Print Friendly and PDF

YANSIMA TEORİSİNDEN GELECEK TÜRKİYE’Sİ



Önceden Görenler İçin
Düşünce ve gerçeklik arasındaki ilişkileri, birbirine bağlı ve zıt yönlü iki işlevle çözümleyebiliriz. Yansıma kavramına nasıl varmış ol­duğumu bu şekilde açıklayabilirim.
Yansımayı açıklamak ve netleştirmek için büyük güçlüklerle karşılaşırız. Düşünce ve gerçeklik arasındaki ayrım. Oysa demek istediğimiz şey, düşüncenin realitenin bir parçası olduğuydu. Kendimizi, düşüncelerin ve olayların akışının iki yönlü bağlılığı hakkında söz ederken bulabiliriz. Daha sonra yerini çeşitli düşüncelerin arasındaki iki yanlı bağlantıya bırakalım. Bu bağlantıyı hesaba kattığımızda, kendimizi gerçeğin objektif ve sübjektif görünüşleri arasındaki farkı ayırt etme zorunluluğu altında buluruz. İlki, objektif görünüş ve olayların akışına, İkincisi ise diğerlerin düşüncelerine gidiyoruz. Bir tek objektif görünüş vardır ancak ötekilerin oldukça birçok sübjektif görünüşleri de vardır. Ötekiler arasında yaşanan doğrudan ilişkilerdeki yansıma, hareketler arasın­daki kavrayış ve olayların yansımasından daha fazladır çünkü olay­ların çözülmesi daha uzun bir süre alır.
Objektif ve sübjektif görünüşler arasındaki farkı bir kez ayırt ettiğimizde, yansıma işlevi ve yansıma söylemini de ayırt etmemiz gerekir. Yansıma söylemi, doğrudan insanlar arası ilişkiler alanına aittir ve bu ilişkiler, olayların akış çizgisinden daha yansımalıdır.
Objektif görünüm hakkında şöyle bir söylem düşünün: “Yağ­mur yağıyor.” Bu ya doğrudur, ya da yanlıştır fakat yansımalı de­ğildir. Ancak şöyle bir söylem alalım: “Sen benim düşmanımsın.” Bu doğru veya yanlış olabilir, senin ona karşı nasıl tepki verdiğine bağlıdır. İşte bu yansımalıdır. Yansımalı söylemleri, kendi önerisine dayanan söylemler temsil eder. Fakat belirsizlik özneldir, anlamla­ra göre değil, etkisine göre yansırlar. En meşhur kendisine dayalı söylem, yalancılık paradoksudur. “Giritliler daima yalan söyler” der Epimenides. Eğer bu söylem doğru ise, Giritli filozof yalan söyle­miyor demektir ve bu nedenle söylem yanlıştır. Tereddüt, söylemin mevcut etkisini yok eder. Tam tersine, “Sen benim düşmanımsın” sözünde, söylemin doğruluk değeri, sizin karşı tepkinize bağlıdır.
Yansımalı işlevler olayında belirsizlik, bir durumun objektif ve sübjektif görünüşleri arasına giren bir iletişim eksikliği ile meydana gelir. Bir durum, yansımalı olabilir hatta bilinç ve yarar işlevleri, ayrı ayrı veya aynı anda işlese bile. Sonra, süreç belli bir zaman süresi içinde gelişir fakat ötekilerin düşüncesi ve gerçek olay­lar, işlemin sonunda, tıpkı başındaki gibi kaldığı sürece yansımalı sayılır ve katılımcıların bazı kavram yanılgıları ve yanlış yorumları nedeniyle, olayların akışına, özgün bir belirlenemezlik unsuru giriş yapar. Bu da durumu bilimsel yasalar temelinde tahmin edilemez kılar.
Yansıma, en iyi şekilde finansal piyasalarda gösterilip etüt edi­lebilir çünkü finansal piyasaların bu tür yasalarla yönetilmekte ol­duğu sanılmaktadır. Diğer alanlarda bilim daha az gelişmiştir. Hatta finansal piyasalarda bile yansıma işleyişi duraklamalar gösterir. Te­mel piyasalar günden güne belirli bir istatistiksel kuralı izliyor gibi görünür fakat ara sıra bu kurallar ihlal edilir. Bu yüzden tek düze, kestirilebilir günlük olayları önceden haber verebilirken yansıma iş­levini veremeyiz. Yansıma işlevinde yansımalar büyük bir farklılık taşır çünkü tarihin gidişini değiştirirler. Bu düşünceler beni, tarihsel gelişimlerin her günkü olaylardan, yansımayla ayrıldığı şeklinde bir tartışmaya götürdü. Fakat bu kanıtlar yanlıştır. Deprem gibi yansı­malı olmayan birçok tarihi olay vardır. Monoton olaylarla, yansı­malı olaylar arasındaki fark totolojik gereksiz tekrarlara dönebilir: Yansımanın gelişimi, objektif ya da sübjektif gerçeğin ayrı görünüş­lerinde belirgin olarak değişmemiştir.
Şimdi, bilinç bilim ve dil çalışmalarındaki bazı gelişmeler, yan­sıma kavramına bazı boyutlar getirmiştir. Yansıma sadece iki işlevle ayırt edilir: bilinç ve yararlanma. Bu gerçekten kaba bir sınıflan­dırma olup son yıllardaki beyin ve dil işlev araştırmaları, çok daha ince ayrıntılı çözümlemelere ulaşmayı mümkün kılmıştır. Bununla beraber, kavram kendi anlamını kaybetmemiştir. Filozoflar ve bilim adamlarının, dünyaya bakarken yaptıkları gibi, en ufak bir çarpıt­mayı tespit edebilecek hassaslıktadır. Onların öncelikli ilgisi, bilinç işlevidir; dahası, yararlanma işlevi karışarak bilinç işlevinin tam olmasına zarar verir. Bu yüzden, onu görmezden gelir veya ister istemez incelemekten vazgeçerler. Bunun en iyi örneği ekonomi teorisinde mevcuttur. Tam rekabet teorisi, yetkin bilgi varsayımı üze­rine kurulmuştur. Varsayımın çürük olduğu ispatlandığı zaman, eko­nomistler kendi inşa ettikleri yapıyı, yansımanın kötü etkilerinden korumak için daha yararsız çarpıtmalara doğru gittiler. Bu, yetkin bilgi varsayımının gerçekle benzerliği olmayan, yapay inanç, akılcı beklentiler teorisine nasıl dönmüş olduğunu gösterir.
Yansımanın ayırıcı çizgileri, ötekilerin düşüncelerinde yer - alan, bir belirsizlik unsuruna ve içinde yer aldıkları ortam içinde bir belirlenemezlik unsurunun var oluşuna giriştir. Yansıma, Wemer Heisenberg’in Kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesine benzer fakat önemli bir fark vardır: Kuantum fiziği, katılımcıların düşünceleri ile değil, maddi kavramlarla uğraşır. Heisenberg’in bulduğu belirsizlik ilkesi, kuantum parçacıklarının davranışı ile veya bir yota dalgasıyla değişmez fakat yansımanın tanınması, değişebilen insan davranışla­rıyla olabilir. Böylece belirsizlik, yansıma etkisi ile birleşerek katı­lımcıların yanı sıra insanları yöneten evrensel geçerli yasaları ara­yan sosyal bilimcileri de etkiler. Bu ilave belirsizlik elemanı, insani belirsizlik ilkesi olarak tanımlanabilir ve sosyal bilimlerin işlerini karıştırır.
ABD’DE KONUT BALONU[ndan Türkiye’ye Dersler]
2000’de tavan yapan teknoloji balonunun kötü sonuçlan ve 11 Eylül 2001 terörist saldırısının ardından Federal Reserve, federal fon oranlarını yüzde 1 oranında indirdi ve 2004 Haziranına kadar bu seviyede tuttu. Bu durum Amerika’da konut balonunun gelişmesine izin verdi. Benzer balonlar, özellikle İngiltere, İspanya ve Avust­ralya gibi dünyanın diğer kısımlarında da görülebilirdi. Amerika’da gerçekleşen konut balonunun diğerlerinden farklı olmasının nede­ni, global ekonomi ve uluslararası finans sistemi açısından önemi ve hacmidir. Konut piyasası İspanya’da, Amerika’dan önce daraldı fakat ülkeye olan etkisi dışında dikkat çekmeden son buldu. Tam tersine, Amerikan ipotek güvencesi başta Alman kurumsal hak sa­hipleri olmak üzere bazı Avrupalı hak sahipleriyle Amerikalılardan çok daha güçlü bir şekilde tüm dünyaya yayılmıştı.
Tek başına ele alındığında Amerikan konut balonu, dalgalan­ma modelim için anlattıklarımı aynen izlemiştir. Geçerli bir trend eğilimi vardı -borç verme standartlarının her zamankinden daha saldırgan biçimde gevşemesi ve borç oran farklarını değerlendirme rasyosu - ve teminat senetlerinin değerinin borç verme istekliliğini etkilemediği inancıyla desteklenmişti. Bunlar, özellikle de emlak alanında, geçmişteki balonları ateşleyen, en yaygın yanlış kavram­lardır. Bu dersin hâlâ öğrenilmiş olamaması ne kadar şaşırtıcıdır.
Balonun büyümesi, yavaş başladı, birkaç yıl sürdü ve faiz oranlan yükselme­ye başladığı zaman aniden geri de dönmedi çünkü spekülatif talep, yardım ve şimdiye kadar daha saldırgan borç verme uygulamalarına ve her zamankinden daha sofistike, ipotek güvence yöntemlerine dayanmıştı. Sonunda 2007 baharında alt piyasa sorunları, New Century Financial Corporation’ı iflasa götürdü ve bunu izleyen alacaka­ranlık döneminde konut fiyatları düştü fakat insanlar oyunun bittiği­ni anlayamadı. Citibank’ın genel müdürü Chuk Prince, raporunda, “Müzik durduğunda, likidite anlamında her şey karmaşıklaşacaktı fakat müzik çaldığı sürece, kalkıp dans etmelisiniz. Biz hâlâ dans ediyoruz,” demişti.[[1]] Sonunda Ağustos 2007’de kesişme noktasına ulaşıldı, bir piyasadan diğerine bulaşarak yayılan felaket bir ivme hızı ile aşağı doğru şiddetli bir inişe geçti. Bu 1997’de çıkan, bir ülke peşinden diğerini vurup deviren, piyasa krizi yıkım topunu ha­tırlatıyordu. Öyle olsa bile, hisse senetleri borsası Ağustos 2007’den o yılın Ekim ayma kadar toparlandı. Bu hareket, benim modelim tarafından beklenmemişti. Model, kısa ve keskin bir çöküş ve bunu izleyen yavaş ve zahmetli bir denge şartlarına dönüşü çağrıştırı­yordu. Bu olayda, Ağustos 2007’de ve diğeri Ocak 2008’de eksik bırakılmıştık vardı. Her bir olayda Federal Reserve müdahale etti ve federal fon oranlarını indirdi ve borsa-hisse senetleri piyasası, Federal Reserve’in geçmişte yaptığı gibi, finansal krizin sonuçla­rından ekonomiyi koruyacağı inancım besleyerek cesaret aldı. Bu inancın yanlış olarak yerleştiğini düşündüm. Federal Reserve, bunu aşırı yapması gerçeği yüzünden, kendisinin ekonomiyi koruma ye­teneğini sınırlandırmıştır. Benim görüşüme göre, bu finansal kriz, yakın tarihlerde meydana gelen diğer krizlere benzemiyor.
Kesin politik tavsiyelerde bulunmak çeşitli nedenlerden dola­yı erken yapılmış bir hareket olacaktır. Birincisi, ben konuyu ciddi olarak değerlendirmek için piyasanın fazla içerisindeyiz. Şu anda gözlerimizin önüne serilen durum tamamen bizi içine çeken bir du­rumdur ve de benim risk altında birçok şeyimiz var. Daha tarafsız bir şekilde düşünebilmek için, kendimi piyasadan uzaklaştırmamız gerekecektir. İkinci olarak, mevcut yönetimden fazla bir şey bekle­memeliyiz.. Yeni büyük girişimler yeni başkanı beklemek durumundadır ve ancak Demokrat bir başkandan işlerin gidişini değiştirip ulusu yeni bir yöne yönlendirmesi beklenebilir. Üçüncü olarak, durum çok ciddidir ve yeni politik girişimler derinlemesine tartışılmalıdır. Ben mevcut düşüncemi kesin sonuçlardan çok tartışma konulan olarak ifade edeceğim.
Açıkça, serbest bırakılmış ve yerinden oynatılmış bir finansal endüstri, ekonomiye büyük zarar verir. Kontrol altına alınması ge­rekir. Kredi oluşturulması doğası gereği yansımalı bir süreçtir. Aşı­rılıkları engellemek için düzene koyulması gerekir. Ancak, düzenle­yicilerin sadece insan değil, aynı zamanda bürokrat olduklarını da hatırlamalıyız. Kuralları abartmak ekonomik faaliyetleri çok ciddi şekilde sekteye uğratabilir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki şartlara geri dönmek büyük bir hata olur. Kredi elverişliliği sadece üretkenliği değil, aynı za­manda esnekliği ve yenilikçiliği de besler. İlle de kredi yaratılmaya uğraşılmamalıdır. Dünya belirsizliklerle dolu ve piyasalar değişen koşullara bürokratlardan çok daha iyi uyum sağlarlar. Aynı zamanda, piyasaların değişen koşullara sadece pasif olarak uyum sağlamadıklarını ve aktif olarak olayların şekillenmesinde de katkıları bulundu­ğunu fark etmeliyiz. Esnekliklerini çok değerli kılan değişkenlik ve belirsizlikleri de yaratabilirler. Makro ekonomik politikalar formüle edilirken bu da göz önüne alınmalıdır. Piyasalara, ekonomik istikra­rın sağlanmasına uygun mümkün olan en büyük boyut verilmelidir.
Büyük ölçüde, finansal piyasalardaki aşırılıklar kural koyan­ların gerekli kontrolü doğru yapmamasından kaynaklanır. Piyasaya yeni sürülen bazı finansal enstrümanlar ve metotlar yanlış dayanak­lara bağlanmıştı. Bunların sürdürülemez oldukları görülmüştür ve dolayısıyla terk edilmek zorunda kalınmıştır. Ancak diğerleri ya­yılmayı veya risklere karşı önlem alınmasını sağladıkları için elde tutulmalıdırlar. Kural koyucular son yenilikleri daha iyi anlamalı ve tam olarak anlamadıkları uygulamalara izin vermemelidirler. Risk yönetiminin katılımcılara bırakılabileceği fikri doğrudan sapma­dır. Kural koyucu otorite tarafından yönetilmesi gereken sistematik riskler vardır. Bunu yapabilmek için yeterli bilgiye sahip olmalıdır­lar. Yatırım fonları, bağımsız sermaye fonları ve diğer düzenlemeye tabi olmayan kuruluşlar da masraflı ve de külfetli olsa da bu bilgiyi temin etmelidirler. Maliyetler, bir çöküşün maliyetiyle karşılaştırıl­dığında önemini yitirmektedir. Manevi zarar çok büyük bir problemi içermektedir ama çözülebilir. Finansal sistem tehlikeye girdiğinde, otoritenin müdahale etmesinin gerektiğiyle yüzleşmeliyiz. Hoşlarına gitsin gitmesin, kredi veren kuruluşlar bir otorite tarafından korundukları gerçeğini kabul etmelidirler. Dolayısıyla, bunun için bir fiyat ödemelidirler. Otoriteler, genişleme döneminde daha tetik­te olmalı ve kontrol uygulamalıdırlar. Bu, şüphesiz işin kârlılığını sınırlandıracaktır. İşle uğraşan kişiler bundan hoşlanmayacaklar ve aksi için kulis yapacaklardır ancak kredi oluşturmak kurallara bağlanmış bir iş olmak zorundadır. Bir kurumun kurtarılması için işlerin kontrolden çıkmasına izin veren otoriteler sorumlu tutulmalıdır. Son yıllarda, işler kontrolden çıktı. Finansal endüstrinin çok fazla kârlı olmasına ve çok fazla büyümesine izin verildi.
Mevcut olacak krizden alınacak en büyük ders, mali otoritenin sadece para arzı ile değil, aynı zamanda kredi oluşturulması ile de ilgilen­mesi gerektiğidir.
[Açıklama: Monetarizm iktisadi politika uygulamalarında para arzını önemli bir araç olarak gören bir iktisadi öğretidir. Monetaristler'e göre para arzı hiçbir zaman mal ve hizmet arzından fazla olmamalıdır. Monetaristler’in en ünlülerinden biri Chicago Üniversitesi’nde bir akademisyen olan Milton Friedmandır. Friedman’a gore eğer hükümet ekonomiyi serbest bırakır ve Merkez Bankası para arzını kontrol ederse enflasyon azalır, yeni yatırımlar teşvik edilir, ekonomik gelişme sağlanır ve işsizlik önemli ölçüde azaltılır. Başka bir deyişle para arzı bir ekonomide üretim, istihdam ve işsizlik üzerinde doğrudan etkili olup para politikası araçları içinde en etkili olanıdır. Fakat Friedman son zamanlarda Financial Times gazetesine yaptığı açıklamada fikrini değiştirdiğini, para arzının hedef alınmasının başarılı olmayabileceğini söylemiştir.]
Monetarizm sahte bir doktrindir. Para ve kredi bir arada gitmezler. Mali otoriteler sadece ücret enflasyonu ile değil aynı zamanda bertaraf edilen kâr balonlarıyla da ilgilenmelidirler. Varlık fiyatları sadece paranın elde edilebilirliği ile değil, aynı zamanda borç verme niyetine de bağlıdır. Mali otoriteler sadece para arzını değil, aynı zamanda kredi şartlarını da izlemeli ve göz önüne alma­lıdır. Mali otoritelerden kâr fiyatlarını kontrol etmelerini istemenin onlara çok fazla görev yükleyeceği konusuna itiraz edilecektir. Bu itiraz, mali otoritelerin görevi belirli kuralları mekanik olarak uygulamakla sınırlandırılabilirse geçerli olacaktır. Onların işi bundan çok daha karmaşıktır. Onlar, çıkar fonksiyonlarının uygulanmasın­da bütün hileleri kullanarak çok ince bir beklentileri yönetme oyu­nu ile meşguldürler. Bu bir sanattır ve bilime indirgenemez. Alan Greenspan çıkar fonksiyonlarının büyük bir ustasıydı. Maalesef, o yeteneklerini yanlış etkenin hizmetine verdi ve aşırı bir piyasa fundamentalistiydi.
Hem konut balonu, hem de süper balon çok fazla borç kulla­nımı ile karakterize edilebilir. Bu, bilinen riskleri hesaplayan ama yansımayı görmezden gelen sofistike risk yönetimi ile desteklendi. Kural koruyucular hiçbir şey yapmasalar bile borç kullanımı üzerinde yeniden kontrolü oluşturmalıdırlar. Bu tarz kontrolü geçmişte uygularlardı. Hisse senetleri, etrafından dolanacak çok yol olduğu için büyük ölçüde anlamım kaybetmiş olsa da, hâlâ marj zorunluluklarına tabidir. Konut kredisi tahvilleri-teminatları ve diğer sentetik enstrümanlar, tutucu piyasa döneminde çıkarıldıkları için, hiçbir zaman kontrol altına alınmadı. Borcu kontrol etmek finansal endüstrinin hem boyutunu, hem de kârlılığını azaltacaktır ancak bu toplum çıkarlarının getirisidir.
Kredi krizini rahatlatacak özel bir önlem, bir takas odasının kurulması veya kredi temerrüt takası ile değiştirilmesidir. Kırk beş trilyon dolar değerinde kontratlar ödenmemiş olmakla beraber, kontratın tarafları karşı tarafın kendini yeterince koruyup korumadığını bilmemektedir. Temerrüt gerçekleşirse/gerçekleştiğinde, karşı tarafların bazıları yükümlülüklerini yerine getiremeyebilirler. Bu olasılık piyasanın üzerinde Demokles’in Kılıcı gibi sallanmaktadır. Federal Reserve’in Bear Stems’in iflas etmesine izin vermemesinde bu önemli bir rol oynamış olmalıdır. Tüm mevcut gelecek kontratların verilmesi gereken bir takas odası oluşturmak veya sağlam bir sermaye yapısı veya katı marj zorunlulukları ile değiştirmekle çok şey kazanılır.
Konut balonunun patlamasıyla yaratılan karmaşa karşısında ne yapılabilir?
Alışılmış devresel bunalım karşıtı parasal ve mali politikalar gittikleri yere kadar uygun olmakla birlikte, belirtmiş olduğum nedenlerden dolayı yeteri kadar ileriye gidemezler. İç fiyatların çöküşünü zapt etmek ve beraberinde gelen acıyı hafifletmek için ek önlemler gerekir. Bu iki nedenden dolayı, mümkün olan en çok sayıdaki insanın evlerini korumaları istenir. Bu hem alt gelir grubu konut kredileri için, hem de konut kredisinin değeri konutlarının değerini aşan insanlar için geçerlidir. Onlar, bir desteğe ihtiyacı olan konut balonunun kurbanları olarak değerlendirilebilir. Ancak, onlara rahatlama sağlamak, konut kredileri hacizle uygulanabilme özelliği sayesinde değer kazandığı için çok incedir. Birçok ülkede borç alan­lar şahsi olarak sorumlu olmakla beraber, Amerika’da borç veren­lerin genelde haciz haricinde herhangi bir yaptırımı yoktur. Diğer taraftan icra konut fiyatlarını düşürür ve durgunluğu arttırır. Aynı zamanda ilgili bütün taraflar için yüksek maliyetlidir ve olumsuz­luğun dağılımı etkisi ile sonuçlanır. Bu etkenleri dengelemek için ne yapılabilir? Bu, şu ana kadar tartıştığımız konulardan daha detaylı değerlendirdiğimiz ve kendi vakfım olan Açık Toplum Enstitüsü’nü de dâhil ettiğim bir konu. İşte ilk bulgularım.
Ödenmiş olan 7 milyon alt gelir grubu ev kredisinin yaklaşık yüzde 40’ı önümüzdeki iki sene içerisinde temerrüde düşecektir. Opsiyonlu-ayarlanabilir- oranlı konut kredileri ve oran ayarlaması­na maruz kalan diğer konut kredilerinin temerrüdü de yaklaşık aynı büyüklükte ancak daha uzun bir süre içerisinde olacaktır. Bu, konut fiyatlarının üzerindeki indirici baskıyı koruyacaktır. Fiyatlar, hükü­met müdahalesi ile durdurulmadığı sürece, uzun dönem eğilimin altına düşecektir.
Emlak krizi sonucunda oluşan dertler çok büyük olacaktır. Bazı en kötü talan uygulamaları için seçilen hedefin yaşlı vatandaşlar ol­duğuna ve orantısız olarak borçlarında temerrüde düştüğüne dair önemli kanıtlar vardır. Farklı renkteki topluluklar da orantısız olarak etkilenmektedir Amerika’da zenginlik ve imkânların artmasında ev sahibi olmanın anahtar bir etmen olduğu göz önüne alınırsa, özel­likle yukarıya doğru giden rengi farklı olan genç profesyoneller ağır darbe alacaklardır. Onlar “mülkiyet toplumu”na inanıp desteklemiş­ler ve varlıkları ev mülkiyetinde yoğunlaşmıştır. Prince George il­çesi, Maryland en iyi örneği oluşturur. Ülkedeki ağırlıklı siyahların hakim olduğu en zengin ilçe olmakla beraber, Maryland en çok hac­zin gerçekleştiği yerdir. Maryland’e ilişkin veriler Afrika Amerikalı ev sahiplerinin %54’ünün alt gelir grubu ev kredisi kullandıklarını, buna karşılık bu oranın İspanyollar için %47 ve beyazlar için %18 olduğunu göstermektedir.
Haciz, ev kredisi değeri ev değerini aştığı için yeni ev sahip­lerini mülklerini terk etmeye iterek, çevredeki evlerin değerini de düşürür. Sonuç olarak, toplu hacizler tüm bir mahallenin denge­sini bozar ve istihdam, eğitim, sağlık ve çocuk sağlığı gibi diğer sahalara da yansır. Ek politik önlemlerin ana odak noktası haczin önlenmesi olmalıdır. Hükümet yönetiminin halihazırda kanunlaştırdığı girişimler, halk ilişkilerindeki uygulamaların ötesine geçemeyecektir. Tüm sınırlamaları bir kez uyguladığınızda pratikte elinizde hiçbir şey kalmaz.
Hem sistematik hem de kişiselleştirilmiş yaklaşımlara ge­rek vardır. Sistematik müdahale ihtiyacı olarak, Temsilci Bamey Frank’in doğru yolda olduğuna inanıyorum, ancak o da iki partinin ‘ de desteğini alabilmek için yeteri kadar ileri gitmemektedir. Cebri icra hakkını koruyan ve bu hakkı uygulama cesaretini kıran iki öne­ri getirmiştir - eğer onun önerdiği sırada uygulansaydı. Birincisi, iflas kanununu, hakimin konut kredisini tekrar asıl konuta yazma­sını sağlayacak şekilde değiştirecekti. Bu, zorunlu bir düzeltmeyi önlemek için, borç verenlerin üzerinde bu tip konut kredilerini kendi istekleriyle yeniden düzenleme baskısı kuracaktır. Cumhuriyetçile­rin itirazı, bunun borç verenin haklarım etkileyeceği ve dolayısıyla gelecekte konut kredilerini daha pahalı yapacağı idi. Ancak Frank teklifi sadece Ocak 2005 ile Ocak 2007 arasında başlatılan konut kredilerine uygulanabilirdi. Ayrıca, mevcut iflas kanunu zaten ikinci evlerde konut kredisi üzerinde değişikliğe izin vermektedir ve bu da maliyetlerini ciddi bir şekilde etkilememiştir.
--
İpotek endüstrisine göre, borç ödememe ve temerrütle karşı karşıya olan alt gelir grubu ipotek borçlarının değişmesini engel­leyen bir takım yasal ve pratik nedenler vardır. Hizmet verenlere göre, ipoteklerin menkul değere çevrilmesi bireysel borçların takibi­ni zorlaştırmakta ve “havuz ve hizmet sözleşmeleri” kredi şartlarını değiştirmelerini önemli ölçüde sınırlandırmaktadır. Ancak ana engel “tahvil savaşları”dır. Belirli bir kredide farklı dilimlerin çelişkili çı­karları vardır - bir dilimin önceliği anapara iken, diğerininki faiz olabilir. Hizmet verenler, bir dilim kaçınılmaz olarak diğerinden daha derin bir darbe alacağı için ve hizmet verenler her dilime karşı aynı anda sorumlu oldukları için, ipoteklerin yeniden yazılmasına karşı çıkmaktadırlar.
Ancak, havuz ve hizmet anlaşmalarının daha önce kabul edilen­den daha fazla esneklik sağladığına dair artan bir fikir birliği vardır. Menkul kıymetleştirmenin sorunlarına rağmen, Moody’s borçla il­gili değişikliklerin rezerv ve hizmet oranının arttığını ancak 2007’de yeniden düzenlenen kredilerin sadece %3,5’ini oluşturduğunu teyit etmektedir. Borç verenlerin çalışanlarının çalışmalarını sağlamak üzere ek baskı kurmalarına ikna etmek için kredilerin düzeltilmesi­nin yararlarını ölçme ve belgelemeye daha çok dikkat edilmelidir.
Ancak maalesef, kapsamlı reformlarla bile, birçok ev sahibi evinde oturmanın maliyetini karşılayamayacaktır. Yerel yönetimler, ev sahiplerinin önemli bir bölümünün evini kaybedeceği gerçeğini kabul etmek durumunda kalacaklardır ve en ağır borç verme, finan­sal olarak en hassas olan rengi farklı topluluklarda yoğunlaştığı için, yerel hükümetler tam da bu şoku mas etmek için, en az hazırlıklı semtlerde piyasaya atılan büyük emlak envanterlerinin ürkütücü yanıyla karşı karşıyadırlar. Buradaki incelik, bu emlakların boş kal­masına veya ikamet etmeyen kişilerin eline düşmesine izin verme­mek ve evinde oturan ve ona bakan sorumlu kişilere en kısa sürede vermektir.
Yerel topluluklara yardımcı olmak, özel yardımseverler için ve­rimli bir alan olacaktır. Federal ve Eyalet hükümetlerinden gelecek denk fonlar kapsamı ve etkisini büyük ölçüde arttıracaktır. Benim demeğim New York City’de ve Maryland’de yerel girişimlere spon­sor olmaktadır.
New York’ta Belediye, özel yardımseverler borç endüstrisin­den fon alma ile New York City Semtleri Merkezi’ni başlattık. Bu merkez danışmanlık, yasal yardım, borç düzeltmesi, önleyici sos­yal yardım ve eğitim de dâhil olmak üzere haczi önleme avukatlık hizmetini arttıracak ve koordine edecek. Ana misyonu borç alanla­rın evlerinde kalmasını sağlamaktır. Evlerinde kalamayanlar için, o semtin istikrarı sağlamak üzere, emlaklarının sorumlu ev sahip­lerine veya kâr amacı gütmeyen organizasyonlara etkili bir şekil­de transfer edilmesini destekler. Yılda on sekiz bin borçluya kadar yardım etmesini ümit etmekteyiz. New York City Semtleri Merkezi, borçlular, doğrudan hizmet verenler ve kredi endüstrisi arasındaki iletişimi sağlayan dürüst bir komisyoncu olarak çalışacaktır. New York City’nin emlak piyasası mevcut krizle en sert darbeyi almamış olmasına rağmen, New York’ta gerçekleştirilen yerel çözümlerin di­ğer topluluklara da model oluşturmasını umuyoruz.
İpotekte temerrüde düşmüş veya düşmek üzere olan ev sahip­lerine yardımcı olmak üzere Maryland’de çeşitli çabalar gösteril­mektedir. Baltimore Ev Sahipliği Koruma Koalisyonu ve Prince George’s ilçesinde, problemli olan ev sahiplerine yüreklerinden geçen bir yere dönme imkânı sağlamıştır. Sınırlandıran faktör, iyi eğitimli danışmanlardır. Bir kısmı devlet desteği alabilecek çeşitli eğitim programlarını desteklemeyi planlıyoruz.
Başka ne yapılabileceği konusunda çalışmalarımız sürmekte­dir.
Kaynak:
George SOROS, Finansal Piyasalar İçin Yeni Paradigma / The New Paradigm For Financial Markets, İngilizceden çeviren Coşkun Üçüncü, İnkılap, Eylül -2010, İstanbul


[[1]]      Michiyo Nakamoto ve David Wighton, “Fiyatların yükselmesini ümit eden Citigroup, ‘Hâlâ dans ediyor.’ Financial Times, 10 Temmuz 2007.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar