Print Friendly and PDF

YUNAN TANRILARININ VE TANRIÇALARI ÇIKIŞI GERÇEĞİ HAKKINDA



[Hemen bütün toplumların kendi kültürel yaşamlarında tarihin her devrinde süregelen  kutsal inançları ve bu kutsalları çerçevesinde oluşturdukları efsaneleri, destanları var  olagelmiştir. Aynı zamanda, insanların kendi milletlerine aidiyet duygularını pekiştiren kendi milletiyle hep gurur duyduracak masallar, hikâyeler ve kahramanlık destanları da  sözlü ya da yazılı bir  şekilde –her ne kadar değişimlere uğrayarak da olsa- daima  toplumlarda önemli bir yer bulmuştur kendine. “Mitoloji” diye tanımladığımız bütün bu söylencelerde kutsallar ve kutsallar içerisinde de tanrı ya da tanrıların rolü hep en önemli konumda bulunmuştur. mitolojininde sıkı bir bağlantısı  olan “Yunan tanrıları” da baş sırayı almaktadır.
Yunanlılar’ın insanın yaratılışı ile ilgili de birçok mitolojik öyküler uydurdukları da bu  çalışmada görülmüştür. Hesiodos’un insanın yaratılışı konusunda ilginç “soylar  efsanesi” aktarılarak o çağın Yunanlılarının insanın yaratılışına ilişkin bakışlarına bir  ayna tutulmuştur.  Yunan mitolojisinde ilk insanın çamurdan yaratılması ve bunun semavi dinlerdeki  yaratılış hikâyesin ile benzerlik göstermesi; Zeus’un, azıp sapıtan Demir çağı insanlarını  tufanla helak etmesi ve bu olayın Hz. Nuh tufanı ile benzerlik göstermesi; Yunan  eskatoloji (dünyanın sonu)  anlayışında da ölümden sonra hayatın devam edeceği, iyilerin ruhlarının  Elyzyon kırlarına (cennet) gönderileceği ve kötülerin ruhlarının da Tartaros’a  (cehennem) atılacağı inancı ile semavi dinlerin eskatoloji inançlarının benzerlik  göstermesi; Yunan tanrılarının (Zeus başta olmak üzere) birçoğunun yüksek Olympos  dağında oturmaları ve bu olayın Hz. Musa’nın Tur dağında Tanrı ile görüşmesi, Hz.  Muhammed sallallâhü aleyhi ve selleme Nur Dağı’nda peygamberlik verilmesi, Hz. Nuh’un gemisinin  Cudi  Dağı’nda demir alması vb. ile dağlara yüceltici bir anlam vermesi bakımından benzerlik  görülmesi ve yine Zeus’un doğumu ve bir mağarada saklanması efsanesi ile Hz. İbrahim  ve Hz. Musa’nın doğumları ve mağarada saklanmalarını anlatan hikayelerin de benzerlik göstermesi oldukça ilginç ve o kadar bağıntılı bir durum arzeder. Bu benzerlikleri çoğaltmak mümkündür.
 [Hesiodos, Yunan didaktik şiiririnin babası diye anılan ünlü ozan.
M.Ö. 8. yüzyılda (700 yılı) dolaylarında yaşadığı düşünülmektedir. Yoksul bir çiftçinin oğludur. Aiolia'nın Kyme şehrinden, Yunanistan'da Boiotia'nın Askra şehrine göç etmiştir. Efsaneye göre, Helikon yamaçlarında koyun güderken musalar, yani ilham perileri ona şairlik bağışlamışlardır. Nerede öldüğü bilinmez.]

Hesiodos “İşler ve Günler” adlı eserinde insan soylarının geçirdiği evrelerden bahsedelim.  Onun anlatımına göre bugüne kadar beş insan soyu yaşamıştır yeryüzünde. Altıncısı henüz yaşanmamıştır.  
1-Altın Soyu :
Hesiodos’a göre bir kere insan soyunu Olympos’lu tanrılar yaratmıştır. Bu yaratılan ilk ölümlülerin soyu “Altın Soy”dur. O zamanlar göklerin hâkimi Kronos’tur. Henüz, Zeus  doğmamıştır. Yani ilk insan, Titanlar döneminde doğmuş olmaktadır. O dönemde,  insanlar da tanrılar gibi çok rahat, huzurlu, tasasız, acısız ve dertsiz bir hayat sürmekteydiler. Her zaman genç ve güçlü kalıyorlar, hiç ihtiyarlamıyorlardı. Toprak her türlü nimeti zahmetsizce onlara sunuyordu.  İnsanlar ömürlerini yiyip içip eğlenmekle geçiriyor ve sonunda da hiç acı çekmeden uyur gibi ölüyorlardı. Bu ilk insanlar (altın  soy), henüz kadınlar yaratılmadığı ve dolayısıyla evlenip çoğalma olmadığı için  zamanla ölüp toprağa karışırlar ve nesilleri tükenir. Bu arada artık Zeus’un hâkimiyet dönemi başlamıştır. Zeus’un isteğiyle ölen bu altın soylu insanların ruhları, toprağı ve insanı koruyan iyi birer cine dönüşürler.
2-Gümüş Soyu:
 Altın Soy tükenince Olympos tanrıları bir sonraki insan kuşağı olan Gümüş Soyu’nu yaratırlar. Ancak bu soy, boy-bos ve akıl bakımından Altın Soy’dan çok farklıydı.  Bunlar yüz yıl çocuk olarak kalıyorlar, bu süre zarfında analarının dizinin dibinde oynaşıp duruyorlardı. Büyüyüp yetişkin olunca da bin bir türlü çılgınlık ve taşkınlıklar yapıyorlar, saygı nedir bilmiyorlar, hatta tanrılara bile saygı duymuyorlar, tapınaklara da gitmiyorlardı. Halbuki uygar insan böyle olmamalıydı.  Sonunda Zeus bunların yaptıkları saygısızca hareketlere kızar ve hepsini toprağa gömer  (Tartaros’a gönderir). Bunlar da yer altı cinleri olurlar.
3- Tunç Soyu:
 Tanrılar babası Zeus, bunun üzerine üçüncü bir soy daha yaratır. Bu soy, Tunç  Soyu’dur. Bunlar da Gümüş Soyu’na hiç benzemezler. Kaba saba, oldukça güçlüydü bu soy. Yaptıkları tek şey, azıtmak ve saldırıp öldürmekti. Acımasızdılar,  her yana korku salarlardı. Yenilmek nedir bilmezlerdi. Evleri, silahları, aletleri her şeyleri tunçtandı. Bu  soy da kendiliğinden ölüp öbür dünyaya (Hades) gitmiştir.
4-Kahramanlar Soyu:
 Zeus, bir insan kuşağı daha yaratır. Bu soy diğer geçmiş soylardan çok daha doğru, çok  daha bereketli ve çok daha yürekli bir soydur. Bu soy, yarı tanrı kahramanların soyudur.  Hesiodos, bu soya övgüler dizer, kahramanlıklarından söz eder. Bu kahramanların çoğu,  savaşlarda ve kargaşalarda savaşarak ölüp gitmişlerdir. Bu kahramanlardan bazılarına da Zeus, dünyanın bir ucunda, insanlardan uzakta bir yurt ve bir hayat bağışlamıştır.  Şu  anda oralarda mutlu bir hayat sürmektedirler.
5-Demir Soyu:
 Bu soy ise Hesiodos’a göre içinde yaşadığı soydur. Hesiodos, bu soyda dünyaya geldiğine bin pişmandır. “Keşke daha önce ölsem, ya da daha doğmasaydım.” diyerek  bu üzüntüsünü belirtir. Çünkü bu soyun insanları gündüzleri çalışıp didinirler, geceleri de tanrıların yolladığı türlü dertlerle kıvranır dururlar. Yaşamlarında sevincin yeri çok  azdır. Hesiodos’un inancına göre bir gün Tanrı Zeusbu soyu (Demir Soyu) da yok  ediverecektir.
6-Ak Saçlılar Soyu: [3]
 Hesiodos’a göre bu soy henüz gelmemiştir. Demir Soyu sona erince bu soy gelecektir.  O zaman baba evladına, evlat babasına benzemeyecektir. Kadir kıymet bilme, sevgi,  saygı ortadan kalkacak, evlat babasını hor görecek, kardeş kardeşini, dost dostunu bu günkü gibi sevmeyecek, tanrı sevgisinden de yoksun olacaklardır.  İyiliğin, doğruluğun,  yeminin değeri kalmayacaktır. Sadece kötüler ve azgınlar saygı görecek, hak, hak sahibinin değil, güçlünün olacak, acıma duygusu ortadan kalkacaktır, iyiler kötülerin saldırılarına maruz kalacaktır. Yapılan bütün bu kötülüklere karşı çare bulunmaz olacaktır.][1]
Bütün bu benzerlikler birer tesadüf müdür, yoksa birbirlerinden mi etkilenmişlerdir?
Eğer  etkilenmişlerse hangisi hangisinden ne oranda etkilenmiştir..?
gibi soruların cevaplanabilmesi için bu konularda çok daha derin çalışmaların yapılması gerektiği düşünülmektedir.
Canan ÖZKAN’ın konu üzerinde bir çalışmasında şu sonuçlara varmıştır.
[Yunan tanrılarının ve tanrıçalarının sıfatları ile Allah Teâlâ’nın sıfatları arasında bir takım benzerliklerin ve farklılıkların olduğu görülmüştür. Allah Teâlâ’nın bir takım sıfatlarının, bu tanrılarda ve tanrıçalarda benzer karşılıklarının bulunduğu ve Allah Teâlâ’nın bazı sıfatlarının da bu tanrıların ve tanrıçaların sıfatlarıyla örtüşmediği ayırımına varılmıştır. Yunan mitolojisinde, tanrıların ve tanrıçaların sıfatlarında ve onlara atfedilen mitolojik anlatılarda, bu tanrıların ve tanrıçaların belli bir süreçte, toplumun ve tabiatın ihtiyaçlarına göre, Zeus ya da insanlar tarafından çok çeşitli sıfatlarla donatılıp,  somutlaştırıldıkları ve bu çeşitliliğin antropomorfik ve zoomorfik yönünün oldukça  baskın olduğu ifade edilebilir.  Bu durumun en önemli nedeni ise şüphesiz, o dönemdeki insanların soyut kavramları algılamada bir takım güçlükler yaşamaları ve bu sebeple tanrılarına ve tanrıçalarına, insanlarda bulunan bazı somut özellikleri yükleyerek, onları kendi içlerinden biri yapma çabaları ile böylece onları daha iyi anlamak istemeleridir.
Özetle, mitolojik dönemdeki Yunan halkı, aslında tanrılarını ve tanrıçalarını kendi dünyalarına ve algılarına indirgeyerek onlardan korkmamayı ve onları daha iyi anlamayı amaçlamışlardır  denilebilir. 
İslam’daki Allah inancı ise insanların soyut algılarına daha çok hitap etmektedir. Bu bağlamda,  İslam’da Allah Teâlâ’nın haberi sıfatlarında kısmi bir antropomorfizm görülse de,  daha ağırlıklı olarak aşkın ve soyut bir tanrı algısı hâkimdir.  Mitolojik tanrıların her bir sıfatı, kendilerinden bağımsız tanrılar olarak algılanmıştır.  Yani insanların ihtiyaçlarına binaen, yine insanlar tarafından oluşturulan bu sıfatlar,  tanrılardan ve tanrıçalardan dışadönük bir şekilde zuhur ederek, başka tanrıları ve tanrıçaları oluşturmuştur. Ancak İslam’da Allah Teâlâ’nın sıfatları yine Allah Teâlâ’nın kendisine dönük olarak meydana gelmiş ve inananlar tarafından sadece Allah Teâlâ’ya has özellikler  olarak algılanmış olup, bu sıfatlar Kur’ân-ı Kerim’in indiriliş sürecinde ve çeşitli olaylar  sonucunda Allah tarafından, kendisinin varlığı ile soyut bir  şekilde birleştirilip,  insanlara ayetler ve hadisler aracılığı ile bildirilmiştir.  Dolayısıyla bu çalışmanın sonucunda, neredeyse Allah Teâlâ’nın her bir sıfatının bir Yunan  tanrısına ya da tanrıçasına denk geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Çünkü Yunan  mitolojisinde tanrıların ve tanrıçaların sıfatlarının her biri, ayrı ayrı tanrılar ve tanrıçalar  suretinde meydana gelmişken, Allah Teâlâ’nın sahip olduğu benzer ya da farklı sıfatlar ise,  Allah Teâlâ’nın kendi varlığının içinde ve O’ndan ayrı olarak düşünülemeyen sıfatlar olarak,  Allah tarafından kendi Zat’ına atfedilmiştir. Tam da bu noktada aslında insanoğlunun zaman içerisinde, zihinsel anlamda tekâmülüyle birlikte din ve inanç anlayışında aşamalı olarak meydana gelen daha soyut ve monoteist  bir “Tanrı” algısı daha iyi  anlaşılmaktadır. 
Bu çalışmanın amacı, din ve mitoloji kavramlarını veya diniya da mitolojik unsurları birbirlerinden tamamen ayırmak ya da onları tamamen birleştirmek değildi. Önemli olan, bu unsurlar arasındaki bazı farklılıklara ve benzerliklere değinebilmekti. Bu bağlamda, çalışmadan elde edilen sonuca göre, dinlerin ve mitolojilerin ne  birbirlerinden tamamen farklı ne de birbirlerine tamamen benzer oldukları kanısına  varılmıştır. Yani dinler ve mitolojiler tarih boyunca birbirlerinden mutlaka etkilenmiş ve  birbirleriyle alışveriş halinde bulunmuşlardır. Dolayısıyla, “ilk din nüveleri” olarak  yorumlanan mitolojik unsurlar ile dinler arasında birçok benzer ya da farklı yönler  mevcuttur.  Son olarak, bu çalışmanın bu alanda yapılacak olan başka araştırmalara bir ışık tutması  ümit edilmekte ve ülkemizde özellikle, “mitoloji ve din” hakkında çok daha fazla  mukayeseli çalışmanın yapılması önemli görülmektedir.] [2]
İnsan tarihinde her bilginin temel kaynağı var olduğunu bildiğimize göre, bazı bilgiler hakikat içinden çıksa da bazı dönemlerde anlayış ve tevil veya eksik bilgi yüzünden tahrifata uğramıştır. Bu tahrifat hakikati gölgelemiştir. Bir dönem sonra tekrar açığa çıksa da başka bir çehre almıştır. Şimdi tanrılar ve tanrıçalar konumuza gelecek olursak; Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Kerim’in Cin Suresinde buyurduğu üzere konuya bir bakış eklemek gerekir. Bu ise melekler, cinler ve insanlar arasındaki yakın ilişki. Bu durum bahse konu suredeki 4,5 ve 6. ayetlerinde bir dönem insanların cinler ile olan yakın ilişkisini açığa vurmaktadır. Ancak 9. Ayette ise, İslâm’ın gelişinden sonra çok şeyinde değiştiği haber verilmektedir. 

1. (Resûlüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik .
2. Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.
3. Hakikat şu ki, Rabbimizin şânı çok yücedir. O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.
4. Doğrusu bizim beyinsiz olanımız (iblis veya azgın cinler), Allah hakkında pek aşırı yalanlar uyduruyormuş.
5. Halbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler, sanmıştık.
6. Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların taşkınlıklarını arttırırlardı.
7. Onlar da sizin sandığınız gibi, Allah Teâlâ’nın hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı.
8. Doğrusu biz (cinler), göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev huzmeleriyle doldurulmuş bulduk.
9. Halbuki, (daha önce) biz onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) oturuyorduk; fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev huzmesi buluyor.
10. Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murat edildi, yoksa Rableri onlara bir hayır mı diledi?
11. Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda olmak üzere- türlü türlü yollar tutmuştuk.
12. (Artık) şu gerçeği şüphesiz anladık ki, biz yeryüzünde bulunsak da Allah Teâlâ’yı âciz bırakamayacağız, başka yere kaçmakla da elinden kurtulamayacağız.

[1] Yusuf ASARKAYA, Hesiodos’a Göre Yunan Tanrıları Ve Sıfatları,  T.C. Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Felsefe ve Din Bilimleri Ana Bilim Dalı Dinler Tarihi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi  Nisan 2010  Kayseri
[2]Canan ÖZKAN,  Yunan Tanrılarının Ve Tanrıçalarının  Sıfatları İle Allah Teâlâ’nın Sıfatlarının  Karşılaştırılması, T.C.  Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü  Felsefe Ve Din Bilimleri Anabilim Dalı  Dinler Tarihi Bilim Dalı  Danışman  Prof. Dr. Mustafa ÜNAL  Yüksek Lisans Tezi  KAYSERİ–2013
[3] Ak Saçlılar  terimi “Kurtlar Vadisi” Dizisinde ele alınmaktadır.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar