SEMBOLİK TERÖR
(Günümüzü daha iyi anlamak için okunması gereken kitaptan bölümler)
İNSAN
SEMBOLİK BİR VARLIKTIR.
İnsani
ve toplumsal dünya bir anlamlar dünyasıdır ve semboller bu anlamlar dünyasının
hammaddesini oluşturur.
İnsan bir anlamlar ve semboller evreninde yaşar. Bu anlamlar ve semboller düzeni bulunmadığında, hayat kaotik ve
karanlıktır ve dolayısıyla imkânsızdır.
En gelişmiş ve karmaşık sembolik sistem dil sistemidir; bayrak, vatan,
kara, ak, alışılageldik sembollerdir.
Her sembol, bir sembolik çağrışımlar sesine sahiptir.
Mesela
kara negatif bir anlama sahiptir. Talihsizlik, kötü kader anlamlarına
gelebilir. Semboller düzeni çöktüğünde toplum
da çöker. Toplum sembollerle mümkündür. Semboller
düzeni yıkıldığında, insani ilişkiler imkânsız hale gelir, çünkü sembollerin
bulunmadığı bir dünyada iletişim imkânsızdır.
Sembolik dünyanın dışı yoktur.
İnsanlar bir semboller dünyasını reddettiğinde,
sembollerin ve anlamların bulunduğu bir boşluğa girmez; aksine bir semboller
evreninden çıkarak başka bir semboller evrenine girer.
Bu sembolik sistemler, pagan, dini, seküler sistemler
olabilir.
Sembollerin bulunmadığı insani ve toplumsal dünya
yoktur. Eninde sonunda herkesin sembolü/leri vardır. Bir sembolü reddetmek, mantığın gereği bir başka sembole davetiye
çıkarmaktır.
Sembollere saldırı, hayatın anlamına saldırıdır.
Hayatın anlamına saldırı, insanın ve
toplumun iç dünyasına ya da ruhuna saldırıdır.
Bu tür saldın, tarihin bugüne kadar tanık olabildiği
en şiddetli baskı türüdür. Sembolik saldırı, sembolik despotizmdir.
İnsanlann kutsallarına saldırı, o insanların
kendilerine, o insanların vicdanlarına, iç dünyalarına ve kalplerine
saldrıdır.
En katmerli işkence sembolik işkencedir, çünkü
içimizi kanatır. “El yaresi geçer, dil (gönül) yaresi geçmez”.
ŞİDDETİ SEYRETMEK
ŞİDDET, 20. YÜZYILIN VERİLERİYLE beden ve mülkiyet üzerine güç kullanarak
zarar verme şeklinde tanımlanırken, bugün artık psikolojik öğeleri de içine
alan bir sosyal olgu olarak tarif edilmekte. Psikolojik öğelerin dâhil edilmesiyle,
şiddetin aygıtları da değişime uğradı. Bunun en bariz göstergesi, sıcak savaş
ve soğuk savaş arasındaki ayırımda görünüyor: Taşlı,
sopalı, silahlı şiddet gösterimi yerine, şiddet güç ve otorite (ihlal etme,
zarar verme) kullanımlarıyla diplomatik, askeri, ekonomik ve kültürel alanlarda
yaygınlaşmaya başladı. Şiddetin değişen görüntüsü yanında, muhtevasına ilişkin yönü; güç
kullanımı ve zarar verme eylemleri sabit kaldı.
Şiddetin görüntüsünün değişimi, uygulama alanlarını da
değiştirdi Kitleleri tehdit eden şiddet, bireyleri doğrudan etkileyen bir
özelliğe büründü. Kitlesel yönü ve bireysel yönü ile şiddet kamuya açık ve
temsil edilir bir hale geldi. Bu temsilin en somut şekli, medyalarla ortaya
çıktı. Medyaya yansıyan haliyle şiddet, 20. yüzyılın şahit olduğu şiddetten
ayrı olarak ‘anlık’ bir şiddet değil, ‘sürekliliği’ olan bir şiddettir;
artık alışkın olduğumuz, hayatımızın bir parçası olan şiddettir. Her
şeyin normalleştirdiği bir dünyanın verisidir şiddet. Şiddetin
normalliği, gündelik hayatın bir parçası oluşunu teyid ettiren bir anlayışın
ürünüdür. Burada bireysel mahremiyetler ortadan kalkar; dövülen,
tartaklanan, tecavüze uğrayan, yaralanan, kanrevan içinde kalan insanlar dakika
başına gözler önüne getirilir. Şiddet, sıradan bir hale gelir. Artık ölülerin
arkasından Fatiha okunmaz. Sadece ah-u vah etmekle geçiştirilen bir dünyevi
form benimsenir.
Direksiyonu başında can çekişen insanın, ölüme yakın
her bir saniyesini göstermeyi, başarı telakki etmiş bir habercilik anlayışıyla,
bir ölünün mahremiyetini ifşa etmekle gurur duyan medyalarla karşı karşıyayız.
Çocuklarının gözleri önünde cesedi hakkında soru sorulan bir kadının sebebi
belli olmayan ölümünün dramı ile içiçeyiz.
Üstelik kimin suçlu, kimin suçsuz olduğunu da
bilmiyoruz. Kolektif bilincimizin her an yara aldığı bir dünyayı
teneffüs ediyoruz. Bir film seyrediyor ya da bir roman okuyoruz: Filmin ve
romanın sonunda iyilerin mükafatlandınlmasını, kötülerin cezalandırılmasını
bekliyoruz. Böyle olmadığı hallerde, kolektif bilincimiz
rahatlamıyor, kendimizi iyi hissetmiyoruz. Bu hayali
anlatılarda hakkın yerini bulmasını istiyoruz: Mazlumun
itirafı, kölenin azadı, kayıpların bulunması, kaçakların adalete teslimi,
yasaların işlerliğine şahit olmak istiyoruz.
Lâkin medya anlatılarında bu tür sonuçları
bulmamız mümkün değil.
Sokakta gördüğümüz şiddetin vahametine, medyalarda
temsil edilen şiddet olaylarında tanıklık edemiyoruz. Hollywood
filmlerine taş çıkartırcasına şiddeti seyrediyoruz. Bir ölünün
mahremiyetini fütursuzca, yerle bir ederek sunan medyalara herhangi bir etik kuralın
varlığını hatırlatacak mercilere diyoruz ki; ölülere/ölülerin mahremiyetine
saygı lütfen. Yaşamın kaç senesini saçının telini örtünerek geçiren,
çıplaklığı, kültüründe, örtünme ile ikame eden bir kültürün, insanların ölümlerine
ilişkin tasavvurlarının medya ile ihlâl edilmesine bir çare lütfen
Kaynakça
Edibe
SÖZEN, Medyatik Hafıza, İstanbul, 1997, sh.112-115
Sembolik Terör-Şiddeti Seyretmek
BEİNG THERE/ MERHABA DÜNYA FİLM “KİTLE
KÜLTÜRÜNE ALAYCI BİR YAKLAŞIM”
İNSAN YAŞAMI, iki ayrı
çağ, iki kültür ve iki din çakışırsa salt acıya dönüşür” diyen Hermann Hesse, “Bozkırkurdu” adlı romanında iki ayrı çağı yaşayan insanların doğallıklarını,
saflıklarını, güvenlerini ve aktörelerini yitirmelerini belirtirken:
bazılarının bunları olağan karşılamasından, bazılarının sabırla tahammül
göstermesinden, bazılarının ise, bunların bilincinde dahi olmamasından söz
ediyor.
Kitle
kültürünün insanı da bir noktada iki çağı yaşamak zorunda olan bir konuma
sahip. Bu kaygının dile getirilmesi amacıyla, sosyal bilimlerde teoriler
geliştirildi. Kaygı edebiyatın, sinemanın alanına girerek, kah yaşanan
gerçeklik, kah dramatik alaya bir şekilde işlendi.
“Merhaba
Dünya” filmi de temelde bu ikili
çatışmayı Amerikan toplumu içinde ele alıyor. Yaşanan gerçeklikle ne kadar örtüştüğü
elbette tartışılır bir temaya sahip olmakla beraber film, televizyon kültürünün
insanın doğal dünyası ile nasıl çatışmaya girdiğini anlatıyor.
1970’li
yıllarda Amerika’yı kuşatan televizyonla gelen kültür üzerine çoğu karamsar
görüşler, kitle kültürü çerçevesinde işlendi. Bu görüşlerdeki ortak tema, kitle
kültürünün insanları geçinişlerinden, görevlerinden zamanla uzaklaştırması ve
onları topluma yabancılaştırmasıydı. Televizyonla gelen bu yeni kültür
insanları okumaktan, yazmaktan ve sosyal çevre ilişkilerinden alıkoymakta;
öğrenmede, bilgilenmede kullanılan klasik araçlar yerlerini popüler araçlara
yani kitle iletişim araçlarına bırakmaktaydı.
Kitle
kültürü içinde yer alan insana, çalışma gününü nasıl organize edeceği ile boş
zamanını ne şekilde değerlendireceği görevi yüklendi... “Yaratıcı ve çoğaltıcı
olan bu kültür belirsiz, hareketli, dengesiz, yapay ve değişkendi”. “Apolitik
olan her şeyin ön plana çıktığı” bu kültürde, cinsiyete ilişkin roller dahi
belirsizdi Çok cinsiyetliliğin temelleri belki de bu kültürle atıldı.
Kitle
kültürüne has televizyon seyretme alışkanlığını, televizyondan bilgi almayı
(!) ya da bu bilgiyi yorumlamayı alaya bir şekilde ele alan ve bunu toplumsal
kaygı ile dramatik bir hale getiren kurgusal roman “Being There”, Rus asıllı Amerikalı yazar Jerzy
Kosinski tarafından
yazılmış; 1980’de onikinci baskısına ulaşan roman, Kosinski’nin
senaryolaştırması ile aynı adla sinemaya uyarlanmış; başrollerini Peter
Sellers ve Shirley Mc Laine’nin paylaştığı film ülkemizde de “Merhaba Dünya” adıyla gösterilmişti.
Filmin Başrolünde Bahçıvan Bay
Şans:
Yapay Dünyaya Karşı Doğal Fotosentez
Yapay Dünyaya Karşı Doğal Fotosentez
Roman
kahramanı ve filmin başrol oyuncusu Bay (Chance) Şans, ne bir sosyal
sınıfın temsilcisi ne de marjinal bir tip; o kendine has, eşi benzeri olmayan,
sui generis (nevi cinsine mahsus; nevi şahsına münhasır) bir tip. Okuma yazma
bilmeyen Şans, gönüllü meslek olarak bahçıvanlığı seçmiş; oturduğu evin
bahçesinde yer alan küçük serada doğal fotosentez yoluyla çiçekler
yetiştiriyor. Örgün eğitimden geçmemiş olmasının yanısıra, mekanikleşmiş ya da
makinalaşmış ve işbölümünün varolduğu bir dünyanın içinde de değil Bay Şans... Hatta;
bilinçsiz de olsa, gerçek dünyanın yapaylığını inkar edercesine hâlâ en doğal
biçimiyle çiçek yetiştiriyor.
1960’lann
çiçek çocuklarının, VietnamlI savaş yıllarının, çalkantılarını, bunalımların
yarattığı sağlıksız insan tipine karşın Bay Şans, uyuşturucu ve alkol
kullanmayan, sigara içmeyen sağlıklı bir insan tiplemesiyle karşımıza çıkıyor.
1970’li
yılların sonuna kadar sinemada görülen saldırgan erkek rolüne karşın, Bay Şans
uysal ve soğukkanlı bir erkek rolünü üstlenmiş. Hayatta hiçbir kimsesi olmayan
Şans’ın Viktoryan kültürüne has giyim kuşamı, yeme içme davranışındaki
kurallara uygunluğu, kadınları cezbetse de hayatına hiçbir kadın girmemiş. Şans’ın
cinsiyete ilişkin rolünde, bir kadına karşı davranışında, televizyonla
edinilmiş bir davranış biçiminin egemen olduğu görülüyor. (Filmin bir
sahnesinde kendisine sarılan genç kadına nasıl karşılık vereceğini bilemediği
için, kadına, televizyonda gördüğüne benzer bir davranışı uygulamaya çalışıyor:
o esnada ekranda bir erkek ile kadın birbirlerine sarılmışlardır, bu görüntüyü
karşısındaki kadına uygulayan Şans, görüntü ekrandan kaybolduktan sonra
kadından uzaklaşır.)
Enformasyon Toplumundan Dışlanan
Bay Şans
Hayatında
bir kez dahi evinin bahçesinden dışarı çıkmamış olan Bay Şans, kaldığı evin
sahibinin ölümü üzerine, ev üzerinde hak iddia edecek herhangi bir yazılı
belgeye sahip olmadığından evden çıkarılmak zorunda bırakılır. Enformasyon
toplumunun kişiye yüklediği zorunlu kimlik belgelerinin nüfus cüzdanı, kimlik
kartı, kredi kartı... vs, varlığından dahi haberdar olmayan Şans, böylece
enformasyon toplumundan da dışlanır.
Bay
Şans birdenbire uzun caddelerden, yüksek binalardan ve gerçek insanlardan
oluşan dünyada kendini bulur; caddenin bir köşesinde kümelenmiş gençlerin
ellerinde gördüğü tabancaya karşı savunma aracı olarak yanında taşıdığı
televizyon kumanda aletini kullanarak zapping yapar; bakar ki görüntü değişmez;
yoluna devam eder. Gerçek dünya ile televizyonda gördüğü dünya arasındaki
farklılığı karşılaştırmaya çalıştığı esnada küçük bir trafik kazası geçirerek
yaralanan Şans, kocasını ziyarete gitmekte olan genç ve güzel bir kadın
tarafından hastaneye kaldırılır, bir müddet bakıma alınır. Bakım esnasında,
hastanede tedavi görmekte olan genç ve güzel kadının kocası Mr. Rand ile
tanışır. Şans’ı tanımış olmaktan dolayı çok büyük bir memnuniyet duyan Mr.
Rand, onu yanından ayırmak istemez. Özellikle Şans’ın bahçıvanlık
konusundaki tecrübelerinden etkilenen Mr. Rand, Şans’ın söyledikleri ile
Amerikan ekonomisi arasında paralellikler kurmaya çalışır. Mevsimlere
ilişkin olarak çiçek yetiştirmenin farklılığından hareketle, Mr. Rand
ekonomide konjonktürel dalgalanmaların bahçecilikteki gibi mevsimlik olduğunu,
ekonomik sorunların da mevsimlere ilişkin bir dalgalanma gösterdiğini düşünür.
Bahçecilik
ve ekonomideki konjonktürel dalgalanma arasında bağ kuran Mr. Rand,
bahçeciliğin ABD’nin kötüye giden ekonomik durumuna acil çözüm
getirilebileceğini düşünür; bu düşüncenin verdiği heyecanla, kendisini
hastaneye ziyarete gelecek olan ABD Başkanı ile Şans’ı tanıştırmak ister.
De facto,
"gerçekte", "uygulamada" ya da "pratikte"
anlamında kullanılan Latince deyiş. "Kanuna göre" veya "hukuki
olarak" anlamına gelen de jure ile karşıt olarak sıkça kullanılır. Yasal
bir durumu tartışırken de jure konu hakkında kanunların ne söylediğini, de
facto ise gerçek hayatta uygulamanın nasıl olduğunu belirtir. Bu uygulama yasal
olabilir ya da olmayabilir.
Mr.
Rand’ı hastanede ziyaret eden dönemin ABD Başkanı, Bay Şans ile tanıştırılır.
Bir bahçıvan olarak bahçecilik konusundaki görüşlerini başkana sunan Şans,
gelecekte nelerin olup biteceğinden habersizdir. O, kaygısızca söylediği
sözlerin altında nelerin arandığının farkında değildir. Ancak onu dinleyen
başkan, zihninde birçok şeyi çözümlemiş, Şans’ın söylediği herşeyi ülke
ekonomisine uyarlamıştır; yani başkan, Şans’ın mesajlarını “gerçek olandan
hayâlî olana geçiş” sürecini kullanarak -olmasını istediği şekilde
yorumlamış; mesajları değişime uğratmıştır. Bütün değişimlerden uzak olan Şans
bu noktada, bizzat kendisi değişime sebep olmuştur.
Değişen
ya da değiştirilerek algılanan mesajlar, birkaç günlük de olsa Şans’ı gündeme
getirmiştir. Şans, başkanın isteği üzerine ulusal TV tarafından ekonomik
sorunların tartışıldığı programa davet edilmiş; kendisine yöneltilen bütün
sorulan bahçıvanlığına ilişkin tecrübeleri çerçevesinde cevaplandırmış, hiçbir
soruyu bir karar süzgecinden geçirerek algılayamamıştır. Bütün sorulara karşı de
facto bir eğilim göstererek, soruya ne katılmış, ne reddetmiş, cevaplarında
tek bilgi ve tecrübe alanı olarak bahçeyi kullanmıştır. Televizyondan edindiği
bilgilerin hiçbirini kullanamamıştır. Program ertesi izleyicilerin
şaşkınlığına rağmen, kamuoyunu yönlendirenler, onun adına bir basın toplantısı
yapmak için sıraya girmişlerdir. Bazı gazeteciler, Stem, French L’Espress
tarafından basın toplantısına çağrılan Bay Şans, okuma yazma bilmediğinden bu
tekliflerin hiçbirini kabul edemez/etmez. Bu duruma akıl sır erdiremeyenler
tarafından analitik ve estetik eleştiri süreçleri işlemeye başlar.
Analitik
yaklaşımda bulunan ABD başkanı Şans’ın özgeçmişi hakkında bilgi toplanmasını ister.
Estetik yaklaşımı kullanan Sovyet Büyükelçiliği ise, Şans’ın ifadelerinin
teşbih yüklü kullanımından hareketle, bu tarz bir kullanımın ancak Rus edebiyatında
olabileceğini, bir Amerikalı’nın böyle bir konuşma yapmayacağını düşünür. Bay
Şans’m bir ajan olabileceği yolunda artan şüpheler, onun ulusal haber alma
teşkilatınca araştırılmasına sebep olur. Hakkında bir tek yazılı belge bulunmayan Şans’tan geriye
kalan sadece düzgün bir konuşma, çözümlenemeyen üsluptur. Şans’ın cehaletini
anlayamayan kitle kültürünün diğer insanları da bir bütün olarak bu cehaleti
paylaşmakta, artık onlarda kitle kültürü dünyasını Bay Şans ile beraber
yaşamaktadırlar. Bilenle bilmeyeni ayırtedememenin ironisini yaşamaktadır;
kitle kültürünün insanları...
Değerlendirme: Filme Analitik ve
Estetik Bakış
“Being
There” romanının tıpatıp bir uyarlaması olan “Merhaba Dünya” filmi
televizyonun insan ve kültür üzerine olumsuz etkilerini, TV ile gelen bu
kültürün insanları nasıl yalnızlaştırdığını, onları nasıl cahil bıraktığını
alaycı bir biçimde Amerikan toplumunun gerçekliği içinde gösteriyor.
Aslında bu gerçeklik, mekân kullanımının zayıfladığından dolayı çoğu zaman bir
yanılsamaya dönüşüyor, ama yine de verilmek istenen mesaj seyirciye ulaşıyor.
Film hakkında yapılacak değerlendirmede iki
farklı bakış açısı kullanılabilir: Bunlardan biri analitik bir diğeri ise,
estetik bakış açılarıdır.
Aslında bu iki bakış açısı filmin içinde yer almaktadır. ABD Başkanı ne olduğu
bilinmeyen Şans hakkında acil bilgilerin toplanmasını ister. Tek tek
toplanması düşünülen veriler daha sonra biraraya gelecek ve Bay Şans bunlara
göre tanımlanacaktır. Bu tarz bir yaklaşım aynı zamanda, analitik yaklaşımlarda
yer alan parçalardan bütüne gitme anlayışını da beraberinde getirir. Sovyet
Büyükelçiliği ise, Şans’ın konuşma üslubunu tartarak, konuşmasını
anlamlandırarak, onun hangi milliyete mensup olabileceğine karar vermek ister.
Bu yaklaşımda ise Şans, tek başına değil, büyük bir grubun üyesi olmasına göre
tanımlanacaktır; yani Şans ait olduğu ulus denen büyük grubun özelliklerine
göre algılanacaktır. Algılama ve duyumsama ile yapılacak böylesi bir
tanımlamada bütünün önce kendisi sonra parçası gelecektir. Bu da estetik bakışı
beraberinde getirecektir.
Romanın
yazıldığı ve filmin çevrildiği yıllar olarak, yeniden yapılanma öncesi
Sovyetler ve ABD dünyayı ikiye ayıran iki büyük güçtür. Bu iki ayrı güç, aynı
zamanda iki büyük farklı ideoloji ve iki farklı yöntemdir; ya da daha da genel
olarak Doğu ve Batı arasındaki anlayış farklıdır. Batı toplumu olarak ABD, çözümlemelerinde
analitik davranırken, Doğu toplumu olarak Sovyetler estetik anlayışı
kullanmaktadır.
“Merhaba
Dünya” filminin içinde bu ayrım olmakla birlikte, film analitik
değerlendirmede, zaman-mekan özellikleri, mesaj biçimleri, (varsa) sosyal sınıf
özellikleri, ideoloji, cinsiyete ilişkin özellikleriyle belirlenir. Estetik
bakış açısında ise, film ya da anlatı bir bütün olarak ele alınır. Konu
bütünlüğü üzerinde durularak verilen mesajlar anlamlandırılmaya çalışılır.
Üslup, tema ve algılananın ne olduğu üzerinde durulur.
Analitik Bakış: Zaman ve Mekan
Bay
Şans, iyi giyimli, güzel konuşan, bütün hayatı ev ve bahçe arasında geçmiş,
kendi dünyasıyla barışık bir tiptir. Boş zamana ilişkin görüşleri altüst
edecek şekilde, boş zamandan arta kalan zamanı da TV başında tüketen bir tip
olarak Bay Şans, hiçbir konuda tecessüs sahibi değildir. Televizyondan edindiği
herşey tavır, alışkanlık ve nesneyi tanımaya ilişkindir. O hayatın basit
zevkleri (çeşit çeşit kıyafetlere sahip olma, özenle hazırlanmış sofrada yemek
yeme, rengarenk çiçek yetiştirme... gibi) ile “biz her şeyi biliriz” diyen medya (TV) arasında kalmış gibidir.
Estetik Bakış: Suda Yürüyen İnsan
Bir
yanda hükümet yetkilileri, bir yanda da kitle kültürünün mesaj yayıcıları;
gazeteciler... Bu ikili bileşen gün gelir, vasıfsız, cahil bir adamı, sıradan
yaşamından çıkarıp kamuoyuna sunar, onu adeta bir MESİH gibi gösterir. Ama medet umulan bu insan, ilişkilerinde ancak
fiziksel mesafeyi kullanabilmektedir. Filmin bir yerinde Mr. Rand’ın “aslında
birbirimizden ne kadar uzağız” demesine karşılık, Bay Şans “hayır yakınız, bakın! sandalyelerimiz
birbirine değiyor” diye karşılık verir. Sosyal mesafe
fikrinden yoksun oluşunun sebebi ise, sosyal ilişkilerindeki zayıflık,
yalnızlık ve cahilliktir. Yüzyüze iletişimi TV ile edinilmiş kalıp biçimlere
bağlamak isteyen bu insan, ancak birkaç gün gerçek hayatta varlığını
gösterebiliyor.
Birkaç
günlük de olsa, bu sıradan insanı gündeme getiren TV onu kendi içine almış,
varlığını soruşturmaya sebep olmuş, sonra da onu yeniden hayatın gerçekliği
içine bırakmıştır.
Çin
kültüründe yer alan “kırk
yıl çalıştım; su üstünde yürümeyi öğrendim”, sözünün
görsel olarak verilmesiyle, bu yalnız insan, Bay Şans, kitle kültürü toplumunun
dışına çıkarak. Doğu felsefesine özgü bir estetik içerisinde seyirciye veda
eder.
KAYNAKLAR:
·
Hermann Hesse, Bozkırkurdu, Çev. İris Kantemir, Afa
Yayınları, İstanbul, 1993, s. 23.
·
Irving Hovve "Notes on mass Culture" Mass
Culture The Popular Arts in America, Ed. Bernard Rosenberg and David Manning
VVhite, The Free Press, Nevvyork, 1966, s. 496.
·
Louis Dollot, Kitle Kültürü ve Bireysel Kültür, Çev.
Özlem Nudralı, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, 1991, s. 78-79.
·
Jean Baudrillard, Sessiz Yığınların Gölgesinde Ya da
Toplumsalın Sonu, çev. Oğuz Adanır, Ayrıntı Yayınları, İstanbul 1991, s. 30.
·
Jerzy Kosinski, Being There, 12. ed. Newyork 1980.
·
Jean-Noel kapferer, Dünyanın En Eski Medyası
Dedikodu&Söylenti, İletişim Yayınları, İstanbul 1992, s. 168.
·
Analitik ve Estetik ayrımı için bkz. Deniş Huisman,
Estetik, çev. Cem Muhtaroğlu, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, İstanbul
1992, sh. 33-41 Analitik bakışta Anglo-Sakson geleneğine uygun olarak, bir
bütün olarak film zaman mekân boyutlarından yanında, parçaları ile incelenir.
Estetik bakışta ise, bir sanat ürünü olarak film hakkında çeşitli felsefî
görüşler ileri sürülür. Duyarlılık ve algılanabildikle insan psikolojisi,
toplum ve kültür üzerine düşünceler sanatla beraber çözümlenir. "Kant,
"Yargı Gücünün Eleştirilmesi" kitabının estetiğe giriş kısmında,
beğenin bir duyumsal işlev olarak algılanmasını vurgular.
·
Yalnızlık fikrini, tüketim toplumunun, kitle
kültürünün bir ürünü olarak ele alan Riesman "Lonely Crovvd" adlı
eserinde, kişilerin daha önceki dönemler olduğu gibi, kendilerine yardım edecek
ve rehberlik edecek diğer kişilerden yoksun olduğundan ve onların dıştan
yönetildiğinden bahseder. İnsanın görevi sadece uyum sağlamaktır; bu insan
kaçınılmaz ilişkiler içinde bulunduğu diğer kişiler ve medya araçları
tarafından yönlendirilmektedir. Bkz. T. Parsons and W. VVhite; The Link
Betvveen Character and Society", Second ed. Culture and Social Character:
The VVork of David Riesman (kitabında) Ed. Seymour Martin Lipset and Leo
Lovventhal, The Free Press of Glencoe, INC, New York, 1962, s. 105. Ayrıca bkz.
Ünsal Oskay; "David Riesman'ın Görüşleri", Yıllık VII. Ankara
Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu, Ankara, 1984, s. 53.
·
Televizyon ve öğrenme konusu için bkz. Nabi Avcı,
Kitle Kültürü Enformatik Cehalet, 3. baskı, Rehber Yayınları, 1990, s. 114.
Kaynakça
Edibe
SÖZEN, Medyatik Hafıza, İstanbul, 1997, sh.163-170
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar