“ŞEYTANİ MELANKOLİK” FRİDA KAHLO’NUN “ABRAZOAMOROSO”SUNDA MELANKOLİK KARA DELİK NEREDE?
Z. Betül Yazıcı
Meksikalı kadın ressam olan Frida Kahlo 6 Temmuz
1907’de Mexico City’nin güneybatısında eski bir yerleşim bölgesi olan
Coyaacan’da doğdu. Fakat, gerçekleri istediği gibi hep değiştirdiği üzere,
kendisine doğum günü olarak bu tarihi değil de Meksika devriminin patlak
verdiği 1910 yılını seçti.1 Genç bir kızken geçirdiği trafik kazası
sonucu omurgasından yaralanmasına, defalarca ameliyat geçirmesine, ayağında bir
sakatlık ve sırtında bütün yaşamı boyunca sürecek acılar kalmasına karşın
acılara kayıtsız, neşeli, geleneksel ahlaka yüz vermeyen, ironinin ve
hassasiyetin karıştığı bakışlara sahip, çelişkiler yaşayan modern bir kadın
olarak tanımlanır Kahlo. Annesinin tüm karşı çıkmalarına karşın kadınlara
düşkünlüğüyle ünlü bir ressam, kendisinden yaşlı ve fiziksel olarak oldukça iri
yapılı bir adam olan Diego ile evlendi. Diego’nun çapkınlıkları yüzünden
oldukça yoğun acılar yaşadı. Ona hitaben yazdığı şu şiirsel metinde bu acılar
ve hayal kırıklıkları net olarak görülebilir:
“Kötü günümde yanımda olmadığın zaman vazgeçtim. Canın
sıkıldığında benimle paylaşmadığını, kırılacak veya tedirgin olacak olsam bile
düşüncelerini açıkça söylemediğini anladığım zaman vazgeçtim. Bana yalan
söylediğini anladığım zaman vazgeçtim. Gözlerime baktığında kalbinle
bakmadığını ve bana hala söylemediğin şeyler olduğunu hissettiğimde vazgeçtim.
Her sabah benimle uyanmak istemediğini, geleceğimizin hiçbir yere gitmediğini
anladığım zaman vazgeçtim. Düşüncelerime ve değerlerime değer vermediğin için
vazgeçtim. Ağrılarımı dindirecek sıcak sevgiyi bana vermediğinde vazgeçtim.
Sadece kendi mutluluğunu ve geleceğini düşünerek beni hiçe saydığın için
vazgeçtim. Tablolarımda artık kendimi mutlu çizemediğim ve tek neden
"sen" olduğun için vazgeçtim. Bencil olduğun için vazgeçtim.
Bunlardan sadece bir tanesi senden vazgeçmem için yeterli değildi, çünkü sevgim
yüceydi. Ama hepsini düşündüğümde senin benden çoktan vazgeçtiğini anladım. Bu
yüzden ben de senden vazgeçtim.” Ve boşanırlar. Daha sonra Diego ile yeniden
evlenir.
İyi bir ressam olması yanı sıra, sosyalist dünya
görüşü, evliyken ve daha sonra yaşadığı aşk hikayeleri, ufak tefek kusurlarını
güzelliğe dönüştürebilen cazibeli bir kadın olması en önemli özellikleri olarak
vurgulanır. 1953 yılında ölümünden hemen önce Meksika’da açılan bir sergide
Frida Kahlo’nun bir birey ve ressam olarak fiziksel acı karşısındaki cesareti
ve inatçı yaşama sevinci, farklı ve özgün olmak konusundaki ısrarı, gizemini
korumak için bir maske olarak kullandığı teatral gösteriler yapma tutkusu
üzerinde durulur.
Sürrealist manifestoyu kaleme alan Andre Breton
Frida’nın resimlerini gördüğünde “kendini yaratan bir sürrealist” tanımını
yapmıştır. 2 Frida’nın en sürrealist çalışması 1944’te başlayıp
ölümüne dek tuttuğu günlüğü olarak bilinir. Frida günlüğünün sayfalarını
imgelerden oluşan dokunaklı ve şiirsel tarzda yazılarla, çizimlerle
doldurmuştur. İmgeler ve sözcüklerin özgür bir biçimde akmasının Frida’nın
sürrealist “otomatizm” bilgisinden geliyor olduğu düşünülebilir. Günlükte
Kocası Diego’ya hitaben yazılmış aşk mesajları, yaşam öyküsüne dair sayfalar,
politik inancını ilan ettiği yerler, endişe, yalnızlık, acı ve ölümle ilgili
ifadeler vardır. Tekrarlanan işaretler, anlamsız sözcük listeleri gibi saçma
şeyler, görsel olarak özel bir düzenle dizilmişlerdir. Frida fantazmik görsel
imgeler, yaratıklar, tuhaf insanlar, vahşi törenler yaratmıştır. Yüzler acayip
maskeler, çok yönlü Picassovari profiller olarak resmedilir. Bu noktada
Frida’nın kendi nevrozlarını incelemek için bilinçli olarak sürrealist
otomatizm tekniğini kullanmış olabileceğinden, ancak çizimlerinde serbest renk
ve çizim akışıyla karşıtlık oluşturan bir gerçekliğin varlığından, bilinçdışı
ve bilincin kavşaklarında gidip geldiğinden söz edilir 3 Garip
karakterlerinden iki tanesi “noktanın ve tirenin ülkesinden gelen tuhaf
çift”tir. Bunlar, çıplak bir adam olan “Tekgöz” ile kucağında bir cenin tutan
çıplak kadın ”Neferisis”tir. Frida kendisiyle Diego’yu simgelediğinin
anlaşılması hiç de güç olmayan bu karı koca hakkında şunları söylemiştir:
“Tekgöz (son derece zeki olan) Neferisis’le sıcak ve canlı bir ayda evlendi.
İkisinin Neferinuco adında, garip suratlı bir oğulları oldu ve bu çocuk daha
sonra “lokura” (çılgınlık) diye anılan şehrin kurucusu oldu.” 4
Burada Frida’nın bütünlenme takıntısı ile ilgili olarak Tepegöz ile Cylops’a ve
Neferisis ile Doğu’ya, eski Mısır’a bir gönderme yaptığı ve “çılgınlık
şehri”yle de ütopik bir dünya kurgusu üzerinde durulabilir. Ancak esas
vurgulanması gereken, bu kısa öyküdekinin aksine, çok istemesine rağmen bir
çocuğunun olmadığı, daha doğrusu hamile kalmasına rağmen bebeğini kaybettiği ve
daha sonra da yeniden gebe kalma şansını yitirdiğidir. Frida’nın zihninde büyük
bir yer işgal eden yaşamsallığı yaşam/ doğa döngüsü ve mistisizm şeklinde,
takınaklaşmış bütünlüklü imgelerinden yola çıkarak simgeselleştirmiş olduğunu
söyleyebileceğimiz, resimlerinde sıklıkla görmek mümkün. “Rüya”, hayvanlar ve
bitkilerle iç içe resmedilmiş çoğu oto portre, Freud’un “Musa” kitabından
esinlenerek yapmış olduğu “Musa” tablosu, “Yaralı Masa”, “Ormanda İki
Çıplak”, “abrazoamoroso”, “Umut Ağacı”
bunlardan bazıları. Bu resimlerde yaşamın gerçeği olarak cinselliğe, yaşama,
ölüme, doğanın döngüsüne, gece ve gündüze, aya ve güneşe, yer altı ve üstüne,
yeryüzü ve gökyüzüne vs. göndermelerde bulunur. Onun zihninde doğurmanın
yaşamın bir parçası olmakla eşdeğer olduğu göz önüne alındığında yaşadığı düşük
yapma ve sonrasında çocuk sahibi olamama sürecinin hayatında ne büyük bir
travma oluşturduğu ve ruh halini ne denli etkilediği anlaşılabilir. Hayatının
bu dönüm noktası ve yaşadığı aşk acıları resimlerine simgesel olarak yansımış
ve gençlik yıllarıyla ardından gelen dönemlerde yaşadığı acılara ve mutsuzluklara
bağlı olarak simgelerinde değişiklikler olmuştur. Ancak bu konu ayrı bir yazı
kapsamındadır. Frida kendisine yakıştırılan sürrealist tanımı için şunları
söyler “Benim sürrealist olduğumu
düşündüler, ama değildim. Ben asla hayalleri resmetmedim. Ben kendi
gerçekliğimi resmettim”. 5
Bana kalırsa aslında bunun tersi doğrudur fantazmik imgelerini
resmettiği yapıtları yoluyla kendi gerçekliğini kendisi oluşturan bir çevrimin
içinde yaşamıştır Frida ve aynen Albert Dürer’in dediği gibi bu yolla kendi kendini,
kendi gerçekliğini yaratmıştır.
“ABRAZOAMAROSO” TABLOSUNDAKİ “KARA DELİK: MELANKOLİ” NEREDE
Karmaşık hisleri ve çift yönlü çelişik duyguları
olduğu bilinen Frida’nın resimlerinde kullandığı takınaklaşmış imgeleri
nedeniyle simgesel bir tarzdan söz edilebileceğini söylemiştik. Hem mutluluktan
ve sevinçten melankoliye geçişi göstermesi, hem melankoli ile yaşam sevincini
bütünleştirmesi, hem de barındırdığı melankolik simgesellik bakımından 1949’da
yapmış olduğu “abrazoamoroso” tablosu dikkate değer. Tabloya bakıldığında
arkadan öne, büyükten küçüğe, gökyüzünden yeryüzüne, eskiden yeniye, geçmişten
şimdiye, geceden gündüze doğru iç içe geçmiş bir sarmal, bir hareket, bir
çevrim ve bütünlüğü sağlayan birbirleriyle uyum içinde kadın figürlerini
görürüz. Bunlar memelerinden akan sütle birlikte paganizmi/ pantezimi
simgeleyen ana tanrıçalardır. Dişiliği ve yaşam veren, besleyen, koruyan
anlamında ana tanrıçayı ve dolayısıyla ona ait olan sütün neolitik çağda
samanyolunu**, gökyüzündeki yıldızları simgelediği bilinmektedir. Antikçağdaki
yeryüzü tanrısı Gaia ve gökyüzü tanrısı Uranos bütünleşmiş, birleşmiş, el ele
tutuşmuştur. Ve Frida bir kadın olarak kucağında tuttuğu, alnında üçüncü bir
göz bulunan koca- çocuk ile bu ana tanrıçaların, kadın mirasının yeryüzündeki
temsilcisi ve sürdürücüsü konumundadır. Her şey doğayla ve birbiriyle uyum
içindedir. Kocaman ve her şeyi sevgiyle sarmalayan doğa ya da ana tanrıçanın
parmakları, bir tarafta ağaçları ve otları simgeleyen yeşil diğer tarafta toprağı
ve kökleri simgeleyen kahverengi, buluşmuştur. Yer altı ve üstü, ölüler diyarı
ve yaşam birbiriyle barışıktır. Ölümle yaşam arasında bir çevrim söz konusudur.
Frida’nın natürmortlarındaki meyveler ve çiçekler de belli bir rengin ve şeklin
anlamsız taşıyıcıları olmaktan çok uzak olup yaşam, ölüm, cinsellik gibi daha
büyük bir oyuna göndermede bulunur ve bunu sembolize ederler.
Doğa cömertçe ve adilane hem yaşayanları hem de
ölüleri korumak ve kabul etmek için kollarını açmıştır. Resmin sağı ve solu arasında
hiç rahatsız etmeyen, matematik kesinlikten uzak bir simetri söz konusudur.
Tablonun solunda veya gündüz tarafında Frida’nın özünün bir parçası olarak
tanımladığı onu çağıran “uzak güneş” vardır. Frida’nın elbisesi de güneş ile
aynı renktedir. Elbisesinin etekleri ise masalsı mantarları çağrıştırmaktadır.
Resmin sağında gecenin simgesi ay durur. Sol tarafta görmüş olduğumuz “kırmızı
güneş/uzak güneş” figürünün doğanın çevrimi göz önünde bulundurulduğunda
“Gecenin güneşi” ya da retorikte bir oxymoron olan ve melankoliyi
simgeleyen “karagüneş” olarak tanımlanan
Satürn’ü temsil ediyor olabileceğinden söz edilebilir, belki buna bu noktada
bir aşırı yorum denebilir, ancak “abrazoamoroso” tablosunda değil ama ” Güneş
ve Yaşam, 1947”
6 adlı bir başka güneşli tabloda, güneş yine çok kırmızıdır hem de
alnındaki üçüncü gözle ve çevresindeki halkalarla, yeryüzüne inmiş,
melankolinin temsilcisi bir Satürn’ü simgelediğine kuşku bırakılmayacak şekilde
resmedilmiştir. Görünenin ardında gizli olanı görme veya kehanet yetisi olarak
tanımlanabilecek, “üçüncü göz” veya iç göz deha ile delilik sınırını temsil
eden melankolinin dolayısıyla da Satürn’ün simgeleridir. Antikçağda melankoli
için kullanılan “dört özsu” öğretisinde vücuttaki sıvılardan “kara safra” ile
özdeş tutulmuş melankolinin( melas: kara, cholie: safra) bedeni terk ettiği
bölge gözlerdir. Gözyaşı kederin ve umutsuzluğun ifadesidir. Hindistan’da
(Doğuda) üçüncü göz ana tanrıçalarının alnında 7 iken alındaki göz
diğer iki gözle birlikte tanrının “üçgen” olarak çizilmiş gözü olarak
hıristiyanlıkta ortaya çıkar 8
Dörthe Binkert “ Kadın ve melankoli” kitabında bu
üçgenin bir varyantı olan, tepesi aşağıda bir üçgen olarak, kadın cinsel organı
olan vulva ile benzerliğinden ve menstruasyon kanı ile kara safra ilişkisinden,
aylık fizyolojik menstruasyon kanının kadının şeytaniliğine gönderme için
kullanıldığından söz ediyor. İncil’de göz insanın daha derindeki anlamı
kavramış olduğu şeklinde, derindeki gerçeğe bakma anlamında kullanılıyor. Bu
Melankoliğin korkulan kehanet yetisi ve olağandışı sanatsal sezgisiyle de
ilişkilendirilebilir. 9 Me/lankoliğin ilk hecesi Ma/me heceleri
Hint/ Avrupa dillerinde uygun düşürmek, paylaştırmak, tamamlamak, inşa etmek
anlamlarında ilksel/dişil hece olarak, sözcük arkeolojisi gereği yine olumlu ve
yapıcı anlamda kadınla buluşturulabilecek bir ögedir. 10
Antik dönemde “altınçağ tanrısı” Kronos ile “zaman
tanrısı” Chronos ve antik Roma tarım tanrısı Satürn (Chronos) ile melankolik
mizacı veya kişiliği bağdaştıran varsayımlar çok sayıdadır. Melankoliklere
ortaçağdan bu yana “Satürn çocuğu” , İngilizcede üzgün ve umutsuz yüz ifadesi
olanlara “ saturnine” ve ortaçağ inanç uzantısı olarak değerlendirilebilecek
şekilde cumartesi gününe “Saturday” denmesi 11 ayrıca hem eski yunan
hem de türk mitolojisindeki “tepegöz/cylops” ile Osmanlı imparatorluğunda
oğullarını boğdurtan Padişah hikayeleri tarihöncesinden başlayıp günümüze kadar
gelen, çağlar ve taraflar arası aktarılan terimsel ve ilineksel düzeydeki
kültürel ögelerin görülmesi açısından önemlidir. Chronos yeryüzü tanrısı Gaia ile gökyüzü
tanrısı Uranos’un oğludur. Bir gün Gaia Uranos’a kızar (bu kızgınlığın sebebi
açık değildir, belki daha sonra erkekleri hadım eden kadın, veya çocuklarını
doğururken onları doğurmakla aynı zamanda ölümü de bahşeden kadın veya anne
gerçekliği üzerinden, ataerkil bir kültür tarafından üretilmiş de olabilir,
belki de bu kızgınlığın sebebi bir başka kadına olan kıskançlıktır) ve oğlundan
babasının cinsel organını bir orakla kesmesini ister. Chronos annesinin sözünü
dinleyip, babasının yerine Olimpos’a oturduktan sonra çocukları tarafından
güçsüzleştirileceğinden korkarak doğan çocuklarını bir bir yutmaya başlar.
Kendi çocuklarını yiyen Tanrı Chronos gibi Satürn gezegenin de manyetosferi
içinde iyonize madde kaynağı olabilecek Jupiter’in uydusu İo’ya benzer bir uydusunun olmaması ve parçacıkların Satürn‘ün halkaları tarafından yakalanarak sürekli bir
şekilde ortadan kaldırılmaları gücünü elinden alacaklarından korkarak
oğullarını yiyen Chronos ile aynı çerçevede düşünülebilir. Chronos’un karısı
Rhea son oğlu Zeus’u babasından saklar ve Chronos’a/ Satürn’e oğlu Zeus yerine
taş yutturur. Görüldüğü gibi yine, ataerkil zihniyetin bir uydurması olsa
gerek, kadın suçludur, erkeğin tekerine taşı koyan her zaman kadındır. Ve günün
birinde Zeus babası Chronos’un cinsel organını keser, onu güçsüzleştir ve yer
altına kapatır. Diğer yandan Chronos’un çocuklarını yutması onun zaman tanrısı
olduğu düşünüldüğünde, çocukları olan saatleri yutması olarak da
betimlenebilir. Vurgulanması gereken bir diğer konu da Chronos’un aynı zamanda
bolluğun ve bereketin simgesi olmasıdır. Dikkat edilmesi gereken onun çift
simgeselliğidir. Babanın cinsel organını kesen orak aynı zamanda ekin biçme
aracıdır 12. Buradan yola çıkarak doğa-insan çelişkisine, insanın
doğayı ele geçirdikçe kendine yabancılaşması ve özgürlüğünü yitirmesi gibi
paradoksal bir duruma ulaşılır. Tanrı babalar ve oğulları arasında söz konusu
olan rekabet, güç ve egemenlik ilişkisi babasının cinsel organını orakla kesen
Chronos ve daha sonra kendisininkini kesen oğlu Zeus arasındaki çatışma veya
güç-egemenlik çatışması kadınlar veya ana tanrıçalar arasında görülmez.
Frida kendi tablolarındaki güneşi ilk Tanrı, yaratan,
yaşamı tekrar oluşturan varlık olarak tüm dinlerin merkezi şeklinde
yorumlamaktadır.13 Tabloda en önde kollarında çocuğuyla birlikte
oturan anne: yaratandır. Bütün tanrıları doğuran anadır 14. Burada
Frida’nın kocası Diego’yu kucağındaki çocuk olarak betimlemesi ona hayat veren,
onu yaratan anlamında hem tanrıçalık hem de annelik ile bütünleşen bir imgedir.
Ayrıca Diego’nun alnına çizilmiş olan tepegöz ya da üçüncü göz; ona verilmiş
olan ya da erkeğin niteliği sayılan tanrısallığın veya tanrısal bir yetinin
kadın tarafından erkeğe bahşedildiğini, erkeğin bunu kadından miras aldığı
şeklinde yorumlanabilir. Üçüncü gözün ortaçağda melankoliklerle
özdeşleştirildiği düşünüldüğünde toplumsal törenlere, dinsel ayinlere
katılmayan, bir tür bireysel başkaldırıcı olarak görülen, din-devlet
otoritesini sarsan, bireyselliği gündeme getiren melankoliklerin neden
tehlikeli görüldüğü daha kolay anlaşılabilir. Bu tür kadınlar kahindir,
geleceği görürüler, sezgileri güçlüdür, bu şekilde otoriteyi ( erkek/ devlet
vs) tehdit ederler. Bu nedenle Ortaçağ boyunca “cadı” veya “şeytan” olmakla
suçlanmış ve diri diri yakılmışlardır. Cadılar ya da “şeytani melankolik” ler
(melancholia diabolic) yani inançsız, olumsuz, uyumsuz, insanlarla ilişkileri
sevmeyen, içlerindeki öfkenin dışa yansıması olarak hüzünlü bir yüz ifadesiyle
ortalıkta pek görünmeyen, toplumsal kurumları, ailesel ilişkileri yadsıyan
inançsız insanlar olarak tanımlanmışlardır. Bu tanım antikçağ ve daha sonra
Rönesans döneminde yaratıcılıkla özelleşen “melankolik” tanımından çok
farklıdır. Melankolinin de diğer çoğu terim veya kavram gibi çağdan çağa
değerli ve değersizlik arasında durmadan gidip geldiğinden söz etmek gerekir.
Frida Diego’nun alnına çizdiği gözle hem kendi yaratıcılığını vurgulamakta,
yani tikel olarak çözümlersek o üçüncü gözü Diego’ya kendisinin ya da tümel bir
yorumda bulunursak kadının erkeğe verdiğinden söz etmekte olabilir. Ortaçağda şeytani
melankoliklerin kadınlar olduğu göz önüne alındığında o dönem kilise
yontularında bu tür kadınların eskiden olduğu gibi erkekleri egemenlikleri
altına alacakları korkusunu yansıtan eserler görülür 15 Bu korku
antikçağ mitlerinden o güne, baba-oğul arasında yaşanan güç-egemenlik
ilişkilerine dayanmaktadır aslında. Birebir kadınların böyle bir güç ve
egemenlik arayışında veya istenci içinde olduğunu söylemek yine erkek bakış
açısıyla kadınları olumsuz nitelemekle ilgili hatalı bir değerlendirme olarak
göründü bana. Diego’nun alnındaki göz, bir çevirimle, onun resimle ilgili ya da
sanatsal yaratıcılığına ve bu yolla “ dişi”liğine ve giderek “melankolik
şeytanlığına” dolayısıyla da Frida ile özdeşliğine ya da anima-animus veya
yin-yang olarak kadın-erkek bütünlüğüne ulaşmamızı da sağlayabilir.
Tablonun sağ alt köşesinde “melankoli köpeği”
yatmaktadır. Bu köpek Albert Dürer’in “Melancholia I” adlı gravürü ve ardından
yapılan melankoli ile ilgili diğer tablo ve gravürlerde simgesel değere sahip
bir ögedir. Ancak Frida’nın tablosunda melankoliyi simgeleyen diğer ögelere,
örneğin zenginliği ve gücü simgeleyen para kesesi, anahtar, teknoloijk ve
matematik araçlar ile yücelik belirtisi kanatlara rastlanmaz. Frida’nın
melankolikliği para ve güçten azade, kadından yana, kendisiyle ve dünyayla
barışık, bütüncül, yaratıyı, doğurganlığı simgeleyen yaşam sever bir
melankolikliktir.
Resimlerinden yola çıkarak Frida’nın vurgulanması
gereken bir diğer tutkusu tüm zamanları ve yerleri bir bütünlüğü göstermek
istercesine, bir sinema filmi gibi tek bir görüntüde, aynı zaman diliminde
vermek istemesi. Tablolarda Frida ve Diego’nun inandığı din: pantezmin
dirimselciliğe dayanan bir türü durmaksızın vurgulanmaktadır. Bu durum paganizm
ve doğa katılımcıları olan mistisizmde de görülür. Frida’nın inancına göre
evren yol gösterici çizgilerin dikkatle işlenmiş bir ağı, her şeyi saran
örüntüsüdür. Evrende şekiller ve renkler uyum içindedir. Her şey yaşam yasasına
göre davranır. Kimse kimseden ayrı
değildir. Ama bu benzerlik içinde her şey özgün ve tektir de. Keder ve acı,
zevk ve ölüm, varolmak için girilen bir süreçten başka bir şey değildir 16.
Frida’nın inanışı kendi sözleriyle şöyle aktarılmış: “ hiç kimse bir fonksiyona hizmet etmekten ya
da bir fonksiyonun parçası olmaktan fazlası değildir…. Kendimizi, milyonlarca
varlık arasından -taşlar- kuş ya da
benzer yaratıklar- yıldızların mevcudiyeti- mikropların mevcudiyeti- kaynak
mevcudiyetleri- kendimize yönlendiriyoruz. Tek bir kabiliyetsizliğin
çeşitliliği – ikiden, üçten, her zamanki ayrıntılardan kaçmak için- tekrar bire
dönmek için. Ama toplamla değil ( bazen tanrı, bazen özgürlük, bazen de sevgi
denir ona)- hayır – biz her zaman nefret -
sevgi-anne-çocuk-bitki-toprak-ışık-şimşek-vs-dünyaların vereni olduk-evrenler
ve evrensel hücreler.” 17
Frida’nın tabloları insanın kendinden daha zayıf
insanlar, doğa ve doğada yer alan diğer canlılar, cansızlar üstünde kurduğu
iktidara, doğa üzerinde egemenlik kurdukça yitirdiği özgürlüğüne ve
yabancılaşmasına tepki olarak ortaya çıkmış, kendisine bu dış dünyadan kaçarak
sığınılacak bir alan yaratma şeklinde yorumlanabilir. Frida’nın özdeşleşerek
kendi yüzüyle birlikte betimlediği sırtına saplanmış oklarla hüzünlü bir geyik,
maymunlar, papağanlar, erotik çiçekler, doğanın bütün çevirimselliği, yaşam-
ölüm döngüsü veya çevrimi tablolarında görülür. Onun çok sevdiği bir imge olan
yaşam-ölüm döngüsü “Musa”18
tablosunda çürümeye yüz tutmuş bir ağaçtan çıkan filizler şeklinde
simgeselleştirilir. Süt annesinin memesindeki süt kanalları tomurcuklanmış bir
ağaç dalı olarak resmedilir. Frida hayvanlarla ve bitkilerle olduğu kadar kimi
zaman azınlıklarla, zenci veya yerli kadın ve çocuklarla da özdeşleştirir
kendisini. Kadınlarla birlikte ölümsüz aşkı melankolik Diego da onun
tablolarında durmadan tüm naifliğiyle, bozulmamışlığı ve barışçıllığıyla var
olur.
Kadın olma bilincini ana tanrıçalara eklemlenerek
resimleri aracılığıyla günümüze taşıyan Firda’nın tabloları ve günlüklerine
çizdiği desenleri modernizmin yıkıcılığına, tüketime, yabancılaşmaya, parçalanmaya,
bölünmeye karşı yaşamdan ve barıştan yana dişil melankolik bir başkaldırıdır.
Bu nedenle de tablolarında melankolik kara delik yoktur.
Kaynakça:
* abrazoamoroso" – 1949: Evrenin, yeryüzünün (
Meksika’nın), Diego’nun, benim ve senor Xolotl’un kucaklaşıyışı, Hayden
Herrara, Frida, Bilgi yayınevi, İkinci
basım Mayıs 2003, sf 400
**Samanyolu=Sütyolu anlamında: “milkway”: Yıldız
Cıbıroğlu “Kadının Yazısız Tarihi” içinde. Payel yayınevi
1. Hayden Herrara, Frida Bilgi yayınevi, İkinci basım Mayıs 2003, sf
18
2. age sf: 272
3. age sf: 327
4. age sf: 326
5. age sf: 326
6. Hayden Herrara, age sf : 399
7. Dörthe Binkert, Melankoli Kadındır, Ayrıntı
inceleme dizisi:136, sf 118
8. age, sf 118.
9. age, sf 119
10. age sf 132
11. Serol Teber, Melankoli ”normal bir anomali”, Say
yayınları, 4. baskı, 2009; sf 159
12. age sf 161
13. Frida, sf: 392
14. Dörthe Binkert, Melankoli Kadındır, Ayrıntı
yayınları:248, sf 118
15. Serol Teber, age sf 173
16. Hayden Herrara age, sf 401
17. age, sf 401
18. Hayden Herrara, age, sf 306
“Benim bir Sürrealist olduğumu
düşündüler hep, ama değildim.
Düşlerimi resmetmedim hiç.
Ben kendi gerçeğimi resmettim.”
–Frida Kahlo
“Benim bir Sürrealist olduğumu
düşündüler hep, ama değildim.
Düşlerimi resmetmedim hiç.
Ben kendi gerçeğimi resmettim.”
–Frida Kahlo
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar