Print Friendly and PDF

SİMAVNA KADISIOĞLU ŞEYH BEDREDDİN’E İZAFE EDİLEN BİR RİSALE: RİSÂLE-İ BEDREDDÎN

Bunlarada Bakarsınız



Osmanlı tarihinin önemli simalarından biri olan Şeyh Bedreddin kaddesellâhü sırrahu’l azîz (1358-1420), esas olarak bir din âlimi, bir mutasavvıf bir devlet adamıdır. Birçok kimliği üzerinde barındıran bu şahsiyet, aynı zamanda farklı alanlarda yazdığı eserleriyle de tanınmaktadır. Bunlar arasında Letâif, Câmiu 'l-Fusûleyn ve Fetâvâ gösterilebilir. Biz burada, Şeyh Bedreddin den yaklaşık dört yüz yıl sonra yazılmış olan ve Şeyh Bedreddin ’e izafe edilen bir risaleyi sunmaya çalışacağız.
Ali KOZAN
Yrd. Doç. Dr. Nevşehir Üniversitesi
Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
- Nevşehir

(1a) l.Risâle-i Bedreddîn 2.Kisve-i Irşâd 3.Vahdetnâme-i İlâhî li’ş-Şeyh Fazlullâh
(1b) Risâle-i Hazreti Şeyh Bedreddîn Kaddesallâhu sırrahû.
Hamd ewel Allah’a ki ‘âlemi ‘ademden îcâda getürdi ve lutf-i keremî hazînesini feyz edib ‘âlemde Ademi halîfe kıldı. “Velekad kerremnâ” [İsrâ Suresi(17/70) “Andolsun, biz Ademoğlu’nu şerefli kıldık…”] ile teşrif kılub cümle esmâsını Ademe bildirûb ahsen-i eşyâ ve ‘ilm-i esmâ ve rûh izâfetiyle vucûdu müzeyyen kılûb âdâdan esfele irsâl kıldı ve Hazret-i Resûlullâhı ihtiyar kıldı ve ümmetini “İn küntüm hayra ümmetin ” [Âl-i İmran Suresi (3/110) “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz…”] hitâbıyla şâir ümmet üzerine teşrif kılub ta'zîm eyledi ve ümmetinin ‘âlimlerini benî Isrâîl peygamberlerine müsâvî kılub tekrîm eyledi.
Emmâ ba‘d, [Bundan sonra] Şeyh Bedreddîn nevverallâhu sırra kaddehû hazretlerine ehibbâdan bir cemâ'at niyâz eyledi ki fukarâ içün bir Türkî risale te’lîf idüb fukarâ andan menfa'at bula. Bir risâle te’lîf idüb yadigâr eyledi.
Eğer sorsalar “Mâ yeiş’şedd?” ya‘nî “Şedd nedir?” cevâb edesin ki, “Şedd şartdır, vefâdır, teslimdir. Ya‘ni şedd vefâ eylemekdir ve teslîm olmakdır.”
ve eğer sorsalar kim “Seninle pîr ortasında nişan nedir?” cevâb edesin ki, “Tevellâ [1]dır teberrâ[2] dır.” Kavluhû Teâlâ “Ve in tevellev kemâ tevelleytüm min kabli yu'azzibküm ‘azâben elîmâ ” [Fetih Suresi (48/16)  “…Ama önceden döndüğünüz gibi yine dönerseniz, Allah sizi elem dolu bir azaba uğratır.”]
Kale Resûlullâh Sallallâhu Te'âlâ Aleyhi ve Sellem “Evliyâuhum tevellâ (2a)ve min e'dâihim teberrâ” [“Sizin evliyanız, Allah’ın dostlarıyla dost olan, onların düşmanlarından uzak durandır.” ]  ve emîmllâhilğâlib ‘Ali ibn Ebî Talih ve radiyallâhu ‘anhu ve kerremallâhu veche buyurmuşdur ki, “Men lem tevellev ahbâbunâ ve men lev teberrâ min e'dâinâ feleyse minnâ ”[ “Her kim bizi severse dostumuzdur, her kim de düşmanımızdan uzak durmazsa bizden değildir.”]
Eğer sorsalar “Pîr sana ne dedi?, cevâb idesin ki, “Dür hizmet eyle ve hikmet söyle ve otur hizmete” dedi.
Eğer sorsalar kim, “Kaç nesne ile ‘ahde ve bey’ate ve vasiyyete geldin?” cevâb edesin ki “’Ahd itdim, şeytana mütâba'ât eylemeyem, perhîz eyleyem, ol nesne ki pîrler nehy etmişdir, andan bîzâr olam. Ol nesne kim Hakk’dan ğayrıdır bilgilkim.
Meşâyîhler Hakk yoluna buyurmuşlardır, tâ kim mübtelîler andan nasibi؛ olalar ve şerî'at ve tarikat ve hakîkat ve ma'rifet kanğısmın pîri bilür.
Ol pîre on nesne gerekdir, kim tâ ki pîrlik ona lâyık ola.
Evvel gerekdir kim şerî‘ate şurû‘ etmiş ola.
ikinci halîm selîm ola.
Üçüncü cömerd ola.
Dördüncü müridinin malına tama‘ eylemeye, müride dost ola.
Beşinci kendimin evzârını  ve sırrını kimseye dimeye, ona mahrem dahî olursa.
Altıncı kibir eylemeye.
Yedinci müridine ihlâs ile ola.
Sekizinci müridine hûn  vire, i‘tikâf eyleye.
Dokuzuncu tatlu dillü ola.
Onuncu Allah nûruna ermiş ola.
Eğer müride bir müşkil vâki‘ olsa ‘ibadet ile hoş beyân eyleye.”
Eğer sorsalar, “Tecrîd nedir, tefrîd nedir?” cevâb et ki, “Tecrîd (2b) kısm-ı zâhirdir, tefrîd kısm-ı bâtındır. Mürîde gönder kim kendüyi söylemekden saklaya.
Eğer sorsalar “Şerî‘at-ı ğâsilî nedir, tarîkat-ı ğâsilî nedir, hakîkat-ı ğâsilî nedir?”, cevâb idesin ki “Şerî‘at-ı ğâsilî tennı cenabetten yumakdur. Tarîkat-ı ğâsilî mücerredlik ihtiyar eylemekdür. Hakîkat-ı ğâsilî, tûbâ-i bâtındır. Âhiret yerağın taleb itmekdür. Gönül bisâtına  ya‘nî gönlün açık tutmak gerekdür. Tâ ki Müslümanlar andan zarar görmeyeler ve ânın dilinden ve elinden incinmeyeler.”
Nitekim Hazreti Resûlullâh buyurur, “Men selimel müslimûne min yedıhı ve lisânihî ” [“Müslüman, müslümanın elinden ve dilinden sâlim olduğu insandır.” hadisi için bkz.  Sahîh-i Buhârî, Muhtasar-ı Tecrîd-i Sarîh, çev. Abdullah Fayzi Kocaer, Hüner Yayınları, Konya 2004, s.  31, Hadis No: 10.] sadaka Resûlullâh ve sadaka Habîbullâh.
Ey tâlıb, ‘âşık, Hazreti İmâm Ca‘fer Sâdık buyurur ki, “’Akiller kulağında incû vâr, me’ânî denizinde ve bunda hakikat deryâsının ağacının yemişi vardır ki gizlüdür ve bundan sonra fakr yolı çokdur ve bu yola çoklar gitmişlerdir. Her biri bir ‘alâmet peydâh eylemişlerdir ve her ‘ârif bir dürlü ‘ibâdet söylemişlerdir ve her muhakkik bir dürlü libâs giydirmişdür. Amma aslında bir nesnedir.” Elhamdülillâhi vahdehû
Hazreti surûr-ı fakr buyurmuşdur ki,(3a)
 “Fakr deryâ-ı bî payândır. Ol denizi hiç ğavvâs  görmemişdür Hazreti Muhammed Mustafâ yüzünden gayrı. Ve ol deryâda bir dâne fakr bulmuşdur.”
Hazreti Emîm’l-mü’minîn ve imâmu’l-müttekîn kâtilu’l-müşrikîn Hazreti ‘Ali ibn Ebî Tâlib kerremallâhu veçhe buyurmuşdur:
“Fakr bir ağacdır ki, hiçbir kuş anın budağına yol bulmamışdur ve ol ağacın yüceliğinden Hazreti Muhammed Mustafâ ‘aleyhisselâm ruhundan ğayrı onda yuva tutmamışdur.”
ve Hazreti emîm’l-mü’minîn İmâm Hasanü’r-rıza buyurur ki,
“ Fakr bir âyine-i rûşendir ki hîc kimesne ol âyinenin şu‘â‘ı tâbına toymaz Hazreti Muhammedü’l- Mustafâ nazarından ğayrı”
ve Hazreti emîm’l-mu’minîn İmâm Hüseyin Hazretleri buyurur ki:
“Fakr bir kıymeddür ki, cümle kanlar ânın kânıdır. Hiç kimesnenin andan haberi yokdur Hazreti Muhammedü’l-Mustafâdan ğayrı”
ve Hazreti İmâm Zeyne’l ‘Âbidîn buyurur ki,
“Fakr bir pîşe dir ki ol pîşede arslan Hazreti Resûlullâhdan ğayrı değildir.”
ve Hazreti İmâmu’l-enâm Muhammedu’l- Bâkır buyurur ki,
“Fakr bir ağûdur  ki cevher üzerinde her kim ki bâş terkîn virmez andan sabrı bilmez ve bulmaz.”
Sultânu’l-muhakkikîn İmâm Ca’fer Sâdık Hazretleri (3b) buyurur ki,
“Fakîr Allâh nûrıdır. Celle Celâluhû her kimesnenin üzerine düş oldu ol aşk lem'âsını ekledi.”
ve Hazreti imâm Mûsâ-i Kâzım buyurur ki,
“Fakr, bârî Te'âlînin devletidir. Her kimesnenin ki bu devlet tâcı başına kondu ol kimesne dünyâ ve âhiret sultânlığın buldu.”
ve Hazreti İmâm Mûsâ Rızâ eydur ki
“Fakr odur ki her kimesne kim ol oda yetişdi bâkırın altun eyledi.”
ve Hazreti İmâm Muhammed Takî buyurur ki,
“Fakr bir şerbetdir ki her kim ol şerbetden tatdı tâki kıyâmete değin tecellî içinde kaldı.”
ve Hazreti imâm ‘Ali Nakî buyurur ki,
“Fakîr, bârî Te‘âlînin hazînesidir her kim ki ol hazîneye erişdi iki cihan hayatını buldu.”
ve Hazreti İmâm Hasanü’l-‘askerî buyurur ki,
“Fakr, bir hidâyetdir ki, her kim ki ol hidâyeti buldu iki cihânda yüz aklı ğanî buldı.”
ve Hazreti İmâmu’z- zemân Muhammed Mehdî buyurur ki,
“Fakr, Hakk’ın dîdârıdır. Her kimse ki gördü, kendüsini ortada görmedi.”
Hazreti Sultânu’l-muhakkikîn eydür ki,
 “Fakr, fakrî himmetdir. Her kim ki himmete yetişdi, ‘îşe pervâz eyledi ve dahî âgâh olasız ki fakr, bârî Te‘âlîden bir ağaçdır ki ol ağacın kökü hidâyet-i Hakk’dır.(4a) Ol ağacın yaprağı huzûr-ı kalbdir ve ol ağacın yeri ‘aşk-ı Hakk’dır ve ol ağacın suyu ‘ilmdir ve ol ağacın yemîşi şevkdir. Her kimse ki ol ağaçdan yaprak aldı kıyâmete kadar değin anâ yatar. Her kim ki ol ağacın yemişini yedi iki cihân hayâtını buldu. Her kim ki ol ağacın kokusu irişdî hayrân oldu. Her kim ki ol ağacın gölgesinde yîr buldı hakikat güneşi ânın üzerine toğdu ve o rendelenmişlerden oldu.”
Eğer suâl olunur, “Harf-i fakr nedir?” cevâb et ki, “Fakr üç harfdir, üç ma‘nâya delâlet ider. Fâ’dan murâd fakrdır. Kâ’dan murâd kana'atdır. Râ’dan murâd rızâdır.”
Eğer sorsalar, “Edeb-i dervişân nedir?” Bir dervîş ki ehl-i tarik ola dahî yola şerî‘ate muhâlif îş kılsa öyle gerekdir ki yine bizim halîfelerimizden birisi onu ihvân-ı ehibbâ ortasında kapuya geçirub ayağın dûrğura  dahî ide kim bu yaramaz fi،li bula. Muhalife ve şerî‘at-i Resûlullâh ve meşâyîha yaramaz îş nîçün işledin diye ve eğer ol İşi işleyen kişinin bâşında tâc ve şemle var ise ilâh ve halîfe önünde koya andan ide ki,
“Ey kişi sen bu yola nîçün geldin ve dervişlere nîçün karışırsın bu yola, nîçün, sen de bunlardan mısın?(4b) ve bunlara muhibbi misin yâ mürîd misin, bu erenlerin yoluna ve bunların muhabbetine gelmekden murâdın nedir?” diye eğer ol kişi,
“Ben size muhîbbim.” derse ide ki, “Imdî karındâş gel ol yaramaz fi’li terk eyle bir dahî işleme eğer terk eylemez isen kerem lutf eyle bu ehl-i tarîka şimdengerü gelüb karışma var halkla ol.” diye ve ol dervişlere ide ki,
“Bu kişiyi muhabbetinize ğağırman ” deyü hüccet koya eğer dervişler bu nefesi işîdicek dutmasalar ol halife olan kimesne anların herkiz meclîsine vârmaya ferâğat ide yol ıssına ısmârlaya yol ıssı anlardan hakkın alur lâ şek velâ şübhe ve ehl-i tarîka göre eğer ol işlediği günâh, kebâirmîdir ve sağâyirmîdir eğer kebâir ise ona göre yol sora dahî ol derviş ide erenler kim bizden kerem anlardan ‘âşıklardan diye yine, “Bizi kabûl edin.” deyu yürüye evvel halife ile görüşe dahî anlara ne mikdâr gücü yeterse ta‘âmlandıra. Ta‘âm yenilince ayak üzere el kavuşturub dura dahî ta‘âm tamam olunca halîfe önüne gele ve müşkîlin kıla dahî ede, “Bu yolda menim boynum kıldan incedir.” deyu ayrûk benden bu hata gelmesûn diye duttuğu îşlere(5a) pîşmân ola ve halîfe giril tâcın ve şemlesin vîre ve tekbîr idûb bâşına koya ve yine dervişlere miskinlik idüb görüşe pâk ola.
Eğer bu erkânlar tamam boylece yine merd erdir ve mülevvesdir andan ırâğ olalar sakınalar tarîk-i meşâyih böyledir ve bizim kulumuz böyledir ve bunun üzerinedir böyle olmasa ne ol bizim mürîdimizdir ve ne biz ânun piriyuz ve biz ânun mürîdliğinden bîzâruz ve Resûlullâh andan bîzârdır.
Şöyle bileler ve meşâyihin hakikatin yolı hüccet yolı değildir sakınalar her ki ehl-i huccetdir anlardan ırâğ olalar her ki ehl-i tarîk ve ehl-i vakâr ve ehl-i edebdir anlara yakîn olalar. Bu şartlar bulunmaz ise dervişin evliyâya muhabbetin ve severin derse yalândır şeksüz dünyâ ve âhiretde mahrûmdur.
Temmetu’l-kitâb bi'avnillâhi’l-meliki’l-vehhâb.


[1] Tevellâ: Ehl-i beyt‟i(Hz. Peygamberin ailesini ve ailesinin  soyundan gelenleri) ve Hz. Ali kerremallâhü vecheyi sevmek ve dost edinmek. Ferit Devellioğlu,  Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat, haz. Aydın Sami Güneyçal, Aydın Kitabevi Yayınları, Ankara 2007, s. 1047,1101; Muzaffer Doğanbaş, “Alevi İslâm Anlayışında Tevella, Teberra ve  Mehdi Kavramları Üzerine”, Türk Kültürü ve Hacı Bektaş Veli Araştırma Dergisi, S:19, Ankara 2001, s. 33-34
[2] Teberrâ: Tevellâ‟nın tersi, Hz. Peygamberin ailesini ve ailesinin soyundan gelenleri sevmeyenleri sevmemek ve
onlardan uzaklaşmak. Devellioğlu,  Osmanlıca Türkçe Ansiklopedik Lugat, s. 1047,1101; Doğanbaş, “Alevi İslâm
Anlayışında Tevella, Teberra ve Mehdi Kavramları Üzerine”, s. 33-34.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar