Print Friendly and PDF

YABANCI GÖZÜYLE TÜRKİYE VE GELECEĞİ : ANKARA’NIN ROLÜ DEĞİŞMEZ



2000 yılının Türkiyesi, 1980 yılının Türkiyesine benzemeyecek. Her şey­den önce, Batı Avrupa’nın bütün ülkelerinden daha fazla nüfusa sahip olacak. Ayrıca endüstrileşme yolunda epeyce mesafe katetmekle kal­mayacak, bölgede güçlü ve bağımsız bir rol de üstlenecek. Eğer Yuna­nistan ile sorunları devam ediyorsa, Türkiye’nin sahip olacağı üstünlük, Yunanistan’ı gerekirse sığınmak için Batıya daha fazla yaklaşmaya zor­layacak.
David Barchard, İngiliz ekonomi gazetesi Financial Times’in Türkiye temsilcisi. 1980 yılından bu yana Türkiye’de bulunan Barchard, 1983 yılından beri de temsilcili k görevi­ni sürdürüyor. Barchard’ın geçtiği­miz günlerde İngiltere’de Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü tarafından yayımlanan «Turkey and the West-Türkiye ve Batı» adlı kitabının «Beklentiler» bölümünün bir özetini aktarıyoruz:
İki önemli ticaret yolunun üzerinde­ki Türkiye, yüzyıllardır bir tarım ül­kesi olarak biliniyor. Geniş yüzölçü­müne karşın bu ticaret yolları üze­rindeki rolü hayli az olan Türkiye,
1960-70 dönemindeki işçi göçü dışın­da da Avrupa’daki günlük yaşamı fazla etkilemiyor. Bu açıdan, Türklerin de işaret ettiği gibi, Yunanis­tan ile aralarında büyük bir fark var.
Ama Türkiye’nin Batı için önemi coğrafi açıdan Sovyetler Birliği’ne yakınlığı nedeniyle, askeri ve müt­tefik olarak ağırlık kazanıyor. Her ne kadar Türkiye ittifak dışı ülkelerle iyi diplomatik ilişkiler kurma­ya gayret ediyorsa da, her ne kadar ikili sorunlar (örneğin ABD Kongresi’nin 1984 ağustosundaki Ermeni katliamı ile ilgili karar tasarısı) Türkiye’nin NATO ile ilişkilerinin sıcaklığını etkiliyorsa da, Türkiye’­nin müttefik olarak rolü önümüzde­ki yıllarda da değişmeyecek gibi gözüküyor. Türkiye’nin Batı ittifakı­nın dışında fazlaca ittifak alterna­tifi yok.
Ama 2000 yılının Türkiye’si 1980 yı­lının Türkiye’sine benzemeyecek. Her şeyden önce Batı Avrupa’nın bütün ülkelerinden daha fazla nü­fusa sahip olacak. Ayrıca endüstri­leşme yolunda epeyce mesafe katetmekle kalmayacak bölgede güçlü ve bağımsız bir rol de üstlenecek. Eğer Yunanistan ile sorunları hâlâ devam ediyorsa, Türkiye’nin sahip olacağı üstünlük, Yunanistan’ı, gerekirse sığınmak için Batıya daha fazla yaklaşmaya zorlayacak.
Buna karşılık, ticari ve ekonomik önemi artsa da, Türkiye, Batı türü günlük yaşama uzaklığı koruyacak. Batı ve Türk kamuoyları arasındaki görüş farklılığı devam edecek. Di­ğer yandan da Avrupa’daki azınlık Türkler, asimilasyonun en fazla ol­duğu bölgelerde dahi, Batı toplumunun günlük yaşamında ağırlıkla­rını hisettirmeye başlayacak. Türki­ye ise aynı dönemi yarı-izole olarak yaşayacak; devlet ile entelektüeller arasındaki küskünlük devam edecek ve bu küskünlük Türkiye’nin Batılı bir ülke olarak anılmasını olumsuz açıdan etkileyecek. Ama bu küskün­lük film yönetmenlerinin, müzis­yenlerin, politikacı ve işadamlarının giderek artan sayılarda Batıda boy göstermesini önleyemeyecek. Eğer Türk basını da göçmenlerin asimi­lasyonuna köstek olmazsa bu olu­şum hızlanacak.
Ekonomik ve savunma açısından güçlü, dışarıya az bağımlı ve böl­gede aktif bir rol oynayan Türkiye, giderek daha ürkek bir müttefik ha­line geleceğinden, Batıyı, Türkiye’­nin müttefik olarak önemine bakışı­nı gözden geçirmeye zorlayacak. Ya­ni, bir başka deyişle, endüstrileşmiş bir Türkiye, Batıdaki kısa vadeli menfaatleri ile Batının üzerinde yükseldiği temel ilkeler arasında se­çim yapmaya zorlanacak.
Bu da tabii. Türkiye’yi «Batılı» olup olmamak sorunu ile karşı karşıya bırakacak. Zaten, daha şimdiden bu konu tartışılıyor. Bu satırların ya­zarı, kısa bir süre önce bir Türk dış politika analistinin gayet şüp­heci bir yaklaşımla Türkiye’nin bir Balkan ülkesi mi yoksa Ortadoğu ülkesi mi yoksa Avrupa ülkesi mi olduğunu tartıştığını duydu. Bu kapsam içinde gayet basit, sembolik anlaşmazlıklar, örneğin Türkiye aleyhtarı bir film ya da TV progra­mı Türklerin batılışma sürecini uzatacak.
İnsan haklan konusu Batıdakine benzer tartışma ortamı bulunmadı­ğından, tabu olma niteliğini ilerde de koruyacak. (Burada, Doğru Yol Partisi’nin Batı türü muhalefeti anımsatan çabalarına dikkat çek­mek isterim.) Ancak Batı ile olan yakın ilişkileri nedeniyle Türkiye giderek eleştirilerden etkilenerek, Ba­tının tahammül etmesi mümkün ol­mayan kitlesel yargılamaları (İşçi sendikaları, entelektüellerin ve gazetecilerin hapsedilmesi gibi) bakışın­da bir kur ayarlaması yapmaya zor­lanacak.
Amerika Birleşik Devletleri ile Tür­kiye arasında yakın ve belki de az sorunlu bir ekonomik ve savunma işbirliği dönemine girilecek, önü­müzdeki yıllarda da iki müttefik arasındaki başlıca yan sorunlar Er­meni ve Rum Amerikalıların baskı gruplarından kaynaklanacak. Akdeniz’in ucunda bir müttefik olarak Türkiye’nin önemi Amerika için ağırlığını koruyacak, ama ABD yönetimi Türkiye ile ikili ilişkilerin­den ziyade Batı ile Türkiye arasın­daki çok taraflı ilişkilerin gelişme­sine ağırlık verecek.
1947 yılından beri çok sıcak olma­yan Türk-İngiliz ilişkilerine gelince; özellikle savunma alanında ticari işbirliği önem kazanacak. Nitekim 1985 başında İngiltere Dışişleri Ba­kanı Sir Gooffrey How’un ziyare­tiyle başlayan yakınlaşma, etkisini gösterecek.
Türkiye’nin AET’ye tam üyeliği Av­rupa’nın sınırlarını Roma İmpara­torluğu günlerinden bu yana ilk kez Kafkaslara kadar uzatacak. Fakat kısa vadede Türkiye Roma anlaşma­sının öngördüğü ekonomik ve poli­tik entegrasyondan ziyade Batıdan toleranslı bir anlayış bekleyecek.
Türkiye için yapılacak en iyi tah­minlerden birisi Türkiye’nin İspanya’nın sosyal ve ekonomik gelişmesi­ne benzeyen Batı ile entegrasyonu sırasında otoriter bir rejimle yöne­tilen model izlediği. Tabii bu düşünceye başlıca engel, Türkiye’nin Av­rupa’dan coğrafi ve kültürel açıdan uzaklığı ve Yunanistan ile arasın­da olan sorunlar. Fakat genel ola­rak Türkiye’nin bugünkü durumu bir zamanlar Avrupa ülkelerinin ge­çirdiği deneyimlere de benziyor. Ör­neğin, bir zamanlar Avrupalı oldu­ğu tartışılan Almanya’nın durumuna Yine Türkiye’nin İspanya’dan ayrı düştüğü bir nokta Avrupa ile arasında Doğu Bloku’ndan oluşan bir tampon bölge bulunması.
Pasifik Havzası ülkelerinin kaydet­tiği ekonomik gelişmeler Türkiye’­den ilgiyle izleniyor. Ancak bu modelin adaptasyonuna başlıca engel Türkiye’nin Avrupa ile olan yakınlığı. İkinci engel de Amerika’nın Türkiye ile çok sıkı-fıkı ikili ilişki­den ziyade Avrupa ile Türkiye ara­sında çok taraflı ilişkileri tercih et­mesi; böylece Türkiye ile politik iliş­kilerini riske düşürmemesi ve ABP- Avrupa ilişkilerini bozmamayı ga­rantilemesi.
Üstte sözü edilen iki model daha zi­yade Türkiye’nin ekonomik başarı­sına bağlı. Buna karşılık Türkiye’­nin Avrupa ile ilişkileri biraz ABD’nin Meksika ile olan ilişkilerini an­dırıyor. Eğer yabancı sermayeden beklenenler gerçekleşmezse, sanayi­leşme de göreceli bir ekonomik rahatlama getirmezse Türkiye yine farklı politik karakterine karşın Av­rupa’ya dönebilir. Ancak Meksika’­nın aksine Türkiye’nin Batı âlemi­nin dışında dostları da bulunması ona bir alternatif sağlıyor. Ancak böyle bir karar halinde Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinin daha da kök­leşmesi kaçınılmaz. 1960’larda yük­selmeye başlayan Batı aleyhtarı tu­tum zaten Türkiye’yi o yıllarda da böyle bir arayış içine sokmuştu.
1970’lerde ortanın solundaki CHP, İskandinavya’nın izlediği «ortacı» politika ile flört etmeye başladı. Bv gün Türkiye’de 3. Dünya politikala­rını andıran «su katılmamış ortaç.» hava yok. Türkiye önümüzdeki yıllarda, özellikle Ortadoğu’da giderek aktif ve bağımsız bir politika izle­yecek ve bölgesel çatışmalarda ta­raf olmadığını her fırsatta vurgu­layacak.
Geçmişte Osmanlı imparatorluğu gibi bir süper güç kurmuş olmala­rından kaynaklanan politik akım, Türkiye’de İslam akımından daha etkin. Bu yüzden Türkiye ekono­mik açıdan güçlendikçe Ortadoğu’da lider olarak sivrilmeye başlaya­cak. İslam zirvelerinde Türkiye da­ha aktif bir rol oynamaya başladı ve bu rol giderek artacak. Eğer Tür­kiye ve Avrupa, önümüzdeki yıllar­da farklı rotalarda seyredeceklerse Türkiye’de işbaşına gelecek hükü­metlerin başlıca vurgulayacakları konu, İslam-Osmanlı mirasından yola çıkan bölge liderliğine aday olmak konusu olacak. Ancak, bu önümüzdeki yıllarda askeri bir güç olarak sivrilmeyeceğinden Türkiye Körfez çatışmalarında aktif rol al­maktan kaçınacak. Amerikan Kongresi’ni kızdırmamak için de bugünkünden daha fazla anti-lsrail hava estirmeyecek.
Eğer uzun vadede Türkiye sosyal ve ekonomik problemlerini çöze­mezse, ülke sık sık izolasyonla sonuçlanacak askeri darbelere sahne olacak. Silahlı Kuvvetler milli meseselerle o kadar çok ilgili ki, İs­panya ve Yunanistan’da olduğu gibi, politika dışında kalmayacak. Amı ekonomik gelişmeler dinamik bir seyir arzediyor. Ayrıca Türkiye’nin Batıya olan yerçekimi öylesine güç­lü ki, bu yerçekim sayesinde askeri bir rejim sadece Türkiye’nin soru­nu olmakla kalmayacak.
Yukarda anlatılan türde bir askeri rejimin başarısızlığı Türkiye’de Marksizme zemin hazırlayabilir. 1980 ihtilalinden önce çok sayıda si­lahlı Marksist örgüt faaliyetteydi ama bunların hiçbirisinin gücü tek başına ülkede yönetime aday olma­ya elverişli değildi. Her ne kadar Türk entelektüelleri arasında Mark­sist fikirlere eğilimi olanlar hayli fazlaysa da, her ne kadar bu eğili­mi bugünkü şartlar içinde açığa çıkaramıyorlarsa da, 1970 deneyimin­de olduğu gibi Marksizm 1980 dene­yiminden de, sol içindeki yandaşla­rının bir bölümünü kaybederek çı­kacak. Türkiye’de yükseköğrenim gençliğe ve bir bölüm kamu görev­lileri hayli radikal. Ama Sovyetler Birliği yanlısı olmak bu radikaliz­min sadece küçük bir parçası. Bu radikalizm içinde milliyetçi ve ba­ğımsız sol da var. Yakın bir gele­cekte Marksizmin Türkiye’de politik bir güç olarak yükselmesine izin ve­rilmesi mümkün görünmüyor. Mark­sizmin geleceği, ülkenin sosyal ve politik sorunlarının başarılı bir endüstrileşmeyle çözülmesine bağlı.
Bu eğilimlerden, ya da modellerden hangisinin Türkiye’yi etkisi altına alacağına karar vermek bu çalışma­nın görevi değil. Ancak Türkiye, ha­len yönetimde bulunan bürokratik elit tarafından yönetildiği sürece stratejik açıdan Batı yanlısı bir is­tikrarın devam edeceğini söylebilmek mümkün. Aynı zamanda Batı ile Türkiye’nin yöneticileri ve ka­muoyları birbirlerini tanımadığı sürece yanlış anlamalardan kaynak­lanan sorunlar ve beklentiler devam edecek. Uzun vadede, Türkiye’nin çoğulcu bir sanayi toplumu olmaya aday olması devlet ve toplum ara­sındaki ilişkilerin değişmesini de ön­görüyor. Her ne kadar Türklerin politik gidişatının grafiğini çıkar­mak zorsa da Batılı dostları bu gi­dişatı «içten bir seçim» olarak sa­yacak.
Cumhuriyet Gazetesi
Kasım 1985
Kaynak:
YAZARLAR BİRLİĞİ Türkiye kültür ve sanat yıllığı 1986 YAYINLAYAN VE YÖNETEN : Yazarlar Birliği a. D. Mehmet DOĞAN Mart 1986-Ankara

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar