derinlerde yatan anlamların
irdelenmesinin bir yoludur”‘
Yüzleştirmeci Tiyatro’nun öne çıkan ayırt edici
özelliklerinden birisi de duyguları ele alıp işleyiş biçimidir denebilir çünkü
bu tiyatro, izleyicileri normalde göz ardı etlikleri düşünce ya da duygular ile
yüzleştirmek amacı güder. Bunu yapmaktaki amacının ne olduğunu anlamak
basittir. Çünkü yüzleşmek istenmeyen duygu ve düşünceler genellikle acı veren,
korkutan, daha doğru bir deyişle hoş olmayan ve keskin duygulardır. Bu duygular
hiçbir zaman izleyenleri ya da karşılaşan kişileri mutlu etmez, tersine
rahatsız eder, koltuklarında oturan izleyiciler huzursuz olur çünkü tanık oldukları
bu duygu ve düşüncelerin insanın yetisinde olduğunun lam anlamıyla
bilincindedirler. Aynı rahatsızlık belki sinemada bu denli yoğun
duyumsanmayabilir çünkü tiyatroda tüm bu eylemleri sergileyenler aynı ortamda
izleyicilerle aynı havayı soluyan oyunculardır. Bu açıdan da sahnedeki olaylar
ile ister istemez özdeşlik kurulması kaçınılmazdır. Benzer şekilde sahnedeki
çıplaklık bile sinemada izlenen çıplaklıktan daha güçlü ve kalıcı bir etki
bırakacaktır izleyici üzerinde. Nedeni ise oldukça basittir: çünkü karşımızdaki
kişi ile izleyici arasında sinenıadakiııe benzer camdan bir engel yoktur,
eylemlerin sahibi karşımızdadır.
Yüzleştirmeci Tiyatro oyunlarında ele alınan konular ve
sahnede sergilenen şiddet anlık ve çok yıkıcı olmaktan öte, bir anlamda derece
derece artarak kendini hissettirir denebilir. 1990’lı yıllarda sahnelenen
oyunlardaki tüm hu özellikler geçmiş dönem oyunlarla kıyaslandığında
söylenmeyeni söyleyen, gösterilmeyeni gösteren olması açısından yenilikçidir.
1971 yılında doğan ve 20 Şubat 1999’daki intiharına kadar
geçen 28 yıllık bir yaşama sığdırdığı 5 oyunu ile 90’lı yılların ortalarında
üzerinde en çok konuşulan ve oyunları büyük yankı uyandıran Sarah Kane, çoğu
eleştirmen tarafından ” Sahnenin kötü kızı” olarak adlandırılmıştır.
Buradaki kötü kavramı doğal olarak kişiliğine yönelik bir yorum olmaktan öte
oyunlarındaki söz, eylem ve içeriğe yönelik bir tutum olarak ele alınabilir.
Her oyun yazarı için olduğu gibi Sarah Kane’i de oyunları doğrultusunda belli
bir gruba koyma girişimleri olmamıştır denemez. Özellikle de feminist bir oyun
yazarı olduğuna ilişkin söylemler karşısında Kane kadın yazar etiketini kabul
etmediğini belirtmiş ve herhangi bir biyolojik veya sosyal grubun üyesi ya da
temsilcisi olma gibi bir durumun söz konusu olmadığına ilişkin açıklamada
bulunmuş ve bir oyun yazan olarak üstlendiği rolün cinsiyet bağlamında değerlendirilmesini
reddetmiş ve bunu:
Yazar olarak benim tek sorumluluğum, her ne kadar hoş
olmasa da, gerçek olan şey neyse ona yöneliktir. Bir kadın yazar olarak hiçbir
sorumluluk sahibi değilim, çünkü böyle bir şeyin var olduğuna inanmıyorum. Bir
yazar olarak insanlar benden söz ederken, yani ne olduğum ya da çalışmalarımın
nasıl değerlendirilip yargılanacağına ilişkin yorum söz konusu olduğunda bu
yargılamanın benim yaşım, cinsiyetim, sınıfım, cinselliğim ya da ırkım
temelinde değil, çalışmalarımın kalitesi bağlamında değerlendirilmesini tercih
ederim şeklinde dile getirmiştir.
Ama bu, Sarah Kane’in, oyunlarında cinsiyet üzerine
eğilmediği anlamına gelmez. Erkek ve kadın arasında yer alan güç ayrımı
oyunlarında sıklıkla yer alır. Sözkonusu bu özelliği Blasted oyununda Cate ve
lan, Phaedra’s Love oyununda Phaedra ve Hippolytus, Cleansed oyununda Tinker ve
Grace/ Kadın arasında, Crave ve 4:48 Psychosis oyunlarında ise tanımı
yapılmayan sesler arasında görmek olasıdır. Oyunlarında sıra dışı ve uç duygulan
ele almasının nedenlerinden birisi de uç, kaba ya da acımasız eylemlerin
izleyicilerde bir değişim oluşturacağına olan inancında yatıyor denebilir.
Çünkü kendisi de ” Eğer bir şeylerin sanat yolu ile deneyimini yaşıyorsak, işte
o zaman geleceği değiştirebiliriz çünkü deneyim, acı çekme yolu ile yüreklere
ders verir şeklinde kendi görüşünü açıkça dile getirmiştir.
İlk oyunu Blasted Ocak 1995 yıbnda Royal Court Theatre
Upstairs’de sahnelendiğinde 23 yaşında olan Kane, eleştirmenlerden ciddi
sayılabilecek eleştiriler almıştır, Oyun onun daha 23 yaşında olmasının
getirdiği acemilik ürünü olarak görülmüş ve John Peter Kane için ” Öğreneceği
çok şey var daha ama bir sonraki oyununda neler öğrenebildiğini görmek için
sabırızlanıyorum” demiştir. Öte yandan tüm bu eleştiriler bir yana, Kane bu
oyunla amaçladığı etkiyi sağlamada başarılı olmuştur denebilir.
Blasted Lecds’te pahalı bir otel odasına orta yaştaki lan
ile kendisinden oldukça genç olan Cate’in gelmesi ile başlar. Akciğer kanserine
yakalanmışçasma öksürük nöbetleri geçiren lan, sırtındaki tabanca kabına
bakılacak olursa gazeteci olmaktan uzak biridir. Kendisine gizli ajan imajı
veren lan, Cate ile o istemese de oral ilişki yaşar. Kate, bir zamanlar onu
sevdiğini belirtse de şu an için lan onun için bir karabasandır. Olayların
yoğunluğu giderek artar ve isimsiz bir asker çıkagelir otel odasına. O anda
banyoda olan Cate durumu sezip pencereden kaçar. Asker odada yatağa idrarını
yapar ve ansızın bir bomba otel odasını darmadağın eder. Odada yıkıntılar
arasında Asker, Ian’a savaşın vahşetini anlatmaya koyulur, lan için savaş ve
getirdiği yıkıntı kimsenin duymak, bilmek istemeyeceği bir öyküdür. Sonrasında
Asker Ian’a tecavüz eder, gözlerini oyup yer ve kendisini öldürür. Cate
kucağında bir bebekle çıkagelir, bebek ölür. Cate onu odada tahta döşemenin
altına gömer ve yiyecek bir şeyler bulmak için dışarı çıkar. Çaresiz ve kör lan
ortalığı pisletir, bebeği çıkarıp yer ve şimdi kendisi tahta döşemenin
altındadır. Sadece başı dışarıdadır. Cate yiyecekle geri döner ve lan ölür.
Bu uyunu yazma sürecinde Kane’in oyuna başlaması ile daha
sonra oyunda değişiklikler yapması söz konusudur. Bu değişikliklerin nedenini
Kane şöyle açıklar:
“Aslında bir otel odasında,
aralarında güç bakımından çok fark olan bir kadın ve ona tecavüz eden bir adamı
yazıyordum. Sonra beklenmedik bir şey oldu: Mart 1993’te daha oyunu yazmaya
başladığım ilk haftalarda televizyonu açtım, Srebrenica kuşatma altındaydı.
Yaşlı bir kadın kamera karşısında ağlıyordu. Lütfen birileri bir şeyler yapsın
diyordu. Kimsenin bir şey yapamayacağını iyi biliyordum. Birdenbire yazmakta
olduğum oyuna olan ilgimi tamamen kaybettim. Televizyonda gördüğüm şey tanı da
yazmak iste- diğirndi. Bu nedenle sorun şuydu: Daha ilgi, çekici olduğunu
düşündüğüm bir konuya yönelerek oyunu bıraksam nasıl olurdu? Yavaş yavaş
yazmakta olduğum oyunun tam da bu konu olduğunu anladım. Şiddetle,
teca\>üzle birbirlerini görünüşte seven ve tanıyan iki kişi arasında geçen
olayları, anlatıyordu Böylece Leeds’teki bir otel odasındaki bir tecavüz ile
Bosna’da olanlar arasındaki olası ilişki ne olur diye düşünüyordum. Ve ansızın
bende jeton düştü Birisi tohum iken öteki ağaçtı. Savaş tohumlarının barış
dönemlerindeki sözde uygarlıkta bulunabileceğini, düşünüyorum. Ve Avrupa’nın
göbeğinde meydana gelen şeyin çok ince olduğu ve her an kırıtabileceği
düşüncesindeyim. “
lan ile Cate arasındaki ilk konuşmalar, lan’ın Cate
üzerinde hem duygusal hem de fiziksel anlamdaki baskısını göstermesi açısından
önemlidir. Başka bir deyişle lan bir anlamda Cate için eski bir tanıdık ya da
sevgili olmaktan öte işkenceci rolünü üstlenmiş tavırlar içindedir. Ve bu
tavırlar ve söylemlerin altında yatan isteğin gerçekleşmesi İçin çok uzun bir
süre geçmesine gerek kalmayacaktır. Cate ile lan’ın düşünce evrenlerinin de
birbirinden çok farklı olduğu gözden kaçmaz. Çünkü lan bir an önce Cate ile
yatmak düşüncesini bastırmada başarısızdır. Oysa Cate, daha çok onun sağlığı
ile ilgilenmektedir:
Cate: Sigarayı neden bırakmıyorsun?
lan: (Güler.)
Cate: Yapmalısın. Hasta edecek seni,
lan: Bunun için çok geç artık.
Cate: Ne zaman seni düşünsem hep aklıma sigara ve cin
geliyor,
lan: İyi.
Cate: Elbiselerini, kokutuyor,
lan: Unut gitsin nefesimi.
Cate: Düşün bir kere ciğerlerin ne halde,
lan: Gerek yok. Tahmin ediyorum.
lan’ın hem hasta olması, hastalığını iyileştirme yolunda
pek bir adım atmaması, hem de tüm bunları bir yana bırakarak duygusal bir
ilişkiden öte sürekli fiziksel birlikteliği düşünüyor olması onu Cate’den
oldukça farklı kılan bir özellik olarak görülür, lan ile önceden bir
birliktelik yaşamış olması ve bırakmasının altında yatan sebep yine bu tür
davranışlar olabilir. Çünkü lan’ın söylemleri her açıdan irdeleyici ve sıra
dışıdır. Olağan birliktelik içerikli bir konuşmayı bile lan’ın dönüp dolaşıp
Cate için rahatsızlık verici bir boyuta çekmesi ve ona yaşamında kadınlarla
birlikte olup olmadığı şeklinde sorular sorarak lezbiyen ilişkisi varmışçasına
iğnelemesi lan’ın fiziksel rahatsızlığının yanı sıra ruhsal boyutta da bir
çöküntünün eşiğinde olmasının göstergesidir denebilir. Yine lan için bir
bayanın onunla birlikte bir yere gelmeyi kabul etmesinin başka türlü bir
açıklaması yoktur:
lan:
Niye geldin buraya?
Cate: Çünkü mutsuz görünüyordun,
lan: Mutlu et beni.
Cate: Yapamam, lan: Lütfen.
Cate: Hayır, fan: Niçin?
Cate: Yapamam, lan: Yapabilirsin.
Cate:
Nasıl?
lan:
Sen biliyorsun.
Cate: Bilmiyorum, lan: Lütfen.
Cate:
Hayır”
Cate’in gitme isteğine sıcak bakmaması ve otel odasının
güvenli, dışarının tehlikelerle dolu olduğunu belirtmesi, oyunda Beckett ve
Pinter’dan esintiler olduğu izlenimi verir. Gerçekten de ” Samuel Beckett’in
etkisi Sarah Kane’in tüm oyunlarında sezilir Dışarıda her an hissedilen
kötülük ve karmaşa öğeleri karşısında hem barınak hem de bir çıkış yolu olarak
oda Harold Pinter’ın ilk dönem oyunlarında gözlenir. Blasted, bu bağlamda The
Dumb Waiter (Git Gel Dolabı) oyununun en çok benzeyenidir. Aynı zamanda The
Dumb Waiter’daki Ben ve Gus’a ocağı yakmak için kibrit gibi malzemeler sağlayan
dışarıdaki gizemli ajanların yönteminde olduğu gibi sürekli olarak silahlannı
kontrol eden gizli örgütlerin kiralık katilleri olarak çalışan Gus, Ben ve lan
arasında da yakın benzerlikler vardır. Blasted oyununda bu durum ise hemen hemen
doğaüstü bir hızla odanın dışında İngiliz kahvaltısı, cin ve sandviç hazırlayan
otelin görünmeyen ama etkili çalışan oda servisi olarak ortaya çıkar Ve her iki
oyunda da kapının çalınması tehlike işaretidir Blasted’da kapının çalınması,
çalıştığı kurumun onu öldürmek istediği inancındaki lan için uğursuzluk,
kötülük anlamındadır” ,
lan ile yaşadığı gecenin sabahında gitme kararı veren ve
bunu uygulamak için önce duşa giren Cate’in yokluğunda çalınan kapıyı açan
lan’ın daha önce niye bu denli korktuğunun nedeni, kimliği ve adı belli
olmayan bir askerin kapıda belirmesiyle açıklığa kavuşmuş olnr denebilir. Bu
anlamda Blasted’ı Pinter oyunlarından ayıran bir özellik de kendini gösterir
çünkü Pinter’da korku öğesi fiziksel anlamda gözle görülür olmaktan ötedir.
Ian’ın Asker’e karşılık verine çabalan pek bir sonuç vermez ve boşuna bir çaba
olarak kalır. Odanın genel görünümünden lan’ın yalnız olmadığını anlayan
Asker’in söylemleri ise savaş sırasında uzun bir süre karşı cinsten uzak kalan
insanların düşüncelerinin yansıması gibidir.
“Odanın seks koktuğunu” söylemesi bunun en iyi
göstergesidir. Asker’in Ian’ı tanıma çabası, otel odasına ansızın düşen hir
bomba ile yanda kalır. Gerçekte Kane, savaş sırasında olup biteni- hem içeride
hem de dışarıda- verme amacındadır denebilir. Ama otel odası darmadağın olsa
bile Asker’in daha önceki söylemlerini tekrarlaması ve bunu yaparken silahını
tehdit öğesi olarak kullanması yazarın, savaş sırasında gücü elinde bulunduranların
yanlış da olsa isteklerini zorla kabul ettirme çabalarında ısrarlı
olabileceklerini gösterme isteğidir denebilir. Askerin yaşadığı bir olayı Ian’a
anlatması savaşın ve savaş sırasında yaşanması olası olayların ne denli korkunç
olabileceğini anımsatması bağlamında önemlidir:
“Kasabanın aşağısında bir eve girdik. Herkes gitmişti.
Köşede saklanan bir erkek çocuğu hariç. Birisi alıp dışarı çıkardı onu. Yere
yatırdılar ve bacaklarından vurdular. Bodrum, katta, bağrışmalar duydum. Aşağı
indik. Uç adam ve dört kadın. Diğer arkadaşları çağırdım. Ben kadınları hallederken
bizimkiler ise adamları tuttular. En küçüğü on ikisindeydi. Bağırmadı. Öylece
uzanıyordu.
Tutup çevirdim ve- sonra bağırdı. Ağzı ile beni
temizledi. Gözlerimi kapattım ve düşündüm. Babasını ağzından vurdum. Erkek
kardeşleri bağırdılar. Onları da tavandan teslislerinden astım
Asker’in bu anlattıklarının hiç de yalan olmadığının,
gerçekten yapmış olabileceğinin en güçlü kanıtı olarak silahını kullanıp önce
Ian’a tecavüz etmesi, daha sonra lan’ın gözlerini çıkarıp yemesi ve silahını
kendi kafasına dayayıp tetiği çekerek intihar etmesi gösterilebilir. Gözsüz ve
ışıksız kalan lan’ın içinde bulunduğu durum ise bir anlamda Shakespeare’in Kral
Lear oyunundaki Gloucester’ı anımsatır. Cate’in dışarıda tanımadığı bir kadının
ona verdiği bir bebekle çıkıp gelmesi savaş sırasında kendi yaşamlarından ümit
kesen ama hiç olmazsa çocukları için yaşama şansı arayışındaki insanların
davranışlarını yansıtması bakımından önemlidir.
Yaşanan şiddetin yoğunluğu karşısında her şeye olan
inancın yitirildiği anlar yok değildir.
Daha bir gün öncesinde kız arkadaşına onun istemediği
şeyler yapan lan’ın kendisi şimdi kimliği belirsiz birinin hiç yoktan kurbanı
olmuştur. lan’ın ” Tanrı yok. Baba İsa yok Tanrı olması için hiçbir neden yok
çünkü olsaydı her şey daha iyi olurdu”15 sözlerinde yankılanan
sitem, bir anlamda şiddet, ancak kendilerine yöneldiği zaman dile getirilen bir
söylem olması bakımından çarpıcıdır. Getirdiği bebeğin ölmesi üzerine Cate,
isimsiz bebeğe odadaki olanaklar doğrultusunda mezar hazırlayıp tahtadan haç
yapar. Döşemedeki tahtaların altına gömer bebeği. Cate’in yiyecek bir şeyler
bulmak amacıyla ölü bebekle Ian’ı odada bırakıp gitmesi ve onun yokluğunda
lan’ın ölü bebeği çıkarıp yemesi ve yaşıyor olduğu halde şimdi lan’ın
kendisinin başı dışarıda kalacak şekilde gömülü olması önemlidir. Çünkü ”
Bebeği yemesi lan’ın ölmeden önce yaptığı son şeydir ve kör olduktan sonra
hissettiği derin nihilizm ve üzüntüyü en kısa yoldan dile getirmeye çalışmanın
bir yoludur. Aynı zamanda bebeğin kullanılması bir ümit öğesidir. Cate, tanımadığı
biri tarafından kendisine verilen bebeğin sorumluluğunu isteyerek üstlenmiştir.
Bebek hemen sonrasında ölse bile Cate ona Hıristiyan cenaze töreni yapar. Aynı
şekilde ölen bebeğe dua etmesi onun ölümden sonraki yaşama olan inancım
gösterir ve insan inancı ve merhamete yönelik bu türden basit eylemler, lan’ın
dar görüşlülüğü ile karşılaştırıldığında büyük önem taşır. lan için bebek
hiçbir şeydir”
Kane’in oyunu yazarken Bosna’daki olayları işlemesi ve
Ian’m kör edilmesi arasında bir ilişki olduğu söylenebilir. lan’ın kör
edilmesi hem bireysel anlamda bir yıkımdır hem de medyanın tinsel anlamda bir
şeyleri görmezden gelmesini anımsatması bağlamında önemlidir. lan ölmeden hemen
önce Cate’e teşekkür eder. Oyunun genel anlamda anlamı irdelenecek olursa bir
yanda İngiltere’de geçer, öte yandan Bosna’da yaşanan insanlık dramı
anımsatılır. Bunu yapmaktaki amaç dikkatleri savaş ve savaşın gerçekliğine
çekmek olsa gerek. Yani bir balama coğrafi uzaklık göz ardı edilerek ve şiddet
ve tecavüzün her an her yerde olabileceği vurgulanmak istenir.
Kane’in oyunun vermek istediği ileti üzerine düşünceleri
sorulduğunda:
Benim için oyun yaşama çıkmazı ile
ilgiliydi. Yaşam çok sancılı ve dayanılmazken yaşamaya nasıl devam edeceğiz?
Gerçekten Blasted ümit dolu bir oyundur çünkü karakterler yıkıntılar arasında
Yaşama tutunmaya çalışırlar. Bosna’da boynundan, ağaca asılı bir kadının ünlü
bir fotoğrafı var. Bu ümidin olmayışıdır. Bu çok kötii. Benim oyunum midenin
kaldıramayacağı ölçüde gerçeğin buğulu bir yansımasıdır. Bu gerçeklikten çok
rahatsız olabilirsiniz- yasak getirirsiniz Ama Olmandaki kadın için ne
yapabilirsiniz?”
şeklindeki yorumu oyunun kurulu olduğu temeli anlamak
açısından oldukça önemlidir. Blasted, uygar bir kimlik edinmiş insanın gerektiğinde
neler yapabileceğini göstermesi bağlamında Yüzleştirmeci Tiyatro’nun
özelliklerini içinde barındırır denebilir. Blasted’ın en belirgin özelliklerinden
birisi de beraberinde birçok soıu ortaya koymakla birlikte bu sorulara herhangi
bir çözüm sunma yoluna gitmemesidir. Örneğin: Erkek olma
ile
şiddet arasındaki ilişki nedir? Evdeki şiddet sokaktaki şiddete nasıl
dönüşebiliyor? Medyanın şiddet karşısındaki tutumu bizlerin gerçekleri
görmesini nasıl engelliyor? Erkeklerin çoğu gerçek anlamda tecavüzcü müdür?
Blasted acaba kadın olmanın içinde bulunduğu bir çıkmazın göstergesi midir? Bu
ve buna benzer somlara Sarah Kane’in yanıtı en az soruların kendisi kadar
ilginçtir denebilir. Çünkü ” Kane tinsel anlamda ders veren bir oyun yazarı
olduğuna yönelik düşünceyi kabul etmez. Şiddet, erkeklik, törellik, cinsellik
üzerine sorulan sorulara verilecek hiçbir yanıtı olmadığını belirtir”
Sarah Kane’in bu oyunla vermeye çalıştığı bir ileti de
onun bir şekilde tiyatro ile ilgilenenlere tiyatronun sadece müzikal, klasik
yapıtların yeniden canlandırılması veya komedilerden oluşmadığım, tiyatronun
aynı zamanda şaşırtmak, güdülemek ve insanların kendilerine yönelik yeni
düşünce biçimleri geliştirmesi, sorgulamayı sağlaması ve gerçekleri gösterme
yetisini içinde barındırdığım vurgulamaktır denebilir.
Aston, Elaine, An Introduction to Feminism and Theatre,
Routledge, 1995.
Beckert, Samuel, The Complete Dramatic Works, London,
1990.
Edgar, David (ed.), State of Play: Playwrights on
Playwriting, Faber, (999.
Elsom, John, Erotic Theatre, Secker&Warburg, 1973.
Elsom, John, Post-Wur British Theatre,
Routledge&Kegan Paul, 1979.
Innes, Cbristopher, Modem British Drama 18901990,
Cambridge: Cambridge Univ. Pres, 1992.
Kane, Sarab, Complete Plays, Methuen, 2001. Nightingale,
Benedict, The Future of Theatre, London, 1998.
Peter, John, Sunday Times, 29 January, 1995.
Rebetello, Dan, Sarah Kane; An Appreciation, New Theatre
Quarterly, 59, 1999.
Saunders, Graham, Love Me or KİU Me Sarah Kane and the
Theatre of Estremes, Manchester Univ. Press, 2002.
Sierz, Alex, In-yer-face Theatre, Faber and Faber,
London, 2000.
Stephenson, Heidi& Langridge, Natasha, Rage and
Reason Womcn Playvvrights on Playwritiııg, Methuen, 1997.
Taylor, John Russell (ed.), Look Back in Anger A
Casebook, London, 1978.
Wandor, Michelene. Look Back in Gender: Sexuality and the
Family in Post-War British Druma, Methuen, 1987.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar