Print Friendly and PDF

AKIL İLE İLGİLİ HADİSLERİN TESPİT VE TENKİDİ


Hazırlayan: SAMİ KİLİNÇLİ

ÖNSÖZ

Yüce Allah’ın insanlığa örnek olarak gönderdiği Hz. Peygamber’in hadisleri, İslam Dininin doğru anlaşılması ve yaşanması için hayatî bir öneme sahiptir. Bununla birlikte Hz. Peygamber’e izafe edilen ve hadis olarak aktarılan her rivâyetin ona ait olmadığı bilinen bir husustur. Bu nedenle, sened ve metin tenkidi yapılarak hadislerin sahih, zayıf ve uydurma olanlarının birbirinden ayrılması oldukça önem arzetmektedir. Müslümanların düşünce ve yaşantılarında Hz. Peygamber’e ait olmayan unsurların yer almaması için dînî anlayış ve uygulamaların sahih hadisler çerçevesinde şekillendirilmesi gerekir.

Hadis Ekolüne mensup âlimler başta olmak üzere Müslüman bilginler arasında aklın önemi, değeri, fazileti gibi konularla ilgili hadislerin tamamının uydurma olduğuna dair bir kanaat oluşmuştur. Hatta mevzûat sahibi müellifler “akılla ilgili tüm hadislerin zayıf ya da uydurma” olduğunu bir kural olarak zikrederler.

Biz de buradan hareketle bu konudaki hadisleri ele almayı hedefledik. Gerek sahih gerekse uydurma literatürde yer alan akıl ve akıl anlamına gelen kelimelerle ilgili hadislerin sened ve metin tenkidini yaparak sahih, zayıf ya da uydurma olanlarını tespit etmeye çalıştık.

Sami KİLİNÇLİ

ADANA-2007


BİRİNCİ BÖLÜM

AKIL KAVRAMI, KUR’AN VE HADİS İLMİ AÇISINDAN AKIL

1.1.     Aklın Sözlük ve Terim Anlamları

1.1.1.     Aklın Sözlük Anlamları

Akıl kelimesi, üç harfli olan ve ikinci babtan “akale”, “ya’kılu” fiilinin mastarıdır.[1] Aslı “akl” dır. Ancak Türkçe “akıl” olarak telaffuz edilir.

Akıl; “nuhâ” ve “hicr” kelimeleriyle eş anlamlı olarak kabul edilmiş, “ahmaklığın” zıddı olduğu söylenmiştir.[2] “Keyyis”,[3] ve “fehm”[4] anlamlarına da gelmektedir. Türkçedeki “us” kelimesi de akıl ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.[5] Akıl kelimesinin taşıdığı temel anlamlar “yasaklamak”, “menetmek”, “durdurmak”,[6] “tutmak” ve “sıkıca yapışmaktır”.[7] Ayrıca “bağlamak”, “ip”, “diyet”, “kırmızı elbise”, “sığınak”,[8] “kalb”, “ilacın karnı tutması”,[9] “dilin tutulması” ve “kadının saçını bağlaması”[10] anlamlarına da gelmektedir. İsfehânî[11] ve Gazâlî[12] tarafından da “nûr” kelimesi akıl anlamında kullanmaktadır.

“Teâkale” kişinin akıllı olduğunun açığa çıkması[13], “ma‘kul” ise “sığınak” anlamında kullanılmaktadır.[14] Zebidî: “Aklın muhkem olması, ahmaklığın zıddıdır.” demekte ve aklı “Kendisiyle eşyanın sıfatlarının, iyisinin-kötüsünün, kemalinin- noksanının bilindiği bir ilimdir.”[15] şeklinde tanımlamaktadır.

İbn Manzur, “Akıl ilimdir, akıl kalptir, kalp te akıldır.”[16] demekte ve “kendisiyle eşyanın hakikati üzerinde tasavvur ve tefekkürün oluştuğu şey” olarak tanımlamaktadır.[17]

Akıl, sahibini helak edici tehlikeli işlere karışmaktan koruduğu, men ettiği için akıl diye isimlendirilmiştir. Görüş ve işlerini toplayan, nefsini kontrol altında tutan ve hevaya uymaktan alıkoyan kişiye de akıllı kişi denir.17 [18]

Hadislerde “diyet” ve “bağlamak” anlamlarında kullanılmıştır.[19] Deveyi yanlış ve uygun olmayan şeylerden alıkoyduğu için devenin ayağına bağlanan ipe de “i‘kâl” denmiştir.[20]

“Akaltu’l-Katîle” diyeti ödedim anlamına gelmektedir.[21] Diyete “akl” veya “ma’kule”                     ödemede bulunacak  kimselere  de  “âkıle”  denmesi,  diyet  olarak  verilen

develerin mağdurun veya velilerinin avlusuna getirilip “bağlanması” yahut ödenmesiyle diğer tarafın intikam almasına “engel olunması” gibi mülahazalara dayandırılmaktadır.[22]

1.1.2.     Aklın Terim Anlamları

Kur’ân ve Sünnette “akl”ın terim anlamıyla ilgili açık bir tanım bulunmamaktadır.[23] Bundan dolayı akıl kavramı, tarih boyunca değişik ilmî disiplinlere bağlı âlimler tarafından farklı şekillerde tanımlanmıştır.

Akıl konusunda ilk müstakil eseri yazan Muhâsibî (v. 243/857)’ye göre akıl: “Yüce Allah’ın imtihan ettiği kullarını ölçüsünce muhatab aldığı, emir ve yasaklarda bulunduğu, ceza ve mükafat va’dettiği, bir tabiat ve yetenektir. Bu tabiat ancak kalbteki ve organlarda meydana           getirdiği  fiil          ve   tezahürleri      ile bilinebilir. Herhangi   bir  renk, koku ve cisim gibi durumlarla bilinemez.[24]

Mûtezili         âlimlerden  Câhız’a  (v.  255/869)  göre  akıl,  “İnsandaki  anlama   ve

kendisini zararlı şeylerden koruma gücüdür”[25]

Ebû         Mansur  el-Mâturîdî  (v.  333/944)   aklın   açık  bir  tanımını  yapmamakla

birlikte onu, “aynı nitelikte olanları bir araya toplayan ve ayrı nitelikte olanları ayıran şey” olarak vasıflandırmaktadır. Bu açıklamasından anlaşıldığına göre Mâturîdî aklı, varlıkları ve onlarla ilgili bilgileri tasnif ederek sonuçlar çıkaran ve insana kıyas yapma gücü veren zihni bir alet olarak kabul etmektedir.[26]

Rağıb el-İsfehânî (v. 499/1106) aklı, hem bilgi edinme yeteneği hem de elde edilen bilgi olarak tanımlamakta ve Hz. Ali’nin “İki tür akıl vardır: Birincisi, matbu‘, ikincisi ise mesmu‘dur. Nasıl göz görmediği zaman Güneş ışığı fayda vermiyorsa, matbu‘ olmadığında da mesmu‘ fayda vermez.”[27] dediğini nakletmektedir. Yine İsfehânî’ye göre dünyada akıl nuru ve Kur’ân nuru olarak iki tane nur vardır.[28] Buna göre akıl, insanın önünü aydınlatan bir nurdur.

“Aklı ruhun dili ve tercümanı”[29] olarak tarif eden Gazâlî (v. 555/1111)’nin konuyla ilgili olarak görüşlerini şöyle özetleyebiliriz.

Aklın dört manası vardır:

1.      İnsanın hayvanlardan ayrıldığı, teorik bilgileri, sanatların ve teknik bilgilerin inceliklerini öğrendiği güç.

2.              Mümeyyiz çocukta ortaya çıkan ve mümkünün imkânını, muhalin muhalliğini bilen ilimlere denir: İkinin birden çok olduğunu, bir kişinin aynı anda iki yerde olamayacağını bilmek gibi.

3.              Çeşitli hal ve durumların cereyanı ile tecrübelerden, deneyimlerden ve hayatın akışından elde edilen ilimlere denir. Bundan dolayı deneyim ve tecrübelerle bilgi sahibi olmuş -güngörmüş- ve şartların olgunlaştırdığı kişiye de akıllı denir. Kim bu şekilde isimlendirilmez veya bu isimlendirilmeyi hak etmez ise o zaman “kara cahil” diye isimlendirilir.

4.             İnsanda var olan bu fıtratın işlerin sonuçlarını öngörecek kadar gelişmesine ve kişiyi geçici lezzetlere sürükleyen şehvete uymaktan alıkoymasına, bu istekleri yok etmesine denir. Bu kuvvete, yeteneğe sahip olan kişi akıllı diye isimlendirilir. Çünkü bu kişi artık olayların, işlerin sonucunu öngörebilmekte ve şehvetlere, yanlış tutku ve isteklere esir olmamaktadır.

Bu dört özellikten birincisi; konunun esası, kökü ve kaynağıdır. İkincisi, birinciye en yakın yan anlamdır. Üçüncüsü, ilk ikisinin yan anlamıdır; çünkü üçüncüsü, tabiî yetenek -ğarîza- nazarî ve tecrubî ilimlerden faydalanır. Dördüncüsü ise en son

meyvedir ki asıl büyük gaye de, amaç da budur.     İlk ikisi doğuştan (matbu’), diğer

ikisi ise çalışma ile elde edilir, yani müktesebtir.30

Aklın bunların dışında farklı tanımları da yapılmıştır. İbnu’l-Cevzî (v. 751/1351) aklı: “Kalbe konulan, kendisiyle eşyaların, olayların hakikatının, caiz olanların caizliğinin, muhallerin muhalliğinin ve işlerin sonucunun bilindiği bir tabiat”[30] [31] olarak tarif eder. Taftazânî (v. 793/1390): “Akıl, kendisiyle ilimlerin ve kavramların (tasavvur ve idrak edilebilen şeylerin) anlaşıldığı, nefsin bir kuvveti, kendisiyle bilinmeyenlerin, duyu organlarıyla algılanamayanların vasıtalarla, işaretlerle, duyu organlarıyla algılanabilenlerin şahitlerle, delillerle anlaşıldığı, idrak edildiği, kendisine yardımcı organlar sağlıklı olduğunda zarûrî ilimlerin bilindiği bir yetenek ve tabiat[32] derken; İbn Adiy (v. 816/1413) ise: “Akıl maddeden uzak, bağımsız ancak beden, tedbir ve tasarrufla ilişkili olan bir cevher, kendisiyle hakkın ve bâtılın bilindiği, kalpte bulunan bir nurdur, eşyanın hakîkatının kendisiyle bilindiği bir şey ve duyu organlarıyla algılanamayan şeyleri vasıtalarla, algılanabilenleri şahitler aracılığıyla bilen-idrak eden bir cevher olarak” tanımlamakta ve yerinin kalb olduğunu belirterek aklın kendisine sahip olanları yanlış işlerden alıkoyduğunu”[33] belirtmektedir. Fîruzabâdî, (v. 817/1415) de İbn Adiy’ye yakın bir tanım yaparak aklı, “insanların zarûrî ve nazarî ilimleri kendisiyle bildiği rûhânî bir nur olarak”[34] tanımlamaktadır.

Kelamcılar aklın taksimi konusunda genel olarak uzlaşmışlardır. Mûtezile, Şia ve Ehl-i Sünnetin çoğunluğuna göre akıl ikiye ayrılır:

1.             Garazî Akıl: Her insanda doğuştan var olan ve insanın diğer canlılardan ayrılmasını sağlayan asıl akıldır. Bu aynı zamanda deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgilerin de esasını teşkil eder. Maturîdiyye ve Mûtezile’ye göre insanın Allah’ın varlığını bilip tasdik etmekle yükümlü olmasının temel dayanağı da bu akıldır. Bu tür aklın basit bir zekâdan peygamberlerin akıllarına kadar varan birçok derecesi vardır. Buna Allah vergisi olduğu için mevhub, matbû, kuvve-i kudsiyye adları da verilir.

2.             Mükteseb Akıl: Garazî aklın kullanılmasıyla kazanılan akıldır. Sezgi, deney, düşünme ve öğrenim yoluyla oluşan bu tür akla mesmû, müstefât ve tecrübî akıl, adı da verilir. Mükteseb aklın gelişmesinde zekâ yanında sezgi, deney ve öğrenim büyük rol oynadığı için bu nevi aklın verdiği hükümler farklıdır. İnsanlar arasındaki farklı düşünceler de çoğunlukla bu noktada toplanır.[35]

Son dönem âlimlerinden Elmalılı ise aklı; “Duyulardan hareketle duyular ötesini idrak eden veya duyularla elde edilemeyen bilgiyi bizzat keşfeden idrak aleti” olarak tanımlamaktadır.[36]

Yukarıda naklettiğimiz bilgilerden de anlaşıldığı gibi, İslâm âlimleri, Allah’a karşı sorumluluğun temel şartının akıl olduğunu, her insanın sahip olduğu matbu‘ aklı mükteseb hale getirerek, varlıkları ve ilimleri anlayıp sınıflandırabileceğini ve kalbte bulunan bu yetenek sayesinde kendisini yanlış davranışlardan koruyabileceğini ifade etmişlerdir.

1.2.   Kur’ân’da Akıl

Kur’ân-ı Kerim’e göre insanı insan yapan, onun her türlü aksiyonlarına anlam kazandıran ve ilahi emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan akıldır. Kur’ân’da akıl kelimesi, biri geçmiş (mâzî) (Bakara, 2/75), diğerleri geniş zaman (muzârî) kipinde olmak üzere 49 yerde fiil olarak geçmektedir. Bu âyetlerde genellikle “akletme”nin yani, aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde durulmuştur.[37] Kur’ân’da aklı muhatap alan âyetlerin sayısını 700’e kadar çıkaranlar olmuştur.[38] [39] [40] [41] [42] [43] ı_\39                                                                      40              41                                             42                 43

Kur’ân’da geçen, lüb (ulu’l-elbab) , nuhâ, hicr, fehm ve hikmet , ebsâr , tedebbür,[44] rüşd ve kalb[45] kelimelerinin de akıl anlamlarında kullanıldığı belirtilmektedir.[46]

Kur’ân’da “akl” fiili, “anlama”, “idrak”, “ilim”, “hayrı ve şerri ayırt etmek” ve “kişinin kendini yanlış davranışlardan uzak tutması” anlamında kullanılmaktadır. Bu durum bize Kur’ân’daki aklın sırf nazarî, mücerret akıl anlamında değil, kişiyi hayır işlemeye yönlendiren, kötülükten uzaklaştıran amelî, işlevsel, pratik bir akıl olduğunu açıklamaktadır. Kur’ân’daki akıl; ilim ve ameli birleştiren bir akıldır.[47]

Ayrıca ilgili ayetlerde akl kelimesinin genellikle şu iki anlamda kullanıldığını görürüz: Birincisi, bir manayı anlamak, idrak etmek, tefekkür ve bilgi olarak ihtiyaç hissedildiğinde onu hatırlamak için hıfz etmek, hak ve batılı, hayır ve şerri tefrik edebilmek; ikincisi ise birincisinin neticelerinden hareketle nefsi kendi zararına ve helakine sebep olabilecek olan suflî arzularında alıkoymaktır. Birincisine: İlmî akıl, ikincisine: İradî akıl denilmiştir.[48]

“Onlar (kâfirler ve münafıklar) sağır, dilsiz ve kördürler, bu yüzden (gerçeği görüp hakka) dönmezler” (Bakara, 2/18) örneğinde olduğu gibi Allah’ın kafirleri akılsızlıkla zemmettiği bütün âyetlerde kastedilen mesmû‘ akıldır.[49] Yani onlar doğuştan bir matbu‘ akla sahip olmakla beraber bu akıllarını çalıştırıp, onunla kendilerini geliştirmez, iyiye, doğruya sevk etmezler. Kur’ân’ın eleştirdiği akıl, fıtratı ihlal eden, onu koruyup geliştirmeyenlerdeki mesmu‘ akıldır.[50]

Akl kelimesinin Kur’ân’da isim olarak hiç geçmemesi dikkate değer bir husustur. Ayetlerde bu kelimenin devamlı ve sadece fiil olarak yer alması bu kelimenin dinamik ve uygulama alanına sahip olduğunu belirtmektedir. Ayetlerde sürekli bu kelime ile olan, olması gereken veya olması gerektiği halde yapılmayan bir faaliyete, etkinliğe işaret edilmiş olmaktadır.

Akl kelimesinin fiil şeklindeki türevlerinde yer aldığı bütün âyetlerde dikkatimizi çeken ilk şey, bu kelimenin daima olumlu bir uygulamayı temsil etmesidir.

Eğer bu kelimenin fiil halindeki türevlerini “aklı kullanmak” veya “aklı harekete geçirmek, etkinleştirmek” şeklinde tercüme edecek olursak, ilgili âyetlerde “aklı kullanma” faaliyetinin hiçbir şekilde olumsuz, sakınılması gereken veya istenmeyen bir fiil anlamında kullanılmadığı anlaşılmaktadır.[51]

1.2.1.   Akıl ile İlgili Ayetlere Muhatap Olanlar

Kur’ân’daki akletmeyle ilgili âyetlere baktığımızda muhatapların Hz. Peygamber, Müslümanlar, Ehl-i Kitab, Yahudi âlimler, müşrikler ve bazı âyetlerde herhangi bir ayrım yapılmadan tüm insanlık olduğunu görebiliriz. Akılla ilgili âyetlerin muhataplarını ayrı ayrı incelediğimizde, bunların muhatap alınma sebeplerini, amaçlarını, akletmemelerinin dünyevî ve uhrevî açıdan getirdiği sonuçlarını şu şekilde sınıflayarak ele almak mümkündür:

1.2.1.1.   Müşrikler

Kur’ân’daki akletmeyle ilgili âyetlere baktığımızda bunların büyük kısmının Kur’ân’ın nazil olduğu toplumun genelini oluşturan, Hz. Peygamber’e karşı fikrî ve askerî açıdan en fazla muhalefet eden müşrikler olduğunu görmekteyiz.

Müşrikler, akletmeyle ilgili âyetlerde: “Akletmeyip ve hidâyete ermeyen atalarına tabi olmaları”, “hakikate karşı sağır, dilsiz ve kör bir tavır takınmaları”, “kendi uydurdukları inanç ve uygulamalarını Allah’a isnat ederek ona iftira atmaları”,[52] “yalan yere şahitlik yapmaları”, “şirke girmeleri”, “ana babaya iyilik etmemeleri”, “fakirlik korkusuyla çocuklarını öldürmeleri”, “kötülüğün açığına ve gizlisine yaklaşmaları”, “haksız yere cana kıymaları”, “Hz. Peygamberin misyonunu ve tebliğ ettiği vahyin hakikatini anlamamaları”, “göklerdeki ve yerdeki âyetlerden, helak edilen toplumların akîbetlerinden, içinde öğüt bulunan Kur’ân’dan ders almamaları”,[53] “Yeryüzünde insanları, dolayısıyla kendilerini yaratıp çoğaltanın Allah olduğunu”, “sadece onun huzurunda toplanacaklarını kabullenmemeleri”, “yaşam ve ölümden, gece ve gündüzün birbiri ardınca gelmesini sağlayanın Allah olduğunu anlamamaları”, “ölüp toprak ve kemik yığını olduktan sonra diriltilmeyeceğiz” ve anlatılanlara “geçmiştekilerin masalları” demeleri,[54] “Allah’ın varlığını, her şeyin sahibinin O olduğunu bildikleri halde hakikate teslim olmamaları”, “kendilerine verilen imkânların, dünya hayatının geçim vasıtası ve süsü olduğunu”, “hayırlı ve kalıcı olanın Allah katında olanlar olduğunu anlamamaları”, “gökleri ve yeri yaratan, güneş ve ayı buyruğu altında tutan, gökten suyu indirip ölümünden sonra tabiatı canlandıranın Allah olduğunu bildikleri halde Allah’a hamd etmemeleri”, “dünya hayatının bir oyun ve eğlenceden ibaret olduğunu, asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu kavrayamamaları”[55], “nasıl bir köle ile efendi eşit olamıyorsa, Allah ile kulun da eşit olamayacağını ve şirkin yanlışlığını fark edememeleri”, “hiçbir şeye sahip olmayan, güçleri yetmeyen ve akledemeyen putları şefaatçi edinmeleri”, insanın yaratılış ve yaşam aşamalarını düşünmemeleri ve kendilerine anlatılanlara kulak vermemeleri ve bunları akletmemeleri”[56] gibi sebeplerle eleştirilmişlerdir.

Kur’ân-ı Kerim’de genelde tüm müşrikler ve inkarcılar, özelde Ad ve Semud kavimleri ile Firavun gibileri ise isim verilerek akletmemekle eleştirilmişlerdir. Bunlar, “şirke inanmaları”, “günahkâr bir hayat yaşamaları”, “kendilerine gönderilen ilâhî mesajları ve peygamberleri inadına inkâr etmeleri”, “mûcize istemeleri”, “Hz. Hud’a ‘Seni ilahlarımız çarpmış’ demeleri”, “zorbalara itaat ederek onların yolundan gitmeleri”, “şirkte ısrar etmeleri”, “Allah’ı, Rasulü ve mûcizeleri inkar ederek insanlara zulmetmeleri” ve “peygamberlerini tehdit etmeleri” gibi sebeplerden dolayı eleştirilmişlerdir.[57]

Aslında tüm bu eleştiriler müşriklerin İslâm dininin arzuladığı birey ve toplum modelini kabul etmemelerine yönelik tenkitlerdir.

Müşriklerin bu konularda eleştirilmelerindeki amaç ise: Yukarıdaki âyetlerde geçen tüm olumsuzluklardan kurtulmaları için özeleştiri yapmaları, kevnî, afakî ve enfüsî âyetleri tefekkür ederek şirkten kurtulup sadece Allah’a kul olmaları, helak edilen toplumların akîbetlerinden ders almaları,[58] inandıklarını söyledikleri Allah’a tam ve hakkıyla iman edip ona teslim olmaları, pratik yaşantılarından ders çıkararak şirkten tevhide ulaşmaları, insanın yaratılış ve yaşam aşamalarını düşünerek Allah’a ulaşmaları ve gelecekte Cehennem’deki hallerini düşündürerek hidâyet bulmalarıdır.[59] Başka bir deyişle akıllarını bir türlü hakkıyla kullanamayan müşrikler çok farklı gerekçelerle uyarılarak, Kur’an’ın beraberinde getirdiği Müslüman birey ve toplumun kurulması arzulanmaktadır.

Müşriklerin akletmemelerinin dünyevî sonucu olarak ilgili âyetlerde şunlar bildirilmektedir: Şirke girmek”, “Allah’ı hakkıyla takdir edememek”, “ataları körü körüne taklit”, “kevnî ve enfüsî âyetlerden, geçmiş kavimlerden ders almamak”, “günahkâr bir hayat yaşamak”, “çobanın bağırıp çağırmasından başka bir şey işitmeyen hayvanlara benzetilmek ve o konuma indirgenmek”, “Kur’ân’a inanmamak”, peygambere “mesajı değiştir” demek, “zalim”, “sağır”, “kör ve kendilerine zulmedenler olarak isimlendirilmek”, “Allah’a iftira atmak”, “atalar dinine tabi olmak”, “Allah’ın kendilerini murdar kılması ve helak olmayı beklemek”,[60] “kalp ve kulakların görevini yapmaması”, “kalbin körleşmesi”, “düşünmeme”, “müşrik atalarla aynı mantığı paylaşma”, “Allah’a inandıkları halde inadına peygamberi inkar etmek”, “zalim olarak isimlendirilmek”, “Allah’ın yardımından mahrum kalmak”, “peygamberin onlardan yüz çevirmesi”, “kendi kendilerine şefaatçi uydurmaları”, “azapla tehdit”, “Kitabı ve Rasulü inkar”, “azaba uğrama ve helak edilme”.[61]

Müşriklerin akletmemelerinin uhrevî sonucu olarak ise ilgili âyetlerde şunlar bildirilmektedir: “Cehennem azabına uğramak”, “azabı görünce gerçeği anlamak”, “ahirette birbirleriyle tartışma”, “putların kendilerine tapıldığını inkâr etmeleri yani ilahlarının müşriklerin kendilerine taptıklarını reddederek onları inkâr ederek onlardan uzaklaşmaları”, “müşriklerin Cehennem’e girmeleri”, “her türlü yardımdan mahrum bırakılarak, demir halka ve zincirlerle Cehennem’e sürüklenerek, kaynar su ve ateşle azaba uğrama”, “Cehennem’de gerçeği anlayınca kendi kendilerini kınama, pişmanlık, suçlarını itiraf” ve “Allah’ın rahmetinden mahrum kalarak azaba uğramaktır.”[62]

1.2.1.2.   Ehl-i Kitab ve İsrailoğulları

Kur’ân vahyi ve dolayısıyla Müslümanlar, Ehl-i Kitabla yani Yahûdî ve Hristiyanlarla özellikle Medîne döneminde muhatap olmuştur. Ehl-i Kitabın çok az bir kısmı akıllarını doğru yönde kullanarak önyargılarından kurtulmuş ve Müslüman olmuştur. Geneli ise akıllarını doğru kullanmadıkları ve önyargılarına saplanıp kaldıkları için İslam’a inanmamışlardır.

Bu inanmayan genel kitle ilgili âyetlerde: “Ayetleri az bir pahaya satmaları”, “hakla batılı karıştırıp hakkı gizlemeleri”, “insanlara iyiliği emrederken kendilerini unutmaları”, “Allah’ın emrini yerine getirmede gevşeklik göstermeleri”, “anladıktan sonra Allah’ın kelâmını tahrif etmeleri”, “dünya malına düşkünlük göstermeleri”, “delilsiz bir şekilde ‘Biz bağışlanacağız’ diyerek bağışlanacaklarını iddia etmeleri”, “kitabı okudukları halde Allah hakkında yalan yanlış konuşmaları”, “ahireti ihmal ederek, Münafıkça davranarak Müslümanları kandırmak istemeleri”, “inadına batılı savunmaları”, “bilgileri olmayan konularda tartışmaları”, “İslam’ı, namaza çağrıyı alay ve eğlence konusu yapmaları”, “korkaklıkları”, “kendi aralarında parçalanmaları”, “düşmana karşı korkak davranırken kendi aralarında cesaretle savaşmaları” ve “hareketlerinde müşriklere benzemeleri” gibi sebeplerden dolayı akletmemekle eleştirilmişlerdir.[63]

Bunların eleştirilmelerinden elde edilmek istenen amaç ise, “Aklederek kendi yanlışlarının farkına varıp gerçeğe ulaşmaları” ve “gerçeği kabul etmeleri”, “Ehl-i kitabın gerçek yüzünü ortaya koyarak Müslümanların onlara karşı doğru tavır belirlemelerini sağlamaktır.”[64]

Akletmemelerinin dünyevî açıdan sonucuna gelince; “İnsanlara öğüt verirken kendilerinin günahkâr bir yaşama devam etmeleri”, “”kalplerinin katılaşarak taştan bile daha katı olması”, “Münafıkça davranmak”, “bile bile yanlışı, bâtılı savunmak” ve “bâtıl bir yaşam sürmek” , “diğer inançlara saygı göstermemek”, “onu alay ve eğlence konusu yapmak”, “Müslümanlardan intikam almaya çalışmak”, “akletmeyen bir toplum” ve “fasık olarak isimlendirilerek yenilgi ile tehdit edilmektir”.[65]

Akletmemelerinin uhrevî açıdan sonucu ise: “Kendilerini düzeltmedikleri takdirde azaba uğramadır”.[66]

1.2.1.3.   Tüm İnsanlar

Akletmeyle ilgili aşağıda ele alacağımız âyetlerde ise Yüce Allah herhangi özel bir toplumu değil tüm insanlığı muhatap almaktadır. İlgili âyetlerde akledilmesi, üzerinde düşünülmesi istenen âyetler genel olarak her insanın gözü önünde her gün ve her an cereyan etmekte olan kevnî âyetlerdir.

İlgili âyetlerde ön plana çıkan ve üzerinde akledilmesi istenen konular: “Göklerin ve yerin yaratılması”, “gece ile gündüzün arka arkaya gelmesi”, “gemilerin denizde yüzmesi”, “yağmurla ölü haldeki toprağın canlandırılması”, “canlıların yaratılması”, “dünyaya dağılmaları”, “rüzgârlarla bulutların yönlendirilmesi”, “dünya, yağmur ve tabiat üzerinde düşünerek Allah’a ulaşma”, “insanların anlaması, akletmesi için Kur’ân’ın Arapça indirilmesi”, “helak edilen toplumlardan ders alınması”, “insan”, “uzay”, “hayvanlar” ve “tüm kevnî âyetleri düşünerek, Allah’a ulaşarak şirkten uzaklaşma”, “yağmur örneğiyle tekrar dirilişi anlama”, “bal arısı”, “insanın yaratılması”, “ihtiyarlaması” ve “ölüm üzerinde düşünerek Allah’a ulaşma”, “örümcek örneği ile Allah’tan başkasının veli edinilemeyeceği”, “gökler”, “yer”, “kevnî âyetler”, “dillerin ve renklerin farklılığını”, “insanın kendi biyolojik gelişme ve gerilemelerini düşünerek Allah’a ulaşması”, “Şeytan’ın düşmanlığını bilip sadece Allah’a kulluk”, “eski toplumlar gibi Şeytan’a uymamak” gibi konulardır.[67]

Bu konuların düşünülmesinden, akledilmesinden elde edilmek istenen amaç ise İnsanların akıllarını işlevsel hale getirerek akleden bireyler olmaları ve akleden toplumlar oluşturmaları, inşa etmeleridir.

Yukarıda ele almış olduğumuz âyetlerde kevnî âyetler ön plana çıkmaktadır. Bununla ilgili olarak Elmalılı şöyle demektedir: “Âyet, apaçık işaretler ve kesin deliller karşısında ciddi olarak hiçbir söz söyleme ihtimali bulunmayan mu’cize-i bahira demektir ki, Kur’ân âyetlerine, âyet denilmesi de bu mânâ ile ilgilidir. Demek ki Allah Teâlâ’nın iki türlü ayeti vardır: Birisi, tabiat kitabı ve bu kitabtaki fiîlî ayetler, diğeri de Kur’an’daki sözel ayetlerdir. Bunların ikisi de Yüce Allah’ın sıfatlarına ve iradesinin tecellilerine delâlet ettiklerinden dolayı âyet diye isimlendirilmişlerdir. Bu iki kitabın ayetleri birbirinin açıklamalarıdır. Gerçek marifet, Kur’an’daki ayetlerle tabiattaki ayetleri okuyup anlayarak, bunlardan Yüce Allah’ın zât ve sıfatını anlamak ve anladıktan sonra O’nun kanunlarına, emirlerine uymak, sırât-ı müstakim üzere yaşamak ve                     kendisi          râzı      olan       ve         kendisinden    râzı                olunan          makamlarını  elde  ederek  Allah’a

kavuşmaktır. Bu âyetlerde, keşfedilen ve henüz keşfedilmemiş nice ilimlerin konu ve gayeleri vardır. Bunu, en basit bir akıl duyar ve en yüksek akıllar bunda ebedî bir gayeyi             inceleyerek bunlara  şahid  olur.  Sonuç  olarak  hiçbir  akıl  bu  karardan  dışarı

çıkamaz.”[68]

Bu konuda Mevlüt Güngör ise: “Yüce Allah’ın üç türlü âyeti vardır: Bunlardan birincisi, Kur’ân’ın kendi âyetleri; ikincisi, Yüce Allah’ın peygamberleri eliyle gösterdiği mucizeleri; üçüncüsü ise kendimiz de dâhil olmak üzere, tabiatta ve kâinatta gördüğümüz canlı cansız bütün varlıklar, olaylar ve oluşumlardır. Kâinat kitabı, insan ve Kur’ân kitabı birbirinin tefsiridir. Bu kitabların muhatabı insandır ve bunlar insan için yaratılmıştır. Bu üç kitap bizi tek kapıya yönlendirir. O da bizleri yaratan Allah’tır. Her satırı, her cümlesi, her kelimesiyle onlar O’nun güç ve kuvvetini, sanatını ve marifetini     seslendirirler,                   ortaya            koyarlar.             Sınırsız, uçsuz bucaksız  bir kâinat kitabı ve

bir o kadar da ilgi çekici insan kitabı ve bütün bunların tercümanı olan Kur’ân. Bu birbirinin açıklayıcısı ve tamamlayıcısı olan bu kitaplar aynı müellifin elinden çıktığı için aralarında herhangi bir zıtlık olması da mümkün değildir.

Yüce Allah’ın bütün bu kitaplarından ve âyetlerinden hakkıyla ders almamız için her türlü âyetler üzerinde düşünmemiz, kafa yormamız ve araştırma yapmamız istenmektedir. Bu araştırmaları yapacak âlimlere de ihtiyacımız vardır. Kur’ân’da 750 civarında kevnî âyet var olup Kur’ân’ın 1/6’ını kadarını teşkil ettiği dikkate alınacak olursa bu ihtiyaç daha iyi anlaşılacaktır.”[69] demektedir.

İlgili âyetler ve yukarıda naklettiğimiz görüşler bizlere Kâinat kitabının dilini öğrenmemiz ve bu kitab üzerinde yoğunlaşmamız gerektiğini bildirmektedir.

1.2.1.4.    Müslümanlar

Konuyla ilgili âyetlerin bir kısmında ise Müslümanlar “Akletmiyor musunuz? ” diyerek doğrudan muhatap alınmakla birlikte, bir kısmında ise “akletmeyenler” olarak vurgulanan diğer insanların halinden ders çıkartmaları istenmektedir.

İlgili âyetlerde anlatılan konuları Müslümanların akletmelerinin istenmesindeki amaç,             “anladıktan  sonra   bile   bile   Allah’ın   kelamını   tahrif    eden   Yahudilerin

inanacaklarını ummamaları”, “aile hayatı, boşanma ve sonrası gibi hassas konular dâhil tüm konularda dengeli bir davranış göstererek vasat ümmetlikten (dengeli bir duruş ve yaşamdan) ayrılmamaları”, “Müslüman olmayanları velî edinmemeleri” ve “onların gerçek yüzlerini tanımaları”, “akletmeyen ve en değersiz varlık durumuna düşen müşrikler gibi olmamaları için dikkatli olmaları”, “Allah’ın hiç kimseye gücünün üstünde sorumluluk yüklemeyeceğini”, “aile içi ve dostlar arası ilişkilerle ilgili koymuş olduğu emir ve yasakları iyice anlayarak uygulamalarıdır.”[70]

Müslümanların, ilgili âyetlerde ön plana çıkartılan konuları akletmemelerinin dünyevî açıdan sonuçları “kendilerine yapılan uyarıları düşünüp, dikkate almazlarsa düşmanları tarafından aldatılacakları”, “mutlu bir toplum kuramayacakları”, “düşmanları tarafından zarara, sıkıntıya uğratılacakları” ve “akletmeyen müşriklerin konumuna düşecekleri”[71] olarak ifade edilmektedir.

Müslümanların akletmemelerinin uhrevî açıdan sonucu ise Şeytan’a tabi olunduğunda ve eski toplumlardan ders alınmadığında Cehennem’e girecek olmalarıdır.[72]

Kur’ân-ı Kerim’de Müslüman olan bedevîler “âdap ve erkânı bilmemek ve bunlara riâyet etmemekle eleştirilerek”, akletmemelerinin sonucunun “sabırsız olmak ve günah kazanmak olduğu vurgulanmaktadır”.[73] Bu ayette akletmemek

1.2.1.5.    Hz. Peygamber

Hz. Peygamber ilgili hiçbir âyette akletmemekle eleştirilmemiştir. İlgili âyetlerde akletmeyenler Müşrikler olmakla birlikte bu âyetlerde “Aklını kullanmayan müşrikler inanmıyorlar diye kendini paralama, sen insanları zorlayamazsın ” buyurularak Hz. Peygamber’i teselli etmek ve ona kıssalar yoluyla öğüt ve moral desteği vermektir.[74]

Genel olarak konuyla ilgili tüm âyetlere ve muhatap olanlara baktığımızda hakkıyla akletmemenin, aklı işlevsel hale getirmemenin, tüm insanlığın ortak problemi olduğu anlaşılmaktadır. Bu problemin halledilmesi için her insanın Yüce Allah’ın kendisine verdiği başta akıl olmak üzere tüm yeteneklerini geliştirmesi gerektiği, geliştirilmeyen yeteneklerin köreldiği ve hatta mühürlendiği[75] ve bu şekilde kişiden geri alındığı ve alınabileceği anlaşılmaktadır.

Konumuzla ilgili bazı âyetler daha ilgi çekicidir. Bunlardan birincisi, “O, akıllarını kullanmayanları murdar (rics) kılar. "âyetidir.[76]

Bu âyetle ilgili olarak Taberî (v. 310/923): “Rics, azap, kızma, öfkelenme ve gazaptır. Yüce Allah, tevhid, nübüvvet ve şirkin batıllığı ile ilgili delilleri düşünmeyen müşriklere kızdı ve öfkelendi.”[77] derken, İbn Kesir (v. 774/1373) ise “Bu kafa karışıklığı ve dalâlettir.”[78] demektedir.

Elmalılı (v. 1360/1942) bu âyeti “Ve akıllarını hüsn-i istimal etmeyenleri o pislik içinde bırakır” şeklinde çevirmiştir. Seyyid Kutub (v. 1385/1966) da bu âyeti “Allah aklını kullanmayanları en yüz kızartıcı iğrençliğin kucağına atar” şeklinde benzer şekilde anlamıştır. “Akıllarını düşünmekten alıkoyanlar, pisliğe bulaşmış kimselerdir. Ayet-i Kerimede geçen “rics” kavramı soyut pisliklerin en kötüsüdür. İşte onlar kendi duygularını düşünmekten ve muhakeme etmekten alıkoydukları için bu pisliğin kucağına atılacaklardır. Çünkü onlar, bu eylemleri neticesinde yalanlamaya, nankörlüğe ve inkâra kalkışmışlardır.”[79] [80] Mevdûdî (v. 1399/1979): “O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik bırakır” şeklinde meallendirerek “Cehalet, dalâlet, bâtıl düşünce ve davranışın pisliğini hakikati aramayan, onda sebat etmeyen, önyargıları yüzünden akl-ı selimini gereğince kullanamayan yahut aklını hakikatı arama cihetine yönlendirmeyen kimse üzerine bulaştırır. Böylelerinin hak ettiği sonuç budur.” 80 demektedir.

Ömer Nasuhi Bilmen ise aynı âyeti: “O, murdarlığı akilâne düşünmez kimselerin üzerine kılar. ” şeklinde meallendirerek: “O, her şeyi hikmetle yaratan Yüce Allah, azâbı, hakarete sebep olan rezilliği Cenab-ı Hakkın kendisine verdiği aklı, fikri, irade kuvvetini güzelce kullanmayarak irâdesini, küfür, isyan ve günah yönünde kullanan kimselerin üzerine kılar, onları hidâyetten mahrum bırakır ve sonsuz azaplara uğratır.”[81] demektedir. Muhammed Esed (v. 1412/1992) ise aynı âyeti: “Aklını kullanmayanlara alçaltıcı, bayağılaştırıcı (inançsızlığı) musallat eden odur. ” şeklinde meallendirmektedir.

Yukarıda naklettiğimiz görüşlerden de anlaşıldığı gibi Yüce Allah akıllarını hakkıyla kullanmayanlara kızmakta, onları kafa karışıklığı, cehalet, dalâlet, bâtıl düşünce ve davranışların içinde bırakmaktadır. Bu ise insanın dünya hayatında düşebileceği en aşağılık bir durumdur ki bu da akletmemenin dünyevî bir sonucu ve cezasıdır.

Konumuzla alakalı olarak ele almış olduğumuz Bakara, 2/171, Enfal, 8/22 ve Furkan, 25/44 âyetlerinde akletmeyenler, düşünmeyenler, akıllarını fonksiyonel hale getirmeyip Allah’ın kendilerine verdiği duyu organlarını hakkıyla kullanmayanlar “Allah katında hayvanlar ve canlıların en kötüsü” olarak isimlendirilmektedirler.

Bu âyetlerle ilgili olarak âlimler: “Bunlar yaratıkların en şerlileridir. Çünkü bunların dışındaki tüm yaratıklar yaratıldıkları konuda Allah’a itaat etmektedirler. Bunlar Allah’a ibadet, kulluk için yaratıldıkları halde küfrettiler ve bundan dolayı da hayvanlara benzetildiler. [82] Onların durumu devenin, eşeğin, koyunun durumu gibidir ki sen onlara bir şey söylesen sadece sesini duyarlar, ne dediğini bilmezler. Kâfire de aynı şekilde bir hayrı emretsen, bir şerri nehyetsen veya nasihatta bulunsan senin ne dediğini akletmez, sadece sesini işitirler.[83] Onlar dünya’da sağır ve dilsiz değillerdi. Fakat kalpleri sağır, dilsiz ve kör oldu.[84] Onlar hakkı dinleme, ona kulak verme, anlama ve konuşma konusunda sağır, dilsiz ve kör bir tavır takınmışlardır.[85] demektedirler.

Yüce Allah onlar da gerçek, sahih anlayış ve yönelmenin olmadığını, şâyet onlarda anlamanın olduğunu farzetsek, Allah onlara âyetleri işittirse bile onlar âyetleri anladıktan sonra inadına ve kasden yüz çevirirlerdi.[86] Bunlar inadına, bile bile inkâr edenlerdir. Bundan dolayı da hakka teslim olmamaktadırlar.

Bunlar kulağı varken duymayan, dili olup da hakkı söylemeyen sağır ve dilsizlerdir ki akıllanmaz, gerçeği idrak edemezler. Kulak yok, dil yok, akıl yok bu durum hayvanların içinde bulundukları haldir. Var, fakat hakka gelince yok. Bu durumda olanlar hayvanlardan daha aşağı bir konumdadırlar. Bunlar Yüce Allah’ın kendilerine verdiği yetenekleri iptal ettikleri için hem kendi cinslerine hem de tüm varlıklara karşı en zararlı varlık konumundadırlar ve kendilerinde hayır namına hiçbir şey yoktur.[87]

İşte böyleleri için Yüce Allah, Yunus, 10/42’de Nebîsi Muhammed (a.s.)’a: “Kendisiyle akletmeyecek bile olsalar onlara sen mi kulak yaratacaksın yoksa ben mi?” buyurmaktadır. Bu, Allah’ın kullarına imanı ulaştırmanın başkasının değil kendi elinde olduğunu haber vermektedir. Yüce Allah, Nebisine “Ey Muhammed! Sen, kendini işitmekten alıkoyan birine işittirmeye güç yetiremezsin. Aynı şekilde sen, emrimi ve yasağımı kalben uzak duran kişiye anlatmaya da güç yetiremezsin. Çünkü ben, o iman etmeyecek diye onu mühürledim.”, Yunus, 10/43’de de “Ey Muhammed! Onlar senin çabanı, amellerini görüyorlar, fakat inanmak istemedikleri için onlara işittiremez, duyuramazsın. Yüce Allah bu âyeti Rasûlunü teselli etmek ve rahatlatmak için zikretmiştir.[88]

Yukarıdaki âyetlerden ve yorumlardan da çok net bir şekilde anlaşıldığı gibi kişinin hakkı tam olarak anlaması, inanması ve yaşaması için öncelikle önyargılarından kurtulması, hakikati arama konusunda çaba göstermesi, duyu organlarını, kognitif yeteneklerini hep birlikte ve dengeli bir şekilde kullanması, Yüce Allah’ın her duyumuza hitab eden yazılı ve yazısız âyetlerini bihakkın akletmesi gerekmektedir. Bu şekilde bir çabaya girmeyip inadına bâtılda oyalanmaya devam edenler, hakikate karşı kör, sağır, dilsiz ve duyarsız kalanlar yaratılış amaçlarının dışına çıktıkları, kendilerine verilen yetenekleri kullanmadıklar, geliştirmedikleri için gerçek anlamda insan olma hüviyetinden soyutlanarak kendilerini hayvanlar derecesine hatta daha aşağı bir konuma kendi iradeleriyle atmaktadırlar.

Yüce Allah, Kur’an’da pek çok ayette[89] âyetlerinde ve başka pek çok âyetlerde insanın kendi yaratılışı, vücudu, tabiatta ve evrende olan olayları, tarihte helak edilen toplumları düşünerek kendi varlığını, birliğini, gücünü anlayarak sadece kendisine kul olmasını emretmektedir

Akıl, şahitler vasıtasıyla gaibin bilindiği bir cevher[90] ve en önemli fonksiyonuda realiteden malzeme alarak bilgi üretmek[91] olduğuna göre Yüce Allah’ın her türlü âyeti arasında gerekli bağlantıları kurmamız, bilgi ve salih amel üretmemiz gerekmektedir.

Hulûsî Arslan’ın kaydına göre: “Kadı Abdulcebbar bu konuyu el-Muhît bi’t- Teklif adlı eserinde ‘el-istidlâl bi’ş-şâhid ale’l-gâib’ prensibini ileri sürerek ele almaktadır.”[92] Bununla ilgili olarak İbrahim Emiroğlu ise: “Kur’ân insanın öncelikle şu üç konuda akıl yormasını düşünüp araştırma yapmasını teşvik etmiş teşvikin de ötesinde “tefekkür” adına farz kılmıştır. Bunlar: İnsan nefsi, tabiat ve tarihtir.”[93]

Allah’ın kitabını, âyetlerini, işaretlerini anlamanın aklı kullanma ile doğrudan ve olumlu bir şekilde birbirine bağlı olduğunu gösteren birçok âyet vardır. Kitabın, âyetlerin ve kâinatın sırları ancak aklın işletilebilmesiyle çözülebilecektir. Aklın işletilmemesi halinde insanın Allah’ın kudretini fark etmesinden değil onu sadece bilinçsiz bir şekilde ifade etmesinden bahsedilebilir. Oysa Kur’ân “hayatın da, ölümün de ‘beyyine’ üzerine oturmasını”[94] istemektedir. Kur’ân’da çok yerde geçen “beyyine”, “akıl ve idrakin işletilmesiyle elde edilen açık kanıt” demektir. O halde Kur’ân’da istenen iman, beyyine üzerine oturan yani akılla kucaklaşan bir imandır. Akla sırt çeviren iman, Kur’ân’ın tasvip ettiği, onayladığı bir iman değildir.[95]

İman söz konusu olduğunda aklî melekeyi tam anlamıyla kullanma öncesi bir alt basamak olan irade iyi ya da kötü yönde harekete geçmektedir. Bu iradenin iyi ya da kötüye yönelmesinin hemen peşinden aklı kullanma devreye girmektedir. Bunun için önyargıdan kurtulmalıdır.

Allah inancına varmada iki unsur ortaya çıkmaktadır: Birincisi insana, ikincisi Allah’a aittir. Aklın sınırında derin düşünme, zihni mutlak varlık karşısında sıçratma cehdi insana aittir. Zihnin bu sıçraması ile Allah inancına varma Allah’ın takdirine bağlıdır. Allah’ın takdirini kulun fiiline göre kullanması onun mutlak bir varlık olmadığı yani kendisini dışa göre ayarladığı, kula bağlı olduğu anlamına gelmemelidir. Allah’ın takdiri insanın tutumu ile ilgilidir. Buradaki takdiri “insanın tutumunun Allah tarafından değerlendirilmesi” manasında anlamak uygun olacaktır.”[96]

Aynı konuyla ilgili olarak Elmalılı ise: “Aklı olan ve gereğince amel eden fertler veya toplumlar herhalde varlıklar üzerinde bu yaratma ve değişiklikleri yapıp duran yaratıcı kudretin ilk kez yaratmayı da, öldükten sonra tekrar diriltmeyi de gerçekleştirebileceğini anlar ve Allah’a yakınlık hâsıl ederler. Bunları anlamayanların ya akılları yoktur veya akıllarının gereğini yapmayarak hevaları peşinde koşarlar. Aklı olanlar için ilim meselesi yalnız bir yaprağın yaratılışında bile açıklanmaktadır.”[97] demektedir.

Genel olarak Kur’ân’daki tüm âyetleri özelde ise akletmeyle ilgili âyetleri her yönüyle kimler daha iyi anlayabilir? Bu sorunun cevabı olarak Yüce Allah: “İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler düşünüp anlayabilir. ”[98] buyurmaktadır. Bu âyeti İbn Kesir: “Bu âyetleri ancak ilimde rusuh sahibi, otorite olanlar anlayıp tedebbür edebilirler.”[99] şeklinde açıklamaktadır. Elmalılı: “ Hem bu meseller yok mu, biz onları insanlar için darb ediyoruz. Mamafih onlara, âlimlerden başkasının       aklı                     ermez.         ”[100]   şeklinde  meallendirmekte  ve  bu  âyetle  ilgili  olarak:

“Allah’ın dışındaki varlıkların fani ve âciz, binaenaleyh ondan başkasına ibadetin bâtıl olduğunu ilim sahibi olanlar gerçek anlamda zevkini ve faydalarını anlayarak idrak ederler. Bu ilim, cehâlet farkı neden denirse: “Allah, o semavatı ve arzı (o yüksekleri ve aşağıyı) hak ile yarattı. ”[101] Boşuna değil, hikmet-i hakk ile yarattı. Hiç birinin yaratılışı boşuna değil, gelişi güzel de değil. Bir hakk sebebi ve hikmeti iledir. Göğü de öyle yeri de, yukarısı da aşağısı da, âlimi de cahili de, hepsinin hakkı da, Hâlik’inin hakkı önünde boyun eğmektir.”[102] demektedir.

Bu âyeti Muhammed Esed ise: “işte Biz insanın önüne bu temsilleri koyuyoruz, ama onların gerçek anlamını ancak (Bizi) tanıyanlar kavrayabilir” şeklinde meallendirerek “Allah’ın varlığından haberdar olmak, burada, Kur’ânî kıssaları (ve dolayısıyla telmihleri, temsilleri de) tam anlamıyla kavramanın bir ön şartı sayıldığından, bu âyet, Kur’ân’ın, ‘insan idrakini aşan bir hakikat(in varlığın)a inanan, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip bütün insanlar için bir rehber’ olduğu ifadesi ile birlikte okunmalıdır.” demektedir.[103] Muhammed Esed bu yorumuyla âyetlerden herhangi bir bilim adamının değil ancak iman eden, teslim olan ve genel olarak gerekli her bilgiyi kavramış bir bilim adamının âyetlerden her yönüyle faydalanabileceğini vurgulamaktadır ki en doğru yaklaşımda budur.

Çünkü ne fen ve soysal bilimleri en azından temel mantık olarak bilmeden sadece klasik İslâmî bilimleri bilmek, ne de Allah’ı, Kur’ân’ı tanımadan en azından temel anlamda klasik İslâmî bilimleri bilmeden doğru bir Allah, din, insan ve toplum tasavvuru ortaya koyabilmek mümkün değildir.

Akletmekle ilgili bazı âyetlerde[104] “Kavm” kelimesi ile “Akl” kelimeleri bir araya gelmektedir. Bu âyetlerin çoğunluğu, daha kesin ifadeyle beşi[105] doğrudan doğruya dünyada meydana gelen “fiziksel” ve “biyolojik olaylar” dediğimiz olayları konu ediniyor. Bu âyetler arasında[106] tabiatta meydana gelen olayların ve gök cisimlerinin insanın kullanımına verildiğini (musahhar olduğunu) belirtiyor ve bununla “aklı kullanan bir kavim” arasındaki anlam bağıntısı gösteriliyor.

“Aklın kullanılması” ile “kavm” kelimesinin bir arada böyle zikredilmesi, aklın kollektif olarak kullanılmasının önemini ortaya koyuyor. Bu olaylarda “aklını kullanan bir kavim” için birçok işaretler (âyetler) olduğu belirtiliyor. Toplum olarak “aklın kullanılması” mutlaka ayrı bir önem taşıyor olmalı.[107]

Bu şekilde kullanım, düşünen bir toplum oluşturmanın, toplam kaliteyi yükseltmenin önemine işaret etmektedir. Bir toplumun hem iman ve ibadet, hem de bilim ve teknik olarak üst seviyelere gelmesi için “akletme” eyleminin hep birlikte gerçekleştirilmesi gerekir. Müslümanların “vasat ümmet konumuna gelip tüm insanlığa şahit olabilmeleri”[108] tarihte nesne durumundan çıkıp özne durumuna gelebilmesi için Kur’ân’ın akledilmesini istediği tüm konularda aklını işlevsel hale getirerek toplam kaliteyi yükseltmeleri gerekmektedir.

Ancak bütün bu anlatılanlar öncelikle kalbi diri olan, Allah’a karşı huşu duyan insanlar, muttakiler[109] ve “sözü dinleyip en güzeline tâbi olanlar”[110] için hidâyet rehberidir. Hakikati inkâr ederek “kalblerimiz senin anlattıklarına karşı kılıflıdır” dedikleri için “la’netlenen ve kalbleri mühürleııenler'”1 için geçerli değildir.

Yüce Allah bu gerçeği: “De ki “Göklerde ve yerde neler var, bakın da ibret alın Fakat inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz”[111] [112] âyetiyle de beyan etmektedir.

Hakikati inadına inkar edenlerin içinde bulundukları durum “(Sana karşı çıkanlar) hiç yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler içindeki kalpler kör olur. ”(Hacc, 22/46) âyetiyle dile getirilmektedir.

Bu âyetle ilgili olarak Taberî: “İnsanların gördükleri gözleri kör olmaz. Hakkı bilme ve yardım etme konusunda göğüslerdeki kalpler kör olur.”[113], Râzî (v.606/1209): “Görme ve işitme ancak kalbin tedebbürü ile tamam olur. Çünkü kişi gördüğü ve işittiği halde bunlardan ibret almazsa tabiî ki bunlar ona fayda vermez. Eğer işittiğini düşünürse faydalanır. Bundan dolayı: “Gözler kör olmaz, göğüslerdeki kalbler kör olur.” buyrulmuştur; Çünkü onlar görüyorlar, fakat körlük kalblerinde olduğu için gördüklerinden faydalanmadılar. Bu âyet aklın ilim olduğunu ve yerininde kalb olduğunu ve düşünme organının da kalb olduğunu göstermektedir.”[114] demektedir.

İbn Kesir: “Buradaki körlük gözün körlüğü değil, bilakis basîretin körlüğüdür. Eğer basiret kuvveti selim olursa ibret almaktan ve gelen haberi anlamaktan

vazgeçmez.”[115] Mevdûdî ise: “Kalp bütün duyular, hisler, zihni ve ahlaki niteliklerin merkezi kabul edildiğinden, bu sözler kendi inatçılıklarının onları duymaktan ve akıllı hareket etmekten alıkoyduğunu ima etmek üzere kullanılmıştır.”[116] demektedir.

İşte böyleleri için Yüce Allah, Nebisi Muhammed (a.s.)’a: “Kendisiyle aklelmeyecek bile olsalar onlara sen mi kulak yaratacaksın yoksa ben mi?'”[117] buyurmaktadır. Bu, Allah’ın kullarına imanı ulaştırmanın başkasının değil, kendi elinde olduğunu haber vermektedir. Yüce Allah, Nebisine: “Ey Muhammed! Sen kendini işitmekten alıkoyan birine işittirmeye güç yetiremezsin. Aynı şekilde sen emrimi ve yasağımı kalben uzak duran kişiye anlatmaya da güç yetiremezsin; Çünkü ben o iman etmeyecek diye onu mühürledim.”[118] “Ey Muhammed! Onlar senin çabanı, amellerini görüyorlar, fakat inanmak istemedikleri için onlara işittiremez, duyuramazsın.” buyurmaktadır. Yüce Allah bu âyeti Rasulunü teselli etmek ve rahatlatmak için zikretti.[119] demektedir.

Aklını kullanıp hakikate teslim olmayan, Rasulü dinlemeyen ve batıl bir hayat yaşamaya devam edenler Cehennem’e atıldıklarında: “Şâyet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli Cehennemin mahkûmları arasında olmazdık. ”[120] diyecekler. Yine onlar: “keşke biz dünyada bize gelen uyarıcıların getirdiklerini dinlesek ve bizi davet ettikleri şeyi akletseydik.” diyerek pişman olacaklardır.[121]

Cehennem’e giren kâfirler küfürlerini itiraf ederken kulağımız ve aklımız olsaydı demiyorlar, dinler veya akleder olsaydık diye işitme ve akıl nimetlerine nankörlük etmiş olduklarına yanıyorlar. Demek ki, Allah’ın lutfunda, Rububiyy etinde, adaletinde hiçbir eksiklik yok, o her şeyi indirmiş, göz de vermiş, kulak da vermiş, akıl da vermiş,  haberci                     göndermiş,               haber   de  vermiş,  dünya  semasını,  her   türlü  ışıkla

süsleyerek, çeşitli ayet ve mûcizelerle akla ve kulağa açıklamalar yapmıştır.[122]

Muhammed Esed ilgili âyetin akletmeyle ilgili bölümünü: “[en azından] Kendi aklımızı kullansaydık. ” şeklinde meallendirerek: “Akıl, doğru kullanıldığında, insanı Allah’ın varlığını tanımaya ve böylece, O’nun bütün yaratma eyleminin altında belirli bir planın yattığını anlamaya sevk edecektir. Bu tanımanın mantıki sonucu, insan hayatını etkileyen ilâhî planın bazı yönlerinin -özelikle, doğru ile yanlış arasındaki ayırımın- Allah’ın seçilmiş elçilerine, yani peygamberlere indirdiği vahiy aracılığıyla insana sürekli olarak bildirildiği gerçeğinin kavranmasıdır.”[123] demektedir.

Bütün bunlardan açıkça anlaşılan Yüce Allah’ın Kur’ân’daki ve tabiattaki bu kadar âyetine rağmen akıllarını ve duyu organlarını gereği şeklinde kullanmayan, hakîkatı anlayıp, teslim olmayanlar Cehennem azabını hak etmektedir.

Kur’ân’da egemen olan akıl, işlevsel, pratik ve üretken bir akıldır. Ancak bu akıl, salt, soyut düşüncelerin merkezi olan akıldan değil, duyu ve heyecanların merkezi olan kalpten de bahseder. Kur’ân’ın akıl anlayışı, sadece, istidlâlî kategori düzeyinde fiziksel alanda işlemez; aksine, metafizik boyutla da bağ kurmayı içerir. Bu doğrudan ‘akleden bir kalp’ ya da ‘beyin-gönül’ ilişkisi bağlamında entelektüelliktir. Çünkü iki şey arasında ilişki görmek, doğrudan, analizci aklın önemli işlevleri arasındadır.[124]

İşte bu analizci aklı, Kur’ân’daki şekliyle akletme eylemini çok iyi bir şekilde harekete geçirerek Allah-insan, Allah-kâinat, madde-mânâ, insan-insan, insan-toplum, insan-kâinat ilişkilerini anlamamız, açıklamamız ve bütün bu ilişkileri dengeli bir şekilde hayata geçirmemiz gerekmektedir. İşte o zaman akletmeyle ilgili âyetlerin gereğini yapmış oluruz.

1.3.    Hadis İlmi Açısından Akıl

1.3.1.    Hadislerde Akıl

Akıl kelimesi Kur’an’da sadece fiil şeklinde kullanılırken,[125] hadislerde ise, “akıl (insanın kendisiyle değer kazandığı şey)”[126] ve “diyet”[127] anlamlarında isim olarak kullanıldığı gibi, “akletmek, idrak etmek, anlamak,”[128] “deveyi bağlamak”[129] manalarında fiil olarak da kullanılmıştır

Ayrıca hadislerde “keyyis”[130], “lübb”[131], “nuhâ”, “hilm (ehlâm)”[132] ve “dimağ”[133] kelimeleri de akıl anlamında kullanılmıştır.

Hadislerde aklın ilk yaratılan şey olduğu[134], Allah tarafından insanlar arasında farklı ölçülerde taksim edildiği,[135] Yüce Allah’ın akıllı kişiyi övdüğü[136], aklı olmayanın dinin olmadığı[137], akılla rızıklananın kurtuluşa erdiği[138], aklın mü’minin işareti olduğu[139], Hz. Peygamber’in aklının artması için duâ ettiği[140], reislik ve yönetimin akıl ile olduğu[141], saygınlığın akıl ile kazanıldığı[142], İnsanlara, akılları oranında konuşmak emredilmiş [143] yaptıkları ibadetlerin mantığını kavrayanların en çok sevap kazandıkları ve diğer insanlardan üstün oldukları[144] gibi konular üzerinde durulmuştur.

Bu çalışmamızda, akıl ile ilgili hadisler ilgili yerlerde sıhhat açısından tek tek ele alınacağı için burada ayrıca üzerinde durulmayacaktır.

1.3.2.    Hadis Nakleden Ravinin Akıllı Olması

Hadis âlimleri hadisleri nakledecek ravilerin mükellef olabilecek seviyede akıl sahibi olmalarını şart koşmuşlardır.[145]

Bir ravinin, rivâyetinin kabul edilebilmesi için akıl, zabt, adalet ve İslam şartlarına sahip olması gerekir. Ravide bu şartların tamamı veya bir kısmı bulunmazsa, rivâyeti kabul edilmez, terk edilir.

Muhaddislere göre akıl şartı, ravinin temyiz kudretine sahip olması manasında kullanılmıştır. Akıl şartına sahib olan baliğ, hadis öğrenmeye ve nakletmeye; mümeyyiz çocuk ise nakletmeye değil öğrenmeye salahiyetlidir. Akıl şartında bulûğ mânâsı zımnen mevcuttur. Zira ergenlik çağına girmeyen çocuk hadisi öğrenebilir ama ancak bulûğa erdikten sonra nakledebilir.

Rivâyete başlamaya elverişli yaş haddinin ne olduğu hususunda muhaddislerin bir ittifakı yoktur. Bazıları on üç, bazıları on beş demiş; âlimlerin geneli ise daha küçük yaşlarda da bunun mümkün olacağını söylemişlerdir. [146]

Çocuğun ve delinin rivâyeti kabul edilemez; Çünkü bunların aklı olmadığı için dinen sorumluluk sahibi değillerdir. Çocuk, aklı olgunlaşmadığı ve sorumluluk altına girmediği için yalan haberlere güvenebilir veya bu konuda gevşek davranabilir. Deli ise zaten öğrenme kabiliyetine sahip olmadığı için onun rivâyetleri hiç kabul edilmez.[147]

1.3.3.     Hadisin Akla Ters Olmaması

Hadis âlimleri hadisleri nakledecek ravilerin mükellef olabilecek seviyede akıl sahibi olmalarını şart koştukları gibi nakledilen hadislerinde anlam olarak akla ve duyu organlarıyla elde bilgilere ters düşmemesini de şart koşmuşlardır.

Yüce Allah yalnız akıllı olanlara hitab etmiş, emir ve yasaklarından sadece onları sorumlu tutmuştur. Onun elçisi sıfatıyla Hz. Peygamber’in sözlerinin de normal akla uygun olması gerekir. Te’vil edilemeyecek bir şekilde akla ters olan bir hadisin mevcudiyeti düşünülemez.[148]

Eğer bir hadis akla muhalif ve te’vil kabul etmiyor, duyu organlarıyla elde edilen bilgiye ve müşahadeye ters bir anlam içeriyor veya tarihî vâkıâya ters düşüyorsa bu hadis uydurmadır.

İbn Kayyım Bir kişi hadis naklederken hapşurursa bu onun doğruluğuna delildir.” hadisini naklettikten sonra şöyle demektedir: “Bazı kişiler bunun senedini sahih kabul etseler bile akıl ve his bunun uydurma olduğuna şahitlik etmektedir. Çünkü biz hem hapşuran hem de yalan söyleyen kişilere şahit oluyoruz. Biz yüz kişinin hadis naklederken hapşurduğunu görsek onların hadislerinin sıhhatine hükmetmeyiz.” İbn Kayyım “Allah yeri                ve gökleri       aşûre           gün      yarattı”,           “insanların   en   yalancıları

kuyumcular ve     boyacılardır”,                         “Patlıcan her          ne    niyetle        yenirse                             ona                 şifa                    olur”         gibi

rivâyetleri de örnek olarak vermektedir.[149]

Eğer nakledilen hadis Kur’ân’a, mütevatir sünnete, kesin icmaya ve akla te’vil kabul etmeyecek              şekilde  ters  ise  rivâyetin  yalan  olduğu  kesindir.  “Yüz  sene  sonra

yeryüzünde hiçbir canlı kalmayacaktır. ” hadisi gibi.[150]

Vahyin taşıyıcısı Hz. Peygamber’in, akl-ı selîme, mantığa ters ve saçma bir söz söylemesi mümkün değildir. Fakat İslâm dünyasında oluşan ve zaman içinde yerleşen

‘akıl tutulmasından’ dolayı hadislerin değerlendirilmesinde akıl işlevsiz hale 151

getirilmiştir.

Bunun sonucunda Müslümanlar arasında mûteber kabul edilen birçok hadis kitabında da akl-ı selîme ters olan bazı hadisler yer almıştır. Yazılan yazıdan istenen sonucun elde edilebilmesi için “Biriniz bir yazı yazdığında onu topraklayın, çünkü böyle yapmak ihtiyacın yerine gelmesi için daha yararlıdır. ”[151] [152] ve “Sayfalarınızı topraklayın, bu daha iyi sonuç getirir, çünkü toprak mübarektir. ”[153] denmesi mantîkî olarak tutarlı değildir. Çünkü yazının topraklanmasıyla hedeflenen sonuca ulaşma arasında herhangi bir ilişki yoktur. Güvercin uçuran kişinin ve güvercinin şeytan olarak nitelendirilmesi de[154] aklî olarak tutarlı değildir. Çünkü ne güvercinin kendisinin ne de güvercini sevmenin ve onu uçurmanın şeytanlaşmakla herhangi bir alakası yoktur.[155]

“Sizden birisi yemek yediğinde yalamadan veya yalatmadan elini silmesin. ”[156] Bu rivayette önerilen, “Kişinin yemek bulaşmış elini bir başkasına yalatması ” hususu, bırakın bir peygamberi, sıradan bir insana bile yakışmayacak bir öneridir.[157]

Mantîkî gerekçelere dayanarak hadislere metin tenkidi uygulama geleneği bazı sahâbîlerden itibaren İmâm-ı Âzam’ın da mensubu olduğu rey ehli içinde belli ölçüde devam etmiş bir yaklaşımdır. Bu anlayışa sahip çıkılarak devam ettirilmesi gerekmektedir.[158]

1.3.4.   Hadisçilerin Akıl ile İlgili Hadislere Genel Yaklaşımları

Akıl hakkındaki hadisler ilk dönemlerden itibaren araştırma ve tartışma konusu olmuştur. Bu konudaki hadislerle ilgili çalışma yapan âlimlerin çoğunluğu bu hadislerin uydurma olduğunu söylerken bazıları da zayıf olduklarını ifade etmişlerdir. Bu konuda görüş belirten âlimler ve görüşlerini şu şekilde özetlemek mümkündür.

İbn Adiy (v. 360/971) akılla ilgili rivâyetlerin kaynağı durumundaki “Dâvud b. el-Muhabber’in “Kitabu’l-Akl” adlı eserindeki haberlerin tamamının ya da çoğunun bilinmediğini bildirmiştir.[159]

Ukaylî (v. 322/934) ve İbn Hibban (v. 354/965)’ın “Rasulullah’tan akıl konusunda sahih hiçbir haber yoktur.”[160] dedikleri kaydedilmiş, aynı şekilde Ebu’l-Feth el-Ezdî (v. 374/984)’nin akılla ilgili hiçbir sahih hadis olmadığı görüşünde olduğu belirtilmiştir.[161]

Dârekutnî (v. 385/995), konuyu daha açık bir şekilde şöyle izah eder: “Kitabu’l- Akl”ı ilk önce Meysere b. Abdirabbih uydurdu. Sonra, onu, ondan Dâvud b. el- Muhabber çaldı ve yeni isnadlar düzenledi. Sonra Abdülaziz b. Ebî Recâ çaldı ve en sonunda da Süleyman b. Îsa es-Siczî çaldı ve yeni isnadlarla nakletti .”[162]

Bağdâdî (v. 463/1071) “Dâvud b. el-Muhabber’in ‘Kitabu’l-Akl’ daki tüm rivâyetleri batıldır.”[163] demekte; İbnu’l-Cevzî (v. 597/1201) ise “Akılla ilgili pek çok hadis vardır. Ancak bunların hiçbiri güvenilir, sabit değildir. Bu hadisleri Mervan b. Sâlim, İshak b. Ebî Ferût, Ahmed b. Beşîr, Nasr b. Tarif, İbn Semân, Süleyman b. Îsa gibi terk edilen raviler nakletmişlerdir ki bunlar hadis uyduruyorlar, birbirlerinden hadis çalıyor ve isnadlarını değiştiriyorlar”[164] demektedir. Zemmu’l-Hevâ isimli eserinde ise Hz. Peygamberden akıl konusunda nakledilen sahih bir hadis bilmediğini çünkü bu konuyla ilgili hadisleri Ebân b. Ebî Ayyâş, Seleme b. Verdân, Umeyr b. Imrân, Ali b. Zeyd, Hasan b. Dînar, Abbâd b. Kesîr, Meysere b. Abdirabbih, Dâvud b. el-Muhabber, Mansûr b. Sagîr gibi hadisleri delil olarak kullanılamayacak kişilerin naklettiğini belirtmektedir.[165]

İbn Kayyım el-Cevziyye (v. 751/1350) akılla ilgili bütün hadislerin yalan olduğunu[166] söylerken; Bûsırî (v. 840/1436); bu konudaki bütün hadislerin zayıf olduğunu ifade etmektedir.[167]

İbn Hacer (v. 852/1448) ve İbn Arrâk (v. 963/1556) da Haris b. Usâme’nin Müsnedin’de naklettiği Dâvud b. el-Muhabber’in ‘Kitabu’l-Akl’ındaki tüm hadislerin uydurma olduğu görüşündedirler. [168]

Ali el-Kârî (v. 1014/1606) el-Esrâru’l-Merfûa‘ isimli eserinde; “Haris b. Ebî Usame’nin Dâvud b. el-Muhabber’den naklettiği otuz küsür hadisle Süleyman b. İsa’dan nakledilen yirmi küsür hadisin hepsi uydurmadır.”[169] demektedir.

Aclûnî (v. 1162/1749), “Suyûtî, Zeylu’l-Mevdû‘at’ında Haris b. Usame’nin Müsned’inde, Dâvud b. el-Muhabber’den akılla ilgili otuz küsür hadis naklettiğini ve İbn Hacer’in bu hadislerle ilgili olarak, ‘Hepsi uydurmadır.’ dediğini nakletmekte,[170] Şevkânî                 (v.  1250/1834)   de   bu   konudaki   hadislerin   uydurma    olduğunu   ifade

etmektedir.[171]

İbn Ebi’d-Dünya’nın el-Aklu ve Fadluhu isimli kitabını neşreden Mecdî es- Seyyid İbrahim şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: “Akılla ilgili hadislerin tamamı veya büyük bir kısmı oldukça zayıf ya da uydurmadır. Bu konuda eser yazan âlimlerin hepsi de bu görüşü paylaşmaktadır. İbn Ebi’d-Dünya kitabını bu uydurma ve zayıf rivâyetlerden arındırmaya çalışmış, fakat bu hadislerin çoğunu nakletmekten de kurtulamamıştır. Bu konudaki hadislerin durumunu bildiği için akıl ve fazileti hakkında rivâyetleri değil de, selefin görüşlerini ağırlıklı olarak nakletme yoluna gitmiştir.[172]

Yukarıda naklettiğimiz bilgilere göre konuyla ilgili hadislere Ukaylî, İbn Hibban, Ebu’l-Feth el-Ezdî, Dârekutnî, Bağdâdî, İbnu’l-Cevzî, İbn Kayyım el- Cevziyye, Bûsırî,                                İbn Hacer, İbn  Arrâk,  Ali  el-Kârî,  Aclûnî,   Şevkânî  ve M. Yaşar

Kandemir gibi âlimler uydurma olarak kabul etmişlerdir.

Şah Veliyullah ed-Dıhlevî, akıl konusunu açıklarken “Allah’ın ilk yarattığı şey aklıdır.”[173], “Aklı olmayanın dini yoktur.”[174] ve “Akıl bakımından rızıklanan kimse kurtuluşa ermiştir. ”[175] hadislerini naklettikten sonra: “Bu hadislerin sıhhati konusunda ehl-i hadisin her ne kadar eleştirileri varsa da pek çok senedi olması ve bunların birbirini desteklemesi, onların sahih olduğunu gösterir”[176] demektedir. Eğer hadislerin sıhhati için meşhurluklarını ve senedlerinin çokluğunu esas alacak olursak pek çok sayıdaki zayıf ve mevzû rivâyeti sahih kabul etmemiz gerekir ki, bu düşüncenin herhangi bir ilmî yönünün bulunmadığı açıktır.

Ali Osman Ateş konuya farklı bir açıdan bakarak şöyle bir değerlendirme yapmıştır: “Hadislerin anlaşılması, nakledilmesi, kabul ve reddedilmesinde aklın önemini                 belirttikten sonra:  ‘Elimizde  bulunan  ve  sahih  olarak  nitelendirilen  hadis

kaynaklarında akılla ilgili hadisler nakledilmemiş ve bazı hadis âlimleri ‘akılla ilgili tüm hadisler uydurmadır’ demişlerdir. Ancak bu tutum isabetli bir davranış değildir. Her hususta olduğu gibi akıl konusunda da bir takım hadisler uydurulmuş olabilir. Fakat genelleme yapmak doğru değildir. Geleceğin ilim adamlarının önünü açmak için, önceki asırlarda yaşamış olup re’ye karşı çıkmış olan bazı âlimlerin bu konudaki olumsuz görüş ve değerlendirmelerine tam bir teslimiyetle boyun eğmeden, aklın dindeki önemini ortaya koyan hadisleri bulundukları kaynaklardan tespit ederek, bunları sıhhat açısından yeniden bir değerlendirmeye tabi tutmak elzem gözükmektedir.” demektedir.[177]

Ünal ise Mûtezile mezhebine bağlı olanların kendi hüküm ve anlayışlarına ters olan nassları akla dayanarak reddettiklerini, onlara karşı çıkanların da aklın faziletiyle ilgili haberleri reddettiklerini ifade etmektedir.[178]

İşçen, konumuzla ilgili olarak yaptığı “Uydurma Hadislerde Akıl” isimli tezde akıl konusundaki hadislere üç farklı yaklaşımın bulunduğunu belirtmektedir. Bu yaklaşımlardan birincisine göre, birkaç istisna dışında akılla ilgili tüm hadisler sahihtir. İslâm akla büyük önem vermiştir, Kur’ân’da da akılla ilgili birçok âyet bulunmaktadır. Dolayısıyla hadislerde de bu konunun işlenmesi gâyet doğaldır.

İkinci yaklaşım ise akıl konusundaki tüm hadisleri reddetmektedir. Hadis ulemasının önemli bir kısmı bu görüştedir. Bu grup, akılcılığı ön plana çıkaranlara karşı bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Tabii ki doğrudan: “Biz akılcılık hareketine tepki olarak bu hadisleri kabul etmiyoruz.” demediler. Ancak konuyla ilgili hadislere karşı “Bu konuda sahih bir hadis yoktur.” şeklindeki genelleme bunu göstermektedir.

Üçüncü yaklaşım ılımlı yaklaşımdır. Bu görüş sahiplerine göre akıl hadislerini toptan kabul edenler de, toptan reddedenler de hata etmişlerdir. Bu hadisler de diğer bütün hadisler gibi tek tek ele alınıp incelendikten sonra hüküm verilmelidir. Bu inceleme yapıldığında bir grubun ifrata diğerinin ise tefrite düştüğü görülmektedir. Zira akıl konusunda: “Birçok konuda olduğu gibi makbul rivâyetler olduğu gibi bunların uydurma olanları da vardır.”[179]

Yukarıda naklettiğimiz bilgilerde her ne kadar üç yaklaşımdan bahsedilse bile biz yaptığımız incelemelerde ilk görüşü savunan herhangi bir isme ulaşamadık.

1.4.   Akıl ile İlgili Hadisleri Uydurmakla Meşhur Olan Raviler

Akıl konusundaki hadisleri incelediğimiz zaman Dârekutnî’nin de işaret ettiği gibi dört meşhur ravi ile karşılaşıyoruz: Buna göre “Kitabu’l-Akl”ı ilk önce Meysere b. Abdirabbih uydurmuştur. Sonra ondan Dâvud b. el-Muhabber çalmış ve yeni isnadlar düzenlemiş, sonra Abdülaziz b. Ebî Recâ çalmış ve en sonunda da Süleyman b. Îsa es- Siczî çalarak ve yeni isnadlarla nakletmiştir.”[180] Akıl hakkındaki hadislerin çoğunluğu bu ravilerden nakledilmektedir. Konuyla ilgili hadislere geçmeden önce kronolojik sıraya göre bu ravilerle ilgili görüşleri nakletmek istiyoruz.

1.4.1.   Meysere b. Abdirabbih el-Fârisî et-Tusterî.

Tam adı Meysere b. Abdirabbih el-Fârisî et-Tusterî’dir. Lakabı Terras’tır. Leys b. Ebî Selîm, İbn Cüreyc (v. 150/767), Evzâî (v. 157/774), Musa b. Ubeyde, Sevrî (v. 161/778), Mâlik (v. 179/795) gibi meşhur hadis âlimlerinden hadis rivâyet etmiştir.

Kendisinden ise, Şuayb b. Harb, Yahya b. Gaylan ve Dâvud b. el-Muhabber rivâyette bulunmuştur. “Kitâbu ’l-AkFı uyduran ilk kişidir.[181]

İbn Hacer’in naklettiğine göre Meysere hakkında Buhârî (v. 256/870): “Yalanla itham edilmiştir.”[182] Ebû Zur’a (v. 264/887): “Kazvin’in faziletiyle ilgili kırk hadis uydurmuş ve ben bu yaptığımdan sevab umuyorum demiştir.”[183] Ebû Dâvud (v. 275/888): “Hadis uydurduğunu itiraf etti.”, Ebû Hâtim (v. 277/890): “Hadis uyduran bir kişidir. Kazvin ve Sağur hakkında hadisler nakletmiştir.”, Nesâî (v. 303/915) Temyiz isimli eserinde: “Yalancıdır.”, Ukaylî (v. 322/934), Duafâ’sında zikretmiş, Ebû Nuaym: “Bâtıl haberler naklederdi.”, Mesleme b. Kâsım: “Reddedilen haberler nakletmiştir, kendini zühde ve ibadete vermişti.”, İbn Hibban (v. 354/965) “Güvenilir ravilerin adını kullanarak uydurma haberler nakleden, hadis uyduran ve Kur’ân’ın faziletiyle ilgili uzun hadisleri olan bir kişidir.”, Dârekutnî (v. 385/995): “Terkedilmiştir.”[184], Hatib (v. 463): “Kitabu’l-Akl’da Dâvud b. el-Muhabber ve Şu‘be b. Harb b. Hıtbe el-Veddâ‘ kendisinden bâtıl rivâyetlerde bulunmuşlardır.”, Muhammed b. Îsa b. Et-Tabba‘: “Meysere’ye naklettiğin bu hadisleri kimden aldın, diye sordum, bana “İnsanları teşvik etmek için ben uydurdum” diye cevap verdi.”[185] demekte ve İbn Hacer (v. 852/1448)’in kendisi de “Terkedilmiş” olduğunu kaydetmektedir.[186]

İbn Hibban (v. 354/965): “Güvenilir kişilerin adını kullanarak uydurma rivâyetlerde bulunur ve insanları iyiliğe teşvik kötülükten uzaklaştırmak için sika kişilerin adını kullanarak mu‘dal hadisler uydururdu. Hadisleri sadece ibret, ders almak için yazılabilir”[187] demiştir. Abdurrahman b. Mehdî de: “Meysera’ya Kur’ân’ın faziletiyle, ilgili hadisleri nereden öğrendin diye sorduğunda: “İnsanları Kur’ân’a teşvik etmek, yönlendirmek için ben uydurdum.” diye cevap verdiğini[188], İbnu’l-Cevzî (v. 597/1201): “Hadislerinin terk edildiğini”,[189] İbn Mekhûl ise güvenilir olmadığını[190] belirtmektedir.

Yukarıda naklettiğimiz bilgiler göz önüne alındığında Meysera’nın iyi niyetle hadis uydurduğunu açık ve net bir şekilde görmekteyiz. İslâm tarihinde Allah katında makbul bir iş yaptıklarını zannederek hiçbir kayda bağlı kalmadan hadis îmal edenlerin, zâhidler, mutasavvuflar ve daha çok bu kılığa bürünen kimseler oldukları görülmektedir. Kur’ân’ın bazı sûrelerinin faziletleri konusunda hadis uyduranlardan ve bunu itiraf edenlerden biri de Meysera b. Abdirabbih’tir.[191] Sûfî düşüncesine bağlı olanların bu niyetle hadis uydurdukları bilinen bir gerçektir.

Suyûtî (v. 911/1506), Meysera’nın kendi durumunu şu şekilde itiraf ettiğini nakletmektedir: “Dünya zevklerine önem vermeyen değerli bir zâhid olarak tanınan Meysera b. Abdirabbih vefat ettiği gün, Bağdat çarşıları tamamen kapanmıştı. Böyle bir zâhid olmasına rağmen, yine de hadis uydururdu. Vefat edeceği sıra yanındakiler “Rabbinden ümit var ol!” dedikleri zaman, “Nasıl olmam ki, Hz. Ali’nin faziletleri hakkında yetmiş hadis uydurdum.”[192] cevabını vermesi, Meysera gibi düşünenlerin ne kadar yanlış bir kanaatte olduklarını göstermektedir.

1.4.2.   Dâvud b. el-Muhabber

Tam adı Dâvud b. el-Muhabber b. Kahzem b. Süleyman b. Zekvan’dır. Künyesi, Ebû Süleyman et-Tâî’dir.

Cerh ve Ta‘dil âlimlerinin onun hakkındaki görüş ve düşünceleri şu şekildedir: Yahya b. Maîn (v. 233/847) Dâvud’u övüp,[193] hayırla yad ettikten sonra “Hadis yazardı sonra Mutezîlilerle arkadaş oldu ve onlar onu değiştirdiler buna rağmen sikadır”[194] demiştir. Fakat başka bir yerde de ise “Yalancı değildir. Fakat hadisinden kaçınılması gerekir, zahit bir hayat yaşadı ve Bağdad’ta sûfîlerle beraber oldu, ihtiyarlığında hadis naklederken çok hata ederdi, güvenilir bir kişidir.” dediği, Ali b. Medînî (v. 234/848)’nin ise “Onun hadisini bırak, terk et.”[195] şeklinde görüş bildirdiği kaydedilmektedir.

Ahmed b. Hanbel (v. 241/855) ve Ebû Hâtim er-Râzî, onun hakkında: “O, hadiste hiçbir değeri olmayan biridir, hadis nedir bilmez.”[196], Buhârî ve Râzî: “Kitâbu’l- Akl sahibidir, hadisleri reddedilir.[197] Cûzecâhî (v. 259/873): “O herkesten nakilde bulunurdu ancak durumu problemlidir.” Ebû Zur’a: “Hadisleri zayıftır.”[198], Ebû Hâtim: “Hadisleri zayıftır, sakıttır, güvenilir değildir.”, Nesâî (v. 303/915) “Zayıftır.”, İbn Adiyy (v. 365/975): “Aklın faziletiyle ilgili olarak yazdığı kitabında merfû hadisler vardır. Ancak bunların hepsi veya çoğunluğu güvenilir değildir. Kitâbu’l-Akl’ı dışında sâlih hadisleri vardır. Aslında kendisi iyi bir kişi olmakla birlikte rivâyetlerinde çok hata ediyordu.”, Dârekutnî (v. 385/995): “Hadisleri terk edilir diyerek Kitâbu’l-Akl’ı uyduran dört kişiden biri olduğunu kaydetmekte” Bağdâdî (v. 463/1070) zayıf bir ravi olduğunu ve terkedilen rivâyetlerinin bulunduğunu belirtmekte,[199] İbnu’l-Cevzî’nin ise hadis uydurduğunu söylediği nakledilmektedir.[200]

Esbehânî Dâvud b. el-Muhabber’in akıl ve diğer konularda reddedilen rivâyetlerde bulunduğunu Haris b. Ûsâme’nin bunları eserinde naklettiğini, Ahmed b. Hanbel ve Buhârî’nin onu yalanladıklarını nakletmekte[201], İbnu’l-Cevzî ise eserinde yukarda naklettiğimiz bilgileri nakletmekte ve ayrıca Nesâî, Ezdî, Darekutnî ve İbn Maîn’nin “Dâvud b. el-Muhabber’in güvenilir ravilerin adını kullanarak hadis uydurduğunu belirttiklerini[202] nakletmektedir.

Yukarıdaki naklettiğimiz bilgilere baktığımızda Dâvud b. el-Muhabber’de de tasavvuf düşüncesinin olduğunu görmekteyiz.

1.4.3.    Abdulaziz b. Ebî Recâ

Kitâbu’l-Akl’ı uyduran dört kişi arasında geçmesine rağmen Dârekutnî’nin: “Metruktur, tamamı uydurma rivâyetlerden oluşan bir tasnifi-eseri vardır.”[203] sözü dışında kendisi hakkında geniş bir bilgiye rastlayamadık.

1.4.4.               Süleyman b. Îsa b. Necîh es-Siczî

Süleyman b. Îsa hakkında Ahmed b. Hanbel: “Yalancı ve uydurma haberler nakleden”;[204] Cûzecânî: “Yalancı ve bu yalanını açıklayan bir kişi”; Hâtim: “Yalancı”;[205]                         İbn  Adiy: “Hadis  uyduran,  bunu  açıklayan  ve  aklın  faziletleriyle ilgili

kitabı olan bir kişi” demekte ve “Şeyh” diye isimlendirdiği bir âlimin: “Güvenilebilecek bir hadisi yoktur. Hadislerinin çoğunluğu veya tamamı uydurmadır, hadis uydurmada uzmandır, aklın faziletiyle ilgili hadisleri içeren iki cüzden oluşan bir kitabı vardır. Bu kitabında güvenilir kişilerin adını kullanarak aklın faziletiyle ilgili hadisler naklederdi.”[206] dediğini nakletmektedir.

Dârekutnî: “Terkedilmiş bir kişidir, tamamı uydurma rivâyetlerden oluşan bir eseri vardır.”[207] demekte ve Kitâbu’l-Akl’ı uyduran dört kişi arasında saymaktadır.[208] Hâkim (v. 405/1014): “Hadislerinin çoğu güvenilir değil ve uydurmadır[209], zayıftır”[210]; Bağdâdî: “Yalancı, hadis uyduran biridir”[211] [212]; Zehebî: “Akılla ilgili yirmi küsür hadis uydurmuştur.”272 demiş ve Şevkânî (v. 1250/1834)de yalancı ve hadis uyduran biri olduğunu söylemiştir.[213]

Bu ravilerin genel yapılarına ve yaşadıkları döneme baktığımızda bunların Mûtezile mezhebinin güçlü ve etkin olduğu bir dönemde, kendileri de kişilik olarak tasavvuf düşüncesini benimsedikleri için mutasavvuflarla beraber olduklarını görüyoruz. Naklettikleri hadislerde de bu iki düşünce ekolünün temel fikirleri ve önem verdikleri konular olan akıl ve ibadet düşkünlük konuları ön plana çıkmaktadır. Bu raviler bu şekilde davranak her iki kesimi de memnun etmeye çalışmışlardır.[214]

Biz tüm mutasavvufların hadis uydurduğu gibi bir iddiada bulunmuyoruz ve bulunmamızda doğru değildir. Ancak bazı mutasavvvufların bu konuda iyi niyetli olarak ve hadislere kendi açılarından bir değerlendirme kriteri getirerek hadis uydurdukları da yukarıda naklettiğimiz gibi bilinen bir gerçektir.

İKİNCİ BÖLÜM

TEMEL HADİS KAYNAKLARINDA YER ALAN AKILLA İLGİLİ HADİSLER

2.1.                    Kütüb-i Sitte Eserlerinde Yer Alan Hadisler

2.1.1.               Kadınların Aklının Eksik Olduğunu Bildiren Hadisler

Akıl konusuyla ilgili üzerinde en çok tartışma yapılan hadislerin başında kadının aklının eksik olduğunu bildiren rivâyetler gelmektedir. Buhârî, Müslim, Tirmîzî gibi temel hadis kaynaklarında yer alan bu rivâyetler günümüz âlimleri tarafından ele alınmış, sened ve metin tenkidi yapılmıştır. Bunlar arasında Ali Osman Ateş, Salih Akdemir, Hayri Kırbaşoğlu, Abdulhamid Mütevellî, Kasım Emin gibi âlimler yanında Necla Akkaya, Necla Yadsıman gibi kadın araştırmacılar da sayılabilir. Biz burada ilgili rivâyetleri her yönden inceleyen Ali Osman Ateş’in konuyla ilgili değerlendirmelerine yer vermek istiyoruz. “Bu konudaki hadisler, Ebû Hureyre, Abdullah b. Ömer ve Ebû Said el-Hudrî gibi sahabeden gelmektedir.

‘Ebû Hureyre anlatıyor: Rasulullah insanlara hitap etti ve onlara öğütler verdi. Sonra (kadınlara yönelerek) şöyle dedi: ‘Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü sizler Cehennem halkının çoğunu oluşturmaktasınız. Bunun üzerine kadınlardan biri: ‘Niçin böyle oluyor Ya Rasûlallah?’ dedi. Hz. Peygamber de: ‘Çok la’net etmeniz ve kocalarınızın yaptığı iyiliklere nankörlük etmenizden dolayı ’ dedi. Hz. Peygamber şöyle devam etti: ‘Aklı başında ve görüşü sağlam bir erkeğe galip gelebilen, aklı ve dini eksik sizden başka bir varlık görmedim’. Orada bulunan kadınlardan bir kadın: ‘Kadınının aklının ve dininin noksanlığı nedir? ’ diye sordu. Hz. Peygamberde: ‘Sizden iki kadının şahitliği bir erkeğin şahitliğine denktir. Dininizin noksanlığına gelince, o da hayızlı olmaktır. Sizden biriniz hayızlı iken üç-dörtgün oturur, namaz kılamaz’, dedi.115

Tirmizî’nin bu rivâyetinin ravilerinden Süheyl b. Ebî Salih ve Abdulaziz b. Muhammed hafızaları zayıf olduğu için eleştirilmişlerdir.[215] [216]

Ahmed b. Hanbel’in rivâyeti ise ravilerinden Said b. Ebî Keysan el-Makbûrî[217] ile Amr b. Ebî Amr Meysere Mevlâ el-Muttalib[218] zabt açısından tenkide uğradıkları, rivâyetin ‘an’ane’ yoluyla nakledilmesi ve aynı kaynaktan geldikleri halde Tirmizî ve Müslim’in rivâyetlerinden metin açısından çok uzun oluşu gibi sebeplerle eleştirilmiş ve delil olarak alınamayacağı kaydedilmiştir.

Abdullah b. Ömer’den Müslim ve İbn Mâce tarafından nakledilen rivâyet ise şu şekildedir.

Hz.          Peygamber şöyle  dedi:  ‘Ey  kadınlar  topluluğu!  Sadaka  veriniz  ve  çok

istiğfar ediniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. Orada bulunan akıllı bir kadı: ‘Bize ne oluyor ki, çoğumuz ateşlik oluyoruz Ya Rasûlallah? ’ dedi. Hz. Peygamber: ‘Çok la ’net ediyor ve kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz. Aklı başında erkeğin akılını çelebilen aklı ve dini eksik sizden başka bir varlık görmedim’ dedi. Kadın: ‘Ya Rasûlallah! Akıl ve dinin noksanlığı ne demektir. ? ’ diye sordu. Hz. Peygamber: ‘Aklı noksan olması iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasıdır. Kadınlar birçok geceler namaz kılmadan oturuyor, Ramazan’da oruç tutamıyor. Bu da dinin noksan olmasıdır ’, dedi.[219]

Abdullah b. Ömer’den gelen rivâyetlerin tamamı mu‘an‘an nakillerdir. Bu rivâyetlerin ravilerinden Abdullah b. Dînar el-Adevî[220], Abdullah b. Vehb[221] gibi bazı raviler âlimler tarafından eleştirildikleri için bu rivâyetler problemlidir.

Bu konuda İbn Abbas’tan gelen ve Buhârî ve Müslim tarafından nakledilen içinde problemli ifadeler bulunmayan hadisin metni ise şu şekildedir.

“ibn Abbas şöyle demiştir: ‘Ben, Hz. Peygamber ondan sonra Ebû Bekir, Ömer ve Osman ile birlikte bayram namazında hazır bulundum. Hepsi de namazı hutbeden önce kılarlardı. Sonra namazı kılmalarının ardından hutbe okunurdu. Bir defasında Hz. Peygamber hutbeden sonra yerinden ayrıldı. (Cemaat dağılmadan, bilhassa kadınlar çekilmeden erkekler çıkmasınlar diye) eliyle oturun diye işaret etmesi hâlâ gözlerimin önündedir. Rasûlullah, (oturmakta olan) erkeklerin saflarını yararak, kadınların saflarına                  kadar gitti.  Bilal   de  yanındaydı.  Oraya   varınca  şu   âyeti   okudu:   ‘Ey

Peygamber! inanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmama, hırsızlık yapmamak, zina etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemek, iyi iş yapmakta sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. ’[222] Sonra bu âyetin okumasını bitirdiği zaman, ‘Sizler be biat üzere sabit misiniz? ’ diye sordu. içlerinde kim olduğunu ravi Hasan’ın bilmediği yalnız bir tek kadın, ‘Evet’ dedi, ondan başkası cevap vermedi. Bunu zerine, ‘Mademki öyledir, sadaka verin’ buyurdu. Bilal elbisesini yaydı ve: ‘Gelin, anam babam size feda olsun. Haydi, getirin atın’ dedi. Kadınlar da halkalarını, yüzüklerini Bilal’ın ihramı içine atmaya başladılar. ”[223] Ebû Said el-Hudrî’den gelen problemli bir rivâyet şu şekildedir.

“Ebû Said el-Hudrî’den, ‘Hz. Peygamber bir Kurban veya Ramazan bayramında musalla’ya (namazgâh) çıktı. Namazdan sonra insanlara vaaz etti ve: ‘Ey insanlar! Sadaka veriniz!’ diyerek onlara sadaka vermelerini emretti. Sonra kadınların yanlarına gitti ve onlara: ‘Hz. Peygamber şöyle dedi. ‘Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun siz kadınlar olduğunu gördüm’ dedi. Kadınlar,          ‘Niçin                   Ya          Rasûlallah?’          diye   sordular.   Şöyle   buyurdu:    ‘Çok   la’net

ediyorsunuz. Kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz. Basîret sahibi bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen, aklı ve dini eksik başka bir varlık görmedim, ey kadınlar topluluğu!.’ Daha sonra oradan ayrıldı. Hz. Peygamber evine döndükten sonra, ibn Mes’ud’un hanımı Zeyneb gelip izin istedi. Kendisine: ‘Ya Rasûlallah Zeyneb geldi’ denildi. Hz. Peygamber: ‘Ona izin verin’ dedi. Zeyneb (Hz. Peygambere) şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Nebî’si! Bugün bize sadaka vermemizi emretmiştin. Yanımda bazı ziynetlerimi getirdim. Bunları sadaka olarak vermek istiyorum, fakat ibn Mes’ud, kendisinin ve çocuğunun buna daha layık olduğunu söylüyor.’ Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: ‘ibn Mes ’ud doğru söylüyor. Kocan ve çocuğun senin sadakana daha layıktır. ”[224]

Ebû Said el-Hudrî’den gelen diğer bir problemli rivâyet ise şu şekildedir

“Ebû Said    el-Hudrî’den.               Kendisi            şöyle                     anlattı.         ‘Hz.                     Peygamber    bir          Kurban            veya

Ramazan bayramında musalla ’ya (namazgâh) çıktı. Sonra kadınların yanına giderek onlara şöyle    dedi: ‘Ey  kadınlar topluluğu!  Sadaka  veriniz. Çünkü  bana, Cehennem

halkının çoğunluğunu siz kadınların oluşturduğu gösterildi.’ dedi. Kadınlar: ‘Neden Ya Rasûlallah? ’ dediler. Hz. Peygamber şöyle dedi: ‘Çok la ’net ediyorsunuz. Kocalarınızın sizin için yaptığı iyiliklere nankörlük ediyorsunuz. Basîret sahibi bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen, aklı ve dini eksik başka bir varlık görmedim. ’ Kadınlar : ‘Aklımızın ve dinimizin eksik olması ne demektir Yâ Rasûlalah? ’ dediler. Hz. Peygamber şöyle cevap

verdi: ‘Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar değil mi?’, kadınlar: ‘Evet’ dediler.  Hz.  Peygamber:  ‘işte  bu  kadının  aklının  noksanlığındandır. Âdetli   olduğu

zaman manaz kılamaz ve oruç tutamaz değil mi?’ dedi. Kadınlar yine: ‘Evet’ dediler. Hz. Peygamber de: ‘İşte bu dinlerinin doksanlığındandır ’ dedi.[225]

Bu hadiste Abdullah b. Mes’ud’un hanımı Zeyneb’ten bahsedilmememesi ravilerin zabt açısından kusurlu olduklarını göstermektedir. Ayrıca senedinde de zabt açısından eleştirilen Zeyd b. Eslem[226] bulunmaktadır. Bu sebeplerden dolayı bu rivâyet problemlidir.

Ebû Said el-Hudrî’den gelen bu problemli rivâyetlerin yanında, aynı sahabîden nakledilen ve içinde kadınların aklından bahsedilmeyen problemsiz bir rivâyette bulunmaktadır. Bunun metni ise şu şekildedir.

“Ebû Said el-Hudrî’den rivâyet edilmiştir: ‘‘Hz. Peygamber Kurban ve Ramazan bayramı günlerinde evinden çıkar ve namaza başlardı. Namazı kılıp selam verdiği zaman cemaat henüz yerinde oturmaktayken insanlara dönerdi. Peygamberlik görevinden kaynaklanan bir husus varsa insanlara onu anlatır, aksi takdirde bunun dışında konuşur                             ve onlara birtakım  emirler  verirdi. ‘Sadaka  veriniz. Sadaka  veriniz’

derdi. En çok, sadaka verenlerde kadınlar olurdu, sonra ayrılırdı.”[227]

2.1.1.1.     Konu İle İlgili Görüş ve Değerlendirmeler

2.1.1.1.1.    Bu Rivâyetlerin Sahih Olduğu Kanaatinde Olan Âlimler ve Görüşleri

Bir kısım âlimler yukarda ele alınan hadislerin hem sened, hem de metin açısından sahih olduğunu kabul etmişler; bunları çağlarının kültürel ortam ve anlayışına göre yorumlamaya çalışmışlardır. Bunlar arasında İbnü’l-Arabî (v. 543/1149), Nevevî (v. 676/1278), Kirmânî (v. 786/1385), İbn Hacer (v. 852/1449), Aynî (v. 855/1452), Kastallânî (v. 923/1518) ve Sindî (v. 1136/1724) gibi klasik hadis âlimleri vardır. Günümüzde de bu paralelde düşünen akademiyen ve yazarlar vardır. Ahmed Dâvudoğlu[228], Mehmed Sofuoğlu, Haydar Hatipoğlu, İbrahim Canan[229] ve Zekeriyya Güler’i bu çerçevede değerlendirmek mümkündür.

Bu âlimlere göre bu hadisler kadınları küçük düşürmemektedir. Bu hadislerden kasıt           kadınların farkında  olmadıkları  zaaf  noktalarını onlara  bildirmek,  onların   bu

zaaflarının üzerine giderek bunlardan meydana gelebilecek zararı en aza indirmektir. Bu hadislerdeki bir incelikte, kadınların aklen eksik oluşları sebebiyle ateşle tehdit edilmemiş olmalarıdır.

Günümüz âlimlerinden Zekeriya Güler, bu hadislerin feminist çevrelerin ve bazı akademisyenlerin iddia ettiği gibi Kur’ân’ın temel ilkelerine aykırı olmadığını, bunları anlamak için ciddî çaba sarf edilmesi gerektiğini ve bu yapılamıyorsa da acele davranarak onları reddetme yerine sukût ederek tevakkuf edilmesi gerektiğini belirtmektedir.229 [230]

Problemli rivâyetlerin sıhhatini ispatlamaya çalışmak bir hadis âliminin nasıl vazifesi ise, sahih olmadığını tespit ederek problemi çözmeye çalışmak ta o derece bir hak ve görevdir. Problemlerin üzerini kapatmak, yorumda bulunmamak herhangi bir çözüm üretmeyeceği için tevakkuf etmek doğru bir tutum değildir.

2.1.1.2.    Bu Rivâyetlerin İçerik Açısından Doğru Olmadığı ile İlgili

Değerlendirmeler

İslam, insan fıtratına uygun olarak gönderildiği için gerek Kur’ân’da gerekse Hz. Peygamber’in Sünnetinde insan tabbiatına aykırı hususlar bulunmaz. İnsanın yaratılışına aykırı düşen sözlerin Hz. Peygamber’e ait olması, bu tür rivâyetlere hadis denilmesi mümkün değildir. Ayrıca bu rivâyetleri okuyan hiçbir kadının gönül rahatlığı ile bunları kabullenemez. Bu da bu rivâyetlerin insan fıtratına aykırı olduğunun bir delilidir.

Kur’ân-ı Kerim, kadın ile erkek arasında hiçbir ayrım yapmamakta, her ikisine de aynı hak ve yükümlülükleri tevdî etmektedir. Tarihin hiçbir döneminde erkeklere ayrı, kadınlara ayrı din ve kitap gönderilmemiştir. Eğer kadının aklı eksik olsaydı ayrı hükümlerin gelmesi gerekirdi ki böyle bir şey yoktur. Kadını, erkeğin dûnunda gösteren hadislerin Kur’ân’a ters düştüğünü ve dolayısıyla böyle bir sözü Hz. Muhammed’in söylemesinin mümkün olmayacağını kabul etmek zorundayız. Bu ve benzeri görüşler, İslam’a sonradan sokulmuştur. Aslında biraz sağduyu bu tür rivâyetlerin uydurma olduğunu ortaya koymaya yeterlidir.

Bu rivâyetlerin kendisine atfedildiği Hz. Peygamber, yumuşak kalpli, şefkatli, merhametli, ümmetine düşkün, kendisinden düşmanlarına bedduâ ve la’net etmesini isteyenlere “Ben bunlar için değil rahmet ve merhamet Peygamberi olarak gönderildim” diye cevap veren bir kişi olduğu için ümmetinin en az yarısını teşkil eden kadınları incitmesi, onları hakir görmesi düşünülemez. İnsanları kazanmaya, küstürmemeye ve kırmamaya olağanüstü bir çaba harcayan Hz. Peygamber’in böyle bir söz söylemesi mümkün değildir. Bu rivâyetler Hz. Peygamberin uslûbuna ve davet metoduna ters düşmektedir. Ayrıca kadınların aklının erkeklere göre eksik olduğu hususu bilimsel ölçülere uygun olarak yapılan hiçbir araştırma ile doğrulanmamıştır. Din ile bilimin verilerinin çatışmaması gerekir. Hz. Peygamberin hadislerinin sahih olup olmadığının tespitinde ölçü, bunların ilmî gerçeklere ters düşmemesidir. Kadınların akıllarının noksan olduğuna dair rivâyetler ise, ispatlanmış bilimsel bir gerçeğin ifadesinden çok uzak birer kalıp yargı niteliği taşımaktadır. Eksikliği bilimsel araştırmalarla doğrulanmamıştır.[231]

Konuyla ilgili rivâyetler dikkatli bir şekilde değerlendirildiğinde bu anlayışın köklerinin ta antik çağa kadar uzandığını; oradan Yahûdî, Hristiyan ve İslam kültürlerine geçtiğini görebilmekteyiz. Yani bu rivâyetlerin kaynağı Kur’ân ve Sünnet olmayıp, İslam öncesi kültürlerdir. Bu kültürler ve dinler incelendiğinde bunlarda kadını küçümseyen hatta insan dahi saymayan anlayışlar açıkça görülmektedir. Bu kadın aleyhtarı düşünceler uydurma rivâyetler aracılığıyla İslam’a sokulmak istenmiş ve Müslümanlar arasında belli bir kabule ulaşmıştır. Konuyla ilgili rivâyetler tahkik edilmeden doğru kabul edildiği ve savunulduğu için İslâm karşıtı bazı kimseler bunları İslâmı karalamak için birer malzeme olarak kullanmışlardır. İlhan Arsel konuyla ilgili olarak: “Muhammed kadının tanımını şöyle yapmıştır: ‘Kadınlar aklen ve dînen eksik yaratıklardır. ’ Yaparken de Kur’ân’ın şu âyetine dayanmıştır: ‘iki kadının tanıklığı, bir erkeğin tanıklığına bedeldir."(Bakara, 2/282)” demektedir.[232]

Eğer daha önceki asırlarda ilgili rivâyetler naklettiğimiz bilgiler paralelinde ele alınmış ve problemsiz rivâyetler ön plana çıkartılmış olsaydı ne İslam dünyasında kadın aleyhtarı görüş ve tavırlar olur ne de İslam düşmanları bu tür rivâyetleri kullanarak İslam’ı eleştirebilirler ve yanlış İslam imajları oluşturabilirlerdi.

2.1.2.Hacamatın Aklı Arttırdığı İle İlgili Rivâyetler

İki omuz arasından, sırttan, başın arka tarafından yahut vücudun herhangi bir yerinden tedavi maksadıyla bardak, şişe veya boynuzla kan aldırma[233] olarak tanımlanan hacamat, Eski Mezopotamya, Mısır ve diğer Ön Asya uygarlıkları ile Arabistan’da da kullanılan bir tedavi yöntemiydi.[234] Hz. Peygamberin zamanında da sağlığı koruma ve bir tedavi yöntemi olarak uygulandığı, bizzat kendisinin hacamat yaptırdığı, hatta hacamatı teşvik ettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber ve ashabının genel olarak ağrılara ve özellikle baş ağrısına karşı, baş, omuz, boyun damarları, kalça ve ayağın üstünden hacamat yaptırdığı nakledilmektedir.[235]

Hz. Peygamber’in hacamat yaptırdığı ile ilgili sahih hadisler bulunmaktadır. Biz burada hacamatla ilgili tüm hadisleri değil sadece hacamatın aklı ve hafızayı arttırdığını ifade eden hadisleri inceleyeceğiz. Bu hadislerde hacamatın aklı ve hafızayı arttırdığı ifade edilmekle birlikte hacamatın hangi vakitlerde yapılması gerektiğinden de bahsedilmektedir.

İbn Hacer, Buharî şerhindeki hacamat bölümünde özetle: “Buharî, Sahîh’inde ‘Oruçlunun hacamat olması’[236] başlığı altında bir bab açmış ve burada Ebû Musa’nın geceleyin hacamat olduğuna dair bir rivâyet ile Hz. Peygamber’in oruçlu iken hacamat olduğuna   dair bir  hadisi  rivâyet  etmiştir.[237]  ‘Hacamat  olmak   için  uygun  vakitler

hakkında birkaç hadis varid olmuş ise de hiçbirisi Buharî’nin söz konusu ettiği şarta uygun değildi. Bana öyle geliyor ki; Buhârî hacamat işinin ihtiyaç olduğu zaman yapılabileceğine ve bunu belirli bir vakte bağlı olmadığına işaret etmek istemiştir. Çünkü hacamat işinin geceleyin yapıldığını ve Hz. Peygamber’in oruçlu iken hacamat olduğuna dair hadisi rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel de bu konuda sahih bir hadis bulunmadığını söylemektedir.”[238]

Konuyla ilgili olarak Ukaylî ise: “Rasulullah’tan hacamatın vakti hakkında kesin bir gün sabit değildir. Bu konudaki hadislerin tamamının isnadı problemlidir.” 239 demektedir.[239]

Muhammed           b.                       Abdulmelik,            İsmail    b. Mes’ad,     Hamza,                                    Ebû                   Ahmed b.                 Adî,

Ahmed b. Muhammed b. Süleyman el-Kattân, Hasan b. Müdrik, Fadl b. Selam, Muâviye b. Hafs, Muhammed b. Sâbit, Babası tarikiyle Enes b. Malik’ten nakledildiğine göre “Hz. Peygamber: ‘Perşembe günü hacamat yaptırın. Çünkü o erebi arttırır. ’ deyince, insanlar: ‘Ereb nedir?, Ey Allah’ın Rasulü? ’ diye sormuşlar. Bunun üzerine Hz. Peygamber: ‘Akıldır. ’ diye cevap vermiştir.”[240]

Bu hadisle ilgili olarak İbnu’l-Cevzî şöyle demiştir: “Rasulullah’tan böyle bir hadis            sahih olamaz”  demiştir.  Ukaylî   ise:  ‘Fadl’ın,  Muaviye  b.  Hafs’tan  nakilleri

terkedilmiştir, Muaviye b. Hafs ise meçhuldur. Hacamatın vakti ve gününün belirlenmesi, bunların iyiliği veya kötülüğüyle ilgili herhangi bir sahih hadis yoktur.”[241]

İbn Adiy ise eserinde Ukayli’nin bu konudaki hadislerin hepsinin isnadlarının leyyin olduğunu söylediğini naklettikten sonra hadis hakkında “Bu hadis mu’daldır yani ravi zincirinde kopukluk vardır ve senedindeki Basralı Fadl’ın bu hadisten başka hadisi yoktur.”[242] demektedir. Ayrıca Kayserânî de bu hadisi eserinde senedsiz olarak nakletmiştir.[243] Naklettiğimiz bu görüşlerden bu hadisin problemli olduğu ortaya çıkmaktadır.

Hakim’in bu konuyla ilgili Ebû Abdullah es-Saffar, Ebû İsmail es-Sulemî, Şeyh Ebubekir b. İshak, Hasan b. Ali b. Ziyâd, Abdulaziz b. Abdullah el-Uveysî, Ebû Mûsâ İsâ b. Abdullah el-Hayyâd, Muhammed b. Ka’bi’l-Karzî, Ebû Said el-Hudrî’den naklettiğine göre Hz. Peygamber: “Başın ortasından hacamat yaptırmak deliliği, cüzzamı, uyuşukluğu ve diş karmaşıklığını tedavi eder. ” buyurmuştur.[244]

Hâkim bu hadisle ilgili olarak: “Bu hadisin senedi sahihtir fakat Buhârî ve Müslim bunu nakletmemiştir.” demesine rağmen[245] hadisin ravilerinden Ebu Mûsâ İsâ b. Abdullah el-Hayyâd İbn Hibban’ın ve İbn Adiy tarafından zayıf raviler arasında zikredilmiştir.[246]

Bu konuyla ilgili olarak Ebûbekir Muhammed b. Süleyman ez-Zâhid, Ali b. Huseyn b. el-Cuneydî er-Râzî, Cafer b. Muhammed el-Feryâbî ve Zekeriyyâ b. Yahyâ es-Secî, Ebu’l-Hattab Ziyad b. Yahyâ el-Hasenî, Gazâl b. Muhammed, Muhammed b. Cihâde tarikiyle nakledildiğine göre Nâfi bir gün İbn Ömer’e gelerek: “Bana hacamat yapan bir kişi bul, fakat bu kişi küçük bir çocuk veya yaşlı biri olmasın. Çünkü kanım kaynıyor, fazla geliyor. Ben Rasulullah’ın: ‘Allah ’a yemin olsun ki Perşembe günü hacamat yaptırmak aklı ve hafızayı güçlendirir. Cuma, Cumartesi ve Pazar günü hacamat yaptırmayın. Pazartesi ve Salı günü hacamat yaptırın. Cüzzam ve alaca hastalığı ancak Çarşamba gecesi iner. ” buyurduğunu duydum.[247]

Hâkim; bu hadisin râvîlerinden Gazâl b. Muhammed’in meçhul olduğunu, adâlet ve cerhine dair bilgi bulamadığını belirttikten sonra diğer râvîlerinin sika olduğunu kaydeder. Zehebî ise Muhammed b. Gazâl’ın meçhul bir râvî olduğunu ifâde etmiştir.”[248]

İbn Hacer ise aynı ravi için: “Muhammed b. Cihade’den nakilde bulunmuştur, tanınmamaktadır ve hacamat konusundaki haberi kabul edilmemektedir.”[249] demektedir.

Bu görüşlerden dolayı hadisin bu şekli de problemlidir.

Hâkim yukarıda naklettiğimiz hadisin bir benzerini; Osman b. Said ed-Darimi, Abdullah b. Salih el-Mısri, Ataf b. Halid, Nafi, Abdullah b. Ömer’den nakletmektedir. İbn Ömer Nâfi’nin bir gün kendisine gelerek şöyle dediğini belirtir. “Bana bir hacamat yapan kişi bul, fakat küçük bir çocuk veya yaşlı biri olmasın. Çünkü kanım kaynıyor, fazla geliyor. Ben Rasulullah’ın: ‘Hacamat hafızası iyi olan kişinin hafızasını güçlendirir. Kim Allah’ın adıyla hacamat olursa Perşembe günü hacamat olsun. Cuma, cumartesi ve Pazar günü hacamat yaptırmaktan sakının. Pazartesi ve Salı günü hacamat yaptırın. Çünkü o günler Allah’ın Eyyub (a.s)’dan belayı kaldırdığı günlerdir. Çarşamba günü hacamat yaptırmaktan kaçının. Çünkü Allah Teala Eyyub’a hastalığı o günde vermiştir. Cüzzam ve alaca hastalığı Çarşamba gününde veya o günün gecesinde başlar. ” dediğini duydum. .[250]

Bu hadisin ravilerinden olan Abdullah b. Salih el-Mısrî hakkında Ahmed b. Hanbel: “Durumu ilk önceleri iyi idi, daha sonra bozuldu. O hadiste hiçbir şey değildir.” Ali b. el-Medenî: “Onun hadislerine rastladım, öğrendim ancak onlardan hiçbirini nakletmedim”, Nesefî:                             “Ebû   Ali  Salih  b.  Muhammed’e  Leys’in  kâtibi  Ebû  Salih’i

sordum. O: “Yahya b. Main onu sika kabul ediyordu ancak bana göre hadiste yalan söylüyordu”, Nesâî: “Sika değildir” demiştir. [251] İbn Hibban da: “Gerçekten hadisleri reddedilmiştir. Sika ravilerin adını kullanarak sika olmayan ravilerin hadislerini naklederdi”[252] demektedir. Bu görüşlerden anlaşıldığı gibi hadisin bu şekli de problemlidir.

İbn Mâce aynı hadisi ise farklı bir senedle Muhammed b. El-Musaffâ el-Hımsî, Osman b. Abdurrahman, Abdullah b. Isme, Said b. Meymun, Nâfi, İbn Ömer yoluyla nakletmiştir.[253]

Bu rivâyetin isnadında bulunan Said b. Meymun hakkında İbn Hacer: Nâfî’den hacamat konusunda hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Abdullah b. İsmete rivâyette bulunmuştur. Meçhuldur ve hacamat konusundaki haberi gerçekten reddedilmektedir.”[254] demektedir.

Ravilerden Abdullah b. İsme için ise: “İbn Adiy’in el-KâmiFde: “Onun reddedilen rivâyetlerini gördüm”, Ukaylî’nin ise “Onun hadislerinin kıymeti yoktur, merfû olmayanları merfû olarak rivâyet eder ve hadislere ekleme yapar. Gerçekten de hadisleri reddedilmiştir.” dediğini nakletmektedir. [255] Bu görüşlerden dolayı rivâyetin bu şekli de zayıftır.

Hâkim yukarıdaki hadisi “Hacamatı aç karnına yaptırmak daha uygundur. ” ziyadesiyle eş-Şeyh Ebûbekir b. İshak, Ömer b. Hafs b. Ömer es-Sedûsî, Abdulmelik b. Abdurabbih et-Tâî, Ebû Ali Osman b. Cafer, Muhammed b. Cihâde, Nâfi‘ yoluyla farklı bir senedle naklettikten sonra hadisin senedinde bulunan Osman b. Cafer’le ilgili olarak: “Bu ravinin cerh ve tadilini bilmiyorum.” demektedir.[256]

Aynı hadisi İbn Mâce, Suveyd b. Said, Osman b. Matar, Hasan b. Ebî Cafer, Muhammed b. Cihâde, Nâfi‘, İbn Ömer yoluyla nakletmektedir.[257]

Seneddeki ravilerden Osman b. Matar eş-Şeybânî hakkında İbn Maîn: “Çok zayıftır, hadisi yazılmaz, hiçbir şey değildir”, Ebû Zur’a, Ebu Dâvud ve Nesâî: “Zayıftır”, Ebû Hâtim: “Hadisleri reddedilir.”, Buhârî: “Yanında garip rivâyetler vardı”, İbn Hibban ve Ukaylî: “Sika ravilerin adlarını kullanarak reddedilen, uydurma rivâyetleri naklederdi” demektedirler .[258]8

Kinânî aynı hadisi farklı senetle naklettikten sonra hadisin senediyle ilgili olarak: “İsnadında zayıf bir ravi olan Hasan b. Ebi Cafer var.” demiştir.[259]

Ayrıca İbn Hacer Fethu’l-Bârî’de yukarıda İbn Mâce’den naklettiğimiz iki hadisin senedlerinin zayıf olduğunu bildirmektedir.[260]

Deylemî ise aynı hadisi: İbn Ömer’den: Hacamat yaptırmak aklı ve -hafızası iyi olanın hafızasını arttırır. ” şeklinde kısa bir şekilde senedsiz olarak nakletmektedir.[261]

Yapmış olduğumuz incelemeler sonucunda hacamatın aklı arttıdığı ile ilgili hadislerin zayıf oldukları anlaşılmaktadır.

2.1.3.    Akıllı Kişinin Özellikleri İle İlgili Rivây etler

Kütüb-i Sitte eserlerinden Tirmîzî ve İbn Mâce tarafından Hişam b. Abdulmelik el-Hımsî, Bakıyye b. Velîd, İbn Ebî Meryem, Damre b. Habîb, Ebî Ya‘la Şeddad b. Evs tarikiyle nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Akıllı kişi kendini, nefsini hesaba çeken ve ahireti için çalışandır. Aciz ise nefsinin isteklerine uyan ve Allah ’tan boş yere iyi temennide bulunandır. ” buyurmuştur.[262]

Tirmîzî’nin “hasen” olarak kaydettiği[263] bu hadis, İbn Mâce dışındaki Kütüb-i Sitte âlimleri tarafından zikredilmemiştir. Hâkim eserine aldığı bu hadis için şöyle demiştir: “Bu hadis Buharî’nin şartlarına göre sahihtir, ancak rivâyet etmemiştir.”[264] Bu hadisle ilgili olarak Kayserânî: “Bu hadis zayıftır.”[265], Bezzar: “Bu hadisi Rasulullah’tan Şeddad b. Evs dışında birinin rivâyet ettiğini bilmiyoruz.”[266] demektedir.

Münâvî bu hadisle ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır. Bu hadisi Ahmed b. Hanbel, Tirmizi, İbn Mâce, Hâkim Ebû Bekr b. Meryem el-Gassânî, Damre, Şeddad b. Evs yoluyla nakletmişlerdir. Hâkim: “Bu hadis Buharî’nin şartlarına göre sahihtir.”, Buharî ise: “Hayır, vallahi Ebu Bekr yalancıdır.”, İbn Tahir ise: “Hadisin üzerinde odaklandığı kişi (medâru’l-hadis) gerçekten zayıftır”[267] şeklinde görüş belirmişlerdir.

Aclûnî ise, Hâkim’in bu hadisi Buharî’nin şartlarına göre sahih kabul etmesine rağmen Zehebî’nin isnada yer alan ve hadis uydurmakla meşhur olan İbn Ebî Meryem nedeniyle                   bu  hadisi  eleştirdiğini  belirtir.  Beyhakî’nin  Enes’ten  “Akıllı  kişi  nefsini hesaba çeken ve ahireti için çalışandır. Çıplak ise kendini dinden soyutlayandır. Ey Allah’ım gerçek hayat ancak ahiret hayatıdır” lafzıyla naklettiğini belirten Aclûnî ilk rivâyetin meşhur olduğunu kaydetmiştir.[268]

Bu hadisin bütün tariklerinin ortak ravisi olan Ebu Bekr b. Abdullah b. Ebî Meryem el-Gassânî eş-Şamî hakkında cerh-ta‘dil âlimleri “Harb b. İsmail, Ahmed b. Hanbel’den: ‘O zayıftır, İsa ondan razı değildi, o bir şey değildir.’, İbn Maîn, Nesâi ve Dârekutnî: ‘Zayıftır.’, Ebu Zur’a: ‘Hadisleri kabul edilmemiştir.’, Ebu Hâtim: ‘Hadisleri zayıftır.’, Cûrcânî: ‘Güvenilir değildir.’, İbn Sa’d: ‘Hadislerinin çoğu zayıftır.’ İbn Adiy: ‘Hadislerinin geneli gariptir.’, Dârekutnî: ‘Terk edilmiştir.”[269] şeklinde görüş bildirmişlerdir. İbn Ebî Meryem’le ilgili bu değerlendirmelerden anlaşıldığı gibi bu hadis problemlidir.

Bu hadisin Muhammed b. Abdullah b. Abdusselam el-Beyrûtî, Mekhûl, İbrahim b. Amr b. Bekr es-Suksekî, Babası, Sevr b. Yezid, Galib b. Abdullah, Mekhul, İbn Ğanem, Şeddad tarikiyle nakledilen rivâyetinde yer alan Galib b.Abdullah el-Cezerî hakkında İbn Hacer: “Babası ve dedesinden merfû nakillerde bulunurdu. el- Müstedrek’te hadisi vardır, tanınmayan bir kişidir,’ İbn Hazm da ‘meçhul’ olduğunu söyler.[270]

Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağir’de bu hadisi Muhammed b. Abdullah b. Abdusselam el-Beyrûtî, Mekhul, Ebû Abdurrahmân, İbrahim b. Amr b. Bekr es- Suksekî, Babası, Sevr b. Yezîd, Mekhûl, Abdurrahman b. Ğanem, Şeddad b. Evs yoluyla naklettikten sonra: “Bu hadisi Mekhûl’den sadece Sevr b. Yezîd nakletmiştir. Sevr b. Yezîd’den ise sadece Gâlib b. Abdullah el-Cezerî rivâyet etmiştir.”[271] demiştir. Gâlib b. Abdullah el-Cezerî’nin eleştirilen bir ravi olması hadisin bu şeklinin de problemli olduğunu göstermektedir.

Beyhakî’nin konuyla ilgili olarak Ebû Nasr b. Katâde, Ebû Ali er-Rifâ, Muhammed b. Yunus, Avn b. İmâre el-Abdî, Hişâm b. Hisan, Sâbit tarikiyle rivâyet edildiğine göre, Enes b. Mâlik’i, annesi Ümmü Süleym Rasulullah (a.s.)’a getirdi ve: “ Ey Allah’ın Rasûlü! Senin hizmetçin Enes akıllı ve çıplaktır, ona dua et, eğer istersen ona kıyâfet ver” dedi. Rasulullah (a.s.): ‘Akıllı kişi nefsini hesaba çeken ve ahireti için çalışandır. Çıplak ise kendini dinden soyutlayandır. Ey Allah’ım gerçek hayat ancak ahiret hayatıdır, Ensar ve Muhaciri bağışla ’ dedi. ”

Beyhakî hadisi naklettikten sonra senetteki ravilerden Amr b. İmare’nin zayıf bir ravi olduğunu belirtmiştir.[272] Bu ravi hakkında Ebû Zur’a: “Hadisleri reddedilir,” Ebû Hâtim: “Onunla karşılaştım ancak ondan hiçbir şey yazmadım, hadisleri zayıftır ve reddedilir.”, Buhârî: “Bilinen ve reddedilen biridir” ve Ebû Dâvud da “zayıftır.”[273] dedikleri için hadisin bu şekli de problemlidir.

Ancak aynı hadisi Kudâî, Ebu’l-Kâsım Hasan b. Muhammed ed-Defî, Ahmed b. Hasan er-Râzî, Ebû Yezid el-Karâtîsî, Esed b. Mûsâ, İbn Mübarek, Hayut b. Şurayh, Ebû Hâni el-Havlânî, Amr b. Mâlik el-Cenbî, Fudâle b. Ubeyd, Mücahid yoluyla “Mücahid Allah için gayret edendir. ” ziyadesiyle nakletmiştir.[274] [275] Yaptığımız araştırmalarda hadisin bu şeklinin tüm ravilerinin sika olduklarını, eleştirilmediklerini tespit ettik. Bundan dolayı hadisin sadece bu şekli problemsizdir.

Sonuç itibariyle; yaygın olarak bilinen ve kullanılan bu hadisin bir tarîki dışında diğer tarikleri metin açısından tutarlı olmakla birlikte sened açısından zayıf görünmektedir.

2.1.4.    Hangi Mü’minin Daha Akıllı Olduğunu Açıklayan Rivâyetler

Zübeyr b. Bekkâr, Enes b. İyâd, Nâfi‘ b. Abdullah, Ferve b. Kays, Atâ b. Rebâh tarikiyle rivâyet edildiğine göre, İbn Ömer Hz. Peygamber’le birlikte iken Ensar’dan bir kişi gelerek Hz. Peygamber’e selam verdikten sonra: “Ey Allah’ın Rasûlü! Hangi mü’min  en faziletlidir?                      diye  sorunca  Hz.  Peygamber:  “Ahlakı  en  güzel  olanıdır”

buyurdu. Gelen kişi: “Hangi mü ’minler en akıllıdırlar? ” diye sorunca Hz. Peygamber: “Onlardan ölümü en çok düşünen ve âhiret için hazırlığı en güzel şekilde yapanlardır. İşte bunlar en akıllılarıdır. ”275 buyurdu.

Bûsirî, Zevâid’de, Zehebî’nin Tabakâtu’t-Tehzib adlı eserinde Ferût b. Kays’ın meçhul ve haberinin batıl olduğunu kaydetmektedir.[276]

Aynı hadisi Heysemî eserinde senedsiz olarak Atâ b. Rebah’tan: “Biz İbn Ömer ile beraberken Basralı bir genç geldi ve bir konu hakkında soru sordu. İbn Ömer: ‘Sana

bunu haber vereceğim, biz, Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, İbn Mes ’ud, Ebu Said el- Hudri, başka bir adam ve ben Rasulullah ile birlikte O, on kişinin onuncusu olarak bulunuyorken                         bir genç  Rasulullah’ın  yanına  geldi, oturdu  ve  ‘Ey  Allah’ın Rasulu!

Hangi mü ’minler daha faziletli dir? ’ dedi. Rasulullah: ‘Ahlaken en güzel olanıdır. ’ dedi. Genç: ‘Hangi mü’minler daha akıllıdır?’ diye sordu Rasulullah (a.s.): ‘Onlardan ölümü en çok düşünen ve ölüm kendisine gelmeden önce hazırlığı en güzel şekilde yapanlar işte onlar en akıllılardır.’ dedi ve sustu. Sonra Hz. Peygamber bize yönelerek: ‘Bir toplumda ahlaksızlık, o toplumun atalarında görülmeyen ölçü ve tartıda eksiltme, tâun, ağrı, rahatsızlık ortaya çıkmadıkça ahlâksızlık ortaya çıkmaz. ” buyurdu.[277] şeklinde nakletmiştir.

Hakim Tirmîzî’nin senedsiz olarak İbn Ömer’den naklettiğine göre: “Bir adam Rasulullah’ın yanına geldi ve hangi mü’min daha akıllıdır? diye sordu. Rasulullah (a.s.): ‘Onlardan ölümü en çok düşünen ve ona hazırlığı en güzel şekilde yapandır. Nur kalbe girdiği zaman kalb genişler, ferahlar. ’ dedi. İnsanlar: ‘Ey Allah’ın Nebisi, bunun işareti nedir?’ diye sorunca Rasulullah(a.s.): Âhiret hayatına yönelme ve aldanma dünyasından uzaklaşmak, ölüm gelmeden önce ona hazırlık yapmaktır.’ buyurdu ve ‘Allah’ın göğsünü İslam ’a açtığı kişi Rabb ’inden bir nur üzerinde değil midir?”[278] âyetini okuyarak cevap verdi.”[279]

Naklettiğimiz bilgilerden bu hadisin sened yönünden proplemli olduğu anlaşılmaktadır.

2.1.5.    Yüce Allah’ın Akıllı Kişiyi Övdüğünü Bildiren Rivâyet

Abdulvehhâb b. Neced, Mûsâ b. Mervân er-Rakkî, Bakiye b. el-Velîd, Bahîr b.Sa‘d, Hâlid b. Ma‘den, Seyf tarikiyle rivâyet edildiğine göre Avf b. Malik şöyle demiştir: “Hz. Peygamber iki kişi arasında hüküm verdi. Aleyhine hüküm verilen kişi: Kendisine haksızlık yapıldığını îmâ edercesine ‘Allah bana yeter, O ne güzel vekildir. ’ deyince Rasulullah(a.s.) haksız yere bu şekilde konuştuğu için onu azarladı, aleyhinde bir şeyler söyledi ve ‘Sana akıllı davranmanı tavsiye ediyorum. Muhakkak ki Allah Teâlâ akıllı kişiyi över ve acizi kınar, eğer haklı olduğun bir konuda bir şey sana galib gelerek hakkını gasbederse; Allah bana yeter, O ne güzel vekildir de ’ dedi. ”280

Bu hadisi Taberânî[280] [281] ve İbn Receb el-Hanbelî[282] de nakletmişlerdir. Bütün tariklerin ortak râvîsi olan Bakıyye b. Velid hakkında İbn Uyeyne: “Bakıyye’den sünnetle ilgili rivâyetleri, bilgileri dinlemeyin, sevab içeren bilgileri dinleyin” İsmail b. Ayyaş: “Bakıyye’nin eksikliği, meçhul kişilerden çok rivâyette bulunmasıdır. Sikalardan nakilde bulunursa sikadır.”, Ebû Mushir: “Bakıyye’nin hadisleri problemlidir, onlardan korun, sakın.” demektedirler.[283]

Nesâî: “Meçhul ve metruklardan nakillerde bulunan bir müdellistir.”, İbn Hibban: “Önce sika kişilerden, sonra da yalancılardan hadis öğrendi ve zayıflardan duyduğu hadisleri tedlis yoluyla sikaların adını kullanarak nakletti. Arkadaşları da onun hadislerinde aynı işi yapıyorlardı, hadisleri delil olarak alınamaz.”[284] dedikleri için bu hadis problemlidir.

2.2.    Kütüb-i Sitte Dışındaki Kaynaklarda Geçen Hadisler

2.2.1.    İlk Yaratılan Varlığın Akıl Olduğu ile İlgili Hadisler

Aklın yaratılmasını ve Yüce Allah’la olan ilişkisini anlatan hadisler bize birkaç farklı şekilde nakledilmiştir. Bunları sırasıyla ele alacağız.

Hadisin birinci şekli şöyledir: “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır. ” [285]

Fettenî, bu hadisin senedinde yalancı raviler bulunduğunu söyleyerek tenkit ederken[286] Münâvî de bu hadisin herhangi bir aslının olmadığını, aynı zamanda diğer tariklerinin de güvenilir olmadığını ifade etmektedir.[287] Cebrî ise aynı hadisi nakletmiş ve İbn Teymiyye’nin bu hadisi Mecmeu‘l-Fetavâ’sında naklettiğini, İbnu’l-Cevzî gibi hadis âlimlerinin bu rivâyetle ilgili olarak: “Yalan ve uydurmadır, güvenilir İslâmî kaynaklarda bu hadisle ilgili herhangi bir bilgi yoktur. Bu hadisi Dâvud b. el-Muhabber gibi akılla   ilgili          hadisleri       derleyen   kişiler       nakletmiş,                İhvânı    Safa   ve   benzeri felsefecilerin, Gazâlî, İbn Arabî, İbn Sebi‘n gibi âlimlerin eserlerinde yer alan Hz. Peygamber adına uydurulmuş bir yalandır.”dediklerini nakletmiştir.[288] [289]

Hadisin ikinci şekli ise şöyledir: “Allah aklı yarattığı zaman ona: ‘Öne dön ’ dedi, o da döndü. Sonra ona: ‘Arkaya dön ’ dedi, o da döndü. Sonra: ‘izzetim ve celâlim hakkı için senden daha şerefli bir şey yaratmadım. Seninle alır, seninle veririm. ”dedi. 289

Taberânî aynı hadisi Ahmed b. Zencuveyh el-Kattan el-Bağdâdî, Muhammed b. Bekar b. Er-Reyyân, Hafs b. Ömer, Fadl b. Îsa er-Rakkâşî, Ebû Osman en-Nahdâ, Ebû Hureyre yoluyla nakletmiştir.[290] İbn Ebi’d-Dünya ile Taberânî’nin ortak râvîsi durumunda olan Fadl b. Îsa er-Rakkâşî’nin zayıf bir râvî olduğu konusunda ittifak olduğu[291], kader hakkında hadisler naklettiği, kendisinden hadis nakledilmesi uygun olmayan zayıf bir ravi olarak[292] eleştirilmiştir.

Taberânî bu hadisi Muhammed b. Yahya b. Mende el-Esbehânî, Ebû Hâmmi’l- Velîd b. Şuca‘, Sai‘d b. Fadl el-İbnu’l-Cevzî, Ömer b. Ebî Sâlih el-Atakî, Ebî Gâlib, Ebî Umâne yoluyla da nakletmiştir.[293] İbnu’l-Cevzî, Zemmu’l-Hevâ isimli eserinde bu ve buna benzer akılla ilgili hadisler naklederek bu konuda sahih bir hadisin olmadığını belirtmiştir.[294] [295]

Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid’de aynı hadisi Ebû Hureyre’den naklederek Zehebî’nin Ömer b. Ebî Sâlih’in tanınmayan bir ravi olduğunu belirttiğini 295 nakletmiştir.

Ancak Taberânî ve Heysemî’nin naklettiği senedlerde yer alan Ömer b. Ebî Sâlih el-Atakî akıl ve fazileti hakkında batıl ve reddedilen haberler naklettiği, hadis nakletme konusunda tanınmadığını ve hadislerine tâbi olunamayacağı[296] gibi konularda eleştirilmiş ve yukarda nakledilen hadisin aslı olmadığı[297] kaydedilmiştir.

Şevkânî bu hadisle ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapmışıtır: “İbn Adiy bu hadisi Ebû Hureyre’den merfû olarak nakletmiş ancak senedinde Yahya’nın kötü bir kişidir dediği Fadl b. Îsa bulunmaktadır. Râvîlerden Haleb kadısı Hasf b. Ömer’in ise sika ravilerin adını kullanarak uydurma hadisler nakletmiştir. İbn Hibban, Bu kişinin hadislerinin delil olarak kullanılmasının mümkün olmadığı konusunda ittifak bulunduğunu söylemiştir. Dârekutnî ise bu hadisi başka bir şekilde nakletmiş ancak senedinde yalancı bir ravi olan Seyf b. Muhammed bulunmaktadır. Ukaylî, Ebû Umâme’den merfû olarak nakletmiş ancak onun senedinde de tanınmayan iki ravi vardır. Zehebî deMizânu’l-I‘tidalde bu hadisin batıl olduğunu söylemektedir. Beyhakî, Şuabu’l-Îman’da zayıf bir senedle nakletmiş ve aslında bu sözün Hasan Basrî’nin sözü olarak meşhur olduğunu kaydetmiştir.[298]

Beyhakî’nin yer verdiği rivâyetlerin senedlerinde de Haleb kadısı Hasfs b. Ömer Fadl b. Îsa er-Rakkâşî bulunmaktadır.[299]

Bu hadisin          Ahmed  b. Hanbel’in  oğlu  Abdullah dan gelen şekli mürseldir[300]  ve

senedinde zayıflık vardır.[301]

Beyhakî bu hadisi naklettikten sonra senedinin zayıf olduğunu belirtmiştir.[302] İbn Kayyım bu hadisi nakletmiş ve akılla ilgili tüm hadislerin yalan olduğunu belirtmiştir.[303]

Hadisin       üçüncü  şekli  ise  şöyledir: “Allah’ın  ilk  yarattığı şey  kalemdir. Sonra

Nûn ’u yarattı ki o divittir. Sonra ona ‘yaz ’ dedi. O ‘ne yazayım ’ diye sorunca Yüce Allah ‘Kıyamete kadar olacak her ameli, eseri, rızkı, tüm olacakları ve olmayacakları yaz ’ dedi.                   Yüce Allah’ın  ‘Nûn ’a ve kaleme yemin  olsun ki’[304]  âyetinin  anlamı budur.

Sonra kalemi mühürledi ve kalem konuşmadı ve kıyamete kadar da konuşmayacak. Sonra aklı yarattı ve ‘izzetime yemin olsun ki seni sevdiklerime tam, sevmediklerime eksik vereceğim ’ dedi. ”[305]

İbn Adiyy bu hadisin batıl olduğunu ve reddedildiğini belirterek, hadisteki proplemli râvînin Muhammed b. Vehb ed-Dımeşkî olduğunu söylemektedir. Zehebî de Mizânu’l-I‘tidalde aynı görüşleri ifade etmektedir. Dârekutnî aynı hadisi ğarib hadisler içerisinde nakletmiştir. [306]

Şevkânî ve Elbâni bu hadisi “insanların akıl bakımından en üstünü Allah ’a itaat eden ve bu konuda en çok gayret edendir. Akıl bakımından en eksik olanı ise Şeytan ’a itaat eden ve bir şeyler kazanma konusunda en çok ümit besleyendir. ” ziyadesiyle naklettikten sonra bu hadisin bâtıl olduğunu ifade etmektedirler.[307]

Hadisin dördüncü şekli ise şöyledir: “Yüce Allah aklı yarattığı zaman: ‘Öne dön, gel, yönel ’ dedi, o da döndü. Sonra ona: ‘Arkaya dön ’ dedi, o da döndü. Sonra ona: ‘otur dedi, ’ o da oturdu. Sonra: ‘konuş ’ dedi, o da konuştu. Sonra: ‘sus ’ dedi, o da sustu. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle dedi: ‘İzzetime, Celâlime, büyüklüğüme, hâkimiyetime, gücüme yemin olsun ki kendime senden daha kıymetli bir şey yaratmadım. Seninle bilir, seninle över, seninle alır, seninle veririm. Seninle mükâfatlandırır, seninle cezalandırırım. Sevap senden dolayı, ceza da sanadır. Sana sabırdan daha faziletli bir şey ikram etmedim. ” [308]

Hz. Peygamber’den nakledildiği söylenen bu hadisin sahih olması mümkün değildir.[309] Hindî bu hadisin mu‘dal olduğunu söylemiştir.[310] Deylemî’de bu hadisi senedsiz olarak Âişe’den nakletmiştir.[311]

Hadisin beşinci şekli ise şöyledir: “Allah aklı yarattığı zaman ona: ‘Öne dön ’ dedi, o da döndü. Sonra ona: ‘Arkaya dön’ dedi, o da döndü. Sonra ona: ‘Otur’ dedi, o da oturdu.        Bunun  üzerine  Yüce      Allah:            ‘İzzetim  ve celâlime   yemin  olsun  ki  seni

yarattığım varlıklar içerisinde en çok sevdiklerim içinde bulunduracağım’ dedi. Allah ahmaklığı yarattığı   zaman ona:   ‘Öne  dön’  dedi, o da    arkaya  döndü.   Sonra   ona:

‘Arkaya dön’ dedi, o da öne döndü. Sonra ona: ‘Otur dedi’ o da koştu. Bunun üzerine Yüce Allah: ‘İzzetim ve celâlime yemin olsun ki seni yarattığım varlıklar içerisinde en çok kızdıklarım, öfkelendiklerim içinde bulunduracağım’” dedi. Hadisin bu şeklinin de herhangi bir aslı yoktur.[312]

Aklın yaratılmasıyla ilgili farklı bir rivâyet ise şu şekildedir: Allah, aklı yaratınca ben kimim diye’ sordu. Akıl sustu. Allah onu vahdaniyet nuruyla aydınlatınca gözünü açtı ve ‘ sen Allah ’sın senden başka ilah yok ’ dedi.[313]

Bu hadisi hadis kaynaklarından herhangi birinde bulamadık.

Allah tarafından yaratılan ilk varlığın akıl olduğu hususunda Hz. Peygamber’e isnad edilen rivâyetler, hadis otoriteleri tarafından tenkid edilmiş ve sahih olarak kabul görmemiştir.[314]

Muhammed İdris Kandehlevî, Zebidî’nin konuyu genişçe ele aldığına işaret ettikten sonra: “Bu hadis (ikinci ve üçüncü şekliyle) Ebû Umâme, Âişe, Ebû Hureyre, İbn Abbas, Hasan gibi zevattan birçok tarikle rivâyet olunmuştur. Bunların hepsi zayıf olmakla birlikte hepsinin toplamı kuvvet ifade eder.” şeklinde bir değerlendirme yapmıştır.[315]

Ancak bu şekildeki bir izahın tutarlı olması mümkün değildir. Eğer bu izahı tutarlı kabul edecek olursak meşhur olan tüm zayıf ve uydurma rivâyetleri aynı şekilde kabul etmemiz gerekir.

Yukarıda naklettiğimiz bilgilerden de anlaşıldığı üzere “aklın ilk yaratılan varlık olduğunu” na ilşkin rivâyetler sıhhat yönünden güvenilir değildir.

2.2.1.1.    İlk Yaratılan Varlığın Akıl Olduğunu Bildiren Hadislerin Tasavvufta Kullanımı ve Tasavvuf Düşüncesine Etkisi

Yapılan incelemeler sonucunda akıl ile ilgili hadislerin çoğunun zayıf, bazılarının da uydurma olduğu ortaya çıkmış oılmakla birlikte, bu rivâyetler Müslümanlar arasında kabul görmüş ve yaygınlık kazanmıştır. Bu hadislere farklı alanlarda eser veren bazı âlimler kitaplarında yer vermişlerdir.[316]

Mutasavvıflar ve felsefeciler ilk yaratılan varlığın akıl olduğunu bildiren rivâyetleri kâinatın, varlıkların yaratılışı ve Hz. Peygamber’in durumunu açıklarken kullanmışlardır. Konuyla ilgili olarak Derviş el-Hût (v. 1276/1859): “Allah aklı yarattığı zaman ona yönel dedi” şeklinde başlayan hadisin ittifakla mevzû olduğunu kaydettikten sonra ‘Sûfiyye, akıl kelimesiyle Peygamberimizi kastederek çokça rivâyette bulunmuşlardır.’ demektedir.[317] Biz burada mutasavvıfların bu hadisleri nasıl anladıklarını ve hangi anlamları yükleyerek buna bağlı olarak nasıl bir düşünce oluşturduklarını ele alacağız.

İlk yaratılanın akıl olduğu konusundaki görüşlere Hâris el-Muhâsibî’den itibaren bütün mutasavvıflarda rastlanmaktadır. Yeni Eflatuncu görüşlerden kaynaklanan anlayış, İbnu’l-Arabî ve Abdulkerim el-Cilî gibi mutasavvıflar tarafından yeni yorumlarla değişik bir tarzda ortaya konulmuş ve Hallac’tan gelen “Hakîkat-ı Muhammediyye” görüşü ile “akl-ı evvel” nazariyesi birleştirilmiştir. İbnu’l Arabî’nin “kalem-i âlâ” ve “dürre-i beyzâ” gibi isimler verdiği akl-ı evvel, varlık âleminde ortaya çıkan ilk mahlûktur. “Akl-ı evvel”, “akl-ı küllî” ve “akl-ı meaş” kavramları üzerinde duran Abdulkerim el-Cilî’ye göre akl-ı evvel, ilâhî ilmin nûrudur. Bu sebeple Cebrail’e akl-ı evvel de denir. Akl-ı küllî, akl-ı evvele tevdî edilen bilgi sûretlerinin kendisinde tecellî ettiği nurlu bir müdrikedir.[318]

Erzurumlu İbrahim Hakkı (v. 1194/1780) kâinatın yaratılışı konusunda: “Allah bütün yaratıklardan evvel yokluktan, çok nurlu, yeşil bir cevher yarattı. Bazı rivâyetlere göre kendi nurundan, latif ve azîm bir cevher var edip, ondan bütün kâinâtı bir tertip içinde yavaş yavaş yarattı. Buna ilk cevher, Nûr-u Muhammedî, Levh-i Mahfuz, akl-ı kül, izafî ruh adını verirler ki bütün ruhların ve cisimlerin başlangıcı ve kaynağı bu cevherdir.” demektedir.[319]

İbnu’l-Arabî ise bu konuda “Allah’ın ilk yarattığı ruh-u müdebbirdir. Bu da Hz. Muhammed’in ruhudur, sonra öteki ruhlar ondan sâdır olmuştur.”[320] demektedir.

Azîzuddin en-Nesefî ise bu konuda:                “Allah’ın  ilk  yarattığı  şey  akıldır. ”,

“Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. ”[321] ve         “Allah’ın      ilk            yarattığı          şey                                                                                arştır.”[322]

hadislerini naklettikten sonra: “Bil ki Yüce Allah’ın Melekût âleminde yarattığı ilk şey, Allah’ın kalemi olan akıldı. Bu kaleme “Bu arşa yaz” diye hitap geldi. Kalem “Allah’ım ne yazayım?” dedi. “Eskiden ve şimdi ne varsa, gelecekte ne olacaksa hepsini yaz” diye hitab gelmesi üzerine yazdı. Ey derviş! Yüce Allah büyük âlemde bir kalem yaratmış olup, o da akl-ı evvel’dir. Küçük âlemde de bir kalem yaratmıştır, o da insandır. Yüce Allah’ın melekût âleminde yarattığı ilk şey bir cevher olup, bu cevherin adı Allah’ın kalemi olan akl-ı evveldir. Akl-ı evvele Beytullah, Allah Rasûlü ve büyük arş derlerse yine doğru olur.”[323] demektedir.

Aynı şekilde Aziz Nesefî, akl-ı evvel olmadan hiçbir akıl ve ruha bilginin ulaşmayacağını, akl-ı evvelden maksadın da Hz. Peygamber olduğunu söyler.

Mutasavvıflara göre Hak’tan gelen feyiz (bilgi ve ruhî zevk hâli) akl-ı evvel denilen Hz. Peygamber aracılığıyla velilere, onlar aracılığıyla da insanlara ulaştığından müritlerin feyiz membaı mürşitleridir.[324]

Bu anlayış tasavvuf düşüncesinde Nur-u Muhammediyye, Hakîkat-i Muhammediyye anlayışının oluşmasına sebep olmuştur.

en-Nûru’l-Muhammedî düşüncesine sözlerinde ilk defa yer veren sûfî düşünür, Zünnûn el-Mısrî (v. 245/859) olmuştur. Çünkü “Aslu’l-Halk nûru Muhammed, Yaratılmışların aslı Muhammed’in nûrudur” sözü ona aittir. Zünnûn el-Mısrî’nin öğrencisi Selh b. Abdullah et-Tusterî’nin bu konudaki düşünceleri, talebesi îbn Sâlim tarafından sistemleştirilerek, “Sâlimiye” ekolü oluşmuş, en-nûru’l-Muhammedî’de bu ekolün temel ilkelerinden birisi olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte teoriyi, sûfî muhitlere taşıyan ve onu daha kapsamlı bir biçimde ele alıp yaygınlaştıran temel kişi, Hallac (v. 309/922) olmuştur. Bu teoriye, eserlerinde kronolojik olarak îbn Seb (v. 669/1270), Sühreverdî (v. 632/1234), îbn Arabî (v. 638/1240), Abdulkerim el-Cîlî (v. 805/1402), îmam Rabbânî (v. 1304/1625) ve Nehbânî (v. 1350/1931) gibi sûfî şahsiyetler de yer vermişlerdir.[325]

Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, akıl konusunu açıklarken naklettiğimiz ifadelere benzer şekilde: “Akl-ı matbû’nun kâbil-i tahdidi olmayan bir çok merâtibi vardır ki,     bir                  zekâ-yı       basitten  ukûl-i Enbiya  mertebelerine kadar  gider.  En   yüksek

mertebesine, “akl-ı evvel” denilir ki, mebde’den gâyeyi, gâyeden mebdei, evvelden âhiri, âhirden evveli, kemâli yakîn ile gören bu akl-ı evvel, kelâm-ı ilâhî ve nur-i Muhammedî’dir.” demekte ve konumuzla ilgili “Allah’ın yarattığı şeylerin ilki benim nûrumdur. ”, “Allah’ınyarattığı şeylerin ilki kalemdir. ”[326], “Allah’ınyarattığı şeylerin ilki akıldır. ” hadislerini delil olarak kullanmakta ve akl-ı evvel kavramını Hz. Peygamber olarak açıklamaktadır.[327]

Eraydın ise, konuyla ilgili olarak Cevrî (v. 1065/1654)’nin: “ Onun vücudu cihan halkının en şereflisi olmuşsa bunda şaşılacak ne var? O Âdemoğlunun zübdesidir, insanlar arasında onun eşi ve benzeri yoktur. “Akl-ı Küll” onun pâk olan cevherinin eşidir.” anlamına gelen şiirini nakletmektedir.[328]

Hakîkat-ı Muhammediyye görüşü ise en güzel biçimde Muhyiddin İbnu’l-Arabî ile Abdulkerim el-Cîlî tarafından açıklanmıştır.

Ehl-i keşf, Hakîkat-ı Muhammediyye mertebesini ifade edebilmek için ulûhiyet, tecellî-i evvel, mahlûk-ı evvel, madde-i evvel, akl-ı kül, hakîkat-ı Âdem, kalem, kitap ve akl-ı evvel gibi terimler kullanmışlardır.

İbnu’l-Arabî, Hakîkat-ı Muhammediyye’yi vücud-ı mutlakın yaratılış sahasındaki ilk ve en mükemmel mazharı olarak görür. Onun her isminin bir mazharı vardır. En kapsamlı isim olan ve bundan dolayı ism-i a’zam denilen Allah isminin mazharı Hakîkat-ı Muhammediyye’dir. Vücud-ı mutlak en yüksek seviyede ve bu mazharda tecelli ettiğinden ona “insân-ı kâmil” de denir.[329]

Tasavvuf Kültüründe Hadis isimli eserinde bu konuyu ele alan Muhittin Uysal ise şunları kaydetmektedir: “Şârânî (v. 973-1565) “Allah’ın ilk yarattığı, akıldır. ” ve “Allah’ın ilk yarattığı, nurumdur. ” hadisleri arasında bir çelişki olmadığını, onlarda geçen “ilk akıl” ve “nur” ifadelerinin her ikisiyle de, “Hz. Muhammed’in hakikatinin” kastedildiğini ifade etmektedir. Bizim tespitimize göre bu yorum tasavvufun felsefileştiği dönemlerin en önemli sûfî yazarı olan İbn Arabî tarafından açık olarak ortaya konulmuş ve onun etkisinde kalan birçok sûfî de tabii olarak aynı görüşü benimsemiştir. Şârânî de bu sûfîlerdendir.[330]

Tasavvuf düşüncesindeki İnsan-ı Kâmil düşüncesi de Hakîkat-ı Muhammediyye konusuyla hemen hemen aynı anlama gelen bir konudur. Tasavvufî anlayışa göre Hz. Muhammed, insan-ı kâmil’in en mükemmel örneğidir.[331] [332]

Bu konuda Mustafa Kara ise şöyle demektedir: “Genel manada insan-ı kâmil, Hz. Âdem; özel manada ise Hz. Muhammed’dir. Sûfiler bu konuda şu hadisleri kullanmaktadırlar.

1.                 “Allah’ın                yarattığı          ilk              şey  benim rûhumdur.         ”332                   Yüce       Allah       ilk  önce           Hz.

Peygamber’in nurunu, o nurdan da kâinatı yarattı. Bir başka ifade ile âlemin yaratılış hikmet ve gayesi budur. Şu âyette buna işaret etmektedir: “Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik. (Enbiyâ, 21/107)”

2.                “Allah’ın  ilk   olarak  yarattığı  şey  akıldır”[333]  veya  “Allah’ın  ilk  olarak

yarattığı şey kalemdir”[334] şeklinde rivâyet edilen hadislerde geçen kalem ve akıl da “Nûr-u Muhammedî” olarak anlaşılmıştır.

3.                “Âdem toprakla su arasında iken ben peygamberdim. ”[335]

4.              “Ey Muhammed, sen, evet sen olmasaydın kâinâtı, felekleri yaratmazdım. ”[336] (Levlâke hadisi) de konuyla ilgilidir.

İnsan-ı Kâmil için “kutub” ve “gavs” başta olmak üzere çeşitli devirlerde değişik sûfilerce pek çok ıstılah kullanılmıştır. Bunların bir kısmı şöyledir: “Akl-ı Küll”, “akl-ı evvel,” “akl-ı ilâhi”, “kalem-i a’la,” “levh-i âzm,” “ruh-u Muhammedî,” “nur-u Muhammedî,” “noktay-ı vahdet,” “hakikat-ı Rabbâniye,” “sebe-i hilkat,” “taayan-u evvel” ve “mazhar-ı ekmel” gibi isimler verilmiştir. [337]

Mutasavvufların, varlıkların yaratılışı konusunu açıklarken kullandıkları “Hakîkat-ı Muhammediyye”, “Nûr-u Muhammedî” ve “insan-kâmil” düşünceleriyle büyük oranda benzer ve hatta aynı mantığı ifade kavramlardan birisi de “feyz nazariyesi”dir.

Feyz nazariyesi ile ilgili olarak Selçuk Eraydın eserinde şöyle demektedir: “İbnu’l-Arabî bir tek varlığın (Allah) bulunduğunu, var olarak görünen her şeyin bu varlığın çeşitli görüntüleri olduğunu söylerken de “feyz” ve “fezeyan” nazariyesine dayanır. Ona göre bütün varlıklar, belli bir kaynaktan çıkıp akan bir su gibi o varlıktan çıkıp akmaktadır. Herhangi bir kesintinin söz konusu olmadığı bu akışta varlık her an kaynağına muhtaçtır ve her lahza ondan aldığı destekle varlığını devam ettirmektedir. Bundan dolayı bir akışın eseri ve bir taşmanın sonucu olan varlık da aslında bilgi gibi ilahî bir feyzdir. Burada feyz “varlığın zuhur ve tecelli etmesi” anlamına gelir.

Feyz iki türlüdür:

1.               Feyz-i Akdes (en kutsal): Hakk’ın, zâtında zâtı ile zâtı için tecelli etmesi.

2.                Feyz-i Mukaddes (kutsal feyz): İlâhî isimlerin tecellisi.

En kutsal feyzle ayân-ı sâbite ve aslî istidatlar ilim mertebesinde hâsıl olur, kutsal feyzle de bütün gerekleri ve nitelikleriyle ayân-ı sâbite dış âlemde ortaya çıkar.

Feyz nazariyesi, Yeni Eflatunculuk’un kurucusu Platon Enneades’inde yer alan, Farabî, İhvan-ı Safa ve İbn Sina’da görülen “sudur teorisini” andırdığı, dolayısıyla temelde felsefî kaynağa dayandığı ileri sürülerek eleştirilmiştir.[338]

Zâhir ulemâsı, özellikle hadis âlimleri ve Hanbelîler, Hz. Peygamber’in bu şekilde anlaşılmasını onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini iddia etmişlerdir. “Hakîkat-ı Muhammediyye” fikrinin Yeni Eflatunculuktaki “logos” veya İskenderiyeli Aziz Clemens’in (v.215) peygamberlik konusundaki görüşleriyle ilgili olduğu, bunun önce Şiî muhitine, oradan da tasavvufa geçtiği ileri sürülmüştür.[339]

Bazı ilim adamlarına göre bu ve benzeri sözler yabancı kaynaklı felsefî görüşler olan Neo-Platonizm ve Gnostisizm öğretilerinin, bazı sûfiler tarafından hadis haline getirilmiş şekilleridir. Neo-Platonizm, tecellî fikrini, yani Âlem’in Allah’tan nasıl sudur ettiğini açıklamaya çalışan bir görüştür. Bu görüşe göre Allah, her şeyin kendisinden sudûr ettiği kaynaktır. Bütün varlıklar Allah’ın tecellisidir. Her şeyin Allah’tan sudur edip yayılması bir takım tabakalanmalarla olur. Varlığın bu silsilesinde, Allah’tan sonraki ilk tabakayı, akıl meydana getirir.[340]

Ali Bulaç ise bu konuyla ilgili olarak: “Yeni Eflatunculukta Helenistik devrin “logos” inanışı aynı zamanda Hristiyan teolojisindeki “logos”un benzeri olan akıl, manevî hilkat yoluyla ilk neden olan Tanrı’dan sudur eden veya fışkıran birinci, bazen ikinci “ayn-i sâbit”tir ki, burada aklı, nefis, tabiat (fıtrat) vb. izler. İlk yaratılan olarak akıl bu dünyada Allah’ın temsilcisi ve habercisi adını alır.”[341] demektedir.

İslam dünyasına felsefenin girmesiyle, felsefî düşüncelerin bir takım ilimlere tesirleri görülmektedir. Bundan tasavvuf da nasibini almıştır. Felsefe yoluyla ortaya atılan ilk akıl, küllî akıl, akl-ı küllî gibi kavramlar, felsefî tasavvuf üzerinde duranlarca Hakîkat-ı Muhammediyye veya nûr-u Muhammedî tabirleriyle karşılanmaya başlanmıştır. Tasavvufta tecellinin safhalarını ifade eden hazarât-ı hamse’nin (beş mertebe) ikincisi olarak Hakîkat-ı Muhammediyye üzerinde durulur.[342]

Bunun sonucu olarak Felsefecilerin “ilk akıl” diye isimlendirdikleri ilk cevher, sûfîlerin dilinde “Muhammed’in nuru” şeklinde ortaya çıkmıştır.[343]

Fazlurrahman’a göre Gnostik-Maniheist fikirlerin sûfîliğe girişinin ilk örneklerinden biri Hz. Muhammed’in “Aslî Nur” olduğunu ihtiva eden nazariyedir. Ontolojik hakîkatin Allah’tan sonra gelen unsuru demek olan bu nur, İbn Arabî’nin fikirleri sayesinde sûfîliğin ana doktrini haline gelmiştir.

Goldziher bunun neticesinde Hz. Peygamber’de maddî anlamda nûrânî bir cevherin mündemiç olduğu inancına varıldığını söylemektedir. Diğer bazı müsteşrikler ise, bu telakkinin ortaya çıkışı ile ilgili olarak değişik asırlar ve tesirlerden bahsederler. Massignon’a göre telakkinin ortaya çıkışı daha sonra ve kaynağı da başkadır. Ona göre: “İlâhî feyz, Karmatîler ve Sâlimiyye’nin Nur-u Muhammedî’sine tekabul eder. Bu akîde hicrî III. asırdan itibaren öne sürülmüş olan İslam irfâniliğinin Nûr-u Muhammedî’sinin Grek sudûrunun faal akıl ile ayniyetinden çıkar.

Hristiyan tesiri üzerinde duranlar olduğu gibi Yunan felsefesinin tesiriyle tasavvufî düşünceye geçtiğini iddia edenler de vardır. Abdulbaki Gölpınarlı, Yunan tesiri ile ilgili olarak şunları söylemektedir. “Bu inanış tasavvufa Yunan felsefesinden geçmiştir. Yunan felsefesini İslâmîleştiren ve hukemâ denen İslâm filozoflarına göre, yaratıcı kudretten bir tek aktif kudret meydana gelmiştir ki, buna akl-ı kül denir. Onlarca birden, bir meydana gelebilir. Akl-ı kül’e karşılık, tasavvufta mutlak varlığın ilk tayyünü, yani zuhura olan meyli, bilgisinde bütün eşyanın sabit oluşu nazariyesi meydana gelmiştir ki, Hakîkat-ı Muhammediyye budur. Sûfîlere göre Hz. Muhammed’den önceki peygamberler, Hz. Muhammed’den feyz almışlar, bu mazhâriyet Hz. Muhammed de kemâlini bulmuştur.

Süleyman Uludağ’ın tespitine göre; “Kuşeyrî Risalesi’nde ve Kelâbâzî’nin tasavvuf anlayışında bu düşünce yoktur. Bu akîde tasavvufa ve sünnî muhîte şiâ’dan, onlara da yeni eflâtunculuktan geçmiştir. Ayrıca Yahûdî filozofu Filon’un ilâhî kelime görüşü ile İbn Arabî’nin Hakîkat-ı Muhammediyye telakkisi arasında yakınlık vardır.[344]

Bütün bunlardan anlaşıldığına göre sûfiler felsefedeki “sudur nazariyesini” kendileri ilgili hadisleri kullanarak “feyz nazariyesi” olarak isimlendirmişlerdir.

Muhittin Uysal ise eserinde bu konuyla ilgili olarak: “Diğer yandan bu düşüncenin Helenistik felsefe’deki, “Varlıkların ilk varlıktan feyz yoluyla sudûr ettikleri” şeklindeki “sudûr nazariyesi” ile yakın benzerlikler arzettiği görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, felsefe’nin İslâm düşüncesine girmesinden sonra, felsefeciler tarafından “Akl-ı Evvel, Akl-ı Küllî” tarzında ifade edilen kavramlar; tasavvufun tefekkür boyutuyla ilgilenen sûfi-filozoflar tarafından, ilgili asılsız haberlerin de etkisiyle “en-Nûru’l-Muhammedî, el-Hakîka el-Muhammedî” gibi ifadelerle karşılanmıştır. Bu konuda İbn Arâbî, Dâvud el-Kayserî (750/1349) ve Şârânî’yi örnek gösterebiliriz. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi, Sehl b. Abdullah et-Tusterî (283/896) ve Hallac (309/922)’ın ortaya attığı bu düşünce, Gnostik-Maniheist fikirlerin sûfiliğe girişinin (III/IX yüzyılın sonralarında) ilk örneklerinden sayılmış, bilâhere hicrî VII. yüzyılda, İbn Arâbî’nin elinde”vahdet-i vücud” disiplini içinde sûfîliğin temel görüşlerinden biri haline gelmiştir.

Bazı araştırmacılar teorinin Hristiyanlık’tan alındığına işaret ederlerken; Afîfî, İbn Arâbî’nin konuya ilişkin görüşlerinde Hristiyanlık’tan etkilendiğini söylemiştir. Süleyman Uludağ ise, bu akîdenin Tasavvufa ve Sünnî muhîte Şiâ’dan, onlara da Yeni eflâtunculuktan geçtiğini belirmektedir. “Felsefî Tasavvufta Allah-Kâinat ilişkisi” konusunda yapılmış bir                                    doktora        çalışmasında  ise  Hallac’ın  bu  düşünceyi   eski   bir

putperest İran dîninden aldığı sonucuna ulaşılmıştır.”demektedir.[345] Yunus Şevki Yavuz ise: “Filozofların tesirinde kalan bir kısım Şiî kelamcılara göre akıl Yüce Allah’ın ilk önce yarattığı rûhî bir cevher olup ilim, kudret, irade ve nurdan oluşmuştur.[346] demektedir.

Yeni Eflatuncu görüşlerden kaynaklanan anlayış, İbnu’l-Arabî ve Abdulkerim el-Cilî gibi mutasavvıflar tarafından yeni yorumlarla değişik bir tarzda ortaya konulmuş ve Hallac’tan gelen “Hakîkat-ı Muhammediyye” görüşü ile “akl-ı evvel” nazariyesi birleştirilmiştir.[347]

Bu konuyla ilgili olarak Tayyib Okiç ise: “Neo-platonizm ‘emanation’ (tecellî) hakkındaki talimatı, ezel-i mevcûdiyetin ilk ve direkt tecellisi olan dünya entelektine aid bir nazariye, bir kutsî hadis şekline bürünmüştür.

Allah’ın ilk olarak yarattığı şey akıldır .Allah aklı yarattığı zaman ona yönel dedi....

Bu hadis ve bu manadaki diğer hadisler, Dâvud b. el-Muhabber (v. 206)’in bugün tamamen kaybolmuş bulunan “Kitabu’l-Akl” adlı eserinde toplanmıştır. Bu mevzû hadisler, İslam’a yabancı olan görüş ve fikirleri aksettirir, bazen şu veya bu halk topluluğunda sık sık rastlanan darb-ı meselleri ihtiva eder.”[348] demektedir.

Tasavvufun ortaya çıkışı sırasında amelî ve ahlâkî yönü ağır basmakta olduğu ve yabancı kültürlerden etkilenme en azından tasavvuf muhitlerinde henüz ciddi olarak hissedilmediği için tasavvuf düşüncesinin ilk dönemlerinde Nûr-u Muhammedî, Hakîkat-ı Muhammediyye ve feyz nazariyesi gibi kavramlar üzerinde durulmamıştır. Ancak Mutasavvuflara ait yukarıda naklettiğimiz bütün bu düşünceler tarih boyunca tasavvuf anlayışını ciddi olarak etkilemiş, şekillendirmiş ve hâlâ da etkilemeye devam etmektedir.

Aslında birbirleriyle belli bir ilişkiye giren medeniyetlerin birbirlerini etkilememesi diye bir şey tam olarak söz konusu olamaz ve olmamalıdır. Tüm insanlığın ortak                    mirası             sayılan   bilimsel   ve   fikrî   birikimden   tüm   toplumların

faydalanması ve bu birikimi kullanması gerekir. Ancak bizim burada hatalı gördüğümüz husus diğer medeniyetlerden gelen farklı düşüncelerin, toplumda kabul görerek yerleşmesi için âyet ve hadislerin bunları destekleyici bir şekilde kullanılmasıdır.

2.2.2.    Mü’minin Akıllı, Zeki Ve Uyanık Olduğunu Bildiren Hadisler

Ebu’l-Kasım Yahya b. Ali el-Ezni, İki oğlu, Dedesi Ali b. el-Huseyn Kâdi Âzine, Hasan b. Ahmed b. İbrahim b. Feyl, İki oğlu, Ebu Talib el-Herevî, Ömer b. Harun el-Belhî, İbn Luhey’a, Ukayl b. Halid, Yakub b. Utbe ve Ebû Hureyre’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Mü ’min zorluğu, sıkıntıyı kolaylıkla yenen, akıllı, zeki ve uyanıktır. ” buyurmuştur.[349]

Hadisin ravilerinden Ömer b. Harun hakkında Ahmed b. Hanbel: “Ömer b. Harun’dan çok hadis öğrendim ancak hiçbirini nakletmedim.”, Yahya b. Maîn: “Hiçbir kıymeti yoktur, yalancıdır” ve Ebû Sai‘d el-Eşca‘ “Hadisleri zayıftır”[350] dedikleri için bu hadis zayıftır.

Benzer bir hadisi Deylemî ve Hakim Tirmîzî, Enes b. Mâlik’ten: “Mü ’min akıllı, zeki, uyanık, istikrarlı, sağlam duran, acele etmeyen, âlim, helal ve harama dikkat edendir. Münâfık ise; iğneleyici, alaycı sözler söyleyen, kırıp parçalayan, istikrarlı durmayıp şüphe eden, geceleyin karanlıkta ne topladığını bilmeyen oduncu gibi nereden kazanıp nereye harcadığını bilmeyen haram yiyendir. ”[351] şeklinde nakletmişlerdir.

Bu hadisle ilgili olarak İbn Hacer: “Bu hadisi Deylemî, Enes b. Malik yoluyla zayıf bir senedle nakletmiştir.”[352] dediği için bu hadis de güvenilir değildir.

2.2.3.    Tevekkülün Akletmeden Sonra Olması Gerektiğini Anlatan Hadis

Atâ b. Rebah, el-Vudayn b. Atâ, Mahfûz b. Alkame ve İbn Âbid’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Tevekkül akıldan, aklı kullanmadan sonradır. ” buyurmuştur. Hadis kaynaklarında rastlayamadığımız bu rivâyet için Bağdâdî: “Bu hadis mürseldir.”[353] demiştir.

2.2.4.    Öğretmen ve Hikâyecilerle İstişareyi Yasaklayan Hadis

Yahya b. Eyyub, Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid b. El-Kasım, Ebi İmame’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Hikâyeci ve öğretmenlerle istişare etmeyin. Çünkü Allah Teâlâ onların akıllarını ve kazandıklarından da bereketi çekip almıştır. ” buyurmuştur.

Suyûtî bu hadisle ilgili olarak: “Gulam Halil hadis uyduran bir kişidir. Ondan rivâyet eden kişi ise bilinmiyor.” İbn Hibban, Ubeydullah b. Zuhr hakkında: “O güvenilir ravilerin adını kullanarak uydurma hadisler rivâyet eder. Ali b. Yezid’den hadis rivâyet ettiğinde kıyamet kopmuş demektir. Bir hadisi isnadında Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid, Kasım Ebû Abdurrahman birleştikleri vakit bu haber ancak onların uydurmaları olur.” demiştir. Zehebî ise Mizanu’l-Itidalde: ‘Ubeydullah b. Zuhr hakkında, bundan dört Sünen sahibi ve Ahmed b. Hanbel Müsnedinde hadis nakletmiştir’ demektedir. Bu hadisi başka bir senedle İbn Neccar Tarihinde nakletmiş ve: ‘Bu hadis Münkerdir’ demiştir.”[354]

İbn Arrâk da bu hadisle ilgili olarak Suyûtî’nin görüşlerine katılmıştır. İbn Arrâk, bu hadisin es-Salsal b. ed-Delhemis’ten “Hacamatyapanlar da” ziyadesiyle de nakledildiğini fakat bu rivâyetin isnadındaki Muhammed b. Dav’ın yalancı ve fasık biri olduğunu belirtmektedir. [355]

İbnu’l-Cevzî, bu hadisi Velid b. Müslim b. Muaz b. Rufâa, Ali b. Yezid, Kasım, Ebû Umâme kanalıyla naklederek uydurma olduğunu belirtmiştir.[356] Ayrıca Telhis’te bu hadisi senedsiz olarak nakletmiş ve ravilerden Gulam Halil ile Muhammed b. Dav’ın yalancı olduklarını belirtmiştir.[357]

Şevkânî ve Deylemî aynı hadisi eserlerinde senedsiz olarak nakletmişler; Şevkânî, hadisin uydurma olduğunu belirtmiştir.[358]

Aynı hadis Muhammed b. Abdulhakim, İbn Verâ, Said b. Ebî Meryem, Yahya b. Eyyub, İbn Zuhr, Ali b. Yezid, Kâsım, Ebû Umâme yoluyla nakledilmiş ve Cûrekânî’nin “Bu hadis bâtıldır” dediği kaydedilmiştir.[359]

Hadisin ravilerinden ve asıl adı Ahmed b. Muhammed el-Bâhilî olan Gulam Halil ölümüne bütün Bağdad halkının yas tuttuğu büyük bir zahitti. Rivâyet ettiği hadisleri nereden aldığı kendisine sorulduğu zaman, “Halkın kalbini yumuşatmak için bunları biz uydurduk” diye cevap vermişti.[360]

İncelemekte olduğumuz bu hadis ravilerden özellikle Ubeydullah b. Zuhr ve Ali b. Yezid üzerinde odaklanmaktadır.

Bu ravilerden Ubeydullah b. Zuhr hakkında Harb b. İsmail: “Onu Ahmed b. Hanbel’e sordum. Zayıf olduğunu söyledi.” dedi. İbn Maîn: “Benim yanımda onun bütün hadisleri zayıftır, o hiçbir şey değildir.” İbnu’l-Medînî: “Münkerü’l-hadis’tir.” İbn Salih: “Sikadır,” Ebu Zur’a: “Onda problem yoktur, saduktur.” Hâkim: “Hadisleri gevşektir.” Nesâi: “Onda problem yok.” Hâtıb: “Salih bir kişidir, hadisinde çok güvenilir değildir.” demişlerdir.

İbn Hacer, Tirmizi Ilelu’l-Buhari’de ondan hadis nakletti ve onu sika kabul etmiştir. İclî, “Hadisleri yazılabilir.”, Dârekutnî: “Zayıftır.”, İbn Hibban: “Sika râvîleri kullanarak uydurmalar rivâyet eder. Ali b. Yezid’den rivâyette bulunduğunda kıyamet kopar. Bir haberin isnadında Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid ve Kâsım Ebû Abdurrahman birleştiklerinde bu haberin metni kesinlikle onların uydurmalarıdır.” Bu üç kişi içinde itham edilen Ali b. Yezid’dir. Diğer ikisi hata yapsalar da aslen iyidirler. Buhari İbn Zuhr’un Ali b. Yezid’den rivâyetini nakletmemiştir.[361] demektedirler.

Kaydetmiş olduğumuz isnadlarda da görüldüğü gibi Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid ve Kasım İbn Hacer, Suyûtî, Zehebî ve Makdisî’nin nakillerinde ortak ravilerdir. Diğer ravilerden bazıları da diğer âlimler tarafından eleştirilmişlerdir.

Ali b. Yezid hakkında ise Yahya b. Maîn ve Ebu Hâtim: “Ali b. Yezid’in Kâsım ve Ebû Umâme’den nakillerinin hepsi çok zayıftır.”, Yakub ve Ebû Nuaym : “Hadis uydurandır ve reddedilen rivâyetleri çoktur.”, Ebu Zur’a er-Râzî: “Sağlam değildir.” Buhari: “Hadisleri reddedilen, zayıf bir ravidir.”, Es-Sâcî: “İlim ehli bu kişinin zayıflığı hakkında ittifak etmiştir.”[362] şeklinde görüş bildirmişlerdir. Muhammed b. Dav’b. es-Salsal’ın “Babasından rivâyette bulunurdu. İbn Hibban: “Babasından münker hadisler naklettiği”[363] belirtmiştir. Bu görüşlerden de anlaşıldığı gibi bu hadisin herhangi bir güvenirliliği yoktur ve anlam olarak da tutarlı değildir.

2.2.5.     Yüce Allah’ın Kaza ve Kaderini Uygulamak İsteyince Akıllı Kişilerin Akıllarını Aldığını Bildiren Hadis

Muhammed b. Muhammed el-Basrî, Ebû Ravk el-Huzânî, Fadl b. Abbas, er- Riyâşî, Esmaî, Ebû Amr b. Alâ, Mücahid, İbn Ömer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Allah kaza ve kaderini uygulamak isteyince akıllıların akıllarını alır. ”[364] buyurmuştur.

Bu hadisin râvîleri arasında yer alan Muhammed b. Muhammed b. Sa’îd el- Mueddeb, meçhul ve münker hadisler nakleden biri olarak kabul edilmektedir.[365] Bu ravi Kudâî’nin isnadında da bulunmaktadır.[366]

Bu hadis ile ilgili olarak Aclûnî, şu bilgileri nakletmektedir: “Deylemî bu hadisi Musnedu’l-Firdevs"te Enes ve Ali’den ‘Allah emri yerine gelince onlara akıllarını geri verir ve pişmanlık ortaya çıkar’ ziyadesiyle nakletmiştir. Durer’de ise Deylemî ve Hatib zayıf isnadla nakletmiştir. Sehavî, el-Mekasıd’da, Ebu Nuaym, Tarihi Isbehan"da ve aynı senedle Deylemî Müsned’inde İbn Abbas’tan merfû olarak nakletmiştir. Hatıb ve diğerlerinin senedinde yalancı ve hadis uyduran Lâhık b. Hüseyin bulunmaktadır.[367]

Lâhık b. Hüseyin hakkında İbnu’l-Cevzî, Ebu Said el-İdris’in “Yalancıdır, güvenilir ravilerin adını kullanarak hadis uydururdu.” sözünü nakletmektedir.[368]

Zerkeşî ise ravilerden Muhammed b. Müslim et-Taifî’nin zayıf olduğu belirtmektedir.[369]

Derviş el-Hût, bu hadisi eserinde senedsiz olarak naklettikten sonra ravilerden Sa’d b. Süleyman b. Harb’in metruk olduğunu kaydetmiştir.[370] Deylemî ise aynı hadisi eserinde senedsiz olarak nakletmiştir.[371] Bu bilgilerden de anlaşıldığı gibi bu hadis problemlidir.

Zerkeşî’nin Ebû Hureyre’den naklettiğine göre Hz. Peygamber: “Allah Teâlâ bir emrini, işini yerine getirmek istediği zaman akıllı kişinin aklını alır.” [372] buyurmuştur.

Bu hadis ile ilgili olarak Aclûnî: “Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnûa’’da bu hadisi Ebu Nuaym’ın Târîhu Isbehan"da, Hatib el-Bağdâdî’nin Târîhu Bağdadta Lâhık b. Hüseyin el-Makdısî hakkında bilgi verirken İbn Abbas’tan naklettiklerini kaydetmektedir.” Hatib: “Lâhık yalancıdır ve güvenilir ravilerin adını kullanarak hadis uydurur, kendilerinden hadis işitmediği kişilerin mürsellerine sened uydurur.” demektedir.

Bu hadisin başka tarikleri de vardır. Deylemî, Muhammed b. Müslim et-Tâifî yoluyla nakletmiş ve zayıf olduğunu söylemiştir.[373] Bu hadis sened açısından zayıf olduğu gibi, içerik olarak da tutarlı değildir.

2.2.6.     İnsanlara, Akılları Oranında Konuşmak ve Davranmakla İlgili Hadisler

Bu konuda birbiriyle yakın anlamlar içeren birkaç tane farklı rivâyet bulunmaktadır. Biz bu rivâyetleri sırasıyla inceleyeceğiz.

1.               İbn Abbas’tan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “insanlara, akılları oranında konuşmakla emrolundum. ” buyurmuştur.

Deylemî, bu hadisi Ebu Abdurrahman es-Sulemî yoluyla naklettikten sonra: “Senedi zayıftır. Şeyhimiz, bu hadisi Hasan b. Süfyan’ın Müsned’inde İbn Abbas kanalıyla naklederek senedi cidden zayıftır”[374] demiştir demektedir.

Buharî, Sahih’inde Hz. Ali’den mevkuf olarak: “insanlara anlayacakları şekilde konuşun. Onların Allah ve Rasulunu yalanlamalarını ister misiniz” [375] [376] şeklinde nakletmiş, bir benzerini de Müslim, eserinde İbn Mes’ud’dan “Sen bir topluma akıllarının kavrayamayacağı bir hadisi anlatma, anlatırsan bu onlar için fitne olur”316 şeklinde nakletmişlerdir.

Beyhakî eserinde “insanlara Rablerinden bahsettiğinizde onlara akıllarının anlayamayacağı ve kendilerine zor gelen bir şeyi anlatmayın” şeklinde nakletmektedir.[377]

Deylemî, aynı hadisi biraz farklı bir İbn Abbas’tan merfû olarak “Ey İbn Abbas, topluma akıllarının kaldıramayacağı bir hadisi söyleme” [378]şeklinde senedsiz olarak nakletmiştir. Münâvî ise hadisin bu tarikiyle olarak: “Senedi gerçekten zayıftır, ancak mevzû değildir.”[379] demektedir.

Ukaylî, bu hadisi; Ubeyd b. Muhammed el-Keşvûrî, Muhammed b. Yahya b. Cemil, Bekir b. Eş-Şerud, Yahya b. Malik b. Enes el-Esbaî, Babası, Zührî, Said b. Müseyyeb tarikiyle Hz. Peygamber’in: “Biz Nebîler topluluğu insanlara akılları oranında konuşmakla emrolunduk” [380] şekilde buyurduğunu naklettikten sonra hadisin ravilerinden Yahya b. Malik b. Enes el-Esbaî’nin babasından kabul edilmeyen rivâyetlerde bulunduğunu belirtmiştir.[381] İbn Hacer’de Ukaylî ile aynı görüşleri paylaşmaktadır.[382] Zerkeşî ise hadisin bu şeklini naklettikten sonra isnadında tanınmayan ravilerin olduğunu ve güvenilir olmadığını ifade etmiştir.[383] Bu hadisi Îrakî,[384] Sehavî,[385] ve Âmirî’de[386] isnadsız olarak nakletmişlerdir.

Bu hadis ile ilgili olarak Aclûnî[387] ve Şevkânî[388] eserlerinde yukarıda naklettiğimiz bilgileri zikrederek bu hadisin zayıf olduğunu ifade etmişlerdir.[389]

2.               Ali b. Abdullah es-Sanânî b. Mübarek, Zeyd b. Mübarek, Zeyd b. Habba, Abdurrahman b. Sâbit b. Sevban, Osman b. Dâvud, Dahhak b. Mezâhim, İbn Abbas’tan nakledildiğine göre “insanlar, Ey Allah’ın Rasulu senden duyduğumuz bütün sözleri, hadisleri insanlara konuşmuyoruz, anlatmıyoruz. ” dediler. Hz. Peygamber: “Evet, bir topluma bir şeyler konuşursunuz da onu akılları kavramaz da bu durum bazıları için fitne olur. ” dedi. Osman b. Dâvud meçhuldur. Hadisine tabi olunmaz, bundan başka hadisi bilinmiyor.[390] Bu hadisi Zehebî[391], İbn Hacer[392] ve İbnu’l-Cevzî’de[393] eserlerinde nakletmişlerdir. Hepsinin ortak ravisi Osman b. Davut’tur.

İbn Hacer Osman b. Dâvud el-Havlânî hakkında: “Dahhâk’tan rivâyette bulunmuştur. Kim olduğu bilinmiyor. Haberi münkerdir. Ukayli: “Ona tâbi olunmaz, hadis nakletmede meçhuldur, hadisine itibar edilmez. Sadece yukarıdaki hadisle bilinir.”[394] demektedir. Bu bilgilerden dolayı bu hadis güvenilir değildir.

3.              Kasım b. Zekeriyâ, İbrahim b. Râşid el-Ademî, Elsem b. Meymûn, İsâ b. Meymûn, Muhammed b. Ka‘b, İbn Abbas’tan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Kölelerinizi akılları oranında cezalandırın. ” buyurmuştur.[395] Deylemî ise bu hadisi eserinde senedsiz olarak nakletmiştir.[396]

Kayserânî eserinde ravilerden İsa b. Meymun’nun hadisleri terk edilen bir ravi olduğunu kaydetmektedir.[397] Bu hadisin farklı senedlerinin ortak ravisi İsa b. Meymun’dur. İsa hakkında İbn Main: “Problem yoktur”, Ebû Hatim: “Sikadır”, Ebû Dâvud: “Sikadır, ancak onlar kader hakkında rivâyetlerde bulunurlardı. Diğer konularda sikadırlar.”, İbnu Dâye: “Kader hakkında rivâyetlerde bulunur. O gördüğüm ravilerin en tuhafıdır.”, Yakub b. Süfyan: “Hadisi bir şey değildir.”, ve İbn Hibban: “Sika râvîlerden uydurmalara benzer şeyler naklederdi.” demektedir.[398] İsa hakkında hem olumlu hemde olumsuz görüşler bulunmakla birlikte bir ravinin değerlendirilmesi konusunda olumsuz görüşler, eleştiriler temel alındığı için bu hadis de problemlidir.

4.                         Deylemî’nin Cabir b. Abdullah’tan senedsiz olarak naklettiğine göre Hz. Peygamber: “Övünmek için söylemiyorum ama insanların en şereflisi, en kıymetlisi benim. Ey insanlar! Kim bize gelirse biz de ona gelir gideriz. Kim bize ikramda bulunur, cömert davranırsa, biz de ikramda bulunur, cömert davranırız. Kim bizimle mektuplaşırsa, biz de                  onunla    mektuplaşırız.                   Kim    bizim  cenazemize katılırsa, biz  de onun cenazesine katılırız. Kim bizim hakkımıza riâyet ederse, biz de onların haklarına riâyet ederiz. Ey insanlar insanlarla saygıları (asaletleri) ölçüsünce oturun. Dinleri (dine bağlılıkları) ölçüsünce insanlarla beraber olun. insanların kişilikleri oranında evlerinde misafir olun ve akılları ölçüsünce insanlarla ilgilenin. ”399 buyurmuştur.

Biz bu hadisin başka bir kaynağını ve herhangi bir senedini bulamadık.

2.2.7.     Aklı Olmayanın Dininin de Olmadığını Bildiren Hadisler

1.                  Muhammed b. Selim, Hüseyin b. Bistâm el-Kûfî, Bişr b. Galib el-Esedî, Zührî, Mecma‘ b. Fulan b. Cariye, Amcası Mecma‘ b. Cariye’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Hayâ imandan bir bölümdür. Hayası olmayanda iman yoktur. Hayır tamamen ancak akılla anlaşılır. Aklı olmayanın dini yoktur. ”[399] [400] [401] buyurmuştur.

İbn Hacer ravilerden Beşir b. Gâlib el-Esedî’nin meçhul olduğunu 401

kaydetmiştir.

2.               Hasan b. Cerir es-Sûrî, Ebu’l-Cemâhir, İsmail b. Ayyâş, Abdulaziz b. Ubeydullah,   Mücâhid  ve  İbn   Abbas’tan  nakledildiğine  göre  Hz.  Peygamber:   “Üç

kişiden kalem, sorumluluk kaldırılmıştır. Uyanana kadar uyuyandan, iyileşene kadar deliden ve akledene, akil baliğ olana kadar çocuktan. ” buyurmuştur.[402]

Senedde bulunan ravilerden Abdulaziz b. Ubeydullah b. Hamza hakkında Ukaylî: “Zayıftır”,[403] Ahmed b. Hanbel: “Hadisleri zayıf ve münkerdir.” ve Ebû Zur’a: “Hadisleri problemlidir ve yalancıdır.”[404] demiştir.

Taberânî aynı hadisi aynı senedle Mu‘cemu’l-Evsat’ta naklederek bu şekliyle bu hadisi İbn Abbas’tan sadece Ebu’l-Cemâhir’in naklettiğini yani teferrüd ettiğini belirtmiştir.[405]

Her iki hadiste râvîleri yönüyle tenkid edilmiş olduğundan zayıftır.

2.2.8.     Akıl, Günah ve İbadet İlişkisini Açıklayan Hadisler

1.                Kim  bir  günah   işlerse  aklı  ondan   ayrılır  ve   bir  daha  ebediyen ona

dönmez. ”[406]

Subkî ve Îrakî bu rivâyeti İhyâ’da isnadını bulamadığı hadisler arsında saymışlardır.[407] Kişinin bir günah işlemesiyle aklının kendisinden ayrılıp bir daha ebediyen ona dönmemesi Kur’ân’a, Sünnete ve vâkıâya ters bir durum olduğu için bu rivâyetin herhangi bir aslının olması mümkün değildir.

2.                Abdulvehhab b. el-Mübârek, Muhammed el-Muzaffer, el-Âtıkî, Yusuf b. Ahmed, Muhammed b. Amr el-Hâfız, İdrîs b. Abdulkerim, İshak b. Hısân, Süleyman b. Müslim Ebu’l-Mu‘lî el-Huzâî, Süleyman et-Teymî, Nafi ve Ömer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Mühür Arşta asılıdır. Haramlar çiğnendiği, Rabbe karşı gelinerek günah işlendiğinde Allah Teâlâ mührü gönderir ve o kişinin kalbini mühürler. Bundan sonra o kalp hiçbir şey akletmez, ”[408] buyurmuştur.

Kayserânî, bu hadisi Süleyman b. Müslim el-Hişab, Süleyman et-Teymî, Nafi, İbn Ömer’den naklederek: “Bu haber münkerdir. Süleyman b. Müslim el-Hişab meçhul birine benziyor. Eski âlimlerden herhangi birinin onun hakkında bir şey söylediğini görmedim. Hadisine uyulmaz” demektedir.[409]

3.                “Kişi  akletmediği  müddetçe  namazı   kabul   olmaz. ” [410]  Îrakî,  bu   hadisi

naklettikten sonra: “Bu hadisi merfû olarak bulamadım demiştir.[411] Subkî de bu rivâyeti aslı olmayan hadisler içinde ele almıştır.[412]

2.2.9.     Hz. Peygamberin Aklının Artması İçin Dua Ettiğini Bildiren Hadisler

1.               Ebu’l-Hasan Ali b. Muhammed b. Ali el-Hâkim el-Esferâyanî, Ebû Muhammed Hasan b. Muhammed, Ebû Ahmed Abdullah b. Kurayş, İbnu’l-Yemân, Ömer b. Yezid, Ziyad b. Alâka ve Cerir’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Allah’ım işitmemi, görmemi ve aklımı dünyadan faydalandır. ” şeklinde dua ederdi. Beyhakî, bu hadisin isnadının zayıf olduğunu belirtmiştir.[413] [414]

2.                Ebû Ali Hasan b. Ahmed b. İbrahim b. Şâzân el-Bağdâdî, Abdullah b. Cafer,

Yâkub b. Süfyan, Osman (İbnu’l-Heys), Ebu’l-Mikdam Hişam b. Ziyad, Hişam b. Urve, babası       ve                Âişe’den           nakledildiğine                göre       Hz.Peygamber yatağa      girdiği         zaman:

“Allah’ım işitmemi, görmemi ve aklımı artır, onu benden varis yap, düşmanlarıma karşı bana yardım et ve intikamını (misliyle mukabeleyi) bana göster. Allah’ım borç altında kalmaktan ve açlıktan sana sığınırım ki bunların sıkıntısı ne kötüdür der ve sonra yatardı.”

Hadisin isnadında bulunan Ebu’l-Mikdam eleştirildiği[415] ve zayıf bir râvî olarak nitelendirildiği[416] için bu hadis zayıftır.

2.2.10.     Akılla Rızıklanan Kişinin Kurtuluşa Erdiğini Bildiren Hadisler

1.               Abdullah, Safvân b. Îsâ, İsmail el-Mekkî, Kâsım b. Ebî Bezza’dan nakledildiğine göre Kuşeyr kabilesinden Ferut b. Hubeyra denilen bir adam Rasulullah’a geldi ve “Bizim Allah’ın yanında kendisine taptığımız kadın ve erkek rablerimiz vardı. Biz onlara dua ediyor onlar icabet etmiyorlar, istekte bulunuyor onlar vermiyorlardı. Sana geldik ve Allah seninle bizi hidâyete erdirdi.” dedi. Rasulullah : “Kim akılla rızıklandırılırsa muhakkak ki kurtuluşa ermiştir” dedi. Adam: “Ey Allah’ın Rasulu! Bana giydiğin elbiselerden iki tane ver.” dedi. Rasulullah ona elbiseleri giydirdi. Arafat’taki bekleme yerinde Rasulullah bana “Önceki sözlerini tekrar et.” dedi. Ben de tekrarladım. Bunun üzerine Rasulullah: “Kim akılla rızıklandırılırsa muhakkak ki kurtuluşa ermiştir. ” dedi. İbn Ebi’d-Dünyâ’nın naklettiği bu rivâyet için Taberânî senedinde bilinmeyen bir râvî olduğunu söylemiştir.[417]

Hadisin senedinde bulunan İsmail el-Mekkî’yi İbn Mübârek zayıf saymış, Yahya b. Kattan ondan hadis nakletmemiş, İbn Main ise “O hiçbir şey değildir” 418 demiştir.[418]

Heysemî: “Senedinde ismi bilinmeyen bir ravi var, diğerleri sikadır.”[419] demektedir. Aynı hadisi Beyhakî Şuabu’l-îmari da[420] Gurra b. Hubeyra’dan naklettikten sonra “İsnadında meçhul bir ravi olan Saîd b. Gusayd var.” demiştir.[421]              2.         Akılla

rızıklandırılan kişi kurtuluşa ermiştir. ”[422] Buhârî Tarihinde[423], Taberânî Kebîr"de[424], Gurra b. Hubeyra’dan naklettiler. Heysemi bu hadisin senedinde bir tane meçhul ravi var, diğerleri sikadır.[425] Beyhaki, Şuabu’l-îmarida[426] Gurra b. Hubeyra’dan naklettikten sonra: “Senedinde meçhul olan Said b. Gusayd var.” demektedir.[427] Bundan dolayı hadisin bu şekli de problemlidir.

2.2.11.    Akıllı Kişinin Nasıl Davranması Gerektiğini Bildiren Hadis

Hasan b. Süfyan eş-Şeybânî, Hasan b. Abdullah el-Kattân, İbn Kuteybe, İbrahim b. Hişam b. Yahya b. Yahya b. El-Ğassânî, Babası, Dedesi, Ebû İdris el-Havlânî, Ebû Zer’den nakledildiğine göre Ebû Zer: “Ey Allah’ın Rasulu! Hz. İbrahim ’in sahifesinde ne var?” diye sorunca Rasulullah: “Hepsi ibret verici örneklerdi. Allah Teâlâ: “Ey baskıcı, belalı ve mağrur hükümdar, ben seni üst üste dünya malı toplaman için göndermedim, ben seni mazlumlara beddua ettirmemek için gönderdim. Çünkü ben, o mazlum kâfir de olsa onun duasını geri çevirmem. Akıllı kişinin aklına mağlub olmaması gerekir. Akıllı kişinin bir saatinde Rabbine yöneldiği, bir saatinde kendini hesaba çektiği, bir saatinde Allah’ın yaratmasını düşündüğü, bir saatinde de yiyecek ve içeceği için gayret sarfettiği saatlerinin olması gerekir. Ayrıca akıllı kişinin ancak üç şey için harekete geçmesi gerekir. Bunlar ahiret için azıklanma, rızkını arama ve haram olmayan zevklerdir. Ayrıca akıllı kişinin kendi zamanını anlaması, kendi durumunu bilmesi ve diline sahip olması gerekir. ” buyurdu.[428]

Hadisin ravilerinden İbrahim b. Hişam hakkında İbnu’l-Cevzî ve Ebû Zur’a “yalancıdır”, Ebû Hâtim: “Hadislerinin nakledilmemesi gerekir.”, Ebû Tahir el-Makdîsî: “Zayıf” ve Zehebî: “Terk edilmiştir”[429] demişlerdir.

2.2.12.    Akıl-Tedbir İlişkisini Açıklayan Hadisler

1.               Mutayn, Ali b. El-Münzir, Osman b. Said ez-Ziyat, Muhammed b. Abdullah

Ebû Racâ el-Hıbtî, Şu’be, Ebî İshak, Haris’ten nakledildiğine göre Hz. Ali’ye oğlu Hasan bazı sorular sordu. Hz. Ali: “Rasulullah’ı cahillikten daha şiddetli bir fakirlik, akıldan daha sağlam,                 güçlü  bir mal, günahlardan    el çekme  gibi  vera, tefekkür  gibi

ibadet yoktur. Bunlar ancak hilmden sonra tamam olur ” derken işittim dedi.[430]

Bu hadisin ravilerinden Muhammed b. Abdullah Ebû Recâ el-Hıbtî hakkında İbn Hibban: “Şu’be’nin adını kullanarak Şu’be’ye ait olmayan hadisleri naklederdi”[431] demektedir.

Kudâî aynı hadisi biraz farklı bir senedle tekrar nakletmiştir.[432] Ancak bu senedde de eleştirilen ravi Muhammed b. Abdullah Ebû Recâ el-Hıbtî bulunduğu için bu şekli de problemlidir.

2.               Taberânî’de aynı konuyla ilgili olarak Hz. Ali’den naklettiği uzun bir hadisin konumuzla ilgili bölümü şu şekildedir: Hz. Peygamber: “Cahillikten daha şiddetli bir fakirlik, akıldan daha sağlam, güçlü bir mal, şaşkınlıktan daha garip bir yalnızlık, istişareden daha güçlü bir destek, tedbir gibi akıl, günahlardan el çekme gibi vera, tefekkür gibi ibadet, sabır ve haya gibi iman yoktur. Sözün afeti yalan, ilmin afeti unutma, hilmin afeti sefihlik, ibadeti afeti ara vermek, arada bir yapmak, becerikliliğin afeti kendini beğenmek, cesaretin afeti azgınlaşmak-haddi aşmak, cömertliğin afeti başa kakıcı olmak, güzelliğin afeti kendini beğenme, saygınlığın afeti övünmektir. Ey oğlum gördüğün bir kişiyi kesinlikle küçümseme. Eğer o kişi senden hayırlı ise baban, senin gibi ise kardeşin, senden küçük ise oğlun gibi kabul et. ” buyurmuştur.

Ebu’l-Kâsım: “Bu hadisi Şu’be’den Muhammed b. Abdullah Ebû Reca el- Hıbtî’den başkası rivâyet etmedi. Osman b. Saîd ez-Ziyat bu hadisle teferrüd etti ve Ali’den sadece bu isnadla rivâyet etti.” demiştir.[433] Muhammed b. Abdullah Ebû Recâ el-Hıbtî eleştirilen[434] bir ravi olduğu için bu şekli de problemlidir.

3.              Konuyla ilgili diğer bir rivâyet ise Abdurrahman b. Amr el-Bezzar, Abdulmelik b. Yahya b. Şâzân, Cafer b. Muhammed el-Firyâbî, İbrahim b. Hişam b. Yahya, Babası, Dedesi, Ebû İdris el-Havlânî, Ebu Zer yoluyla gelmektedir. Bu rivâyete göre Hz. Peygamber: “Ey Ebû Zer! Tedbir gibi akıl günahlardan el çekme gibi vera, güzel ahlak gibi de saygınlık yoktur” buyurmuştur.[435]

Ancak bu hadisin senedinde de Ebu Hâtim ve diğerlerinin yalancı dedikleri İbrahim b. Hişam b. Yahya el-Ğassanî [436] olduğu için bu rivâyette güvenilir değildir.

4.               Konuyla ilgili bir başka rivâyet ise Ahmet b. Enes b. Mâlik ed-Dımeşkî el-

Mugrî, İbrahim b. Hişâm b. Yahya el-Ğassânî, Babası, Dedesi, Ebû İdris el-Havlânî tarikiyle nakledildiğine göre Ebu Zer ile Rasulullah arasında şöyle bir diyalog geçmiştir. Ben: “Ey Allah’ın Rasulu bana tavsiyede bulun ” dedim. Rasulullah: ‘Sana Allah ’a karşı takvalı olmanı tavsiye ederim. Çünkü o, tabi olanların en fazla dikkat ettikleri konudur.’ dedi. Ben: ‘Ey Allah’ın Rasulu daha fazlasını anlat’ dedim. O: ‘Kur’ân okuman ve Allah’ı zikretmen-hatırlaman- gerekir. Çünkü bu, göklerde ve yerde senin için nurdur. ’ dedi. Ben: ‘Ey Allah’ın Rasulu daha fazlasını anlat. ’ dedim. O: ‘Hayrı konuşman dışında susman gerekir. Çünkü o, Şeytanı senden kovucu ve din konusunda sana yardımcıdır.’ dedi. Ben: ‘Rasulullah’a daha fazlasını anlat.’ dedim. O: ‘Cihad etmen gerekir.                      Çünkü                             o,        ümmetimin       ruhbanlığıdır. ’ dedi. Ben:    ‘Rasulullah ’a       daha

fazlasını   anlat. ’ dedim.   O:   ‘Miskinleri  sev  ve  onlarla   birlikte  otur.  ’ dedi.  Ben:

‘Rasulullah ’a daha fazlasını anlat dedim. ’ O: ‘Senden daha aşağıda olanlara bak, üsttekilere bakma. Çünkü böyle yapman sahip olduğun Allah’ın nimetlerine nankörlük yapmaman için daha uygundur, onlar seninle ilişkilerini kesse bile sen akrabalarını ziyaret et. ’ dedi. Ben: ‘Rasulullah ’a daha fazlasını anlat. ’ dedim. O: ‘Allah konusunda kınayıcının    kınamasından korkma.  ’ dedi.  Ben:   ‘Rasulullah ’a daha  fazlasını  anlat

dedim. ’ O: ‘Kendin için sevdiğini-istediğini- başkaları için de sev, iste. ’ dedi. Sonra eliyle göğsüme vurdu ve ‘Ey Ebû Zer! Tedbir gibi akıl, günahlardan el çekme gibi vera ve güzel ahlak gibi de saygınlık yoktur” dedi.[437]

Bu hadisin senedinde de Ebu Hâtim ve diğerlerinin yalancı dedikleri İbrahim b. Hişam b. Yahya el-Ğassanî var.[438]

5.              Aynı konuyla ilgili diğer bir rivâyet ise Abdullah b. Muhammed b. Rumh, Abdullah b. Vehb, Mâdî b. Muhammed, Ali b. Süleyman, Kâsım b. Muhammed, Ebû İdris el-Havlânî ve Ebû Zer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Tedbir gibi akıl günahlardan el çekme gibi vera, güzel ahlak gibi de saygınlık yoktur” buyurmuştur. Zevâid’de hadisin isnadında bulunan Kasım b. Muhammed el-Mûrî’nin zayıf bir ravi olduğu belirtilmektedir.[439]

Ayrıca hadisin senedinde zayıf bir ravi olan el-Ma’dî Muhammed el-Ğâfıkî el- Mısrî’[440] de bulunmaktadır.

2.2.13.    Akıl Yaş İlişkisini Açıklayan Hadisler

1.                 Ebu’l-Kasım eş-Şehâmî, Osman b. Sa‘îd b. Muhammed el-Behîrî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Abdus el-Müzekkî, Muhammed b. Halid b. Yezid, Muhammed b. Ömer b. Amr, Babası, Hâkim b. Abde, Eyyub es-Sahtiyânî, Ebû Galâbe ve İbn Abbas’tan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Çocuk yedi yaşına kadar diş çıkarır, on dört yaşında akıl baliğ olur, yirmi bir yaşında boyu tam olur (yirmi bir yaşına kadar boyu uzar), yirmi sekiz yaşında aklı tam olur, bundan sonra aklı ancak tecrübe ile artar, kırk yaşına geldiğinde Allah Teâlâ onu delilik cüzzam ve ciltteki alacalık gibi tüm hastalıklardan korur. Elli yaşına geldiği zaman Allah onu bol bol rızıklandırır. Altmış yaşına geldiği zaman Allah onu yer ve gök ehline sevdirir. Yetmiş yaşına geldiği zaman iyiliklerini sabit tutar, kötülüklerini yok eder. Seksen yaşına geldiği zaman ona azab etmekten hayâ eder. Doksan yaşına geldiği zaman Allah’ın yeryüzündeki esiri olur ve kalem onun aleyhine bir harf bile yazmaz. ” buyurmuştur.[441]

Bu hadisin ravilerinden Ebu’l-Kasım eş-Şehâmî hakkında İbn Hacer: “Namazı düzenli olarak kılmadığı için âlimler kendisinden hadis rivâyetini terk etmişlerdir.”[442] demiştir.

2.              Enes b. Malik’ten nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Ümmetimden bir kişi seksen yaşına ulaştığı zaman Allah onun cildini Cehennem ’e haram kılar. Doksan yaşına ulaştığında ise yıpranır ve aklını kaybeder. O kişi üzerindeki Allah’ın delili akıldır. Allah onun geçmiş günahlarını bağışlar, aklını kaybettiği halde bu yaşında müslümandır. Çünkü o, daha önce İslam’ı seçtiği için kalbine ma’rifet nurunu koymuş ve kalbini de buna bağlamıştır- esir etmiştir- Ondan faydalanmaya, ürününü almaya devam etmektedir. İyice ihtiyarlayıp Müslümanlığından faydalanmaktan aciz kaldığı, kuvvetini, aklını ve karakterini kaybettiği, günahlara tabi olduğu zaman Allah’ın dünyadaki esri diye isimlendirilir. Çünkü o, zincire bağlı esir gibi imanına bağlıdır. Bir yere gitmeye güç yetiremez, Salih amel işlemekten aciz kalır.-Buna rağmen- o İslam’ın bağıyla bağlıdır. Yüz yaşına ulaştığı zaman ömrünün en zayıf dönemine gelir ve bir çocuk hükmünde olur. Onun günahları yazılmaz. Çünkü o imtihan edildi ve tevhide bağlı kaldı, onda tereddüt edip geri dönmedi ve ona devam etti. Genç iken ona devam etti ve iyi bir genç, iyi bir orta yaşlı oldu. Bu konuda güzel bir şekilde yarıştı ve memnun olunan bir yaşlı oldu. Ömrünün en zayıf dönemine gelince bir çocuk hükmüne döndü. Geçmiş günlerinde yaptığı iyiliklerin karşılığı verildi ve bu ihtiyarlığından dolayı yapmış olduğu kötülükleri silindi.[443]

Bir kişinin sadece ömründen dolayı sevap elde etmesi, günahlarının bağışlanması, cehennemden kurtulup cennetlik olması Kur’ân’a, sünnete ve akla ters bir durumdur. Dolayısıyla incelemiş olduğuımuz bu iki hadis metin açısından zayıftır.

2.2.14.    Aklın Çok Sayıda Yaratıldığını ve İnsanlar Arasında Farklı Ölçülerde Taksim Edildiğini Bildiren Hadisler

1.              Tâvus ve İbn Abbas’tan nakledildiğine göre: “Hz. Peygamber bir muhacir ile ensar arasında hüküm vermiş, bazı konuşmalardan sonra Hz. Peygamber: “Kulları arasında aklı farklı farklı taksim eden Allah ne yücedir. İki kişinin amelleri, iyilikleri, oruçları, namazları aynı olur fakat akılları bir zerre ile Uhud dağının farkı gibi farklıdır. Allah yarattıkları arasında akıl ve yakinden daha önemli bir şey pay etmemiştir. ” [444] [445]

Bu hadisin başka bir kaynağını ve herhangi bir senedini bulamadığımız için problemli olduğunu kabul ediyoruz.

2.                      Enes’ten nakledildiğine göre Hz. Peygamber:                 “Allah(c.c.), aklı

karıncalardan daha çok sayıda yarattı. Bazı insanlara bir tane, bazılarına iki tane, bazılarına bir sa ‘, bazılarına bir farg, bazılarına da bir vesak verilmiştir. ’ dedi. İbnu ’s- Selam: ‘Onlar kimlerdir Ey Allah’ın Rasulu ’ dedi. Hz. Peygamber: ‘Onlar, akılları, yakinleri, gayretleri ve kendilerini hidâyete erdiren kalplerindeki nur oranında Allah’a itaate çalışanlardır. ”445 buyurdu.

Bu hadisin de başka bir kaynağını ve herhangi bir senedini bulamadığımız için problemli olduğunu kabul ediyoruz.

2.2.15.        Aklın Kişiyi Cehennemden Koruyacağını, Dünya ve Ahirette Mutlu Edeceğini Bildiren Hadisler

1.                 Iyâd b. Hammad’dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Cehennem ehli beş sınıftır ve onun içinde zubur yoktur. Zubur ise akıldır. ” buyurmuştur.

Aynı hadisi Zehebî de nakletmektedir. Bu hadisle ilgili olarak Ukaylî: “Hadisin ravilerinden Iyad b. Hammad hadis rivâyetinde bilinmeyen bir kişidir, bu konuda kendisine uyulmaz.” dediği için bu hadis problemlidir.”[446]

2.               Hz. Aişe’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Asıl mağdur olan kişi akıl konusunda yanlış yapandır. İnsanlar dünya ve ahirette Rablerine ondan daha üstün bir şeyle yaklaşmamışlardır.(vesile edinmemişlerdir.) ” buyurmuştur.[447]

Biz bu hadisin başka bir kaynağını ve herhangi bir senedini bulamadığımız için bu hadisin problemli olduğunu düşünüyoruz.

3.               Ebu’l-Ferec Muhammed, Ahmed, Haris b. Muhammed, Abdulaziz b. Ebân, Şibl b. İbad ve Abdulmelik b. Umeyr’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Üç şey vardır ki, kim bunlardan mahrum kalırsa dünya ve ahiretin hayrından mahrum kalır. Bunlar: İnsanların kendisiyle idare ettiği akıl, kendisiyle sefihliği reddettiği hilm ve günahlardan uzak tutan vera.” buyurmuştur.

Eserinde bu rivâyeti nakleden İbn Ebi’d-Dünya: “Bu hadisin isnadı gerçekten zayıftır.”[448] [449] dediği için bu hadis güvenilir değildir.

4.               Ebu’d-Derda’dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Çok başarı çok akıldan iyidir. Akıl dünya işlerinde zararlı, âhiret işlerinde mutluluk vericidir. ” 449 buyurmuştur.

Bu hadisin Firdevs’ten başka bir kaynağını bulamadık. Hadisin metninde geçen “Akıl dünya işlerinde zararlıdır.” kısmı bu hadisin akıl konusunu ön plana çıkarmayı istemeyen ravilerin uydurduğu izlenimini verdiği için hadis problemlidir.

2.2.16.     Aklın Önemini Bildiren Hadisler

1.               Ebû Tâhir el-Fakîh, Ebû Tâhir Muhammed Ebedî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Bekir, Sevâr b. Abdullah el-Anbarî, Abdurrahman b. Osman Ebû Bahri’l-Bekrâvî, Abdurrahman b. Yezid el-Ammî, Babası, ve Hasan’dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “ilim mü ’minin dostu, akıl delîli, alameti, amel değeri, hilm küpü, sabır askerlerinin komutanı, rıfk babası ve yumuşaklık da kardeşidir. ” buyurmuştur.

Bu hadisi nakleden Beyhakî hadisin munkatı’ olduğunu belirtmiştir.[450]

2.                Yahya b. Eyyub, Said b. Ebi Meryem, Yahya b. Eyyub, Ubeydullah b. Zuhr,

Ali b.   Yezid,  Kâsım  ve  Ebî  Umame’den  nakledildiğine göre  Hz.  Peygamber:  “Yüce

Allah’ın: ‘Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder tâki ben onu severim ve onun işiten kulağı, gören gözü, konuşan dili ve akleden kalbi olurum da bana dua ettiğinde icabet ederim, istediğinde veririm, yardım istediğinde yardım ederim. Kulumun bana ibadetini ve bana olan samimiyetini severim. ” dediğini nakletmiştir.[451]

“Hikayeci ve öğretmenlerle istişare etmeyin” hadisinin tenkidinde de naklettiğimiz gibi bir hadisin isnadında Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid, Kasım, Ebu Abdurrahman birleştikleri vakit bu haber ancak onların uydurmaları olacağı için bu hadisin herhangi bir güvenirliliği yoktur.[452]

Taberânî aynı hadisi Cafer b. Muhammed el Firyâbî, Hişam b. Ammar, Sadaka b. Halid, Osman b. Ebi’l-Âtıkî, Ali b. Yezid, Kasım, Ebî Umâme yoluyla da nakletmiştir.[453] Bu rivâyetinin senedinde bulunan Ali b. Yezid’in hem kendisi hem de Kasım ve Ebî Umâme’den rivâyetleri eleştirilmiştir.[454] [455]

Ebû Hâtim et-Temîmî bu hadisi eserinde Miyah b. Seri‘ den naklederek Mücahid’den garib rivâyetlerde bulunduğunu rivâyetlerini delil almak doğru olmadığını 455 belirtmiştir.

Suyûtî, İbn Neccar’ın bu hadisi başka bir senedle Tarihinde naklederek “münkerdir” dediğini kaydetmektedir.[456]

2.2.17.    Hz. Peygamber’in Hastalandığı Zaman Yazı Malzemesi İstediğini Bildiren Hadis

Huseyn b. İshak et-Tusterî, Osman b. Ebî Şeybe, Yahya b. Zekeriya b. İbrahim b. Suveyd en-Nehâî, Hilal b. Miglas, Leys, Tâvus’tan İbn Abbas yoluyla nakledildiğine göre: “Rasulullah hasta iken kendisine destek olunmasını istedi ve ‘Bana bir kürek kemiği getirin, benden sonra ebediyen ihtilafa düşmemeniz için bir yazı, belge yazayım ’ dedi. Yanındaki insanlarda bir gürültü oldu. Orada bulunanlardan ve Rasulullah döneminde hâkimlik yapan bir kadın: ‘Rasulullah’ın dediğini yapmanız gerekir ’ dedi. Bazıları: ‘Sen sus senin aklın yok’ dediler. Bunun üzerine Rasulullah da: ‘Asıl sizin aklınız yok’ demiştir.[457]

Taberânîn naklettiği metnin senedinde bulunan Leys b. Ebî Selim hakkında cerh ve ta’dil âlimlerinden Ahmed b. Hanbel: “Hadisleri problemlidir, onunla meşgul olunmaz”, İbn Cerir: “Hadisleri çok karıştırırdı”, İbn Maîn ve İbn Uyeyne: “Zayıftır” ve İbn Hibban: “Ömrünün sonuna doğru isnadları karıştırıyor, mürselleri merfû olarak naklediyor ve sika ravilere ait olmayan hadisleri onlara aitmiş gibi naklediyordu.”[458] demektedirler.

Bundan dolayı bu hadis güvenilir değildir.

2.2.18.     Aklı Arttırdığı İfade Edilen Sebze, Meyve Ve Yiyeceklerle İlgili Hadisler

Kaynaklarda nakledilen birçok hadiste bazı sebze, meyve ve çeşitli yiyeceklerin beyni büyüttüğü, pek çok hastalığa şifa olduğu belirtilmektedir. Biz burada bu konudaki tüm hadisleri değil konumuzla alakalı olan beynin artmasıyla ilgili hadisleri ele alacağız. Bu tür konularla ilgili hadislerin yani mercimek, pirinç, bakla, patlıcan, portakal, üzüm, pırasa, karpuz, ceviz, peynir ve helva gibi yiyecek maddeleri ve gül, nergis, menekşe gibi çiçek ve bitkiler hakkındaki tüm hadislerin uydurma olduğuna dair genel bir görüşte bulunmaktadır.[459]

1.               Konuyla ilgili olarak Hüseyin b. İshak, Amr b. Husayn, Muhammed b.

Abdullah b.    Ulâse,  Sevr  b.  Yezûd,  Mekhûl  ve  Vâsile’den  nakledildiğine göre  Hz.

Peygamber:   “Size  kabağı  tavsiye  ediyorum.  Çünkü   o,  beyni  arttırır, mercimeği   de

tavsiye ediyorum, çünkü yetmiş peygamber tarafından kutsanmıştır.[460] buyurmuştur.

Bu hadisin senedinde bulunan Amr b. El-Husayn hakkında Ebû Tahir el- Makdisî; “zayıftır”, Zehebî ve Heysemî; “terkedilmiştir” demektedirler. Zerkeşî ise “Bu hadis batıldır.” Nevevî: “Karpuz, kavun, baklagiller, mercimek ve pirinç yemekle ilgili sahih bir hadis yoktur.” Sehavî: “Bu konuda sahih bir şey olmaz.” Beyhaki, Şuab da “Abdullah İbn Mübarek’e bu konu soruldu ve o da “Peygamberin lisanında böyle tek bir söz yoktur.” demiştir. İbnu’l-Cevzî, bu hadisi çok sayıda yolla naklettikten sonra bunların hepsinin uydurma olduğuna hükmetmiştir.”[461]

2.               Ebû Abdullah el-Hafız, Muhammed b. Musa, Ebu’l-Abbas el-Esam, Abbas b.

Velid b. Mezid, Mahled b. Kurayş ve Abdurrahman b. Delhem’den nakledildiğine göre Hz.           Peygamber:  “Size  kabağı  tavsiye  ediyorum.  Çünkü    o  aklı  artırır  ve  beyni

büyütür. ”[462] buyurmuştur.

İbn Hibban, Sikâtın da Mahlad b. Kurayş’ın hata yapan bir ravi olduğunu kaydetmiştir.[463] [464] Bu ravinin hata yapan biri olmasından ve yukarıda naklettiğimiz görüşten dolayı bu hadis güvenilir değildir.

3.               Abdurrahman b. Delhem’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Size etrac’ı tavsiye ederim. Çünkü o, kalbi güçlendirir ve beyni arttırır. ”464 buyurmuştur.

Bu hadis Abdurrahman b. Delhem’den mu’dal olarak nakledildiği[465] için güvenilir değildir.

4.                Ali  b. Ebî  Talib’den nakledildiğine göre  Hz. Peygamber:  “Size  süt  tavsiye

ederim.     Çünkü o,  delilik,  cüzam  ve  ciltteki  alacalık  gibi yetmiş  derde  devadır"”[466] [467]

buyurmuştur. Bu hadisi bu şekliyle başka herhangi bir kaynakta bulamadığımız için bu hadisin güvenilir bir aslının, kaynağının olduğunu düşünmüyoruz.

5.               İbni Ömer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Hamile kadınlarınıza süt ürünleri yedirin. Çünkü o çocuğun aklını artırır. ”467 buyurmuştur. Bir önceki hadis gibi bu hadisi de bu şekliyle başka herhangi bir kaynakta bulamadığımız için bu hadisin güvenilir bir aslının, kaynağının olduğunu düşünmüyoruz.

6.                 İbni  Abbas’  tan   nakledildiğine  göre  Hz.  Peygamber:  “Sizin  süt  içmeniz

gerekir. Çünkü nasıl maharetli parmaklar alnı ovalayarak hastalığı tedavi ediyorsa o da kalpten hüznü siler aklı arttırır, zihni harekete geçirir, görmeyi keskinleştirir ve unutkanlığı giderir. ” buyurmuştur.

Bu hadisle ilgili olarak İbn Arrâk: “Bu hadisin senedinde münker hadisleri olan Muhammed b. İbrahim b. Amr b Yusuf vardır.”[468] dediği için bu rivâyet güvenilir değildir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

MEVZÛAT KAYNAKLARINDA YER ALAN AKILLA İLGİLİ RİVAYETLER

Akılla ilgili rivâyetlerin çoğunun uydurma olarak kabul edildiğini daha önce ifade           etmiştik. Buradan  hareketle  “Uydurma  Hadislerde  Akıl”  adlı  bir  çalışma  da

yaplmıştır. Söz konusu rivâyetler bu çalışmada sened ve metin açısından ayrıntılı olarak incelenmiştir. Biz burada ilgili rivâyetleri tekrar ele almaktan ziyade, her birine kısaca değinmek istiyoruz. Biz bu rivâyetlere değinirken sözkonusu çalışmada yer alan kaynaklardan ulaşabildiklerimizi, adı geçen çalışmada yer almayan ve bizim ulaşma imkân bulduğumuz zevâid türü kaynaklara da yer verilecektir

3.1.      Aklın Alametlerini ve Akıllı Kimsenin Vasıflarını Anlatan Rivâyetler

1.               Aklı olmayanın dini yoktur.[469]

2.               Reislik ve yönetim akıl iledir.[470]

3.               Mü ’minin araç gereci, biniti, çadırı ve sığınağı, dinin direği, müctehidlerin sermayesi, ahiretin mamurluğu, sıddıkların kendisiyle bilindiği şey akıldır.[471]

4.               insanların biniti en sağlam olanı, apaçık olan hedefe ulaşmada doğru yolu en iyi gösteren ve bilgili olanı, akıl bakımından en üstün olanıdır.[472]

5.               Akıllı kişilere danışın ve onların tavsiyelerine muhalefet etmeyin yoksa pişman olursunuz.[473]

6.               Yüce Allah aklı üç kısma ayırmıştır. Kimde bunlar varsa o kişinin aklı tam olur, yoksa o kişinin aklı da yoktur. Bunlar; Allah’ı güzelce tanımak, O’na güzelce itaat etmek, O’nun emirlerine güzelce sabretmektir.[474] [475]

7.               Sakalı uzun olanın aklı kısadır415

8.               Yüce Allah yeryüzünde akıldan daha az bir şey yaratmamıştır. Yeryüzünde akıl kırmızı kibritten bile daha azdır416

9.                Kişinin aklına üç şeyde itibar ediniz.; sakanlın uzunluğunda, künyesinde ve yüzüğünün nakışında.[476] [477]

10.               Nafaka konusunda iktisatlı olmak geçimin yarısı, insanlarda hoş geçinmek aklın yarısı, güzel soru sormak da ilmin yarısıdır.[478]

11.               Allah ’a imandan sonra aklın başı insanlara sevgi ve şefkatle muamele etmek, onlarla iyi geçinmektir.[479]

12.               Her şeyin bir madeni ve cevheri vardır. Takvanın cevheri de âriflerin kalpleridir [480]

13.                Kişinin keremi dinidir, saygınlığı aklıdır, şerefi de ahlakıdır [481]

3.2.      Akıl ve Allah’a İtaat İlişkisini Açıklayan Rivâyetler

1.               Evin dayanağı direği olduğu gibi dinin dayanağı da kişiyi Allah’a karşı gelmekten uzak tutan faydalı akıldır.[482]

2.               Hz. Peygamber Mülk suresini “hanginizin daha güzel amel işlediğini sınamak için”[483] kısmına kadar okudu ve: “En güzel amel, en güzel akıldır, o da Allah’ın haramlarından en çok sakınmadır ve Allah ’a itaat olan amelleri en çok yapmaktır. ” dedi[484].

3.                Meleklerin ve insanların Allah ’a en itaatkâr olanları en akıllı olanlarıdır.[485]

4.               Kişi güzel aklı sayesinde gündüzlerini oruçla, gecelerini namazla geçirenlerin derecesine ulaşır. Kişinin güzel ahlakı da ancak akıl tam olunca tam olur. Böylece imanı tam olarak rabbine itaat eder ve Şeytan ’a karşı durur.[486]

5.               Hz. Peygamber; “Bu misalleri veriyoruz, bunları ancak âlim olanlar anlar. ”487 ayetini okudu ve “Âlim, Allah ’tan gelenleri akledip iyi anlayan ve itaatle amel eden, O ’nun gazabından da kaçınan kimsedir” dedi.488

6.               insanlar dünyada birbirlerine akılla üstünlük sağlarlar ve ahirette de akılları ölçüsünce mükâfatlandırılırlar.[487] [488] [489]

7.                Hz. Peygamber: Ey Uveymir, Allah’ın haramlarından sakınarak ve farzlerını yerine getirerek aklını arttır, akıllı ol. ” dedi?[490]

8.               Her kimde akıl seciyesi ve yakin mizacı varsa günahları ona hiçbir zarar veremez. Çünkü her bir günah işlediğinde hemen tövbe eder ve günahları silinir. Geriye de sadece faziletli amelleri kalır ki onlarla da cennet’e girer.[491]

9.               Akıllı kimse, Allah’a itaat eden ve ondan korkandır. Ateşe ise sadece akla karşı direnen ve ondan kaçınan kimse düşer. Allah her kimin hayrını isterse ona akıllı kişiyi arkadaş eder.[492]

10.                Cennet ehlinin dereceleri ve Allah ’ayakınlıkları akılları oranındadır.[493]

11.               Kıyamet gününde mü’minlerin efendileri, Allah’tan gelenleri en iyi anlayanlar, en akıllıları da Allah’a en güzel şekilde itaat edenleridir.[494]

12.                Sırattan geçişi en kolay ve en güzel olacaklar aklı en güzel olanlardır. Bunlar Allah ’a isyan olan amelleri terk edip, O ’nun rızasına uygun amelleri yapanlardır?[495]

13.                Mü ’minlerin Allah ’a en sevimli olanları Allah ’a itaat konusunda ciddi olan Allah’ın kullarına nasihatte bulunan, akıllı olan ve ona göre amel edenlerdir [496] [497]

14.               Adiy b. Hatem Hz. Peygambere gelerek babasının efendiliğinden, aklından ve şerefinden bahsederek onu övdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Dünyada ve ahrette, efendilik şeref ve akıl Allah ’a itaat olan amelleri işlemektir. ” buyurdu4"

15.               Her kim gündüzlerini oruçla, gecelerini namazla geçirenlerin bile ulaşamayacağı derecelere ulaşmak istiyorsa, nefsin hoşlanmadığı şeyleri yapmaya devam etsin ki bunu da ancak akıllı kişiler yapabilir49

16.                Hz.  Peygamber  Hz.  Ali’ye  hitaben: “Ey  Ali, insanlar  iyiliğin çeşitlerini

uygulayarak Rablerine yaklaşmak istediklerinde sen aklın çeşitlerini uygula, bu şekilde onları dünya ve ahirette geçersin. ” dedi.[498] [499]

3.3.      Akıl ve Allah’ın Emrini Anlama İlişkisini Açıklayan Rivâyetler

1.                Nice akıllı kimseler vardır ki, insanların yanında değerleri olmadığı halde Allah ’tan gelen emri anladıkları için onlar kurtuluşa ererler. [500]

2.               Ahiret gününde insanların en gıbta edilecek olanları, Rablerinden olanları akleden marifet ehlidir[501] [502]

3.               Muhakkak ki, gece ve gündüz ibadet eden bin âbidin ölümü, Allah’ın emrini anlayan, helal ve haramı bilen bir tek akıllı kimsenin ölümünden daha hafiftir5052

3.4.      Akıl ve Cehlin, Akıllı İle Cahilin Karşılaştırılmasını Bildiren Rivâyetler

1.                Akıllı kimsenin vasıfları şunlardır: Kendisine karşı cahilce davrananlara yumuşak davranır, konuşmak istediğinde düşünür hayırsa konuşur, şer ise susar, faziletli bir amel gördüğünde onu fırsat bilir. Akıllı kişi bu gibi hasletlerle tanınır.

Cahilin vasıfları ise şunlardır: Kendisiyle muamelede bulunan kişiye zulmeder, konuşmaları düşüncesizdir, faziletli bir amel gördüğünde ondan yüz çevirir ve çok yavaş davranır. İşte bu vasıflar akıldan mahrum olan cahil kimsenin vasıflarıdır.[503]

2.               Ey insanlar! Rabbinizden gelenleri iyi akledin ve birbirinize aklı tavsiye edin. O akıl sayesinde Rabbinizden gelen emir ve yasakları bilir ve anlarsınız. Biliniz ki akıl, sizin Allah katında şeref ve asaletinizdir.[504]

3.5.     Akıl-İbadet İlişkisini Açıklayan Rivâyetler

1.               Kişi akıl fazileti gibi bir fazilet kazanmamıştır. O akıl kendisini hidâyete götürür, kötülükten ve helak olmaktan da korur. Kişinin aklı tam olmadıkça ne imanı tam olur, ne de dini müstakim olur.[505]

2.              Kişi namaz kılar, hacceder, ancak kıyamet gününde mükafatı kendisine aklı oranında mükafat verilir.[506]

3.              Bir kişi Hz. Peygambere gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! Bir adam geceleri namaz kılsa, gündüzleri oruç tutsa, hacc ve umre yapsa, Allah yolunda gaza etse ” bu şekilde on haslet saydı ve böyle bir kişinin kıyamet günü Allah katındaki derecesi nasıl olur? dedi. Hz. Peygamber: “Bütün bu yaptıklarından dolayı onun kıyamet günündeki sevabı ancak aklı oranında olur” dedi.[507]

4.              insanların dünya ve ahirette amel bakımından en faziletlileri akıl bakımından en güzel olanlarıdır. Çünkü akıl amellerin efendisidir. [508]

5.               İbn Abbas Hz. Aişe ’nin yanına gelerek: “Ey Mü ’minlerin annesi, bir adam çok uyuyor ve az kıyam ediyor, diğeri ise çok kıyam edip az uyuyor; bunların hangisi Allah katında daha sevgilidir?” Diye sorunca Hz. Aişe: “Ben bu soruyu Hz. Peygambere sorduğumda O: “Aklı güzel olan daha sevgilidir” dedi.[509]

6.               Ebû Bekir bir gün dışarıya çıkmıştı. Hz. Peygamberle karşılaşınca; Ey Allah’ın Rasûlü ne ile gönderildin? diye sordu. Hz. Peygamber: “Akılla” dedi. Ebû Bekir: “Ne ile emrolundun?” diye sorunca Hz. Peygamber: “Akılla” diye cevap verdi ve “Kıyamet günü insanlar akılları oranında mükâfatlandırılacaklar. Allah’ın kurallarına uygun yaşayan ‘akıllı’ diye isimlendirilir, biraz gayret ederse ‘âbid’, biraz daha gayret ederse “en iyi insan” olarak isimlendirilir. Ancak akıldan nasibi olmayan bir kişi ne kadar çok ibadet ederse etsin bütün çalışmaları boşa gitmiştir. ” dedi.[510]

7.               Bir topluluk Hz. Peygamberin yanında bir adamı iyiliği konusunda aşırı derce

övünce Hz.   Peygamber:  “Onun  aklı  nasıldır?”  diye  sordu.  İnsanlar:  “Ey  Allah’ın

Rasûlü! Biz sana adamı ibadetinden, iyiliğinden bahsediyoruz sen ise aklından soruyorsun ” deyince Hz. Peygamber: “Muhakkak ki ahmak ahmaklığı sayesinde fâcirin günahlarından daha büyük günahlara düşer. Kullar yarın akılları nispetinde yüksek dereceler elde ederler ve Rablerine yakın olurlar. ” dedi.[511]

8.              Hz. Peygamber: “Muhakkak ki iki kişi mescide giderler ve namaz kılarlar. Birisi Uhud dağından daha ağır sevap kazanırken diğeri zerre miktarı kadar dahi sevap kazanamaz.” dedi. Bu nasıl olur? diye sorulunca “kişi aklının güzelliği oranında sevap kazanır. ” dedi.[512]

9.              Allah kulları arasında akıldan daha faziletli bir şey taksim etmemiştir. Akıllı kimsenin uykusu, cahilin seher vakitlerini kıyamla, rukuyla, secdeyle geçirmesinden daha hayırlıdır. Akıllı kimsenin yiyip içmesi, cahilin hiç ara vermeden oruç tutmasından daha hayırlıdır. Allah aklı kemale ermemiş ne bir resul, ne de bir nebî göndermemiştir. Hz. Peygamberin aklı bütün ümmetlerinin aklından daha efdaldi. Akıllı kimsenin Allah katında ulaştığı dereceye hiçbir âbidibadetleriyle ulaşamaz.[513]

10.              Allah’ın hoşnutluğu akıl ve nasihat ehline vaciptir. Allah’ın gazabı da cehalet ve tefrit ehline vaciptir.[514]

11.              Kimin lisanı doğru sözlü, sukutu çok ve insanlar da ondan gelebilecek şerden emin ise işte bu akıllı kimsedir. isterse Allah’ın kitabını çokça okumuyor olsun. Kullar asla akıldan daha güzel bir ziynetle süslenemezler ve cehaletten daha çirkin bir ziynetle de süslenemezler.[515]

3.6.    Akıl-Günah İlişkisini Açıklayan Rivâyetler

1.              Bir kişi şarap içerse şarabın o kişinin aklından alıp götürdükleri ona kıyamet gününe kadar geri dönmez[516]

2.              Her kim içki ile karnını doldurursa yedi gün namazı kabul olmaz. İçki aklını götürürde farzlardan birini unutursa, kırk gün boyunca namazları kabul olmaz ve bu günlerde ölürse kâfir olarak ölür.[517]

3.7.      Aklın Yaratılışı ve Yaratılmışları En Üstünü Oluşunu Açıklayan Rivâyetler

1.                Abdullah b. Selam, Hz. Peygambere gelerek bazı sorular sormuş ve Hz.

Peygamber cevap olarak: “Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığında melekler: ‘Rabbimiz! Arş’tan daha büyük bir şey yarattın mı?’ diye sorunca Yüce Allah: ‘Evet, aklı        yarattım.          Aklı          kum   taneleri           kadar   çeşitli  sınıflara  ayırdım.  insanlara   farklı

ölçülerde verilmiştir. ’ diye cevap verdi.[518]

2.                Hz.  Peygamber  bir  gün  Uhud dağına   baktı  ve:  “Bu  bizi  seven  bizim  de

kendisini sevdiğimiz bir dağdır. Yüce Allah’ın mahlûkatında onun ağırlığını bilen bir şey yoktur. Akıl sahibi kişinin yaptığı tesbihin ve tahmidin bir tek harfinin ağırlığı Uhud’dan daha ağırdır.[519]

3.                Hz. Peygamber’in hanımı Âişe peygamberimize: “Dünyada kullara verilen en üstün şey nedir? ” diye sorunca Hz. Peygamber: “Akıldır” dedi. Âişe: “Ahirette nedir? ” dedi. Hz. Peygamber: “Allah rızasıdır” dedi. Âişe: “EyAllah’ınRasulü, akıllı kimse mi yoksa gecelerini ibadetle, gündüzlerini oruçla geçiren ve Allah yolunda savaşa katılan kişi mi daha faziletlidir? ” dedi. Hz. Peygamber: “Ey Âişe zaten bu saydıklarını akıllılar yapar. ” dedi.[520]

4.                Yüce Allah varlıkları yarattığı zaman gökleri, yeri, denizleri, bütün

hayvanları, melekleri ve cinleri akılla tarttı ve akıl hepsinden ağır ve üstün geldi. Bunun üzerine: “izzetime yemin ederim ki, benim katımda senden daha şerefli bir varlık yaratmadım,    benim  yanımda  yaratılmışların  en  değerlisi  aklı  en  güzel  olanıdır.”

dedi.[521]

5.               Kulların kazandıkları arasında akıldan daha güzel bir şey yoktur. Güzel amellerin her birinin bir sevabı vardır, en efdalsevap ise akıldır.[522]

3.8.      Aklın Alametlerini ve Akıllı Kimsenin Vasıflarını Açıklayan Rivâyetler

1.                Kişinin aklına üç şeyde itibar ediniz; sakalının uzunluğunda, künyesinde ve yüzüğünün nakışında.[523]

2.               Nafaka konusunda iktisatlı olmak maişetin yarısıdır, insanlarla hoş geçinip sevilip sayılmak aklın yarısıdır, güzel soru sormakta ilmin yarısıdır.523 [524]

3.               Allah ’a imandan sonra aklın başı insanlara sevgi ve şefkatle muamele etmek, onlarla iyi geçinmektir.[525]

4.                Kişinin keremi dinidir, saygınlığı aklıdır, şerefi de ahlakıdır.[526]

5.                Sakalın uzunluğu aklın azlığına delildir.[527]

3.9.      Akıl ve Kulluk İlişkisini Açıklayan Rivâyetler

1.                Din aklın ta kendisidir. Kimin dini yoksa aklı da yoktur.[528]

2.               Hz. Peygamber’e ashabından biri ibadetinden dolayı övüldüğünde “aklı nasıldır ” diye sorardı. Eğer kendisine “güzeldir ” derlerse “bunu dilerim ” derdi. Şâyet “güzel değil” derlerse, o zaman “bu bahsettiğiniz arkadaşınız sizin zannettiğiniz derecelere ulaşamaz ” derdi.[529]

3.               Akıl durumunu bilmedikçe bir kişinin Müslümanlığı sizin hoşunuza gitmesin.[530] [531] [532] [533]

3.10.      Aklı Artıran Şeyleri Anlatan Rivâyetler

1.               Sakız kullanınız, çünkü o, parmakların yüzdeki teri sildiği gibi kalpteki hüznü siler, kalbi güçlendirir, aklı artırır ve zihni tezkiye eder.53

2.                Kabağı size tavsiye ederim, çünkü o, aklı artırır, zekâyı çoğaltır52,2

3.               Yaktin kabağından yiyin, şâyet etli sulu bir yemek yapacaksanız kabağı çokça koyun. Çünkü kabak aklı arttırır 52,2

3.11.      Akıl Nisbetince İbadet ve Mükâfat ile İlgili Rivâyetler

1.                Hz.   Peygamber    bir   soru   üzerine:   “Ben    akılla   gönderildim,   akılla

emrolundum. İnsanlar akılla sorulacaklar ve akılla mükâfatlandırılacaklar. ” dedi.[534]

2.               Cennette sadece akıl sahiplerinin gireceği her şeyi nurdan yaratılmış bir şehir vardır.[535]

3.               Kıyamet günü Cennet on bin kısma ayrılır; dokuz bin dokuz yüz doksan dokuzu akıl ehlinindir ve onlar arasında paylaştırılır. Ancak biri diğer mü ’minlerin ve muhacirlerin tembellerinindir.[536]

4.               Mü ’minlerin Allah ’a en sevimli olanları Allah ’a itaat konusunda dimdik olan, ciddiyet gösteren akıllı olan ve ona göre amel eden kimselerdir.[537]

5.               Muhakkak ki kişi namaz ve cihad ehlinden de olsa, anacak aklı oranında mükâfatlandırılır.[538]

6.                Ben şahidim ki; akıllı bir kimsenin ayağı sürçer, Allah onu kaldırır, yükseltir, yine ayağı sürçer, Allah yine kaldırır, yükseltir. O kişi Cennet’e girene kadar bu böyle devam eder.[539]

3.12.      Akılla İlgili Muhtelif Rivâyetler

1.               Dünya, evi olmayanın evi, malı olmayanın malıdır. Onu aklı olmayan toplar, biriktirir.[540]

2.               Marifet; malımın başı, akıl; aslım, dinim, şeref; esasım, ilim; silahım, zühd; mesleğim, cihad; yaratılışım, namazda gözümün nurudur.[541]

3.               Sizden biriniz cimâ esnasında çok konuşmasın, yoksa çocuğu dilsiz doğar. Sizden biriniz devamlı surette suya bakmasın, çünkü bu onun aklını götürür.[542]

4.                Aklı veren Allah ne yücedir[543]

5.                Kişinin elçisi onun aklının seviyesini gösterir.[544]

6.               ikindiden sonra uyuyup da aklı tutulan, duran kimse kendisinden başkasını suçlamasın.544 [545]

7.               Yüz elli senesi olduğunda evlendirmekten sakının, çünkü bu senede kim evlenirse Allah onun aklını götür, dinini harab eder, bu kimsenin ne dünyası ne de ahireti iyi olur.[546]

8.               Rızık ahmaklığa, mahrumiyet akla, bela ve yakîn ise sabra verildi.[547]

9.               Akıllı düşman cahil dosttan hayırlıdır.[548]

10.                 Ümmetimin helaki fâcir âlim ve akıllı olduğu halde cahil olan kimsedendir.[549]

11.               Akıllı kişinin düşmanlığından Allah ’a sığının.[550]

Yukarıda nakletmiş olduğumuz bazı rivâyetlerde; aklı olmayanın dininin olmadığı, reislik ve yönetimin akılla olduğu, akıllı kişilere danışmak gerektiği, akıllı olan kişinin Allah’a itaat edeceği, ancak akıllı kişilerin ibadetleri hakkıyla anlayarak uygulayabileceği ve akıllı kişinin davranışlarının cahil bir kişinin davranışlarından çok farklı olacağı gibi konular anlatılmaktadır. Bu rivayetler metin açısından Kur’an’a, Sünnet’e ve vâkıâya ters düşmemekle birlikte sened açısından eleştirilmişlerdir.

Bazı rivâyetlerde ise; sakalı uzun olanın aklının kısa olduğu, bir kişi şarap içtiğinde aklının ondan ayrılacağı ve kıyamete kadar geri dönmeyeceği, sakız çiğnemenin ve kabak yemenin aklı arttıracağı gibi konular anlatılmaktadır. Bu rivayetler anlam olarak Kur’an’a, Sünnet’e ve vâkıâya ters düştükleri için, hem metin hem de sened açısından eleştirilmişlerdir.

SONUÇ

Kur’ân’da akıl kelimesi kırk dokuz âyette ve fiil formunda kullanılmıştır. İlgili ayetler bize, Yüce Allah tarafından insanoğluna verilen bu melekenin her konuda aktif, işlevsel ve üretken hale getirilmesini böylece aklını kullanan bireyler ve dolayısıyla toplumlar olmamız gerektiğini bildirmektedir.

Kur’ân’da aklı muhatap alan âyetlerin toplam yedi yüz kadar olduğunu, Peygamberlerin zeki insanlar oldukları, Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarının önemli bir kısmının içtihatlarına dayandığı, insanın ancak aklı ve iradesiyle Yüce Allah’ın halifesi olabildiği, aklın bireysel ve toplumsal hayatımızda ne kadar önemli bir rol oynadığı düşünüldüğünde Hz. Peygamber’in de akıl ve önemiyle ilgili pek çok söz söylemiş olması gerektiği kanaatine varmaktayız. Bununla birlikte bu konudaki hadislerin neredeyse tamamının zayıf ve hatta bazılarının uydurma olarak nitelendirilmiş olması dikkat çekicidir.

Konuyla ilgili hadisler Dâvud b. el-Muhabber, Süleyman es-Siczî gibi güvenilir olmayan raviler üzerinde odaklanmıştır. Bu konuyla ilgili rivâyetlere Kütüb-i Sitte dışındaki diğer hadis kaynaklarında ve özellikle mevzûat kaynaklarında rastlanmaktadır.

Gerek akıl kelimesinin geçtiği hadisler ve gerekse “keyyis”, “nuhâ” ve “dimağ” gibi akıl kelimesinin mürâdiflerinin yer aldığı rivâyetler sened ve metin kriterlerine göre incelendiğinde tamamının proplemli olduğu ortaya çıkmıştır.

Klasik hadis usulüne göre yapmış olduğumuz bu araştırmada böylesine önemli bir konuda hiçbir sahih hadisin bulunmaması bizlere, konunun farklı bir şekilde ele alınması gerektiğini göstermektedir.

Konuyla ilgili rivâyetlerin merkezinde yer alan “Dâvud b. el-Muhabber” hakkındaki değerlendirmelere bakıldığında onun önceleri iyi bir insan olduğu, sonraları ise Mûtezîlî kimselerle arkadaşlık ettiği ve onlardan etkilendiği ifade edilmektedir.

Bu durum, ehl-i hadis âlimlerinin ona bir tepki olarak, naklettiği rivâyetlerin zayıf ya da uydurma olduğu yönünde görüş bildirmelerine sebep olmuş olabilir. Böylelikle aklı ve re’yi ön plana alan başta Mûtezile olmak üzere benzer mezheplere koz verilmemesine gayret edilmiş olabilir.

Çalışma yapmış olduğumuz konunun daha net olarak ortaya konulması ve anlaşılması için akıl ve akletmeyle yakın anlamlar taşıyan kalb, fuad, sadr, tefekkür, tedebbür, tezekkür ve ilim gibi konularla ilgili hadislerin ve âlimlerin bağlı bulundukları


92 mezheplerin görüşlerinin yaptıkları ilmî çalışmalarına ne kadar yansımış olduğu hakkında araştırmalar yapılırsa bu durum daha da netlik kazanacaktır.

Akıl konusuyla ilgili rivâyetler Ehl-i Hadis tarafından Mûtezile’ye tepki olarak tarafgir bir yaklaşımla her ne kadar zayıf ve hatta uydurma olarak nitelenmiş olsa da, Rey Ekolüne mensup âlimler arasında kabul görmüş, meşhur olmuş ve birçoğu da delil olarak kullanılmıştır.


KAYNAKÇA

Acem, Refik (1999), Mevsûâtü Mustalahâhi’t-Tasavvufi’l-Islâmiyye, Lübnan: Mektebetü Lübnan.

Aclûnî, İsmail b. Muhammed el-Cerrah (h.1405), Keşfu’l-Hafa veMüzîlü’l-Ilbâs, Tahk. Ahmed el-Kalaş, Beyrut.

Ahmed b. Hanbel, Ebû Abdullah eş-Şeybânî (1992), Müsned, İstanbul: Çağrı Yay.

..... (1988), el-Ilel ve Ma’rifetü’r-Rical, Tahk. Vasayullah b. Muhammed b. Abbas, Beyrut: el-Mektebetu’l-İslâmî-Dâru’l-Hâriî.

Ali el-Kârî, el-Herevî el-Mekkî (h.1391), el-Esrârü'l-Merfû’a fi’l Ahbâri’l-Mevdûa (Mevdû’âtü’l-Kübrâ),           Tahk.      Muhammed       es-Sabbağ,      Dâru’l-Emane-

Müessesetu’r-Risale.

.....  (1978), el-Masnu' fi Ma'rifeti'l-Hadisi'l-Mevdû’ (Mevdû’âtü’s-Suğrâ), thk. Abdülfettah Ebû Gudde, Beyrut: Mektebetü'l-Matbuati'l-İslâmiyye.

Âmirî, el-Ceddu ’l-Hasîs (h. 1412), Tahk. Bekir Abdullah Ebû Zeyd, Dâru’r-Râye.

Arslan, Hulûsî (Eylül-Aralık 2003), “Tanrı hakkında Konuşmanın Bir Metodu Olarak el-İstidlâl bi’ş-Şâhid ale’l-Gâib (Kadı Abdulcebbar Örneği )”, Tabula Rasa, Yıl III/IX, s. 65-85.

Asname, Salih (1994), Mustalahâtu’l-Kur’âniyye, Londra: Câmiatu’l-Âlemiyye lil Ulûmi ’ l-İslâmiyye.

Ateş, Ali Osman (2000), Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, İstanbul: Beyan Yayınları.

.....  (2001) “Hadislerin Değerlendirilmesinde Aklın Konumuyla İlgili Bazı Tartışmalar” Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Adana, c. 7,           sayı, 7, s. 1777-1788.

Ayasbeyoğlu, Nevzat (1964), “Kur’ân’da Akıl”, İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Dergisi, İstanbul, Sayı, 2, s. 47-54.

Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin (1990), Şuabu’l-Îman, Thk., Muhammed Saîd, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Bezzar, Ebû Bekir Ahmed b. Amr b. Abdulhâlık (h.1409), Müsned, Tahk. Mahfûzu’r- Rahman Zeynullah, Beyrut: Müessesetu Ulûmu’l-Kur’ân.

Bilmen, Ömer Nasuhi (1993), Kur ’ân-ı Kerim ’in Türkçe Meâli Âlîsi ve Tefsiri, İstanbul: Kahraman Yayıncılık.

Bolay, Süleyman Hayri (1989), “Akıl” maddesi, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (II. Cilt), İstanbul.

Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil (1992), el-Câmiu’s-Sahih, İstanbul: Çağrı Yay.

.......... (1997) et-Târîhu’s-Sağîr, Tahk. Muhammed İbrahim Zâyid, Haleb: Dâru’l-Vaî.

.......... (t.y.) et-Târîhu’l-Kebîr, Tahk. Hâşim en-Nedvî, Dâru’l-Fikr.

.......... (h.1396) ed-Duafâu’s-Sağîr, Tahk. Mahmud İbrâhim Zâyid, Haleb: Dâru’l-Vai‘.

Bulaç, Ali (1990), “akıl” mad., Sosyal Bilimler Ansiklopedisi (Cilt. I), İstanbul: Risale Yay.

Bûsırî, Ahmed b. Ebî Bekir (1998), İthâfu’l-Hiyerati’l-Mehira bi Zevâidi’l-Mesânidi’l- Aşera, Tahk.,Abdurrahman Adil b. Sa’d, İshak es-Seyyid b. Mahmud b. İsmail, Riyad: Mektebetu’r-Rüşd.

..........  (1992) Zevâid, (İbn Mâce ile birlikte basım), İstanbul: Çağrı Yay.

Cânan, İbrâhim (1995), Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Ankara: Özçağ Yay.

Cebrî, Abdulmüteâl Muhammed (1987), el-Müştehir mine ’l-Hadis, Mektebetü Vehbe.

Cevherî, İsmail b. Hammad (1983), es-Sıhah, Tahk. Ahmed Abdulğafur Attar, Beyrut: Daru’s-Selâm lil Melayîn.

Cürcânî, Ali b. Muhammed b. Ali (h.1405), et-Ta‘rifât, Tahk., İbrahim Ebyârî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Arabî.

Davutoğlu, Ahmet, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi (t.y.), İstanbul: Sönmez Yay.

Demirci, Mehmet, “Hakîkat-ı Muhammediyye” mad. (1997), Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Cilt. XV), İstanbul.

Develioğlu, Ferit (t.y.), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, Ankara: Aydın Kitabevi,

Deylemî, Ebû Şücâ Şîrûyeh b. Şehredar b. Şîrûyeh (1986), el-Firdevs bi Me’sûri’l- Hitâb, Beyrut.

Derviş el-Hût, Muhammed b. es-Seyyid Dervîş (h.1418), Esna’l-Metâlib fî Ehâdîsi Muhtelifeti’l-Merâtib, Tahk. Mustafa Abdulkadir Atâ, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Dıhlevî, Şah Veliyullah (2001), Huccetullah’il-Bâliğa, çev: Mehmet Erdoğan, İstanbul: İz Yayıncılık.

Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî (1992), Sünen, Tahk. İzzet Ubeyd ed- De’as, Âdil es-Seyyid, İstanbul: Çağrı Yay.

..... (1979) Sualâtu Ebî Ubeyd el-Âcurî Ebâ Dâvud es-Sicistânî, Tahk. Muhammed Ali Kâsım el-Umrî, Medîne: el-Câmiatu’l-İslâmiyye.

Ebû Hâtim er-Râzî, Abdurrahman b. Ebî Hâtim Muhammed b. İdris Ebû Muhammed er-Râzî et-Temîmî (1952), el-Cerh ve’t-Ta‘dil, Beyrut: Dâru İhyâi‘t-Turasi’l- Arabî,

Elbâni, Muhammed Nâsıruddîn (t.y), Silsiletü Ehâdîsi’d-Daife, Riyad: Mektebetu’l- Maarif.

Emiroğlu, İbrahim (1998), “Kur’ân’da akıl ve insan”, Dokuz Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, sayı XI, s. 69-99, İzmir.

Esed, Muhammed (1999), Kur’ân Mesajı, çev: Cahit Koytak, Ahmet Ertürk, İstanbul: İşaret Yayınları.

Eraydın, Selçuk (1995), “Feyiz” mad. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Cilt, XI.), İstanbul.

Ergül, Adem (2000), Kur’ân ve Sünnette Kalbî Hayat, İstanbul: Altınoluk Yayınları.

Fahreddin er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer (1307), Mefâtihu’l-Gayb (et- Tefsîru ’l-Kebîr), İstanbul: Matbaatu Âmire.

Felâte, Osman, Ömer b. Hüseyin (1981), el-Vad’u fi’l-Hadis, Beyrut: Mektebetu’l- Gazâlî.

Fettenî, Muhammed Tahir b. Ali el-Hindî (t.y.), Tezkiratu’l-Mevdûât, Nâşir, Emin Demeç, Beyrut.

Fîruzabâdî, Muhammed b. Yakub (1986), Kâmûsu’l-Muhît, Beyrut: Müessesetu’r- Risale.

Gazâli, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed (t.y.), İhyâu Ulûmiddîn, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.

Güler, Zekeriya Yaz (1998), “Kadın akıl ve din bakımından eksikmi dir?”, Mehir, 3 Aylık İlmî ve Akademik Bülten, sayı, 2, s. 14-21.

Güngör,   Mevlüt  (2006),  “Kur’ân  ve  kâinat  kitabı”, Tasavvuf:  İlmî   ve  Akademik

Araştırma Dergisi, Yıl, 7, sayı, 16.

Hâkim en-Neysabûrî, Hâkim Hafız Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah (1990), el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, Tahk., Mustafa Abdulkadir Atâ, Beyrut: Daru’l- Kütubi’l-İlmiyye.

.....  (1984) Sualâtu’l-Hâkim en-Neysabûrî li’d-Dârekutnî el-Bağdâdî, Tahk. Mûfik b. Abdullah b. Abdulkadir, Riyad: Mektebetu’l-Maârif.

Hâkim et-Tirmîzî, Hâkim (1992), Nevâdiru’l-Usûl fî Ehâdîsu’r-Rasul, Tahk., Mustafa Abdulkadir Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye.

Halebî, İbrahim b. Muhammed b. Sabt et-Tırâblûsî (1987), el-Keşfu’l-Hasîs, Tahk. Subhi es-Samîrâî, Beyrut: Âlemu’l-Kütüb-i Mektebetu’n-Nahdati’l-Arabiyye.

Hasîbî, İbrahim b. Muhammed (h. 1401), el-Beyan ve’t-Ta’rif, Tahk. Seyfeddin el- Kâtib, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Arabî.

Hatîb el-Bağdâdî, Hatib Ebû Bekr el-Hatib Ahmed b. Ali b. Sabit (t.y.), Târîhu Bağdad evMedînetü’s-Selâm, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye.

.....  (t.y.) el-Kifâye fî Ilmi’r-Rivâye, Tahk. Ebû Abdullah es-Sûrigî, İbrahim Hamdi el-Medenî, Medine: Mektebetu’l-İlmiyye.

Heysemî, Nûreddin Ali b. Süleyman b. Ebû Bekir (1992), Buğyetu’l-Bâhis an Zevâidi Müsnedi’l-Hâris, Tahk., Hüseyin Ahmed Salih el-Bâkırî, Medîne.

.......... (1412)Mecmeu’z-ZevâidveMenbeu’l-Fevâid, Beyrut: Dâru’l-Fikr.

Hindî, Ali b. Hüsâmeddin el-Muttakî (1989), Kenzu’l-Ummâl fî Süneni ve’l-Akvâl, Beyrut, Müessesetu’r-Risâle.

Irakî, Fadl Abdurrahman b. Hüseyin (h.1415), el-Muğnî an Hamli’l-Esfâr fi’l-Esfâr, Tahk. Eşref Abdulmasud, Mektebetu’t-Taberiyye.

Itr, Nureddin (1997), Menhecu ’n-Nakdfî Ulûmi ’l-Hadis, Beyrut: Dâru’l-Fikri’l-Muâsır.

İbn Adiy, Abdullah b. Adiy b. Abdullah b. Muhammed Ebû Ahmed el-İbn Adiy (1988), el-Kâmil fî Duafâi’r-Ricâl, Tahk., Yahyâ Muhtar Ğazâvî, Beyrut: Dâru’l-Fikr.

İbn Arrâk, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Kinânî (h.1375), Tenzîhu’ş-Şerîati’l- Merfûa ani ’l-Ahbâri’ş-Şenîati ’l-Mevdûa, Mısır.

İbn Tûlûn, Muhammed b. Tûlûn es-Sâlihî (1993), eş-Şezera, Beyrut.

İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (h.1403), el-Ilelu’l-Mütenahiye, Tahk. Halil el-Meyyis, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

.....  (1987) Zemmu’l-Hevâ, thk. Ahmed Abdusselam Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye.

..... Kitâbu’d-Duâfâi ve’l-Metrûkîn, Tahk., Ebu’l-Fidâ Abdu’l-Kâdî (1986), Beyrut: Dâru’l-Fikri’l-İlmiyye.

..... Kitabü'l-Mevzû’ât mine’l-Ehadisi’l-Merfûât, Tahk., Nureddin b. Şukrî b. Ali Boyacılar (1997), Beyrut: Usulu’s-Selef.

İbn Ebi Asım (h.1408), ez-Zühd, Tahk. Abd el-Ali Abdulhamîd Hâmid, Kahire: Dâru’r-Reyyân li’t-Turâs.

İbn Ebi’d-Dünya, Ebû Bekir (1988), el-Aklu ve Fadluhu ve’l-Yakîn, Tahk., Mecdî es- Seyyid İbrahim, Kahire: Mektebetu’l-Kur’ân.

İbn Hacer, Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî (2000), el-Metâlibu’l-Âliye bi Zevâidi’l- Mesânidi ’s-Semaniye, Tahk., Amr İman Ebu Bekr, Riyad: Dâru’l-Âsime.

.....  (1996) Tehzibu’t-Tehzib, Tahk.,             Halil Me’mun, Ömer es-Sülemî, Ali b. Mes’ud, Beyrut: Dâru’l-Ma’rife.

.....  (1996)Lisânu’l-Mîzan, Tahk. Adil Ahmed Abdulmevcud, Ali Muhammed Muavvid, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

.......... (h.1379) Fethu’l-BârîŞerhu Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife.

.....  (h.1412) el-Isâbe fî Temyîzi Sahâbe, Tahk. Ali Muhammed el-Becâvî, Beyrut: Dâru’l-Cebel.

İbn Hibban, Ebû Hâtim Muhammed el-Bustî (1993), Sahîh, Tahk. Şuayb Arnavut, Beyrut: Müessesetu’r-Risâle

..........  (t.y.) el-Mercûhîn, Tahk. Mahmud İbrahim Zâyid, Haleb: Dâru’l-Vaî.

İbn Huzeyme, Muhammd b. İshak b. Huzeyme Ebû Bekir es-Sülemî en-Nîsabûrî (1970), es-Sahîh, Tahk. Muhammed Mustafa el-A‘zamî, Beyrut: el-Mektebetu’l- İslâmî.

İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû Bekir ed- Dımeşkî (1994), el-Menâru’l-Münîf fi’s-Sahîhi ve’d-Daîf, Tahk., Abdulfettah Ebû Gudde, Beyrut.

İbn Kesir, el-İmâmu’l-Celîl el-Hafız İmamuddin Ebi’l-Fida İsmail b. Kesir el-İbnu’l- Cevzî ed-Dımeşkî (1996), Tefsîru Kur’âni’l-Azîm, Beyrut: Müessesetü Deyyân.

İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd (1992), Sünen, Tahk. Muhammed Fuad Abdulbâkî, İstanbul: Çağrı Yay.

İbn Manzur, Ebi’l-Fadl Cemaliddin Muhammed b. Mukrim el-Ifrıkî el-Mısrî (t.y.), Lisânu’l-Arab, Beyrut: Daru’s-Sadr.

İbn Mübârek, Abdullah b. Vâdıh Ebû Abdullah el-Mervezî (t.y.), ez-Zühd ve Yelîhi’l- Yakîn, Tahk. Habîburrahman el-A‘zamî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Îsevî, Ebû Abdullah Ahmed b. Ahmed (1993), el-Ehâdîsu’l-Kudsiyyetu’d-Daîfe ve’l- Mevdûa, Dâru’s-Sahabetu li’t-Turas.

İşçen, Tevfik (2001), Uydurma hadislerde akıl, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul.

Kandemir, M. Yaşar (1997), Mevzû Hadisler Menşe’i Tanıma Yolları Tenkidi, İstanbul: Mar. Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay.

Kur’ân-ı Kerim, çev: Ali Özek, Hayreddin Karaman, Ali Turgut, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadreddin Gümüş (1992), Medine: Mushaf-ı Şerif Basım Kurumu.

Kara, Mustafa (1999), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul: Dergah Yay.

İbnu’l-Kayserânî (h.1406), Kitâbu Ma’rifeti’t-Tezkira, Tahk. İmâduddîn Ahmed Haydar, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye.

Kırbaşoğlu, M. Hayri (2002), Alternatif Hadis Metodolojisi, Ankara: Kitâbiyat Yay.

Kinânî, Ahmed b. Ebû Bekir b. İsmâil (h.1403), Misbâhü’z-Zücâce, Tahk. Muhammed el-Muntakî el-Kuşnâvî, Beyrut: Dâru’l-Arabiyyeti.

Kocabaş, Şakir, “Kur’ân’da Akıl Kelimesi”, ilim ve Sanat Dergisi, Cilt. 3/18, s. 5-9, İstanbul

Koçyiğit, Talat (1977), Hadis Usûlü, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.

Kudâî, Muhammed b. Seleme b. Cafer Ebû Abdullah (1986), Müsnedu’ş-Şihab, Tahk. Mamdi b. Abdulmecid es-Selefî, Beyrut: Müessetu’r-Risale.

İbn Ebi’d-Dünyâ, Abdullah b. Muhammed Ebû Bekir el-Kuraşî (1990), Mekarimu’l- Ahlak, Tahk. Mecdî es-Seyyid İbrahim, Kâhire: Mektebetu’l-Kur’ân.

Kutub, Seyyid (1990), Fî zilâli’l-Kur’ân, çev: Salih Uçan, Vahdettin İnce, Mehmet Yolcu, Lutfullah Bender, İstanbul: Dünya Yayıncılık.

Makdisî, Ebû Abdullh Muhammed b. Abdulvâhid b. Ahmed el-Hanbelî (1410), el- Ehâdîsu’l-Muhtar, Tahk. Abdulmelik b. Abdullah b. Duheyş, Mekke: Mektebetu’n-Nahdati’l-Hadîse.

Mevdûdî, Ebu’l A‘lâ (1991), Tefhimu’l-Kur’ân, çev: Muhammed Han Kayânî, Yusuf Karaca, Nazife Şişman, İsmail Bosnalı, Ali Ünal, Hamdi Aktaş, İstanbul: İnsan Yayınları

Mizzî, Ebü'l-Haccac Cemaleddîn b. Yusuf (1994), Tehzibü’l-Kemal fi Esmai’r-Rical, Tahk., Beşşar Avvad Ma'ruf, Beyrut: Müessesetü'r-Risale.

Muhâsibî, Ebu Abdullah Haris b. Esed (1986), Şerefu’l-Akl ve Mahiyyetuhû, (Gazalî’nin Kitâbu’l-Akl’ı ile birlikte basım) Tahk, Abdulkadir Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Münâvî, Abdurraûf (t.y.), el-ithâfâtu’s-Seniyye bi’l-Ehâdîsi’l-Kudsiyye, Tahk. Muhammed Afif ez-Za‘bî, Lübnan: Müessesetu’r-Risâle.

..... (h.1356) Feyzu’l-Kadir Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, Mısır: el-Mektebetu’t- Ticâriyyetü’l-Kübrâ.

Münzirî, Ebû Ahmed Abdulazîm b. Abdulkavî (h.1417), et- Terğîb ve ’t- Terhîb, Tahk. İbrahim Şemseddin, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccac el-Kuşeyrî (1992), el-Câmiu’s-Sahih, İstanbul: Çağrı Yay.

Nâim, Ahmed-Mîras Kâmil (1987), Sahîh-i BuhârîMuhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara: Diyânet İşleri Başkanlığı Yay.

Nesâî, Ahmed b. Şuayb Ebû Abdurrahman (1992), Sünen, Tahk. Bedreddin Çetiner, İstanbul: Çağrı Yay.

..... (h.1369)              ed-Duafâu ve’l-Metrûkîn, Tahk. Mahmud İbrahim Zâyid, Haleb: Dâru’l-Vaî.

Nesefî, Azizuddin (1990), Tasavvufta insan Meselesi Insan-ı Kâmil, çev: Mehmet Kanar, İstanbul: Dergah Yay.

Ebû Nuaym el-İsfehânî, Ahmed b. Abdullah b. Ahmed Ebû Nuaym (1984), Kitabu’d- Duafâ, Tahk. Fâruk Hammad, Dâru’s-Sekâfe.

Okiç, M. Tayyib (1995), Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, İstanbul: Nûn Yay.

Özşenel, Mehmet (1998), “İlk Yaratılan Varlık Konusundaki Rivâyetler”, Divan,1988 /1, s. 171-187. İstanbul.

Râgıb el-İsfehânî, Hüseyin b. Muhammed (1986), el-Müfredât fî Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul: Kahraman Yay.

İbn Receb el-Hanbelî, Zeynuddin Ebi’l-Ferec Abdurrahman b. Şihâbuddin (1997), Câmiu’l-Ulum ve’l-Hikem, Tahk. Şuayb Arnavut, İbrahim Bâces, Beyrut: Muessetü’r-Risâle.

Salih, Suphi (1986), Hadis ilimleri ve Hadis Istılahları, çev: M. Yaşar Kandemir, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.

Sehavî, Ebû Abdullâh Muhammed b. Abdurrahman (h.1405), el-Mekâsıdu’l-Hasene, Tahk. Muhammed Osman el-Haşt, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî.

Subkî, Abdülvehhâb Ali b. Abdi’l-Kâfî (h.1417), el-Ehâdîsu’l-Leti fi’l-Ihyâi Velemyecid lehâ es-Subkî isnâden, Tahk. Mahmud Muhammed et-Tahânî, Abdulfettah Muhammed el-Halv, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekir (1996), el-Leâliu’l-Masnua, Tahk. Ebû Abdurrahman Salâh b. Muhammed b. Ubeyda,                  Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-

İlmiyye.

.....  (1979) Tedrîbu’r-Râvî fî Şerhi Takrîbi’n-Nevevî, Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l- İlmiyye.

Şevkâni,   Ebû   Abdullâh  Muhammed b.    Ali   b.  Muhammed   el-Havlânî  (t.y.),  el-

Fevâidü'l-Mecmû’a fi'l-Ehâdîsi'l-Mevzû’a, Tahk., Abdurrahmân b. Yahya El Yemani, Beyrut: Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye.

Şeybânî, Ahmed b. Amr b. ed-Dahhâk Ebû Bekir (1991), el-Âhâd ve’l-Mesânî, Tahk. Bâsim Faysal Ahmed el-Cevâbir, Riyad: Dâru’r-Râye.

Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyub Ebu’l-Kâsım (h.1404), el-Mu’cemu’l-Kebir, Tahk. Hamdî b. Abdulmecid es-Selefî, Musul: Mektebetu’l-Ulûmi ve’l-Hakemi.

..... (1984)Musnedu’ş-Şâmîyyîn, Tahk. Hamdî b. Abdulmecid es-Selefî, Beyrut: Müessesetu’r-Risâle.

Taberî, İbn Cerir (1995), Câmiu ’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur ’ân, Beyrut: Daru’l-Fikr.

Taftazânî, Sâdeddin (h.1286), Şerhu’l-Akâid, , İstanbul: Matbau’l-Âmire.

Tirmîzî, Ebû İsa Muhammed b. İsa (1992), Sünen, Tahk. Muhammed Fuad Adulbâkî, İstanbul: Çağrı Yay.

İbn Tûlûn, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed ed-Dimeşkî (h.1413), eş- Şezra fi’l-Ehâdîsi’l-Müştehira, Tahk. Kemal b. Besyûnî Zağlûl, Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye.

Ubeydat, Abdulkerim Nûfan (2000), ed-Delâletu’l-Akliyye fi’l-Kur’ân, Amman: Dâru’n-Nefâis.

Ukaylî, Ebû Cafer Muhammed b. Ömer b. Mûsa (1984) ed-Duafâu’l-Kebîr, Tahk. Abdulmu‘tî Emin Kalacî, Beyrut: Dâru’l-Mektebeti’l-İlmiyye.

Uludağ, Süleyman (1989), “akıl” mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, (II. Cilt), İstanbul.

Uysal, Muhittin (2001), Tasavvuf Kültüründe Hadis, Yediveren Yayınları .

Ünal, Yavuz (1999), Hadisleri Tespitte Yöntem Sorunu (Akla Uygunluk - Akla Aykırılık), Samsun: Etüt Yay.

Yavuz, Yunus Şevki (1989), “Akıl” mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (II. Cilt), İstanbul.

Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi (t.y.), Hak Dini Kur ’ân Dili, İstanbul: Yenda Yayın- Dağıtım.

Yıldırım, Ahmet (2000), Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Kaynakları, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.

Zebîdî, Muhyiddin Ebî Feyz es-Seyyid Muhammed Murtazâ el-Huseynî el-Vasıtî (1994), Tâcu’l-Arus min Cevâhiri’l-Kâmus, Tahk. Ali eş-Şîrî, Beyrut: Dâru’l- Fikr.

Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed (1995), Mizanü'l-I'tidal fî Nakdi'r-Rical, Tahk., Ali Muhammed Muavvid, Âdil Ahmet Abdulmevcud, Abdulfettah Ebû Sünne, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye.

.....  (1992) el-Kâşifu men lehû Rivâyetun fi’l-Kütübi’s-Sitei, Cidde: Dâru’l-Kıbleti li’ s-Sekâfeti ’ l-İslâmiyyeti,

.....  (1990) Telhîsül-Müstedrek (Müstedrekle birlikte basım), Beyrut: Daru’l- Kütubi’l-İlmiyye.

Zerkeşî, Ebû Abdullah Muhammed b. Bahâdır b. Abdullah (h.1406), et-Tezkira fi’l’l- Ehâdîsi’l-Müştehira, Tahk. Mustafa Abdulkadir Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye.


 

ÖZGEÇMİŞ

 

KİŞİSEL BİLGİLER

Adı, Soyadı

: Sami KİLİNÇLİ

 

Doğum Yeri-Tarihi : Kozan-10.09.1972

Medenî Durumu        : Evli

Telefon

: Ev: 0-322-3232205

: Cep: 0-505-3899000

E-mail

: samikilincli@mynet.com

 

EĞİTİM DURUMU

2003-2007     Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel

İslâm Bilimler Anabilim Dalı-Adana.

1990-1995

Lisans, Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, İstanbul.

1983-1990

Kozan İmam Hatip Lisesi, Kozan.

1978-1983

İstiklâl İlkokulu, Kozan.

 

İŞ DENEYİMİ

1995-2000

Merkez Erdemir Lisesi, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği, Adıyaman,

2000-2003

Bucak Çok Proğramlı Lisesi, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği, Kozan,

2003-...

Töbank İlköğretim Okulu, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği, Yüreğir.

 

YABANCI DİL                    : Arapça, İngilizce.

BİLGİSAYAR BİLGİSİ : Word, excel, internet uygulamaları.



[1] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XI, 458-459.

[2] İbn Manzur, a.ge., XI, 458-459; Cevheri, Sıhah, V, 1769-1771; Zebîdî, Tacu’l-Arus, VIII, 25;

Abdulmunim, Mu ‘cemu’l-Mustalahât, II, 522.

[3] Abdulmunim, a.g.e., II, 522.

[4] İbn Manzur, a.g.e., XI, 458-459; Fîruzabâdî, Kâmûsu ’l-Muhît, I, 1336-1337.

[5] Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat, s. 29.

[6] Abdulmunim, a.g.e.,II, 522.

[7]

Râgıb el-İsfehânı, Müfredât, s. 511; Fıruzabâdı, a.g.e., I, 1336-1337.

[8] İbn Manzur, a.g.e., XI, 458-459; Cevherî, a.g.e., V, 1769-1771; Fîruzabâdî, a.g.e., I, 1336-1337.

[9] Fîruzabâdî, a.g.e., I, 1336-1337.

[10] Râgıb el-İsfehânî, a.g.e., s. 512.

[11] Râgıb el-İsfehânî, a.g.e., s. 775.

[12] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl ve Mahiyyetuhû, s. 54.

[13] Abdulmunim, a.g.e., II, 522.

[14] Zebîdî, a.g.e., VIII, 25; Râgıb el-İsfehânî, a.g.e., s. 511.

[15] Zebîdî, Tâcu’l-Arus, VIII, 25.

[16] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XI, 458-459.

[17] Abdulmunim, , Mu ‘cemu ’l-Mustalahât, II, 522.

[18] İbn Manzur, a.g.e., XI, 458-459; Zebîdî, a.ge., VIII, 25.

[19] İbn Manzur, a.g.e., XI, 458-459.

[20] Zebîdî, a.g.e., VIII, 25.

[21] Cevheri, Sıhah, V, 1769-1771.

[22] Râgıb el-İsfehânî, Müfredât, 512; Aktan, “Diyet” mad, T.D.V.İ.A., II, 248.

[23] Ayasbeyoğlu, “Kur’ân’da Akıl,” İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü Dergisi, sayı, 2, s. 48.

[24] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl ve Mahiyyetühû, s. 19.

[25] Yavuz, “Akıl” mad., T.D.V.İ.A, II, 242.

[26] Yavuz, a.g.md., T.D.V.İ.A, II, 243.

[27] Rağıb el-İsfehânî, Müfredat, 511.

[28] Rağıb el-İsfehânî, a.ge., s. 775.

[29] Gazâli, İhyâ, V, (Ek), 220.

[30] Gazâli, İhyâ, III, 85-86.

[31] İbnu’l-Cevzî, Zemmu’l-Hevâ, s. 13.

[32] Taftazânî, Şerhu ’l-Akâid, s. 10.

[33] Cürcânî, et-Ta‘rifât, 196-198; Elmalılı, Hak Dîni Kur ’ân Dili, I, 566.

[34] Fîruzabâdî, Kâmûsu ’l-Muhît, I, 1336-1337.

[35] Yavuz, “akıl” mad., T.D.V.İ.A, II, 244-245.

[36] Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, I, 566.

[37] Bolay, “akıl” mad., T.D.V.İ.A. , II, 238.

[38] Ergül, Kur ’ân ve Sünnette Kalbî Hayat, s. 104.

[39] Bkz. Âl-i İmran, 3/190.

[40] Bkz. Taha, 20/54.

[41] Bkz. Fecr, 89/5.

[42] Bkz. Bakara, 2/269.

[43] Bkz. Nur, 24/44.

[44] Bkz. Nisa, 4/82.

[45] Bkz. Hacc, 22/46; Hûd, 11/78.

[46] Abdulkerim Nûfan Ubeydat, ed-Delâletu’l-Akliyye, s. 28-34; Salih Asname, Mustalahâtu ’l-Kur ’âniyye, s.273.

[47] Abdulkerim Nûfan Ubeydat, a.g.e., 28-34.

[48] Ergül, Kur ’ân ve Sünnette Kalbî Hayat, s. 104.

[49] Rağıb el-İsfehânî, Müfredat, s. 511; Salih Asname, a.g.e., 276; Emiroğlu, “Kur’ân’da Akıl ve İnsan,” D.E. Ü.İ.F.D. sayı XI, s. 82.

[50] Emiroğlu, a.g.m., s.71.

[51] Kocabaş, “Kur’ân’da Akıl Kelimesi,” s. 5-9.

[52] Bakara, 2/170; Mü’minun, 23/81; Bakara, 2/171; Mâide, 5/103

[53] En’am 6/151; Yunus, 10/16; Yunus, 10/101-102,109; Sâffât 37/138; Enbiya, 21/10.

[54] Mü’minun, 23/79-83.

[55] Mü’minun, 23/89; Kasas 28/60; Ankebut 29/61-64.

[56] Rum, 30/28; Zümer, 39/43; Mü’min, 40/67; Mülk, 67/10.

[57] Enbiya, 21/67, Hûd, 11/50-60.

[58] Nahl, 16/3-17; Mü’minun, 28/80; Enbiya, 21/20; Hacc, 22/46; Saffat, 37/138.

[59] Ankebut 29/61-64, Rum 30/28, Mülk, 67/10, Mü’min, 40/67.

[60] Yunus,10/100, Mâide, 5/103, Yunus, 10/16.

[61] Mü’minun, 23/82-89, Rum,30/28-30, Zümer,39/43, Yusuf,12/109-110, Mülk,67/69-70.

[62] Yunus,10/16, Furkan, 25/42, Mü’minun, 28/62-66, Rum, 30/29, Mü’min, 40/71-72, Mülk, 67/10, Yusuf, 12/109-110.

[63] Bakara, 2/44, Bakara, 2/73-76, Âl-i İmran, 3/66, Mâide, 5/58, A’raf, 7/169, Haşr, 59/14.

[64] Âl-i İmran, 3/65, Mâide, 5/58.

[65] Bakara, 2/44, 73, 76, Âl-i İmran, 3/65, Mâide, 5/ 58,59, Haşr, 59/14.

[66] Haşr, 59/14.

[67] Bakara, 2/164, Ra’d,13/4, Yusuf, 12/2, Yusuf, 12/1009, Haşr, 29/35, Nahl, 16/3-17, Nahl, 16/67-70, Ankebut, 29/40-44, Rum, 30/19-27, Câsiye, 45/5,Yasin, 36.68.62.

[68]  Elmalılı, Hak Dini Kur ’ân Dili, I, 463.

[69] Güngör, Mevlüt, “Kur’ân ve Kâinat Kitabı,” s. 107-123.

[70] Bakara, 2/75,242, Âl-i İmran,3/118, Enfal, 8/22, Nur, 24/61.

[71] Bakara, 2/242, 75, Âl-i İmran, 3/118, Enfal, 8/22.

[72] Yâsin, 36/62.

[73] Hucurât, 49/4.

[74] Yunus, 10/100, Hûd, 11/51.

[75] Nahl, 16/108.

[76] Yunus Suresi 10/100.

[77] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur ’ân, VII, 226.

[78] İbn Kesir, Tefsîru Kur ’âni ’l-Azîm, II, 565.

[79] Kutub, Seyyid, Fî Zilâli ’l-Kur’ân, V, 671.

[80] Mevdûdî, Ebu’l A‘la, Tefhimu’l-Kur’ân, II, 366.

[81] Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur ’ân-ı Kerim ’in Türkçe MeâliÂlîsi ve Tefsiri, III, 1433

[82] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur ’ân, XI, 24; İbn Kesir, Tefsîru Kur ’âni ’l-Azîm, II, 393, 423; Elmalılı, Hak Dini Kur ’ân Dili, VI, 96.

[83] Taberî, a.g.e., II, 393

[84] Taberî, a.g.e., VI, 279, 280

[85] İbn Kesir, a.g.e., I, 208.

[86] İbn Kesir, a.g.e., II, 393.

[87] Elmalılı, a.g.e., IV, 261.

[88] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur ’ân, VII, 156.

[89] Yunus, 10/101-102; Ra’d, 13/4; Nahl, 16/13-17, 65-70; Rum, 30/19-27.

[90] Zebîdî, Tâcu ’l-Arus, VIII, 25.

[91] Yavuz, “akıl” maddesi, T.D. V.İ.A., II, 244.

[92] Arslan, Hulûsî, “Tanrı hakkında Konuşmanın Bir Metodu Olarak el-İstidlâl bi’ş-Şâhid ale’l-Gâib (Kadı Abdulcebbar Örneği ),” s. 72.

[93] Emiroğlu, “Kur’ân’da Akıl ve İnsan,” s. 82.

[94] Enfal, 8/42.

[95] Emiroğlu, “Kur’ân’da Akıl ve İnsan,” s. 86.

[96] Emiroğlu, a.g.m., s. 90.

[97] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, V,151

[98] Ankebut, 29/43.

[99]  İbn Kesir, Tefsîru Kur ’âni ’l-Azîm, III, 544.

[100] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VI, 239.

[101] Ankebut, 29/44.

[102] Elmalılı, a.g.e., VI, 241.

[103] Esed, Muhammed, Kur’ân Mesajı, II, 812.

[104] Bakara, 2/164; Mâide, 5/58; Nahl, 16/12,67; Ankebut, 29/35; Rum, 30/24,28; Casiye, 45/5; Haşr, 59/14.

[105] Bakara, 2/164; Nahl, 16/12,67; Rum, 30/24; Casiye, 45/5.

[106] Nahl,16/12.

[107] Kocabaş, Şakir, “Kur’ân’da Akıl Kelimesi,” s. 5-9.

[108] Bakara, 2/143.

[109] Nâziat,79/26; Tekvir, 81/28.

[110] Zümer,39/18.

[111] Bakara,2/88; Nisâ, 4/155.

[112] Yunus, 10/101.

[113] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur ’ân, X, 239.

[114] Râzî, Mefâtihu ’l Gayb, VI, 241-242.

[115]  İbn Kesir, Tefsîru Kur ’âni ’l-Azîm, III, 303.

[116]  Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân, III, 375.

[117] Yunus,10/42.

[118] Yunus,10/43.

[119]  Taberi, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur’ân, VII, 156

[120]  Mülk, 67/10.

[121]  Taberî, a.g.e., XIV, 8; İbn Kesir, a.g.e., IV, 503

[122] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VIII, 157.

[123] Esed, Kur’ân Mesajı, II, 1168, 1169.

[124] Altuntaş, İslam Düşüncesinde İşlevsel Akıl, 16.

[125] Nahl, 16/3-17; Mü’minun, 28/80; Enbiya, 21/20; Hacc, 22/46; Saffat, 37/138.

[126] Buhârî, Hayz, 6; Eşribe, 5; Müslim, Hudud, 5; Îman, 34; İbn Mâce, Fiten, 19; Tıp, 22.

[127] Buhârî, İlim, 39; Tirmîzî, Diyât, 22; Nesâî, Diyât, 37; İbn Mâce, Diyât, 13.

[128] Buhârî, Vudû‘, 44.

[129] Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn, 32; İbn Mâce, Edeb, 52.

[130] Tirmîzî, Sıfatu’l-Kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd, 31.

[131] Taberânî, el-Mu’cemu ’l-Kebîr, XIX, 33.

[132] Müslim, Salât, 28.

[133] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, V, 102; Deylemî, el-Firdevs, III, 27.

[134] İbn Ebi’d-Dünya,Kitâbu’l-Akl, s. 31.

[135] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 64.

[136] Ebû Dâvud, Akdiyye, 28.

[137] İbn Ebi’d-Dünya, Mekârimu ’l-Ahlak, I, 44.

[138] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., s. 29; Taberânî, a.g.e., XIX, 33.

[139] Beyhakî, a.g.e., IV,161.

[140] Beyhaki, a.g.e., IV, 170.

[141] Deylemî, a.g.e., II, 313; Heysemî, Buğyetu ’l-Bâhis, II, 812; Bûsirî, İthafu’l-Mehera, VII, 369.

[142] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., s. 24; Beyhakî, a.g.e., IV, 160; Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, II, 161.

[143]

Deylemı, a.g.e., I, 398.

[144] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 55; Heysemî, a.g.e., II, 815; Bu konuyla ilgili değerlendirme için bkz. Ünal, Hadisleri Tespitte Yöntem Sorunu, 37-43.

[145] Koçyiğit, Hadis Usûlü, s. 179.

[146] Hatib el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi ’r-Rivâye, I,94; Subhi Sâlih, Ulûmu ’l-Hadis, s. 104.

[147] Itr, Menhecu’n-Nakd fî Ulûmi’l-Hadis, s. 81.

[148] Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 188; Çakan, Hadis Usûlü, s. 160;

[149] Hatib el-Bağdâdî, el-Kifâye fîİlmi ’r-Rivâye, I, 432, 434; Ayrıca bkz. İbn Kayyım, el-Menâru ’l-Münif, 51; Itr, Menhecu’n-Nakdi fî Ulûmi ’l-Hadis, s. 314,315; Koçyiğit, Hadis Usûlü, s. 118;

[150] Ahmed Nâim-Kâmil Mîras, Tecrîdi Sarih Tercemesi, I, 288.

[151] Kırbaşoğlu, Alternatif Hadis Metodolojisi, 261, 262.

[152] Krş. Tirmîzî, İsti’zan, 20.

[153] Krş. İbn Mâce, Edeb, 49.

[154] Krş. İbn Mâce, Edeb, 44.

[155] Kırbaşoğlu, a.g.e., 268.

[156] Krş. Buhârî, Et‘ime, 52.

[157] Kırbaşoğlu, a.g.e., 269.

[158] Kırbaşoğlu, a.g.e., 277.

[159] İbn Adiy, el-Kamil fî Duafâi ’r-Rical, III, 967.

[160] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 204.

[161] Ali el-Kârî, el-Esrârü'l-Merfû ’a s. 443.

[162] Zehebî, Mizanü'l-İ'tidal, III, 33; Ali el-Kârî, el-Esrârü'l-Merfû’a, s. 443; İbn Arrâk, a.g.e., I, 76.

[163] Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, XIII, 222.

[164] İbnu’l- Cevzî, Kitâbu ’l-Mevdûat, I, 277.

[165] İbnu’l-Cevzî, Zemmu ’l-Hevâ, s. 15.

[166]İbn Kayyım, el-Menâru’l-Münif, s. 66; İbn Adiy, el-Kamil f Duafâi ’r-Rical, III, 967.

166  İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 204.

[167] Bûsırî, İthâfu ’l-Mehera, VII, 377

[168] İbn Hacer, el-Metâlibu ’l-Âliye, XII, 725; İbn Arrâk, a.g.e., 213.

[169] Ali el-Kârî, el-Esrârü’l-Merfûa‘, s. 412.

[170] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, II, 376.

[171] Şevkânî, el-Fevaidü'l-Mecmûa‘ fi'l-Ehâdîsi'l-Mevzûa‘, s. 476.

[172] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu ve ’l-Yakîn, s. 16-17.

[173] Krş. Fettenî, Tezkiratu’l-Mevdû’ât, s. 28.

[174] Krş. İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., s. 61

[175] Krş. İbn Ebi’d-Dünya, Kitabu’l-Akl, s. 29

[176] Dıhlevî, Huccetullah ’il-Bâliğa, II, 272.

[177] Ateş, “Hadislerin Değerlendirilmesinde Aklın Konumuyla İlgili Bazı Tartışmalar,” s, 7, 8.

[178] Ünal, Hadisleri Tespitte Yöntem Sorunu, s. 37-40.

[179] İşçen, Uydurma Hadislerde Akıl, s. 78.

[180] Zehebî, Mîzânu’l-Î’tidâl, III, 33; Ali el-Kârî, el-Esrârü’l-Merfû’a, 443; İbn Arrâk, Tenzîh’ş-Şerîa, I, 76.

[181] Mizzî, Tehzibu’l-Kemâl, VIII, 443-448; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, VIII, 359-361; İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib, III, 173; Halebî, Keşfu’l-Hasîs, I, 113,114.

[182] Buhârî, et-Târîhu’s-Sağîr, II, 171; İbn Adiy, el-Kâmilfi’d-Duafâ, VI, 429.430; Ukaylî, ed-Duafâ, IV, 263; Ebû Nuaym el-İsfehânî, Duâfâu ’l-Esbehânî, I, 147.

[183] Ebu Hâtim, el-Cerh ve ’t-Ta‘dil, VIII, 254.

[184] Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, XII, 222.

[185] Hatib el-Bağdâdî. a.g.e., XII, 222; Nesâî, ed-Duafâu ve ’l-Metrûkîn, III, 151-152; Halebî, el-Keşfu’l- Hasîs, I, 265; İbn Hacer, Lîsânu ’l-Mîzan, VI, 138-139.

[186] İbn Hacer, el-İsâbe, VII, 748;

[187] İbn Hibban, el-Mecrûhîn, III, 11-12;

[188] Ukaylî, ed-Duafâu, IV, 263.

[189] İbnu’l-Cevzî, ed-Duafâu ve ’l-Metrûkîn, I, 99.

[190] İbn Mekhûl, el-İkmâl, II, 11.

[191] Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 52-53.

[192] Suyûtî, Tedrîbu’r-Râvî, I, 283.

[193] Ebû Dâvud, Sualâtu’l-Âcurrî, I, 232.

[194] Osman Felâte, el-Vad’u fi ’l-Hadis, 111,164-165.

[195] Ebû Hâtim er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta‘dil, III, 424; Ebû Dâvud, a.g.e., I, 232.

[196] Ahmed b. Hanbel, el-İlel veMa‘rifeti ’r-Rical, I, 388; Ebû Hâtim er-Râzî, a.g.e., III, 424; Mizzî, Tehzîbu ’l-Kemâl, VIII, 443-448; Zehebî, el-Kâşif I, 382.

[197] Buhârî, ed-Duâfâu’s-Sağîr, I, 42; Ebû Hâtim er-Râzî, a.g.e., III, 424.

[198] Ebû Hâtim er-Râzî, a.g.e., III, 424.

[199] Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, VIII, 443-448; Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, VIII, 359-361.

[200] Halebî, Keşfu’l-Hasîs, I, 113,114.

[201] Ebû Nuaym el-İsfehânî, Kitâbu’d-Duâfâ, I, 78.

[202] Nesâî, ed-Duafâu ve ’l-Metrûkîn, I, 267-268.

[203] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, IV, 30; V, 261.

[204] Ebû Hâtim er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta‘dil, IV, 134.

[205] İbnu’l-Cevzî, ed-Duafâu ve ’l-Metrûkîn, I, 99; İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, III, 99.

[206] İbn Adiy, el-Kâmilfi ’d-Duafâ, III, 289; Nesâî, ed-Duafâu vel- Metrûkîn, II, 23; İbnu’l-Cevzî, a.g.e.,

I, 99; İbn Hacer, a.g.e., III, 99.

[207] Halebî, Keşfu’l-Hasîs, I, 169.

[208] Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, VIII, 359-361.

[209] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, III, 99.

[210] Hakîm en-Neysabûrî, Sualâtu ’l-Hakîm, I, 150.

[211] Hatib el-Bağdâdî, a.g.e., IV, 59

[212] Zehebî, Kâşif, II, 2309.

[213] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, I, 143; I, 476.

[214] İşçen, Uydurma Hadislerde Akıl, s. 34.

[215] Tirmîzî, İman, 6; Müslim, İman, 312.

[216] Zehebî, Mizanu ’l-İtidal, III, 339-340; İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib, III, 447-449. Krş. Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, s. 176.

[217] Zehebî, a.g.e., III, 204-205; İbn Hacer, a.g.e., II, 312-313; Krş. Ateş, a.g.e., s. 176.

[218] Zehebî, a.g.e., V, 336-337; İbn Hibban, es-Sikât, V, 185; Krş. Ateş, a.g.e., s. 176.

[219] Müslim, İman, 34; İbn Mâce, Fiten, 19.

[220] Zehebî, a.g.e., IV, 93-94; İbn Hacer, a.g.e., III, 126; Krş. Ateş, a.g.e., s. 184.

[221] Zehebî, a.g.e., II, 223-225; İbn Hacer, a.g.e., III, 280-282; Krş. Ateş, a.g.e., s. 184.

[222] Mümtehine, 60/12.

[223] Buhârî, İydeyn, 19; Müslim, İydeyn, 1.

[224] Buhârî, Zekât, 44.

[225] Buhârî, Hayz, 6

[226] Mizzî, Tehzîbu’l-Kemal, XVII, 114; Zehebî, Mizanu ’l-İtidal, III, 145; İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib, II, 236-237; Krş. Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, s. 190.

[227] Müslim, Iydeyn, 9; İbn Huzeyme, Sahih, I, 350-351.

[228] Krş. Davutoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi, I, 351.

[229] Krş. Cânan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, X, 95.

[230] Güler, “Kadın Akıl ve Din Bakımından Eksik mi dir?” s. 14-21.

[231] Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, s. 151-253.

[232] Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, s. 215.

[233] Ünal, “Hacamat” mad., Şamil İslam Ansk, III, 83

[234] Köşe, “Hacamat” mad., T.D. V.İ.A., XIV, 422.

[235] Rıdvanoğlu, “Hacamat” mad., T.D.V.İ.A, XIV, 423.

[236] Krş. Buhârî, Savm, 32.

[237] Krş. Buhârî, Savm, 32.

[238] İbn Hacer, Fethu ’l-Bârî, X, 149-150.

[239] Ukaylî, ed-Duafâ, III, 454.

[240] İbnu’l-Cevzî, el-İlelu’l-Mütenahiye II, 877.

[241] İbnu’l-Cevzî, a.g.e., II, 877.

[242] İbn Adiy, el-Kâmil, VI, 16.

[243] Kayserânî, Kitâbu Marifetü ’t-Tezkira, III, 1594.

[244] Hâkim en-Neysabûrî, el-Müstedrek, IV, 234.

[245] Krş. Hakîm en-Neysabûrî a.g.e.,IV, 234.

[246] Zehebî, Telhîsül-Müstedrek (Müstedrek’le birlikte basım), IV, 234.

[247] Hâkim en-Neysabûrî, a.g.e., IV, 234.

[248] Zehebî, a.g.e., (Müstedrek’le birlikte basım), IV, 234.

[249] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, IV, 489.

[250] Hâkim en-Neysabûrî, el-Müstedrek, IV, 234; Münzirî, et-Terğib ve ’t-Terhîb, IV, 161.

[251] Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl fî Esmâi ’r-Ricâl, XV, 99-109.

[252] İbnu’l-Cevzî, ed-Duâfâ ve ’l-Metrûkîn, II, 128.

[253] İbni Mâce, Tıb, 22.

[254] İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib II, 343.

[255] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, III, 369-370.

[256] Hakîm en-Neysabûrî, el-Müstedrek, IV, 454.

[257] Krş. İbni Mâce, Tıb, 22.

[258] İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib, IV, 97-98

[259] Kinânî, Misbâhu’z-Zücâce, IV, 64.

[260] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 149.

[261] Deylemî, el-Firdevs, II, 154.

[262] Tirmîzî, Sıfatu’l-Kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd, 31. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 124;

Tayalîsî, Müsned,   I,       53;             Taberânî,                    el-Mu’cemu’l-Kebîr,                             VII,       284;                                  Kudâî,                Müsnedu’ş-Şihab,     I, 140;

Beyhakî, Şıtabıt ’l-Îmân, VII, 350; Beyhakî, Sunenu ’l-Kebîr, III, 369; Deylemî, el-Firdevs, III, 310.

[263] Tirmîzî, Sıfatu’l-Kıyame, 25.

[264] Hakîm en-Neysabûrî, el-Müstedrek, I, 125; IV, 28; İbn Mübârek, Kitabü’z-Zühd, s. 171.

[265] Kayserânî, KitabuMa’rifeti ’t-Tezkira, IV,1928.

[266] Bezzar, Müsned, VIII, 417.

[267] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, V, 68.

[268] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, II, 178; Ayrıca bkz. Derviş el-Hût, Esnal-Metâlib, I,225.

[269] İbn Hacer, Tehzibu ’t-Tehzib, II, 295, 296; Ayrıca bkz. Sehavî, Mekasıdu’l-Hasene, I,761; Zerkeşî, et- Tezkiratu fi ’l-Ehadisi ’l-Müştehira, I, 139; Îrakî, el-Muğni an Hamli ’l-Esfar, XI, 559; Deylemî, a.g.e., II, 973; II, 975; II, 1013.

[270] İbn Hacer, Lisanu’l-Mizan, IV, 484

[271] Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağir, II, 107.; Ayrıca bkz. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, VII, 284.

[272] Beyhakî, Şuabu’l-İman, VII, 350.

[273] Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, XXII, 461.

[274] Kudâî, , Müsnedu’ş-Şihab, I, 140.

[275] İbn Mâce, Zühd, 31.

[276] Bûsirî, Zevâid (İbn Mâce ile birlikte basım), Zühd, 31.

[277] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, V, 317.

[278] Zümer, 39/22.

[279] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, I, 415.

[280] Ebû Dâvud, Akdiyye, 28.

[281] Taberânî, Mu ’cemu ’l-Kebir, XVIII, 54, 75.

[282] İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu ’l-Ulum ve ’l-Hikem, I, 441.

[283] Ebû Hâtim, el-Cerh ve ’t-Tadil, II, 434-435; İbn Adiyy, el-Kâmilfi ’d-Duafâ, II, 72.

[284] Nesâî, ed-Duafâ ve ’l- Metrûkîn, 1, 146.

[285] Fettenî, Tezkiratu’l-Mevdû’ât, s. 28.

[286] Fettenî, a.g.e., s. 28.

[287] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, IV, 510.

[288] Cebrî, el-Müştehir mine ’l-Hadis, s. 45.

[289] İbn Ebi’d-Dünya, Kitâbu’l-Akl, s. 31.

[290] Taberânî, el-Mu ‘cemu ’l-Evsat, II, 235; Ayrıca bkz. Beyhakî, Şuabu ’l-İman, IV, 154-156.

[291] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, V, 60.

[292] İbn Adiy, el-Kâmil fî Duafâi ’r-Ricâl, VI, 13.

[293] Taberânî el-Mu‘cemu’l-Kebir, VIII, 283

[294] İbnu’l-Cevzî, Zemmu ’l-Hevâ, s. 15.

[295] Heysemî, a.g.e., V, 60.

[296] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, IV,314.

[297] Ukaylî, ed-Duafâ, III, 175

[298] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, I, 477, 479. Krş; İbn Adiy, el-Kâmil fi Duafâi ’r-Ricâl, II, 390; İbn Hacer, Lisânu ’l-Mîzan, II,326.

[299] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 154

[300] Îsevî, el-Ehâdîsu ’l-Kudsiyye, I, 94.

[301] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, I, 723.

[302] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, IV, 154.

[303] İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Menâru’l-Münif s. 66.

[304] Kalem, 68/1.

[305] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 60.

[306] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, I, 477, 478, 479.

[307] Şevkânî, a.g.e., I, 479; Elbânî, Silsiletu’t-Daîfe, III, 407.

[308] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl ve Mahiyyetuhû, 53; İbn Ebi’d-Dünya, Kitâbu ’l-Akl, s. 31; Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 60; Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 154; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I, 309,310; Şevkânî, el-Fevâidu’l- Mecmûa, I, 477, 478.

[309] İbnu’l-Cevzî, Mevdûat, I, 272

[310] Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-Ummal, III, 686.

[311] Deylemî, el-Firdevs, I, 13.

[312] Cebrî, el-Müştehir mine’l-Hadis, s. 46; Aclûnî, a.g.e., I, 723.

[313] Refik el-Acem, Mevsûatu Mustalahi’l-Tasavvufi’l-İslâmiyye, s. 646, 647.

[314] Bolay, Süleyman Hayri, “akıl” mad, T.D. V.İ.A., II,239.

[315] Özşenel, Mehmet, İlk Yaratılan Varlık Konusundaki Rivâyetler, s. 179.

[316]  Muhasibi, Şerefu’l-AklveMahiyyetuhû, 53-64; Zebîdî, Tâcu’l-Arus, VII, 25; Rağıb el-İsfehânî, Müfredat, 511; Gazâli, İhyâ, III, 4; Dıhlevî, Huccetu ’llâhi ’l-Bâliğa, II, 272; Elmalılı, Hak Dîni Kur ’ân Dili, I, 461-462.

[317] Derviş el-Hût, Esna’l-Metâlib, s. 80.

[318] Uludağ, “akıl” mad., T.D.V.İ.A, II, 247.

[319] Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Kaynakları, s. 119, 120.

[320] Yıldırım, a.g.e., s. 116.

[321] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, 1,309.

[322] Aclûnî, a.g.e., I,309.

[323] Nesefî, Azizuddin, Tasavvufta İnsan Meselesi İnsan-ı Kâmil, s. 101,103

[324] Eraydın, Selçuk, “Feyiz” mad. T.D.V.İ.A., II, 513-514.

[325] Uysal, Muhittin, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s. 274-275.

[326] Krş. Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, I. 309.

[327] Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, I, 461-462.

[328] Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Târikatlar, 150.

[329] Demirci, Mehmet, “Hakîkat-ı Muhammediyye” mad., T. D. V.İ. A. XV, 179-180.

[330] Uysal, Muhittin, Tasavvuf Kültüründe Hadis, 271-272

[331] Yıldırım, Ahmet, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Kaynakları, 118.

[332] Krş. Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, 265, 266.

[333] Krş. Fettenî, Tezkiratu’l-Mevdû’ât, s. 28.

[334] Krş. Aclûnî, a.g.e., I. 309.

[335] Krş. Sehavî, el-Mekâsidu ’l-Hasene, I, 770.

[336] Krş. Aclûnî, a.g.e., I, 46.

[337] Kara, Tasavvuf ve Târikatlar Tarihi, s. 147-149.

[338] Eraydın, “Feyiz” mad., T.D.V.İ.A., II, 513-514.

[339] Demirci, “Hakîkat-ı Muhammediyye” mad., T. D. V.İ. A. XV, 179-180

[340] Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s. 271-272.

[341] Bulaç, “Akıl” mad., Sosyal Bilimler Ansiklopedisi, I, 22-23.

[342] Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Kaynakları, s. 118.

[343]  Uysal, a.g.e., s. 273.

[344] Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin Hadislerdeki Kaynakları, s. 119-120.

[345] Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s. 282-283.

[346] Yavuz, “Akıl” mad., T.D. V.İ.A., II, 243.

[347] Uludağ, “Akıl” mad., T.D.V.İ.A., II, 247.

[348] Okiç, M. Tayyib, Tefsir ve Hadis Usûlunu Bazı Meseleleri, s. 239.

[349] Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, I, 107.

[350] Ebû Hâtim, el-Cerh ve ’t-Ta‘dil, VI, 140.

[351] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, IV, 26; Deylemî, el-Firdevs, IV, 175.

[352] İbn Hacer, Fethu ’l-Bârî, X, 530.

[353] İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu ’l-Ulum ve ’l-Hikem, I, 441; Deylemî, a.g.e., II, 77.

[354] Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnûa, I, 182-183; Krş. Zehebî, Mîzânu’l-Îtidal, I, 312.

[355] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şeria, I, 254.

[356] İbnu’l-Cevzî, Mevdûat, I, 161.

[357] İbnu’l-Cevzî, Telhîsu Kitâbi ’l-Mevdûat, I, 59.

[358] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa , I, 274.; Deylemî, el-Firdevs, V, 40.

[359] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, I, 326; Makdisî, Ehâdîsu’l-Muhtar, I, 81; I, 124.

[360] Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 56.

[361] İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzib, IV, 11-12.

[362] İbn Hacer, a.g.e., IV, 237-238.

[363] İbnu’l-Cevzî, Kitâbu ’d-Duâfa ve ’l-Metrûkîn, III, 72.

[364] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, I, 80,81; Sehavî, el-Mekâsıdu’l-Hasene, I, 753.

[365] İbn Hacer, Lisanu’l-Mizan V, 366; Zehebî, Mizanu ’l-İtidal, VI, 325.

[366] Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, II, 301.

[367] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, I, 81-82

[368] İbnu’l-Cevzî, Kitâbu ’d-Duâfâi ve ’l-Metrûkîn, III, 28

[369] Zerkeşî, et-Tezkira fi ’l Ehâdîsi ’l-Müştehira, I, 118.

[370] Derviş el-Hût, Esnal-Metâlib, I, 38.

[371] Deylemî, el- Firdevs, I, 250.

[372] Zerkeşî, et-Tezkira fi ’l Ehâdîsi ’l-Müştehira, n. 25; Aclûnî, a.g.e., I, 81.

[373] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, I, 273.

[374] Deylemî, el-Firdevs, I, 398.

[375] Buhârî, İlim, 49.

[376] Müslim, Mukaddime, 3.

[377] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, II, 281.

[378] Deylemî, a.g.e., V, 359.

[379] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, III, 378.

[380] Ukaylî, ed-Duâfâ, IV, 425; Krş. Zerkeşî, et-Tezkira fi ’l Ehâdîsi ’l-Müştehira, I, 107; Âmin, Ceddu’l- Hasîs, I, 200.

[381] Ukaylî, a.g.e., IV, 425.

[382] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, VI, 274.

[383] Zerkeşî, a.g.e., I, 107.

[384] Îrakî, el-Muğnî an Hamli ’l-Esfar, I, 62.

[385] Sehavî, el-Mekâsıdu’l-Hasene, I, 757,

[386] Âmirî, a.g.e., I, 200.

38 Krş. Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, I, 224-226.

[388] Krş. Şevkânî, el-Fevaidu ’l-Mec ’mua, I, 164-165.

[389] Şevkânî, a.g.e., I, 164-165.

[390] Ukayli, a.g.e., III, 201.

[391] Zehebî, Mîzânu ’l-İtidal, V, 232.

[392] İbn Hacer, a.g.e., IV, 140.

[393] İbnu’l-Cevzî, el- İlelu’l-Mütenahiye, I, 130.

[394] İbn Hacer, a.g.e., IV, 163

[395] İbn Adiy, el-Kâmil, V, 24.

[396] Deylemî, el-Firdevs, III, 14.

[397] Kayserânî, KitâbuMa’rifeti’t-Tezkira, III, 1573.

[398] İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib, IV, 445-446.

[399] Deylemî, a.g.e., I, 45.

[400] İbn Ebi’d-Dünya, Mekârimu ’l-Ahlak, I, 44.

[401] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, II, 28.

[402] Taberânî, el-Mu’cemu ’l-Kebir, XI, 89.

[403] Ukaylî, ed-Duafâ, III, 21.

[404] Ebû Hâtim er-Râzî, el-Cerh ve ’t-Tadil, V, 387.

[405] Taberânî, el-Mu’cemu ’l-Evsat, III, 361.

[406] Gazâlî, İhyâ, III, 113.

[407] Subkî, el-Ehadisu ’l-Letîfi ’l-İhyâ, VI, 331, Îrakî, el-Muğni an Hamli ’l-Esfar, II, 711.

[408] İbnu’l-Cevzî, el-İlelu’l-Mütenâhiye, II, 775; Deylemî, el- Firdevs, II, 463.

[409] Kayserânî, KitâbuMa‘rifeti ’t-Tezkira, III, 1519; Deylemî, a.g.e., II, 463.

[410] Gazâlî, İhyâ, I, 159.

[411] Îrakî, el-Muğni an Hamli ’l-Esfar, I, 116.

[412] Subkî, el-Ehadisul-Leti fı ’l-İhyâ, VI, 94.

[413] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 170; Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-Ummal, II, 329.

[414] Beyhaki, a.g.e., IV, 170.

[415] Buhârî, et-Târîhu’s-Sağîr, II, 180.

[416] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, II, 179.

[417] İbn Ebi’d-Dünya, Kitabu’l-Akl, s. 29; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XIX, 33; Heysemî, Mecmeu’z- Zevâid, IX, 400, 401; Şeybânî, el-Âhad ve ’l-Mesani, III, 158; Beyhakî, Şuabu’l-îman, IV, 159.

[418] İbn Hibban, el-Mecrûhîn, I, 120.

Heysemî, Mevâridu’z-Zam’an, I, 52,53; Hâsibî, el-Beyan ve’t-Ta’rif, I, 124

Krş. Beyhakî, a.g.e., IV, 159.

Hâsibî, a.g.e., II, 127

Aclunî, Keşfu ’l-Hafa, I, 78.

Krş. Buhârî, et-Târîhu’l-Kebîr, VII, 181.

Krş. Taberânî, a.g.e., XIX, 33.

Hasîbî, a.g.e., I, 124.

Krş. Beyhakî, Şuabu’l-îman, IV, 159.

Hasîbî, a.g.e., II, 127

[428]  İbn Hibban, Sahih II, 78; Heysemî, Mevâridu’z-Zam’an, I, 52,53; İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu’l- Ulum ve ’l-Hikem, I, 115; Münzirî, et-Terğib ve ’t-Terhib, III, 131

[429] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, II, 122.

[430] Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, II, 38-39.

[431] İbn Hacer, a.g.e., V, 221.

[432] Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, II, 39.

[433] Taberânî, el- Mu’cemu ’l-Kebir, III, 68-69.

[434] Krş. İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, V, 221.

[435] Kudâî, a.g.e., II, 39.

[436] Krş. Kinânî, Misbâhu’z-Zucâce, IV, 240.

[437] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, II, 157.

[438] Krş. Heysemî, Mevâridu’z-Zam ’an, I, 154.

[439] İbn Mâce, Zühd, 24.

[440] Krş. Kinânî, Misbâhu’z-Zucâce, IV, 240.

[441] Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnua, I, 134,135; Aliyyu’l-Kârî, el-Mevdûat, I, 179.

[442] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, II, 470.

[443] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 158.

[444] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 63.

[445] Hakîm et-Tirmîzî, a.g.e., II, 64.

[446] Zehebî, Mîzânu’l-İtidal, VI, 428.

[447] Deylemî, el-Firdevs, IV, 211.

[448] İbn Ebi’d-Dünya, Kitabu’l-Akl, s. 68.

[449] Deylemî, a.g.e., III, 300.

[450] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV,161.

[451] Taberânî, el-Mu ’cemu ’l-Kebîr, VIII, 206; Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, 1, 265.

[452] Krş. Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnua, I, 182-183.

[453] Taberânî, a.g.e., VIII, 221.

[454] Krş. İbn Hacer, Tehzibu ’t-Tehzib, IV, 237, 238.

[455] Ebû Hâtim et-Temîmî, el-Mecrûhîn, III, 12.

[456] Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnua, I, 182, 183.

[457] Taberânî, a.g.e., XI, 36.

[458] İbn Hacer, Tehzibu ’t-Tehzib, IV, 585, 586.

[459] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, IV, 345; Kandemir, Mevzû Hadisler, 175.

[460] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XXII, 63.

[461] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, IV, 345.

[462] Beyhakî, Şuabu’l-İman, V, 102; Deylemî, el-Firdevs, III, 27.

[463]  Münâvî, Feyzu ’l-Kadir, IV, 346.

[464] Deylemî, el-Firdevs, III, 30.

[465] Münâvî, a.g.e., IV, 335.

[466] Deylemî, a.g.e.,III, 31.

[467] Deylemî, a.g.e., I, 100.

[468] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 262.

[469] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, s. 61; Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 157; Deylemî, el-Firdevs, III, 217; Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis II, 803; Bûsirî, İthafu ’l-Mehera, VII, 368; İbn Hacer, el-Metâlibu ’l-Âliye, XII, 95; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 215; Ali el-Karî, el-Masnû, 207; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 487.

[470] Deylemî, a.g.e., II, 313; Heysemî, a.g.e., II, 812; Bûsirî, a.g.e., VII, 369; İbn Hacer, a.g.e., XII, 104; İbn Arrâk, a.g.e., I, 215.

[471] Heysemî, a.g.e., II, 806; Bûsirî, a.g.e., VII, 367; İbn Hacer, a.g.e., XII, 94; İbn Arrâk, a.g.e., I, 219.

[472] Heysemî, a.g.e., II, 801; Bûsirî, a.g.e., VII, 372; İbn Hacer, a.g.e., XII, 115; İbn Arrâk, a.g.e., I, 215.

[473] Heysemî, a.g.e., II, 812; Bûsirî, a.g.e., VII, 370; İbn Hacer, a.g.e., XII, 106; İbn Arrâk, a.g.e., I, 215.

[474] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, 61; Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 800; Bûsirî, İthafu’l-Mehera, VII, 372; İbn Hacer, el-Metâlibu ’l-Âliye, XII, 113; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 175.

[475] İbn Tûlûn, eş-Şezera, I, 380.

[476] İbn Arrâk, a.g.e., I, 224.

[477] Deylemî, el-Firdevs, I, 89; İbn Tûlûn, a.g.e., I, 380; İbn Arrâk, a.g.e., I, 225.

[478] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 167; Deylemî, a.g.e., III, 75; Heysemî, a.g.e., I, 160; İbn Tûlûn, a.g.e., I, 95; Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, I, 179.

[479] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., 61; Heysemî, a.g.e., VIII, 17; İbn Arrâk, a.g.e., I, 202; Aclûnî, a.g.e., I, 507­508; Şevkânî, el-Fevâidu’l-Mecmûa, 338.

[480] İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Menâru ’l-Münif 121; İbn Arrâk, a.g.e., I, 175; Şevkânî, a.g.e., s. 475.

[481] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., s. 24; Beyhakî, a.g.e., IV, 160; Aclûnî, a.g.e., II, 161.

[482] İbn Arrâk, a.g.e., I, 222.

[483] Mülk, 67/2.

[484]  Heysemî, a.g.e., II, 804; Bûsirî, a.g.e., VII, 369; İbn Hacer, a.g.e., 12, 101; İbn Arrâk, a.g.e., I, 217,218.

[485] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, s. 56; Heysemî, a.g.e., II, 804;; Bûsirî, a.g.e., VII, 368; İbn, Hacer, a.g.e., XII, 113; III, 17; İbn Arrâk, a.g.e., I, 218.

[486] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 54. Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 811; Bûsirî, İthâfu’l-Mehera, VII, 365; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, XII, 91; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 214.

' Ankebut, 29/43.

[488] Heysemî, a.g.e., II, 812; İbn Arrâk, a.g.e., I, 214.

[489] Muhâsibî, a.g.e., 56; Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 62; Heysemî, a.g.e., II, 805; Bûsirî, a.g.e., VII, 367; İbn Hacer, a.g.e., XII, 93; İbn Arrâk, a.g.e., I, 219.

[490] Hakîm et-Tirmîzî, a.g.e., II, 63; Heysemî, a.g.e., II, 808; İbn Hacer, a.g.e., XII, 124; İbn Arrâk, a.g.e., I, 217.

[491] Hakîm et-Tirmîzî, a.g.e., II, 63; İbnu’l-Cevzî, el-Mevdûat, I, 275; Bûsirî, a.g.e., VII, 368; İbn Hacer, a.g.e., XII, 98; İbn Arrâk, a.g.e., I, 176.

[492] İbn Arrâk, a.g.e., I, 220.

[493] İbn Arrâk, a.g.e., I, 222.

[494] İbn Arrâk, a.g.e., I, 224.

[495] İbn Arrâk, a.g.e., I, 224.

[496] Muhâsibî, a.g.e., 57; İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.

[497] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 223; Ali el-Karî, el-Masnû, 257; Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, II, 554.

[498] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.

[499] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.

[500] Beyhakî, Şuabu ’l-İman, IV, 158; Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 801; Bûsirî, İthâfu ’l-Mehera, VII, 372;

İbn Hacer, el-Metâlibu ’l-Âliye, XII, 112; İbn Arrâk, a.g.e., I, 215; Şevkâni, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, 477.

[501] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.

[502] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 54. Deylemî, el-Firdevs, III, 455; Heysemî, a.g.e., II, 813; Bûsirî, a.g.e., VII, 373; İbn Hacer, a.g.e., XII, 121; İbn Arrâk, a.g.e., I, 216.

[503] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 55; Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 815; Bûsirî, İthâfu’l-Mehera, VII, 373; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, XII, 116; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 216,217.

[504] İbn Arrâk, a.g.e., I, 214.

[505] Muhâsibî, a.g.e., 54; Heysemî, a.g.e., II, 801; Bûsirî, a.g.e., VII, 373; İbn Hacer, a.g.e., XII, 121; İbn Arrâk, a.g.e., I, 213.

[506] İbn Arrâk, a.g.e., I, 203.

[507] Heysemî, a.g.e., II, 808; Bûsirî, a.g.e., VII, 375; İbn Hacer, a.g.e., XII, 123; İbn Arrâk, a.g.e., I, 214.

[508] Heysemî, a.g.e., II, 808; Bûsirî, a.g.e., VII, 375; İbn Hacer, a.g.e., XII, 122; İbn Arrâk, a.g.e., I, 217.

[509] Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, VIII, 359; İbn Arrâk, a.g.e., I, 176; Şevkâni, el-Fevâidu’l-Mecmûa, III, 47.

[510] Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 810; Bûsirî, İthâfu’l-Mehera, VII, 376; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, XII, 126; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 217,218.

[511] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 54; İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, 28; Heysemî, a.g.e., II, 802; Bûsirî, a.g.e., VII, 373; İbn Hacer, a.g.e., XII, 117; İbn Arrâk, a.g.e., I, 213.

[512] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 62; Heysemî, a.g.e., II, 805; İbn Hacer, a.g.e., XII, 102; Bûsirî, a.g.e., VII, 369; İbn Arrâk, a.g.e., I, 217,218.

[513] İbn Arrâk, a.g.e., I, 223.

[514]İbn Arrâk, a.g.e., I, 222.

[515] İbn Arrâk, a.g.e., I, 225.

[516] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 222.

[517] İbn Arrâk, a.g.e., II, 229.

[518] Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 807; Bûsirî, İthâfu’l-Mehera, VII, 374; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, XII, 119; İbn Arrâk, a.g.e., I, 219,220.

[519] İbn Arrâk, a.g.e., II, 229.

[520] İbn Arrâk, a.g.e., I, 222.

[521] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 222.

[522] İbn Arrâk, a.g.e., I, 220.

[523] Deylemî, el-Firdevs, I, 89; İbn Arrâk, a.g.e., II, 225.

[524] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 167; Deylemî, a.g.e., II, 75; Taberânî, Mu‘cemu’l-Evsat, VI, 156; Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, I, 55.

[525] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, 38; Kudâî, a.g.e., I, 202; Taberânî, Mu ‘cemu’s-Sağir, II, 21; İbn Arrâk, a.g.e., I, 202; Şevkânî, el-Fevâidu’l-Mecmûa, 338.

[526] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., 24; Beyhakî, a.g.e., IV, 160; İbn Tûlûn, eş-Şezera, I, 232.

[527] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, II, 60.

[528] Cebrî, el-Müştehir, 46.

[529] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, 60; İbn Arrâk, a.g.e., I, 203; Şevkânî, a.g.e., 477.

[530] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., 26; İbn Arrâk, a.g.e., I, 203.

[531] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 262.

[532] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, 482.

[533] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, II, 170.

[534] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.

[535] İbn Arrâk, a.g.e., I, 223.

[536] İbn Arrâk, a.g.e., I, 220.

[537] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.

[538] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, 30; İbn Kayyım, el-Menâru’l-Münif, 122; İbn Arrâk, a.g.e., I, 203; Şevkânî, a.g.e., 475.

[539] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., 21; Deylemî, el-Firdevs, I, 46.

[540] Cebrî, el-Müştehir, 31.

[541] Cebrî, a.g.e., 46; Şevkânî, el-Fevâidu’l-Mecmûa, 1019.

[542] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 216.

[543] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, I, 538.

[544] İbn Tûlûn, eş-Şezera, I, 311; Ali el-Kârî, el-Esrâru’l-Merfûa, 208; Aclûnî, a.g.e., I, 481.

[545] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 290; Cebrî, a.g.e., 165.

[546] İbn Arrâk, a.g.e., III, 346.

[547] Deylemî, el-Firdevs, IV, 385.

[548] Ali el-Kârî, a.g.e., 244; İbn Tûlûn, a.g.e., I, 388.

[549] Ali el-Kârî, el-Masnû, 230; Aclûnî, a.g.e., II, 442.

[550] İbn Tûlûn, a.g.e., I, 586; Aclûnî, a.g.e., II, 72.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar