FUSÛSU'L-HİKEM'DE SAYILAR
Yazan:
Abdülbâkî MİFTÂH Çeviren: Dilâver GÜRER
1. Fusûsu'l-hikem'in başlığı ve
mukaddimesi hakkında bâzı mülâzalar
Hikem,
hikmet kelimesinin çoğuludur. Hikmet ise, Şeyh'in Fass-ı Îsevî'de belirttiği
gibi, "bir şeyi yerli yerine koymaktır; o şeyi, hakîkatinin ve sıfatlarının
talep ettiği ve gerektirdiği yerden başka bir yere koymak uygun düşmez."
Dolayısıyla varlıktaki her bir mertebe, ilâhî hikmete uygun olan makâmına
yerleştirilmiştir. Şeyh, Fütûhât-ı Mekkiyye'nin 198. bâbını/bölümünü nefes-i
rahmânî ile zâhir olan varlığın mertebelerini açıklamaya ayırmıştır ki, bunlar
harflerin sayısına uygun olarak 28 mertebedir. Çünkü insan, Rahmân'ın sûreti
üzere yaratılmıştır. Harflerin kendisi sâyesinde boğazda ortaya çıktığı insan
nefesi, nefes-i rahmânînin sûreti üzeredir. Bundan dolayıdır ki, her bir bâbda
bir hikmeti ihtivâ eden Fusûs 27 bâba ayrılmıştır. Onun her bir bâbı bu 28
mertebeye uygun bir şekildedir. Bu da Fütûhât'ın 198. bâbında 11. fasıl ile 37.
fasıl arasında açıklanmış olan tertibe uygundur. 38. Fasılda yer alan son
mertebenin ismi ise "Refîu'd-deracâti zü'l-arş (dereceleri yükselten ve
Arş'ın sâhibi)" olup, bu bâb için Fusûs'ta müstakim bir bölüm yer
almamaktadır. Fakat Fûsûs'un tamâmı bu bâb içindir. Çünkü bu mertebenin
aynî/zâhirî ve müstakil bir varlığı yoktur. Bu mertebe, her hangi bir (maddî)
yaratmaya karşılık gelmeyip, mertebelerin tayîninden ibârettir. Onun için 28.
ve son mertebedir. Hikmetlerin hepsinin
Bu
makâle yazarın Mefâtîhu Fusûst'l-Hikem (Merâkeş-1997) adlı kitabının 19-33.
sayfaları arasında yer alan birinci kısmın tercümesidir.
Prof.
Dr., Selçuk Ü. İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Ana Bilim Dalı.
hikmeti
ona âittir. Bu bütün hikmetleri câmi olan mertebenin fassı, Fusûsu'l- Hikem'in
sâhibi, insan-ı kâmilin tam bir mazharı ve muhammedî velîlerin hâtemi olan
zâttır. Bu mertebenin hikmetini, hâtem kelimesinin de bir gereği olarak,
"(zât-ı) hüviyyetin vüs'ati" başlığı altında toplamak mümkündür. Yâni
onun ism-i ilâhîsi "O Vâsi'dir"dir. Çünkü "O" şeyhin
Futûhât'ın 382. bâbında da zikrettiği üzere, ilâhî isimlerin sonuncusu olup,
hâtem-i evliyâ makâmına münâsiptir. Vâsi' ismi ise bütün mertebeleri câmi
olmayı ifâde eder. Bu sebeple şeyh, Fûsûs'un hemen başlarında "sizi
kuşatan işte bu rahmettir, o halde siz de Vâsi' ismiyle sıfatlanın" demek
sûretiyle bu duruma işâret ettiği gibi, 27 bâbın sonunda da kitabını bu isim
ile sona erdirmiştir.
Bu
mertebe hakkında şeyh şöyle söylemektedir (Fütûhât, fasl 38, bâb 198):
"Bil
ki, aslında bütün mertebeler ilâhî olup, hükümleri kevnde/mahlûkatta zuhur
etmiştir. İlâhî mertebelerin en yücesi ise insan-ı kâmilde zuhur etmiştir..."
Her
kelimeye uygun düşen hikmet, şeyhin Kelime-i Âdemiyye bâbının sonunda söylediği
şu sözlerdir: Mâdemki varlığın her bir mertebesi için belirli bir hikmet söz
konusudur, o halde her bir hikmetin fassı/özü o hikmetin kalbi, kutbu/direği ve
onun bu varlık mertebesindeki merkezidir. Bu merkezin rûhu ise insan-ı kâmil
mazharlarından bir mazhardır ki, o da bir peygamberin ismi ile ifâde
edilmiştir. Şeyh, her kelimeyi bir peygambere nispet etmiştir. Zîrâ varlık
mertebelerinin birbirinin devâmı olan halkaları, ilâhî emirle gaybın gaybından
kendi şehâdet menzillerinin en yücesine nâzil olan nefes-i rahmânînin
aynısıdır. Bu tenezzülün/inişin rûhu, insan-ı kâmilin hakîkatidir ki, onun
mazharları da gayb Mescid-i Harâm'ından, çamurdan yaratılmış olan beşer kulun
kalbindeki Mescid-i Akdes'in derecelerinin (Mescid-i) Aksâ'sına yürütülmüş ve
orada gizlenmiştir. Bu tenezzülün insanoğlunun yeryüzündeki târihinde de bir
benzeri vardır. Bu da peygamberler ve kâmiller halkalarının zaman içerisinde
birbirini arkasından gelmesidir. Yâni varlığın her bir mertebesinin, insanlık
târihinde zaman ve oluşum açısından bir izdüşümü vardır.
İşte
her hangi bir mertebenin târihsel açıdan oluşumu, o zaman diliminde gönderilmiş
olan peygamber veyâ fetret dönemlerindeki kutuplardır. Onlar, Allâh'ın o zaman
dilimi içerisindeki en yüce kelimeleridir (logos). İşte bundan dolayı şeyh,
kelime-i Âdemiyye'nin sonunda bu husus hakkında şöyle demiştir: "Onun
âlemdeki yeri, yüzük kaşının yüzükteki yeri gibidir."
Bu
yüce kelimelerden her birinin bir mânâsı vardır. Bu mânâ ilâhî bir isimden
ibârettir. Şeyh, her kelimenin hikmetini, o kelimenin nebîsi ve bu kâmil
nebînin merkezi olduğu varlık mertebesi ile birlikte, o kelimeye münâsip ve o
kelimeye mahsus olan esmâ-i hüsnâdan bir isme nispet etmiştir.
Kısaca,
Hak Teâlâ'nın yaratma ile ilgili 28 tecellîsi vardır. Her bir tecellî için bir
ilâhî isim, bir varlık mertebesi ve bu isim ile bu mertebe arasında berzah (ara
bölge) olan insan-ı kâmile âit bir mazhar söz konusudur. Aynı şekilde insan-ı
kâmil için Kur'ân-ı Kerîm'de mevkîler de söz konusudur. Başka bir deyişle,
ilâhî tecellîler, Kur'an âyetleri, varlık mertebeleri ve insanı kâmilin
mazharları yâni hakîkat-i insâniyyenin mazharları arasında esastan alâkalar
vardır. Bu yüzdendir ki şeyh, Kitâbü'l-Abâdile'de her peygamberi veyâ her
kâmili "Abdullah (Allâh'ın kulu)" ismine nispet etmiştir. Bu isim ise
insan için tek ve en mükemmel isimdir. Öbür taraftan şeyh, her peygamberi
kendisine has belli bir ilâhî isme de nispet etmekte ve ardından, bu peygambere
veyâ onun rabbânî ismine münâsip düşen bâzı âyetlere işâret etmektedir.
Dolayısıyla Kitâbü'l-Abâdile bir açıdan Fusûsu'l-Hikem'in bir devâmı veyâ onun
içerdiği hakîkatlerin bir başka şekli olarak da kabul edilebilir.
2. Fusûs ile ilgili bâzı sayısal
semboller
"Hikmet"
kelimesinin harflerinin cezm-i sağîr ile toplamı 19'dur (5+4+2+8=19). Bu rakam
"nefes" kelimesinin toplamına (6+8+5=19) eşit olduğu gibi, aynı
zamanda ilâhî teşbîh, Kur'an menzilleri ve merâtib-i kevniyye makamlarındaki ve
insânî ve rûhânî tasarruf âlemindeki mertebelerin tamâmına, dünyâ, cennet ve
cehennem bekçilerinin adedine eşittir. Bütün bunlarla birlikte Besmele
harflerinin sayısı da 19'dur. Şeyh, bu konuyu Fütûhât'ın 22. bâbında ve
Menzilü'l-Menâzil adlı kitabında açıklamıştır.
Cezm-i
kebîr ile "hikmet" kelimesinin toplamı ise 73'e (5+40+20+8=73) denk
gelir ki, bu da Besmele harflerinin cezm-i sağîr ile toplamıdır. 73 rakamı aynı
zamanda, hem insanlık âleminin inançlarının toplamını sembolize eden Müslüman
fırkaların, hem de Fütûhât'ın birinci faslının bablarının sayısına eşittir.
"El-Hikem"
lafzının toplamı, esmâ-i hüsnânın sayısına eşit olarak 99'dur. Şeyh, Fusûs'un
başlarında "Hikemi (hikmetleri) indiren Allâh'a hamd olsun" şeklinde
söylemektedir. Bununla, Hakk'ın insan-ı kâmilin kevnî ve beşerî mazharlarından
olan tam kelimelerin kalpleri üzerine esmâ-i hüsnâsı tecellî ettiğine işâret
etmektedir.
Kitabın
başlığı (Fusûs el-Hikem = 266+99) 365 sayısına denk gelir ki, bu sayı bir güneş
yılının günlerinin sayısına, başka bir deyişle, şeyhin Kadr Sûresi'nin
menziline mahsus olan Fütûhât'ın 287. bâbında zikrettiği tecellî-yi küllî
içerisinde yer alan tecellî-yi cüz'iyyelerin sayısına eşittir. Fusûsu'l- Hikem,
merâtib-i vücûd şeklinde ve insanlık târihi boyunca zuhur etmiş olan insan-ı
kâmilin mazharlarıdır. Onun 365 sayısına denk gelmesi, bu mazhar- ların, 99
rakamıyla işâret edilen ve "O her an bir iştedir" (Rahmân, 55/29)
yönünden, bir yıllık zaman dairesi içerisinde mütecellî olan esmâ-i hüsnânın
aynısı olduğunu ifâde eder. Şeyh, Fütûhât'ın 15. bâbında nefesü'r-Rahmân
ricâlinin kutbunun Müdâvi'l-külûm (yaraları tedâvi eden) olduğunu söyler ki, bu
isim İdris (a.s.)'ı sembolize eder. Onun halîfesinin ismi ise el- Müsteslim'dir
ki, 36 500 ilim öğrendikten sonra vefat etmiştir. Onun öğrendiği en özel ilim
ise "zaman ilmi"dir. 36 500 rakamı yüz senenin gününe eşittir. Bir
güne bir asırlık ilim tekâbül etmektedir.
Fusûsu'l-Hikem'in
cezm-i sağîr ile toplamı (18+32) 50'dir. Bu da Fütûhât'ın 198. bâbının
fasıllarının sayısına eşittir. Şeyh bu bâbı en-nefes er- rahmânî'ye tahsis
etmiştir ve bu terkîbin rakamlarının toplamı da (27+23) 50'ye eşittir. 50'yi
oluşturan rakamlardan 27, aynı zamanda Fusûs'un bablarının sayısıdır. Yine,
"en-nefes" kelimesi şeddeli olarak dikkate alınırsa toplamı 28 eder
ki, bu da (Arapça) harflerin ve merâtib-i vücûdun sayısına eşit olur. 51
rakamı, iki ilâhî ismin, ez-Zâhir ve el-Bâtın isimlerinin maşrikî cezm-i sağîr
ile toplamına (21+30) eşittir.
"En-Nefes
er-Rahmânî" terkibinin mağribî cezm-i kebîr hesâbıyla top- lamı1000
sayısına eşittir. Bu sayı ise, harflerin son rakamı ve muayyen olmayan kesrete
işâret eden sayıların en sonuncusudur. Yâni o, sonsuz tecellî sûretlerine
işâret ettiği gibi, aynı zamanda "en-nefes"in en son noktasına da
işâret etmektedir. Şeyh, Fütûhât'ın 198. bâbında 1000 rakamı ile nefes-i
rahmânî arasındaki alâkayı açıklama sadedinde şöyle demektedir: "Bu bâbda
keşfen müşâhede ettiğimiz âlemin sonunda 1000 âlem vardır ki, bundan daha
fazlası yoktur."
3. Nefesü'r-rahmân ile
Kur'an'da ismi zikredilen peygamberler arasındaki sayısal alâka
Aşağıda
detaylı bir şekilde de görüleceği üzere, "nefesü'r-Rahmân" terkîbinin
toplamı (330+190) 520 eder ki, bu sayı Kur'an'da zikredilen nebî, resul ve
kümmellerin (kâmil insanların) isimlerinin zikredilme sayısına eşittir:
Hz.
Mûsâ: 136 (defâ), Hz. İbrâhim: 69, Hz. Nûh: 43, Hz. Yûsuf: 27, Hz. Lût: 27, Hz.
Îsâ: 25, Hz. Âdem: 25, Hz. Hârun: 20, Hz. İshak: 17, Hz. Süleyman: 17, Hz.
Ya'kub: 16, Hz. Dâvud: 16, Hz. İsmâil: 12, Hz. Şuayb: 11, Hz. Sâlih: 9, Hz.
Hûd: 7, Hz. Zekeriyâ: 7, Hz. Yahyâ: 5, Hz. Muhammed-Ahmed: 5, Hz. Eyyûb: 4, Hz.
Yûnus: 4, Hz. Elyesa: 2, Hz. İlyas: 2, Hz. İdris: 2, Hz. Zülkifl: 2, Âl-i Yâsîn
(Yâsin Sûresi'nde geçen kavim): 1, bu kavme gönderilen peygamber sayısı: 3.
"Ey Muhammedi Onlara, o memleket halkını örnek ver. Hani oraya elçiler
gelmişti. Hani biz onlara iki elçi göndermiştik de onları yalancı saymışlardı. Biz
de onlara üçüncü bir elçi ile destek vermiştik. (Yâsîn, 36/13-14)." Bu
âyetteki peygamberlerin isimlerinin Sâdık, Masdûk ve Şolom olduğu söylenir. Hz.
Lokman: 2, Hz. Üzeyir: 1, Hz. Zülkarneyn: 1, Hz. Tâhâ: 1, Yâsîn: 1.
Bütün
bunların toplamı 520 sayısına tekâbül etmektedir. Ancak, eğer Tâhâ ve Yâsîn'e
îtibar edilmeyecek olursa bunların yerine, Hz. Mûsâ ile birlikte Kehf
Sûresi'nde kıssası zikredilen Hızır (a.s.)'ı dâhil edebiliriz. Bu durumda da
rakam 519 olacaktır. Bu da Rahmân kelimesindeki mim ile nun arasındaki elif
yazılmadığı zaman nefesü'r-Rahmân'ın karşılığı olur. Çünkü buradaki elif
yazılmaz. Hızır'ı hesaba katmayacak olursak, -zîrâ ismi sarih olarak
zikredilmemiştir-, rakam 518 olacaktır ki, bu rakam da aşağıdaki toplamda
görüleceği üzere peygamberliği ifâde eden kelimelerin Kur'an'da tekekkür ettiği
sayıya denk gelmektedir:
Resûl:
368, nebî: 75, nezîr (uyarıcı): 18, beşîr (müjdeleyici): 57 = 518.
Şeyh,
Fütûhât'ın 73. bâbında, sayıları her zaman sâbit ve peygamberlerin vârisleri
olan evliyâya, onların tamâmının âlem-i enfâs (nefesler âlemi) diye
isimlendirilmeleri cihetiyle nefes-i Rahmân ile alâkalarına işâret etmektedir.
Bu babdan, evliyâların tabakaları, adetleri, makamları ve halleri ile nefes-i
Rahmân ve nefes-i insan arasında aslî bağlar olduğunu anlıyoruz. İlyâsîn'in
Sâffât Sûresi'nde (130. âyet) zikredilen İlyâs olması sebebiyle şeyh,
Fusûs'taki 25 peygamber arasında, isimleri Kur'an'da ikişer defâ geçmiş olan
Elyesa ve Zülkifl'i zikretmemiştir. Buna karşılık, onların yerine, Fütûhât'ın
15. bâbında belirttiği üzere nefes-i Rahmân ricâlinin kutbu olan ve Kur'an'da
ismi iki kere zikredilen Lokmân-ı Hekîm'i ve isimleri Kur'an'da zikredilmeyen
Şîs (Şit) b. Âdem ile Hâlid b. Sinân'ı koymuştur. Biraz ileride de görüleceği
üzere, bunun sebebi, peygamberlerin nefes-i Rahmân mertebelerinden ikinci
mertebeye nispet edilmesidir ki, bu aynı zamanda Levh-i Mahfûz mertebesi ve Şît
(a.s)'dır. Çünkü birinci mertebe, "mesel-i a'lâ"ya ve ilk insan olan
Âdem (a.s.)'a münâsip olarak Kalem-i A'lâ veyâ İlk Akıl'dır. Levh nasıl ki
Kalem'den (sonra) gönderilmiş ise, aynı şekilde Şit de Âdem'den (sonra)
gönderilmiştir. Levh'a ve Şit'e müteveccih olan ism-i ilâhî el-Bâis'tir. Şeyh,
peygamberleri cinlere mahsus olan 26. mertebeye de nispet etmiştir ki, bu mertebenin
sâhibi ise ne Elyesa'dır, ne de Zülkifl'dir; bilakis Fass-ı Hâlidî'de geçtiği
üzere, berzahî bir peygamberliğe sâhip olan Hâlid b. Sinan'dır. Şeyh, cinleri
genellikle berzahî ruhlar şeklinde isimlendirir. Onların üzerinde ateş unsuru
daha fazladır. Hâlid b. Sinân'ın, Abs memleketinde ortaya çıkan büyük bir
yangını söndürmesine dâir bir kıssası vardır. Lokman (a.s)'ın durumu da bu
şekildedir. Onun makâmının çocuklara mahsus olan 23. mertebe olması en
uygunudur. Bu durum onun oğluna söylediği şu nasîhatten anlaşılmaktadır:
"Oğulcuğum! Hardal tânesi kadar bir şey olsa ve o şey bir kaya içinde,
göklerde ya da yerin içinde bile olsa, Allah onu çıkarır getirir."
(Lokman, 31/16) Yâni çocukları yaratmaya müteveccih olan ilâhî isim, Lokman
mertebesi üzerinde hâkim olan Rezzâk'tır. Hz. Lokman'ı hikmet ve Kur'ân-ı
Kerîm'de zikr-i cemîl ile yâdedilmekle rızıklandıran bu isimdir.
4. 28 Sayısının bâzı sırları
Buraya
kadar anlatılanlardan, Fusûs'un bablarının tertîbinin, şeyhin Fütûhât'ın 198.
bâbında da açıkladığı üzere, merâtib-i vücûdu yaratmaya müteveccih olan ilâhî
isimlerin tertîbine tâbi olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu ilâhî isimlerin sayısı
ise kendisine has olan bir sır sebebiyle 28'dir. Aşağıda bu sırrın bir tarafını
ele alacağız. (Allah en doğrusunu bilir.)
a) Sıfat isimleri Cenâb-ı Hak ile halk
arasındaki bir nispete delâlet eder. Bu isimlerin her biri Zât mertebesi ile
ef'âl/fiiller mertebesi arasında orta bir mertebeye sâhiptir. İlk tek basamaklı
sayılar yâni âhâd mertebesindeki ilk dokuz sayı Zât mertebesine âittir. Ef'âl
mertebesi ise, sonu 1000 olan 100'ler mertebesidir. İkisinin arasında, esmâ
hazretine/makâmına uygun olarak onlar mertebesi vardır. Bundan dolayıdır ki,
merâtibi yaratmaya müteveccih isimlerin onlar mertebesinde yer alan sayıları
mevcuttur.
b) 28 sayısı ilk on onluk gruptan üçüncü
grupta yer alır. Şeyhin Fütûhât'ın pek çok yerinde ve bilhassa Fusûs'ta Fass-ı
Sâlihiyye ile Muhammediyye'de açıkladığı üzere üç sayısının îcad/yaratma ile
bağlantısı vardır.
c) Bu sayı üçüncü onlukta 8. derecede yer
alır. Çünkü, Futûhât'ın 15. bâbında da açıklandığı üzere merâtibin geri kalan
kısmı sekiz arşı taşıyanlara (hamele-i arş-i semâniye) râcidir. Öbür taraftan
ana isimler yedidir ve ilk sayı da Zât'a âittir. Bunların toplamı sekiz eder.
Aslında bu yirmisekiz arşın mevkii, melekûtî ve en yüce emr âlemi ile onun
altında yer alan halk âlemi arasında bir berzahtır. Bu tıpkı birler
basamağındaki sayılar ile yüzler basamağındaki sayılar arasında yer alan onlar
basamağındaki sayılara benzer. Yine o, üçüncü mertebeye sâhiptir. Birinci
mertebe Kalem-i A'lâ ve ikinci mertebe ise Levh-i Mahfûz'a âittir. Onunla Levh
arasında kalan diğer dört mertebe ise; tabiat, hebâ (toz), cisim ve şekildir.
Bunların aynî (şehâdet âleminde) bir varlıkları yoktur, sâdece îtibâri bir
hükümleri vardır. İşte felek dairesi merâtib-i vücûd ve onun arşî makâmı
gereğince 28 kısma bu asıldan ayrılır.
d) 28 sayısının harfleri kâf ve hâ'dır
(8+20). Kâf, Kâfî (toplamı 111 eder) isminin ve Hâ ise Hay (toplamı 18 eder )
isminin sembolüdür. Bunların toplamı Cenâb-ı Hakk'ın Latîf (toplamı 129 eder)
isminin harflerinin sayısal değerlerinin toplamına eşittir. Her iki harfin
kendi harflerinin toplamı da (^ır-*ı^) (101+10=111) Kâfî isminin toplam
değerine eşittir. Yâni bu 28 sayısının her bir yönü merâtib-i vücûd için kâfî
ve lâzımdır. Üstelik, 111 sayısı kutupluğun sembolüdür zîrâ kutup kelimesinin
harflerinin sayısal değeri 111'dir.
e) 6 sayısı tek basamaklı sayılarda nasıl ki
yegâne tam sayı ise, 28 sayısı da aynen o şekilde onlar basamağında yegâne tam
sayıdır. Yine, 496 sayısı yüzler basamağındaki ve 8128 sayısı da binler
basamağındaki tam sayı-lardır. Tam sayı demek, kendisini oluşturan sayılara
bölünebilen sayı demektir. Meselâ 28 rakamı 1+2+4+7+14=28'dir. Bu rakam aynı
zamanda, cezm-i sağîr ile "kemâl" kelimesinin (toplamı 14 eder) iki
katına eşittir. Zâhir isminden yansıyan ayın nûrunun/ışığının en fazla olduğu
gün onun ilk 14. günüdür. İkinci 14. günü ise Bâtın isminin gereği olarak ışığının
en az olduğu gündür. Fusûs'ta isimlerine bab ayırdığı Kur'an'da ismi geçen
peygamber ve kümmellerin isimlerinin anahtarları 14 harftir. Yâni onların
isimlerinin 14 harfi şunlardır: Elif, nûn, yâ, he, sad, şın, dâl, ze, mim, hı,
zel, lam, ayın, sin. Mukatta sûrelerinin başlangıcındaki harflerin sayısı da
14'tür. Arap harflerinden 14'ü kamerî olduğu gibi 14'ü de şemsîdir.
f) 28 rakamı ilk 7 rakamın toplamına
denktir. 7 ise meşhur olduğu üzere kemal sayısıdır. 28, kemâlin hakîkatlerinin
ayrıntılarının toplamından ibârettir. Merâtib-i vücûdun, feleklerin
menzillerinin ve harflerin bu sa-
yıya
hasredilmesi işte bundan dolayıdır. 7 sayısının kalbi 4'tür ki, kendisinden hem
önce hem de sonra üç rakam vardır. 28 sayısı 4 ile 7 sayılarının çarpımının
sonucudur. 7 rakamı mâlum olan ilâhî ana isimlere ve 4 de dört ilâhî rükne
işâret eder. Bu dört rükün/isim şunlardır: El- Evvel, el-Âhir, ez-Zâhir,
el-Bâtın. Bu yedi ismin bu dört rükne sereyân/nüfûz etmesiyle birlikte 28
hakîkat meydâna gelir. Bu 28 hakîkat ise, her bir hakîkate karşılık bir mertebe
olmak üzere, âlemin merâtibinin îcâdına müteveccihtir. Âlemin merâtibi işte
bundan dolayı bu iki sayı üzerine binâ edilmiştir. Şiirde, ilimlerde,
mekanlarda, zamanlarda, tabiatte, rükünlerde, unsurlarda ve insanda dörtlü ve
yedili birçok husus vardır. Bu sayının insanda bâtın ve zâhir olmak üzere çeşitli
mevkîleri sözkonusudur. Meselâ insanın omurgasını oluşturan kemiklerin sayısı
yirmi sekizdir. Bunlardan 14'ü üst tarafa, 14'ü alt tarafa âittir. Öbür
taraftan, karada veyâ denizde yaşayan ve omurga kemiğinin sayısı 14 olan nice
hayvan ve haşere vardır. Yine, insanın kaburga kemiklerinin ve her iki elinin
mafsallarının sayısı 14'tür. Alt ve üst çene-sinde 14'er diş bulunur. Şeyh,
Fütûhât'ın çeşitli yerlerinde bu tür mânâlara işâret etmektedir. Kadir
Gecesi'nden bahsettiği 71. bâbda şöyle söylemektedir:
"Hakîkat
îtibâriyle orada şehr/ay kâmil kuldur. Allah'ın nur (aydınlatma vâsıtası)
yaptığı ay yürüdüğü zaman, ayın herhangi bir vasfının değil de kendisinin
maksat olması için, ona kendi isimlerinden bir isim verir. Hakk'ın
mazharlarından bir mazhar olması açısından ay, onun en-Nûr ismindedir. 28 (gün)
ile sınırlı olan menzilinde seyreder. Bu sayı tamam-landığında bir ay (şehr)
diye isimlendirilir. Çünkü seyrini tamamlamış ve yeni bir seyre başlamıştır.
Mânevî açıdan da bu hep böyledir. Hakk'ın kâinattaki fiillerinin nihâyeti
yoktur. Allâhü Teâlâ'nın devam ettirmesiyle birlikte bu fiiller süreklidir.
İşte bunun gibi, insan da ilâhî isimlerin menzillerinde yürür ki, bunların
sayısı 99'dur. Bunlardan 99. isim vesîledir ki, sâdece Hz. Muhammed'e
mahsustur. Geri kalan 98 isim ise, 28 menzilin aya âit olması gibi bizlere
âittir. Bâzı insanlar onu "yalnız adam" diye isimlendirir. 20, 100'ün
beşte biridir. Aslında Hakk'ın 100 ismi vardır. Fakat Hak, tek olması sebebiyle
onlardan birini gizlemiştir. Allah tektir ve teki sever. Gizleyen de, açığa
çıkaran da tektir. Biz ayın 28 menzili olduğunu bile bile söyledik. Bu sayı 4
ile 7'nin çarpımından meydâna gelmektedir. İnsan da, dört karışım ile yedi
sıfatın çarpımından meydâna gelmiştir. Bu sıfatlar şunlardır: Hayat, ilim,
irâde, kudret, kelâm/konuşma, se- mi'/işitme, basar/görme. Bu sıfatların
tamâmının birbiri ile çarpımından insan olur. Onun zuhûra gelmesi Allah ile
olur ve bu da onun ancak en- Nûr imiyle gerçekleşir. Çünkü 'Nûr', eşyâyı ızhar
eder. O ise kendi kendi-
ne
zâhirdir. Onun eşyâdaki hükmü zâtîdir. Şehr/ay da, ancak ayın nur olması
açısından menzillerinde seyretmesi ile meydâna gelebilir. Zîrâ Cenâb-ı Hak:
'Biz aya menziller takdir ettik' (Yâsîn, 36/39) buyurmuştur. Onun
menzillerindeki seyri sona erdiği zaman hakîkaten ay olur, onun hâricinde ona
'ay' denmesi sâdece isimlendirmeden ibârettir. Nûr isminin indiği, kula âit her
menzil için Allâhü Teâlâ'ya has özel bir hüküm bulunmaktadır. Biz bu hükmü bu
kitabın sâlik-i dâhil ve sâlik-i hâricin vasıfları kısmında da zikrettik. Bu
iki sülûkü ortadan ikiye ayıran şey bedr gecesidir ki, bu gece 28'in yarısına
tekâbül eder ve ayın ilk gecesi ile son gecesinin ortasındadır. Bu gecede ayın
ışığı tamdır. Yine onun iki yönü ve kendisinden ayrılmayan bir yansıma
(tecellî) vasfı vardır. İster bir yönünden olsun ister iki yönünden olsun, her
iki durumda da ayın ışığının artması ve eksilmesi sözkonusudur. Yâni aslında
zâtı îtibâriyle her ne kadar kâmil olsa da, iki yönü olması cihetinden ay için
artma ve eksilme durumları vardır. Bir yönden arttığı zaman diğer yönden
eksilir. Bu Azîz ve Alîm olan Allâh'ın ona takdir etmiş olduğu hikmetler
sebebiyledir."
Yine
19. bâbda ayın menzillerine zâhirî veyâ bâtınî, hâricî veyâ dâhilî yönden uygun
olan sülûk menzilleri hakkında da şöyle demektedir:
"Yüce
derecelerin tamâmı peygamberler, evliyâlar ve mü'minlerdir. Bunlar arasında
birbirlerine üstünlük diye bir şey sözkonusu değildir; hepsi birbirine eşittir.
İlk derece İslâm'dır. İslâm, inkıyat yâni gönülden bağlılık demektir.
Derecelerin sonuncusu huruçta fenâ ve huruçta bakâdır. Bu iki derece arasında
diğerleri yer alır. Bunlar, îman, ihsan, ilim, takdis, tenzih, zenginlik, fakr,
tevâzu, izzet, telvîn, telvînde temkîn, eğer hâriç isen fenâ ve eğer dâhil isen
bakâdır. Her bir dereceden çıkarken, zâhirinde tecellî ne kadar artarsa,
bâtınında o kadar eksilme olur. Bu durum sonuncu dereceye ulaşıncaya kadar
devam eder. Derecelerden çıkıp/yükselip son dereceye ulaştığın zaman o/Hak,
senin gücün nispetinde senin zâhirinde zuhur eder. Sen de onun halkı içinde ona
bir mazhar (zuhur yeri) olursun. Bâtınında ondan hiçbir şey kalmaz ve bâtın
tecellîleri bir çırpıda senden kaybolur gider. Ona dâhil olmaya seni
çağırdığında bu, bu tecellînin senin zâhirinde eksilttiği miktar kadar
bâtınında tecellî eden ilk derecen olur. Sonuncu dereceye vâsıl olunca, o senin
bâtınında zuhur eder ve senin zâhirinde hiçbir tecellî kalmaz. Bunun sebebi,
kulun ve Rabb'in diğerinin varlığında kemâl üzere berâberce bulunmasıdır. Bu
artma ve eksilmeyle birlikte, kul kul olarak ve Rab de rab olarak kalmaya devam
eder. Zâhirde ve bâtında tecellî ilimlerinin artmasının ve bu terkîbin
(zâhir-bâtın) sebebi işte budur. İşte bundan dolayıdır ki, Allâhü Teâlâ'nın
yaratttığı ve vücut verdiği ve vücûdu olmayıp da aklen var olduğunu anladığımız
her şeyin özünde bir zâhir ve bir de bâtın vardır. Allâhü Teâlâ dışındaki her
mevcut bu ikili özelliğe sâhiptir. Bu bilgi bize, hakkında aslâ şüphe
edilmeyecek kadar sahih olan bir keşf sâyesinde verilmiştir. Mevcûtların bu
özelliği Hakk'a muhtaç olmayı (fakr) gerekli kılar. Bu onun zâtî/ayrılmaz bir
vasfıdır. Eğer anladıysan, biz sana yolu târif etmiş ve merdiveni uzatmış olduk.
Yola düş, basamakları çık ve açıkladığımız şeyleri müşâhede et..."
Şeyh,
Fütûhât'ın 330. bâbında ay ile insan-ı kâmil arasındaki alâkayı da
açıklamıştır. Bu bâba mürâcaat edilebilir. Bu bâb aynı zamanda Kamer Sûresi'nin
menzilinin de bâbı olup, 559. bâbda burası "ayın son gecesi" başlığı
altında özetlenmiştir. Yine, "Benim için zuhur edene bâtın olurum ve benim
sınırımda duran kimseyi bilgilendiririm" başlığı altındaki 400. bâb da
Kamer Sûresi ile ilgilidir. 559. bâbda bu 400. bâb "Zâhirin, bâtının,
haddin ve matla'ın içerdiği şeyler" başlığı altında bir paragrafta özetlenmiştir.
Kitâbü't- Terâcim'de Kamer Sûresi'nin mânâlarına âit bir bölüm tahsis eden
şeyh, Fütûhât'ın 62. bâbında 28 sayısının mazharları ile ilgili olarak şunları
söylemektedir:
"Allâhü
Teâlâ cehennemle ilgili olarak şöyle buyurmaktadır: 'Onun yedi kapısı vardır ve
her kapıya onlardan bir grup ayrılmıştır.' (Hicr, 15/44.) Onlar için taksim
edilmiş olan her kapının dört mertebesi vardır ki, bu mertebeler onlara verilen
azâbın menzillerdir. İblis'in cehennemlikler üzerine girdiği ve birer mertebe
olan bu dört (menzil) yedi (kapı) ile çarpıldığında sonuçta 28 menzile
ulaşılır. İşte Allâhü Teâlâ'nın tek insan için takdir ettiği menziller de aynen
böyledir. O menziller, onlarda seyreden aydan, hunnes ve künnes seyyâresinden
başkası değildir. Bu seyyârenin bu menzillerdeki tenezzülü/seyretmesi kâinatın
(olaylarının) yaratılması içindir. Bu seyr esnâsında unsurlar âlemindeki
fiiller meydâna gelir. Bu seyyârenin kendi içerisinde yedi ile çarpılan dört
karakteri/özelliği vardır. Bunlardan onun 28 menzili meydâna gelir. Bu, Azîz ve
Alîm olan Allâh'ın takdiridir. Zîrâ "Hepsi bir felekte yüzüp
gitmektedir" (Enbiyâ, 21/33) buyurmaktadır. 28 menzildeki bu ilâhî
yüzdürülmekten 28 harf vücut bulur.
Bu
harflerle Allâhü Teâlâ kelimeleri oluşturur; her şahıs, içindeki îman, küfür,
yalan, doğruluk gibi şeyleri bu kelimelerle ifâde ettiği için, âlemdeki küfür
ve îman bunlardan zuhur eder. Bu da kullarına karşı onların söylediği ve
kirâmen kâtibîn melekleri tarafından kaydedilen şeylerden, Allâh'ın elinde
onlara karşı sağlam ve açık bir delîlin olması içindir. Zirâ 'İnsan hiçbir söz
söylemez ki onun yanında (yaptıklarını) gözetleyen (ve kaydeden) hazır bir
melek bulunmasın' (Kâf, 50/18) buyrulmaktadır. Ateşe 28 derece verilmiştir.
Buna karşılık cehennemin derekelerinin en alçağından en üsttekine kadar olan
sayısı, saidlerin konuk olduğu cennet de-recelerine bir nazîre olarak yüzdür.
Bu derekelerin her birinde 28 menzil vardır. 28 ile 100'ü çarptığın zaman,
sonuç 2800 menzil eder. Ateşte olan gruplardan her birisi için 700 çeşit azap
vardır. (Bu dört grup; kâfirler, müşrikler, cabbarlar/zorbalar ve
münâfıklardır.) Böylece toplam azap sayısı, cennet ehlinin sevap sayısına denk
olarak 800 eder. Cennet ehlinin sevap sayısı ve sıfatları ile ilgili olarak
'yedi başak bitiren ve her başağında yüz tâne bulunan tohum gibi' (Bakara,
2/261) âyetini zikredebiliriz ki, bunun toplamı da 700 eder. Cennet ehli de
dört gruptur: Resuller, nebîler, velîler ve mü'minler. Bu dört grubun her
birinin amellerine karşılık 700 misli nîmet bahşedilir..."
Şeyh,
Fütûhât'ın 72. bâbında haccın sırları konusunda, Kâbe'nin 4 rük-nü/köşesi
etrâfında yapılan 7 şavt ile insanın yaratılışı arasındaki ilişkiden ve bununla
da namazın merhaleleri ve Fâtiha sûresi arasındaki bağlantıdan bahsetmektedir.
Oraya mürâcaat olunabilir. Yine bu bâbda, Fusûs'un 27 bâbı ile Kâbe'nin
yüksekliği arasındaki alâkaya dâir şöyle bir işâret yer almaktadır:
"Kâbe'nin
yüksekliği 27 arşındır. En yüksekteki 'taşın (taş kısmın)' boyu da 28 arşındır.
Her arşının uzunluğu ilâhî bir emre/işe göredir. Bunu ehl-i keşf bilir. Bu
ölçüler, nefiste cereyan eden hâdiselerin ızhârı için îman gezegeninin
katettiği menzillerdir. Bunlar ister harf, isterse mânâ cihetinden olsun, tıpkı
unsurlar âleminde cereyan eden hâdiselerin ızhârı için aya ve gezegenlere âit
olan menziller gibidir."
Şeyhin
görüşüne göre 27. arşından sonra gelen en yüksekteki 28. taşın uzunluğu iki
tuğla şeklindedir. En yüksek basamaktaki tuğla altından ve onun altındaki tuğla
ise gümüştendir. Bu konuda 65. bâbdaki rüyâ kıssasına bakılabilir. Şeyh, Şit
fassında bu rüyâyı sâdece hâtem-i evliyânın yâni kendisinin görebileceğini
belirtir ve şu hadîsi zikreder: "Peygamberler arasında benim misâlim duvar
ören bir adama benzer. Adam bir tuğla hâriç bu duvarı tamamlamıştır. İşte ben
bu (eksik) tuğlayım: Benden sonra ne bir resul ne de bir nebî
gelecektir." Fusûs'ta her babda
ismi zikredilen peygamberlerden her birisi, Kâbe'nin, üzerinde yükseldiği 27
tuğladan birisine tekâbül etmektedir; son taş ise 28. ve hâtem olan peygambere
âittir. Allah daha iyi bilir.
5. Fusûs'un babları ve bu
bablarda ismi geçen peygamberler ile burçlar, aylar, günler ve harfler
arasındaki ilişki
Daha
önce zikrettiğimiz üzere, Fusûsu'l-Hikem kitabının başlığının sayısal değeri
365'tir. Bu durum bize, kitap ile burçlara ve felek/gök menzillerine tâbi olan
zaman dilimleri arasında bir bağlantı olduğunu çağrıştırır. Yine şunu da daha
önce belirtmiştik: Şeyh, 198. bâbda nefes-i rahmânîdeki merâtib-i vücûd ile
nefes-i insânîdeki lafzî harflerin mertebelerini ve 28 feleğin menzillerinin
arasındaki ilişkiyi mufassal olarak açıklamıştır. Ayrıca burada, bütün
bunlarla, bu mertebelerin îcâdına/yaratılmasına müteveccih 28 ilâhî ismin
irtibâtı da açıklanmıştır. Şeyh 198. bâbın 38. faslında bu münâsebetler ile
ilgili olarak şöyle bir misal vermektedir:
"Amâ/karanlık
(mertebesi) nefes-i ilâhî olan mevcutların sûretlerini kendisinde topladığı
gibi, harfler nefes-i insânîyi ve felek de, atlas feleğindeki burçların
miktârının belirtildiği ve yıldızlara mahsus olan menzilleri kendisinde cem
etmiştir. Eğer âlemde ilk tesirin hangi ilâhî isme âit olduğunu düşünürsen,
bunun Bedî' (ilk yaratan) ismi olduğunu görürsün. Çünkü bu âlemden önce, onun
benzeri olan başka bir âlem gelmemiştir. O halde âlemin başlangıcında,
başkalarına âit olmayan ve sâdece Bedî' ismine has bir hüküm söz konusudur. Bu
hususta ne Mübdi' (başlatan, yaratmayı başlatan) ismi, ne de ondan bir şeyler talep
eden Muîd (döndüren) ismi Bedî' ismi gibidir. O halde, dünyâ hayâtında olduğu
gibi, âhiret hayâtında da Bedî' ismine has bir hüküm vardır ki, bu hayatlar
birbirinin benzeri değildir. Bedî ismi, kendisine âit olan bu hükmünün zâhir
olması açısında, benzeri olmayan ilk ilâhî isimdir. Biz ona, güneşin hamel (koç
burcundaki) varlığı ile başlayan gündelik zamânın ilk ânını atfederiz. Onun ilk
anda iki şartı vardır. Hemze harfini ona verdik. Çünkü o ilk mahreçte ortaya
çıkan ilk harftir. İsim, ayn-ı mevcûdeyi ortaya çıkarır. Ayn-ı mevcûde ile, 'ne
zaman?' sorusunun cevâbı olan ve hâdiselerin birbirine mesâfesini anlamayı
sağlayan 'zamân' zuhur eder. Eğer mevcut maddî bir nefse/varlığa sâhip ise
harfi ortaya çıkarır. Menzillerin güneşe göre tertip edilmiş olması,
mevcutların hayatta kalmasını sağlayan mevsimlerin özlerinin ızhârı içindir.
Harfler kelimeleri, gezegenler zamânın dilimlerini ve isimler de mevcutları
yönetir. Aynlar/özler fâil/özne ile münfail/nesne arasında paylaştırılmıştır.
Eğer bunu anladıysan, her ilâhî ismi, gâlip olarak alâkalı olduğu şeye nispet
edersin. Onda başka isimlere âit hükümler de olabilir."
Eğer
bunu anladıysan, Fusûs' un her bâbında işlenen ana konunun, îcâda/yaratmaya
müteveccih 28 ilâhî isimden birisi etrâfında döndüğünü görürsün. Şeyh,
Fütûhât'ın 198. bâbının fasıllarında da aynı tertîbi yapmıştır. Bu durum, her
bab için bir felek menzilini, lafzî ve rakamsal bir harfi ve lafzî harfe ve
rakamsal harfe tâbi olan birer sayıyı gerektirir. Yine bu menzilin burcunun
ateşten, topraktan, havadan veyâ sudan oluşan bir karakteri ve belirli felekî
bir devri vardır. Aynı zamanda, onun burçlar ile aylar arasındaki münâsebete
göre belirli bir şemsî (güneş) ayı ve belirli bir kamerî (ay) ayı vardır.
Kamerî ayın günlerinin felek menzillerine dağılımına göre oluşan, gece veyâ
gündüz, haftanın yedi gününden birisi ona mahsustur...
Şeyh,
harfler ile menziller arasındaki ilişki hakkında önemle durur ve Fütûhât'ın
198. bâbının 20. faslında şöyle der:
"Mukaddir
(takdir eden, yaratan) ismi; felek menzillerini ve cennetleri
îcad
etmeye müteveccihtir. Felek/gök içerisindeki gezegenlerin sûretlerinin
belirlenmesi ona hastır. Cennetin arzı/toprağı ve cehennemin tavanıdır. Şın
harfi ona âittir..."
Fütûhât'ın
463. bâbını şeyh, 12 kutbun mârifeti konusuna ayırmıştır. Bu on iki kutup
Muhammed ümmetinin medârıdır/merkezidir. Her kutup bir peygamberin kademi
üzerinedir. Aynı zamanda her birinin hâl ve makâmına uygun belirli bir burcu
vardır.
Fütûhât'ın
12. bâbında nebîlerin kamerî aylarla ilişkisine şöyle işâret edilmektedir:
"Dört
peygambere âit dört ay vardır: Hûd, Sâlih, Şuayb ve Muhammed (s.a.v). Bunların
aylardan karşılığı ise Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep'tir..."
Peygamberler
arasında üstünlük olduğu gibi, bu aylar da diğer aylar karşısında üstünlüğe
sâhiptir. Bu hususta şeyh, Fütûhât'ın 90. bâbında şöyle söylemektedir:
"Bize
göre en fazîletli ay Ramazan'dır. Sonra Rebîülevvel, sonra Receb, sonra Şâban,
sonra Zilhicce, sonra Şevval, sonra Zilkâde ve sonra da Muharrem gelir. Benim
kamerî ayların birbirine üstünlüğü konusundaki ilmim buraya kadardır. Kamerî
ayların geri kalanlarının, yâni Safer, Rebîülâhir, Cemâziyelevvel ve
Cemâziyelâhir'in birbirine üstünlüğü noktasında bir ilme sâhip değilim.
Bunlarla ilgili bilgim zann-ı gâlibim miktârıncadır fakat benim kesin bir
bilgimin olmadığı bir konu hakkında bir şey söylemem mümkün değildir."
Şeyhin
anlattıklarından şu durum açıkça anlaşılmaktadır: Fusûs'un ilk bâbı Âdem(s)'e
mahsustur ve konu Allâhü Teâlâ'nın el-Bedî' (yaratan) ismi etrâfında dönmektedir.
Lafzî harflerden hemze, kamerî harflerden elif, sayılardan bir (vâhid) ve Hamel
(Koç) burcu ona/Âdem (a.s.)'a âittir. Bu burcun karakteri kuru ve sıcak
ateştir. Hükmü 12 000 sene sürer. O, aynı zamanda dönüşmüş ve güneşin şerefi
(şerefü'ş-şems) olan bir burçtur. Menzili (yeri) nıt' (damak)tır. Ayı, şemsî
aylardan ve aynı zamanda baharın başlangıcı olan Nisan'dır. Yine her kamerî
ayın ilk pazarının gündüzü, hafta içerisinde ise pazartesi gündüzleri ile Cuma
geceleri onundur. Öbür taraftan Âdem (a.s.)'ın rûhâniyeti göğün birinci
semâsında bulunur ve insân-ı müfred ile tasarrufta bulunur.
Diğer
bir mülâhaza da şudur: Fusûs'ta isimlerine bab ayrılmış olan pey-gamberlerin
sayısı olan 27 ile, Kur'an'da isimleri 2 defâ zikredildiği halde Fusûs'ta
kendilerine bab tahsis edilmemiş olan Elyesa' ve Zülkifl'in isimlerinin toplamı
29 eder. Bu sayı da Kur'an'da mukatta harfleri ile başlayan sûrelerin toplam
sayısına tekâbül etmektedir. Mukattaa harflerinin tamâmı ise 14 harftir. İşte
her peygamber için bu sûrelerden belli bir sûre ve nûrânî harflerden belli bir
harf sözkonusudur... Fakat bundan daha önemlisi ve daha dikkate değer olanı,
Fusûs'taki her bir bâbın, konunun etrâfında döndüğü ilâhî bir isim üzerine binâ
edilmiş olması ve bu ilâhî isimlerin de varlık mertebelerinden bir mertebeye
sâhip olmasıdır. İlk bab olan Âdem fassı, Allâhü Teâlâ'nın isimlerinden
el-Bedî' ismi etrâfında işlenir. Bu ismin mertebesi ise Kalem-i A'lâ'dır (en
yüce kalem). İkinci bâbın ismi el-Bâis ve mertebesi Levh-i Mahfûz'dur. Üçüncü bab:
El-Bâtın, es-Sübbûh; mertebesi tabiat, menzili Süreyyâ'dır. Bu, Hamel (Koç) ile
Sevr (Boğa) burçları arasında bir menzildir. Dördüncü bâb yâni Fass-ı İdrîsî:
el-Âhir, el-Kuddûs; mertebesi hebâ yâni Ankâ'dır... 20. bâb olan Fass-ı
Yahyâvî: El-Muhyî, el-Celîl; mertebesi su küresi (küretü'l-mâ')... Son bâb olan
Fass-ı Muhammedî: El-Câmi', el-Ferd; mertebesi insan. Fusûs'un tamânını
içerisinde toplama özelliğine sâhip olan bu bâb aynı zamanda hâtem-i
Muhammedî'ye âittir. Onun ilâhî ismi, hüve'l-vâsiu'l-kâmil refîu'd-deracâti
zü'l-arş'tır. Mertebesi, Şeyh-i Ekber'in Fusûs'ta bizzat belirlemiş olduğu
"mertebelerin ta'yîni"dir. Vav harfi bu mertebeye âittir. Menzili,
Balık burcundan rüşâ (ip)'tir. Bu hususta şeyh şöyle der:
"Bu
mertebenin harfi vav'dır. Çünkü vav, sayı mertebelerinden altıncı sırada yer
alır [e(1)b(2)ce(3)d(4) he(5)vve(6)z(7)...: (1)elif-(2)bâ-(3)cim-
(4)dal-(5)hâ-(6)vav-(7)zâl. Bu mertebe ise ilk kâmil/tam sayıdır. Âlemde kemâl
mertebe ile olur. Bundan dolayı ona/o mertebeye vâvı verdik. Menzili ise
rüşâ'dır ki, ip demektir. İp de ulaşma anlamına gelir. Zîrâ tutunma, sarılma
onun sâyesinde gerçekleşir ve yine onun sâyesinde ipi indiren, sarkıtan Allâh'a
ulaşılır. Bunun menzilesi felevlâ (eğer . olmasaydı)'dır.
Bu
menzileyi ona veren ipin rütbesidir. Bunun sebebi de Cenâb-ı Hakk'ın
"Allâh'ın ipine sarılın" (Âl-i İmrân, 3/103) ve "Allâh'a
sarılın" (Hac, 22/78) şeklinde buyurmuş olmasıdır. Şimdi iyi düşün:
Cenâb-ı Hak nereyi ipin rütbesi yaptı? Onu hangi isimle birlikte zikretti ve
hangi isme bitiştirdi?"
Fusûs'un
babları ile bu bablardaki peygamberlerin insân-ı kâmilin maz- harları olması
açısından burçlar arasındaki diğer bir alâkaya da şu şekilde işâret edebiliriz:
Fütûhât'ın 361. bâbında şeyh (Fütûhât'ta) şöyle söylemektedir:
"Allâhü
Teâlâ bu burçların, onların semâsının altında bulunan âlem üzerinde bir
tesirinin olmasını takdir edince, insanın yaratılması esnâsında ona bu
tesirleri kabul edecek on iki kâbiliyet yaratmıştır. İşte insân-ı kâmil
bunlarla zuhur eder."
Son
bir işâret: Bir rivâyette şöyle gelmektedir: "Şeytanın avânesinden 30
kadar deccal zuhur edecektir." Diğer bir hadîste de onların sayısı net bir
şekilde 27 olarak belirtilmiştir. İşte bunlar Fusûs'ta zikredilen 27 peygamberle
temsil edilen en yüce nûrânî hakîkatlerin en dipteki karanlık gölgeleridir.
Onların sonuncusu ise 28. ve en büyük deccaldir ki, onu Mesîh, yâni en büyük
hâtem-i evliyânın mukâbili olarak Fusûs sâhibi öldürecektir. Ayrıca, Kur'ân'ın
indiği gece Kadir gecesidir. Bu gecenin Ramazan'ın 27. gecesi olduğu söylenir.
Hz. Peygamber'in mîrâcı da Receb'in 27. gecesinde gerçekleşmiştir. İşte
Fusûs'un bablarının tertîbi, Kur'ânî hakîkatlerin inişine (tenezzül) ve insânî
hakîkatlerin de insân-ı kâmilin zâtında yükselişine (urûc) işâret etmektedir.
Kaynak: Tasavvuf | İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi (İbnü'l-Arabî Özel
Sayısı-2), [2009], sayı: 23, ss. 641-655.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar