TAŞ ÖVGÜLERİ
Birçok
eski inanç, oyma taş tapınışıyla birlikte yeniden canlanmıştır. Büyük
Albertus, Vincent de Beauvais, Aquinolu Aziz Tommaso, oyma taş mücevherleri ve
bunların özelliklerini methetmişlerdir. Taş övgüleri çok sayıdadır.[1]
Bu
yazılarda, Aristoteles, Plutarchos ve Platon gibi filozofların otoritesine
atıflar yapılmaktadır. Ptolemeaius’un Liber de imperessionibus imaginum in gemmis adında bir kitap yazdığı
iddia edilmektedir. Zerdüşt’ün, Doğulu sihirbazların veya Kitabı Mukaddes’teki
Adem, Eniok, Davud veyahut bütün zamanların en büyük büyücüsü Süleyman gibi
kahramanların da bu cin metinleri olduğu söylenmektedir. İskenderiye’de
yazılmış ve Araplar ile Yahudiler tarafından aktarılmış olan Taş övgüleri, çoğu zaman Babil doktrinlerine atıfta
bulunmaktadır. Örneğin IV. yüzyılda yazılmış bir tıp-sihir kitabı olan Cyranids’in Babil kulesinin tepesinde yer
alan altın bir tapınakta bulunan bir el- yazmasından hareketle kaleme alındığı
iddiası vardır; bu kitabın Orta Çağa ait birçok versiyonu bilinmektedir.
Erkek
ve dişi, vahşi ve evcil diye ayrılan şu canlı yaratıklar olan taşların
öyküleri, Orta Çağın en güzel efsanelerinden birini meydana getirmektedirler.
1300’den sonra çoğunlukla “İsrail taşları” [2] olarak adlandırılan oyma
taş mücevherler, insan elinden çıkma olmayıp, doğanın bir mucizesi, Bilge
Alphonse’un Taş övgüleri kitabına göre obras de natura’dırlar.[3]
Büyük
Albertus, Kolonyadaki Büyücü kralların kutsal emanet kaplarındaki oyma bir taş
için, est a natura non ab arte demektedir.[4]
Romalılarda yalnızca, üzerinde Musaların ve Apollon’un görüldüğü Pyrrhus yüzüğü
ile ağaç gibi oyulmuş agatlar doğanın ürünü sayılmaktaydılar. Ama artık her
antik taş, esrarlı bir şaheser olarak görülmektedir. Tıpkı canlı bir varlık
gibi doğmakta ve gizli güçlere sahip olmaktadır:
“İkiz ve eş olarak bulduğun bütün
taşlar kutsaldır ve Batılıdır; melankoli hastalığını iyileştirir ve taşıyanı
hoş ve sevimli yaparlar...
Eğer bir taşın yarısı kadın,
yarısı balık figürüyse ve elinde bir ayna tutuyorsa, altın çerçevenin içine
geçirilen bu taş, elinde tutanı görünmez yapar...”[5] (Jean de Mandeville).
V.
Charles’ın “nikris hastalığını iyileştiren” bir taşı vardı.[6]
Bu
taşlara başka güçler de atfedilmekteydi.
“Eğer elinde iki tarafı keskin bir kılıç olduğu halde bir ejdere
binmiş bir adam figürünün oyulduğu bir taş bulursan, bunu kurşun bir
muhafazaya koy. Eğer bunu yanında taşırsan, karanlıkların bütün ruhları sana
itaat edecekler ve hâzineleri ifşa edeceklerdir.
Eğer aslan suratlı ve kartal ayaklı olup, ayaklarının altında
iki başlı bir ejderha bulunan ve elinde bir sopa tutan bir adam figürünün
oyulduğu bir taş bulursan... bütün ruhlar bu taşı taşıyana itaat edecekler...”[7] (Hugues Ragot).
Bazen
etki negatiftir. Örneğin Jean de
Mandeville’e göre, üzerinde tatlı su ıstakozu ve akrep figürü olan taşlar,
insanı yalancı yaparlar. Bu kavrayışlar XIII. yüzyıldan itibaren astrolojik
doktrinle sıkı sıkıya birleşmiş, hatta Kilise bile bunlara göz yummuştur. Renk
ve madde aracılığıyla gezegene bağlı olan mücevher ve onunla birlikte taşıdığı
resim, gezegenin ışığını ve gücünü aktarmaktadır. Ama taşa oyulan figür
sonunda desteğinden bağımsız hale gelmekte ve etkiyi tek başına icra etmektedir.
Camille Léonard’a
göre,[8]
bu figürlerin balmumu damgaları bile bu büyüsel özelliklere sahip olmaktaydı.
Oyma taşların gizli mühür olarak kullanılmaları da herhalde bir ölçüde bu batıl
itikatlardan kaynaklanmaktadır.
Orta
Çağda kullanılan oyma taşların hepsi de antika değildi. Bunların cam hamurundan
ve hatta taştan taklitleri yapılmıştır. 1292 tarihli Paris sicilinde on sekiz
billurcu ustası sayılmıştır [9]
Babelon, birçok Yunan-Roma mührünün hakikiliği konusunda itirazlarını
bildirmiştir.[10]
Orta Çağ koleksiyonlarının ancak dörtte birinin gerçekten antika olabileceğini
söylemiştir. Doğal eserlerle, hassaları her şeye rağmen kısıtlı olan işlenmiş
taşlar arasındaki ayrım, meraklılar ile satıcıları meşgul etmekteydi. Sh:
39-42
GOTİK RESİMLERE DOĞU’DAN GELEN KATKILAR
(TEMALAR)
Ay yüzler. Kuyrukla kavga. Dolanık kompozisyonlar. Vücutlarının çeşitli
bölümlerini aralarında değiştiren figürler: tavşanlar, balıklar, atlar,
insanlar, maymunlar.
Diğer
üç tema, yani ay yüz, kuyrukla kavga ve parçaları değiştirilebilen figürler,
Gotik resimlere Doğu’dan gelen katkılar arasında yer almaktadırlar. Bir çehre
biçiminde resmedilen ay, müslüman resimlerinde sıklıkla yer almaktadır.[11]
Nasreddin el-Sivasi’nin 1272 tarihli Hakikatlerin İncelikleri
ile 1388 tarihli Doğanın Harikaları’nda, ay, kanatlı ruhlar tarafından bir
kutunun içinde taşınmaktadır.[12]
Bağdat’ta
üretilen ve 1396 tarihini taşıyan bir elyazmasında,[13] ay iki
meleğin arasında asılı durmaktadır. Fakat ay, yalnızca bir gök cismi olarak
kalmamaktadır, Firdevsi’den itibaren bütün İranlı şairler onu kadın çekiciliğinin
en yüce tezahürü olarak göstermektedirler: “Bu ay yüzlü güzelin adı Gülnar idi,
tıpkı mücevherler, renkler ve kokularla kaplanmış bir resim gibiydi...”[14]
“Ay gibi parlak... Ayın kızkardeşi... Dolunay gibi...” Ay, Ermenistan’da da
güzelliğin yasası sayılmaktaydı. Bu niteliğiyle, süsleme unsuru olmaktadır.
Gece ışığının ve çekiciliğinin simgesi olan ay çehresi, süslemenin en güzel
unsurudur.
Ermeni
minyatürcülüğü, ay çehreleri XIII. ve XIV. yüzyıllarda sürekli kullanmıştır. Ay
çehreler, girişik figürlere karıştırılarak, harflerin süslemesinde
kullanılmışlardır.[15]
1331’de Serkis Pidzak tarafından bezemesi yapılan bir İncil’de,[16]
iç kapakta çokgen figürlerin içinde iki sıra halinde olmak üzere, bunlardan
yedi tane vardır. İran’da, ay çehre çoğu zaman sonunda başlar bulunan dalların
ortasında yer almaktadır.[17]
Herat’ta XV. yüzyılın sonunda yapılan bir ciltte,[18] 10 tane
baş, stilize yapraklardan meydana gelen bir dokunun üstünde birbirlerinin
üzerine yerleştirilmiştir. Işıklı bir solukluk içindeki bu aylar, akla büyük
incileri getirmektedir.
1390
tarihli Gotik bir Pontifical’de,[19] tuhaf
maskelerden meydana gelen bir zincir de aynı şekilde yerleştirilmiştir. Ama
yuvarlak çehrenin güzelliğini, Batılılar da İranlılar kadar terennüm
etmişlerdir.
Villard
de Honnecourt’a göre, yuvarlak çehre insan çehresi üzerindeki bir dizi
geometrik varyasyon arasında yer almaktadır, ama Album’deki bazı Islami
kompozisyonların arasında bir de ay çehre bulunmaktadır.[20] Mende
piskoposu Guillaume Durand’ın, XIV. yüzyıl İtalyan elyazması Pontifical’ inde,[21]
bu baş, yaprak ve rumilerden meydana gelen bordürlerin içinde yer almaktadır.
Bu figür, kırmızı ve mavi renklerde olmak üzere birçok sahifede
tekrarlanmaktadır. Desenlerden birinde hayvan figürleriyle birleşmekte ve
ayaklar ile bir kuyruk eklenmektedir. Ama dekora genelde bir mücevher, değerli
bir taş olarak eklenmektedir. Kombinezon, Ermeni harflerindekinin aynıdır.
Bilge Alfonso'nun Lapidaire’inde[22]
(Escurial’de), bir canavarın kuyruğunun sonu olan bir dalın üzerinde yer alan
bir disk bulunmaktadır; burada bir fantezi söz konusu değildir: ay veya güneş
tutulması sırasında yıldızlar bir ejderha tarafından yutulmaktadır. Bu sahne,
İslami kompozisyonlarda sıklıkla tekrar edilmektedir. Bağdat’taki Tılsım
Kapısında (1180-1225), bir çocuğun kişileştirdiği yeni ay, her bir yandan
sürüngenler tarafından tehdit edilmektedir. Halep’teki Hisar Kapısında (1209),[23]
güneş çemberi tıpkı Escurial elyazmasındaki ay çehrenin olduğu gibi, birbirine
dolanmış kuyrukların arasında yer almıştır.
Sh:155-157
ÖLÜ BEDENLER
Künstler,
daha 580 tarihlerinde Arap şairi Adi’de canlılarla ölülerin karşılaştığını
işaret etmektedir. Hira emiri Numan’la birlikte at üstünde bir mezarlıkta
bulunan şair, ölüleri konuşturmaktadır: “Biz de sizin
şu an olduğunuz gibiydik, şimdi ise sizin de olacağınız gibiyiz.” Fakat tema esasen Budist kökenlidir ve
Buda efsanesi bunun ana kısmını meydana getirmektedir. Bodhisattva’nın Büyük
Yola Çıkış’tan önce, sırasıyla bir yaşlı, bir hasta, bir ölü ve bir münzevi
keşişle karşılaştığı ve bunları onun yolunun üzerine çıkartanların tanrılar
olduğu hatırlanmaktadır. Bu dört karşılaşma, ona dünyanın beyhudeliğini ifşa
etmiş ve dünya nimetlerinden uzaklaşmasına neden olmuştur. Cesetler, ona
musallat olmuşlardır. Uykusuz bir gece esnasında uyuyan karılarının ve onların
hizmetçilerinin önünden geçtiğinde, onları hareketsiz görünce kendini bir
mezarlıkta sanmıştır. Bir prensin karşısındaki ölüm ve münzevi keşiş, Batı
Dit’lerinin (anlatı) öncelidirler ve aynı kıssadan hisseyi içermektedirler.
Fransız ve İtalyan kompozisyonlarında yer alan münzevi keşiş,[24]
trajik ifşaya bir rahatlama ve bir çıkış getiren dördüncü karşılaşmaya denk
düşmektedir. Asya dinsel resimleri bu iki ayrı sahneyi çoğu zaman
birleştirmektedirler. Dramın kompozisyonu ve dinsel doktrinin zihniyeti ancak
bu kadar yakın olabilir.
Lalita-Vistara,[25] “zevk bahçesine büyük cafcafla yönelen”
Bodhisattva’yı, ölüyü bir tahtırevanla taşınır durumda görürken gösteriyorsa da;
resim ve kabartmalarda,[26]
müteveffa yere konulmuştur ve yolu tıkamaktadır. Vücudu akbabalar tarafından
parçalanmıştır: bir yanda parlak bir resmi geçit, diğer yanda etleri kopmuş
bir ceset. Piza freskosu da başka bir şey gösteriyor değildir. Grünewedel,[27]
bu benzerlikleri başka bir
Budist tema aracılığıyla işaret etmiştir: bir avcının saldırdığı ölüm iblisi.
Bu konuda, Campo Santo’daki resmin Çin iblisleriyle dolu olduğunu hatırlatalım.
Budiaco’da (1335’e doğru), Bernardo Daddi’nin (1340’a doğru) ve Jacopo del
Casentino’nun (1320-1349) tablolarında, Blanche de Savoie’nın Breviaire’inde
(1350’ye doğru) veya Cremone’de (1419’a doğru) geliştirildikleri halleriyle
yatmış ölüleri olan kompozisyonlar, aynı Karşılaşma’ yı akla
getirmektedirler.[28]
Sahne,
Buda efsanesinin hıristiyan bir versiyonu olan ve Orta Çağda çok popüler olan Roman
de Barlaam et Josephat’da[29]
da ortaya çıkmaktadır. Önce Pehlevi dilinden olan versiyonuyla tanınan hikâye,
sonradan bütün dillere çevrilmiştir ve ona Vincent de Beauvais’nin Speculum historiale’sinin XVI. kitabında
Tatlanmaktadır. Josephat da bir Hind kralının oğludur ve onun da münzeviliğe
eğilimi vardır. O da kötü ruhlar tarafından baştan çıkartılmış ve bir cesede
rastlamıştır. Tıpkı Siddharta gibi, o da bu sahne karşısında altüst olmuş ve
hayatın anlamı üzerinde derin düşüncelere dalmıştır. XIV. yüzyıla ait Sırpça
bir elyazması,[30]
onu, açık mezarın içindeki bedenin ve bir keşişin karşısında ayakta duruyor
olarak göstermektedir.
Bu
vizyonun Batılı versiyonlarında ölü sayısı artmaktadır, ama bu çoğalmanın da
uzak bağlantıları bulunmaktadır. Üç cesetten her biri farklı bir çürüme
içindedir, ama dokuz hal sayan Buddhist bir anlatıda olduğu gibi, her biri
giderek artan bir yok olmanın içindedir. Doğu, biçimleri tanımlarken daha kesin,
daha özneldir.
Bir bedenin ölümden sonraki dokuz hali’ndeki tasvir ve resimlerin birçok
versiyonu vardır, bunlardan biri XI. yüzyılda yaşamış Çinli bir şaire,
diğerleri Japonlara aittir.[31]
Bu aşamalar şu şekilde belirlenmektedir:
Birinci
hal: Benzi soluktur. Güzelliği, tıpkı bir çiçeğin- ki gibi solmaktadır.
İkinci
hal: Beden şişmiştir. Eskiden çok güzel olan vücut, şimdi acınacak durumdadır.
Üçüncü
hal: Beden iyice şişmiştir. Hayat ne kadar da geçici.
Dördüncü
hal: Beden çürümektedir. Kafa ve göğüs kemikleri görülmeye başlamıştır. Her
şeye rağmen biz de bu bedenin kaderine uğramayacak mıyız?
Beşinci
hal: Beden hayvanlara av olmuştur. Karın açılmıştır. Vücutlarımız hiçbir yerde
yok olmaktan kurtulamayacaklardır.
Altıncı
hal: Vücut çürümüş ve yeşil olmuştur. Üzerinde hâlâ kan lekeleri olan ceset
artık etini kaybetmiştir. Vücudumuzun köpekler tarafından yenileceğini nasıl
düşünmeyiz?
Yedinci
hal: Vücut artık bir iskeletten ibarettir, ama bütün unsurlar yerli yerindedir.
Erkeği kadından ayıran ettir, iskeletleri tamamen aynıdır.
Sekizinci
hal: iskeletteki kemikler kırılmış ve dağılmıştır. Bu bedende görmekten
hoşlandığımız her şey çürü- mekte ve toz haline gelmektedir.
Dokuzuncu
hal: Bol bir bitki örtüsünün içinde eski bir mezar. Toribe tepesinin üzerindeki
bir mezarı ziyarete gittiğimizde üzerindeki çiy damlalarından başka bir şey
görebilir miyiz?
Geriye
hiçbir şeyin kalmadığı vücut, ünlü bir kişiye aittir; bu bazen XI. yüzyılda
yaşamış bir imparatoriçe (Dan-rin), bazen okumuş kadınların çekicilik modeli
olan ve şiirleri 866’daki büyük kuraklık sırasında fırtınayı harekete
geçirerek dünyayı kıtlıktan kurtaran Ono no Komaçi’dir.
Hiçliğe
doğru bu adım adım ilerleyiş, Batı’da da benzer aşamalardan geçmektedir.
Subiaco’da,[32]
üç cesetten birincisi henüz hiç değişmemiş gibidir. Katılaşmanın dışında,
çözülme belirtisi yoktur. Bu durum, Uzak Doğu’daki birinci hale denk
düşmektedir, ikinci ceset çürümeye başlamıştır ve bu süreç üçüncü cesette
tamamlanmıştır. Dördüncü halin bütün belirtileri burada eksiksiz olarak görülmektedir:
kol ve bacaklarda hâlâ et vardır, ama “göğüs ve kafa kemikleri” gözükmeye
başlamıştır bile. Yok olmanın aşamaları, canlılara yöntemli bir şekilde
öğretilmektedir. Jacopo del Casentino’nun panosunda ve Piza’daki tabloda evrim
ikinci halden başlamaktadır: birinci beden balon gibi olmuş, yanakları şişmiş,
karnı bir canavarınki gibi çıkıntılı hale gelmiştir; ikinci ceset dördüncü
haldedir ve üçüncüsü de altıncı veya yedinci halin içindedir. Sonuncu cesedin
iskeletinde kan lekeleri olup olmadığını anlamak mümkün değildir. Cremone’deki
tablo[33]
ile Bernardo Daddi’ye atfedilen iki kanatlı tabloda (1340’a doğru, Floransa),
üç ceset ortak bir mezarın içindedir. Bu gruptaki ölülerden her biri, belirli
bir kişiden (kral, ruhban, şövalye vs.) çok, çürümenin yeni bir aşamasını göstermektedir. Sh: 274-276
Kaynak: Jurgis
BALTRUŠAİTİS, Düşsel Ortaçağ- Gotik
Sanatta Antik, İslami ve Uzak Doğu Etkileri, Özgün adı : Le Moyen Âge
Fantastique, Çeviren Mehmet Ali Kılıçbay, İmge, 1. Baskı: Kasım 2001, İstanbul
[1] Th. Wright, On Antiquarian Excavations and Researches in the Middle Ages,
Archaeologia, XXX, s. 444 vd., 1844; I.
Pannier, Les Lapidaires
français, Bibliothègue de l’École des hautes
études, t. 52, 1882; F. de Mély, Du
rôle des pierres gravées au Moyen Âge, s. 14 vd.; Les Lapidaires de l’Antiquité et du Moyen Âge, Paris
1896-1902; P. Studer ve J. Evans, Anglo-Norman Lapidaries, Paris, 1924;
J. Evans ve M. S. Serjeanston, English Medieval
Lapidaries, Londra, 1933.
[4] Albert le Grand, De mineralibus et rebus metallicis, Lib. II, De Figuris lapidum a natura factis, Böl. 2.
[5] I.
del Sotto, Le
Lapidaire
du xive siècle d’après le traité de Jean de Mandeville, s. 119 vd., Vienne, 1862,
118-128. Bölüm İsrail taşlarına
ayrılmıştır.
[8] Camillus
Leonardus, Spéculum lapidum, Venedik, 1502; F. de Mély, Du rôle des pierres
gravées, s. 99.
[11] A. Sakisian, Thèmes et motifs d'enluminure, p. 81. La tradition
occidentale représente la lune (et le soleil) généralement sous forme de bustes
ou de têtes plaés à l'intérieur d'un disque comme dans un médaillon. Des
visages encadrés par des cercles figurent toutefois dans les frises décoratives
de Saint-Jean de Munter et de Saint-gilles de Montoire; cf. P. Deschamps et M.
Thibout, La Peinture morale en France, p. 153, şek. 55 ve 59, Paris, 1951 ve E. W. Anthony, Romanesque Francoes, şek. 233, Princeton, 1951.
[12] Paris, B. N., anc. fonds persan 174 et suplevha persan 332,
E. Blochet, Les Enluminures des manuscrits orientaux, arabes, turcs et persans de
la Bibliothèque nationale, levha XIX, Paris, 1926.
[18] A. Sakisian, La Reliure persane au xıc siecle sous ¡es Timourides, Revue de l‘art ancien et modeme, şek. 13, 1934.
[21] Paris,
bibi. Sainte-Genevieve, ms. 143, f* 1, 52, 53, 56, 92, 95, 140, 159, 165, 174,
247.
[24] Genelde
bir kafatasına bir palmiyeyle değerek konuşturan, Mısırlı bir münzevi keşiş
olan aziz Macarius'tur, Bkz. L. Guerry, age, s.
51-52.
[26] J. Hackin, Les Scènes figurées de la vie de Bouddha, Mémoires
concernant l'Asie orientale, II, s. 15, levha 2, 1916; E. Chavannes, Mission archéologique dans la Chine septentrionale, levha CIX, no.
209, Paris, 1909; C. M. Pleyte, Die Buddhalegende
in den Skulpturen des Temples von BdrO-Budur, şek. 58,
Amsterdam, 1901.
[28] Â Arti (1260), Vezzolano (1280), Montefiascone (1302) ve Heures de Jean du Pre'de keşiş, ayakta
duran ölülerin bile yanında görülmektedir.
[29] F. liebrecht. Die Quellen des Barlaam
und
Josaphat, Jahrbuch für romanische und englische Literatur, II, s. 314-335, 1860; H. Yule, Buddha and St. Josaphat, Academy, 1 Eylül 1883; J. Jacobs, Barlaam und Josaphat,
English lives of Buddha, Londra, 1896.
[30] J. Strzygowski, Die Miniaturen des
serbischen Psalters der Kgl. Hof-und Staatsbibliothek
in München, s. 11-12, şek. 8, Viyana, 1906.
Muséum, s. 87, no. 77 (9), ve s. 121, no. 205, Londra, 1886; E. Deshayes,
Makémonos
Japonais illustrés du musée Guimet, t.y. (çoğaltılmış).
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar