AKIL İLE İLGİLİ HADİSLERİN TESPİT VE TENKİDİ
Hazırlayan:
SAMİ KİLİNÇLİ
Yüce
Allah’ın insanlığa örnek olarak gönderdiği Hz. Peygamber’in hadisleri, İslam
Dininin doğru anlaşılması ve yaşanması için hayatî bir öneme sahiptir. Bununla
birlikte Hz. Peygamber’e izafe edilen ve hadis olarak aktarılan her rivâyetin
ona ait olmadığı bilinen bir husustur. Bu nedenle, sened ve metin tenkidi
yapılarak hadislerin sahih, zayıf ve uydurma olanlarının birbirinden ayrılması
oldukça önem arzetmektedir. Müslümanların düşünce ve yaşantılarında Hz.
Peygamber’e ait olmayan unsurların yer almaması için dînî anlayış ve
uygulamaların sahih hadisler çerçevesinde şekillendirilmesi gerekir.
Hadis
Ekolüne mensup âlimler başta olmak üzere Müslüman bilginler arasında aklın
önemi, değeri, fazileti gibi konularla ilgili hadislerin tamamının uydurma
olduğuna dair bir kanaat oluşmuştur. Hatta mevzûat sahibi müellifler “akılla
ilgili tüm hadislerin zayıf ya da uydurma” olduğunu bir kural olarak
zikrederler.
Biz de
buradan hareketle bu konudaki hadisleri ele almayı hedefledik. Gerek sahih
gerekse uydurma literatürde yer alan akıl ve akıl anlamına gelen kelimelerle
ilgili hadislerin sened ve metin tenkidini yaparak sahih, zayıf ya da uydurma
olanlarını tespit etmeye çalıştık.
Sami KİLİNÇLİ
ADANA-2007
BİRİNCİ
BÖLÜM
AKIL
KAVRAMI, KUR’AN VE HADİS İLMİ AÇISINDAN AKIL
1.1.
Aklın Sözlük ve Terim Anlamları
Akıl
kelimesi, üç harfli olan ve ikinci babtan “akale”, “ya’kılu” fiilinin
mastarıdır.[1] Aslı “akl” dır. Ancak Türkçe
“akıl” olarak telaffuz edilir.
Akıl;
“nuhâ” ve “hicr” kelimeleriyle eş anlamlı olarak kabul edilmiş, “ahmaklığın”
zıddı olduğu söylenmiştir.[2] “Keyyis”,[3]
ve “fehm”[4] anlamlarına da gelmektedir.
Türkçedeki “us” kelimesi de akıl ile eş anlamlı olarak kullanılmaktadır.[5] Akıl kelimesinin
taşıdığı temel anlamlar “yasaklamak”, “menetmek”, “durdurmak”,[6] “tutmak” ve “sıkıca
yapışmaktır”.[7] Ayrıca “bağlamak”, “ip”,
“diyet”, “kırmızı elbise”, “sığınak”,[8]
“kalb”, “ilacın karnı tutması”,[9] “dilin tutulması” ve “kadının
saçını bağlaması”[10] anlamlarına da gelmektedir.
İsfehânî[11] ve Gazâlî[12]
tarafından da “nûr” kelimesi akıl anlamında kullanmaktadır.
“Teâkale”
kişinin akıllı olduğunun açığa çıkması[13],
“ma‘kul” ise “sığınak” anlamında kullanılmaktadır.[14]
Zebidî: “Aklın muhkem olması, ahmaklığın zıddıdır.” demekte ve aklı “Kendisiyle
eşyanın sıfatlarının, iyisinin-kötüsünün, kemalinin- noksanının bilindiği bir
ilimdir.”[15] şeklinde tanımlamaktadır.
İbn Manzur,
“Akıl ilimdir, akıl kalptir, kalp te akıldır.”[16]
demekte ve “kendisiyle eşyanın hakikati üzerinde tasavvur ve tefekkürün
oluştuğu şey” olarak tanımlamaktadır.[17]
Akıl,
sahibini helak edici tehlikeli işlere karışmaktan koruduğu, men ettiği için
akıl diye isimlendirilmiştir. Görüş ve işlerini toplayan, nefsini kontrol
altında tutan ve hevaya uymaktan alıkoyan kişiye de akıllı kişi denir.17 [18]
Hadislerde
“diyet” ve “bağlamak” anlamlarında kullanılmıştır.[19]
Deveyi yanlış ve uygun olmayan şeylerden alıkoyduğu için devenin ayağına
bağlanan ipe de “i‘kâl” denmiştir.[20]
“Akaltu’l-Katîle”
diyeti ödedim anlamına gelmektedir.[21]
Diyete “akl” veya “ma’kule” ödemede bulunacak kimselere de “âkıle” denmesi, diyet olarak verilen
develerin
mağdurun veya velilerinin avlusuna getirilip “bağlanması” yahut ödenmesiyle
diğer tarafın intikam almasına “engel olunması” gibi mülahazalara
dayandırılmaktadır.[22]
Kur’ân ve
Sünnette “akl”ın terim anlamıyla ilgili açık bir tanım bulunmamaktadır.[23] Bundan dolayı akıl kavramı,
tarih boyunca değişik ilmî disiplinlere bağlı âlimler tarafından farklı
şekillerde tanımlanmıştır.
Akıl
konusunda ilk müstakil eseri yazan Muhâsibî (v. 243/857)’ye göre akıl: “Yüce
Allah’ın imtihan ettiği kullarını ölçüsünce muhatab aldığı, emir ve yasaklarda
bulunduğu, ceza ve mükafat va’dettiği, bir tabiat ve yetenektir. Bu tabiat
ancak kalbteki ve organlarda meydana getirdiği fiil ve tezahürleri ile bilinebilir. Herhangi bir renk,
koku ve cisim gibi durumlarla bilinemez.[24]
Mûtezili âlimlerden Câhız’a (v. 255/869) göre akıl, “İnsandaki anlama ve
kendisini
zararlı şeylerden koruma gücüdür”[25]
Ebû Mansur el-Mâturîdî (v. 333/944) aklın açık bir tanımını yapmamakla
birlikte onu,
“aynı nitelikte olanları bir araya toplayan ve ayrı nitelikte olanları ayıran
şey” olarak vasıflandırmaktadır. Bu açıklamasından anlaşıldığına göre Mâturîdî
aklı, varlıkları ve onlarla ilgili bilgileri tasnif ederek sonuçlar çıkaran ve
insana kıyas yapma gücü veren zihni bir alet olarak kabul etmektedir.[26]
Rağıb
el-İsfehânî (v. 499/1106) aklı, hem bilgi edinme yeteneği hem de elde edilen
bilgi olarak tanımlamakta ve Hz. Ali’nin “İki tür akıl vardır: Birincisi,
matbu‘, ikincisi ise mesmu‘dur. Nasıl göz görmediği zaman Güneş ışığı fayda
vermiyorsa, matbu‘ olmadığında da mesmu‘ fayda vermez.”[27]
dediğini nakletmektedir. Yine İsfehânî’ye göre dünyada akıl nuru ve Kur’ân nuru
olarak iki tane nur vardır.[28] Buna göre akıl, insanın önünü
aydınlatan bir nurdur.
“Aklı ruhun
dili ve tercümanı”[29] olarak tarif eden Gazâlî (v.
555/1111)’nin konuyla ilgili olarak görüşlerini şöyle özetleyebiliriz.
Aklın dört
manası vardır:
1.
İnsanın hayvanlardan ayrıldığı, teorik
bilgileri, sanatların ve teknik bilgilerin inceliklerini öğrendiği güç.
2.
Mümeyyiz çocukta ortaya
çıkan ve mümkünün imkânını, muhalin muhalliğini bilen ilimlere denir: İkinin
birden çok olduğunu, bir kişinin aynı anda iki yerde olamayacağını bilmek gibi.
3.
Çeşitli hal ve durumların
cereyanı ile tecrübelerden, deneyimlerden ve hayatın akışından elde edilen
ilimlere denir. Bundan dolayı deneyim ve tecrübelerle bilgi sahibi olmuş
-güngörmüş- ve şartların olgunlaştırdığı kişiye de akıllı denir. Kim bu şekilde
isimlendirilmez veya bu isimlendirilmeyi hak etmez ise o zaman “kara cahil” diye
isimlendirilir.
4.
İnsanda var olan bu
fıtratın işlerin sonuçlarını öngörecek kadar gelişmesine ve kişiyi geçici
lezzetlere sürükleyen şehvete uymaktan alıkoymasına, bu istekleri yok etmesine
denir. Bu kuvvete, yeteneğe sahip olan kişi akıllı diye isimlendirilir. Çünkü
bu kişi artık olayların, işlerin sonucunu öngörebilmekte ve şehvetlere, yanlış
tutku ve isteklere esir olmamaktadır.
Bu dört
özellikten birincisi; konunun esası, kökü ve kaynağıdır. İkincisi, birinciye en
yakın yan anlamdır. Üçüncüsü, ilk ikisinin yan anlamıdır; çünkü üçüncüsü, tabiî
yetenek -ğarîza- nazarî ve tecrubî ilimlerden faydalanır. Dördüncüsü ise en son
meyvedir
ki asıl büyük gaye de, amaç da budur. İlk
ikisi doğuştan (matbu’), diğer
ikisi ise
çalışma ile elde edilir, yani müktesebtir.30
Aklın
bunların dışında farklı tanımları da yapılmıştır. İbnu’l-Cevzî (v. 751/1351)
aklı: “Kalbe konulan, kendisiyle eşyaların, olayların hakikatının, caiz
olanların caizliğinin, muhallerin muhalliğinin ve işlerin sonucunun bilindiği
bir tabiat”[30] [31]
olarak tarif eder. Taftazânî (v. 793/1390): “Akıl, kendisiyle ilimlerin ve
kavramların (tasavvur ve idrak edilebilen şeylerin) anlaşıldığı, nefsin bir
kuvveti, kendisiyle bilinmeyenlerin, duyu organlarıyla algılanamayanların
vasıtalarla, işaretlerle, duyu organlarıyla algılanabilenlerin şahitlerle,
delillerle anlaşıldığı, idrak edildiği, kendisine yardımcı organlar sağlıklı
olduğunda zarûrî ilimlerin bilindiği bir yetenek ve tabiat[32]
derken; İbn Adiy (v. 816/1413) ise: “Akıl maddeden uzak, bağımsız ancak beden,
tedbir ve tasarrufla ilişkili olan bir cevher, kendisiyle hakkın ve bâtılın
bilindiği, kalpte bulunan bir nurdur, eşyanın hakîkatının kendisiyle bilindiği
bir şey ve duyu organlarıyla algılanamayan şeyleri vasıtalarla,
algılanabilenleri şahitler aracılığıyla bilen-idrak eden bir cevher olarak”
tanımlamakta ve yerinin kalb olduğunu belirterek aklın kendisine sahip olanları
yanlış işlerden alıkoyduğunu”[33] belirtmektedir. Fîruzabâdî,
(v. 817/1415) de İbn Adiy’ye yakın bir tanım yaparak aklı, “insanların zarûrî
ve nazarî ilimleri kendisiyle bildiği rûhânî bir nur olarak”[34] tanımlamaktadır.
Kelamcılar
aklın taksimi konusunda genel olarak uzlaşmışlardır. Mûtezile, Şia ve Ehl-i
Sünnetin çoğunluğuna göre akıl ikiye ayrılır:
1.
Garazî Akıl: Her insanda
doğuştan var olan ve insanın diğer canlılardan ayrılmasını sağlayan asıl
akıldır. Bu aynı zamanda deney ve düşünme yoluyla elde edilen bilgilerin de
esasını teşkil eder. Maturîdiyye ve Mûtezile’ye göre insanın Allah’ın varlığını
bilip tasdik etmekle yükümlü olmasının temel dayanağı da bu akıldır. Bu tür
aklın basit bir zekâdan peygamberlerin akıllarına kadar varan birçok derecesi
vardır. Buna Allah vergisi olduğu için mevhub, matbû, kuvve-i kudsiyye adları
da verilir.
2.
Mükteseb Akıl: Garazî aklın
kullanılmasıyla kazanılan akıldır. Sezgi, deney, düşünme ve öğrenim yoluyla
oluşan bu tür akla mesmû, müstefât ve tecrübî akıl, adı da verilir. Mükteseb
aklın gelişmesinde zekâ yanında sezgi, deney ve öğrenim büyük rol oynadığı için
bu nevi aklın verdiği hükümler farklıdır. İnsanlar arasındaki farklı düşünceler
de çoğunlukla bu noktada toplanır.[35]
Son dönem
âlimlerinden Elmalılı ise aklı; “Duyulardan hareketle duyular ötesini idrak
eden veya duyularla elde edilemeyen bilgiyi bizzat keşfeden idrak aleti” olarak
tanımlamaktadır.[36]
Yukarıda naklettiğimiz
bilgilerden de anlaşıldığı gibi, İslâm âlimleri, Allah’a karşı sorumluluğun
temel şartının akıl olduğunu, her insanın sahip olduğu matbu‘ aklı mükteseb
hale getirerek, varlıkları ve ilimleri anlayıp sınıflandırabileceğini ve kalbte
bulunan bu yetenek sayesinde kendisini yanlış davranışlardan koruyabileceğini
ifade etmişlerdir.
Kur’ân-ı Kerim’e göre insanı insan yapan,
onun her türlü aksiyonlarına anlam kazandıran ve ilahi emirler karşısında
insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan akıldır. Kur’ân’da
akıl kelimesi, biri geçmiş (mâzî) (Bakara, 2/75), diğerleri geniş zaman
(muzârî) kipinde olmak üzere 49 yerde fiil olarak geçmektedir. Bu âyetlerde
genellikle “akletme”nin yani, aklı kullanarak doğru düşünmenin önemi üzerinde
durulmuştur.[37] Kur’ân’da aklı muhatap alan
âyetlerin sayısını 700’e kadar çıkaranlar olmuştur.[38]
[39] [40]
[41] [42]
[43] ı_\39 40 41 42 43
Kur’ân’da
geçen, lüb (ulu’l-elbab) , nuhâ, hicr, fehm ve hikmet , ebsâr , tedebbür,[44] rüşd ve kalb[45] kelimelerinin de akıl anlamlarında
kullanıldığı belirtilmektedir.[46]
Kur’ân’da
“akl” fiili, “anlama”, “idrak”, “ilim”, “hayrı ve şerri ayırt etmek” ve
“kişinin kendini yanlış davranışlardan uzak tutması” anlamında
kullanılmaktadır. Bu durum bize Kur’ân’daki aklın sırf nazarî, mücerret akıl
anlamında değil, kişiyi hayır işlemeye yönlendiren, kötülükten uzaklaştıran
amelî, işlevsel, pratik bir akıl olduğunu açıklamaktadır. Kur’ân’daki akıl;
ilim ve ameli birleştiren bir akıldır.[47]
Ayrıca
ilgili ayetlerde akl kelimesinin genellikle şu iki anlamda kullanıldığını
görürüz: Birincisi, bir manayı anlamak, idrak etmek, tefekkür ve bilgi olarak
ihtiyaç hissedildiğinde onu hatırlamak için hıfz etmek, hak ve batılı, hayır ve
şerri tefrik edebilmek; ikincisi ise birincisinin neticelerinden hareketle
nefsi kendi zararına ve helakine sebep olabilecek olan suflî arzularında
alıkoymaktır. Birincisine: İlmî akıl, ikincisine: İradî akıl denilmiştir.[48]
“Onlar
(kâfirler ve münafıklar) sağır, dilsiz ve kördürler, bu yüzden (gerçeği görüp
hakka) dönmezler” (Bakara, 2/18) örneğinde olduğu gibi Allah’ın kafirleri
akılsızlıkla zemmettiği bütün âyetlerde kastedilen mesmû‘ akıldır.[49] Yani onlar doğuştan bir matbu‘
akla sahip olmakla beraber bu akıllarını çalıştırıp, onunla kendilerini
geliştirmez, iyiye, doğruya sevk etmezler. Kur’ân’ın eleştirdiği akıl, fıtratı
ihlal eden, onu koruyup geliştirmeyenlerdeki mesmu‘ akıldır.[50]
Akl
kelimesinin Kur’ân’da isim olarak hiç geçmemesi dikkate değer bir husustur.
Ayetlerde bu kelimenin devamlı ve sadece fiil olarak yer alması bu kelimenin
dinamik ve uygulama alanına sahip olduğunu belirtmektedir. Ayetlerde sürekli bu
kelime ile olan, olması gereken veya olması gerektiği halde yapılmayan bir
faaliyete, etkinliğe işaret edilmiş olmaktadır.
Akl
kelimesinin fiil şeklindeki türevlerinde yer aldığı bütün âyetlerde dikkatimizi
çeken ilk şey, bu kelimenin daima olumlu bir uygulamayı temsil etmesidir.
Eğer bu
kelimenin fiil halindeki türevlerini “aklı kullanmak” veya “aklı harekete
geçirmek, etkinleştirmek” şeklinde tercüme edecek olursak, ilgili âyetlerde
“aklı kullanma” faaliyetinin hiçbir şekilde olumsuz, sakınılması gereken veya
istenmeyen bir fiil anlamında kullanılmadığı anlaşılmaktadır.[51]
1.2.1.
Akıl ile İlgili Ayetlere Muhatap Olanlar
Kur’ân’daki
akletmeyle ilgili âyetlere baktığımızda muhatapların Hz. Peygamber,
Müslümanlar, Ehl-i Kitab, Yahudi âlimler, müşrikler ve bazı âyetlerde herhangi
bir ayrım yapılmadan tüm insanlık olduğunu görebiliriz. Akılla ilgili âyetlerin
muhataplarını ayrı ayrı incelediğimizde, bunların muhatap alınma sebeplerini,
amaçlarını, akletmemelerinin dünyevî ve uhrevî açıdan getirdiği sonuçlarını şu
şekilde sınıflayarak ele almak mümkündür:
Kur’ân’daki
akletmeyle ilgili âyetlere baktığımızda bunların büyük kısmının Kur’ân’ın nazil
olduğu toplumun genelini oluşturan, Hz. Peygamber’e karşı fikrî ve askerî
açıdan en fazla muhalefet eden müşrikler olduğunu görmekteyiz.
Müşrikler,
akletmeyle ilgili âyetlerde: “Akletmeyip ve hidâyete ermeyen atalarına tabi
olmaları”, “hakikate karşı sağır, dilsiz ve kör bir tavır takınmaları”, “kendi
uydurdukları inanç ve uygulamalarını Allah’a isnat ederek ona iftira atmaları”,[52] “yalan yere şahitlik
yapmaları”, “şirke girmeleri”, “ana babaya iyilik etmemeleri”, “fakirlik
korkusuyla çocuklarını öldürmeleri”, “kötülüğün açığına ve gizlisine
yaklaşmaları”, “haksız yere cana kıymaları”, “Hz. Peygamberin misyonunu ve
tebliğ ettiği vahyin hakikatini anlamamaları”, “göklerdeki ve yerdeki
âyetlerden, helak edilen toplumların akîbetlerinden, içinde öğüt bulunan
Kur’ân’dan ders almamaları”,[53] “Yeryüzünde insanları,
dolayısıyla kendilerini yaratıp çoğaltanın Allah olduğunu”, “sadece onun
huzurunda toplanacaklarını kabullenmemeleri”, “yaşam ve ölümden, gece ve
gündüzün birbiri ardınca gelmesini sağlayanın Allah olduğunu anlamamaları”,
“ölüp toprak ve kemik yığını olduktan sonra diriltilmeyeceğiz” ve anlatılanlara
“geçmiştekilerin masalları” demeleri,[54]
“Allah’ın varlığını, her şeyin sahibinin O olduğunu bildikleri halde hakikate
teslim olmamaları”, “kendilerine verilen imkânların, dünya hayatının geçim
vasıtası ve süsü olduğunu”, “hayırlı ve kalıcı olanın Allah katında olanlar
olduğunu anlamamaları”, “gökleri ve yeri yaratan, güneş ve ayı buyruğu altında
tutan, gökten suyu indirip ölümünden sonra tabiatı canlandıranın Allah olduğunu
bildikleri halde Allah’a hamd etmemeleri”, “dünya hayatının bir oyun ve
eğlenceden ibaret olduğunu, asıl hayatın ahiret hayatı olduğunu
kavrayamamaları”[55], “nasıl bir köle ile efendi
eşit olamıyorsa, Allah ile kulun da eşit olamayacağını ve şirkin yanlışlığını
fark edememeleri”, “hiçbir şeye sahip olmayan, güçleri yetmeyen ve akledemeyen
putları şefaatçi edinmeleri”, insanın yaratılış ve yaşam aşamalarını
düşünmemeleri ve kendilerine anlatılanlara kulak vermemeleri ve bunları
akletmemeleri”[56] gibi sebeplerle
eleştirilmişlerdir.
Kur’ân-ı
Kerim’de genelde tüm müşrikler ve inkarcılar, özelde Ad ve Semud kavimleri ile
Firavun gibileri ise isim verilerek akletmemekle eleştirilmişlerdir. Bunlar,
“şirke inanmaları”, “günahkâr bir hayat yaşamaları”, “kendilerine gönderilen
ilâhî mesajları ve peygamberleri inadına inkâr etmeleri”, “mûcize istemeleri”,
“Hz. Hud’a ‘Seni ilahlarımız çarpmış’ demeleri”, “zorbalara itaat ederek
onların yolundan gitmeleri”, “şirkte ısrar etmeleri”, “Allah’ı, Rasulü ve
mûcizeleri inkar ederek insanlara zulmetmeleri” ve “peygamberlerini tehdit
etmeleri” gibi sebeplerden dolayı eleştirilmişlerdir.[57]
Aslında tüm
bu eleştiriler müşriklerin İslâm dininin arzuladığı birey ve toplum modelini
kabul etmemelerine yönelik tenkitlerdir.
Müşriklerin
bu konularda eleştirilmelerindeki amaç ise: Yukarıdaki âyetlerde geçen tüm
olumsuzluklardan kurtulmaları için özeleştiri yapmaları, kevnî, afakî ve enfüsî
âyetleri tefekkür ederek şirkten kurtulup sadece Allah’a kul olmaları, helak
edilen toplumların akîbetlerinden ders almaları,[58]
inandıklarını söyledikleri Allah’a tam ve hakkıyla iman edip ona teslim
olmaları, pratik yaşantılarından ders çıkararak şirkten tevhide ulaşmaları,
insanın yaratılış ve yaşam aşamalarını düşünerek Allah’a ulaşmaları ve
gelecekte Cehennem’deki hallerini düşündürerek hidâyet bulmalarıdır.[59] Başka bir deyişle akıllarını
bir türlü hakkıyla kullanamayan müşrikler çok farklı gerekçelerle uyarılarak,
Kur’an’ın beraberinde getirdiği Müslüman birey ve toplumun kurulması
arzulanmaktadır.
Müşriklerin
akletmemelerinin dünyevî sonucu olarak ilgili âyetlerde şunlar
bildirilmektedir: “Şirke girmek”, “Allah’ı hakkıyla takdir edememek”,
“ataları körü körüne taklit”, “kevnî ve enfüsî âyetlerden, geçmiş kavimlerden
ders almamak”, “günahkâr bir hayat yaşamak”, “çobanın bağırıp çağırmasından
başka bir şey işitmeyen hayvanlara benzetilmek ve o konuma indirgenmek”,
“Kur’ân’a inanmamak”, peygambere “mesajı değiştir” demek, “zalim”, “sağır”,
“kör ve kendilerine zulmedenler olarak isimlendirilmek”, “Allah’a iftira
atmak”, “atalar dinine tabi olmak”, “Allah’ın kendilerini murdar kılması ve
helak olmayı beklemek”,[60] “kalp ve kulakların görevini
yapmaması”, “kalbin körleşmesi”, “düşünmeme”, “müşrik atalarla aynı mantığı
paylaşma”, “Allah’a inandıkları halde inadına peygamberi inkar etmek”, “zalim
olarak isimlendirilmek”, “Allah’ın yardımından mahrum kalmak”, “peygamberin
onlardan yüz çevirmesi”, “kendi kendilerine şefaatçi uydurmaları”, “azapla
tehdit”, “Kitabı ve Rasulü inkar”, “azaba uğrama ve helak edilme”.[61]
Müşriklerin
akletmemelerinin uhrevî sonucu olarak ise ilgili âyetlerde şunlar
bildirilmektedir: “Cehennem azabına uğramak”, “azabı görünce gerçeği anlamak”,
“ahirette birbirleriyle tartışma”, “putların kendilerine tapıldığını inkâr
etmeleri yani ilahlarının müşriklerin kendilerine taptıklarını reddederek
onları inkâr ederek onlardan uzaklaşmaları”, “müşriklerin Cehennem’e
girmeleri”, “her türlü yardımdan mahrum bırakılarak, demir halka ve zincirlerle
Cehennem’e sürüklenerek, kaynar su ve ateşle azaba uğrama”, “Cehennem’de
gerçeği anlayınca kendi kendilerini kınama, pişmanlık, suçlarını itiraf” ve
“Allah’ın rahmetinden mahrum kalarak azaba uğramaktır.”[62]
1.2.1.2.
Ehl-i Kitab ve İsrailoğulları
Kur’ân
vahyi ve dolayısıyla Müslümanlar, Ehl-i Kitabla yani Yahûdî ve Hristiyanlarla
özellikle Medîne döneminde muhatap olmuştur. Ehl-i Kitabın çok az bir kısmı
akıllarını doğru yönde kullanarak önyargılarından kurtulmuş ve Müslüman
olmuştur. Geneli ise akıllarını doğru kullanmadıkları ve önyargılarına saplanıp
kaldıkları için İslam’a inanmamışlardır.
Bu inanmayan
genel kitle ilgili âyetlerde: “Ayetleri az bir pahaya satmaları”, “hakla batılı
karıştırıp hakkı gizlemeleri”, “insanlara iyiliği emrederken kendilerini
unutmaları”, “Allah’ın emrini yerine getirmede gevşeklik göstermeleri”,
“anladıktan sonra Allah’ın kelâmını tahrif etmeleri”, “dünya malına düşkünlük
göstermeleri”, “delilsiz bir şekilde ‘Biz bağışlanacağız’ diyerek
bağışlanacaklarını iddia etmeleri”, “kitabı okudukları halde Allah hakkında
yalan yanlış konuşmaları”, “ahireti ihmal ederek, Münafıkça davranarak
Müslümanları kandırmak istemeleri”, “inadına batılı savunmaları”, “bilgileri
olmayan konularda tartışmaları”, “İslam’ı, namaza çağrıyı alay ve eğlence
konusu yapmaları”, “korkaklıkları”, “kendi aralarında parçalanmaları”, “düşmana
karşı korkak davranırken kendi aralarında cesaretle savaşmaları” ve
“hareketlerinde müşriklere benzemeleri” gibi sebeplerden dolayı akletmemekle
eleştirilmişlerdir.[63]
Bunların
eleştirilmelerinden elde edilmek istenen amaç ise, “Aklederek kendi
yanlışlarının farkına varıp gerçeğe ulaşmaları” ve “gerçeği kabul etmeleri”,
“Ehl-i kitabın gerçek yüzünü ortaya koyarak Müslümanların onlara karşı doğru
tavır belirlemelerini sağlamaktır.”[64]
Akletmemelerinin
dünyevî açıdan sonucuna gelince; “İnsanlara öğüt verirken kendilerinin günahkâr
bir yaşama devam etmeleri”, “”kalplerinin katılaşarak taştan bile daha katı
olması”, “Münafıkça davranmak”, “bile bile yanlışı, bâtılı savunmak” ve “bâtıl
bir yaşam sürmek” , “diğer inançlara saygı göstermemek”, “onu alay ve eğlence
konusu yapmak”, “Müslümanlardan intikam almaya çalışmak”, “akletmeyen bir
toplum” ve “fasık olarak isimlendirilerek yenilgi ile tehdit edilmektir”.[65]
Akletmemelerinin
uhrevî açıdan sonucu ise: “Kendilerini düzeltmedikleri takdirde azaba
uğramadır”.[66]
Akletmeyle
ilgili aşağıda ele alacağımız âyetlerde ise Yüce Allah herhangi özel bir
toplumu değil tüm insanlığı muhatap almaktadır. İlgili âyetlerde akledilmesi,
üzerinde düşünülmesi istenen âyetler genel olarak her insanın gözü önünde her
gün ve her an cereyan etmekte olan kevnî âyetlerdir.
İlgili
âyetlerde ön plana çıkan ve üzerinde akledilmesi istenen konular: “Göklerin ve
yerin yaratılması”, “gece ile gündüzün arka arkaya gelmesi”, “gemilerin denizde
yüzmesi”, “yağmurla ölü haldeki toprağın canlandırılması”, “canlıların
yaratılması”, “dünyaya dağılmaları”, “rüzgârlarla bulutların yönlendirilmesi”,
“dünya, yağmur ve tabiat üzerinde düşünerek Allah’a ulaşma”, “insanların
anlaması, akletmesi için Kur’ân’ın Arapça indirilmesi”, “helak edilen
toplumlardan ders alınması”, “insan”, “uzay”, “hayvanlar” ve “tüm kevnî
âyetleri düşünerek, Allah’a ulaşarak şirkten uzaklaşma”, “yağmur örneğiyle
tekrar dirilişi anlama”, “bal arısı”, “insanın yaratılması”, “ihtiyarlaması” ve
“ölüm üzerinde düşünerek Allah’a ulaşma”, “örümcek örneği ile Allah’tan
başkasının veli edinilemeyeceği”, “gökler”, “yer”, “kevnî âyetler”, “dillerin
ve renklerin farklılığını”, “insanın kendi biyolojik gelişme ve gerilemelerini
düşünerek Allah’a ulaşması”, “Şeytan’ın düşmanlığını bilip sadece Allah’a
kulluk”, “eski toplumlar gibi Şeytan’a uymamak” gibi konulardır.[67]
Bu
konuların düşünülmesinden, akledilmesinden elde edilmek istenen amaç ise
İnsanların akıllarını işlevsel hale getirerek akleden bireyler olmaları ve
akleden toplumlar oluşturmaları, inşa etmeleridir.
Yukarıda
ele almış olduğumuz âyetlerde kevnî âyetler ön plana çıkmaktadır. Bununla
ilgili olarak Elmalılı şöyle demektedir: “Âyet, apaçık işaretler ve kesin
deliller karşısında ciddi olarak hiçbir söz söyleme ihtimali bulunmayan
mu’cize-i bahira demektir ki, Kur’ân âyetlerine, âyet denilmesi de bu mânâ ile
ilgilidir. Demek ki Allah Teâlâ’nın iki türlü ayeti vardır: Birisi, tabiat
kitabı ve bu kitabtaki fiîlî ayetler, diğeri de Kur’an’daki sözel ayetlerdir.
Bunların ikisi de Yüce Allah’ın sıfatlarına ve iradesinin tecellilerine delâlet
ettiklerinden dolayı âyet diye isimlendirilmişlerdir. Bu iki kitabın ayetleri
birbirinin açıklamalarıdır. Gerçek marifet, Kur’an’daki ayetlerle tabiattaki
ayetleri okuyup anlayarak, bunlardan Yüce Allah’ın zât ve sıfatını anlamak ve
anladıktan sonra O’nun kanunlarına, emirlerine uymak, sırât-ı müstakim üzere
yaşamak ve kendisi râzı olan ve kendisinden râzı olunan makamlarını elde ederek Allah’a
kavuşmaktır.
Bu âyetlerde, keşfedilen ve henüz keşfedilmemiş nice ilimlerin konu ve gayeleri
vardır. Bunu, en basit bir akıl duyar ve en yüksek akıllar bunda ebedî bir
gayeyi inceleyerek bunlara şahid olur. Sonuç olarak hiçbir akıl bu karardan dışarı
çıkamaz.”[68]
Bu
konuda Mevlüt Güngör ise: “Yüce Allah’ın üç türlü âyeti vardır: Bunlardan birincisi,
Kur’ân’ın kendi âyetleri; ikincisi, Yüce Allah’ın peygamberleri eliyle
gösterdiği mucizeleri; üçüncüsü ise kendimiz de dâhil olmak üzere, tabiatta ve
kâinatta gördüğümüz canlı cansız bütün varlıklar, olaylar ve oluşumlardır.
Kâinat kitabı, insan ve Kur’ân kitabı birbirinin tefsiridir. Bu kitabların
muhatabı insandır ve bunlar insan için yaratılmıştır. Bu üç kitap bizi tek
kapıya yönlendirir. O da bizleri yaratan Allah’tır. Her satırı, her cümlesi,
her kelimesiyle onlar O’nun güç ve kuvvetini, sanatını ve marifetini seslendirirler, ortaya koyarlar. Sınırsız, uçsuz bucaksız bir kâinat kitabı ve
bir o kadar da
ilgi çekici insan kitabı ve bütün bunların tercümanı olan Kur’ân. Bu birbirinin
açıklayıcısı ve tamamlayıcısı olan bu kitaplar aynı müellifin elinden çıktığı
için aralarında herhangi bir zıtlık olması da mümkün değildir.
Yüce
Allah’ın bütün bu kitaplarından ve âyetlerinden hakkıyla ders almamız için her
türlü âyetler üzerinde düşünmemiz, kafa yormamız ve araştırma yapmamız
istenmektedir. Bu araştırmaları yapacak âlimlere de ihtiyacımız vardır.
Kur’ân’da 750 civarında kevnî âyet var olup Kur’ân’ın 1/6’ını kadarını teşkil
ettiği dikkate alınacak olursa bu ihtiyaç daha iyi anlaşılacaktır.”[69] demektedir.
İlgili
âyetler ve yukarıda naklettiğimiz görüşler bizlere Kâinat kitabının dilini
öğrenmemiz ve bu kitab üzerinde yoğunlaşmamız gerektiğini bildirmektedir.
Konuyla
ilgili âyetlerin bir kısmında ise Müslümanlar “Akletmiyor musunuz? ” diyerek
doğrudan muhatap alınmakla birlikte, bir kısmında ise “akletmeyenler” olarak
vurgulanan diğer insanların halinden ders çıkartmaları istenmektedir.
İlgili
âyetlerde anlatılan konuları Müslümanların akletmelerinin istenmesindeki amaç, “anladıktan sonra bile bile Allah’ın kelamını tahrif eden Yahudilerin
inanacaklarını
ummamaları”, “aile hayatı, boşanma ve sonrası gibi hassas konular dâhil tüm
konularda dengeli bir davranış göstererek vasat ümmetlikten (dengeli bir duruş
ve yaşamdan) ayrılmamaları”, “Müslüman olmayanları velî edinmemeleri” ve
“onların gerçek yüzlerini tanımaları”, “akletmeyen ve en değersiz varlık
durumuna düşen müşrikler gibi olmamaları için dikkatli olmaları”, “Allah’ın hiç
kimseye gücünün üstünde sorumluluk yüklemeyeceğini”, “aile içi ve dostlar arası
ilişkilerle ilgili koymuş olduğu emir ve yasakları iyice anlayarak
uygulamalarıdır.”[70]
Müslümanların,
ilgili âyetlerde ön plana çıkartılan konuları akletmemelerinin dünyevî açıdan
sonuçları “kendilerine yapılan uyarıları düşünüp, dikkate almazlarsa düşmanları
tarafından aldatılacakları”, “mutlu bir toplum kuramayacakları”, “düşmanları
tarafından zarara, sıkıntıya uğratılacakları” ve “akletmeyen müşriklerin
konumuna düşecekleri”[71] olarak ifade edilmektedir.
Müslümanların
akletmemelerinin uhrevî açıdan sonucu ise Şeytan’a tabi olunduğunda ve eski
toplumlardan ders alınmadığında Cehennem’e girecek olmalarıdır.[72]
Kur’ân-ı
Kerim’de Müslüman olan bedevîler “âdap ve erkânı bilmemek ve bunlara riâyet
etmemekle eleştirilerek”, akletmemelerinin sonucunun “sabırsız olmak ve günah
kazanmak olduğu vurgulanmaktadır”.[73]
Bu ayette akletmemek
Hz.
Peygamber ilgili hiçbir âyette akletmemekle eleştirilmemiştir. İlgili âyetlerde
akletmeyenler Müşrikler olmakla birlikte bu âyetlerde “Aklını kullanmayan
müşrikler inanmıyorlar diye kendini paralama, sen insanları zorlayamazsın ” buyurularak
Hz. Peygamber’i teselli etmek ve ona kıssalar yoluyla öğüt ve moral desteği
vermektir.[74]
Genel
olarak konuyla ilgili tüm âyetlere ve muhatap olanlara baktığımızda hakkıyla
akletmemenin, aklı işlevsel hale getirmemenin, tüm insanlığın ortak problemi
olduğu anlaşılmaktadır. Bu problemin halledilmesi için her insanın Yüce
Allah’ın kendisine verdiği başta akıl olmak üzere tüm yeteneklerini
geliştirmesi gerektiği, geliştirilmeyen yeteneklerin köreldiği ve hatta
mühürlendiği[75] ve bu şekilde kişiden geri
alındığı ve alınabileceği anlaşılmaktadır.
Konumuzla
ilgili bazı âyetler daha ilgi çekicidir. Bunlardan birincisi, “O, akıllarını
kullanmayanları murdar (rics) kılar. "âyetidir.[76]
Bu âyetle
ilgili olarak Taberî (v. 310/923): “Rics, azap, kızma, öfkelenme ve gazaptır.
Yüce Allah, tevhid, nübüvvet ve şirkin batıllığı ile ilgili delilleri
düşünmeyen müşriklere kızdı ve öfkelendi.”[77]
derken, İbn Kesir (v. 774/1373) ise “Bu kafa karışıklığı ve dalâlettir.”[78] demektedir.
Elmalılı
(v. 1360/1942) bu âyeti “Ve akıllarını hüsn-i istimal etmeyenleri o pislik
içinde bırakır” şeklinde çevirmiştir. Seyyid Kutub (v. 1385/1966) da bu
âyeti “Allah aklını kullanmayanları en yüz kızartıcı iğrençliğin kucağına
atar” şeklinde benzer şekilde anlamıştır. “Akıllarını düşünmekten
alıkoyanlar, pisliğe bulaşmış kimselerdir. Ayet-i Kerimede geçen “rics” kavramı
soyut pisliklerin en kötüsüdür. İşte onlar kendi duygularını düşünmekten ve
muhakeme etmekten alıkoydukları için bu pisliğin kucağına atılacaklardır. Çünkü
onlar, bu eylemleri neticesinde yalanlamaya, nankörlüğe ve inkâra
kalkışmışlardır.”[79] [80]
Mevdûdî (v. 1399/1979): “O, akıl erdiremeyenlerin üzerine iğrenç bir pislik
bırakır” şeklinde meallendirerek “Cehalet, dalâlet, bâtıl düşünce ve
davranışın pisliğini hakikati aramayan, onda sebat etmeyen, önyargıları
yüzünden akl-ı selimini gereğince kullanamayan yahut aklını hakikatı arama
cihetine yönlendirmeyen kimse üzerine bulaştırır. Böylelerinin hak ettiği sonuç
budur.” 80 demektedir.
Ömer Nasuhi
Bilmen ise aynı âyeti: “O, murdarlığı akilâne düşünmez kimselerin üzerine
kılar. ” şeklinde meallendirerek: “O, her şeyi hikmetle yaratan Yüce Allah,
azâbı, hakarete sebep olan rezilliği Cenab-ı Hakkın kendisine verdiği aklı,
fikri, irade kuvvetini güzelce kullanmayarak irâdesini, küfür, isyan ve günah
yönünde kullanan kimselerin üzerine kılar, onları hidâyetten mahrum bırakır ve
sonsuz azaplara uğratır.”[81] demektedir. Muhammed Esed (v.
1412/1992) ise aynı âyeti: “Aklını kullanmayanlara alçaltıcı,
bayağılaştırıcı (inançsızlığı) musallat eden odur. ” şeklinde
meallendirmektedir.
Yukarıda
naklettiğimiz görüşlerden de anlaşıldığı gibi Yüce Allah akıllarını hakkıyla
kullanmayanlara kızmakta, onları kafa karışıklığı, cehalet, dalâlet, bâtıl
düşünce ve davranışların içinde bırakmaktadır. Bu ise insanın dünya hayatında
düşebileceği en aşağılık bir durumdur ki bu da akletmemenin dünyevî bir sonucu
ve cezasıdır.
Konumuzla
alakalı olarak ele almış olduğumuz Bakara, 2/171, Enfal, 8/22 ve Furkan, 25/44
âyetlerinde akletmeyenler, düşünmeyenler, akıllarını fonksiyonel hale
getirmeyip Allah’ın kendilerine verdiği duyu organlarını hakkıyla
kullanmayanlar “Allah katında hayvanlar ve canlıların en kötüsü” olarak
isimlendirilmektedirler.
Bu
âyetlerle ilgili olarak âlimler: “Bunlar yaratıkların en şerlileridir. Çünkü
bunların dışındaki tüm yaratıklar yaratıldıkları konuda Allah’a itaat
etmektedirler. Bunlar Allah’a ibadet, kulluk için yaratıldıkları halde
küfrettiler ve bundan dolayı da hayvanlara benzetildiler. [82]
Onların durumu devenin, eşeğin, koyunun durumu gibidir ki sen onlara bir şey
söylesen sadece sesini duyarlar, ne dediğini bilmezler. Kâfire de aynı şekilde
bir hayrı emretsen, bir şerri nehyetsen veya nasihatta bulunsan senin ne
dediğini akletmez, sadece sesini işitirler.[83]
Onlar dünya’da sağır ve dilsiz değillerdi. Fakat kalpleri sağır, dilsiz ve kör
oldu.[84] Onlar hakkı dinleme, ona kulak
verme, anlama ve konuşma konusunda sağır, dilsiz ve kör bir tavır
takınmışlardır.[85] demektedirler.
Yüce Allah
onlar da gerçek, sahih anlayış ve yönelmenin olmadığını, şâyet onlarda
anlamanın olduğunu farzetsek, Allah onlara âyetleri işittirse bile onlar
âyetleri anladıktan sonra inadına ve kasden yüz çevirirlerdi.[86] Bunlar inadına, bile bile
inkâr edenlerdir. Bundan dolayı da hakka teslim olmamaktadırlar.
Bunlar
kulağı varken duymayan, dili olup da hakkı söylemeyen sağır ve dilsizlerdir ki
akıllanmaz, gerçeği idrak edemezler. Kulak yok, dil yok, akıl yok bu durum
hayvanların içinde bulundukları haldir. Var, fakat hakka gelince yok. Bu
durumda olanlar hayvanlardan daha aşağı bir konumdadırlar. Bunlar Yüce Allah’ın
kendilerine verdiği yetenekleri iptal ettikleri için hem kendi cinslerine hem
de tüm varlıklara karşı en zararlı varlık konumundadırlar ve kendilerinde hayır
namına hiçbir şey yoktur.[87]
İşte
böyleleri için Yüce Allah, Yunus, 10/42’de Nebîsi Muhammed (a.s.)’a: “Kendisiyle
akletmeyecek bile olsalar onlara sen mi kulak yaratacaksın yoksa ben mi?” buyurmaktadır.
Bu, Allah’ın kullarına imanı ulaştırmanın başkasının değil kendi elinde
olduğunu haber vermektedir. Yüce Allah, Nebisine “Ey Muhammed! Sen, kendini
işitmekten alıkoyan birine işittirmeye güç yetiremezsin. Aynı şekilde sen,
emrimi ve yasağımı kalben uzak duran kişiye anlatmaya da güç yetiremezsin.
Çünkü ben, o iman etmeyecek diye onu mühürledim.”, Yunus, 10/43’de de “Ey
Muhammed! Onlar senin çabanı, amellerini görüyorlar, fakat inanmak
istemedikleri için onlara işittiremez, duyuramazsın. Yüce Allah bu âyeti
Rasûlunü teselli etmek ve rahatlatmak için zikretmiştir.[88]
Yukarıdaki
âyetlerden ve yorumlardan da çok net bir şekilde anlaşıldığı gibi kişinin hakkı
tam olarak anlaması, inanması ve yaşaması için öncelikle önyargılarından
kurtulması, hakikati arama konusunda çaba göstermesi, duyu organlarını,
kognitif yeteneklerini hep birlikte ve dengeli bir şekilde kullanması, Yüce
Allah’ın her duyumuza hitab eden yazılı ve yazısız âyetlerini bihakkın
akletmesi gerekmektedir. Bu şekilde bir çabaya girmeyip inadına bâtılda
oyalanmaya devam edenler, hakikate karşı kör, sağır, dilsiz ve duyarsız
kalanlar yaratılış amaçlarının dışına çıktıkları, kendilerine verilen
yetenekleri kullanmadıklar, geliştirmedikleri için gerçek anlamda insan olma
hüviyetinden soyutlanarak kendilerini hayvanlar derecesine hatta daha aşağı bir
konuma kendi iradeleriyle atmaktadırlar.
Yüce Allah,
Kur’an’da pek çok ayette[89] âyetlerinde ve başka pek çok
âyetlerde insanın kendi yaratılışı, vücudu, tabiatta ve evrende olan olayları,
tarihte helak edilen toplumları düşünerek kendi varlığını, birliğini, gücünü
anlayarak sadece kendisine kul olmasını emretmektedir
Akıl,
şahitler vasıtasıyla gaibin bilindiği bir cevher[90]
ve en önemli fonksiyonuda realiteden malzeme alarak bilgi üretmek[91] olduğuna göre Yüce Allah’ın
her türlü âyeti arasında gerekli bağlantıları kurmamız, bilgi ve salih amel
üretmemiz gerekmektedir.
Hulûsî
Arslan’ın kaydına göre: “Kadı Abdulcebbar bu konuyu el-Muhît bi’t- Teklif
adlı eserinde ‘el-istidlâl bi’ş-şâhid ale’l-gâib’ prensibini ileri sürerek ele
almaktadır.”[92] Bununla ilgili olarak İbrahim
Emiroğlu ise: “Kur’ân insanın öncelikle şu üç konuda akıl yormasını düşünüp
araştırma yapmasını teşvik etmiş teşvikin de ötesinde “tefekkür” adına farz
kılmıştır. Bunlar: İnsan nefsi, tabiat ve tarihtir.”[93]
Allah’ın
kitabını, âyetlerini, işaretlerini anlamanın aklı kullanma ile doğrudan ve
olumlu bir şekilde birbirine bağlı olduğunu gösteren birçok âyet vardır.
Kitabın, âyetlerin ve kâinatın sırları ancak aklın işletilebilmesiyle
çözülebilecektir. Aklın işletilmemesi halinde insanın Allah’ın kudretini fark
etmesinden değil onu sadece bilinçsiz bir şekilde ifade etmesinden
bahsedilebilir. Oysa Kur’ân “hayatın da, ölümün de ‘beyyine’ üzerine
oturmasını”[94] istemektedir. Kur’ân’da çok
yerde geçen “beyyine”, “akıl ve idrakin işletilmesiyle elde edilen açık kanıt”
demektir. O halde Kur’ân’da istenen iman, beyyine üzerine oturan yani akılla
kucaklaşan bir imandır. Akla sırt çeviren iman, Kur’ân’ın tasvip ettiği,
onayladığı bir iman değildir.[95]
İman söz
konusu olduğunda aklî melekeyi tam anlamıyla kullanma öncesi bir alt basamak
olan irade iyi ya da kötü yönde harekete geçmektedir. Bu iradenin iyi ya da
kötüye yönelmesinin hemen peşinden aklı kullanma devreye girmektedir. Bunun
için önyargıdan kurtulmalıdır.
Allah
inancına varmada iki unsur ortaya çıkmaktadır: Birincisi insana, ikincisi
Allah’a aittir. Aklın sınırında derin düşünme, zihni mutlak varlık karşısında
sıçratma cehdi insana aittir. Zihnin bu sıçraması ile Allah inancına varma
Allah’ın takdirine bağlıdır. Allah’ın takdirini kulun fiiline göre kullanması
onun mutlak bir varlık olmadığı yani kendisini dışa göre ayarladığı, kula bağlı
olduğu anlamına gelmemelidir. Allah’ın takdiri insanın tutumu ile ilgilidir.
Buradaki takdiri “insanın tutumunun Allah tarafından değerlendirilmesi”
manasında anlamak uygun olacaktır.”[96]
Aynı
konuyla ilgili olarak Elmalılı ise: “Aklı olan ve gereğince amel eden fertler
veya toplumlar herhalde varlıklar üzerinde bu yaratma ve değişiklikleri yapıp
duran yaratıcı kudretin ilk kez yaratmayı da, öldükten sonra tekrar diriltmeyi
de gerçekleştirebileceğini anlar ve Allah’a yakınlık hâsıl ederler. Bunları
anlamayanların ya akılları yoktur veya akıllarının gereğini yapmayarak hevaları
peşinde koşarlar. Aklı olanlar için ilim meselesi yalnız bir yaprağın
yaratılışında bile açıklanmaktadır.”[97]
demektedir.
Genel
olarak Kur’ân’daki tüm âyetleri özelde ise akletmeyle ilgili âyetleri her
yönüyle kimler daha iyi anlayabilir? Bu sorunun cevabı olarak Yüce Allah:
“İşte biz, bu temsilleri insanlar için getiriyoruz; fakat onları ancak bilenler
düşünüp anlayabilir. ”[98]
buyurmaktadır. Bu âyeti İbn Kesir: “Bu âyetleri ancak ilimde rusuh
sahibi, otorite olanlar anlayıp tedebbür edebilirler.”[99]
şeklinde açıklamaktadır. Elmalılı: “ Hem bu meseller yok mu, biz onları
insanlar için darb ediyoruz. Mamafih onlara, âlimlerden başkasının aklı ermez. ”[100] şeklinde meallendirmekte ve bu âyetle ilgili olarak:
“Allah’ın
dışındaki varlıkların fani ve âciz, binaenaleyh ondan başkasına ibadetin bâtıl
olduğunu ilim sahibi olanlar gerçek anlamda zevkini ve faydalarını anlayarak
idrak ederler. Bu ilim, cehâlet farkı neden denirse: “Allah, o semavatı ve
arzı (o yüksekleri ve aşağıyı) hak ile yarattı. ”[101]
Boşuna değil, hikmet-i hakk ile yarattı. Hiç birinin yaratılışı boşuna değil,
gelişi güzel de değil. Bir hakk sebebi ve hikmeti iledir. Göğü de öyle yeri de,
yukarısı da aşağısı da, âlimi de cahili de, hepsinin hakkı da, Hâlik’inin hakkı
önünde boyun eğmektir.”[102] demektedir.
Bu âyeti
Muhammed Esed ise: “işte Biz insanın önüne bu temsilleri koyuyoruz, ama
onların gerçek anlamını ancak (Bizi) tanıyanlar kavrayabilir” şeklinde
meallendirerek “Allah’ın varlığından haberdar olmak, burada, Kur’ânî kıssaları
(ve dolayısıyla telmihleri, temsilleri de) tam anlamıyla kavramanın bir ön
şartı sayıldığından, bu âyet, Kur’ân’ın, ‘insan idrakini aşan bir hakikat(in
varlığın)a inanan, Allah’a karşı sorumluluk bilincine sahip bütün insanlar için
bir rehber’ olduğu ifadesi ile birlikte okunmalıdır.” demektedir.[103] Muhammed Esed bu yorumuyla
âyetlerden herhangi bir bilim adamının değil ancak iman eden, teslim olan ve
genel olarak gerekli her bilgiyi kavramış bir bilim adamının âyetlerden her
yönüyle faydalanabileceğini vurgulamaktadır ki en doğru yaklaşımda budur.
Çünkü ne
fen ve soysal bilimleri en azından temel mantık olarak bilmeden sadece klasik
İslâmî bilimleri bilmek, ne de Allah’ı, Kur’ân’ı tanımadan en azından temel
anlamda klasik İslâmî bilimleri bilmeden doğru bir Allah, din, insan ve toplum
tasavvuru ortaya koyabilmek mümkün değildir.
Akletmekle
ilgili bazı âyetlerde[104] “Kavm” kelimesi ile “Akl”
kelimeleri bir araya gelmektedir. Bu âyetlerin çoğunluğu, daha kesin ifadeyle
beşi[105] doğrudan doğruya dünyada
meydana gelen “fiziksel” ve “biyolojik olaylar” dediğimiz olayları konu
ediniyor. Bu âyetler arasında[106] tabiatta meydana gelen
olayların ve gök cisimlerinin insanın kullanımına verildiğini (musahhar
olduğunu) belirtiyor ve bununla “aklı kullanan bir kavim” arasındaki anlam
bağıntısı gösteriliyor.
“Aklın
kullanılması” ile “kavm” kelimesinin bir arada böyle zikredilmesi, aklın
kollektif olarak kullanılmasının önemini ortaya koyuyor. Bu olaylarda “aklını
kullanan bir kavim” için birçok işaretler (âyetler) olduğu belirtiliyor. Toplum
olarak “aklın kullanılması” mutlaka ayrı bir önem taşıyor olmalı.[107]
Bu şekilde
kullanım, düşünen bir toplum oluşturmanın, toplam kaliteyi yükseltmenin önemine
işaret etmektedir. Bir toplumun hem iman ve ibadet, hem de bilim ve teknik
olarak üst seviyelere gelmesi için “akletme” eyleminin hep birlikte
gerçekleştirilmesi gerekir. Müslümanların “vasat ümmet konumuna gelip tüm
insanlığa şahit olabilmeleri”[108] tarihte nesne durumundan
çıkıp özne durumuna gelebilmesi için Kur’ân’ın akledilmesini istediği tüm
konularda aklını işlevsel hale getirerek toplam kaliteyi yükseltmeleri
gerekmektedir.
Ancak bütün
bu anlatılanlar öncelikle kalbi diri olan, Allah’a karşı huşu duyan insanlar,
muttakiler[109] ve “sözü dinleyip en
güzeline tâbi olanlar”[110]
için hidâyet rehberidir. Hakikati inkâr ederek “kalblerimiz senin
anlattıklarına karşı kılıflıdır” dedikleri için “la’netlenen ve kalbleri
mühürleııenler'”1 için geçerli değildir.
Yüce Allah
bu gerçeği: “De ki “Göklerde ve yerde neler var, bakın da ibret alın Fakat
inanmayan bir topluma deliller ve uyarılar fayda sağlamaz”[111] [112] âyetiyle de beyan
etmektedir.
Hakikati
inadına inkar edenlerin içinde bulundukları durum “(Sana karşı çıkanlar) hiç
yeryüzünde dolaşmadılar mı? Zira dolaşsalardı elbette düşünecek kalpleri ve
işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözler kör olmaz; lâkin göğüsler
içindeki kalpler kör olur. ”(Hacc, 22/46) âyetiyle dile getirilmektedir.
Bu âyetle
ilgili olarak Taberî: “İnsanların gördükleri gözleri kör olmaz. Hakkı bilme ve
yardım etme konusunda göğüslerdeki kalpler kör olur.”[113],
Râzî (v.606/1209): “Görme ve işitme ancak kalbin tedebbürü ile tamam olur.
Çünkü kişi gördüğü ve işittiği halde bunlardan ibret almazsa tabiî ki bunlar
ona fayda vermez. Eğer işittiğini düşünürse faydalanır. Bundan dolayı: “Gözler
kör olmaz, göğüslerdeki kalbler kör olur.” buyrulmuştur; Çünkü onlar
görüyorlar, fakat körlük kalblerinde olduğu için gördüklerinden
faydalanmadılar. Bu âyet aklın ilim olduğunu ve yerininde kalb olduğunu ve
düşünme organının da kalb olduğunu göstermektedir.”[114]
demektedir.
İbn Kesir:
“Buradaki körlük gözün körlüğü değil, bilakis basîretin körlüğüdür. Eğer
basiret kuvveti selim olursa ibret almaktan ve gelen haberi anlamaktan
vazgeçmez.”[115] Mevdûdî ise: “Kalp bütün
duyular, hisler, zihni ve ahlaki niteliklerin merkezi kabul edildiğinden, bu
sözler kendi inatçılıklarının onları duymaktan ve akıllı hareket etmekten
alıkoyduğunu ima etmek üzere kullanılmıştır.”[116]
demektedir.
İşte
böyleleri için Yüce Allah, Nebisi Muhammed (a.s.)’a: “Kendisiyle
aklelmeyecek bile olsalar onlara sen mi kulak yaratacaksın yoksa ben mi?'”[117]
buyurmaktadır. Bu, Allah’ın kullarına imanı ulaştırmanın başkasının
değil, kendi elinde olduğunu haber vermektedir. Yüce Allah, Nebisine: “Ey Muhammed!
Sen kendini işitmekten alıkoyan birine işittirmeye güç yetiremezsin. Aynı
şekilde sen emrimi ve yasağımı kalben uzak duran kişiye anlatmaya da güç
yetiremezsin; Çünkü ben o iman etmeyecek diye onu mühürledim.”[118] “Ey Muhammed! Onlar senin
çabanı, amellerini görüyorlar, fakat inanmak istemedikleri için onlara
işittiremez, duyuramazsın.” buyurmaktadır. Yüce Allah bu âyeti Rasulunü teselli
etmek ve rahatlatmak için zikretti.[119]
demektedir.
Aklını
kullanıp hakikate teslim olmayan, Rasulü dinlemeyen ve batıl bir hayat yaşamaya
devam edenler Cehennem’e atıldıklarında: “Şâyet kulak vermiş veya aklımızı
kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli Cehennemin mahkûmları arasında olmazdık.
”[120]
diyecekler. Yine onlar: “keşke biz dünyada bize gelen uyarıcıların
getirdiklerini dinlesek ve bizi davet ettikleri şeyi akletseydik.” diyerek
pişman olacaklardır.[121]
Cehennem’e
giren kâfirler küfürlerini itiraf ederken kulağımız ve aklımız olsaydı
demiyorlar, dinler veya akleder olsaydık diye işitme ve akıl nimetlerine
nankörlük etmiş olduklarına yanıyorlar. Demek ki, Allah’ın lutfunda, Rububiyy
etinde, adaletinde hiçbir eksiklik yok, o her şeyi indirmiş, göz de vermiş,
kulak da vermiş, akıl da vermiş, haberci göndermiş, haber de vermiş, dünya semasını, her türlü ışıkla
süsleyerek,
çeşitli ayet ve mûcizelerle akla ve kulağa açıklamalar yapmıştır.[122]
Muhammed
Esed ilgili âyetin akletmeyle ilgili bölümünü: “[en azından] Kendi aklımızı
kullansaydık. ” şeklinde meallendirerek: “Akıl, doğru kullanıldığında,
insanı Allah’ın varlığını tanımaya ve böylece, O’nun bütün yaratma eyleminin
altında belirli bir planın yattığını anlamaya sevk edecektir. Bu tanımanın
mantıki sonucu, insan hayatını etkileyen ilâhî planın bazı yönlerinin
-özelikle, doğru ile yanlış arasındaki ayırımın- Allah’ın seçilmiş elçilerine,
yani peygamberlere indirdiği vahiy aracılığıyla insana sürekli olarak
bildirildiği gerçeğinin kavranmasıdır.”[123]
demektedir.
Bütün
bunlardan açıkça anlaşılan Yüce Allah’ın Kur’ân’daki ve tabiattaki bu kadar
âyetine rağmen akıllarını ve duyu organlarını gereği şeklinde kullanmayan,
hakîkatı anlayıp, teslim olmayanlar Cehennem azabını hak etmektedir.
Kur’ân’da
egemen olan akıl, işlevsel, pratik ve üretken bir akıldır. Ancak bu akıl, salt,
soyut düşüncelerin merkezi olan akıldan değil, duyu ve heyecanların merkezi
olan kalpten de bahseder. Kur’ân’ın akıl anlayışı, sadece, istidlâlî kategori
düzeyinde fiziksel alanda işlemez; aksine, metafizik boyutla da bağ kurmayı
içerir. Bu doğrudan ‘akleden bir kalp’ ya da ‘beyin-gönül’ ilişkisi bağlamında
entelektüelliktir. Çünkü iki şey arasında ilişki görmek, doğrudan, analizci
aklın önemli işlevleri arasındadır.[124]
İşte bu
analizci aklı, Kur’ân’daki şekliyle akletme eylemini çok iyi bir şekilde
harekete geçirerek Allah-insan, Allah-kâinat, madde-mânâ, insan-insan, insan-toplum,
insan-kâinat ilişkilerini anlamamız, açıklamamız ve bütün bu ilişkileri dengeli
bir şekilde hayata geçirmemiz gerekmektedir. İşte o zaman akletmeyle ilgili
âyetlerin gereğini yapmış oluruz.
1.3.
Hadis İlmi Açısından Akıl
Akıl
kelimesi Kur’an’da sadece fiil şeklinde kullanılırken,[125]
hadislerde ise, “akıl (insanın kendisiyle değer kazandığı şey)”[126] ve “diyet”[127] anlamlarında isim olarak
kullanıldığı gibi, “akletmek, idrak etmek, anlamak,”[128]
“deveyi bağlamak”[129] manalarında fiil
olarak da kullanılmıştır
Ayrıca
hadislerde “keyyis”[130], “lübb”[131],
“nuhâ”, “hilm (ehlâm)”[132] ve “dimağ”[133] kelimeleri de akıl anlamında
kullanılmıştır.
Hadislerde
aklın ilk yaratılan şey olduğu[134], Allah tarafından insanlar
arasında farklı ölçülerde taksim edildiği,[135]
Yüce Allah’ın akıllı kişiyi övdüğü[136],
aklı olmayanın dinin olmadığı[137], akılla rızıklananın
kurtuluşa erdiği[138], aklın mü’minin işareti
olduğu[139], Hz. Peygamber’in aklının
artması için duâ ettiği[140], reislik ve yönetimin akıl
ile olduğu[141], saygınlığın akıl ile
kazanıldığı[142], İnsanlara, akılları oranında
konuşmak emredilmiş [143] yaptıkları ibadetlerin
mantığını kavrayanların en çok sevap kazandıkları ve diğer insanlardan üstün
oldukları[144] gibi konular üzerinde
durulmuştur.
Bu
çalışmamızda, akıl ile ilgili hadisler ilgili yerlerde sıhhat açısından tek tek
ele alınacağı için burada ayrıca üzerinde durulmayacaktır.
1.3.2.
Hadis Nakleden Ravinin Akıllı Olması
Hadis
âlimleri hadisleri nakledecek ravilerin mükellef olabilecek seviyede akıl
sahibi olmalarını şart koşmuşlardır.[145]
Bir
ravinin, rivâyetinin kabul edilebilmesi için akıl, zabt, adalet ve İslam
şartlarına sahip olması gerekir. Ravide bu şartların tamamı veya bir kısmı
bulunmazsa, rivâyeti kabul edilmez, terk edilir.
Muhaddislere
göre akıl şartı, ravinin temyiz kudretine sahip olması manasında kullanılmıştır.
Akıl şartına sahib olan baliğ, hadis öğrenmeye ve nakletmeye; mümeyyiz çocuk
ise nakletmeye değil öğrenmeye salahiyetlidir. Akıl şartında bulûğ mânâsı
zımnen mevcuttur. Zira ergenlik çağına girmeyen çocuk hadisi öğrenebilir ama
ancak bulûğa erdikten sonra nakledebilir.
Rivâyete
başlamaya elverişli yaş haddinin ne olduğu hususunda muhaddislerin bir ittifakı
yoktur. Bazıları on üç, bazıları on beş demiş; âlimlerin geneli ise daha küçük
yaşlarda da bunun mümkün olacağını söylemişlerdir. [146]
Çocuğun ve
delinin rivâyeti kabul edilemez; Çünkü bunların aklı olmadığı için dinen
sorumluluk sahibi değillerdir. Çocuk, aklı olgunlaşmadığı ve sorumluluk altına
girmediği için yalan haberlere güvenebilir veya bu konuda gevşek davranabilir.
Deli ise zaten öğrenme kabiliyetine sahip olmadığı için onun rivâyetleri hiç
kabul edilmez.[147]
1.3.3.
Hadisin Akla Ters Olmaması
Hadis
âlimleri hadisleri nakledecek ravilerin mükellef olabilecek seviyede akıl
sahibi olmalarını şart koştukları gibi nakledilen hadislerinde anlam olarak akla
ve duyu organlarıyla elde bilgilere ters düşmemesini de şart koşmuşlardır.
Yüce Allah
yalnız akıllı olanlara hitab etmiş, emir ve yasaklarından sadece onları sorumlu
tutmuştur. Onun elçisi sıfatıyla Hz. Peygamber’in sözlerinin de normal akla
uygun olması gerekir. Te’vil edilemeyecek bir şekilde akla ters olan bir
hadisin mevcudiyeti düşünülemez.[148]
Eğer bir
hadis akla muhalif ve te’vil kabul etmiyor, duyu organlarıyla elde edilen
bilgiye ve müşahadeye ters bir anlam içeriyor veya tarihî vâkıâya ters düşüyorsa
bu hadis uydurmadır.
İbn
Kayyım “Bir kişi hadis naklederken hapşurursa bu onun doğruluğuna
delildir.” hadisini naklettikten sonra şöyle demektedir: “Bazı kişiler bunun
senedini sahih kabul etseler bile akıl ve his bunun uydurma olduğuna şahitlik
etmektedir. Çünkü biz hem hapşuran hem de yalan söyleyen kişilere şahit
oluyoruz. Biz yüz kişinin hadis naklederken hapşurduğunu görsek onların
hadislerinin sıhhatine hükmetmeyiz.” İbn Kayyım “Allah
yeri ve gökleri aşûre gün yarattı”, “insanların en yalancıları
kuyumcular
ve boyacılardır”, “Patlıcan her ne niyetle yenirse ona şifa olur” gibi
rivâyetleri de
örnek olarak vermektedir.[149]
Eğer
nakledilen hadis Kur’ân’a, mütevatir sünnete, kesin icmaya ve akla te’vil kabul
etmeyecek şekilde ters ise rivâyetin yalan olduğu kesindir. “Yüz sene sonra
yeryüzünde
hiçbir canlı kalmayacaktır. ” hadisi gibi.[150]
Vahyin
taşıyıcısı Hz. Peygamber’in, akl-ı selîme, mantığa ters ve saçma bir söz
söylemesi mümkün değildir. Fakat İslâm dünyasında oluşan ve zaman içinde
yerleşen
‘akıl tutulmasından’ dolayı hadislerin değerlendirilmesinde akıl
işlevsiz hale 151
getirilmiştir.
Bunun
sonucunda Müslümanlar arasında mûteber kabul edilen birçok hadis kitabında da
akl-ı selîme ters olan bazı hadisler yer almıştır. Yazılan yazıdan istenen
sonucun elde edilebilmesi için “Biriniz bir yazı yazdığında onu topraklayın,
çünkü böyle yapmak ihtiyacın yerine gelmesi için daha yararlıdır. ”[151]
[152]
ve “Sayfalarınızı topraklayın, bu daha iyi sonuç getirir, çünkü toprak
mübarektir. ”[153] denmesi mantîkî olarak
tutarlı değildir. Çünkü yazının topraklanmasıyla hedeflenen sonuca ulaşma
arasında herhangi bir ilişki yoktur. Güvercin uçuran kişinin ve güvercinin
şeytan olarak nitelendirilmesi de[154] aklî olarak tutarlı
değildir. Çünkü ne güvercinin kendisinin ne de güvercini sevmenin ve onu
uçurmanın şeytanlaşmakla herhangi bir alakası yoktur.[155]
“Sizden
birisi yemek yediğinde yalamadan veya yalatmadan elini silmesin. ”[156]
Bu rivayette önerilen, “Kişinin yemek bulaşmış elini bir başkasına
yalatması ” hususu, bırakın bir peygamberi, sıradan bir insana bile
yakışmayacak bir öneridir.[157]
Mantîkî
gerekçelere dayanarak hadislere metin tenkidi uygulama geleneği bazı
sahâbîlerden itibaren İmâm-ı Âzam’ın da mensubu olduğu rey ehli içinde belli
ölçüde devam etmiş bir yaklaşımdır. Bu anlayışa sahip çıkılarak devam
ettirilmesi gerekmektedir.[158]
1.3.4.
Hadisçilerin Akıl ile İlgili Hadislere Genel
Yaklaşımları
Akıl
hakkındaki hadisler ilk dönemlerden itibaren araştırma ve tartışma konusu
olmuştur. Bu konudaki hadislerle ilgili çalışma yapan âlimlerin çoğunluğu bu
hadislerin uydurma olduğunu söylerken bazıları da zayıf olduklarını ifade
etmişlerdir. Bu konuda görüş belirten âlimler ve görüşlerini şu şekilde
özetlemek mümkündür.
İbn Adiy
(v. 360/971) akılla ilgili rivâyetlerin kaynağı durumundaki “Dâvud b. el-Muhabber’in
“Kitabu’l-Akl” adlı eserindeki haberlerin tamamının ya da çoğunun
bilinmediğini bildirmiştir.[159]
Ukaylî (v.
322/934) ve İbn Hibban (v. 354/965)’ın “Rasulullah’tan akıl konusunda sahih
hiçbir haber yoktur.”[160] dedikleri kaydedilmiş, aynı
şekilde Ebu’l-Feth el-Ezdî (v. 374/984)’nin akılla ilgili hiçbir sahih hadis
olmadığı görüşünde olduğu belirtilmiştir.[161]
Dârekutnî
(v. 385/995), konuyu daha açık bir şekilde şöyle izah eder: “Kitabu’l- Akl”ı
ilk önce Meysere b. Abdirabbih uydurdu. Sonra, onu, ondan Dâvud b. el- Muhabber
çaldı ve yeni isnadlar düzenledi. Sonra Abdülaziz b. Ebî Recâ çaldı ve en
sonunda da Süleyman b. Îsa es-Siczî çaldı ve yeni isnadlarla nakletti .”[162]
Bağdâdî (v. 463/1071) “Dâvud b. el-Muhabber’in ‘Kitabu’l-Akl’
daki tüm rivâyetleri batıldır.”[163] demekte; İbnu’l-Cevzî (v.
597/1201) ise “Akılla ilgili pek çok hadis vardır. Ancak bunların hiçbiri
güvenilir, sabit değildir. Bu hadisleri Mervan b. Sâlim, İshak b. Ebî Ferût,
Ahmed b. Beşîr, Nasr b. Tarif, İbn Semân, Süleyman b. Îsa gibi terk edilen
raviler nakletmişlerdir ki bunlar hadis uyduruyorlar, birbirlerinden hadis
çalıyor ve isnadlarını değiştiriyorlar”[164]
demektedir. Zemmu’l-Hevâ isimli eserinde ise Hz. Peygamberden akıl
konusunda nakledilen sahih bir hadis bilmediğini çünkü bu konuyla ilgili
hadisleri Ebân b. Ebî Ayyâş, Seleme b. Verdân, Umeyr b. Imrân, Ali b. Zeyd,
Hasan b. Dînar, Abbâd b. Kesîr, Meysere b. Abdirabbih, Dâvud b. el-Muhabber,
Mansûr b. Sagîr gibi hadisleri delil olarak kullanılamayacak kişilerin
naklettiğini belirtmektedir.[165]
İbn Kayyım
el-Cevziyye (v. 751/1350) akılla ilgili bütün hadislerin yalan olduğunu[166] söylerken; Bûsırî (v.
840/1436); bu konudaki bütün hadislerin zayıf olduğunu ifade etmektedir.[167]
İbn Hacer
(v. 852/1448) ve İbn Arrâk (v. 963/1556) da Haris b. Usâme’nin Müsnedin’de
naklettiği Dâvud b. el-Muhabber’in ‘Kitabu’l-Akl’ındaki tüm hadislerin
uydurma olduğu görüşündedirler. [168]
Ali el-Kârî
(v. 1014/1606) el-Esrâru’l-Merfûa‘ isimli eserinde; “Haris b. Ebî
Usame’nin Dâvud b. el-Muhabber’den naklettiği otuz küsür hadisle Süleyman b.
İsa’dan nakledilen yirmi küsür hadisin hepsi uydurmadır.”[169]
demektedir.
Aclûnî
(v. 1162/1749), “Suyûtî, Zeylu’l-Mevdû‘at’ında Haris b. Usame’nin Müsned’inde,
Dâvud b. el-Muhabber’den akılla ilgili otuz küsür hadis naklettiğini ve İbn
Hacer’in bu hadislerle ilgili olarak, ‘Hepsi uydurmadır.’ dediğini nakletmekte,[170] Şevkânî (v. 1250/1834) de bu konudaki hadislerin uydurma olduğunu ifade
etmektedir.[171]
İbn
Ebi’d-Dünya’nın el-Aklu ve Fadluhu isimli kitabını neşreden Mecdî es-
Seyyid İbrahim şöyle bir değerlendirmede bulunmaktadır: “Akılla ilgili
hadislerin tamamı veya büyük bir kısmı oldukça zayıf ya da uydurmadır. Bu
konuda eser yazan âlimlerin hepsi de bu görüşü paylaşmaktadır. İbn Ebi’d-Dünya
kitabını bu uydurma ve zayıf rivâyetlerden arındırmaya çalışmış, fakat bu
hadislerin çoğunu nakletmekten de kurtulamamıştır. Bu konudaki hadislerin
durumunu bildiği için akıl ve fazileti hakkında rivâyetleri değil de, selefin
görüşlerini ağırlıklı olarak nakletme yoluna gitmiştir.[172]
Yukarıda
naklettiğimiz bilgilere göre konuyla ilgili hadislere Ukaylî, İbn Hibban,
Ebu’l-Feth el-Ezdî, Dârekutnî, Bağdâdî, İbnu’l-Cevzî,
İbn Kayyım el- Cevziyye, Bûsırî, İbn Hacer, İbn Arrâk, Ali el-Kârî, Aclûnî, Şevkânî ve
M. Yaşar
Kandemir gibi
âlimler uydurma olarak kabul etmişlerdir.
Şah
Veliyullah ed-Dıhlevî, akıl konusunu açıklarken “Allah’ın ilk yarattığı şey
aklıdır.”[173],
“Aklı olmayanın dini yoktur.”[174]
ve “Akıl bakımından rızıklanan kimse kurtuluşa ermiştir. ”[175]
hadislerini naklettikten sonra: “Bu hadislerin sıhhati konusunda ehl-i hadisin
her ne kadar eleştirileri varsa da pek çok senedi olması ve bunların birbirini
desteklemesi, onların sahih olduğunu gösterir”[176]
demektedir. Eğer hadislerin sıhhati için meşhurluklarını ve senedlerinin
çokluğunu esas alacak olursak pek çok sayıdaki zayıf ve mevzû rivâyeti sahih
kabul etmemiz gerekir ki, bu düşüncenin herhangi bir ilmî yönünün bulunmadığı
açıktır.
Ali
Osman Ateş konuya farklı bir açıdan bakarak şöyle bir değerlendirme yapmıştır:
“Hadislerin anlaşılması, nakledilmesi, kabul ve reddedilmesinde aklın önemini belirttikten sonra: ‘Elimizde bulunan ve sahih olarak nitelendirilen hadis
kaynaklarında
akılla ilgili hadisler nakledilmemiş ve bazı hadis âlimleri ‘akılla ilgili tüm
hadisler uydurmadır’ demişlerdir. Ancak bu tutum isabetli bir davranış
değildir. Her hususta olduğu gibi akıl konusunda da bir takım hadisler
uydurulmuş olabilir. Fakat genelleme yapmak doğru değildir. Geleceğin ilim
adamlarının önünü açmak için, önceki asırlarda yaşamış olup re’ye karşı çıkmış
olan bazı âlimlerin bu konudaki olumsuz görüş ve değerlendirmelerine tam bir
teslimiyetle boyun eğmeden, aklın dindeki önemini ortaya koyan hadisleri
bulundukları kaynaklardan tespit ederek, bunları sıhhat açısından yeniden bir
değerlendirmeye tabi tutmak elzem gözükmektedir.” demektedir.[177]
Ünal ise
Mûtezile mezhebine bağlı olanların kendi hüküm ve anlayışlarına ters olan
nassları akla dayanarak reddettiklerini, onlara karşı çıkanların da aklın
faziletiyle ilgili haberleri reddettiklerini ifade etmektedir.[178]
İşçen,
konumuzla ilgili olarak yaptığı “Uydurma Hadislerde Akıl” isimli tezde
akıl konusundaki hadislere üç farklı yaklaşımın bulunduğunu belirtmektedir. Bu
yaklaşımlardan birincisine göre, birkaç istisna dışında akılla ilgili tüm
hadisler sahihtir. İslâm akla büyük önem vermiştir, Kur’ân’da da akılla ilgili
birçok âyet bulunmaktadır. Dolayısıyla hadislerde de bu konunun işlenmesi gâyet
doğaldır.
İkinci
yaklaşım ise akıl konusundaki tüm hadisleri reddetmektedir. Hadis ulemasının
önemli bir kısmı bu görüştedir. Bu grup, akılcılığı ön plana çıkaranlara karşı
bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. Tabii ki doğrudan: “Biz akılcılık hareketine
tepki olarak bu hadisleri kabul etmiyoruz.” demediler. Ancak konuyla ilgili
hadislere karşı “Bu konuda sahih bir hadis yoktur.” şeklindeki genelleme bunu
göstermektedir.
Üçüncü
yaklaşım ılımlı yaklaşımdır. Bu görüş sahiplerine göre akıl hadislerini toptan
kabul edenler de, toptan reddedenler de hata etmişlerdir. Bu hadisler de diğer
bütün hadisler gibi tek tek ele alınıp incelendikten sonra hüküm verilmelidir.
Bu inceleme yapıldığında bir grubun ifrata diğerinin ise tefrite düştüğü
görülmektedir. Zira akıl konusunda: “Birçok konuda olduğu gibi makbul
rivâyetler olduğu gibi bunların uydurma olanları da vardır.”[179]
Yukarıda
naklettiğimiz bilgilerde her ne kadar üç yaklaşımdan bahsedilse bile biz
yaptığımız incelemelerde ilk görüşü savunan herhangi bir isme ulaşamadık.
1.4.
Akıl ile İlgili Hadisleri Uydurmakla Meşhur
Olan Raviler
Akıl
konusundaki hadisleri incelediğimiz zaman Dârekutnî’nin de işaret ettiği gibi
dört meşhur ravi ile karşılaşıyoruz: Buna göre “Kitabu’l-Akl”ı ilk önce Meysere
b. Abdirabbih uydurmuştur. Sonra ondan Dâvud b. el-Muhabber çalmış ve yeni
isnadlar düzenlemiş, sonra Abdülaziz b. Ebî Recâ çalmış ve en sonunda da
Süleyman b. Îsa es- Siczî çalarak ve yeni isnadlarla nakletmiştir.”[180] Akıl hakkındaki hadislerin
çoğunluğu bu ravilerden nakledilmektedir. Konuyla ilgili hadislere geçmeden
önce kronolojik sıraya göre bu ravilerle ilgili görüşleri nakletmek istiyoruz.
1.4.1.
Meysere b. Abdirabbih el-Fârisî et-Tusterî.
Tam adı
Meysere b. Abdirabbih el-Fârisî et-Tusterî’dir. Lakabı Terras’tır. Leys b. Ebî
Selîm, İbn Cüreyc (v. 150/767), Evzâî (v. 157/774), Musa b. Ubeyde, Sevrî (v.
161/778), Mâlik (v. 179/795) gibi meşhur hadis âlimlerinden hadis rivâyet
etmiştir.
Kendisinden
ise, Şuayb b. Harb, Yahya b. Gaylan ve Dâvud b. el-Muhabber rivâyette
bulunmuştur. “Kitâbu ’l-AkFı uyduran ilk kişidir.[181]
İbn
Hacer’in naklettiğine göre Meysere hakkında Buhârî (v. 256/870): “Yalanla itham
edilmiştir.”[182] Ebû Zur’a (v. 264/887): “Kazvin’in
faziletiyle ilgili kırk hadis uydurmuş ve ben bu yaptığımdan sevab umuyorum
demiştir.”[183] Ebû Dâvud (v. 275/888):
“Hadis uydurduğunu itiraf etti.”, Ebû Hâtim (v. 277/890): “Hadis uyduran bir
kişidir. Kazvin ve Sağur hakkında hadisler nakletmiştir.”, Nesâî (v. 303/915)
Temyiz isimli eserinde: “Yalancıdır.”, Ukaylî (v. 322/934), Duafâ’sında
zikretmiş, Ebû Nuaym: “Bâtıl haberler naklederdi.”, Mesleme b. Kâsım:
“Reddedilen haberler nakletmiştir, kendini zühde ve ibadete vermişti.”, İbn
Hibban (v. 354/965) “Güvenilir ravilerin adını kullanarak uydurma haberler
nakleden, hadis uyduran ve Kur’ân’ın faziletiyle ilgili uzun hadisleri olan bir
kişidir.”, Dârekutnî (v. 385/995): “Terkedilmiştir.”[184],
Hatib (v. 463): “Kitabu’l-Akl’da Dâvud b. el-Muhabber ve Şu‘be b. Harb b. Hıtbe
el-Veddâ‘ kendisinden bâtıl rivâyetlerde bulunmuşlardır.”, Muhammed b. Îsa b.
Et-Tabba‘: “Meysere’ye naklettiğin bu hadisleri kimden aldın, diye sordum, bana
“İnsanları teşvik etmek için ben uydurdum” diye cevap verdi.”[185] demekte ve İbn Hacer (v.
852/1448)’in kendisi de “Terkedilmiş” olduğunu kaydetmektedir.[186]
İbn Hibban
(v. 354/965): “Güvenilir kişilerin adını kullanarak uydurma rivâyetlerde
bulunur ve insanları iyiliğe teşvik kötülükten uzaklaştırmak için sika
kişilerin adını kullanarak mu‘dal hadisler uydururdu. Hadisleri sadece ibret,
ders almak için yazılabilir”[187] demiştir. Abdurrahman b.
Mehdî de: “Meysera’ya Kur’ân’ın faziletiyle, ilgili hadisleri nereden öğrendin
diye sorduğunda: “İnsanları Kur’ân’a teşvik etmek, yönlendirmek için ben uydurdum.”
diye cevap verdiğini[188], İbnu’l-Cevzî (v. 597/1201):
“Hadislerinin terk edildiğini”,[189] İbn Mekhûl ise güvenilir
olmadığını[190] belirtmektedir.
Yukarıda
naklettiğimiz bilgiler göz önüne alındığında Meysera’nın iyi niyetle hadis
uydurduğunu açık ve net bir şekilde görmekteyiz. İslâm tarihinde Allah katında
makbul bir iş yaptıklarını zannederek hiçbir kayda bağlı kalmadan hadis îmal
edenlerin, zâhidler, mutasavvuflar ve daha çok bu kılığa bürünen kimseler
oldukları görülmektedir. Kur’ân’ın bazı sûrelerinin faziletleri konusunda hadis
uyduranlardan ve bunu itiraf edenlerden biri de Meysera b. Abdirabbih’tir.[191] Sûfî düşüncesine bağlı
olanların bu niyetle hadis uydurdukları bilinen bir gerçektir.
Suyûtî (v.
911/1506), Meysera’nın kendi durumunu şu şekilde itiraf ettiğini
nakletmektedir: “Dünya zevklerine önem vermeyen değerli bir zâhid olarak
tanınan Meysera b. Abdirabbih vefat ettiği gün, Bağdat çarşıları tamamen
kapanmıştı. Böyle bir zâhid olmasına rağmen, yine de hadis uydururdu. Vefat
edeceği sıra yanındakiler “Rabbinden ümit var ol!” dedikleri zaman, “Nasıl
olmam ki, Hz. Ali’nin faziletleri hakkında yetmiş hadis uydurdum.”[192] cevabını vermesi, Meysera
gibi düşünenlerin ne kadar yanlış bir kanaatte olduklarını göstermektedir.
Tam adı
Dâvud b. el-Muhabber b. Kahzem b. Süleyman b. Zekvan’dır. Künyesi, Ebû Süleyman
et-Tâî’dir.
Cerh ve
Ta‘dil âlimlerinin onun hakkındaki görüş ve düşünceleri şu şekildedir: Yahya b.
Maîn (v. 233/847) Dâvud’u övüp,[193] hayırla yad ettikten sonra
“Hadis yazardı sonra Mutezîlilerle arkadaş oldu ve onlar onu değiştirdiler buna
rağmen sikadır”[194] demiştir. Fakat
başka bir yerde de ise “Yalancı değildir. Fakat hadisinden kaçınılması gerekir,
zahit bir hayat yaşadı ve Bağdad’ta sûfîlerle beraber oldu, ihtiyarlığında
hadis naklederken çok hata ederdi, güvenilir bir kişidir.” dediği, Ali b.
Medînî (v. 234/848)’nin ise “Onun hadisini bırak, terk et.”[195]
şeklinde görüş bildirdiği kaydedilmektedir.
Ahmed b.
Hanbel (v. 241/855) ve Ebû Hâtim er-Râzî, onun hakkında: “O, hadiste hiçbir
değeri olmayan biridir, hadis nedir bilmez.”[196],
Buhârî ve Râzî: “Kitâbu’l- Akl sahibidir, hadisleri reddedilir.[197] Cûzecâhî (v. 259/873): “O
herkesten nakilde bulunurdu ancak durumu problemlidir.” Ebû Zur’a: “Hadisleri
zayıftır.”[198], Ebû Hâtim: “Hadisleri
zayıftır, sakıttır, güvenilir değildir.”, Nesâî (v. 303/915) “Zayıftır.”, İbn
Adiyy (v. 365/975): “Aklın faziletiyle ilgili olarak yazdığı kitabında merfû
hadisler vardır. Ancak bunların hepsi veya çoğunluğu güvenilir değildir.
Kitâbu’l-Akl’ı dışında sâlih hadisleri vardır. Aslında kendisi iyi bir kişi
olmakla birlikte rivâyetlerinde çok hata ediyordu.”, Dârekutnî (v. 385/995):
“Hadisleri terk edilir diyerek Kitâbu’l-Akl’ı uyduran dört kişiden biri
olduğunu kaydetmekte” Bağdâdî (v. 463/1070) zayıf bir ravi olduğunu ve
terkedilen rivâyetlerinin bulunduğunu belirtmekte,[199]
İbnu’l-Cevzî’nin ise hadis uydurduğunu söylediği nakledilmektedir.[200]
Esbehânî
Dâvud b. el-Muhabber’in akıl ve diğer konularda reddedilen rivâyetlerde
bulunduğunu Haris b. Ûsâme’nin bunları eserinde naklettiğini, Ahmed b. Hanbel
ve Buhârî’nin onu yalanladıklarını nakletmekte[201],
İbnu’l-Cevzî ise eserinde yukarda naklettiğimiz bilgileri nakletmekte ve ayrıca
Nesâî, Ezdî, Darekutnî ve İbn Maîn’nin “Dâvud b. el-Muhabber’in güvenilir
ravilerin adını kullanarak hadis uydurduğunu belirttiklerini[202] nakletmektedir.
Yukarıdaki
naklettiğimiz bilgilere baktığımızda Dâvud b. el-Muhabber’de de tasavvuf
düşüncesinin olduğunu görmekteyiz.
Kitâbu’l-Akl’ı
uyduran dört kişi arasında geçmesine rağmen Dârekutnî’nin: “Metruktur, tamamı
uydurma rivâyetlerden oluşan bir tasnifi-eseri vardır.”[203]
sözü dışında kendisi hakkında geniş bir bilgiye rastlayamadık.
1.4.4.
Süleyman b. Îsa b. Necîh es-Siczî
Süleyman
b. Îsa hakkında Ahmed b. Hanbel: “Yalancı ve uydurma haberler nakleden”;[204] Cûzecânî: “Yalancı ve bu
yalanını açıklayan bir kişi”; Hâtim: “Yalancı”;[205] İbn Adiy: “Hadis uyduran, bunu açıklayan ve aklın faziletleriyle ilgili
kitabı olan
bir kişi” demekte ve “Şeyh” diye isimlendirdiği bir âlimin: “Güvenilebilecek
bir hadisi yoktur. Hadislerinin çoğunluğu veya tamamı uydurmadır, hadis
uydurmada uzmandır, aklın faziletiyle ilgili hadisleri içeren iki cüzden oluşan
bir kitabı vardır. Bu kitabında güvenilir kişilerin adını kullanarak aklın
faziletiyle ilgili hadisler naklederdi.”[206]
dediğini nakletmektedir.
Dârekutnî:
“Terkedilmiş bir kişidir, tamamı uydurma rivâyetlerden oluşan bir eseri
vardır.”[207] demekte ve Kitâbu’l-Akl’ı
uyduran dört kişi arasında saymaktadır.[208]
Hâkim (v. 405/1014): “Hadislerinin çoğu güvenilir değil ve uydurmadır[209], zayıftır”[210]; Bağdâdî: “Yalancı, hadis
uyduran biridir”[211] [212];
Zehebî: “Akılla ilgili yirmi küsür hadis uydurmuştur.”272
demiş ve Şevkânî (v. 1250/1834)de yalancı ve hadis uyduran biri olduğunu
söylemiştir.[213]
Bu
ravilerin genel yapılarına ve yaşadıkları döneme baktığımızda bunların Mûtezile
mezhebinin güçlü ve etkin olduğu bir dönemde, kendileri de kişilik olarak
tasavvuf düşüncesini benimsedikleri için mutasavvuflarla beraber olduklarını
görüyoruz. Naklettikleri hadislerde de bu iki düşünce ekolünün temel fikirleri
ve önem verdikleri konular olan akıl ve ibadet düşkünlük konuları ön plana
çıkmaktadır. Bu raviler bu şekilde davranak her iki kesimi de memnun etmeye
çalışmışlardır.[214]
Biz tüm
mutasavvufların hadis uydurduğu gibi bir iddiada bulunmuyoruz ve bulunmamızda
doğru değildir. Ancak bazı mutasavvvufların bu konuda iyi niyetli olarak ve
hadislere kendi açılarından bir değerlendirme kriteri getirerek hadis
uydurdukları da yukarıda naklettiğimiz gibi bilinen bir gerçektir.
İKİNCİ
BÖLÜM
TEMEL HADİS
KAYNAKLARINDA YER ALAN AKILLA İLGİLİ HADİSLER
2.1.
Kütüb-i Sitte
Eserlerinde Yer Alan Hadisler
2.1.1.
Kadınların Aklının
Eksik Olduğunu Bildiren Hadisler
Akıl
konusuyla ilgili üzerinde en çok tartışma yapılan hadislerin başında kadının
aklının eksik olduğunu bildiren rivâyetler gelmektedir. Buhârî, Müslim, Tirmîzî
gibi temel hadis kaynaklarında yer alan bu rivâyetler günümüz âlimleri
tarafından ele alınmış, sened ve metin tenkidi yapılmıştır. Bunlar arasında Ali
Osman Ateş, Salih Akdemir, Hayri Kırbaşoğlu, Abdulhamid Mütevellî, Kasım Emin
gibi âlimler yanında Necla Akkaya, Necla Yadsıman gibi kadın araştırmacılar da
sayılabilir. Biz burada ilgili rivâyetleri her yönden inceleyen Ali Osman
Ateş’in konuyla ilgili değerlendirmelerine yer vermek istiyoruz. “Bu konudaki
hadisler, Ebû Hureyre, Abdullah b. Ömer ve Ebû Said el-Hudrî gibi sahabeden
gelmektedir.
‘Ebû
Hureyre anlatıyor: Rasulullah insanlara hitap etti ve onlara öğütler verdi.
Sonra (kadınlara yönelerek) şöyle dedi: ‘Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz.
Çünkü sizler Cehennem halkının çoğunu oluşturmaktasınız. Bunun üzerine
kadınlardan biri: ‘Niçin böyle oluyor Ya Rasûlallah?’ dedi. Hz. Peygamber de:
‘Çok la’net etmeniz ve kocalarınızın yaptığı iyiliklere nankörlük etmenizden
dolayı ’ dedi. Hz. Peygamber şöyle devam etti: ‘Aklı başında ve görüşü sağlam
bir erkeğe galip gelebilen, aklı ve dini eksik sizden başka bir varlık
görmedim’. Orada bulunan kadınlardan bir kadın: ‘Kadınının aklının ve dininin
noksanlığı nedir? ’ diye sordu. Hz. Peygamberde: ‘Sizden iki kadının şahitliği
bir erkeğin şahitliğine denktir. Dininizin noksanlığına gelince, o da hayızlı
olmaktır. Sizden biriniz hayızlı iken üç-dörtgün oturur, namaz kılamaz’, dedi.115
Tirmizî’nin
bu rivâyetinin ravilerinden Süheyl b. Ebî Salih ve Abdulaziz b. Muhammed
hafızaları zayıf olduğu için eleştirilmişlerdir.[215]
[216]
Ahmed b.
Hanbel’in rivâyeti ise ravilerinden Said b. Ebî Keysan el-Makbûrî[217] ile Amr b. Ebî Amr
Meysere Mevlâ el-Muttalib[218] zabt açısından tenkide
uğradıkları, rivâyetin ‘an’ane’ yoluyla nakledilmesi ve aynı kaynaktan geldikleri
halde Tirmizî ve Müslim’in rivâyetlerinden metin açısından çok uzun oluşu gibi
sebeplerle eleştirilmiş ve delil olarak alınamayacağı kaydedilmiştir.
Abdullah b.
Ömer’den Müslim ve İbn Mâce tarafından nakledilen rivâyet ise şu şekildedir.
Hz. Peygamber şöyle dedi: ‘Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz ve çok
istiğfar
ediniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun sizler olduğunu gördüm. Orada
bulunan akıllı bir kadı: ‘Bize ne oluyor ki, çoğumuz ateşlik oluyoruz Ya
Rasûlallah? ’ dedi. Hz. Peygamber: ‘Çok la ’net ediyor ve kocalarınıza
nankörlük ediyorsunuz. Aklı başında erkeğin akılını çelebilen aklı ve dini
eksik sizden başka bir varlık görmedim’ dedi. Kadın: ‘Ya Rasûlallah! Akıl ve
dinin noksanlığı ne demektir. ? ’ diye sordu. Hz. Peygamber: ‘Aklı noksan
olması iki kadının şahitliğinin bir erkeğin şahitliğine denk olmasıdır.
Kadınlar birçok geceler namaz kılmadan oturuyor, Ramazan’da oruç tutamıyor. Bu
da dinin noksan olmasıdır ’, dedi.[219]
Abdullah b.
Ömer’den gelen rivâyetlerin tamamı mu‘an‘an nakillerdir. Bu rivâyetlerin
ravilerinden Abdullah b. Dînar el-Adevî[220],
Abdullah b. Vehb[221] gibi bazı raviler âlimler
tarafından eleştirildikleri için bu rivâyetler problemlidir.
Bu konuda
İbn Abbas’tan gelen ve Buhârî ve Müslim tarafından nakledilen içinde problemli ifadeler
bulunmayan hadisin metni ise şu şekildedir.
“ibn
Abbas şöyle demiştir: ‘Ben, Hz. Peygamber ondan sonra Ebû Bekir, Ömer ve Osman
ile birlikte bayram namazında hazır bulundum. Hepsi de namazı hutbeden önce
kılarlardı. Sonra namazı kılmalarının ardından hutbe okunurdu. Bir defasında
Hz. Peygamber hutbeden sonra yerinden ayrıldı. (Cemaat dağılmadan, bilhassa
kadınlar çekilmeden erkekler çıkmasınlar diye) eliyle oturun diye işaret etmesi
hâlâ gözlerimin önündedir. Rasûlullah, (oturmakta olan) erkeklerin saflarını
yararak, kadınların saflarına kadar gitti. Bilal de yanındaydı. Oraya varınca şu âyeti okudu: ‘Ey
Peygamber!
inanmış kadınlar, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmama, hırsızlık yapmamak, zina
etmemek, çocuklarını öldürmemek, elleriyle ayakları arasında bir iftira uydurup
getirmemek, iyi iş yapmakta sana karşı gelmemek hususunda sana biat etmeye
geldikleri zaman, biatlerini kabul et ve onlar için Allah’tan mağfiret dile.
Şüphesiz Allah, çok bağışlayandır, çok esirgeyendir. ’[222] Sonra bu âyetin okumasını
bitirdiği zaman, ‘Sizler be biat üzere sabit misiniz? ’ diye sordu. içlerinde
kim olduğunu ravi Hasan’ın bilmediği yalnız bir tek kadın, ‘Evet’ dedi, ondan
başkası cevap vermedi. Bunu zerine, ‘Mademki öyledir, sadaka verin’ buyurdu.
Bilal elbisesini yaydı ve: ‘Gelin, anam babam size feda olsun. Haydi, getirin
atın’ dedi. Kadınlar da halkalarını, yüzüklerini Bilal’ın ihramı içine atmaya
başladılar. ”[223]
Ebû Said el-Hudrî’den gelen problemli bir rivâyet şu şekildedir.
“Ebû
Said el-Hudrî’den, ‘Hz. Peygamber bir Kurban veya Ramazan bayramında musalla’ya
(namazgâh) çıktı. Namazdan sonra insanlara vaaz etti ve: ‘Ey insanlar! Sadaka
veriniz!’ diyerek onlara sadaka vermelerini emretti. Sonra kadınların yanlarına
gitti ve onlara: ‘Hz. Peygamber şöyle dedi. ‘Ey kadınlar topluluğu! Sadaka
veriniz. Çünkü ben Cehennem halkının çoğunun siz kadınlar olduğunu gördüm’
dedi. Kadınlar, ‘Niçin Ya Rasûlallah?’ diye sordular. Şöyle buyurdu: ‘Çok la’net
ediyorsunuz.
Kocalarınıza nankörlük ediyorsunuz. Basîret sahibi bir erkeğin aklını sizin
kadar çelebilen, aklı ve dini eksik başka bir varlık görmedim, ey kadınlar
topluluğu!.’ Daha sonra oradan ayrıldı. Hz. Peygamber evine döndükten sonra,
ibn Mes’ud’un hanımı Zeyneb gelip izin istedi. Kendisine: ‘Ya Rasûlallah Zeyneb
geldi’ denildi. Hz. Peygamber: ‘Ona izin verin’ dedi. Zeyneb (Hz. Peygambere)
şöyle dedi: ‘Ey Allah’ın Nebî’si! Bugün bize sadaka vermemizi emretmiştin.
Yanımda bazı ziynetlerimi getirdim. Bunları sadaka olarak vermek istiyorum,
fakat ibn Mes’ud, kendisinin ve çocuğunun buna daha layık olduğunu söylüyor.’
Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle dedi: ‘ibn Mes ’ud doğru söylüyor. Kocan ve
çocuğun senin sadakana daha layıktır. ”[224]
Ebû Said
el-Hudrî’den gelen diğer bir problemli rivâyet ise şu şekildedir
“Ebû
Said el-Hudrî’den. Kendisi şöyle anlattı. ‘Hz. Peygamber bir Kurban veya
Ramazan
bayramında musalla ’ya (namazgâh) çıktı. Sonra kadınların yanına giderek onlara
şöyle dedi: ‘Ey kadınlar topluluğu! Sadaka veriniz. Çünkü bana, Cehennem
halkının
çoğunluğunu siz kadınların oluşturduğu gösterildi.’ dedi. Kadınlar: ‘Neden Ya
Rasûlallah? ’ dediler. Hz. Peygamber şöyle dedi: ‘Çok la ’net ediyorsunuz.
Kocalarınızın sizin için yaptığı iyiliklere nankörlük ediyorsunuz. Basîret
sahibi bir erkeğin aklını sizin kadar çelebilen, aklı ve dini eksik başka bir
varlık görmedim. ’ Kadınlar : ‘Aklımızın ve dinimizin eksik olması ne demektir
Yâ Rasûlalah? ’ dediler. Hz. Peygamber şöyle cevap
verdi:
‘Kadının şahitliği erkeğin şahitliğinin yarısı kadar değil mi?’, kadınlar:
‘Evet’ dediler. Hz. Peygamber: ‘işte bu kadının aklının noksanlığındandır. Âdetli olduğu
zaman manaz
kılamaz ve oruç tutamaz değil mi?’ dedi. Kadınlar yine: ‘Evet’ dediler. Hz.
Peygamber de: ‘İşte bu dinlerinin doksanlığındandır ’ dedi.[225]
Bu hadiste
Abdullah b. Mes’ud’un hanımı Zeyneb’ten bahsedilmememesi ravilerin zabt
açısından kusurlu olduklarını göstermektedir. Ayrıca senedinde de zabt
açısından eleştirilen Zeyd b. Eslem[226]
bulunmaktadır. Bu sebeplerden dolayı bu rivâyet problemlidir.
Ebû Said
el-Hudrî’den gelen bu problemli rivâyetlerin yanında, aynı sahabîden nakledilen
ve içinde kadınların aklından bahsedilmeyen problemsiz bir rivâyette
bulunmaktadır. Bunun metni ise şu şekildedir.
“Ebû
Said el-Hudrî’den rivâyet edilmiştir: ‘‘Hz. Peygamber Kurban ve Ramazan bayramı
günlerinde evinden çıkar ve namaza başlardı. Namazı kılıp selam verdiği zaman
cemaat henüz yerinde oturmaktayken insanlara dönerdi. Peygamberlik görevinden
kaynaklanan bir husus varsa insanlara onu anlatır, aksi takdirde bunun dışında
konuşur ve onlara birtakım emirler verirdi. ‘Sadaka veriniz. Sadaka veriniz’
derdi. En
çok, sadaka verenlerde kadınlar olurdu, sonra ayrılırdı.”[227]
2.1.1.1.
Konu İle İlgili Görüş ve Değerlendirmeler
2.1.1.1.1.
Bu Rivâyetlerin Sahih Olduğu Kanaatinde Olan
Âlimler ve Görüşleri
Bir kısım
âlimler yukarda ele alınan hadislerin hem sened, hem de metin açısından sahih
olduğunu kabul etmişler; bunları çağlarının kültürel ortam ve anlayışına göre
yorumlamaya çalışmışlardır. Bunlar arasında İbnü’l-Arabî (v. 543/1149), Nevevî
(v. 676/1278), Kirmânî (v. 786/1385), İbn Hacer (v. 852/1449), Aynî (v.
855/1452), Kastallânî (v. 923/1518) ve Sindî (v. 1136/1724) gibi klasik hadis
âlimleri vardır. Günümüzde de bu paralelde düşünen akademiyen ve yazarlar
vardır. Ahmed Dâvudoğlu[228], Mehmed Sofuoğlu, Haydar
Hatipoğlu, İbrahim Canan[229] ve Zekeriyya Güler’i bu
çerçevede değerlendirmek mümkündür.
Bu
âlimlere göre bu hadisler kadınları küçük düşürmemektedir. Bu hadislerden kasıt kadınların farkında olmadıkları zaaf noktalarını onlara bildirmek, onların bu
zaaflarının
üzerine giderek bunlardan meydana gelebilecek zararı en aza indirmektir. Bu
hadislerdeki bir incelikte, kadınların aklen eksik oluşları sebebiyle ateşle
tehdit edilmemiş olmalarıdır.
Günümüz
âlimlerinden Zekeriya Güler, bu hadislerin feminist çevrelerin ve bazı
akademisyenlerin iddia ettiği gibi Kur’ân’ın temel ilkelerine aykırı
olmadığını, bunları anlamak için ciddî çaba sarf edilmesi gerektiğini ve bu
yapılamıyorsa da acele davranarak onları reddetme yerine sukût ederek tevakkuf
edilmesi gerektiğini belirtmektedir.229 [230]
Problemli
rivâyetlerin sıhhatini ispatlamaya çalışmak bir hadis âliminin nasıl vazifesi
ise, sahih olmadığını tespit ederek problemi çözmeye çalışmak ta o derece bir
hak ve görevdir. Problemlerin üzerini kapatmak, yorumda bulunmamak herhangi bir
çözüm üretmeyeceği için tevakkuf etmek doğru bir tutum değildir.
2.1.1.2.
Bu Rivâyetlerin İçerik Açısından Doğru
Olmadığı ile İlgili
İslam,
insan fıtratına uygun olarak gönderildiği için gerek Kur’ân’da gerekse Hz.
Peygamber’in Sünnetinde insan tabbiatına aykırı hususlar bulunmaz. İnsanın
yaratılışına aykırı düşen sözlerin Hz. Peygamber’e ait olması, bu tür
rivâyetlere hadis denilmesi mümkün değildir. Ayrıca bu rivâyetleri okuyan
hiçbir kadının gönül rahatlığı ile bunları kabullenemez. Bu da bu rivâyetlerin
insan fıtratına aykırı olduğunun bir delilidir.
Kur’ân-ı
Kerim, kadın ile erkek arasında hiçbir ayrım yapmamakta, her ikisine de aynı
hak ve yükümlülükleri tevdî etmektedir. Tarihin hiçbir döneminde erkeklere
ayrı, kadınlara ayrı din ve kitap gönderilmemiştir. Eğer kadının aklı eksik
olsaydı ayrı hükümlerin gelmesi gerekirdi ki böyle bir şey yoktur. Kadını,
erkeğin dûnunda gösteren hadislerin Kur’ân’a ters düştüğünü ve dolayısıyla
böyle bir sözü Hz. Muhammed’in söylemesinin mümkün olmayacağını kabul etmek
zorundayız. Bu ve benzeri görüşler, İslam’a sonradan sokulmuştur. Aslında biraz
sağduyu bu tür rivâyetlerin uydurma olduğunu ortaya koymaya yeterlidir.
Bu
rivâyetlerin kendisine atfedildiği Hz. Peygamber, yumuşak kalpli, şefkatli,
merhametli, ümmetine düşkün, kendisinden düşmanlarına bedduâ ve la’net etmesini
isteyenlere “Ben bunlar için değil rahmet ve merhamet Peygamberi olarak
gönderildim” diye cevap veren bir kişi olduğu için ümmetinin en az yarısını
teşkil eden kadınları incitmesi, onları hakir görmesi düşünülemez. İnsanları
kazanmaya, küstürmemeye ve kırmamaya olağanüstü bir çaba harcayan Hz.
Peygamber’in böyle bir söz söylemesi mümkün değildir. Bu rivâyetler Hz.
Peygamberin uslûbuna ve davet metoduna ters düşmektedir. Ayrıca kadınların
aklının erkeklere göre eksik olduğu hususu bilimsel ölçülere uygun olarak
yapılan hiçbir araştırma ile doğrulanmamıştır. Din ile bilimin verilerinin
çatışmaması gerekir. Hz. Peygamberin hadislerinin sahih olup olmadığının
tespitinde ölçü, bunların ilmî gerçeklere ters düşmemesidir. Kadınların
akıllarının noksan olduğuna dair rivâyetler ise, ispatlanmış bilimsel bir
gerçeğin ifadesinden çok uzak birer kalıp yargı niteliği taşımaktadır.
Eksikliği bilimsel araştırmalarla doğrulanmamıştır.[231]
Konuyla
ilgili rivâyetler dikkatli bir şekilde değerlendirildiğinde bu anlayışın
köklerinin ta antik çağa kadar uzandığını; oradan Yahûdî, Hristiyan ve İslam
kültürlerine geçtiğini görebilmekteyiz. Yani bu rivâyetlerin kaynağı Kur’ân ve
Sünnet olmayıp, İslam öncesi kültürlerdir. Bu kültürler ve dinler incelendiğinde
bunlarda kadını küçümseyen hatta insan dahi saymayan anlayışlar açıkça
görülmektedir. Bu kadın aleyhtarı düşünceler uydurma rivâyetler aracılığıyla
İslam’a sokulmak istenmiş ve Müslümanlar arasında belli bir kabule ulaşmıştır.
Konuyla ilgili rivâyetler tahkik edilmeden doğru kabul edildiği ve savunulduğu
için İslâm karşıtı bazı kimseler bunları İslâmı karalamak için birer malzeme
olarak kullanmışlardır. İlhan Arsel konuyla ilgili olarak: “Muhammed kadının
tanımını şöyle yapmıştır: ‘Kadınlar aklen ve dînen eksik yaratıklardır. ’
Yaparken de Kur’ân’ın şu âyetine dayanmıştır: ‘iki kadının tanıklığı, bir
erkeğin tanıklığına bedeldir."(Bakara, 2/282)” demektedir.[232]
Eğer daha
önceki asırlarda ilgili rivâyetler naklettiğimiz bilgiler paralelinde ele
alınmış ve problemsiz rivâyetler ön plana çıkartılmış olsaydı ne İslam
dünyasında kadın aleyhtarı görüş ve tavırlar olur ne de İslam düşmanları bu tür
rivâyetleri kullanarak İslam’ı eleştirebilirler ve yanlış İslam imajları
oluşturabilirlerdi.
2.1.2.Hacamatın Aklı Arttırdığı
İle İlgili Rivâyetler
İki omuz
arasından, sırttan, başın arka tarafından yahut vücudun herhangi bir yerinden
tedavi maksadıyla bardak, şişe veya boynuzla kan aldırma[233]
olarak tanımlanan hacamat, Eski Mezopotamya, Mısır ve diğer Ön Asya
uygarlıkları ile Arabistan’da da kullanılan bir tedavi yöntemiydi.[234] Hz. Peygamberin zamanında da
sağlığı koruma ve bir tedavi yöntemi olarak uygulandığı, bizzat kendisinin
hacamat yaptırdığı, hatta hacamatı teşvik ettiği bilinmektedir. Hz. Peygamber
ve ashabının genel olarak ağrılara ve özellikle baş ağrısına karşı, baş, omuz,
boyun damarları, kalça ve ayağın üstünden hacamat yaptırdığı nakledilmektedir.[235]
Hz.
Peygamber’in hacamat yaptırdığı ile ilgili sahih hadisler bulunmaktadır. Biz
burada hacamatla ilgili tüm hadisleri değil sadece hacamatın aklı ve hafızayı
arttırdığını ifade eden hadisleri inceleyeceğiz. Bu hadislerde hacamatın aklı
ve hafızayı arttırdığı ifade edilmekle birlikte hacamatın hangi vakitlerde
yapılması gerektiğinden de bahsedilmektedir.
İbn
Hacer, Buharî şerhindeki hacamat bölümünde özetle: “Buharî, Sahîh’inde
‘Oruçlunun hacamat olması’[236] başlığı altında bir bab açmış
ve burada Ebû Musa’nın geceleyin hacamat olduğuna dair bir rivâyet ile Hz.
Peygamber’in oruçlu iken hacamat olduğuna dair bir hadisi rivâyet etmiştir.[237] ‘Hacamat olmak için uygun vakitler
hakkında
birkaç hadis varid olmuş ise de hiçbirisi Buharî’nin söz konusu ettiği şarta
uygun değildi. Bana öyle geliyor ki; Buhârî hacamat işinin ihtiyaç olduğu zaman
yapılabileceğine ve bunu belirli bir vakte bağlı olmadığına işaret etmek
istemiştir. Çünkü hacamat işinin geceleyin yapıldığını ve Hz. Peygamber’in
oruçlu iken hacamat olduğuna dair hadisi rivâyet etmiştir. Ahmed b. Hanbel de
bu konuda sahih bir hadis bulunmadığını söylemektedir.”[238]
Konuyla
ilgili olarak Ukaylî ise: “Rasulullah’tan hacamatın vakti hakkında kesin bir
gün sabit değildir. Bu konudaki hadislerin tamamının isnadı problemlidir.” 239 demektedir.[239]
Muhammed b. Abdulmelik, İsmail b. Mes’ad, Hamza, Ebû Ahmed b. Adî,
Ahmed b.
Muhammed b. Süleyman el-Kattân, Hasan b. Müdrik, Fadl b. Selam, Muâviye b.
Hafs, Muhammed b. Sâbit, Babası tarikiyle Enes b. Malik’ten nakledildiğine göre
“Hz. Peygamber: ‘Perşembe günü hacamat yaptırın. Çünkü o erebi arttırır. ’
deyince, insanlar: ‘Ereb nedir?, Ey Allah’ın Rasulü? ’ diye sormuşlar. Bunun
üzerine Hz. Peygamber: ‘Akıldır. ’ diye cevap vermiştir.”[240]
Bu
hadisle ilgili olarak İbnu’l-Cevzî şöyle demiştir: “Rasulullah’tan böyle bir
hadis sahih olamaz” demiştir. Ukaylî ise: ‘Fadl’ın, Muaviye b. Hafs’tan nakilleri
terkedilmiştir,
Muaviye b. Hafs ise meçhuldur. Hacamatın vakti ve gününün belirlenmesi,
bunların iyiliği veya kötülüğüyle ilgili herhangi bir sahih hadis yoktur.”[241]
İbn Adiy
ise eserinde Ukayli’nin bu konudaki hadislerin hepsinin isnadlarının leyyin
olduğunu söylediğini naklettikten sonra hadis hakkında “Bu hadis mu’daldır yani
ravi zincirinde kopukluk vardır ve senedindeki Basralı Fadl’ın bu hadisten
başka hadisi yoktur.”[242] demektedir. Ayrıca Kayserânî
de bu hadisi eserinde senedsiz olarak nakletmiştir.[243]
Naklettiğimiz bu görüşlerden bu hadisin problemli olduğu ortaya çıkmaktadır.
Hakim’in bu
konuyla ilgili Ebû Abdullah es-Saffar, Ebû İsmail es-Sulemî, Şeyh Ebubekir b.
İshak, Hasan b. Ali b. Ziyâd, Abdulaziz b. Abdullah el-Uveysî, Ebû Mûsâ İsâ b.
Abdullah el-Hayyâd, Muhammed b. Ka’bi’l-Karzî, Ebû Said el-Hudrî’den
naklettiğine göre Hz. Peygamber: “Başın ortasından hacamat yaptırmak
deliliği, cüzzamı, uyuşukluğu ve diş karmaşıklığını tedavi eder. ” buyurmuştur.[244]
Hâkim bu
hadisle ilgili olarak: “Bu hadisin senedi sahihtir fakat Buhârî ve Müslim bunu
nakletmemiştir.” demesine rağmen[245]
hadisin ravilerinden Ebu Mûsâ İsâ b. Abdullah el-Hayyâd İbn Hibban’ın ve İbn
Adiy tarafından zayıf raviler arasında zikredilmiştir.[246]
Bu konuyla
ilgili olarak Ebûbekir Muhammed b. Süleyman ez-Zâhid, Ali b. Huseyn b.
el-Cuneydî er-Râzî, Cafer b. Muhammed el-Feryâbî ve Zekeriyyâ b. Yahyâ es-Secî,
Ebu’l-Hattab Ziyad b. Yahyâ el-Hasenî, Gazâl b. Muhammed, Muhammed b. Cihâde
tarikiyle nakledildiğine göre Nâfi bir gün İbn Ömer’e gelerek: “Bana hacamat
yapan bir kişi bul, fakat bu kişi küçük bir çocuk veya yaşlı biri olmasın.
Çünkü kanım kaynıyor, fazla geliyor. Ben Rasulullah’ın: ‘Allah ’a yemin olsun
ki Perşembe günü hacamat yaptırmak aklı ve hafızayı güçlendirir. Cuma,
Cumartesi ve Pazar günü hacamat yaptırmayın. Pazartesi ve Salı günü hacamat
yaptırın. Cüzzam ve alaca hastalığı ancak Çarşamba gecesi iner. ” buyurduğunu
duydum.[247]
Hâkim; bu
hadisin râvîlerinden Gazâl b. Muhammed’in meçhul olduğunu, adâlet ve cerhine
dair bilgi bulamadığını belirttikten sonra diğer râvîlerinin sika olduğunu
kaydeder. Zehebî ise Muhammed b. Gazâl’ın meçhul bir râvî olduğunu ifâde
etmiştir.”[248]
İbn Hacer
ise aynı ravi için: “Muhammed b. Cihade’den nakilde bulunmuştur,
tanınmamaktadır ve hacamat konusundaki haberi kabul edilmemektedir.”[249] demektedir.
Bu görüşlerden
dolayı hadisin bu şekli de problemlidir.
Hâkim
yukarıda naklettiğimiz hadisin bir benzerini; Osman b. Said ed-Darimi, Abdullah
b. Salih el-Mısri, Ataf b. Halid, Nafi, Abdullah b. Ömer’den nakletmektedir.
İbn Ömer Nâfi’nin bir gün kendisine gelerek şöyle dediğini belirtir. “Bana
bir hacamat yapan kişi bul, fakat küçük bir çocuk veya yaşlı biri olmasın.
Çünkü kanım kaynıyor, fazla geliyor. Ben Rasulullah’ın: ‘Hacamat hafızası iyi
olan kişinin hafızasını güçlendirir. Kim Allah’ın adıyla hacamat olursa
Perşembe günü hacamat olsun. Cuma, cumartesi ve Pazar günü hacamat yaptırmaktan
sakının. Pazartesi ve Salı günü hacamat yaptırın. Çünkü o günler Allah’ın Eyyub
(a.s)’dan belayı kaldırdığı günlerdir. Çarşamba günü hacamat yaptırmaktan
kaçının. Çünkü Allah Teala Eyyub’a hastalığı o günde vermiştir. Cüzzam ve alaca
hastalığı Çarşamba gününde veya o günün gecesinde başlar. ” dediğini duydum.
.[250]
Bu
hadisin ravilerinden olan Abdullah b. Salih el-Mısrî hakkında Ahmed b. Hanbel:
“Durumu ilk önceleri iyi idi, daha sonra bozuldu. O hadiste hiçbir şey
değildir.” Ali b. el-Medenî: “Onun hadislerine rastladım, öğrendim ancak
onlardan hiçbirini nakletmedim”, Nesefî: “Ebû Ali Salih b. Muhammed’e Leys’in kâtibi Ebû Salih’i
sordum. O: “Yahya
b. Main onu sika kabul ediyordu ancak bana göre hadiste yalan söylüyordu”,
Nesâî: “Sika değildir” demiştir. [251]
İbn Hibban da: “Gerçekten hadisleri reddedilmiştir. Sika ravilerin adını
kullanarak sika olmayan ravilerin hadislerini naklederdi”[252]
demektedir. Bu görüşlerden anlaşıldığı gibi hadisin bu şekli de problemlidir.
İbn Mâce
aynı hadisi ise farklı bir senedle Muhammed b. El-Musaffâ el-Hımsî, Osman b.
Abdurrahman, Abdullah b. Isme, Said b. Meymun, Nâfi, İbn Ömer yoluyla
nakletmiştir.[253]
Bu
rivâyetin isnadında bulunan Said b. Meymun hakkında İbn Hacer: “Nâfî’den
hacamat konusunda hadis rivâyet etmiştir. Kendisinden de Abdullah b. İsmete
rivâyette bulunmuştur. Meçhuldur ve hacamat konusundaki haberi gerçekten
reddedilmektedir.”[254] demektedir.
Ravilerden
Abdullah b. İsme için ise: “İbn Adiy’in el-KâmiFde: “Onun reddedilen
rivâyetlerini gördüm”, Ukaylî’nin ise “Onun hadislerinin kıymeti yoktur, merfû
olmayanları merfû olarak rivâyet eder ve hadislere ekleme yapar. Gerçekten de
hadisleri reddedilmiştir.” dediğini nakletmektedir. [255]
Bu görüşlerden dolayı rivâyetin bu şekli de zayıftır.
Hâkim
yukarıdaki hadisi “Hacamatı aç karnına yaptırmak daha uygundur. ” ziyadesiyle
eş-Şeyh Ebûbekir b. İshak, Ömer b. Hafs b. Ömer es-Sedûsî, Abdulmelik b.
Abdurabbih et-Tâî, Ebû Ali Osman b. Cafer, Muhammed b. Cihâde, Nâfi‘ yoluyla
farklı bir senedle naklettikten sonra hadisin senedinde bulunan Osman b.
Cafer’le ilgili olarak: “Bu ravinin cerh ve tadilini bilmiyorum.” demektedir.[256]
Aynı hadisi
İbn Mâce, Suveyd b. Said, Osman b. Matar, Hasan b. Ebî Cafer, Muhammed b.
Cihâde, Nâfi‘, İbn Ömer yoluyla nakletmektedir.[257]
Seneddeki
ravilerden Osman b. Matar eş-Şeybânî hakkında İbn Maîn: “Çok zayıftır, hadisi
yazılmaz, hiçbir şey değildir”, Ebû Zur’a, Ebu Dâvud ve Nesâî: “Zayıftır”, Ebû
Hâtim: “Hadisleri reddedilir.”, Buhârî: “Yanında garip rivâyetler vardı”, İbn
Hibban ve Ukaylî: “Sika ravilerin adlarını kullanarak reddedilen, uydurma
rivâyetleri naklederdi” demektedirler .[258]8
Kinânî aynı
hadisi farklı senetle naklettikten sonra hadisin senediyle ilgili olarak:
“İsnadında zayıf bir ravi olan Hasan b. Ebi Cafer var.” demiştir.[259]
Ayrıca İbn
Hacer Fethu’l-Bârî’de yukarıda İbn Mâce’den naklettiğimiz iki hadisin
senedlerinin zayıf olduğunu bildirmektedir.[260]
Deylemî ise
aynı hadisi: “İbn Ömer’den: Hacamat yaptırmak aklı ve -hafızası iyi
olanın hafızasını arttırır. ” şeklinde kısa bir şekilde senedsiz olarak
nakletmektedir.[261]
Yapmış
olduğumuz incelemeler sonucunda hacamatın aklı arttıdığı ile ilgili hadislerin
zayıf oldukları anlaşılmaktadır.
2.1.3.
Akıllı Kişinin Özellikleri İle İlgili Rivây
etler
Kütüb-i
Sitte eserlerinden Tirmîzî ve İbn Mâce tarafından Hişam b. Abdulmelik el-Hımsî,
Bakıyye b. Velîd, İbn Ebî Meryem, Damre b. Habîb, Ebî Ya‘la Şeddad b. Evs
tarikiyle nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Akıllı kişi kendini, nefsini
hesaba çeken ve ahireti için çalışandır. Aciz ise nefsinin isteklerine uyan ve
Allah ’tan boş yere iyi temennide bulunandır. ” buyurmuştur.[262]
Tirmîzî’nin
“hasen” olarak kaydettiği[263] bu hadis, İbn Mâce dışındaki
Kütüb-i Sitte âlimleri tarafından zikredilmemiştir. Hâkim eserine aldığı bu
hadis için şöyle demiştir: “Bu hadis Buharî’nin şartlarına göre sahihtir, ancak
rivâyet etmemiştir.”[264] Bu hadisle ilgili olarak
Kayserânî: “Bu hadis zayıftır.”[265], Bezzar: “Bu hadisi
Rasulullah’tan Şeddad b. Evs dışında birinin rivâyet ettiğini bilmiyoruz.”[266] demektedir.
Münâvî bu
hadisle ilgili şu değerlendirmeyi yapmaktadır. “Bu hadisi Ahmed b.
Hanbel, Tirmizi, İbn Mâce, Hâkim Ebû Bekr b. Meryem el-Gassânî, Damre, Şeddad
b. Evs yoluyla nakletmişlerdir. Hâkim: “Bu hadis Buharî’nin şartlarına göre
sahihtir.”, Buharî ise: “Hayır, vallahi Ebu Bekr yalancıdır.”, İbn Tahir ise:
“Hadisin üzerinde odaklandığı kişi (medâru’l-hadis) gerçekten zayıftır”[267] şeklinde görüş
belirmişlerdir.
Aclûnî
ise, Hâkim’in bu hadisi Buharî’nin şartlarına göre sahih kabul etmesine rağmen
Zehebî’nin isnada yer alan ve hadis uydurmakla meşhur olan İbn Ebî Meryem
nedeniyle bu hadisi eleştirdiğini belirtir. Beyhakî’nin Enes’ten “Akıllı kişi nefsini
hesaba çeken ve ahireti için çalışandır. Çıplak ise kendini dinden
soyutlayandır. Ey Allah’ım gerçek hayat ancak ahiret hayatıdır” lafzıyla
naklettiğini belirten Aclûnî ilk rivâyetin meşhur olduğunu kaydetmiştir.[268]
Bu hadisin
bütün tariklerinin ortak ravisi olan Ebu Bekr b. Abdullah b. Ebî Meryem
el-Gassânî eş-Şamî hakkında cerh-ta‘dil âlimleri “Harb b. İsmail, Ahmed b.
Hanbel’den: ‘O zayıftır, İsa ondan razı değildi, o bir şey değildir.’, İbn
Maîn, Nesâi ve Dârekutnî: ‘Zayıftır.’, Ebu Zur’a: ‘Hadisleri kabul
edilmemiştir.’, Ebu Hâtim: ‘Hadisleri zayıftır.’, Cûrcânî: ‘Güvenilir
değildir.’, İbn Sa’d: ‘Hadislerinin çoğu zayıftır.’ İbn Adiy: ‘Hadislerinin
geneli gariptir.’, Dârekutnî: ‘Terk edilmiştir.”[269]
şeklinde görüş bildirmişlerdir. İbn Ebî Meryem’le ilgili bu değerlendirmelerden
anlaşıldığı gibi bu hadis problemlidir.
Bu hadisin
Muhammed b. Abdullah b. Abdusselam el-Beyrûtî, Mekhûl, İbrahim b. Amr b. Bekr
es-Suksekî, Babası, Sevr b. Yezid, Galib b. Abdullah, Mekhul, İbn Ğanem, Şeddad
tarikiyle nakledilen rivâyetinde yer alan Galib b.Abdullah el-Cezerî hakkında
İbn Hacer: “Babası ve dedesinden merfû nakillerde bulunurdu. el- Müstedrek’te
hadisi vardır, tanınmayan bir kişidir,’ İbn Hazm da ‘meçhul’ olduğunu söyler.[270]
Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağir’de
bu hadisi Muhammed b. Abdullah b. Abdusselam el-Beyrûtî, Mekhul, Ebû
Abdurrahmân, İbrahim b. Amr b. Bekr es- Suksekî, Babası, Sevr b. Yezîd, Mekhûl,
Abdurrahman b. Ğanem, Şeddad b. Evs yoluyla naklettikten sonra: “Bu hadisi
Mekhûl’den sadece Sevr b. Yezîd nakletmiştir. Sevr b. Yezîd’den ise sadece
Gâlib b. Abdullah el-Cezerî rivâyet etmiştir.”[271]
demiştir. Gâlib b. Abdullah el-Cezerî’nin eleştirilen bir ravi olması hadisin
bu şeklinin de problemli olduğunu göstermektedir.
Beyhakî’nin
konuyla ilgili olarak Ebû Nasr b. Katâde, Ebû Ali er-Rifâ, Muhammed b. Yunus,
Avn b. İmâre el-Abdî, Hişâm b. Hisan, Sâbit tarikiyle rivâyet edildiğine göre, Enes
b. Mâlik’i, annesi Ümmü Süleym Rasulullah (a.s.)’a getirdi ve: “ Ey Allah’ın
Rasûlü! Senin hizmetçin Enes akıllı ve çıplaktır, ona dua et, eğer istersen ona
kıyâfet ver” dedi. Rasulullah (a.s.): ‘Akıllı kişi nefsini hesaba çeken ve
ahireti için çalışandır. Çıplak ise kendini dinden soyutlayandır. Ey Allah’ım
gerçek hayat ancak ahiret hayatıdır, Ensar ve Muhaciri bağışla ’ dedi. ”
Beyhakî
hadisi naklettikten sonra senetteki ravilerden Amr b. İmare’nin zayıf bir ravi
olduğunu belirtmiştir.[272] Bu ravi hakkında Ebû Zur’a:
“Hadisleri reddedilir,” Ebû Hâtim: “Onunla karşılaştım ancak ondan hiçbir şey
yazmadım, hadisleri zayıftır ve reddedilir.”, Buhârî: “Bilinen ve reddedilen
biridir” ve Ebû Dâvud da “zayıftır.”[273]
dedikleri için hadisin bu şekli de problemlidir.
Ancak aynı
hadisi Kudâî, Ebu’l-Kâsım Hasan b. Muhammed ed-Defî, Ahmed b. Hasan er-Râzî,
Ebû Yezid el-Karâtîsî, Esed b. Mûsâ, İbn Mübarek, Hayut b. Şurayh, Ebû Hâni
el-Havlânî, Amr b. Mâlik el-Cenbî, Fudâle b. Ubeyd, Mücahid yoluyla “Mücahid
Allah için gayret edendir. ” ziyadesiyle nakletmiştir.[274]
[275] Yaptığımız araştırmalarda
hadisin bu şeklinin tüm ravilerinin sika olduklarını, eleştirilmediklerini
tespit ettik. Bundan dolayı hadisin sadece bu şekli problemsizdir.
Sonuç
itibariyle; yaygın olarak bilinen ve kullanılan bu hadisin bir tarîki dışında
diğer tarikleri metin açısından tutarlı olmakla birlikte sened açısından zayıf
görünmektedir.
2.1.4.
Hangi Mü’minin Daha Akıllı Olduğunu Açıklayan
Rivâyetler
Zübeyr
b. Bekkâr, Enes b. İyâd, Nâfi‘ b. Abdullah, Ferve b. Kays, Atâ b. Rebâh
tarikiyle rivâyet edildiğine göre, İbn Ömer Hz. Peygamber’le birlikte iken
Ensar’dan bir kişi gelerek Hz. Peygamber’e selam verdikten sonra: “Ey Allah’ın
Rasûlü! Hangi mü’min en faziletlidir? diye sorunca Hz. Peygamber: “Ahlakı en güzel olanıdır”
buyurdu.
Gelen kişi: “Hangi mü ’minler en akıllıdırlar? ” diye sorunca Hz. Peygamber:
“Onlardan ölümü en çok düşünen ve âhiret için hazırlığı en güzel şekilde
yapanlardır. İşte bunlar en akıllılarıdır. ”275 buyurdu.
Bûsirî, Zevâid’de,
Zehebî’nin Tabakâtu’t-Tehzib adlı eserinde Ferût b. Kays’ın meçhul ve
haberinin batıl olduğunu kaydetmektedir.[276]
Aynı hadisi
Heysemî eserinde senedsiz olarak Atâ b. Rebah’tan: “Biz İbn Ömer ile
beraberken Basralı bir genç geldi ve bir konu hakkında soru sordu. İbn Ömer:
‘Sana
bunu
haber vereceğim, biz, Ebu Bekr, Ömer, Osman, Ali, İbn Mes ’ud, Ebu Said el-
Hudri, başka bir adam ve ben Rasulullah ile birlikte O, on kişinin onuncusu
olarak bulunuyorken bir genç Rasulullah’ın yanına geldi, oturdu ve ‘Ey Allah’ın Rasulu!
Hangi mü
’minler daha faziletli dir? ’ dedi. Rasulullah: ‘Ahlaken en güzel olanıdır. ’
dedi. Genç: ‘Hangi mü’minler daha akıllıdır?’ diye sordu Rasulullah (a.s.):
‘Onlardan ölümü en çok düşünen ve ölüm kendisine gelmeden önce hazırlığı en
güzel şekilde yapanlar işte onlar en akıllılardır.’ dedi ve sustu. Sonra Hz.
Peygamber bize yönelerek: ‘Bir toplumda ahlaksızlık, o toplumun atalarında
görülmeyen ölçü ve tartıda eksiltme, tâun, ağrı, rahatsızlık ortaya çıkmadıkça
ahlâksızlık ortaya çıkmaz. ” buyurdu.[277]
şeklinde nakletmiştir.
Hakim
Tirmîzî’nin senedsiz olarak İbn Ömer’den naklettiğine göre: “Bir adam
Rasulullah’ın yanına geldi ve hangi mü’min daha akıllıdır? diye sordu.
Rasulullah (a.s.): ‘Onlardan ölümü en çok düşünen ve ona hazırlığı en güzel
şekilde yapandır. Nur kalbe girdiği zaman kalb genişler, ferahlar. ’ dedi.
İnsanlar: ‘Ey Allah’ın Nebisi, bunun işareti nedir?’ diye sorunca
Rasulullah(a.s.): Âhiret hayatına yönelme ve aldanma dünyasından uzaklaşmak,
ölüm gelmeden önce ona hazırlık yapmaktır.’ buyurdu ve ‘Allah’ın göğsünü İslam
’a açtığı kişi Rabb ’inden bir nur üzerinde değil midir?”[278] âyetini
okuyarak cevap verdi.”[279]
Naklettiğimiz
bilgilerden bu hadisin sened yönünden proplemli olduğu anlaşılmaktadır.
2.1.5.
Yüce Allah’ın Akıllı Kişiyi Övdüğünü Bildiren
Rivâyet
Abdulvehhâb
b. Neced, Mûsâ b. Mervân er-Rakkî, Bakiye b. el-Velîd, Bahîr b.Sa‘d, Hâlid b.
Ma‘den, Seyf tarikiyle rivâyet edildiğine göre Avf b. Malik şöyle demiştir: “Hz.
Peygamber iki kişi arasında hüküm verdi. Aleyhine hüküm verilen kişi: Kendisine
haksızlık yapıldığını îmâ edercesine ‘Allah bana yeter, O ne güzel vekildir. ’
deyince Rasulullah(a.s.) haksız yere bu şekilde konuştuğu için onu azarladı,
aleyhinde bir şeyler söyledi ve ‘Sana akıllı davranmanı tavsiye ediyorum.
Muhakkak ki Allah Teâlâ akıllı kişiyi över ve acizi kınar, eğer haklı olduğun
bir konuda bir şey sana galib gelerek hakkını gasbederse; Allah bana yeter, O
ne güzel vekildir de ’ dedi. ”280
Bu hadisi
Taberânî[280] [281]
ve İbn Receb el-Hanbelî[282] de nakletmişlerdir. Bütün
tariklerin ortak râvîsi olan Bakıyye b. Velid hakkında İbn Uyeyne: “Bakıyye’den
sünnetle ilgili rivâyetleri, bilgileri dinlemeyin, sevab içeren bilgileri
dinleyin” İsmail b. Ayyaş: “Bakıyye’nin eksikliği, meçhul kişilerden çok
rivâyette bulunmasıdır. Sikalardan nakilde bulunursa sikadır.”, Ebû Mushir:
“Bakıyye’nin hadisleri problemlidir, onlardan korun, sakın.” demektedirler.[283]
Nesâî:
“Meçhul ve metruklardan nakillerde bulunan bir müdellistir.”, İbn Hibban: “Önce
sika kişilerden, sonra da yalancılardan hadis öğrendi ve zayıflardan duyduğu
hadisleri tedlis yoluyla sikaların adını kullanarak nakletti. Arkadaşları da
onun hadislerinde aynı işi yapıyorlardı, hadisleri delil olarak alınamaz.”[284] dedikleri için bu hadis
problemlidir.
2.2.
Kütüb-i Sitte Dışındaki Kaynaklarda Geçen
Hadisler
2.2.1.
İlk Yaratılan Varlığın Akıl Olduğu ile İlgili
Hadisler
Aklın
yaratılmasını ve Yüce Allah’la olan ilişkisini anlatan hadisler bize birkaç
farklı şekilde nakledilmiştir. Bunları sırasıyla ele alacağız.
Hadisin
birinci şekli şöyledir: “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır. ” [285]
Fettenî,
bu hadisin senedinde yalancı raviler bulunduğunu söyleyerek tenkit ederken[286] Münâvî de bu hadisin herhangi
bir aslının olmadığını, aynı zamanda diğer tariklerinin de güvenilir olmadığını
ifade etmektedir.[287] Cebrî ise aynı hadisi
nakletmiş ve İbn Teymiyye’nin bu hadisi Mecmeu‘l-Fetavâ’sında naklettiğini,
İbnu’l-Cevzî gibi hadis âlimlerinin bu rivâyetle ilgili olarak: “Yalan ve
uydurmadır, güvenilir İslâmî kaynaklarda bu hadisle ilgili herhangi bir bilgi
yoktur. Bu hadisi Dâvud b. el-Muhabber gibi akılla ilgili hadisleri derleyen kişiler nakletmiş, İhvânı Safa ve benzeri
felsefecilerin, Gazâlî, İbn Arabî, İbn Sebi‘n gibi âlimlerin eserlerinde yer
alan Hz. Peygamber adına uydurulmuş bir yalandır.”dediklerini nakletmiştir.[288] [289]
Hadisin
ikinci şekli ise şöyledir: “Allah aklı yarattığı zaman ona: ‘Öne dön ’ dedi,
o da döndü. Sonra ona: ‘Arkaya dön ’ dedi, o da döndü. Sonra: ‘izzetim ve
celâlim hakkı için senden daha şerefli bir şey yaratmadım. Seninle alır,
seninle veririm. ”dedi. 289
Taberânî
aynı hadisi Ahmed b. Zencuveyh el-Kattan el-Bağdâdî, Muhammed b. Bekar b.
Er-Reyyân, Hafs b. Ömer, Fadl b. Îsa er-Rakkâşî, Ebû Osman en-Nahdâ, Ebû
Hureyre yoluyla nakletmiştir.[290] İbn Ebi’d-Dünya ile
Taberânî’nin ortak râvîsi durumunda olan Fadl b. Îsa er-Rakkâşî’nin zayıf bir
râvî olduğu konusunda ittifak olduğu[291],
kader hakkında hadisler naklettiği, kendisinden hadis nakledilmesi uygun
olmayan zayıf bir ravi olarak[292] eleştirilmiştir.
Taberânî bu
hadisi Muhammed b. Yahya b. Mende el-Esbehânî, Ebû Hâmmi’l- Velîd b. Şuca‘,
Sai‘d b. Fadl el-İbnu’l-Cevzî, Ömer b. Ebî Sâlih el-Atakî, Ebî Gâlib, Ebî Umâne
yoluyla da nakletmiştir.[293] İbnu’l-Cevzî, Zemmu’l-Hevâ
isimli eserinde bu ve buna benzer akılla ilgili hadisler naklederek bu konuda
sahih bir hadisin olmadığını belirtmiştir.[294]
[295]
Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid’de
aynı hadisi Ebû Hureyre’den naklederek Zehebî’nin Ömer b. Ebî Sâlih’in
tanınmayan bir ravi olduğunu belirttiğini 295 nakletmiştir.
Ancak
Taberânî ve Heysemî’nin naklettiği senedlerde yer alan Ömer b. Ebî Sâlih
el-Atakî akıl ve fazileti hakkında batıl ve reddedilen haberler naklettiği,
hadis nakletme konusunda tanınmadığını ve hadislerine tâbi olunamayacağı[296] gibi konularda eleştirilmiş
ve yukarda nakledilen hadisin aslı olmadığı[297]
kaydedilmiştir.
Şevkânî bu
hadisle ilgili olarak şöyle bir değerlendirme yapmışıtır: “İbn Adiy bu hadisi
Ebû Hureyre’den merfû olarak nakletmiş ancak senedinde Yahya’nın kötü bir
kişidir dediği Fadl b. Îsa bulunmaktadır. Râvîlerden Haleb kadısı Hasf b.
Ömer’in ise sika ravilerin adını kullanarak uydurma hadisler nakletmiştir. İbn
Hibban, Bu kişinin hadislerinin delil olarak kullanılmasının mümkün olmadığı
konusunda ittifak bulunduğunu söylemiştir. Dârekutnî ise bu hadisi başka bir
şekilde nakletmiş ancak senedinde yalancı bir ravi olan Seyf b. Muhammed
bulunmaktadır. Ukaylî, Ebû Umâme’den merfû olarak nakletmiş ancak onun
senedinde de tanınmayan iki ravi vardır. Zehebî deMizânu’l-I‘tidalde bu
hadisin batıl olduğunu söylemektedir. Beyhakî, Şuabu’l-Îman’da zayıf bir
senedle nakletmiş ve aslında bu sözün Hasan Basrî’nin sözü olarak meşhur
olduğunu kaydetmiştir.[298]
Beyhakî’nin
yer verdiği rivâyetlerin senedlerinde de Haleb kadısı Hasfs b. Ömer Fadl b. Îsa
er-Rakkâşî bulunmaktadır.[299]
Bu
hadisin Ahmed b. Hanbel’in oğlu Abdullah dan gelen şekli mürseldir[300] ve
senedinde
zayıflık vardır.[301]
Beyhakî bu
hadisi naklettikten sonra senedinin zayıf olduğunu belirtmiştir.[302] İbn Kayyım bu
hadisi nakletmiş ve akılla ilgili tüm hadislerin yalan olduğunu belirtmiştir.[303]
Hadisin üçüncü şekli ise şöyledir: “Allah’ın ilk yarattığı şey kalemdir. Sonra
Nûn
’u yarattı ki o divittir. Sonra ona ‘yaz ’ dedi. O ‘ne yazayım ’ diye sorunca
Yüce Allah ‘Kıyamete kadar olacak her ameli, eseri, rızkı, tüm olacakları ve
olmayacakları yaz ’ dedi. Yüce
Allah’ın ‘Nûn ’a ve kaleme yemin olsun ki’[304] âyetinin anlamı budur.
Sonra
kalemi mühürledi ve kalem konuşmadı ve kıyamete kadar da konuşmayacak. Sonra
aklı yarattı ve ‘izzetime yemin olsun ki seni sevdiklerime tam, sevmediklerime
eksik vereceğim ’ dedi. ”[305]
İbn Adiyy
bu hadisin batıl olduğunu ve reddedildiğini belirterek, hadisteki proplemli
râvînin Muhammed b. Vehb ed-Dımeşkî olduğunu söylemektedir. Zehebî de Mizânu’l-I‘tidalde
aynı görüşleri ifade etmektedir. Dârekutnî aynı hadisi ğarib hadisler
içerisinde nakletmiştir. [306]
Şevkânî ve
Elbâni bu hadisi “insanların akıl bakımından en üstünü Allah ’a itaat eden
ve bu konuda en çok gayret edendir. Akıl bakımından en eksik olanı ise Şeytan
’a itaat eden ve bir şeyler kazanma konusunda en çok ümit besleyendir. ”
ziyadesiyle naklettikten sonra bu hadisin bâtıl olduğunu ifade etmektedirler.[307]
Hadisin
dördüncü şekli ise şöyledir: “Yüce Allah aklı yarattığı zaman: ‘Öne dön,
gel, yönel ’ dedi, o da döndü. Sonra ona: ‘Arkaya dön ’ dedi, o da döndü. Sonra
ona: ‘otur dedi, ’ o da oturdu. Sonra: ‘konuş ’ dedi, o da konuştu. Sonra: ‘sus
’ dedi, o da sustu. Bunun üzerine Yüce Allah şöyle dedi: ‘İzzetime, Celâlime,
büyüklüğüme, hâkimiyetime, gücüme yemin olsun ki kendime senden daha kıymetli
bir şey yaratmadım. Seninle bilir, seninle över, seninle alır, seninle veririm.
Seninle mükâfatlandırır, seninle cezalandırırım. Sevap senden dolayı, ceza da
sanadır. Sana sabırdan daha faziletli bir şey ikram etmedim. ” [308]
Hz.
Peygamber’den nakledildiği söylenen bu hadisin sahih olması mümkün değildir.[309] Hindî bu hadisin mu‘dal
olduğunu söylemiştir.[310] Deylemî’de bu hadisi senedsiz
olarak Âişe’den nakletmiştir.[311]
Hadisin
beşinci şekli ise şöyledir: “Allah aklı yarattığı zaman ona: ‘Öne dön ’
dedi, o da döndü. Sonra ona: ‘Arkaya dön’ dedi, o da döndü. Sonra ona: ‘Otur’
dedi, o da oturdu. Bunun üzerine Yüce Allah: ‘İzzetim ve celâlime yemin olsun ki seni
yarattığım
varlıklar içerisinde en çok sevdiklerim içinde bulunduracağım’ dedi. Allah
ahmaklığı yarattığı zaman ona: ‘Öne dön’ dedi, o
da arkaya döndü. Sonra ona:
‘Arkaya
dön’ dedi, o da öne döndü. Sonra ona: ‘Otur dedi’ o da koştu. Bunun üzerine
Yüce Allah: ‘İzzetim ve celâlime yemin olsun ki seni yarattığım varlıklar
içerisinde en çok kızdıklarım, öfkelendiklerim içinde bulunduracağım’” dedi.
Hadisin bu şeklinin de herhangi bir aslı yoktur.[312]
Aklın
yaratılmasıyla ilgili farklı bir rivâyet ise şu şekildedir: “Allah,
aklı yaratınca ben kimim diye’ sordu. Akıl sustu. Allah onu vahdaniyet nuruyla
aydınlatınca gözünü açtı ve ‘ sen Allah ’sın senden başka ilah yok ’ dedi.[313]
Bu hadisi
hadis kaynaklarından herhangi birinde bulamadık.
Allah
tarafından yaratılan ilk varlığın akıl olduğu hususunda Hz. Peygamber’e isnad
edilen rivâyetler, hadis otoriteleri tarafından tenkid edilmiş ve sahih olarak
kabul görmemiştir.[314]
Muhammed
İdris Kandehlevî, Zebidî’nin konuyu genişçe ele aldığına işaret ettikten sonra:
“Bu hadis (ikinci ve üçüncü şekliyle) Ebû Umâme, Âişe, Ebû Hureyre, İbn Abbas,
Hasan gibi zevattan birçok tarikle rivâyet olunmuştur. Bunların hepsi zayıf
olmakla birlikte hepsinin toplamı kuvvet ifade eder.” şeklinde bir
değerlendirme yapmıştır.[315]
Ancak bu
şekildeki bir izahın tutarlı olması mümkün değildir. Eğer bu izahı tutarlı
kabul edecek olursak meşhur olan tüm zayıf ve uydurma rivâyetleri aynı şekilde
kabul etmemiz gerekir.
Yukarıda
naklettiğimiz bilgilerden de anlaşıldığı üzere “aklın ilk yaratılan varlık
olduğunu” na ilşkin rivâyetler sıhhat yönünden güvenilir değildir.
2.2.1.1.
İlk Yaratılan Varlığın Akıl Olduğunu Bildiren
Hadislerin Tasavvufta Kullanımı ve Tasavvuf Düşüncesine Etkisi
Yapılan
incelemeler sonucunda akıl ile ilgili hadislerin çoğunun zayıf, bazılarının da
uydurma olduğu ortaya çıkmış oılmakla birlikte, bu rivâyetler Müslümanlar
arasında kabul görmüş ve yaygınlık kazanmıştır. Bu hadislere farklı alanlarda
eser veren bazı âlimler kitaplarında yer vermişlerdir.[316]
Mutasavvıflar
ve felsefeciler ilk yaratılan varlığın akıl olduğunu bildiren rivâyetleri
kâinatın, varlıkların yaratılışı ve Hz. Peygamber’in durumunu açıklarken
kullanmışlardır. Konuyla ilgili olarak Derviş el-Hût (v. 1276/1859): “Allah
aklı yarattığı zaman ona yönel dedi” şeklinde başlayan hadisin ittifakla
mevzû olduğunu kaydettikten sonra ‘Sûfiyye, akıl kelimesiyle Peygamberimizi
kastederek çokça rivâyette bulunmuşlardır.’ demektedir.[317]
Biz burada mutasavvıfların bu hadisleri nasıl anladıklarını ve hangi anlamları
yükleyerek buna bağlı olarak nasıl bir düşünce oluşturduklarını ele alacağız.
İlk
yaratılanın akıl olduğu konusundaki görüşlere Hâris el-Muhâsibî’den itibaren
bütün mutasavvıflarda rastlanmaktadır. Yeni Eflatuncu görüşlerden kaynaklanan
anlayış, İbnu’l-Arabî ve Abdulkerim el-Cilî gibi mutasavvıflar tarafından yeni
yorumlarla değişik bir tarzda ortaya konulmuş ve Hallac’tan gelen “Hakîkat-ı
Muhammediyye” görüşü ile “akl-ı evvel” nazariyesi birleştirilmiştir. İbnu’l
Arabî’nin “kalem-i âlâ” ve “dürre-i beyzâ” gibi isimler verdiği akl-ı evvel,
varlık âleminde ortaya çıkan ilk mahlûktur. “Akl-ı evvel”, “akl-ı küllî” ve
“akl-ı meaş” kavramları üzerinde duran Abdulkerim el-Cilî’ye göre akl-ı evvel,
ilâhî ilmin nûrudur. Bu sebeple Cebrail’e akl-ı evvel de denir. Akl-ı küllî,
akl-ı evvele tevdî edilen bilgi sûretlerinin kendisinde tecellî ettiği nurlu
bir müdrikedir.[318]
Erzurumlu
İbrahim Hakkı (v. 1194/1780) kâinatın yaratılışı konusunda: “Allah bütün
yaratıklardan evvel yokluktan, çok nurlu, yeşil bir cevher yarattı. Bazı
rivâyetlere göre kendi nurundan, latif ve azîm bir cevher var edip, ondan bütün
kâinâtı bir tertip içinde yavaş yavaş yarattı. Buna ilk cevher, Nûr-u
Muhammedî, Levh-i Mahfuz, akl-ı kül, izafî ruh adını verirler ki bütün ruhların
ve cisimlerin başlangıcı ve kaynağı bu cevherdir.” demektedir.[319]
İbnu’l-Arabî
ise bu konuda “Allah’ın ilk yarattığı ruh-u müdebbirdir. Bu da Hz. Muhammed’in
ruhudur, sonra öteki ruhlar ondan sâdır olmuştur.”[320]
demektedir.
Azîzuddin en-Nesefî ise bu konuda: “Allah’ın ilk yarattığı şey akıldır.
”,
“Allah’ın
ilk yarattığı şey kalemdir. ”[321]
ve “Allah’ın ilk yarattığı şey arştır.”[322]
hadislerini
naklettikten sonra: “Bil ki Yüce Allah’ın Melekût âleminde yarattığı ilk şey,
Allah’ın kalemi olan akıldı. Bu kaleme “Bu arşa yaz” diye hitap geldi. Kalem
“Allah’ım ne yazayım?” dedi. “Eskiden ve şimdi ne varsa, gelecekte ne olacaksa
hepsini yaz” diye hitab gelmesi üzerine yazdı. Ey derviş! Yüce Allah büyük
âlemde bir kalem yaratmış olup, o da akl-ı evvel’dir. Küçük âlemde de bir kalem
yaratmıştır, o da insandır. Yüce Allah’ın melekût âleminde yarattığı ilk şey
bir cevher olup, bu cevherin adı Allah’ın kalemi olan akl-ı evveldir. Akl-ı
evvele Beytullah, Allah Rasûlü ve büyük arş derlerse yine doğru olur.”[323] demektedir.
Aynı
şekilde Aziz Nesefî, akl-ı evvel olmadan hiçbir akıl ve ruha bilginin
ulaşmayacağını, akl-ı evvelden maksadın da Hz. Peygamber olduğunu söyler.
Mutasavvıflara
göre Hak’tan gelen feyiz (bilgi ve ruhî zevk hâli) akl-ı evvel denilen Hz.
Peygamber aracılığıyla velilere, onlar aracılığıyla da insanlara ulaştığından
müritlerin feyiz membaı mürşitleridir.[324]
Bu anlayış
tasavvuf düşüncesinde Nur-u Muhammediyye, Hakîkat-i Muhammediyye anlayışının
oluşmasına sebep olmuştur.
en-Nûru’l-Muhammedî
düşüncesine sözlerinde ilk defa yer veren sûfî düşünür, Zünnûn el-Mısrî (v.
245/859) olmuştur. Çünkü “Aslu’l-Halk nûru Muhammed, Yaratılmışların aslı
Muhammed’in nûrudur” sözü ona aittir. Zünnûn el-Mısrî’nin öğrencisi Selh b.
Abdullah et-Tusterî’nin bu konudaki düşünceleri, talebesi îbn Sâlim tarafından
sistemleştirilerek, “Sâlimiye” ekolü oluşmuş, en-nûru’l-Muhammedî’de bu ekolün
temel ilkelerinden birisi olarak ortaya çıkmıştır. Bununla birlikte teoriyi,
sûfî muhitlere taşıyan ve onu daha kapsamlı bir biçimde ele alıp yaygınlaştıran
temel kişi, Hallac (v. 309/922) olmuştur. Bu teoriye, eserlerinde kronolojik
olarak îbn Seb (v. 669/1270), Sühreverdî (v. 632/1234), îbn Arabî (v.
638/1240), Abdulkerim el-Cîlî (v. 805/1402), îmam Rabbânî (v. 1304/1625) ve
Nehbânî (v. 1350/1931) gibi sûfî şahsiyetler de yer vermişlerdir.[325]
Elmalılı
Muhammed Hamdi Yazır, akıl konusunu açıklarken naklettiğimiz ifadelere benzer
şekilde: “Akl-ı matbû’nun kâbil-i tahdidi olmayan bir çok merâtibi vardır ki, bir zekâ-yı basitten ukûl-i Enbiya mertebelerine kadar gider. En yüksek
mertebesine,
“akl-ı evvel” denilir ki, mebde’den gâyeyi, gâyeden mebdei, evvelden âhiri,
âhirden evveli, kemâli yakîn ile gören bu akl-ı evvel, kelâm-ı ilâhî ve nur-i
Muhammedî’dir.” demekte ve konumuzla ilgili “Allah’ın yarattığı şeylerin
ilki benim nûrumdur. ”, “Allah’ınyarattığı şeylerin ilki kalemdir. ”[326],
“Allah’ınyarattığı şeylerin ilki akıldır. ” hadislerini delil olarak
kullanmakta ve akl-ı evvel kavramını Hz. Peygamber olarak açıklamaktadır.[327]
Eraydın
ise, konuyla ilgili olarak Cevrî (v. 1065/1654)’nin: “ Onun vücudu cihan
halkının en şereflisi olmuşsa bunda şaşılacak ne var? O Âdemoğlunun zübdesidir,
insanlar arasında onun eşi ve benzeri yoktur. “Akl-ı Küll” onun pâk olan cevherinin
eşidir.” anlamına gelen şiirini nakletmektedir.[328]
Hakîkat-ı
Muhammediyye görüşü ise en güzel biçimde Muhyiddin İbnu’l-Arabî ile Abdulkerim
el-Cîlî tarafından açıklanmıştır.
Ehl-i keşf,
Hakîkat-ı Muhammediyye mertebesini ifade edebilmek için ulûhiyet, tecellî-i
evvel, mahlûk-ı evvel, madde-i evvel, akl-ı kül, hakîkat-ı Âdem, kalem, kitap
ve akl-ı evvel gibi terimler kullanmışlardır.
İbnu’l-Arabî,
Hakîkat-ı Muhammediyye’yi vücud-ı mutlakın yaratılış sahasındaki ilk ve en
mükemmel mazharı olarak görür. Onun her isminin bir mazharı vardır. En kapsamlı
isim olan ve bundan dolayı ism-i a’zam denilen Allah isminin mazharı Hakîkat-ı
Muhammediyye’dir. Vücud-ı mutlak en yüksek seviyede ve bu mazharda tecelli
ettiğinden ona “insân-ı kâmil” de denir.[329]
Tasavvuf
Kültüründe Hadis isimli eserinde bu konuyu ele alan Muhittin Uysal ise
şunları kaydetmektedir: “Şârânî (v. 973-1565) “Allah’ın ilk yarattığı,
akıldır. ” ve “Allah’ın ilk yarattığı, nurumdur. ” hadisleri
arasında bir çelişki olmadığını, onlarda geçen “ilk akıl” ve “nur” ifadelerinin
her ikisiyle de, “Hz. Muhammed’in hakikatinin” kastedildiğini ifade etmektedir.
Bizim tespitimize göre bu yorum tasavvufun felsefileştiği dönemlerin en önemli
sûfî yazarı olan İbn Arabî tarafından açık olarak ortaya konulmuş ve onun
etkisinde kalan birçok sûfî de tabii olarak aynı görüşü benimsemiştir. Şârânî
de bu sûfîlerdendir.[330]
Tasavvuf
düşüncesindeki İnsan-ı Kâmil düşüncesi de Hakîkat-ı Muhammediyye konusuyla
hemen hemen aynı anlama gelen bir konudur. Tasavvufî anlayışa göre Hz. Muhammed,
insan-ı kâmil’in en mükemmel örneğidir.[331]
[332]
Bu konuda
Mustafa Kara ise şöyle demektedir: “Genel manada insan-ı kâmil, Hz. Âdem; özel
manada ise Hz. Muhammed’dir. Sûfiler bu konuda şu hadisleri kullanmaktadırlar.
1.
“Allah’ın yarattığı ilk şey benim rûhumdur. ”332 Yüce Allah ilk önce Hz.
Peygamber’in
nurunu, o nurdan da kâinatı yarattı. Bir başka ifade ile âlemin yaratılış
hikmet ve gayesi budur. Şu âyette buna işaret etmektedir: “Biz seni âlemlere
rahmet olarak gönderdik. (Enbiyâ, 21/107)”
2.
“Allah’ın ilk olarak yarattığı şey akıldır”[333] veya “Allah’ın ilk olarak
yarattığı
şey kalemdir”[334]
şeklinde rivâyet edilen hadislerde geçen kalem ve akıl da “Nûr-u Muhammedî”
olarak anlaşılmıştır.
3.
“Âdem toprakla su
arasında iken ben peygamberdim. ”[335]
4.
“Ey Muhammed, sen, evet
sen olmasaydın kâinâtı, felekleri yaratmazdım. ”[336] (Levlâke
hadisi) de konuyla ilgilidir.
İnsan-ı
Kâmil için “kutub” ve “gavs” başta olmak üzere çeşitli devirlerde değişik
sûfilerce pek çok ıstılah kullanılmıştır. Bunların bir kısmı şöyledir: “Akl-ı
Küll”, “akl-ı evvel,” “akl-ı ilâhi”, “kalem-i a’la,” “levh-i âzm,” “ruh-u
Muhammedî,” “nur-u Muhammedî,” “noktay-ı vahdet,” “hakikat-ı Rabbâniye,”
“sebe-i hilkat,” “taayan-u evvel” ve “mazhar-ı ekmel” gibi isimler verilmiştir.
[337]
Mutasavvufların,
varlıkların yaratılışı konusunu açıklarken kullandıkları “Hakîkat-ı
Muhammediyye”, “Nûr-u Muhammedî” ve “insan-kâmil” düşünceleriyle büyük oranda
benzer ve hatta aynı mantığı ifade kavramlardan birisi de “feyz nazariyesi”dir.
Feyz
nazariyesi ile ilgili olarak Selçuk Eraydın eserinde şöyle demektedir:
“İbnu’l-Arabî bir tek varlığın (Allah) bulunduğunu, var olarak görünen her
şeyin bu varlığın çeşitli görüntüleri olduğunu söylerken de “feyz” ve “fezeyan”
nazariyesine dayanır. Ona göre bütün varlıklar, belli bir kaynaktan çıkıp akan
bir su gibi o varlıktan çıkıp akmaktadır. Herhangi bir kesintinin söz konusu
olmadığı bu akışta varlık her an kaynağına muhtaçtır ve her lahza ondan aldığı
destekle varlığını devam ettirmektedir. Bundan dolayı bir akışın eseri ve bir
taşmanın sonucu olan varlık da aslında bilgi gibi ilahî bir feyzdir. Burada
feyz “varlığın zuhur ve tecelli etmesi” anlamına gelir.
Feyz iki
türlüdür:
1.
Feyz-i Akdes (en kutsal):
Hakk’ın, zâtında zâtı ile zâtı için tecelli etmesi.
2.
Feyz-i Mukaddes (kutsal
feyz): İlâhî isimlerin tecellisi.
En kutsal
feyzle ayân-ı sâbite ve aslî istidatlar ilim mertebesinde hâsıl olur, kutsal
feyzle de bütün gerekleri ve nitelikleriyle ayân-ı sâbite dış âlemde ortaya
çıkar.
Feyz
nazariyesi, Yeni Eflatunculuk’un kurucusu Platon Enneades’inde yer alan,
Farabî, İhvan-ı Safa ve İbn Sina’da görülen “sudur teorisini” andırdığı,
dolayısıyla temelde felsefî kaynağa dayandığı ileri sürülerek eleştirilmiştir.[338]
Zâhir
ulemâsı, özellikle hadis âlimleri ve Hanbelîler, Hz. Peygamber’in bu şekilde
anlaşılmasını onu ilahlaştırmak anlamına geleceğini söyleyerek bu inancı küfür
ve şirk saymışlar, daha önceki ümmetlerin de peygamberleri konusundaki
aşırılıkları sebebiyle sapıklığa düştüklerini iddia etmişlerdir. “Hakîkat-ı
Muhammediyye” fikrinin Yeni Eflatunculuktaki “logos” veya İskenderiyeli Aziz
Clemens’in (v.215) peygamberlik konusundaki görüşleriyle ilgili olduğu, bunun
önce Şiî muhitine, oradan da tasavvufa geçtiği ileri sürülmüştür.[339]
Bazı ilim
adamlarına göre bu ve benzeri sözler yabancı kaynaklı felsefî görüşler olan
Neo-Platonizm ve Gnostisizm öğretilerinin, bazı sûfiler tarafından hadis haline
getirilmiş şekilleridir. Neo-Platonizm, tecellî fikrini, yani Âlem’in Allah’tan
nasıl sudur ettiğini açıklamaya çalışan bir görüştür. Bu görüşe göre Allah, her
şeyin kendisinden sudûr ettiği kaynaktır. Bütün varlıklar Allah’ın
tecellisidir. Her şeyin Allah’tan sudur edip yayılması bir takım
tabakalanmalarla olur. Varlığın bu silsilesinde, Allah’tan sonraki ilk
tabakayı, akıl meydana getirir.[340]
Ali Bulaç
ise bu konuyla ilgili olarak: “Yeni Eflatunculukta Helenistik devrin “logos”
inanışı aynı zamanda Hristiyan teolojisindeki “logos”un benzeri olan akıl,
manevî hilkat yoluyla ilk neden olan Tanrı’dan sudur eden veya fışkıran
birinci, bazen ikinci “ayn-i sâbit”tir ki, burada aklı, nefis, tabiat (fıtrat)
vb. izler. İlk yaratılan olarak akıl bu dünyada Allah’ın temsilcisi ve
habercisi adını alır.”[341] demektedir.
İslam
dünyasına felsefenin girmesiyle, felsefî düşüncelerin bir takım ilimlere
tesirleri görülmektedir. Bundan tasavvuf da nasibini almıştır. Felsefe yoluyla
ortaya atılan ilk akıl, küllî akıl, akl-ı küllî gibi kavramlar, felsefî
tasavvuf üzerinde duranlarca Hakîkat-ı Muhammediyye veya nûr-u Muhammedî
tabirleriyle karşılanmaya başlanmıştır. Tasavvufta tecellinin safhalarını ifade
eden hazarât-ı hamse’nin (beş mertebe) ikincisi olarak Hakîkat-ı Muhammediyye
üzerinde durulur.[342]
Bunun
sonucu olarak Felsefecilerin “ilk akıl” diye isimlendirdikleri ilk cevher,
sûfîlerin dilinde “Muhammed’in nuru” şeklinde ortaya çıkmıştır.[343]
Fazlurrahman’a
göre Gnostik-Maniheist fikirlerin sûfîliğe girişinin ilk örneklerinden biri Hz.
Muhammed’in “Aslî Nur” olduğunu ihtiva eden nazariyedir. Ontolojik hakîkatin
Allah’tan sonra gelen unsuru demek olan bu nur, İbn Arabî’nin fikirleri
sayesinde sûfîliğin ana doktrini haline gelmiştir.
Goldziher
bunun neticesinde Hz. Peygamber’de maddî anlamda nûrânî bir cevherin mündemiç
olduğu inancına varıldığını söylemektedir. Diğer bazı müsteşrikler ise, bu
telakkinin ortaya çıkışı ile ilgili olarak değişik asırlar ve tesirlerden
bahsederler. Massignon’a göre telakkinin ortaya çıkışı daha sonra ve kaynağı da
başkadır. Ona göre: “İlâhî feyz, Karmatîler ve Sâlimiyye’nin Nur-u
Muhammedî’sine tekabul eder. Bu akîde hicrî III. asırdan itibaren öne sürülmüş
olan İslam irfâniliğinin Nûr-u Muhammedî’sinin Grek sudûrunun faal akıl ile
ayniyetinden çıkar.
Hristiyan
tesiri üzerinde duranlar olduğu gibi Yunan felsefesinin tesiriyle tasavvufî
düşünceye geçtiğini iddia edenler de vardır. Abdulbaki Gölpınarlı, Yunan tesiri
ile ilgili olarak şunları söylemektedir. “Bu inanış tasavvufa Yunan
felsefesinden geçmiştir. Yunan felsefesini İslâmîleştiren ve hukemâ denen İslâm
filozoflarına göre, yaratıcı kudretten bir tek aktif kudret meydana gelmiştir
ki, buna akl-ı kül denir. Onlarca birden, bir meydana gelebilir. Akl-ı kül’e
karşılık, tasavvufta mutlak varlığın ilk tayyünü, yani zuhura olan meyli,
bilgisinde bütün eşyanın sabit oluşu nazariyesi meydana gelmiştir ki, Hakîkat-ı
Muhammediyye budur. Sûfîlere göre Hz. Muhammed’den önceki peygamberler, Hz.
Muhammed’den feyz almışlar, bu mazhâriyet Hz. Muhammed de kemâlini bulmuştur.
Süleyman
Uludağ’ın tespitine göre; “Kuşeyrî Risalesi’nde ve Kelâbâzî’nin tasavvuf
anlayışında bu düşünce yoktur. Bu akîde tasavvufa ve sünnî muhîte şiâ’dan, onlara
da yeni eflâtunculuktan geçmiştir. Ayrıca Yahûdî filozofu Filon’un ilâhî kelime
görüşü ile İbn Arabî’nin Hakîkat-ı Muhammediyye telakkisi arasında yakınlık
vardır.[344]
Bütün
bunlardan anlaşıldığına göre sûfiler felsefedeki “sudur nazariyesini” kendileri
ilgili hadisleri kullanarak “feyz nazariyesi” olarak isimlendirmişlerdir.
Muhittin
Uysal ise eserinde bu konuyla ilgili olarak: “Diğer yandan bu düşüncenin
Helenistik felsefe’deki, “Varlıkların ilk varlıktan feyz yoluyla sudûr
ettikleri” şeklindeki “sudûr nazariyesi” ile yakın benzerlikler arzettiği
görülmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, felsefe’nin İslâm düşüncesine girmesinden
sonra, felsefeciler tarafından “Akl-ı Evvel, Akl-ı Küllî” tarzında ifade edilen
kavramlar; tasavvufun tefekkür boyutuyla ilgilenen sûfi-filozoflar tarafından,
ilgili asılsız haberlerin de etkisiyle “en-Nûru’l-Muhammedî, el-Hakîka
el-Muhammedî” gibi ifadelerle karşılanmıştır. Bu konuda İbn Arâbî, Dâvud
el-Kayserî (750/1349) ve Şârânî’yi örnek gösterebiliriz. Daha önce de ifade
ettiğimiz gibi, Sehl b. Abdullah et-Tusterî (283/896) ve Hallac (309/922)’ın
ortaya attığı bu düşünce, Gnostik-Maniheist fikirlerin sûfiliğe girişinin
(III/IX yüzyılın sonralarında) ilk örneklerinden sayılmış, bilâhere hicrî VII.
yüzyılda, İbn Arâbî’nin elinde”vahdet-i vücud” disiplini içinde sûfîliğin temel
görüşlerinden biri haline gelmiştir.
Bazı
araştırmacılar teorinin Hristiyanlık’tan alındığına işaret ederlerken; Afîfî,
İbn Arâbî’nin konuya ilişkin görüşlerinde Hristiyanlık’tan etkilendiğini
söylemiştir. Süleyman Uludağ ise, bu akîdenin Tasavvufa ve Sünnî muhîte
Şiâ’dan, onlara da Yeni eflâtunculuktan geçtiğini belirmektedir. “Felsefî
Tasavvufta Allah-Kâinat ilişkisi” konusunda yapılmış bir doktora çalışmasında ise Hallac’ın bu düşünceyi eski bir
putperest İran
dîninden aldığı sonucuna ulaşılmıştır.”demektedir.[345]
Yunus Şevki Yavuz ise: “Filozofların tesirinde kalan bir kısım Şiî kelamcılara
göre akıl Yüce Allah’ın ilk önce yarattığı rûhî bir cevher olup ilim, kudret,
irade ve nurdan oluşmuştur.[346] demektedir.
Yeni Eflatuncu
görüşlerden kaynaklanan anlayış, İbnu’l-Arabî ve Abdulkerim el-Cilî gibi
mutasavvıflar tarafından yeni yorumlarla değişik bir tarzda ortaya konulmuş ve
Hallac’tan gelen “Hakîkat-ı Muhammediyye” görüşü ile “akl-ı evvel” nazariyesi
birleştirilmiştir.[347]
Bu konuyla
ilgili olarak Tayyib Okiç ise: “Neo-platonizm ‘emanation’ (tecellî) hakkındaki
talimatı, ezel-i mevcûdiyetin ilk ve direkt tecellisi olan dünya entelektine
aid bir nazariye, bir kutsî hadis şekline bürünmüştür.
Allah’ın
ilk olarak yarattığı şey akıldır .Allah aklı yarattığı zaman ona yönel dedi....
Bu hadis ve
bu manadaki diğer hadisler, Dâvud b. el-Muhabber (v. 206)’in bugün tamamen
kaybolmuş bulunan “Kitabu’l-Akl” adlı eserinde toplanmıştır. Bu mevzû hadisler,
İslam’a yabancı olan görüş ve fikirleri aksettirir, bazen şu veya bu halk
topluluğunda sık sık rastlanan darb-ı meselleri ihtiva eder.”[348] demektedir.
Tasavvufun
ortaya çıkışı sırasında amelî ve ahlâkî yönü ağır basmakta olduğu ve yabancı
kültürlerden etkilenme en azından tasavvuf muhitlerinde henüz ciddi olarak
hissedilmediği için tasavvuf düşüncesinin ilk dönemlerinde Nûr-u Muhammedî,
Hakîkat-ı Muhammediyye ve feyz nazariyesi gibi kavramlar üzerinde
durulmamıştır. Ancak Mutasavvuflara ait yukarıda naklettiğimiz bütün bu
düşünceler tarih boyunca tasavvuf anlayışını ciddi olarak etkilemiş,
şekillendirmiş ve hâlâ da etkilemeye devam etmektedir.
Aslında
birbirleriyle belli bir ilişkiye giren medeniyetlerin birbirlerini etkilememesi
diye bir şey tam olarak söz konusu olamaz ve olmamalıdır. Tüm insanlığın ortak mirası sayılan bilimsel ve fikrî birikimden tüm toplumların
faydalanması
ve bu birikimi kullanması gerekir. Ancak bizim burada hatalı gördüğümüz husus
diğer medeniyetlerden gelen farklı düşüncelerin, toplumda kabul görerek
yerleşmesi için âyet ve hadislerin bunları destekleyici bir şekilde
kullanılmasıdır.
2.2.2.
Mü’minin Akıllı, Zeki Ve Uyanık Olduğunu
Bildiren Hadisler
Ebu’l-Kasım
Yahya b. Ali el-Ezni, İki oğlu, Dedesi Ali b. el-Huseyn Kâdi Âzine, Hasan b.
Ahmed b. İbrahim b. Feyl, İki oğlu, Ebu Talib el-Herevî, Ömer b. Harun
el-Belhî, İbn Luhey’a, Ukayl b. Halid, Yakub b. Utbe ve Ebû Hureyre’den
nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Mü ’min zorluğu, sıkıntıyı kolaylıkla
yenen, akıllı, zeki ve uyanıktır. ” buyurmuştur.[349]
Hadisin
ravilerinden Ömer b. Harun hakkında Ahmed b. Hanbel: “Ömer b. Harun’dan çok
hadis öğrendim ancak hiçbirini nakletmedim.”, Yahya b. Maîn: “Hiçbir kıymeti
yoktur, yalancıdır” ve Ebû Sai‘d el-Eşca‘ “Hadisleri zayıftır”[350] dedikleri için bu hadis
zayıftır.
Benzer bir
hadisi Deylemî ve Hakim Tirmîzî, Enes b. Mâlik’ten: “Mü ’min akıllı, zeki,
uyanık, istikrarlı, sağlam duran, acele etmeyen, âlim, helal ve harama dikkat
edendir. Münâfık ise; iğneleyici, alaycı sözler söyleyen, kırıp parçalayan,
istikrarlı durmayıp şüphe eden, geceleyin karanlıkta ne topladığını bilmeyen
oduncu gibi nereden kazanıp nereye harcadığını bilmeyen haram yiyendir. ”[351] şeklinde nakletmişlerdir.
Bu hadisle
ilgili olarak İbn Hacer: “Bu hadisi Deylemî, Enes b. Malik yoluyla zayıf bir
senedle nakletmiştir.”[352] dediği için bu hadis de
güvenilir değildir.
2.2.3.
Tevekkülün Akletmeden Sonra Olması Gerektiğini
Anlatan Hadis
Atâ b.
Rebah, el-Vudayn b. Atâ, Mahfûz b. Alkame ve İbn Âbid’den nakledildiğine göre
Hz. Peygamber: “Tevekkül akıldan, aklı kullanmadan sonradır. ” buyurmuştur.
Hadis kaynaklarında rastlayamadığımız bu rivâyet için Bağdâdî: “Bu hadis
mürseldir.”[353] demiştir.
2.2.4.
Öğretmen ve Hikâyecilerle İstişareyi
Yasaklayan Hadis
Yahya b.
Eyyub, Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid b. El-Kasım, Ebi İmame’den
nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Hikâyeci ve öğretmenlerle istişare
etmeyin. Çünkü Allah Teâlâ onların akıllarını ve kazandıklarından da bereketi
çekip almıştır. ” buyurmuştur.
Suyûtî bu
hadisle ilgili olarak: “Gulam Halil hadis uyduran bir kişidir. Ondan rivâyet
eden kişi ise bilinmiyor.” İbn Hibban, Ubeydullah b. Zuhr hakkında: “O
güvenilir ravilerin adını kullanarak uydurma hadisler rivâyet eder. Ali b.
Yezid’den hadis rivâyet ettiğinde kıyamet kopmuş demektir. Bir hadisi isnadında
Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid, Kasım Ebû Abdurrahman birleştikleri vakit bu
haber ancak onların uydurmaları olur.” demiştir. Zehebî ise Mizanu’l-Itidalde:
‘Ubeydullah b. Zuhr hakkında, bundan dört Sünen sahibi ve Ahmed b. Hanbel
Müsnedinde hadis nakletmiştir’ demektedir. Bu hadisi başka bir senedle İbn
Neccar Tarihinde nakletmiş ve: ‘Bu hadis Münkerdir’ demiştir.”[354]
İbn Arrâk
da bu hadisle ilgili olarak Suyûtî’nin görüşlerine katılmıştır. İbn Arrâk, bu
hadisin es-Salsal b. ed-Delhemis’ten “Hacamatyapanlar da” ziyadesiyle de
nakledildiğini fakat bu rivâyetin isnadındaki Muhammed b. Dav’ın yalancı ve
fasık biri olduğunu belirtmektedir. [355]
İbnu’l-Cevzî,
bu hadisi Velid b. Müslim b. Muaz b. Rufâa, Ali b. Yezid, Kasım, Ebû Umâme
kanalıyla naklederek uydurma olduğunu belirtmiştir.[356]
Ayrıca Telhis’te bu hadisi senedsiz olarak nakletmiş ve ravilerden Gulam Halil
ile Muhammed b. Dav’ın yalancı olduklarını belirtmiştir.[357]
Şevkânî ve
Deylemî aynı hadisi eserlerinde senedsiz olarak nakletmişler; Şevkânî, hadisin
uydurma olduğunu belirtmiştir.[358]
Aynı hadis
Muhammed b. Abdulhakim, İbn Verâ, Said b. Ebî Meryem, Yahya b. Eyyub, İbn Zuhr,
Ali b. Yezid, Kâsım, Ebû Umâme yoluyla nakledilmiş ve Cûrekânî’nin “Bu hadis
bâtıldır” dediği kaydedilmiştir.[359]
Hadisin
ravilerinden ve asıl adı Ahmed b. Muhammed el-Bâhilî olan Gulam Halil ölümüne
bütün Bağdad halkının yas tuttuğu büyük bir zahitti. Rivâyet ettiği hadisleri
nereden aldığı kendisine sorulduğu zaman, “Halkın kalbini yumuşatmak için
bunları biz uydurduk” diye cevap vermişti.[360]
İncelemekte
olduğumuz bu hadis ravilerden özellikle Ubeydullah b. Zuhr ve Ali b. Yezid
üzerinde odaklanmaktadır.
Bu
ravilerden Ubeydullah b. Zuhr hakkında Harb b. İsmail: “Onu Ahmed b. Hanbel’e
sordum. Zayıf olduğunu söyledi.” dedi. İbn Maîn: “Benim yanımda onun bütün
hadisleri zayıftır, o hiçbir şey değildir.” İbnu’l-Medînî:
“Münkerü’l-hadis’tir.” İbn Salih: “Sikadır,” Ebu Zur’a: “Onda problem yoktur,
saduktur.” Hâkim: “Hadisleri gevşektir.” Nesâi: “Onda problem yok.” Hâtıb:
“Salih bir kişidir, hadisinde çok güvenilir değildir.” demişlerdir.
İbn Hacer,
Tirmizi Ilelu’l-Buhari’de ondan hadis nakletti ve onu sika kabul
etmiştir. İclî, “Hadisleri yazılabilir.”, Dârekutnî: “Zayıftır.”, İbn Hibban:
“Sika râvîleri kullanarak uydurmalar rivâyet eder. Ali b. Yezid’den rivâyette
bulunduğunda kıyamet kopar. Bir haberin isnadında Ubeydullah b. Zuhr, Ali b.
Yezid ve Kâsım Ebû Abdurrahman birleştiklerinde bu haberin metni kesinlikle
onların uydurmalarıdır.” Bu üç kişi içinde itham edilen Ali b. Yezid’dir. Diğer
ikisi hata yapsalar da aslen iyidirler. Buhari İbn Zuhr’un Ali b. Yezid’den
rivâyetini nakletmemiştir.[361] demektedirler.
Kaydetmiş
olduğumuz isnadlarda da görüldüğü gibi Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid ve
Kasım İbn Hacer, Suyûtî, Zehebî ve Makdisî’nin nakillerinde ortak ravilerdir.
Diğer ravilerden bazıları da diğer âlimler tarafından eleştirilmişlerdir.
Ali b. Yezid hakkında ise Yahya b. Maîn ve Ebu Hâtim: “Ali b. Yezid’in
Kâsım ve Ebû Umâme’den nakillerinin hepsi çok zayıftır.”, Yakub ve Ebû Nuaym :
“Hadis uydurandır ve reddedilen rivâyetleri çoktur.”, Ebu Zur’a er-Râzî:
“Sağlam değildir.” Buhari: “Hadisleri reddedilen, zayıf bir ravidir.”, Es-Sâcî:
“İlim ehli bu kişinin zayıflığı hakkında ittifak etmiştir.”[362]
şeklinde görüş bildirmişlerdir. Muhammed b. Dav’b. es-Salsal’ın “Babasından
rivâyette bulunurdu. İbn Hibban: “Babasından münker hadisler naklettiği”[363] belirtmiştir. Bu görüşlerden
de anlaşıldığı gibi bu hadisin herhangi bir güvenirliliği yoktur ve anlam
olarak da tutarlı değildir.
2.2.5.
Yüce Allah’ın Kaza ve Kaderini Uygulamak
İsteyince Akıllı Kişilerin Akıllarını Aldığını Bildiren Hadis
Muhammed b.
Muhammed el-Basrî, Ebû Ravk el-Huzânî, Fadl b. Abbas, er- Riyâşî, Esmaî, Ebû
Amr b. Alâ, Mücahid, İbn Ömer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Allah
kaza ve kaderini uygulamak isteyince akıllıların akıllarını alır. ”[364]
buyurmuştur.
Bu hadisin
râvîleri arasında yer alan Muhammed b. Muhammed b. Sa’îd el- Mueddeb, meçhul ve
münker hadisler nakleden biri olarak kabul edilmektedir.[365]
Bu ravi Kudâî’nin isnadında da bulunmaktadır.[366]
Bu hadis
ile ilgili olarak Aclûnî, şu bilgileri nakletmektedir: “Deylemî bu hadisi Musnedu’l-Firdevs"te
Enes ve Ali’den ‘Allah emri yerine gelince onlara akıllarını geri verir ve
pişmanlık ortaya çıkar’ ziyadesiyle nakletmiştir. Durer’de ise
Deylemî ve Hatib zayıf isnadla nakletmiştir. Sehavî, el-Mekasıd’da, Ebu
Nuaym, Tarihi Isbehan"da ve aynı senedle Deylemî Müsned’inde
İbn Abbas’tan merfû olarak nakletmiştir. Hatıb ve diğerlerinin senedinde
yalancı ve hadis uyduran Lâhık b. Hüseyin bulunmaktadır.[367]
Lâhık b.
Hüseyin hakkında İbnu’l-Cevzî, Ebu Said el-İdris’in “Yalancıdır, güvenilir
ravilerin adını kullanarak hadis uydururdu.” sözünü nakletmektedir.[368]
Zerkeşî ise
ravilerden Muhammed b. Müslim et-Taifî’nin zayıf olduğu belirtmektedir.[369]
Derviş
el-Hût, bu hadisi eserinde senedsiz olarak naklettikten sonra ravilerden Sa’d
b. Süleyman b. Harb’in metruk olduğunu kaydetmiştir.[370]
Deylemî ise aynı hadisi eserinde senedsiz olarak nakletmiştir.[371] Bu bilgilerden de anlaşıldığı
gibi bu hadis problemlidir.
Zerkeşî’nin
Ebû Hureyre’den naklettiğine göre Hz. Peygamber: “Allah Teâlâ bir emrini,
işini yerine getirmek istediği zaman akıllı kişinin aklını alır.” [372] buyurmuştur.
Bu hadis
ile ilgili olarak Aclûnî: “Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnûa’’da bu hadisi Ebu
Nuaym’ın Târîhu Isbehan"da, Hatib el-Bağdâdî’nin Târîhu Bağdadta
Lâhık b. Hüseyin el-Makdısî hakkında bilgi verirken İbn Abbas’tan
naklettiklerini kaydetmektedir.” Hatib: “Lâhık yalancıdır ve güvenilir
ravilerin adını kullanarak hadis uydurur, kendilerinden hadis işitmediği
kişilerin mürsellerine sened uydurur.” demektedir.
Bu hadisin
başka tarikleri de vardır. Deylemî, Muhammed b. Müslim et-Tâifî yoluyla
nakletmiş ve zayıf olduğunu söylemiştir.[373]
Bu hadis sened açısından zayıf olduğu gibi, içerik olarak da tutarlı değildir.
2.2.6.
İnsanlara, Akılları Oranında Konuşmak ve
Davranmakla İlgili Hadisler
Bu konuda
birbiriyle yakın anlamlar içeren birkaç tane farklı rivâyet bulunmaktadır. Biz
bu rivâyetleri sırasıyla inceleyeceğiz.
1.
İbn Abbas’tan
nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “insanlara, akılları oranında konuşmakla
emrolundum. ” buyurmuştur.
Deylemî, bu
hadisi Ebu Abdurrahman es-Sulemî yoluyla naklettikten sonra: “Senedi zayıftır.
Şeyhimiz, bu hadisi Hasan b. Süfyan’ın Müsned’inde İbn Abbas kanalıyla
naklederek senedi cidden zayıftır”[374]
demiştir demektedir.
Buharî,
Sahih’inde Hz. Ali’den mevkuf olarak: “insanlara anlayacakları şekilde
konuşun. Onların Allah ve Rasulunu yalanlamalarını ister misiniz” [375] [376]
şeklinde nakletmiş, bir benzerini de Müslim, eserinde İbn Mes’ud’dan “Sen
bir topluma akıllarının kavrayamayacağı bir hadisi anlatma, anlatırsan bu onlar
için fitne olur”316 şeklinde nakletmişlerdir.
Beyhakî
eserinde “insanlara Rablerinden bahsettiğinizde onlara akıllarının
anlayamayacağı ve kendilerine zor gelen bir şeyi anlatmayın” şeklinde
nakletmektedir.[377]
Deylemî,
aynı hadisi biraz farklı bir İbn Abbas’tan merfû olarak “Ey İbn Abbas,
topluma akıllarının kaldıramayacağı bir hadisi söyleme” [378]şeklinde senedsiz olarak
nakletmiştir. Münâvî ise hadisin bu tarikiyle olarak: “Senedi gerçekten
zayıftır, ancak mevzû değildir.”[379]
demektedir.
Ukaylî, bu
hadisi; Ubeyd b. Muhammed el-Keşvûrî, Muhammed b. Yahya b. Cemil, Bekir b.
Eş-Şerud, Yahya b. Malik b. Enes el-Esbaî, Babası, Zührî, Said b. Müseyyeb
tarikiyle Hz. Peygamber’in: “Biz Nebîler topluluğu insanlara akılları
oranında konuşmakla emrolunduk” [380] şekilde buyurduğunu
naklettikten sonra hadisin ravilerinden Yahya b. Malik b. Enes el-Esbaî’nin
babasından kabul edilmeyen rivâyetlerde bulunduğunu belirtmiştir.[381] İbn Hacer’de Ukaylî ile aynı
görüşleri paylaşmaktadır.[382] Zerkeşî ise hadisin bu
şeklini naklettikten sonra isnadında tanınmayan ravilerin olduğunu ve güvenilir
olmadığını ifade etmiştir.[383] Bu hadisi Îrakî,[384] Sehavî,[385]
ve Âmirî’de[386] isnadsız olarak
nakletmişlerdir.
Bu hadis
ile ilgili olarak Aclûnî[387] ve Şevkânî[388] eserlerinde yukarıda
naklettiğimiz bilgileri zikrederek bu hadisin zayıf olduğunu ifade etmişlerdir.[389]
2.
Ali b. Abdullah
es-Sanânî b. Mübarek, Zeyd b. Mübarek, Zeyd b. Habba, Abdurrahman b. Sâbit b.
Sevban, Osman b. Dâvud, Dahhak b. Mezâhim, İbn Abbas’tan nakledildiğine göre “insanlar,
Ey Allah’ın Rasulu senden duyduğumuz bütün sözleri, hadisleri insanlara
konuşmuyoruz, anlatmıyoruz. ” dediler. Hz. Peygamber: “Evet, bir topluma bir
şeyler konuşursunuz da onu akılları kavramaz da bu durum bazıları için fitne
olur. ” dedi. Osman b. Dâvud meçhuldur. Hadisine tabi olunmaz, bundan başka
hadisi bilinmiyor.[390] Bu hadisi Zehebî[391], İbn Hacer[392] ve İbnu’l-Cevzî’de[393] eserlerinde nakletmişlerdir.
Hepsinin ortak ravisi Osman b. Davut’tur.
İbn Hacer
Osman b. Dâvud el-Havlânî hakkında: “Dahhâk’tan rivâyette bulunmuştur. Kim olduğu
bilinmiyor. Haberi münkerdir. Ukayli: “Ona tâbi olunmaz, hadis nakletmede
meçhuldur, hadisine itibar edilmez. Sadece yukarıdaki hadisle bilinir.”[394] demektedir. Bu bilgilerden
dolayı bu hadis güvenilir değildir.
3.
Kasım b. Zekeriyâ,
İbrahim b. Râşid el-Ademî, Elsem b. Meymûn, İsâ b. Meymûn, Muhammed b. Ka‘b,
İbn Abbas’tan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Kölelerinizi akılları
oranında cezalandırın. ” buyurmuştur.[395] Deylemî ise bu hadisi
eserinde senedsiz olarak nakletmiştir.[396]
Kayserânî
eserinde ravilerden İsa b. Meymun’nun hadisleri terk edilen bir ravi olduğunu
kaydetmektedir.[397] Bu hadisin farklı
senedlerinin ortak ravisi İsa b. Meymun’dur. İsa hakkında İbn Main: “Problem
yoktur”, Ebû Hatim: “Sikadır”, Ebû Dâvud: “Sikadır, ancak onlar kader hakkında
rivâyetlerde bulunurlardı. Diğer konularda sikadırlar.”, İbnu Dâye: “Kader
hakkında rivâyetlerde bulunur. O gördüğüm ravilerin en tuhafıdır.”, Yakub b.
Süfyan: “Hadisi bir şey değildir.”, ve İbn Hibban: “Sika râvîlerden uydurmalara
benzer şeyler naklederdi.” demektedir.[398]
İsa hakkında hem olumlu hemde olumsuz görüşler bulunmakla birlikte bir ravinin
değerlendirilmesi konusunda olumsuz görüşler, eleştiriler temel alındığı için
bu hadis de problemlidir.
4.
Deylemî’nin Cabir b.
Abdullah’tan senedsiz olarak naklettiğine göre Hz. Peygamber: “Övünmek için
söylemiyorum ama insanların en şereflisi, en kıymetlisi benim. Ey insanlar! Kim
bize gelirse biz de ona gelir gideriz. Kim bize ikramda bulunur, cömert
davranırsa, biz de ikramda bulunur, cömert davranırız. Kim bizimle mektuplaşırsa,
biz de onunla mektuplaşırız. Kim bizim cenazemize katılırsa, biz de onun
cenazesine katılırız. Kim bizim hakkımıza riâyet ederse, biz de onların
haklarına riâyet ederiz. Ey insanlar insanlarla saygıları (asaletleri)
ölçüsünce oturun. Dinleri (dine bağlılıkları) ölçüsünce insanlarla beraber
olun. insanların kişilikleri oranında evlerinde misafir olun ve akılları
ölçüsünce insanlarla ilgilenin. ”399 buyurmuştur.
Biz bu
hadisin başka bir kaynağını ve herhangi bir senedini bulamadık.
2.2.7.
Aklı Olmayanın Dininin de Olmadığını Bildiren
Hadisler
1.
Muhammed b. Selim,
Hüseyin b. Bistâm el-Kûfî, Bişr b. Galib el-Esedî, Zührî, Mecma‘ b. Fulan b.
Cariye, Amcası Mecma‘ b. Cariye’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Hayâ
imandan bir bölümdür. Hayası olmayanda iman yoktur. Hayır tamamen ancak akılla
anlaşılır. Aklı olmayanın dini yoktur. ”[399]
[400] [401]
buyurmuştur.
İbn Hacer ravilerden Beşir b. Gâlib el-Esedî’nin meçhul olduğunu 401
kaydetmiştir.
2.
Hasan b. Cerir es-Sûrî,
Ebu’l-Cemâhir, İsmail b. Ayyâş, Abdulaziz b. Ubeydullah, Mücâhid ve İbn Abbas’tan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Üç
kişiden
kalem, sorumluluk kaldırılmıştır. Uyanana kadar uyuyandan, iyileşene kadar
deliden ve akledene, akil baliğ olana kadar çocuktan. ” buyurmuştur.[402]
Senedde
bulunan ravilerden Abdulaziz b. Ubeydullah b. Hamza hakkında Ukaylî:
“Zayıftır”,[403] Ahmed b. Hanbel: “Hadisleri
zayıf ve münkerdir.” ve Ebû Zur’a: “Hadisleri problemlidir ve yalancıdır.”[404] demiştir.
Taberânî
aynı hadisi aynı senedle Mu‘cemu’l-Evsat’ta naklederek bu şekliyle bu hadisi İbn
Abbas’tan sadece Ebu’l-Cemâhir’in naklettiğini yani teferrüd ettiğini
belirtmiştir.[405]
Her iki
hadiste râvîleri yönüyle tenkid edilmiş olduğundan zayıftır.
2.2.8.
Akıl, Günah ve İbadet İlişkisini Açıklayan
Hadisler
1.
“Kim bir günah işlerse aklı ondan ayrılır ve bir daha ebediyen
ona
dönmez. ”[406]
Subkî ve
Îrakî bu rivâyeti İhyâ’da isnadını bulamadığı hadisler arsında
saymışlardır.[407] Kişinin bir günah işlemesiyle
aklının kendisinden ayrılıp bir daha ebediyen ona dönmemesi Kur’ân’a, Sünnete
ve vâkıâya ters bir durum olduğu için bu rivâyetin herhangi bir aslının olması
mümkün değildir.
2.
Abdulvehhab b.
el-Mübârek, Muhammed el-Muzaffer, el-Âtıkî, Yusuf b. Ahmed, Muhammed b. Amr
el-Hâfız, İdrîs b. Abdulkerim, İshak b. Hısân, Süleyman b. Müslim Ebu’l-Mu‘lî
el-Huzâî, Süleyman et-Teymî, Nafi ve Ömer’den nakledildiğine göre Hz.
Peygamber: “Mühür Arşta asılıdır. Haramlar çiğnendiği, Rabbe karşı gelinerek
günah işlendiğinde Allah Teâlâ mührü gönderir ve o kişinin kalbini mühürler.
Bundan sonra o kalp hiçbir şey akletmez, ”[408]
buyurmuştur.
Kayserânî,
bu hadisi Süleyman b. Müslim el-Hişab, Süleyman et-Teymî, Nafi, İbn Ömer’den
naklederek: “Bu haber münkerdir. Süleyman b. Müslim el-Hişab meçhul birine
benziyor. Eski âlimlerden herhangi birinin onun hakkında bir şey söylediğini
görmedim. Hadisine uyulmaz” demektedir.[409]
3.
“Kişi akletmediği müddetçe namazı kabul olmaz. ”
[410] Îrakî, bu hadisi
naklettikten
sonra: “Bu hadisi merfû olarak bulamadım demiştir.[411]
Subkî de bu rivâyeti aslı olmayan hadisler içinde ele almıştır.[412]
2.2.9.
Hz. Peygamberin Aklının Artması İçin Dua
Ettiğini Bildiren Hadisler
1.
Ebu’l-Hasan Ali b.
Muhammed b. Ali el-Hâkim el-Esferâyanî, Ebû Muhammed Hasan b. Muhammed, Ebû
Ahmed Abdullah b. Kurayş, İbnu’l-Yemân, Ömer b. Yezid, Ziyad b. Alâka ve
Cerir’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Allah’ım işitmemi, görmemi ve
aklımı dünyadan faydalandır. ” şeklinde dua ederdi. Beyhakî, bu hadisin
isnadının zayıf olduğunu belirtmiştir.[413]
[414]
2.
Ebû Ali Hasan b. Ahmed
b. İbrahim b. Şâzân el-Bağdâdî, Abdullah b. Cafer,
Yâkub
b. Süfyan, Osman (İbnu’l-Heys), Ebu’l-Mikdam Hişam b. Ziyad, Hişam b. Urve,
babası ve Âişe’den nakledildiğine göre Hz.Peygamber yatağa girdiği zaman:
“Allah’ım
işitmemi, görmemi ve aklımı artır, onu benden varis yap, düşmanlarıma karşı
bana yardım et ve intikamını (misliyle mukabeleyi) bana göster. Allah’ım borç
altında kalmaktan ve açlıktan sana sığınırım ki bunların sıkıntısı ne kötüdür
der ve sonra yatardı.”
Hadisin
isnadında bulunan Ebu’l-Mikdam eleştirildiği[415]
ve zayıf bir râvî olarak nitelendirildiği[416]
için bu hadis zayıftır.
2.2.10.
Akılla Rızıklanan Kişinin Kurtuluşa Erdiğini
Bildiren Hadisler
1.
Abdullah, Safvân b.
Îsâ, İsmail el-Mekkî, Kâsım b. Ebî Bezza’dan nakledildiğine göre Kuşeyr
kabilesinden Ferut b. Hubeyra denilen bir adam Rasulullah’a geldi ve “Bizim
Allah’ın yanında kendisine taptığımız kadın ve erkek rablerimiz vardı. Biz
onlara dua ediyor onlar icabet etmiyorlar, istekte bulunuyor onlar
vermiyorlardı. Sana geldik ve Allah seninle bizi hidâyete erdirdi.” dedi.
Rasulullah : “Kim akılla rızıklandırılırsa muhakkak ki kurtuluşa ermiştir” dedi.
Adam: “Ey Allah’ın Rasulu! Bana giydiğin elbiselerden iki tane ver.” dedi.
Rasulullah ona elbiseleri giydirdi. Arafat’taki bekleme yerinde Rasulullah bana
“Önceki sözlerini tekrar et.” dedi. Ben de tekrarladım. Bunun üzerine
Rasulullah: “Kim akılla rızıklandırılırsa muhakkak ki kurtuluşa ermiştir. ”
dedi. İbn Ebi’d-Dünyâ’nın naklettiği bu rivâyet için Taberânî senedinde
bilinmeyen bir râvî olduğunu söylemiştir.[417]
Hadisin
senedinde bulunan İsmail el-Mekkî’yi İbn Mübârek zayıf saymış, Yahya b. Kattan
ondan hadis nakletmemiş, İbn Main ise “O hiçbir şey değildir” 418 demiştir.[418]
Heysemî: “Senedinde ismi bilinmeyen bir ravi var, diğerleri
sikadır.”[419] demektedir. Aynı
hadisi Beyhakî Şuabu’l-îmari da[420]
Gurra b. Hubeyra’dan naklettikten sonra “İsnadında meçhul bir ravi olan Saîd b.
Gusayd var.” demiştir.[421] 2. “Akılla
rızıklandırılan
kişi kurtuluşa ermiştir. ”[422]
Buhârî Tarihinde[423], Taberânî Kebîr"de[424], Gurra b. Hubeyra’dan
naklettiler. Heysemi bu hadisin senedinde bir tane meçhul ravi var, diğerleri
sikadır.[425] Beyhaki, Şuabu’l-îmarida[426] Gurra b. Hubeyra’dan
naklettikten sonra: “Senedinde meçhul olan Said b. Gusayd var.” demektedir.[427] Bundan dolayı hadisin bu
şekli de problemlidir.
2.2.11.
Akıllı Kişinin Nasıl Davranması Gerektiğini
Bildiren Hadis
Hasan b.
Süfyan eş-Şeybânî, Hasan b. Abdullah el-Kattân, İbn Kuteybe, İbrahim b. Hişam
b. Yahya b. Yahya b. El-Ğassânî, Babası, Dedesi, Ebû İdris el-Havlânî, Ebû
Zer’den nakledildiğine göre Ebû Zer: “Ey Allah’ın Rasulu! Hz. İbrahim ’in
sahifesinde ne var?” diye sorunca Rasulullah: “Hepsi ibret verici örneklerdi.
Allah Teâlâ: “Ey baskıcı, belalı ve mağrur hükümdar, ben seni üst üste dünya
malı toplaman için göndermedim, ben seni mazlumlara beddua ettirmemek için
gönderdim. Çünkü ben, o mazlum kâfir de olsa onun duasını geri çevirmem. Akıllı
kişinin aklına mağlub olmaması gerekir. Akıllı kişinin bir saatinde Rabbine
yöneldiği, bir saatinde kendini hesaba çektiği, bir saatinde Allah’ın
yaratmasını düşündüğü, bir saatinde de yiyecek ve içeceği için gayret
sarfettiği saatlerinin olması gerekir. Ayrıca akıllı kişinin ancak üç şey için
harekete geçmesi gerekir. Bunlar ahiret için azıklanma, rızkını arama ve haram
olmayan zevklerdir. Ayrıca akıllı kişinin kendi zamanını anlaması, kendi
durumunu bilmesi ve diline sahip olması gerekir. ” buyurdu.[428]
Hadisin
ravilerinden İbrahim b. Hişam hakkında İbnu’l-Cevzî ve Ebû Zur’a “yalancıdır”,
Ebû Hâtim: “Hadislerinin nakledilmemesi gerekir.”, Ebû Tahir el-Makdîsî:
“Zayıf” ve Zehebî: “Terk edilmiştir”[429]
demişlerdir.
2.2.12.
Akıl-Tedbir İlişkisini Açıklayan Hadisler
1.
Mutayn, Ali b.
El-Münzir, Osman b. Said ez-Ziyat, Muhammed b. Abdullah
Ebû
Racâ el-Hıbtî, Şu’be, Ebî İshak, Haris’ten nakledildiğine göre Hz. Ali’ye
oğlu Hasan bazı sorular sordu. Hz. Ali: “Rasulullah’ı cahillikten daha şiddetli
bir fakirlik, akıldan daha sağlam, güçlü bir mal, günahlardan el
çekme gibi vera, tefekkür gibi
ibadet
yoktur. Bunlar ancak hilmden sonra tamam olur ” derken işittim dedi.[430]
Bu hadisin
ravilerinden Muhammed b. Abdullah Ebû Recâ el-Hıbtî hakkında İbn Hibban:
“Şu’be’nin adını kullanarak Şu’be’ye ait olmayan hadisleri naklederdi”[431] demektedir.
Kudâî aynı
hadisi biraz farklı bir senedle tekrar nakletmiştir.[432]
Ancak bu senedde de eleştirilen ravi Muhammed b. Abdullah Ebû Recâ el-Hıbtî
bulunduğu için bu şekli de problemlidir.
2.
Taberânî’de aynı
konuyla ilgili olarak Hz. Ali’den naklettiği uzun bir hadisin konumuzla ilgili
bölümü şu şekildedir: Hz. Peygamber: “Cahillikten daha şiddetli bir
fakirlik, akıldan daha sağlam, güçlü bir mal, şaşkınlıktan daha garip bir
yalnızlık, istişareden daha güçlü bir destek, tedbir gibi akıl, günahlardan el
çekme gibi vera, tefekkür gibi ibadet, sabır ve haya gibi iman yoktur. Sözün
afeti yalan, ilmin afeti unutma, hilmin afeti sefihlik, ibadeti afeti ara
vermek, arada bir yapmak, becerikliliğin afeti kendini beğenmek, cesaretin
afeti azgınlaşmak-haddi aşmak, cömertliğin afeti başa kakıcı olmak, güzelliğin
afeti kendini beğenme, saygınlığın afeti övünmektir. Ey oğlum gördüğün bir
kişiyi kesinlikle küçümseme. Eğer o kişi senden hayırlı ise baban, senin gibi
ise kardeşin, senden küçük ise oğlun gibi kabul et. ” buyurmuştur.
Ebu’l-Kâsım:
“Bu hadisi Şu’be’den Muhammed b. Abdullah Ebû Reca el- Hıbtî’den başkası
rivâyet etmedi. Osman b. Saîd ez-Ziyat bu hadisle teferrüd etti ve Ali’den
sadece bu isnadla rivâyet etti.” demiştir.[433]
Muhammed b. Abdullah Ebû Recâ el-Hıbtî eleştirilen[434]
bir ravi olduğu için bu şekli de problemlidir.
3.
Konuyla ilgili diğer
bir rivâyet ise Abdurrahman b. Amr el-Bezzar, Abdulmelik b. Yahya b. Şâzân,
Cafer b. Muhammed el-Firyâbî, İbrahim b. Hişam b. Yahya, Babası, Dedesi, Ebû
İdris el-Havlânî, Ebu Zer yoluyla gelmektedir. Bu rivâyete göre Hz. Peygamber: “Ey
Ebû Zer! Tedbir gibi akıl günahlardan el çekme gibi vera, güzel ahlak gibi de
saygınlık yoktur” buyurmuştur.[435]
Ancak bu
hadisin senedinde de Ebu Hâtim ve diğerlerinin yalancı dedikleri İbrahim b.
Hişam b. Yahya el-Ğassanî [436] olduğu için bu rivâyette
güvenilir değildir.
4.
Konuyla ilgili bir
başka rivâyet ise Ahmet b. Enes b. Mâlik ed-Dımeşkî el-
Mugrî,
İbrahim b. Hişâm b. Yahya el-Ğassânî, Babası, Dedesi, Ebû İdris el-Havlânî
tarikiyle nakledildiğine göre Ebu Zer ile Rasulullah arasında şöyle bir diyalog
geçmiştir. Ben: “Ey Allah’ın Rasulu bana tavsiyede bulun ” dedim.
Rasulullah: ‘Sana Allah ’a karşı takvalı olmanı tavsiye ederim. Çünkü o, tabi
olanların en fazla dikkat ettikleri konudur.’ dedi. Ben: ‘Ey Allah’ın Rasulu
daha fazlasını anlat’ dedim. O: ‘Kur’ân okuman ve Allah’ı zikretmen-hatırlaman-
gerekir. Çünkü bu, göklerde ve yerde senin için nurdur. ’ dedi. Ben: ‘Ey
Allah’ın Rasulu daha fazlasını anlat. ’ dedim. O: ‘Hayrı konuşman dışında
susman gerekir. Çünkü o, Şeytanı senden kovucu ve din konusunda sana
yardımcıdır.’ dedi. Ben: ‘Rasulullah’a daha fazlasını anlat.’ dedim. O: ‘Cihad
etmen gerekir. Çünkü o, ümmetimin ruhbanlığıdır. ’ dedi. Ben: ‘Rasulullah ’a daha
fazlasını anlat. ’ dedim. O: ‘Miskinleri sev ve onlarla birlikte otur. ’ dedi. Ben:
‘Rasulullah
’a daha fazlasını anlat dedim. ’ O: ‘Senden daha aşağıda olanlara bak,
üsttekilere bakma. Çünkü böyle yapman sahip olduğun Allah’ın nimetlerine
nankörlük yapmaman için daha uygundur, onlar seninle ilişkilerini kesse bile
sen akrabalarını ziyaret et. ’ dedi. Ben: ‘Rasulullah ’a daha fazlasını anlat.
’ dedim. O: ‘Allah konusunda kınayıcının kınamasından korkma. ’ dedi. Ben: ‘Rasulullah ’a daha fazlasını anlat
dedim. ’ O:
‘Kendin için sevdiğini-istediğini- başkaları için de sev, iste. ’ dedi. Sonra
eliyle göğsüme vurdu ve ‘Ey Ebû Zer! Tedbir gibi akıl, günahlardan el
çekme gibi vera ve güzel ahlak gibi de saygınlık yoktur” dedi.[437]
Bu hadisin
senedinde de Ebu Hâtim ve diğerlerinin yalancı dedikleri İbrahim b. Hişam b.
Yahya el-Ğassanî var.[438]
5.
Aynı konuyla ilgili
diğer bir rivâyet ise Abdullah b. Muhammed b. Rumh, Abdullah b. Vehb, Mâdî b.
Muhammed, Ali b. Süleyman, Kâsım b. Muhammed, Ebû İdris el-Havlânî ve Ebû
Zer’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Tedbir gibi akıl günahlardan el
çekme gibi vera, güzel ahlak gibi de saygınlık yoktur” buyurmuştur.
Zevâid’de hadisin isnadında bulunan Kasım b. Muhammed el-Mûrî’nin zayıf bir
ravi olduğu belirtilmektedir.[439]
Ayrıca
hadisin senedinde zayıf bir ravi olan el-Ma’dî Muhammed el-Ğâfıkî el- Mısrî’[440] de bulunmaktadır.
2.2.13.
Akıl Yaş İlişkisini Açıklayan Hadisler
1.
Ebu’l-Kasım eş-Şehâmî,
Osman b. Sa‘îd b. Muhammed el-Behîrî, Ebû Bekr Muhammed b. Ahmed b. Abdus
el-Müzekkî, Muhammed b. Halid b. Yezid, Muhammed b. Ömer b. Amr, Babası, Hâkim
b. Abde, Eyyub es-Sahtiyânî, Ebû Galâbe ve İbn Abbas’tan nakledildiğine göre
Hz. Peygamber: “Çocuk yedi yaşına kadar diş çıkarır, on dört yaşında akıl
baliğ olur, yirmi bir yaşında boyu tam olur (yirmi bir yaşına kadar boyu uzar),
yirmi sekiz yaşında aklı tam olur, bundan sonra aklı ancak tecrübe ile artar,
kırk yaşına geldiğinde Allah Teâlâ onu delilik cüzzam ve ciltteki alacalık gibi
tüm hastalıklardan korur. Elli yaşına geldiği zaman Allah onu bol bol rızıklandırır.
Altmış yaşına geldiği zaman Allah onu yer ve gök ehline sevdirir. Yetmiş yaşına
geldiği zaman iyiliklerini sabit tutar, kötülüklerini yok eder. Seksen yaşına
geldiği zaman ona azab etmekten hayâ eder. Doksan yaşına geldiği zaman Allah’ın
yeryüzündeki esiri olur ve kalem onun aleyhine bir harf bile yazmaz. ”
buyurmuştur.[441]
Bu hadisin
ravilerinden Ebu’l-Kasım eş-Şehâmî hakkında İbn Hacer: “Namazı düzenli olarak
kılmadığı için âlimler kendisinden hadis rivâyetini terk etmişlerdir.”[442] demiştir.
2.
Enes b. Malik’ten
nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Ümmetimden bir kişi seksen yaşına
ulaştığı zaman Allah onun cildini Cehennem ’e haram kılar. Doksan yaşına
ulaştığında ise yıpranır ve aklını kaybeder. O kişi üzerindeki Allah’ın delili
akıldır. Allah onun geçmiş günahlarını bağışlar, aklını kaybettiği halde bu
yaşında müslümandır. Çünkü o, daha önce İslam’ı seçtiği için kalbine ma’rifet
nurunu koymuş ve kalbini de buna bağlamıştır- esir etmiştir- Ondan
faydalanmaya, ürününü almaya devam etmektedir. İyice ihtiyarlayıp
Müslümanlığından faydalanmaktan aciz kaldığı, kuvvetini, aklını ve karakterini
kaybettiği, günahlara tabi olduğu zaman Allah’ın dünyadaki esri diye
isimlendirilir. Çünkü o, zincire bağlı esir gibi imanına bağlıdır. Bir yere
gitmeye güç yetiremez, Salih amel işlemekten aciz kalır.-Buna rağmen- o
İslam’ın bağıyla bağlıdır. Yüz yaşına ulaştığı zaman ömrünün en zayıf dönemine
gelir ve bir çocuk hükmünde olur. Onun günahları yazılmaz. Çünkü o imtihan
edildi ve tevhide bağlı kaldı, onda tereddüt edip geri dönmedi ve ona devam
etti. Genç iken ona devam etti ve iyi bir genç, iyi bir orta yaşlı oldu. Bu
konuda güzel bir şekilde yarıştı ve memnun olunan bir yaşlı oldu. Ömrünün en
zayıf dönemine gelince bir çocuk hükmüne döndü. Geçmiş günlerinde yaptığı
iyiliklerin karşılığı verildi ve bu ihtiyarlığından dolayı yapmış olduğu
kötülükleri silindi.[443]
Bir kişinin
sadece ömründen dolayı sevap elde etmesi, günahlarının bağışlanması,
cehennemden kurtulup cennetlik olması Kur’ân’a, sünnete ve akla ters bir
durumdur. Dolayısıyla incelemiş olduğuımuz bu iki hadis metin açısından
zayıftır.
2.2.14.
Aklın Çok Sayıda Yaratıldığını ve İnsanlar
Arasında Farklı Ölçülerde Taksim Edildiğini Bildiren Hadisler
1.
Tâvus ve İbn Abbas’tan
nakledildiğine göre: “Hz. Peygamber bir muhacir ile ensar arasında hüküm
vermiş, bazı konuşmalardan sonra Hz. Peygamber: “Kulları arasında aklı
farklı farklı taksim eden Allah ne yücedir. İki kişinin amelleri, iyilikleri,
oruçları, namazları aynı olur fakat akılları bir zerre ile Uhud dağının farkı
gibi farklıdır. Allah yarattıkları arasında akıl ve yakinden daha önemli bir
şey pay etmemiştir. ” [444]
[445]
Bu hadisin
başka bir kaynağını ve herhangi bir senedini bulamadığımız için problemli
olduğunu kabul ediyoruz.
2.
Enes’ten nakledildiğine
göre Hz. Peygamber: “Allah(c.c.),
aklı
karıncalardan
daha çok sayıda yarattı. Bazı insanlara bir tane, bazılarına iki tane,
bazılarına bir sa ‘, bazılarına bir farg, bazılarına da bir vesak verilmiştir.
’ dedi. İbnu ’s- Selam: ‘Onlar kimlerdir Ey Allah’ın Rasulu ’ dedi. Hz.
Peygamber: ‘Onlar, akılları, yakinleri, gayretleri ve kendilerini hidâyete
erdiren kalplerindeki nur oranında Allah’a itaate çalışanlardır. ”445 buyurdu.
Bu hadisin
de başka bir kaynağını ve herhangi bir senedini bulamadığımız için problemli
olduğunu kabul ediyoruz.
2.2.15.
Aklın Kişiyi Cehennemden Koruyacağını, Dünya
ve Ahirette Mutlu Edeceğini Bildiren Hadisler
1.
Iyâd b. Hammad’dan
nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Cehennem ehli beş sınıftır ve onun
içinde zubur yoktur. Zubur ise akıldır. ” buyurmuştur.
Aynı hadisi
Zehebî de nakletmektedir. Bu hadisle ilgili olarak Ukaylî: “Hadisin
ravilerinden Iyad b. Hammad hadis rivâyetinde bilinmeyen bir kişidir, bu konuda
kendisine uyulmaz.” dediği için bu hadis problemlidir.”[446]
2.
Hz. Aişe’den
nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Asıl mağdur olan kişi akıl konusunda
yanlış yapandır. İnsanlar dünya ve ahirette Rablerine ondan daha üstün bir
şeyle yaklaşmamışlardır.(vesile edinmemişlerdir.) ” buyurmuştur.[447]
Biz bu
hadisin başka bir kaynağını ve herhangi bir senedini bulamadığımız için bu
hadisin problemli olduğunu düşünüyoruz.
3.
Ebu’l-Ferec Muhammed,
Ahmed, Haris b. Muhammed, Abdulaziz b. Ebân, Şibl b. İbad ve Abdulmelik b.
Umeyr’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Üç şey vardır ki, kim
bunlardan mahrum kalırsa dünya ve ahiretin hayrından mahrum kalır. Bunlar:
İnsanların kendisiyle idare ettiği akıl, kendisiyle sefihliği reddettiği hilm
ve günahlardan uzak tutan vera.” buyurmuştur.
Eserinde bu
rivâyeti nakleden İbn Ebi’d-Dünya: “Bu hadisin isnadı gerçekten zayıftır.”[448] [449]
dediği için bu hadis güvenilir değildir.
4.
Ebu’d-Derda’dan
nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Çok başarı çok akıldan iyidir. Akıl
dünya işlerinde zararlı, âhiret işlerinde mutluluk vericidir. ” 449 buyurmuştur.
Bu hadisin
Firdevs’ten başka bir kaynağını bulamadık. Hadisin metninde geçen “Akıl dünya
işlerinde zararlıdır.” kısmı bu hadisin akıl konusunu ön plana çıkarmayı
istemeyen ravilerin uydurduğu izlenimini verdiği için hadis problemlidir.
2.2.16.
Aklın Önemini Bildiren Hadisler
1.
Ebû Tâhir el-Fakîh, Ebû
Tâhir Muhammed Ebedî, Ebu’l-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Bekir, Sevâr b. Abdullah
el-Anbarî, Abdurrahman b. Osman Ebû Bahri’l-Bekrâvî, Abdurrahman b. Yezid
el-Ammî, Babası, ve Hasan’dan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “ilim mü
’minin dostu, akıl delîli, alameti, amel değeri, hilm küpü, sabır askerlerinin
komutanı, rıfk babası ve yumuşaklık da kardeşidir. ” buyurmuştur.
Bu hadisi
nakleden Beyhakî hadisin munkatı’ olduğunu belirtmiştir.[450]
2.
Yahya b. Eyyub, Said b.
Ebi Meryem, Yahya b. Eyyub, Ubeydullah b. Zuhr,
Ali
b. Yezid, Kâsım ve Ebî Umame’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Yüce
Allah’ın:
‘Kulum bana nafilelerle yaklaşmaya devam eder tâki ben onu severim ve onun
işiten kulağı, gören gözü, konuşan dili ve akleden kalbi olurum da bana dua
ettiğinde icabet ederim, istediğinde veririm, yardım istediğinde yardım ederim.
Kulumun bana ibadetini ve bana olan samimiyetini severim. ” dediğini
nakletmiştir.[451]
“Hikayeci
ve öğretmenlerle istişare etmeyin” hadisinin tenkidinde de naklettiğimiz
gibi bir hadisin isnadında Ubeydullah b. Zuhr, Ali b. Yezid, Kasım, Ebu
Abdurrahman birleştikleri vakit bu haber ancak onların uydurmaları olacağı için
bu hadisin herhangi bir güvenirliliği yoktur.[452]
Taberânî
aynı hadisi Cafer b. Muhammed el Firyâbî, Hişam b. Ammar, Sadaka b. Halid,
Osman b. Ebi’l-Âtıkî, Ali b. Yezid, Kasım, Ebî Umâme yoluyla da nakletmiştir.[453] Bu rivâyetinin senedinde
bulunan Ali b. Yezid’in hem kendisi hem de Kasım ve Ebî Umâme’den rivâyetleri
eleştirilmiştir.[454] [455]
Ebû Hâtim
et-Temîmî bu hadisi eserinde Miyah b. Seri‘ den naklederek Mücahid’den garib
rivâyetlerde bulunduğunu rivâyetlerini delil almak doğru olmadığını 455 belirtmiştir.
Suyûtî, İbn
Neccar’ın bu hadisi başka bir senedle Tarihinde naklederek “münkerdir” dediğini
kaydetmektedir.[456]
2.2.17.
Hz. Peygamber’in Hastalandığı Zaman Yazı
Malzemesi İstediğini Bildiren Hadis
Huseyn b.
İshak et-Tusterî, Osman b. Ebî Şeybe, Yahya b. Zekeriya b. İbrahim b. Suveyd
en-Nehâî, Hilal b. Miglas, Leys, Tâvus’tan İbn Abbas yoluyla nakledildiğine
göre: “Rasulullah hasta iken kendisine destek olunmasını istedi ve ‘Bana bir
kürek kemiği getirin, benden sonra ebediyen ihtilafa düşmemeniz için bir yazı,
belge yazayım ’ dedi. Yanındaki insanlarda bir gürültü oldu. Orada
bulunanlardan ve Rasulullah döneminde hâkimlik yapan bir kadın: ‘Rasulullah’ın
dediğini yapmanız gerekir ’ dedi. Bazıları: ‘Sen sus senin aklın yok’ dediler.
Bunun üzerine Rasulullah da: ‘Asıl sizin aklınız yok’ demiştir.[457]
Taberânîn
naklettiği metnin senedinde bulunan Leys b. Ebî Selim hakkında cerh ve ta’dil
âlimlerinden Ahmed b. Hanbel: “Hadisleri problemlidir, onunla meşgul olunmaz”,
İbn Cerir: “Hadisleri çok karıştırırdı”, İbn Maîn ve İbn Uyeyne: “Zayıftır” ve
İbn Hibban: “Ömrünün sonuna doğru isnadları karıştırıyor, mürselleri merfû
olarak naklediyor ve sika ravilere ait olmayan hadisleri onlara aitmiş gibi
naklediyordu.”[458] demektedirler.
Bundan
dolayı bu hadis güvenilir değildir.
2.2.18.
Aklı Arttırdığı İfade Edilen Sebze, Meyve Ve
Yiyeceklerle İlgili Hadisler
Kaynaklarda
nakledilen birçok hadiste bazı sebze, meyve ve çeşitli yiyeceklerin beyni
büyüttüğü, pek çok hastalığa şifa olduğu belirtilmektedir. Biz burada bu
konudaki tüm hadisleri değil konumuzla alakalı olan beynin artmasıyla ilgili
hadisleri ele alacağız. Bu tür konularla ilgili hadislerin yani mercimek,
pirinç, bakla, patlıcan, portakal, üzüm, pırasa, karpuz, ceviz, peynir ve helva
gibi yiyecek maddeleri ve gül, nergis, menekşe gibi çiçek ve bitkiler
hakkındaki tüm hadislerin uydurma olduğuna dair genel bir görüşte
bulunmaktadır.[459]
1.
Konuyla ilgili olarak
Hüseyin b. İshak, Amr b. Husayn, Muhammed b.
Abdullah
b. Ulâse, Sevr b. Yezûd, Mekhûl ve Vâsile’den nakledildiğine göre Hz.
Peygamber: “Size kabağı tavsiye ediyorum. Çünkü o, beyni arttırır, mercimeği de
tavsiye
ediyorum, çünkü yetmiş peygamber tarafından kutsanmıştır.[460] buyurmuştur.
Bu hadisin
senedinde bulunan Amr b. El-Husayn hakkında Ebû Tahir el- Makdisî; “zayıftır”,
Zehebî ve Heysemî; “terkedilmiştir” demektedirler. Zerkeşî ise “Bu hadis
batıldır.” Nevevî: “Karpuz, kavun, baklagiller, mercimek ve pirinç yemekle
ilgili sahih bir hadis yoktur.” Sehavî: “Bu konuda sahih bir şey olmaz.”
Beyhaki, Şuab da “Abdullah İbn Mübarek’e bu konu soruldu ve o da “Peygamberin
lisanında böyle tek bir söz yoktur.” demiştir. İbnu’l-Cevzî, bu hadisi çok
sayıda yolla naklettikten sonra bunların hepsinin uydurma olduğuna
hükmetmiştir.”[461]
2.
Ebû Abdullah el-Hafız,
Muhammed b. Musa, Ebu’l-Abbas el-Esam, Abbas b.
Velid
b. Mezid, Mahled b. Kurayş ve Abdurrahman b. Delhem’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Size kabağı tavsiye ediyorum. Çünkü o aklı artırır ve beyni
büyütür. ”[462] buyurmuştur.
İbn Hibban,
Sikâtın da Mahlad b. Kurayş’ın hata yapan bir ravi olduğunu
kaydetmiştir.[463] [464]
Bu ravinin hata yapan biri olmasından ve yukarıda naklettiğimiz görüşten dolayı
bu hadis güvenilir değildir.
3.
Abdurrahman b.
Delhem’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Size etrac’ı tavsiye ederim.
Çünkü o, kalbi güçlendirir ve beyni arttırır. ”464 buyurmuştur.
Bu hadis
Abdurrahman b. Delhem’den mu’dal olarak nakledildiği[465]
için güvenilir değildir.
4.
Ali b. Ebî Talib’den nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Size süt tavsiye
ederim. Çünkü o, delilik, cüzam ve ciltteki alacalık gibi yetmiş derde devadır"”[466] [467]
buyurmuştur.
Bu hadisi bu şekliyle başka herhangi bir kaynakta bulamadığımız için bu hadisin
güvenilir bir aslının, kaynağının olduğunu düşünmüyoruz.
5.
İbni Ömer’den nakledildiğine
göre Hz. Peygamber: “Hamile kadınlarınıza süt ürünleri yedirin. Çünkü o
çocuğun aklını artırır. ”467
buyurmuştur. Bir önceki hadis gibi bu hadisi de bu şekliyle başka herhangi bir
kaynakta bulamadığımız için bu hadisin güvenilir bir aslının, kaynağının
olduğunu düşünmüyoruz.
6.
İbni Abbas’ tan nakledildiğine göre Hz. Peygamber: “Sizin süt içmeniz
gerekir.
Çünkü nasıl maharetli parmaklar alnı ovalayarak hastalığı tedavi ediyorsa o da
kalpten hüznü siler aklı arttırır, zihni harekete geçirir, görmeyi keskinleştirir
ve unutkanlığı giderir. ” buyurmuştur.
Bu hadisle
ilgili olarak İbn Arrâk: “Bu hadisin senedinde münker hadisleri olan Muhammed
b. İbrahim b. Amr b Yusuf vardır.”[468]
dediği için bu rivâyet güvenilir değildir.
MEVZÛAT KAYNAKLARINDA YER ALAN AKILLA İLGİLİ RİVAYETLER
Akılla
ilgili rivâyetlerin çoğunun uydurma olarak kabul edildiğini daha önce ifade etmiştik. Buradan hareketle “Uydurma Hadislerde Akıl” adlı bir çalışma da
yaplmıştır.
Söz konusu rivâyetler bu çalışmada sened ve metin açısından ayrıntılı olarak
incelenmiştir. Biz burada ilgili rivâyetleri tekrar ele almaktan ziyade, her
birine kısaca değinmek istiyoruz. Biz bu rivâyetlere değinirken sözkonusu
çalışmada yer alan kaynaklardan ulaşabildiklerimizi, adı geçen çalışmada yer
almayan ve bizim ulaşma imkân bulduğumuz zevâid türü kaynaklara da yer
verilecektir
3.1.
Aklın Alametlerini ve Akıllı Kimsenin
Vasıflarını Anlatan Rivâyetler
1.
Aklı olmayanın dini
yoktur.[469]
2.
Reislik ve yönetim
akıl iledir.[470]
3.
Mü ’minin araç
gereci, biniti, çadırı ve sığınağı, dinin direği, müctehidlerin sermayesi,
ahiretin mamurluğu, sıddıkların kendisiyle bilindiği şey akıldır.[471]
4.
insanların biniti en
sağlam olanı, apaçık olan hedefe ulaşmada doğru yolu en iyi gösteren ve bilgili
olanı, akıl bakımından en üstün olanıdır.[472]
5.
Akıllı kişilere
danışın ve onların tavsiyelerine muhalefet etmeyin yoksa pişman olursunuz.[473]
6.
Yüce Allah aklı üç
kısma ayırmıştır. Kimde bunlar varsa o kişinin aklı tam olur, yoksa o kişinin
aklı da yoktur. Bunlar; Allah’ı güzelce tanımak, O’na güzelce itaat etmek,
O’nun emirlerine güzelce sabretmektir.[474]
[475]
7.
Sakalı uzun olanın
aklı kısadır415
8.
Yüce Allah
yeryüzünde akıldan daha az bir şey yaratmamıştır. Yeryüzünde akıl kırmızı
kibritten bile daha azdır416
9.
Kişinin aklına üç
şeyde itibar ediniz.; sakanlın uzunluğunda, künyesinde ve yüzüğünün nakışında.[476]
[477]
10.
Nafaka konusunda
iktisatlı olmak geçimin yarısı, insanlarda hoş geçinmek aklın yarısı, güzel
soru sormak da ilmin yarısıdır.[478]
11.
Allah ’a imandan
sonra aklın başı insanlara sevgi ve şefkatle muamele etmek, onlarla iyi geçinmektir.[479]
12.
Her şeyin bir madeni
ve cevheri vardır. Takvanın cevheri de âriflerin kalpleridir [480]
13.
Kişinin keremi
dinidir, saygınlığı aklıdır, şerefi de ahlakıdır [481]
3.2.
Akıl ve Allah’a İtaat İlişkisini Açıklayan
Rivâyetler
1.
Evin dayanağı direği
olduğu gibi dinin dayanağı da kişiyi Allah’a karşı gelmekten uzak tutan faydalı
akıldır.[482]
2.
Hz. Peygamber Mülk
suresini “hanginizin daha güzel amel işlediğini sınamak için”[483]
kısmına kadar okudu ve: “En güzel amel, en güzel akıldır, o da Allah’ın
haramlarından en çok sakınmadır ve Allah ’a itaat olan amelleri en çok
yapmaktır. ” dedi[484].
3.
Meleklerin ve
insanların Allah ’a en itaatkâr olanları en akıllı olanlarıdır.[485]
4.
Kişi güzel aklı
sayesinde gündüzlerini oruçla, gecelerini namazla geçirenlerin derecesine
ulaşır. Kişinin güzel ahlakı da ancak akıl tam olunca tam olur. Böylece imanı
tam olarak rabbine itaat eder ve Şeytan ’a karşı durur.[486]
5.
Hz. Peygamber; “Bu
misalleri veriyoruz, bunları ancak âlim olanlar anlar. ”487 ayetini okudu ve “Âlim,
Allah ’tan gelenleri akledip iyi anlayan ve itaatle amel eden, O ’nun
gazabından da kaçınan kimsedir” dedi.488
6.
insanlar dünyada
birbirlerine akılla üstünlük sağlarlar ve ahirette de akılları ölçüsünce
mükâfatlandırılırlar.[487] [488]
[489]
7.
Hz. Peygamber: Ey
Uveymir, Allah’ın haramlarından sakınarak ve farzlerını yerine getirerek aklını
arttır, akıllı ol. ” dedi?[490]
8.
Her kimde akıl
seciyesi ve yakin mizacı varsa günahları ona hiçbir zarar veremez. Çünkü her
bir günah işlediğinde hemen tövbe eder ve günahları silinir. Geriye de sadece
faziletli amelleri kalır ki onlarla da cennet’e girer.[491]
9.
Akıllı kimse,
Allah’a itaat eden ve ondan korkandır. Ateşe ise sadece akla karşı direnen ve
ondan kaçınan kimse düşer. Allah her kimin hayrını isterse ona akıllı kişiyi
arkadaş eder.[492]
10.
Cennet ehlinin
dereceleri ve Allah ’ayakınlıkları akılları oranındadır.[493]
11.
Kıyamet gününde
mü’minlerin efendileri, Allah’tan gelenleri en iyi anlayanlar, en akıllıları da
Allah’a en güzel şekilde itaat edenleridir.[494]
12.
Sırattan geçişi en
kolay ve en güzel olacaklar aklı en güzel olanlardır. Bunlar Allah ’a isyan
olan amelleri terk edip, O ’nun rızasına uygun amelleri yapanlardır?[495]
13.
Mü ’minlerin Allah
’a en sevimli olanları Allah ’a itaat konusunda ciddi olan Allah’ın kullarına
nasihatte bulunan, akıllı olan ve ona göre amel edenlerdir [496] [497]
14.
Adiy b. Hatem Hz.
Peygambere gelerek babasının efendiliğinden, aklından ve şerefinden bahsederek
onu övdü. Bunun üzerine Hz. Peygamber: “Dünyada ve ahrette, efendilik şeref ve
akıl Allah ’a itaat olan amelleri işlemektir. ” buyurdu4"
15.
Her kim gündüzlerini
oruçla, gecelerini namazla geçirenlerin bile ulaşamayacağı derecelere ulaşmak
istiyorsa, nefsin hoşlanmadığı şeyleri yapmaya devam etsin ki bunu da ancak
akıllı kişiler yapabilir49
16.
Hz. Peygamber Hz. Ali’ye hitaben: “Ey Ali, insanlar iyiliğin çeşitlerini
uygulayarak
Rablerine yaklaşmak istediklerinde sen aklın çeşitlerini uygula, bu şekilde
onları dünya ve ahirette geçersin. ” dedi.[498] [499]
3.3.
Akıl ve Allah’ın Emrini Anlama İlişkisini
Açıklayan Rivâyetler
1.
Nice akıllı kimseler
vardır ki, insanların yanında değerleri olmadığı halde Allah ’tan gelen emri
anladıkları için onlar kurtuluşa ererler. [500]
2.
Ahiret gününde
insanların en gıbta edilecek olanları, Rablerinden olanları akleden marifet
ehlidir[501]
[502]
3.
Muhakkak ki, gece ve
gündüz ibadet eden bin âbidin ölümü, Allah’ın emrini anlayan, helal ve haramı
bilen bir tek akıllı kimsenin ölümünden daha hafiftir5052
3.4.
Akıl ve Cehlin, Akıllı İle Cahilin
Karşılaştırılmasını Bildiren Rivâyetler
1.
Akıllı kimsenin
vasıfları şunlardır: Kendisine karşı cahilce davrananlara yumuşak davranır,
konuşmak istediğinde düşünür hayırsa konuşur, şer ise susar, faziletli bir amel
gördüğünde onu fırsat bilir. Akıllı kişi bu gibi hasletlerle tanınır.
Cahilin
vasıfları ise şunlardır: Kendisiyle muamelede bulunan kişiye zulmeder,
konuşmaları düşüncesizdir, faziletli bir amel gördüğünde ondan yüz çevirir ve
çok yavaş davranır. İşte bu vasıflar akıldan mahrum olan cahil kimsenin
vasıflarıdır.[503]
2.
Ey insanlar!
Rabbinizden gelenleri iyi akledin ve birbirinize aklı tavsiye edin. O akıl
sayesinde Rabbinizden gelen emir ve yasakları bilir ve anlarsınız. Biliniz ki
akıl, sizin Allah katında şeref ve asaletinizdir.[504]
3.5.
Akıl-İbadet İlişkisini Açıklayan Rivâyetler
1.
Kişi akıl fazileti
gibi bir fazilet kazanmamıştır. O akıl kendisini hidâyete götürür, kötülükten
ve helak olmaktan da korur. Kişinin aklı tam olmadıkça ne imanı tam olur, ne de
dini müstakim olur.[505]
2.
Kişi namaz kılar,
hacceder, ancak kıyamet gününde mükafatı kendisine aklı oranında mükafat
verilir.[506]
3.
Bir kişi Hz.
Peygambere gelerek: “Ey Allah’ın Resulü! Bir adam geceleri namaz kılsa,
gündüzleri oruç tutsa, hacc ve umre yapsa, Allah yolunda gaza etse ” bu şekilde
on haslet saydı ve böyle bir kişinin kıyamet günü Allah katındaki derecesi
nasıl olur? dedi. Hz. Peygamber: “Bütün bu yaptıklarından dolayı onun kıyamet
günündeki sevabı ancak aklı oranında olur” dedi.[507]
4.
insanların dünya ve
ahirette amel bakımından en faziletlileri akıl bakımından en güzel olanlarıdır.
Çünkü akıl amellerin efendisidir. [508]
5.
İbn Abbas Hz. Aişe
’nin yanına gelerek: “Ey Mü ’minlerin annesi, bir adam çok uyuyor ve az kıyam
ediyor, diğeri ise çok kıyam edip az uyuyor; bunların hangisi Allah katında
daha sevgilidir?” Diye sorunca Hz. Aişe: “Ben bu soruyu Hz. Peygambere
sorduğumda O: “Aklı güzel olan daha sevgilidir” dedi.[509]
6.
Ebû Bekir bir gün
dışarıya çıkmıştı. Hz. Peygamberle karşılaşınca; Ey Allah’ın Rasûlü ne ile
gönderildin? diye sordu. Hz. Peygamber: “Akılla” dedi. Ebû Bekir: “Ne ile
emrolundun?” diye sorunca Hz. Peygamber: “Akılla” diye cevap verdi ve “Kıyamet
günü insanlar akılları oranında mükâfatlandırılacaklar. Allah’ın kurallarına
uygun yaşayan ‘akıllı’ diye isimlendirilir, biraz gayret ederse ‘âbid’, biraz
daha gayret ederse “en iyi insan” olarak isimlendirilir. Ancak akıldan nasibi
olmayan bir kişi ne kadar çok ibadet ederse etsin bütün çalışmaları boşa
gitmiştir. ” dedi.[510]
7.
Bir topluluk Hz.
Peygamberin yanında bir adamı iyiliği konusunda aşırı derce
övünce
Hz. Peygamber: “Onun aklı nasıldır?” diye sordu. İnsanlar: “Ey Allah’ın
Rasûlü! Biz
sana adamı ibadetinden, iyiliğinden bahsediyoruz sen ise aklından soruyorsun ”
deyince Hz. Peygamber: “Muhakkak ki ahmak ahmaklığı sayesinde fâcirin
günahlarından daha büyük günahlara düşer. Kullar yarın akılları nispetinde
yüksek dereceler elde ederler ve Rablerine yakın olurlar. ” dedi.[511]
8.
Hz. Peygamber:
“Muhakkak ki iki kişi mescide giderler ve namaz kılarlar. Birisi Uhud dağından
daha ağır sevap kazanırken diğeri zerre miktarı kadar dahi sevap kazanamaz.”
dedi. Bu nasıl olur? diye sorulunca “kişi aklının güzelliği oranında sevap
kazanır. ” dedi.[512]
9.
Allah kulları
arasında akıldan daha faziletli bir şey taksim etmemiştir. Akıllı kimsenin
uykusu, cahilin seher vakitlerini kıyamla, rukuyla, secdeyle geçirmesinden daha
hayırlıdır. Akıllı kimsenin yiyip içmesi, cahilin hiç ara vermeden oruç
tutmasından daha hayırlıdır. Allah aklı kemale ermemiş ne bir resul, ne de bir
nebî göndermemiştir. Hz. Peygamberin aklı bütün ümmetlerinin aklından daha
efdaldi. Akıllı kimsenin Allah katında ulaştığı dereceye hiçbir
âbidibadetleriyle ulaşamaz.[513]
10.
Allah’ın hoşnutluğu
akıl ve nasihat ehline vaciptir. Allah’ın gazabı da cehalet ve tefrit ehline
vaciptir.[514]
11.
Kimin lisanı doğru
sözlü, sukutu çok ve insanlar da ondan gelebilecek şerden emin ise işte bu
akıllı kimsedir. isterse Allah’ın kitabını çokça okumuyor olsun. Kullar asla
akıldan daha güzel bir ziynetle süslenemezler ve cehaletten daha çirkin bir
ziynetle de süslenemezler.[515]
3.6.
Akıl-Günah İlişkisini Açıklayan Rivâyetler
1.
Bir kişi şarap
içerse şarabın o kişinin aklından alıp götürdükleri ona kıyamet gününe kadar
geri dönmez[516]
2.
Her kim içki ile
karnını doldurursa yedi gün namazı kabul olmaz. İçki aklını götürürde
farzlardan birini unutursa, kırk gün boyunca namazları kabul olmaz ve bu
günlerde ölürse kâfir olarak ölür.[517]
3.7.
Aklın Yaratılışı ve Yaratılmışları En Üstünü
Oluşunu Açıklayan Rivâyetler
1.
Abdullah b. Selam,
Hz. Peygambere gelerek bazı sorular sormuş ve Hz.
Peygamber
cevap olarak: “Yüce Allah gökleri ve yeri yarattığında melekler: ‘Rabbimiz!
Arş’tan daha büyük bir şey yarattın mı?’ diye sorunca Yüce Allah: ‘Evet, aklı yarattım. Aklı kum taneleri kadar çeşitli sınıflara ayırdım. insanlara farklı
ölçülerde
verilmiştir. ’ diye cevap verdi.[518]
2.
Hz. Peygamber bir gün Uhud
dağına baktı ve: “Bu bizi seven bizim de
kendisini
sevdiğimiz bir dağdır. Yüce Allah’ın mahlûkatında onun ağırlığını bilen bir şey
yoktur. Akıl sahibi kişinin yaptığı tesbihin ve tahmidin bir tek harfinin
ağırlığı Uhud’dan daha ağırdır.[519]
3.
Hz. Peygamber’in
hanımı Âişe peygamberimize: “Dünyada kullara verilen en üstün şey nedir? ” diye
sorunca Hz. Peygamber: “Akıldır” dedi. Âişe: “Ahirette nedir? ” dedi. Hz.
Peygamber: “Allah rızasıdır” dedi. Âişe: “EyAllah’ınRasulü, akıllı kimse mi
yoksa gecelerini ibadetle, gündüzlerini oruçla geçiren ve Allah yolunda savaşa
katılan kişi mi daha faziletlidir? ” dedi. Hz. Peygamber: “Ey Âişe zaten bu
saydıklarını akıllılar yapar. ” dedi.[520]
4.
Yüce Allah
varlıkları yarattığı zaman gökleri, yeri, denizleri, bütün
hayvanları,
melekleri ve cinleri akılla tarttı ve akıl hepsinden ağır ve üstün geldi. Bunun
üzerine: “izzetime yemin ederim ki, benim katımda senden daha şerefli bir
varlık yaratmadım, benim yanımda yaratılmışların en değerlisi aklı en güzel olanıdır.”
dedi.[521]
5.
Kulların
kazandıkları arasında akıldan daha güzel bir şey yoktur. Güzel amellerin her
birinin bir sevabı vardır, en efdalsevap ise akıldır.[522]
3.8.
Aklın Alametlerini ve Akıllı Kimsenin Vasıflarını
Açıklayan Rivâyetler
1.
Kişinin aklına üç
şeyde itibar ediniz; sakalının uzunluğunda, künyesinde ve yüzüğünün nakışında.[523]
2.
Nafaka konusunda
iktisatlı olmak maişetin yarısıdır, insanlarla hoş geçinip sevilip sayılmak
aklın yarısıdır, güzel soru sormakta ilmin yarısıdır.523 [524]
3.
Allah ’a imandan
sonra aklın başı insanlara sevgi ve şefkatle muamele etmek, onlarla iyi
geçinmektir.[525]
4.
Kişinin keremi
dinidir, saygınlığı aklıdır, şerefi de ahlakıdır.[526]
5.
Sakalın uzunluğu
aklın azlığına delildir.[527]
3.9.
Akıl ve Kulluk İlişkisini Açıklayan Rivâyetler
1.
Din aklın ta
kendisidir. Kimin dini yoksa aklı da yoktur.[528]
2.
Hz. Peygamber’e
ashabından biri ibadetinden dolayı övüldüğünde “aklı nasıldır ” diye sorardı.
Eğer kendisine “güzeldir ” derlerse “bunu dilerim ” derdi. Şâyet “güzel değil”
derlerse, o zaman “bu bahsettiğiniz arkadaşınız sizin zannettiğiniz derecelere
ulaşamaz ” derdi.[529]
3.
Akıl durumunu
bilmedikçe bir kişinin Müslümanlığı sizin hoşunuza gitmesin.[530]
[531]
[532]
[533]
3.10.
Aklı Artıran Şeyleri Anlatan Rivâyetler
1.
Sakız kullanınız,
çünkü o, parmakların yüzdeki teri sildiği gibi kalpteki hüznü siler, kalbi
güçlendirir, aklı artırır ve zihni tezkiye eder.53
2.
Kabağı size tavsiye
ederim, çünkü o, aklı artırır, zekâyı çoğaltır52,2
3.
Yaktin kabağından
yiyin, şâyet etli sulu bir yemek yapacaksanız kabağı çokça koyun. Çünkü kabak
aklı arttırır 52,2
3.11.
Akıl Nisbetince İbadet ve Mükâfat ile İlgili
Rivâyetler
1.
Hz. Peygamber bir soru üzerine: “Ben akılla gönderildim, akılla
emrolundum.
İnsanlar akılla sorulacaklar ve akılla mükâfatlandırılacaklar. ” dedi.[534]
2.
Cennette sadece akıl
sahiplerinin gireceği her şeyi nurdan yaratılmış bir şehir vardır.[535]
3.
Kıyamet günü Cennet
on bin kısma ayrılır; dokuz bin dokuz yüz doksan dokuzu akıl ehlinindir ve
onlar arasında paylaştırılır. Ancak biri diğer mü ’minlerin ve muhacirlerin
tembellerinindir.[536]
4.
Mü ’minlerin Allah
’a en sevimli olanları Allah ’a itaat konusunda dimdik olan, ciddiyet gösteren
akıllı olan ve ona göre amel eden kimselerdir.[537]
5.
Muhakkak ki kişi
namaz ve cihad ehlinden de olsa, anacak aklı oranında mükâfatlandırılır.[538]
6.
Ben şahidim ki;
akıllı bir kimsenin ayağı sürçer, Allah onu kaldırır, yükseltir, yine ayağı
sürçer, Allah yine kaldırır, yükseltir. O kişi Cennet’e girene kadar bu böyle
devam eder.[539]
3.12.
Akılla İlgili Muhtelif Rivâyetler
1.
Dünya, evi olmayanın
evi, malı olmayanın malıdır. Onu aklı olmayan toplar, biriktirir.[540]
2.
Marifet; malımın
başı, akıl; aslım, dinim, şeref; esasım, ilim; silahım, zühd; mesleğim, cihad;
yaratılışım, namazda gözümün nurudur.[541]
3.
Sizden biriniz cimâ
esnasında çok konuşmasın, yoksa çocuğu dilsiz doğar. Sizden biriniz devamlı
surette suya bakmasın, çünkü bu onun aklını götürür.[542]
4.
Aklı veren Allah ne
yücedir[543]
5.
Kişinin elçisi onun
aklının seviyesini gösterir.[544]
6.
ikindiden sonra
uyuyup da aklı tutulan, duran kimse kendisinden başkasını suçlamasın.544 [545]
7.
Yüz elli senesi olduğunda
evlendirmekten sakının, çünkü bu senede kim evlenirse Allah onun aklını götür,
dinini harab eder, bu kimsenin ne dünyası ne de ahireti iyi olur.[546]
8.
Rızık ahmaklığa,
mahrumiyet akla, bela ve yakîn ise sabra verildi.[547]
9.
Akıllı düşman cahil
dosttan hayırlıdır.[548]
10.
Ümmetimin helaki
fâcir âlim ve akıllı olduğu halde cahil olan kimsedendir.[549]
11.
Akıllı kişinin
düşmanlığından Allah ’a sığının.[550]
Yukarıda
nakletmiş olduğumuz bazı rivâyetlerde; aklı olmayanın dininin olmadığı, reislik
ve yönetimin akılla olduğu, akıllı kişilere danışmak gerektiği, akıllı olan
kişinin Allah’a itaat edeceği, ancak akıllı kişilerin ibadetleri hakkıyla
anlayarak uygulayabileceği ve akıllı kişinin davranışlarının cahil bir kişinin
davranışlarından çok farklı olacağı gibi konular anlatılmaktadır. Bu rivayetler
metin açısından Kur’an’a, Sünnet’e ve vâkıâya ters düşmemekle birlikte sened
açısından eleştirilmişlerdir.
Bazı
rivâyetlerde ise; sakalı uzun olanın aklının kısa olduğu, bir kişi şarap
içtiğinde aklının ondan ayrılacağı ve kıyamete kadar geri dönmeyeceği, sakız
çiğnemenin ve kabak yemenin aklı arttıracağı gibi konular anlatılmaktadır. Bu
rivayetler anlam olarak Kur’an’a, Sünnet’e ve vâkıâya ters düştükleri için, hem
metin hem de sened açısından eleştirilmişlerdir.
Kur’ân’da
akıl kelimesi kırk dokuz âyette ve fiil formunda kullanılmıştır. İlgili ayetler
bize, Yüce Allah tarafından insanoğluna verilen bu melekenin her konuda aktif,
işlevsel ve üretken hale getirilmesini böylece aklını kullanan bireyler ve
dolayısıyla toplumlar olmamız gerektiğini bildirmektedir.
Kur’ân’da
aklı muhatap alan âyetlerin toplam yedi yüz kadar olduğunu, Peygamberlerin zeki
insanlar oldukları, Hz. Peygamber’in söz ve davranışlarının önemli bir kısmının
içtihatlarına dayandığı, insanın ancak aklı ve iradesiyle Yüce Allah’ın
halifesi olabildiği, aklın bireysel ve toplumsal hayatımızda ne kadar önemli
bir rol oynadığı düşünüldüğünde Hz. Peygamber’in de akıl ve önemiyle ilgili pek
çok söz söylemiş olması gerektiği kanaatine varmaktayız. Bununla birlikte bu
konudaki hadislerin neredeyse tamamının zayıf ve hatta bazılarının uydurma
olarak nitelendirilmiş olması dikkat çekicidir.
Konuyla
ilgili hadisler Dâvud b. el-Muhabber, Süleyman es-Siczî gibi güvenilir olmayan
raviler üzerinde odaklanmıştır. Bu konuyla ilgili rivâyetlere Kütüb-i Sitte
dışındaki diğer hadis kaynaklarında ve özellikle mevzûat kaynaklarında
rastlanmaktadır.
Gerek akıl
kelimesinin geçtiği hadisler ve gerekse “keyyis”, “nuhâ” ve “dimağ” gibi akıl
kelimesinin mürâdiflerinin yer aldığı rivâyetler sened ve metin kriterlerine
göre incelendiğinde tamamının proplemli olduğu ortaya çıkmıştır.
Klasik
hadis usulüne göre yapmış olduğumuz bu araştırmada böylesine önemli bir konuda
hiçbir sahih hadisin bulunmaması bizlere, konunun farklı bir şekilde ele
alınması gerektiğini göstermektedir.
Konuyla
ilgili rivâyetlerin merkezinde yer alan “Dâvud b. el-Muhabber” hakkındaki
değerlendirmelere bakıldığında onun önceleri iyi bir insan olduğu, sonraları
ise Mûtezîlî kimselerle arkadaşlık ettiği ve onlardan etkilendiği ifade
edilmektedir.
Bu durum,
ehl-i hadis âlimlerinin ona bir tepki olarak, naklettiği rivâyetlerin zayıf ya
da uydurma olduğu yönünde görüş bildirmelerine sebep olmuş olabilir. Böylelikle
aklı ve re’yi ön plana alan başta Mûtezile olmak üzere benzer mezheplere koz
verilmemesine gayret edilmiş olabilir.
Çalışma
yapmış olduğumuz konunun daha net olarak ortaya konulması ve anlaşılması için
akıl ve akletmeyle yakın anlamlar taşıyan kalb, fuad, sadr, tefekkür, tedebbür,
tezekkür ve ilim gibi konularla ilgili hadislerin ve âlimlerin bağlı
bulundukları
92
mezheplerin görüşlerinin yaptıkları ilmî çalışmalarına ne kadar yansımış olduğu
hakkında araştırmalar yapılırsa bu durum daha da netlik kazanacaktır.
Akıl
konusuyla ilgili rivâyetler Ehl-i Hadis tarafından Mûtezile’ye tepki olarak
tarafgir bir yaklaşımla her ne kadar zayıf ve hatta uydurma olarak nitelenmiş
olsa da, Rey Ekolüne mensup âlimler arasında kabul görmüş, meşhur olmuş ve
birçoğu da delil olarak kullanılmıştır.
Acem, Refik (1999), Mevsûâtü Mustalahâhi’t-Tasavvufi’l-Islâmiyye,
Lübnan: Mektebetü Lübnan.
Aclûnî, İsmail b. Muhammed el-Cerrah (h.1405), Keşfu’l-Hafa
veMüzîlü’l-Ilbâs, Tahk. Ahmed el-Kalaş, Beyrut.
Ahmed b.
Hanbel, Ebû Abdullah eş-Şeybânî (1992), Müsned, İstanbul: Çağrı Yay.
..... (1988),
el-Ilel ve Ma’rifetü’r-Rical, Tahk. Vasayullah b. Muhammed b. Abbas,
Beyrut: el-Mektebetu’l-İslâmî-Dâru’l-Hâriî.
Ali el-Kârî, el-Herevî
el-Mekkî (h.1391), el-Esrârü'l-Merfû’a fi’l Ahbâri’l-Mevdûa
(Mevdû’âtü’l-Kübrâ), Tahk. Muhammed es-Sabbağ, Dâru’l-Emane-
Müessesetu’r-Risale.
..... (1978), el-Masnu' fi
Ma'rifeti'l-Hadisi'l-Mevdû’ (Mevdû’âtü’s-Suğrâ), thk. Abdülfettah
Ebû Gudde, Beyrut: Mektebetü'l-Matbuati'l-İslâmiyye.
Âmirî, el-Ceddu
’l-Hasîs (h. 1412), Tahk. Bekir Abdullah Ebû Zeyd, Dâru’r-Râye.
Arslan, Hulûsî (Eylül-Aralık 2003), “Tanrı hakkında Konuşmanın
Bir Metodu Olarak el-İstidlâl bi’ş-Şâhid ale’l-Gâib (Kadı Abdulcebbar Örneği
)”, Tabula Rasa, Yıl III/IX, s. 65-85.
Asname, Salih (1994), Mustalahâtu’l-Kur’âniyye, Londra:
Câmiatu’l-Âlemiyye lil Ulûmi ’ l-İslâmiyye.
Ateş, Ali Osman (2000), Hadis Temelli Kalıp Yargılarda
Kadın, İstanbul: Beyan Yayınları.
..... (2001) “Hadislerin Değerlendirilmesinde Aklın
Konumuyla İlgili Bazı Tartışmalar” Çukurova Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü Dergisi, Adana, c. 7, sayı,
7, s. 1777-1788.
Ayasbeyoğlu, Nevzat (1964), “Kur’ân’da Akıl”, İstanbul
Yüksek İslam Enstitüsü Dergisi, İstanbul, Sayı, 2, s. 47-54.
Beyhakî, Ebû Bekir Ahmed b. Hüseyin (1990), Şuabu’l-Îman,
Thk., Muhammed Saîd, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Bezzar, Ebû Bekir Ahmed b. Amr b. Abdulhâlık (h.1409), Müsned,
Tahk. Mahfûzu’r- Rahman Zeynullah, Beyrut: Müessesetu Ulûmu’l-Kur’ân.
Bilmen, Ömer Nasuhi (1993), Kur ’ân-ı Kerim ’in Türkçe Meâli
Âlîsi ve Tefsiri, İstanbul: Kahraman Yayıncılık.
Bolay, Süleyman Hayri (1989), “Akıl” maddesi, Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (II. Cilt), İstanbul.
Buhârî, Ebû Abdullah Muhammed b. İsmâil (1992), el-Câmiu’s-Sahih,
İstanbul: Çağrı Yay.
.......... (1997) et-Târîhu’s-Sağîr,
Tahk. Muhammed İbrahim Zâyid, Haleb: Dâru’l-Vaî.
.......... (t.y.) et-Târîhu’l-Kebîr,
Tahk. Hâşim en-Nedvî, Dâru’l-Fikr.
.......... (h.1396) ed-Duafâu’s-Sağîr,
Tahk. Mahmud İbrâhim Zâyid, Haleb: Dâru’l-Vai‘.
Bulaç, Ali (1990), “akıl” mad., Sosyal Bilimler
Ansiklopedisi (Cilt. I), İstanbul: Risale Yay.
Bûsırî, Ahmed b. Ebî Bekir (1998), İthâfu’l-Hiyerati’l-Mehira
bi Zevâidi’l-Mesânidi’l- Aşera, Tahk.,Abdurrahman Adil b. Sa’d, İshak
es-Seyyid b. Mahmud b. İsmail, Riyad: Mektebetu’r-Rüşd.
.......... (1992) Zevâid, (İbn Mâce ile birlikte
basım), İstanbul: Çağrı Yay.
Cânan, İbrâhim
(1995), Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme ve Şerhi, Ankara: Özçağ Yay.
Cebrî, Abdulmüteâl
Muhammed (1987), el-Müştehir mine ’l-Hadis, Mektebetü Vehbe.
Cevherî, İsmail b. Hammad (1983), es-Sıhah, Tahk. Ahmed
Abdulğafur Attar, Beyrut: Daru’s-Selâm lil Melayîn.
Cürcânî, Ali b. Muhammed b. Ali (h.1405), et-Ta‘rifât,
Tahk., İbrahim Ebyârî, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Arabî.
Davutoğlu, Ahmet,
Sahîh-i Müslim Tercüme ve Şerhi (t.y.), İstanbul: Sönmez Yay.
Demirci, Mehmet, “Hakîkat-ı Muhammediyye” mad. (1997), Türkiye
Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (Cilt. XV), İstanbul.
Develioğlu, Ferit (t.y.), Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik
Lügat, Ankara: Aydın Kitabevi,
Deylemî, Ebû Şücâ Şîrûyeh b. Şehredar b. Şîrûyeh (1986), el-Firdevs
bi Me’sûri’l- Hitâb, Beyrut.
Derviş el-Hût, Muhammed b. es-Seyyid Dervîş (h.1418), Esna’l-Metâlib
fî Ehâdîsi Muhtelifeti’l-Merâtib, Tahk. Mustafa Abdulkadir Atâ,
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Dıhlevî, Şah Veliyullah (2001), Huccetullah’il-Bâliğa,
çev: Mehmet Erdoğan, İstanbul: İz Yayıncılık.
Ebû Dâvud, Süleyman b. el-Eş’as es-Sicistânî (1992), Sünen,
Tahk. İzzet Ubeyd ed- De’as, Âdil es-Seyyid, İstanbul: Çağrı Yay.
..... (1979)
Sualâtu Ebî Ubeyd el-Âcurî Ebâ Dâvud es-Sicistânî, Tahk. Muhammed Ali
Kâsım el-Umrî, Medîne: el-Câmiatu’l-İslâmiyye.
Ebû Hâtim er-Râzî, Abdurrahman b. Ebî Hâtim Muhammed b. İdris
Ebû Muhammed er-Râzî et-Temîmî (1952), el-Cerh ve’t-Ta‘dil, Beyrut: Dâru
İhyâi‘t-Turasi’l- Arabî,
Elbâni, Muhammed Nâsıruddîn (t.y), Silsiletü
Ehâdîsi’d-Daife, Riyad: Mektebetu’l- Maarif.
Emiroğlu, İbrahim (1998), “Kur’ân’da akıl ve insan”, Dokuz
Eylül Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, sayı XI, s. 69-99, İzmir.
Esed, Muhammed (1999), Kur’ân Mesajı, çev: Cahit Koytak,
Ahmet Ertürk, İstanbul: İşaret Yayınları.
Eraydın, Selçuk (1995), “Feyiz” mad. Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (Cilt, XI.), İstanbul.
Ergül, Adem
(2000), Kur’ân ve Sünnette Kalbî Hayat, İstanbul: Altınoluk Yayınları.
Fahreddin er-Râzî, Fahruddîn Muhammed b. Ömer (1307), Mefâtihu’l-Gayb
(et- Tefsîru ’l-Kebîr), İstanbul: Matbaatu Âmire.
Felâte, Osman, Ömer b. Hüseyin (1981), el-Vad’u fi’l-Hadis,
Beyrut: Mektebetu’l- Gazâlî.
Fettenî, Muhammed Tahir b. Ali el-Hindî (t.y.), Tezkiratu’l-Mevdûât,
Nâşir, Emin Demeç, Beyrut.
Fîruzabâdî, Muhammed b. Yakub (1986), Kâmûsu’l-Muhît,
Beyrut: Müessesetu’r- Risale.
Gazâli, Ebû Hamid Muhammed b. Muhammed (t.y.), İhyâu
Ulûmiddîn, Beyrut: Dâru İhyâi’t-Türâsi’l-Arabî.
Güler, Zekeriya Yaz (1998), “Kadın akıl ve din bakımından
eksikmi dir?”, Mehir, 3 Aylık İlmî ve Akademik Bülten, sayı, 2, s.
14-21.
Güngör, Mevlüt (2006), “Kur’ân ve kâinat kitabı”, Tasavvuf: İlmî ve Akademik
Araştırma
Dergisi, Yıl, 7, sayı, 16.
Hâkim en-Neysabûrî, Hâkim Hafız Ebu Abdullah Muhammed b.
Abdullah (1990), el-Müstedrek ale’s-Sahihayn, Tahk., Mustafa Abdulkadir
Atâ, Beyrut: Daru’l- Kütubi’l-İlmiyye.
..... (1984) Sualâtu’l-Hâkim en-Neysabûrî
li’d-Dârekutnî el-Bağdâdî, Tahk. Mûfik b. Abdullah b. Abdulkadir, Riyad:
Mektebetu’l-Maârif.
Hâkim et-Tirmîzî, Hâkim (1992), Nevâdiru’l-Usûl fî
Ehâdîsu’r-Rasul, Tahk., Mustafa Abdulkadir Atâ, Beyrut:
Dâru’l-Kutubi’l-İlmiyye.
Halebî, İbrahim b. Muhammed b. Sabt et-Tırâblûsî (1987), el-Keşfu’l-Hasîs,
Tahk. Subhi es-Samîrâî, Beyrut: Âlemu’l-Kütüb-i Mektebetu’n-Nahdati’l-Arabiyye.
Hasîbî, İbrahim b. Muhammed (h. 1401), el-Beyan ve’t-Ta’rif,
Tahk. Seyfeddin el- Kâtib, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-Arabî.
Hatîb el-Bağdâdî, Hatib Ebû Bekr
el-Hatib Ahmed b. Ali b. Sabit (t.y.), Târîhu Bağdad evMedînetü’s-Selâm,
Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye.
..... (t.y.) el-Kifâye fî Ilmi’r-Rivâye,
Tahk. Ebû Abdullah es-Sûrigî, İbrahim Hamdi el-Medenî, Medine:
Mektebetu’l-İlmiyye.
Heysemî, Nûreddin Ali b. Süleyman b. Ebû Bekir (1992), Buğyetu’l-Bâhis
an Zevâidi Müsnedi’l-Hâris, Tahk., Hüseyin Ahmed Salih el-Bâkırî, Medîne.
.......... (1412)Mecmeu’z-ZevâidveMenbeu’l-Fevâid,
Beyrut: Dâru’l-Fikr.
Hindî, Ali b. Hüsâmeddin el-Muttakî (1989), Kenzu’l-Ummâl fî
Süneni ve’l-Akvâl, Beyrut, Müessesetu’r-Risâle.
Irakî, Fadl Abdurrahman b. Hüseyin (h.1415), el-Muğnî an
Hamli’l-Esfâr fi’l-Esfâr, Tahk. Eşref Abdulmasud, Mektebetu’t-Taberiyye.
Itr, Nureddin
(1997), Menhecu ’n-Nakdfî Ulûmi ’l-Hadis, Beyrut: Dâru’l-Fikri’l-Muâsır.
İbn Adiy, Abdullah b. Adiy b. Abdullah b. Muhammed Ebû Ahmed
el-İbn Adiy (1988), el-Kâmil fî Duafâi’r-Ricâl, Tahk., Yahyâ Muhtar
Ğazâvî, Beyrut: Dâru’l-Fikr.
İbn Arrâk, Ebu’l-Hasen Ali b. Muhammed el-Kinânî (h.1375), Tenzîhu’ş-Şerîati’l-
Merfûa ani ’l-Ahbâri’ş-Şenîati ’l-Mevdûa, Mısır.
İbn Tûlûn,
Muhammed b. Tûlûn es-Sâlihî (1993), eş-Şezera, Beyrut.
İbnu’l-Cevzî, Ebu’l-Ferec Abdurrahman b. Ali (h.1403), el-Ilelu’l-Mütenahiye,
Tahk. Halil el-Meyyis, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
..... (1987) Zemmu’l-Hevâ, thk. Ahmed
Abdusselam Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye.
..... Kitâbu’d-Duâfâi
ve’l-Metrûkîn, Tahk., Ebu’l-Fidâ Abdu’l-Kâdî (1986), Beyrut:
Dâru’l-Fikri’l-İlmiyye.
..... Kitabü'l-Mevzû’ât
mine’l-Ehadisi’l-Merfûât, Tahk., Nureddin b. Şukrî b. Ali Boyacılar
(1997), Beyrut: Usulu’s-Selef.
İbn Ebi Asım (h.1408), ez-Zühd, Tahk. Abd el-Ali
Abdulhamîd Hâmid, Kahire: Dâru’r-Reyyân li’t-Turâs.
İbn Ebi’d-Dünya, Ebû Bekir (1988), el-Aklu ve Fadluhu
ve’l-Yakîn, Tahk., Mecdî es- Seyyid İbrahim, Kahire: Mektebetu’l-Kur’ân.
İbn Hacer, Ahmed b. Ali b. Hacer el-Askalânî (2000), el-Metâlibu’l-Âliye
bi Zevâidi’l- Mesânidi ’s-Semaniye, Tahk., Amr İman Ebu Bekr, Riyad:
Dâru’l-Âsime.
..... (1996) Tehzibu’t-Tehzib,
Tahk., Halil Me’mun, Ömer
es-Sülemî, Ali b. Mes’ud, Beyrut: Dâru’l-Ma’rife.
..... (1996)Lisânu’l-Mîzan, Tahk. Adil Ahmed
Abdulmevcud, Ali Muhammed Muavvid, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
.......... (h.1379) Fethu’l-BârîŞerhu
Sahîhi’l-Buhârî, Beyrut: Dâru’l-Ma‘rife.
..... (h.1412) el-Isâbe fî Temyîzi Sahâbe,
Tahk. Ali Muhammed el-Becâvî, Beyrut: Dâru’l-Cebel.
İbn Hibban, Ebû Hâtim Muhammed el-Bustî (1993), Sahîh,
Tahk. Şuayb Arnavut, Beyrut: Müessesetu’r-Risâle
.......... (t.y.) el-Mercûhîn, Tahk. Mahmud
İbrahim Zâyid, Haleb: Dâru’l-Vaî.
İbn Huzeyme, Muhammd b. İshak b. Huzeyme Ebû Bekir es-Sülemî
en-Nîsabûrî (1970), es-Sahîh, Tahk. Muhammed Mustafa el-A‘zamî, Beyrut:
el-Mektebetu’l- İslâmî.
İbn Kayyım el-Cevziyye, Şemsüddîn Ebû Abdullah Muhammed b. Ebû
Bekir ed- Dımeşkî (1994), el-Menâru’l-Münîf fi’s-Sahîhi ve’d-Daîf,
Tahk., Abdulfettah Ebû Gudde, Beyrut.
İbn Kesir, el-İmâmu’l-Celîl el-Hafız İmamuddin Ebi’l-Fida
İsmail b. Kesir el-İbnu’l- Cevzî ed-Dımeşkî (1996), Tefsîru Kur’âni’l-Azîm,
Beyrut: Müessesetü Deyyân.
İbn Mâce, Ebû Abdullah Muhammed b. Yezîd (1992), Sünen,
Tahk. Muhammed Fuad Abdulbâkî, İstanbul: Çağrı Yay.
İbn Manzur, Ebi’l-Fadl Cemaliddin Muhammed b. Mukrim el-Ifrıkî
el-Mısrî (t.y.), Lisânu’l-Arab, Beyrut: Daru’s-Sadr.
İbn Mübârek, Abdullah b. Vâdıh Ebû Abdullah el-Mervezî (t.y.), ez-Zühd
ve Yelîhi’l- Yakîn, Tahk. Habîburrahman el-A‘zamî, Beyrut:
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Îsevî, Ebû Abdullah Ahmed b. Ahmed (1993), el-Ehâdîsu’l-Kudsiyyetu’d-Daîfe
ve’l- Mevdûa, Dâru’s-Sahabetu li’t-Turas.
İşçen, Tevfik (2001), Uydurma hadislerde akıl, Yayımlanmamış
Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
İstanbul.
Kandemir, M. Yaşar (1997), Mevzû Hadisler Menşe’i Tanıma
Yolları Tenkidi, İstanbul: Mar. Üniv. İlahiyat Fak. Vakfı Yay.
Kur’ân-ı Kerim, çev: Ali Özek, Hayreddin Karaman, Ali Turgut,
Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kâfi Dönmez, Sadreddin Gümüş (1992), Medine: Mushaf-ı
Şerif Basım Kurumu.
Kara, Mustafa
(1999), Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, İstanbul: Dergah Yay.
İbnu’l-Kayserânî (h.1406), Kitâbu Ma’rifeti’t-Tezkira,
Tahk. İmâduddîn Ahmed Haydar, Müessesetü’l-Kütübi’s-Sekâfiyye.
Kırbaşoğlu,
M. Hayri (2002), Alternatif Hadis Metodolojisi, Ankara: Kitâbiyat
Yay.
Kinânî, Ahmed b. Ebû Bekir b. İsmâil (h.1403), Misbâhü’z-Zücâce,
Tahk. Muhammed el-Muntakî el-Kuşnâvî, Beyrut: Dâru’l-Arabiyyeti.
Kocabaş, Şakir, “Kur’ân’da Akıl Kelimesi”, ilim ve Sanat
Dergisi, Cilt. 3/18, s. 5-9, İstanbul
Koçyiğit, Talat
(1977), Hadis Usûlü, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yay.
Kudâî, Muhammed b. Seleme b. Cafer Ebû Abdullah (1986), Müsnedu’ş-Şihab,
Tahk. Mamdi b. Abdulmecid es-Selefî, Beyrut: Müessetu’r-Risale.
İbn Ebi’d-Dünyâ, Abdullah b. Muhammed Ebû Bekir el-Kuraşî
(1990), Mekarimu’l- Ahlak, Tahk. Mecdî es-Seyyid İbrahim, Kâhire:
Mektebetu’l-Kur’ân.
Kutub, Seyyid (1990), Fî zilâli’l-Kur’ân, çev: Salih
Uçan, Vahdettin İnce, Mehmet Yolcu, Lutfullah Bender, İstanbul: Dünya
Yayıncılık.
Makdisî, Ebû Abdullh Muhammed b. Abdulvâhid b. Ahmed el-Hanbelî
(1410), el- Ehâdîsu’l-Muhtar, Tahk. Abdulmelik b. Abdullah b. Duheyş,
Mekke: Mektebetu’n-Nahdati’l-Hadîse.
Mevdûdî, Ebu’l A‘lâ (1991), Tefhimu’l-Kur’ân, çev:
Muhammed Han Kayânî, Yusuf Karaca, Nazife Şişman, İsmail Bosnalı, Ali Ünal,
Hamdi Aktaş, İstanbul: İnsan Yayınları
Mizzî, Ebü'l-Haccac Cemaleddîn b. Yusuf (1994), Tehzibü’l-Kemal
fi Esmai’r-Rical, Tahk., Beşşar Avvad Ma'ruf, Beyrut: Müessesetü'r-Risale.
Muhâsibî, Ebu Abdullah Haris b. Esed (1986), Şerefu’l-Akl ve
Mahiyyetuhû, (Gazalî’nin Kitâbu’l-Akl’ı ile birlikte basım) Tahk,
Abdulkadir Atâ, Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Münâvî, Abdurraûf (t.y.), el-ithâfâtu’s-Seniyye
bi’l-Ehâdîsi’l-Kudsiyye, Tahk. Muhammed Afif ez-Za‘bî, Lübnan:
Müessesetu’r-Risâle.
..... (h.1356)
Feyzu’l-Kadir Şerhu’l-Câmii’s-Sağîr, Mısır: el-Mektebetu’t-
Ticâriyyetü’l-Kübrâ.
Münzirî, Ebû Ahmed Abdulazîm b. Abdulkavî (h.1417), et-
Terğîb ve ’t- Terhîb, Tahk. İbrahim Şemseddin, Beyrut:
Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Müslim, Ebu’l-Hüseyn Müslim b. el-Haccac el-Kuşeyrî (1992), el-Câmiu’s-Sahih,
İstanbul: Çağrı Yay.
Nâim, Ahmed-Mîras Kâmil (1987), Sahîh-i BuhârîMuhtasarı
Tecrîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, Ankara: Diyânet İşleri Başkanlığı Yay.
Nesâî, Ahmed b. Şuayb Ebû Abdurrahman (1992), Sünen,
Tahk. Bedreddin Çetiner, İstanbul: Çağrı Yay.
..... (h.1369) ed-Duafâu
ve’l-Metrûkîn, Tahk. Mahmud İbrahim Zâyid, Haleb: Dâru’l-Vaî.
Nesefî, Azizuddin (1990), Tasavvufta insan Meselesi Insan-ı
Kâmil, çev: Mehmet Kanar, İstanbul: Dergah Yay.
Ebû Nuaym el-İsfehânî, Ahmed b. Abdullah b. Ahmed Ebû Nuaym
(1984), Kitabu’d- Duafâ, Tahk. Fâruk Hammad, Dâru’s-Sekâfe.
Okiç, M.
Tayyib (1995), Tefsir ve Hadis Usûlünün Bazı Meseleleri, İstanbul: Nûn
Yay.
Özşenel, Mehmet (1998), “İlk Yaratılan Varlık Konusundaki
Rivâyetler”, Divan,1988 /1, s. 171-187. İstanbul.
Râgıb el-İsfehânî, Hüseyin b. Muhammed (1986), el-Müfredât
fî Garîbi’l-Kur’ân, İstanbul: Kahraman Yay.
İbn Receb el-Hanbelî, Zeynuddin Ebi’l-Ferec Abdurrahman b.
Şihâbuddin (1997), Câmiu’l-Ulum ve’l-Hikem, Tahk. Şuayb Arnavut, İbrahim
Bâces, Beyrut: Muessetü’r-Risâle.
Salih, Suphi (1986), Hadis ilimleri ve Hadis Istılahları,
çev: M. Yaşar Kandemir, Ankara: Diyanet İşleri Başkanlığı Yay.
Sehavî, Ebû Abdullâh Muhammed b. Abdurrahman (h.1405), el-Mekâsıdu’l-Hasene,
Tahk. Muhammed Osman el-Haşt, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî.
Subkî, Abdülvehhâb Ali b. Abdi’l-Kâfî (h.1417), el-Ehâdîsu’l-Leti
fi’l-Ihyâi Velemyecid lehâ es-Subkî isnâden, Tahk. Mahmud Muhammed
et-Tahânî, Abdulfettah Muhammed el-Halv, Dâru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Suyûtî, Celaleddin Abdurrahman b. Ebî Bekir
(1996), el-Leâliu’l-Masnua, Tahk. Ebû Abdurrahman Salâh b. Muhammed b.
Ubeyda, Beyrut:
Daru’l-Kütübi’l-
İlmiyye.
..... (1979) Tedrîbu’r-Râvî fî Şerhi
Takrîbi’n-Nevevî, Beyrut: Dâru’l-Kütübü’l- İlmiyye.
Şevkâni, Ebû Abdullâh Muhammed b. Ali b. Muhammed el-Havlânî (t.y.), el-
Fevâidü'l-Mecmû’a
fi'l-Ehâdîsi'l-Mevzû’a, Tahk., Abdurrahmân b. Yahya El Yemani, Beyrut:
Daru’l-Kütübi’l-İlmiyye.
Şeybânî, Ahmed b. Amr b. ed-Dahhâk Ebû Bekir (1991), el-Âhâd
ve’l-Mesânî, Tahk. Bâsim Faysal Ahmed el-Cevâbir, Riyad: Dâru’r-Râye.
Taberânî, Süleyman b. Ahmed b. Eyyub Ebu’l-Kâsım (h.1404), el-Mu’cemu’l-Kebir,
Tahk. Hamdî b. Abdulmecid es-Selefî, Musul: Mektebetu’l-Ulûmi ve’l-Hakemi.
..... (1984)Musnedu’ş-Şâmîyyîn,
Tahk. Hamdî b. Abdulmecid es-Selefî, Beyrut: Müessesetu’r-Risâle.
Taberî,
İbn Cerir (1995), Câmiu ’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur ’ân, Beyrut:
Daru’l-Fikr.
Taftazânî, Sâdeddin
(h.1286), Şerhu’l-Akâid, , İstanbul: Matbau’l-Âmire.
Tirmîzî, Ebû İsa Muhammed b. İsa (1992), Sünen, Tahk.
Muhammed Fuad Adulbâkî, İstanbul: Çağrı Yay.
İbn Tûlûn, Ebû Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed ed-Dimeşkî
(h.1413), eş- Şezra fi’l-Ehâdîsi’l-Müştehira, Tahk. Kemal b.
Besyûnî Zağlûl, Beyrut: Dâru’l- Kütübi’l-İlmiyye.
Ubeydat, Abdulkerim Nûfan (2000), ed-Delâletu’l-Akliyye
fi’l-Kur’ân, Amman: Dâru’n-Nefâis.
Ukaylî, Ebû Cafer Muhammed b. Ömer b. Mûsa (1984) ed-Duafâu’l-Kebîr,
Tahk. Abdulmu‘tî Emin Kalacî, Beyrut: Dâru’l-Mektebeti’l-İlmiyye.
Uludağ, Süleyman (1989), “akıl” mad., Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi,
(II. Cilt), İstanbul.
Uysal, Muhittin
(2001), Tasavvuf Kültüründe Hadis, Yediveren Yayınları .
Ünal, Yavuz (1999), Hadisleri Tespitte Yöntem Sorunu (Akla
Uygunluk - Akla Aykırılık), Samsun: Etüt Yay.
Yavuz, Yunus Şevki (1989), “Akıl” mad., Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi (II. Cilt), İstanbul.
Yazır, Elmalılı Muhammed Hamdi (t.y.), Hak Dini Kur ’ân
Dili, İstanbul: Yenda Yayın- Dağıtım.
Yıldırım, Ahmet (2000), Tasavvufun Temel Öğretilerinin
Hadislerdeki Kaynakları, Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
Zebîdî, Muhyiddin Ebî Feyz es-Seyyid Muhammed Murtazâ
el-Huseynî el-Vasıtî (1994), Tâcu’l-Arus min Cevâhiri’l-Kâmus, Tahk. Ali
eş-Şîrî, Beyrut: Dâru’l- Fikr.
Zehebî, Şemseddin Muhammed b. Ahmed (1995), Mizanü'l-I'tidal
fî Nakdi'r-Rical, Tahk., Ali Muhammed Muavvid, Âdil Ahmet Abdulmevcud,
Abdulfettah Ebû Sünne, Beyrut: Daru’l-Kutubi’l-İlmiyye.
..... (1992) el-Kâşifu men lehû Rivâyetun
fi’l-Kütübi’s-Sitei, Cidde: Dâru’l-Kıbleti li’ s-Sekâfeti ’ l-İslâmiyyeti,
..... (1990) Telhîsül-Müstedrek (Müstedrekle
birlikte basım), Beyrut: Daru’l- Kütubi’l-İlmiyye.
Zerkeşî, Ebû Abdullah Muhammed b. Bahâdır b. Abdullah (h.1406),
et-Tezkira fi’l’l- Ehâdîsi’l-Müştehira, Tahk. Mustafa Abdulkadir Atâ,
Beyrut: Dâru’l-Kütübi’l- İlmiyye.
|
ÖZGEÇMİŞ |
Adı, Soyadı |
: Sami
KİLİNÇLİ |
Doğum
Yeri-Tarihi : Kozan-10.09.1972
Medenî
Durumu : Evli
Telefon |
: Ev:
0-322-3232205 : Cep:
0-505-3899000 |
E-mail |
2003-2007 Yüksek Lisans, Çukurova Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Temel
İslâm
Bilimler Anabilim Dalı-Adana.
1990-1995 |
Lisans,
Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi, İstanbul. |
1983-1990 |
Kozan
İmam Hatip Lisesi, Kozan. |
1978-1983 |
İstiklâl
İlkokulu, Kozan. |
1995-2000 |
Merkez
Erdemir Lisesi, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği, Adıyaman, |
2000-2003 |
Bucak Çok
Proğramlı Lisesi, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği, Kozan, |
2003-... |
Töbank
İlköğretim Okulu, Din Kültürü ve Ahlâk Bilgisi Öğretmenliği, Yüreğir. |
YABANCI
DİL : Arapça,
İngilizce.
BİLGİSAYAR
BİLGİSİ : Word, excel, internet uygulamaları.
[1] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XI, 458-459.
[2] İbn Manzur, a.ge., XI, 458-459; Cevheri, Sıhah,
V, 1769-1771; Zebîdî, Tacu’l-Arus, VIII, 25;
Abdulmunim, Mu ‘cemu’l-Mustalahât, II, 522.
[3] Abdulmunim, a.g.e., II, 522.
[4] İbn Manzur, a.g.e., XI, 458-459; Fîruzabâdî,
Kâmûsu ’l-Muhît, I, 1336-1337.
[5] Develioğlu, Ferit, Osmanlıca-Türkçe
Ansiklopedik Lügat, s. 29.
[6] Abdulmunim, a.g.e.,II, 522.
Râgıb el-İsfehânı, Müfredât,
s. 511; Fıruzabâdı, a.g.e., I, 1336-1337.
[8] İbn Manzur, a.g.e., XI, 458-459; Cevherî,
a.g.e., V, 1769-1771; Fîruzabâdî, a.g.e., I, 1336-1337.
[9] Fîruzabâdî, a.g.e., I, 1336-1337.
[10] Râgıb el-İsfehânî, a.g.e., s. 512.
[11] Râgıb el-İsfehânî, a.g.e., s. 775.
[12] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl ve Mahiyyetuhû,
s. 54.
[13] Abdulmunim, a.g.e., II, 522.
[14] Zebîdî, a.g.e., VIII, 25; Râgıb el-İsfehânî,
a.g.e., s. 511.
[15] Zebîdî, Tâcu’l-Arus, VIII, 25.
[16] İbn Manzur, Lisânu’l-Arab, XI, 458-459.
[17] Abdulmunim, , Mu ‘cemu ’l-Mustalahât,
II, 522.
[18] İbn Manzur, a.g.e., XI, 458-459; Zebîdî, a.ge.,
VIII, 25.
[19] İbn Manzur, a.g.e., XI, 458-459.
[20] Zebîdî, a.g.e., VIII, 25.
[21] Cevheri, Sıhah, V, 1769-1771.
[22] Râgıb el-İsfehânî, Müfredât, 512; Aktan,
“Diyet” mad, T.D.V.İ.A., II, 248.
[23] Ayasbeyoğlu, “Kur’ân’da Akıl,” İstanbul
Yüksek İslam Enstitüsü Dergisi, sayı, 2, s. 48.
[24] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl ve Mahiyyetühû,
s. 19.
[25] Yavuz, “Akıl” mad., T.D.V.İ.A, II, 242.
[26] Yavuz, a.g.md., T.D.V.İ.A, II, 243.
[27] Rağıb el-İsfehânî, Müfredat, 511.
[28] Rağıb el-İsfehânî, a.ge., s. 775.
[29] Gazâli, İhyâ, V, (Ek), 220.
[30] Gazâli, İhyâ, III, 85-86.
[31] İbnu’l-Cevzî, Zemmu’l-Hevâ, s. 13.
[32] Taftazânî, Şerhu ’l-Akâid, s. 10.
[33] Cürcânî, et-Ta‘rifât, 196-198; Elmalılı,
Hak Dîni Kur ’ân Dili, I, 566.
[34] Fîruzabâdî, Kâmûsu ’l-Muhît, I,
1336-1337.
[35] Yavuz, “akıl” mad., T.D.V.İ.A, II,
244-245.
[36] Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, I, 566.
[37] Bolay, “akıl” mad., T.D.V.İ.A. , II,
238.
[38] Ergül, Kur ’ân ve Sünnette Kalbî Hayat,
s. 104.
[39] Bkz. Âl-i İmran, 3/190.
[40] Bkz. Taha, 20/54.
[41] Bkz. Fecr, 89/5.
[42] Bkz. Bakara, 2/269.
[43] Bkz. Nur, 24/44.
[44] Bkz. Nisa, 4/82.
[45] Bkz. Hacc, 22/46; Hûd, 11/78.
[46] Abdulkerim Nûfan Ubeydat, ed-Delâletu’l-Akliyye,
s. 28-34; Salih Asname, Mustalahâtu ’l-Kur ’âniyye, s.273.
[47] Abdulkerim Nûfan Ubeydat, a.g.e., 28-34.
[48] Ergül, Kur ’ân ve Sünnette Kalbî Hayat,
s. 104.
[49] Rağıb el-İsfehânî, Müfredat, s. 511;
Salih Asname, a.g.e., 276; Emiroğlu, “Kur’ân’da Akıl ve İnsan,” D.E.
Ü.İ.F.D. sayı XI, s. 82.
[50] Emiroğlu, a.g.m., s.71.
[51] Kocabaş, “Kur’ân’da Akıl Kelimesi,” s. 5-9.
[52] Bakara, 2/170; Mü’minun, 23/81; Bakara, 2/171;
Mâide, 5/103
[53] En’am 6/151; Yunus, 10/16; Yunus,
10/101-102,109; Sâffât 37/138; Enbiya, 21/10.
[54] Mü’minun, 23/79-83.
[55] Mü’minun, 23/89; Kasas 28/60; Ankebut 29/61-64.
[56] Rum, 30/28; Zümer, 39/43; Mü’min, 40/67; Mülk,
67/10.
[57] Enbiya, 21/67, Hûd, 11/50-60.
[58] Nahl, 16/3-17; Mü’minun, 28/80; Enbiya, 21/20;
Hacc, 22/46; Saffat, 37/138.
[59] Ankebut 29/61-64, Rum 30/28, Mülk, 67/10,
Mü’min, 40/67.
[60] Yunus,10/100, Mâide, 5/103, Yunus, 10/16.
[61] Mü’minun, 23/82-89, Rum,30/28-30, Zümer,39/43,
Yusuf,12/109-110, Mülk,67/69-70.
[62] Yunus,10/16, Furkan, 25/42, Mü’minun, 28/62-66,
Rum, 30/29, Mü’min, 40/71-72, Mülk, 67/10, Yusuf, 12/109-110.
[63] Bakara, 2/44, Bakara, 2/73-76, Âl-i İmran, 3/66,
Mâide, 5/58, A’raf, 7/169, Haşr, 59/14.
[64] Âl-i İmran, 3/65, Mâide, 5/58.
[65] Bakara, 2/44, 73, 76, Âl-i İmran, 3/65, Mâide,
5/ 58,59, Haşr, 59/14.
[66] Haşr, 59/14.
[67] Bakara, 2/164, Ra’d,13/4, Yusuf, 12/2, Yusuf,
12/1009, Haşr, 29/35, Nahl, 16/3-17, Nahl, 16/67-70, Ankebut, 29/40-44, Rum,
30/19-27, Câsiye, 45/5,Yasin, 36.68.62.
[68] Elmalılı, Hak Dini Kur ’ân Dili, I,
463.
[69] Güngör, Mevlüt, “Kur’ân ve Kâinat Kitabı,” s.
107-123.
[70] Bakara, 2/75,242, Âl-i İmran,3/118, Enfal,
8/22, Nur, 24/61.
[71] Bakara, 2/242, 75, Âl-i İmran, 3/118, Enfal,
8/22.
[72] Yâsin, 36/62.
[73] Hucurât, 49/4.
[74] Yunus, 10/100, Hûd, 11/51.
[75] Nahl, 16/108.
[76] Yunus Suresi 10/100.
[77] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur
’ân, VII, 226.
[78] İbn Kesir, Tefsîru Kur ’âni ’l-Azîm, II,
565.
[79] Kutub, Seyyid, Fî Zilâli ’l-Kur’ân, V,
671.
[80] Mevdûdî, Ebu’l A‘la, Tefhimu’l-Kur’ân,
II, 366.
[81] Bilmen, Ömer Nasuhi, Kur ’ân-ı Kerim ’in
Türkçe MeâliÂlîsi ve Tefsiri, III, 1433
[82] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur ’ân, XI, 24; İbn
Kesir, Tefsîru Kur ’âni ’l-Azîm, II, 393, 423; Elmalılı, Hak Dini Kur
’ân Dili, VI, 96.
[83] Taberî, a.g.e., II, 393
[84] Taberî, a.g.e., VI, 279, 280
[85] İbn Kesir, a.g.e., I, 208.
[86] İbn Kesir, a.g.e., II, 393.
[87] Elmalılı, a.g.e., IV, 261.
[88] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur
’ân, VII, 156.
[89] Yunus, 10/101-102; Ra’d, 13/4; Nahl, 16/13-17,
65-70; Rum, 30/19-27.
[90] Zebîdî, Tâcu ’l-Arus, VIII, 25.
[91] Yavuz, “akıl” maddesi, T.D. V.İ.A., II,
244.
[92] Arslan, Hulûsî, “Tanrı hakkında Konuşmanın Bir
Metodu Olarak el-İstidlâl bi’ş-Şâhid ale’l-Gâib (Kadı Abdulcebbar Örneği ),” s.
72.
[93] Emiroğlu, “Kur’ân’da Akıl ve İnsan,” s. 82.
[94] Enfal, 8/42.
[95] Emiroğlu, “Kur’ân’da Akıl ve İnsan,” s. 86.
[96] Emiroğlu, a.g.m., s. 90.
[97] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, V,151
[98] Ankebut, 29/43.
[99] İbn Kesir, Tefsîru Kur ’âni ’l-Azîm,
III, 544.
[100] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VI, 239.
[101] Ankebut, 29/44.
[102] Elmalılı, a.g.e., VI, 241.
[103] Esed, Muhammed, Kur’ân Mesajı, II, 812.
[104] Bakara, 2/164; Mâide, 5/58; Nahl, 16/12,67;
Ankebut, 29/35; Rum, 30/24,28; Casiye, 45/5; Haşr, 59/14.
[105] Bakara, 2/164; Nahl, 16/12,67; Rum, 30/24;
Casiye, 45/5.
[106] Nahl,16/12.
[107] Kocabaş, Şakir, “Kur’ân’da Akıl Kelimesi,” s.
5-9.
[108] Bakara, 2/143.
[109] Nâziat,79/26; Tekvir, 81/28.
[110] Zümer,39/18.
[111] Bakara,2/88; Nisâ, 4/155.
[112] Yunus, 10/101.
[113] Taberî, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi ’l-Kur
’ân, X, 239.
[114] Râzî, Mefâtihu ’l Gayb, VI, 241-242.
[115] İbn Kesir, Tefsîru Kur ’âni ’l-Azîm,
III, 303.
[116] Mevdûdî, Tefhimu’l-Kur’ân, III, 375.
[117] Yunus,10/42.
[118] Yunus,10/43.
[119] Taberi, Câmiu’l-Beyân an Te ’vîli Âyi
’l-Kur’ân, VII, 156
[120] Mülk, 67/10.
[121] Taberî, a.g.e., XIV, 8; İbn Kesir, a.g.e., IV,
503
[122] Elmalılı, Hak Dini Kur’ân Dili, VIII,
157.
[123] Esed, Kur’ân Mesajı, II, 1168, 1169.
[124] Altuntaş, İslam Düşüncesinde İşlevsel Akıl,
16.
[125] Nahl, 16/3-17; Mü’minun, 28/80; Enbiya, 21/20;
Hacc, 22/46; Saffat, 37/138.
[126] Buhârî, Hayz, 6; Eşribe, 5; Müslim,
Hudud, 5; Îman, 34; İbn Mâce, Fiten, 19; Tıp, 22.
[127] Buhârî, İlim, 39; Tirmîzî, Diyât, 22; Nesâî,
Diyât, 37; İbn Mâce, Diyât, 13.
[128] Buhârî, Vudû‘, 44.
[129] Müslim, Salâtu’l-Müsâfirîn, 32; İbn Mâce, Edeb,
52.
[130] Tirmîzî, Sıfatu’l-Kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd,
31.
[131] Taberânî, el-Mu’cemu ’l-Kebîr, XIX, 33.
[132] Müslim, Salât, 28.
[133] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, V, 102; Deylemî, el-Firdevs,
III, 27.
[134] İbn Ebi’d-Dünya,Kitâbu’l-Akl, s. 31.
[135] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 64.
[136] Ebû Dâvud, Akdiyye, 28.
[137] İbn Ebi’d-Dünya, Mekârimu ’l-Ahlak, I,
44.
[138] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., s. 29; Taberânî,
a.g.e., XIX, 33.
[139] Beyhakî, a.g.e., IV,161.
[140] Beyhaki, a.g.e., IV, 170.
[141] Deylemî, a.g.e., II, 313; Heysemî, Buğyetu
’l-Bâhis, II, 812; Bûsirî, İthafu’l-Mehera, VII, 369.
[142] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., s. 24; Beyhakî,
a.g.e., IV, 160; Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, II, 161.
Deylemı, a.g.e., I, 398.
[144] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 55; Heysemî,
a.g.e., II, 815; Bu konuyla ilgili değerlendirme için bkz. Ünal, Hadisleri
Tespitte Yöntem Sorunu, 37-43.
[145] Koçyiğit, Hadis Usûlü, s. 179.
[146] Hatib el-Bağdâdî, el-Kifâye fî İlmi
’r-Rivâye, I,94; Subhi Sâlih, Ulûmu ’l-Hadis, s. 104.
[147] Itr, Menhecu’n-Nakd fî Ulûmi’l-Hadis, s.
81.
[148] Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 188; Çakan,
Hadis Usûlü, s. 160;
[149] Hatib el-Bağdâdî, el-Kifâye fîİlmi
’r-Rivâye, I, 432, 434; Ayrıca bkz. İbn Kayyım, el-Menâru ’l-Münif, 51;
Itr, Menhecu’n-Nakdi fî Ulûmi ’l-Hadis, s. 314,315; Koçyiğit, Hadis
Usûlü, s. 118;
[150] Ahmed Nâim-Kâmil Mîras, Tecrîdi Sarih
Tercemesi, I, 288.
[151] Kırbaşoğlu, Alternatif Hadis Metodolojisi,
261, 262.
[152] Krş. Tirmîzî, İsti’zan, 20.
[153] Krş. İbn Mâce, Edeb, 49.
[154] Krş. İbn Mâce, Edeb, 44.
[155] Kırbaşoğlu, a.g.e., 268.
[156] Krş. Buhârî, Et‘ime, 52.
[157] Kırbaşoğlu, a.g.e., 269.
[158] Kırbaşoğlu, a.g.e., 277.
[159] İbn Adiy, el-Kamil fî Duafâi ’r-Rical,
III, 967.
[160] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 204.
[161] Ali el-Kârî, el-Esrârü'l-Merfû ’a
s. 443.
[162] Zehebî, Mizanü'l-İ'tidal, III, 33; Ali
el-Kârî, el-Esrârü'l-Merfû’a, s. 443; İbn Arrâk, a.g.e., I, 76.
[163] Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, XIII,
222.
[164] İbnu’l- Cevzî, Kitâbu ’l-Mevdûat, I,
277.
[165] İbnu’l-Cevzî, Zemmu ’l-Hevâ, s. 15.
[166]İbn Kayyım, el-Menâru’l-Münif,
s. 66; İbn Adiy, el-Kamil f Duafâi ’r-Rical, III, 967.
166 İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 204.
[167] Bûsırî, İthâfu ’l-Mehera, VII, 377
[168] İbn Hacer, el-Metâlibu ’l-Âliye, XII,
725; İbn Arrâk, a.g.e., 213.
[169] Ali el-Kârî, el-Esrârü’l-Merfûa‘, s.
412.
[170] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, II, 376.
[171] Şevkânî, el-Fevaidü'l-Mecmûa‘
fi'l-Ehâdîsi'l-Mevzûa‘, s. 476.
[172] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu ve
’l-Yakîn, s. 16-17.
[173] Krş. Fettenî, Tezkiratu’l-Mevdû’ât, s.
28.
[174] Krş. İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., s. 61
[175] Krş. İbn Ebi’d-Dünya, Kitabu’l-Akl, s.
29
[176] Dıhlevî, Huccetullah ’il-Bâliğa, II,
272.
[177] Ateş, “Hadislerin Değerlendirilmesinde Aklın
Konumuyla İlgili Bazı Tartışmalar,” s, 7, 8.
[178] Ünal, Hadisleri Tespitte Yöntem Sorunu,
s. 37-40.
[179] İşçen, Uydurma Hadislerde Akıl, s. 78.
[180] Zehebî, Mîzânu’l-Î’tidâl, III, 33; Ali
el-Kârî, el-Esrârü’l-Merfû’a, 443; İbn Arrâk, Tenzîh’ş-Şerîa, I,
76.
[181] Mizzî, Tehzibu’l-Kemâl, VIII, 443-448;
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, VIII, 359-361; İbn Hacer, Tehzîbu
’t-Tehzib, III, 173; Halebî, Keşfu’l-Hasîs, I, 113,114.
[182] Buhârî, et-Târîhu’s-Sağîr, II, 171; İbn
Adiy, el-Kâmilfi’d-Duafâ, VI, 429.430; Ukaylî, ed-Duafâ, IV, 263;
Ebû Nuaym el-İsfehânî, Duâfâu ’l-Esbehânî, I, 147.
[183] Ebu Hâtim, el-Cerh ve ’t-Ta‘dil, VIII,
254.
[184] Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, XII,
222.
[185] Hatib el-Bağdâdî. a.g.e., XII, 222; Nesâî, ed-Duafâu ve ’l-Metrûkîn,
III, 151-152; Halebî, el-Keşfu’l- Hasîs, I, 265; İbn Hacer, Lîsânu
’l-Mîzan, VI, 138-139.
[186] İbn Hacer, el-İsâbe, VII, 748;
[187] İbn Hibban, el-Mecrûhîn, III, 11-12;
[188] Ukaylî, ed-Duafâu, IV, 263.
[189] İbnu’l-Cevzî, ed-Duafâu ve ’l-Metrûkîn,
I, 99.
[190] İbn Mekhûl, el-İkmâl, II, 11.
[191] Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 52-53.
[192] Suyûtî, Tedrîbu’r-Râvî, I, 283.
[193] Ebû Dâvud, Sualâtu’l-Âcurrî, I, 232.
[194] Osman Felâte, el-Vad’u fi ’l-Hadis,
111,164-165.
[195] Ebû Hâtim er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta‘dil,
III, 424; Ebû Dâvud, a.g.e., I, 232.
[196] Ahmed b. Hanbel, el-İlel veMa‘rifeti
’r-Rical, I, 388; Ebû Hâtim er-Râzî, a.g.e., III, 424; Mizzî, Tehzîbu
’l-Kemâl, VIII, 443-448; Zehebî, el-Kâşif I, 382.
[197] Buhârî, ed-Duâfâu’s-Sağîr, I, 42; Ebû
Hâtim er-Râzî, a.g.e., III, 424.
[198] Ebû Hâtim er-Râzî, a.g.e., III, 424.
[199] Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, VIII, 443-448;
Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, VIII, 359-361.
[200] Halebî, Keşfu’l-Hasîs, I, 113,114.
[201] Ebû Nuaym el-İsfehânî, Kitâbu’d-Duâfâ,
I, 78.
[202] Nesâî, ed-Duafâu ve ’l-Metrûkîn, I,
267-268.
[203] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, IV, 30; V, 261.
[204] Ebû Hâtim er-Râzî, el-Cerh ve’t-Ta‘dil,
IV, 134.
[205] İbnu’l-Cevzî, ed-Duafâu ve ’l-Metrûkîn,
I, 99; İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, III, 99.
[206] İbn Adiy, el-Kâmilfi ’d-Duafâ, III, 289;
Nesâî, ed-Duafâu vel- Metrûkîn, II, 23; İbnu’l-Cevzî, a.g.e.,
I, 99; İbn Hacer, a.g.e., III,
99.
[207] Halebî, Keşfu’l-Hasîs, I, 169.
[208] Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, VIII,
359-361.
[209] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, III, 99.
[210] Hakîm en-Neysabûrî, Sualâtu ’l-Hakîm, I,
150.
[211] Hatib el-Bağdâdî, a.g.e.,
IV, 59
[212] Zehebî, Kâşif, II, 2309.
[213] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, I, 143;
I, 476.
[214] İşçen, Uydurma Hadislerde Akıl, s. 34.
[215] Tirmîzî, İman, 6; Müslim, İman, 312.
[216] Zehebî, Mizanu ’l-İtidal, III, 339-340;
İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib, III, 447-449. Krş. Ateş, Hadis Temelli
Kalıp Yargılarda Kadın, s. 176.
[217] Zehebî, a.g.e., III, 204-205; İbn Hacer,
a.g.e., II, 312-313; Krş. Ateş, a.g.e., s. 176.
[218] Zehebî, a.g.e., V, 336-337; İbn Hibban, es-Sikât,
V, 185; Krş. Ateş, a.g.e., s. 176.
[219] Müslim, İman, 34; İbn Mâce, Fiten, 19.
[220] Zehebî, a.g.e., IV, 93-94; İbn Hacer, a.g.e.,
III, 126; Krş. Ateş, a.g.e., s. 184.
[221] Zehebî, a.g.e., II, 223-225; İbn Hacer, a.g.e.,
III, 280-282; Krş. Ateş, a.g.e., s. 184.
[222] Mümtehine, 60/12.
[223] Buhârî, İydeyn, 19; Müslim, İydeyn, 1.
[224] Buhârî, Zekât, 44.
[225] Buhârî, Hayz, 6
[226] Mizzî, Tehzîbu’l-Kemal, XVII, 114;
Zehebî, Mizanu ’l-İtidal, III, 145; İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib,
II, 236-237; Krş. Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın, s. 190.
[227] Müslim, Iydeyn, 9; İbn Huzeyme, Sahih,
I, 350-351.
[228] Krş. Davutoğlu, Sahîh-i Müslim Tercüme ve
Şerhi, I, 351.
[229] Krş. Cânan, Kütüb-i Sitte Muhtasarı Tercüme
ve Şerhi, X, 95.
[230] Güler, “Kadın Akıl ve Din Bakımından Eksik mi
dir?” s. 14-21.
[231] Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın,
s. 151-253.
[232] Ateş, Hadis Temelli Kalıp Yargılarda Kadın,
s. 215.
[233] Ünal, “Hacamat” mad., Şamil İslam Ansk,
III, 83
[234] Köşe, “Hacamat” mad., T.D. V.İ.A., XIV,
422.
[235] Rıdvanoğlu, “Hacamat” mad., T.D.V.İ.A,
XIV, 423.
[236] Krş. Buhârî, Savm, 32.
[237] Krş. Buhârî, Savm, 32.
[238] İbn Hacer, Fethu ’l-Bârî, X, 149-150.
[239] Ukaylî, ed-Duafâ, III, 454.
[240] İbnu’l-Cevzî, el-İlelu’l-Mütenahiye II,
877.
[241] İbnu’l-Cevzî, a.g.e., II, 877.
[242] İbn Adiy, el-Kâmil, VI, 16.
[243] Kayserânî, Kitâbu Marifetü ’t-Tezkira,
III, 1594.
[244] Hâkim en-Neysabûrî, el-Müstedrek, IV,
234.
[245] Krş. Hakîm en-Neysabûrî a.g.e.,IV, 234.
[246] Zehebî, Telhîsül-Müstedrek (Müstedrek’le
birlikte basım), IV, 234.
[247] Hâkim en-Neysabûrî, a.g.e., IV, 234.
[248] Zehebî, a.g.e., (Müstedrek’le birlikte basım),
IV, 234.
[249] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, IV, 489.
[250] Hâkim en-Neysabûrî, el-Müstedrek, IV,
234; Münzirî, et-Terğib ve ’t-Terhîb, IV, 161.
[251] Mizzî, Tehzîbü’l-Kemâl fî Esmâi ’r-Ricâl,
XV, 99-109.
[252] İbnu’l-Cevzî, ed-Duâfâ ve ’l-Metrûkîn,
II, 128.
[253] İbni Mâce, Tıb, 22.
[254] İbn Hacer, Tehzibu’t-Tehzib II, 343.
[255] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, III, 369-370.
[256] Hakîm en-Neysabûrî, el-Müstedrek, IV,
454.
[257] Krş. İbni Mâce, Tıb, 22.
[258] İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib, IV, 97-98
[259] Kinânî, Misbâhu’z-Zücâce, IV, 64.
[260] İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 149.
[261] Deylemî, el-Firdevs, II, 154.
[262] Tirmîzî, Sıfatu’l-Kıyâme, 25; İbn Mâce, Zühd,
31. Ayrıca bkz. Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV, 124;
Tayalîsî,
Müsned, I, 53; Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebîr, VII, 284; Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, I, 140;
Beyhakî, Şıtabıt ’l-Îmân, VII, 350; Beyhakî, Sunenu
’l-Kebîr, III, 369; Deylemî, el-Firdevs, III, 310.
[263] Tirmîzî, Sıfatu’l-Kıyame, 25.
[264] Hakîm en-Neysabûrî, el-Müstedrek, I,
125; IV, 28; İbn Mübârek, Kitabü’z-Zühd,
s. 171.
[265] Kayserânî, KitabuMa’rifeti ’t-Tezkira,
IV,1928.
[266] Bezzar, Müsned, VIII, 417.
[267] Münâvî, Feyzu’l-Kadir,
V, 68.
[268] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, II, 178; Ayrıca
bkz. Derviş el-Hût, Esnal-Metâlib, I,225.
[269] İbn Hacer, Tehzibu ’t-Tehzib, II, 295,
296; Ayrıca bkz. Sehavî, Mekasıdu’l-Hasene, I,761; Zerkeşî, et-
Tezkiratu fi ’l-Ehadisi ’l-Müştehira, I, 139; Îrakî, el-Muğni an Hamli
’l-Esfar, XI, 559; Deylemî, a.g.e., II, 973; II, 975; II, 1013.
[270] İbn Hacer, Lisanu’l-Mizan, IV, 484
[271] Taberânî, el-Mu’cemu’s-Sağir, II, 107.;
Ayrıca bkz. Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, VII, 284.
[272] Beyhakî, Şuabu’l-İman, VII, 350.
[273] Mizzî, Tehzîbu’l-Kemâl, XXII, 461.
[274] Kudâî, , Müsnedu’ş-Şihab, I, 140.
[275] İbn Mâce, Zühd, 31.
[276] Bûsirî, Zevâid (İbn Mâce ile birlikte
basım), Zühd, 31.
[277] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, V, 317.
[278] Zümer, 39/22.
[279] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, I, 415.
[280] Ebû Dâvud, Akdiyye, 28.
[281] Taberânî, Mu ’cemu ’l-Kebir, XVIII, 54,
75.
[282] İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu ’l-Ulum ve
’l-Hikem, I, 441.
[283] Ebû Hâtim, el-Cerh ve ’t-Tadil,
II, 434-435; İbn Adiyy, el-Kâmilfi ’d-Duafâ, II, 72.
[284] Nesâî, ed-Duafâ ve ’l- Metrûkîn, 1, 146.
[285] Fettenî, Tezkiratu’l-Mevdû’ât, s. 28.
[286] Fettenî, a.g.e., s. 28.
[287] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, IV, 510.
[288] Cebrî, el-Müştehir mine ’l-Hadis, s. 45.
[289] İbn Ebi’d-Dünya, Kitâbu’l-Akl, s. 31.
[290] Taberânî, el-Mu ‘cemu ’l-Evsat, II, 235;
Ayrıca bkz. Beyhakî, Şuabu ’l-İman, IV, 154-156.
[291] Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, V, 60.
[292] İbn Adiy, el-Kâmil fî Duafâi ’r-Ricâl,
VI, 13.
[293] Taberânî el-Mu‘cemu’l-Kebir, VIII, 283
[294] İbnu’l-Cevzî, Zemmu ’l-Hevâ, s. 15.
[295] Heysemî, a.g.e.,
V, 60.
[296] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, IV,314.
[297] Ukaylî, ed-Duafâ, III, 175
[298] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, I, 477, 479. Krş; İbn Adiy, el-Kâmil
fi Duafâi ’r-Ricâl, II, 390; İbn Hacer, Lisânu ’l-Mîzan, II,326.
[299] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 154
[300] Îsevî, el-Ehâdîsu ’l-Kudsiyye, I, 94.
[301] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, I, 723.
[302] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, IV, 154.
[303] İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Menâru’l-Münif
s. 66.
[304] Kalem, 68/1.
[305] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 60.
[306] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, I, 477,
478, 479.
[307] Şevkânî, a.g.e., I, 479; Elbânî,
Silsiletu’t-Daîfe, III, 407.
[308] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl ve Mahiyyetuhû,
53; İbn Ebi’d-Dünya, Kitâbu ’l-Akl, s. 31; Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir,
II, 60; Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 154; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, I,
309,310; Şevkânî, el-Fevâidu’l- Mecmûa, I, 477, 478.
[309] İbnu’l-Cevzî, Mevdûat, I, 272
[310] Ali el-Muttakî, Kenzu ’l-Ummal, III,
686.
[311] Deylemî, el-Firdevs, I, 13.
[312] Cebrî, el-Müştehir mine’l-Hadis, s. 46;
Aclûnî, a.g.e., I, 723.
[313] Refik el-Acem, Mevsûatu
Mustalahi’l-Tasavvufi’l-İslâmiyye, s. 646, 647.
[314] Bolay, Süleyman Hayri, “akıl” mad, T.D.
V.İ.A., II,239.
[315] Özşenel, Mehmet, İlk Yaratılan Varlık
Konusundaki Rivâyetler, s. 179.
[316] Muhasibi, Şerefu’l-AklveMahiyyetuhû,
53-64; Zebîdî, Tâcu’l-Arus, VII, 25; Rağıb el-İsfehânî, Müfredat, 511;
Gazâli, İhyâ, III, 4; Dıhlevî, Huccetu ’llâhi ’l-Bâliğa, II, 272;
Elmalılı, Hak Dîni Kur ’ân Dili, I, 461-462.
[317] Derviş el-Hût, Esna’l-Metâlib, s. 80.
[318] Uludağ, “akıl” mad., T.D.V.İ.A, II, 247.
[319] Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin
Hadislerdeki Kaynakları, s. 119, 120.
[320] Yıldırım, a.g.e., s. 116.
[321] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, 1,309.
[322] Aclûnî, a.g.e., I,309.
[323] Nesefî, Azizuddin, Tasavvufta İnsan Meselesi
İnsan-ı Kâmil, s. 101,103
[324] Eraydın, Selçuk, “Feyiz” mad. T.D.V.İ.A.,
II, 513-514.
[325] Uysal, Muhittin, Tasavvuf Kültüründe Hadis,
s. 274-275.
[326] Krş. Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, I. 309.
[327] Elmalılı, Hak Dîni Kur’ân Dili, I,
461-462.
[328] Eraydın, Selçuk, Tasavvuf ve Târikatlar,
150.
[329] Demirci, Mehmet, “Hakîkat-ı Muhammediyye” mad.,
T. D. V.İ. A. XV, 179-180.
[330] Uysal, Muhittin, Tasavvuf Kültüründe Hadis,
271-272
[331] Yıldırım, Ahmet, Tasavvufun Temel
Öğretilerinin Hadislerdeki Kaynakları, 118.
[332] Krş. Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, 265, 266.
[333] Krş. Fettenî, Tezkiratu’l-Mevdû’ât, s.
28.
[334] Krş. Aclûnî, a.g.e., I. 309.
[335] Krş. Sehavî, el-Mekâsidu ’l-Hasene, I,
770.
[336] Krş. Aclûnî, a.g.e., I, 46.
[337] Kara, Tasavvuf ve Târikatlar Tarihi, s.
147-149.
[338] Eraydın, “Feyiz” mad., T.D.V.İ.A., II,
513-514.
[339] Demirci, “Hakîkat-ı Muhammediyye” mad., T.
D. V.İ. A. XV, 179-180
[340] Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s.
271-272.
[341] Bulaç, “Akıl” mad., Sosyal Bilimler
Ansiklopedisi, I, 22-23.
[342] Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin
Hadislerdeki Kaynakları, s. 118.
[343] Uysal, a.g.e., s. 273.
[344] Yıldırım, Tasavvufun Temel Öğretilerinin
Hadislerdeki Kaynakları, s. 119-120.
[345] Uysal, Tasavvuf Kültüründe Hadis, s.
282-283.
[346] Yavuz, “Akıl” mad., T.D. V.İ.A., II,
243.
[347] Uludağ, “Akıl” mad., T.D.V.İ.A., II,
247.
[348] Okiç, M. Tayyib, Tefsir ve Hadis Usûlunu
Bazı Meseleleri, s. 239.
[349] Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, I, 107.
[350] Ebû Hâtim, el-Cerh ve ’t-Ta‘dil, VI,
140.
[351] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, IV,
26; Deylemî, el-Firdevs, IV, 175.
[352] İbn Hacer, Fethu ’l-Bârî, X, 530.
[353] İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu ’l-Ulum ve
’l-Hikem, I, 441; Deylemî, a.g.e., II, 77.
[354] Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnûa, I, 182-183;
Krş. Zehebî, Mîzânu’l-Îtidal, I, 312.
[355] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şeria, I, 254.
[356] İbnu’l-Cevzî, Mevdûat, I, 161.
[357] İbnu’l-Cevzî, Telhîsu Kitâbi ’l-Mevdûat,
I, 59.
[358] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa , I, 274.;
Deylemî, el-Firdevs, V, 40.
[359] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, I, 326;
Makdisî, Ehâdîsu’l-Muhtar, I, 81; I, 124.
[360] Kandemir, Mevzû Hadisler, s. 56.
[361] İbn Hacer, Tehzîbu’t-Tehzib, IV, 11-12.
[362] İbn Hacer, a.g.e., IV, 237-238.
[363] İbnu’l-Cevzî, Kitâbu ’d-Duâfa ve
’l-Metrûkîn, III, 72.
[364] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, I, 80,81;
Sehavî, el-Mekâsıdu’l-Hasene, I, 753.
[365] İbn Hacer, Lisanu’l-Mizan V, 366;
Zehebî, Mizanu ’l-İtidal, VI, 325.
[366] Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, II, 301.
[367] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, I, 81-82
[368] İbnu’l-Cevzî, Kitâbu ’d-Duâfâi ve
’l-Metrûkîn, III, 28
[369] Zerkeşî, et-Tezkira fi ’l Ehâdîsi
’l-Müştehira, I, 118.
[370] Derviş el-Hût, Esnal-Metâlib, I, 38.
[371] Deylemî, el- Firdevs, I, 250.
[372] Zerkeşî, et-Tezkira fi ’l Ehâdîsi
’l-Müştehira, n. 25; Aclûnî, a.g.e., I, 81.
[373] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafa, I, 273.
[374] Deylemî, el-Firdevs, I, 398.
[375] Buhârî, İlim, 49.
[376] Müslim, Mukaddime, 3.
[377] Beyhakî, Şuabu’l-Îman, II, 281.
[378] Deylemî, a.g.e., V, 359.
[379] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, III, 378.
[380] Ukaylî, ed-Duâfâ, IV, 425; Krş. Zerkeşî,
et-Tezkira fi ’l Ehâdîsi ’l-Müştehira, I, 107; Âmin, Ceddu’l- Hasîs, I,
200.
[381] Ukaylî, a.g.e., IV, 425.
[382] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, VI, 274.
[383] Zerkeşî, a.g.e., I, 107.
[384] Îrakî, el-Muğnî an Hamli ’l-Esfar, I,
62.
[385] Sehavî, el-Mekâsıdu’l-Hasene, I, 757,
[386] Âmirî, a.g.e., I, 200.
[388] Krş. Şevkânî, el-Fevaidu ’l-Mec ’mua, I,
164-165.
[389] Şevkânî, a.g.e., I, 164-165.
[390] Ukayli, a.g.e., III, 201.
[391] Zehebî, Mîzânu ’l-İtidal, V, 232.
[392] İbn Hacer, a.g.e., IV, 140.
[393] İbnu’l-Cevzî, el- İlelu’l-Mütenahiye,
I, 130.
[394] İbn Hacer, a.g.e., IV, 163
[395] İbn Adiy, el-Kâmil, V, 24.
[396] Deylemî, el-Firdevs, III, 14.
[397] Kayserânî, KitâbuMa’rifeti’t-Tezkira,
III, 1573.
[398] İbn Hacer, Tehzîbu ’t-Tehzib, IV,
445-446.
[399] Deylemî, a.g.e., I, 45.
[400] İbn Ebi’d-Dünya, Mekârimu ’l-Ahlak, I,
44.
[401] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, II, 28.
[402] Taberânî, el-Mu’cemu ’l-Kebir, XI, 89.
[403] Ukaylî, ed-Duafâ, III, 21.
[404] Ebû Hâtim er-Râzî, el-Cerh ve ’t-Tadil,
V, 387.
[405] Taberânî, el-Mu’cemu ’l-Evsat, III, 361.
[406] Gazâlî, İhyâ, III, 113.
[407] Subkî, el-Ehadisu ’l-Letîfi ’l-İhyâ, VI,
331, Îrakî, el-Muğni an Hamli ’l-Esfar, II, 711.
[408] İbnu’l-Cevzî, el-İlelu’l-Mütenâhiye, II,
775; Deylemî, el- Firdevs, II, 463.
[409] Kayserânî, KitâbuMa‘rifeti ’t-Tezkira,
III, 1519; Deylemî, a.g.e., II, 463.
[410] Gazâlî, İhyâ, I, 159.
[411] Îrakî, el-Muğni an Hamli ’l-Esfar, I,
116.
[412] Subkî, el-Ehadisul-Leti fı ’l-İhyâ, VI,
94.
[413] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 170; Ali
el-Muttakî, Kenzu ’l-Ummal, II, 329.
[414] Beyhaki, a.g.e., IV, 170.
[415] Buhârî, et-Târîhu’s-Sağîr, II, 180.
[416] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, II, 179.
[417] İbn Ebi’d-Dünya, Kitabu’l-Akl, s. 29;
Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XIX, 33; Heysemî, Mecmeu’z- Zevâid,
IX, 400, 401; Şeybânî, el-Âhad ve ’l-Mesani, III, 158; Beyhakî, Şuabu’l-îman,
IV, 159.
[418] İbn Hibban, el-Mecrûhîn, I, 120.
[428] İbn Hibban, Sahih II, 78; Heysemî, Mevâridu’z-Zam’an,
I, 52,53; İbn Receb el-Hanbelî, Câmiu’l- Ulum ve ’l-Hikem, I, 115;
Münzirî, et-Terğib ve ’t-Terhib, III, 131
[429] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, II, 122.
[430] Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, II, 38-39.
[431] İbn Hacer, a.g.e., V, 221.
[432] Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab, II, 39.
[433] Taberânî, el- Mu’cemu ’l-Kebir, III,
68-69.
[434] Krş. İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, V, 221.
[435] Kudâî, a.g.e., II, 39.
[436] Krş. Kinânî, Misbâhu’z-Zucâce, IV, 240.
[437] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, II, 157.
[438] Krş. Heysemî, Mevâridu’z-Zam ’an, I,
154.
[439] İbn Mâce, Zühd, 24.
[440] Krş. Kinânî, Misbâhu’z-Zucâce, IV, 240.
[441] Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnua, I, 134,135;
Aliyyu’l-Kârî, el-Mevdûat, I, 179.
[442] İbn Hacer, Lisânu’l-Mîzan, II, 470.
[443] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 158.
[444] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 63.
[445] Hakîm et-Tirmîzî, a.g.e., II, 64.
[446] Zehebî, Mîzânu’l-İtidal, VI, 428.
[447] Deylemî, el-Firdevs, IV, 211.
[448] İbn Ebi’d-Dünya, Kitabu’l-Akl, s. 68.
[449] Deylemî, a.g.e., III, 300.
[450] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV,161.
[451] Taberânî, el-Mu ’cemu ’l-Kebîr, VIII,
206; Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, 1, 265.
[452] Krş. Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnua, I,
182-183.
[453] Taberânî, a.g.e., VIII, 221.
[454] Krş. İbn Hacer, Tehzibu ’t-Tehzib, IV,
237, 238.
[455] Ebû Hâtim et-Temîmî, el-Mecrûhîn, III,
12.
[456] Suyûtî, el-Leâliu’l-Masnua, I, 182, 183.
[457] Taberânî, a.g.e., XI, 36.
[458] İbn Hacer, Tehzibu ’t-Tehzib, IV, 585,
586.
[459] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, IV, 345;
Kandemir, Mevzû Hadisler, 175.
[460] Taberânî, el-Mu’cemu’l-Kebir, XXII, 63.
[461] Münâvî, Feyzu’l-Kadir, IV, 345.
[462] Beyhakî, Şuabu’l-İman, V, 102; Deylemî, el-Firdevs,
III, 27.
[463] Münâvî, Feyzu ’l-Kadir, IV, 346.
[464] Deylemî, el-Firdevs, III, 30.
[465] Münâvî, a.g.e., IV, 335.
[466] Deylemî, a.g.e.,III, 31.
[467] Deylemî, a.g.e., I, 100.
[468] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 262.
[469] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, s.
61; Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 157; Deylemî, el-Firdevs, III,
217; Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis II, 803; Bûsirî, İthafu ’l-Mehera,
VII, 368; İbn Hacer, el-Metâlibu ’l-Âliye, XII, 95; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa,
I, 215; Ali el-Karî, el-Masnû, 207; Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II,
487.
[470] Deylemî, a.g.e., II, 313; Heysemî, a.g.e., II,
812; Bûsirî, a.g.e., VII, 369; İbn Hacer, a.g.e., XII, 104; İbn Arrâk, a.g.e.,
I, 215.
[471] Heysemî, a.g.e., II, 806; Bûsirî, a.g.e., VII,
367; İbn Hacer, a.g.e., XII, 94; İbn Arrâk, a.g.e., I, 219.
[472] Heysemî, a.g.e., II, 801; Bûsirî, a.g.e., VII,
372; İbn Hacer, a.g.e., XII, 115; İbn Arrâk, a.g.e., I, 215.
[473] Heysemî, a.g.e., II, 812; Bûsirî, a.g.e., VII,
370; İbn Hacer, a.g.e., XII, 106; İbn Arrâk, a.g.e., I, 215.
[474] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, 61;
Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 800; Bûsirî, İthafu’l-Mehera, VII,
372; İbn Hacer, el-Metâlibu ’l-Âliye, XII, 113; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa,
I, 175.
[475] İbn Tûlûn, eş-Şezera, I, 380.
[476] İbn Arrâk, a.g.e., I, 224.
[477] Deylemî, el-Firdevs, I, 89; İbn Tûlûn,
a.g.e., I, 380; İbn Arrâk, a.g.e., I, 225.
[478] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 167; Deylemî,
a.g.e., III, 75; Heysemî, a.g.e., I, 160; İbn Tûlûn, a.g.e., I, 95; Aclûnî, Keşfu
’l-Hafâ, I, 179.
[479] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., 61; Heysemî, a.g.e.,
VIII, 17; İbn Arrâk, a.g.e., I, 202; Aclûnî, a.g.e., I, 507508; Şevkânî, el-Fevâidu’l-Mecmûa,
338.
[480] İbn Kayyım el-Cevziyye, el-Menâru ’l-Münif
121; İbn Arrâk, a.g.e., I, 175; Şevkânî, a.g.e., s. 475.
[481] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., s. 24; Beyhakî,
a.g.e., IV, 160; Aclûnî, a.g.e., II, 161.
[482] İbn Arrâk, a.g.e., I, 222.
[483] Mülk, 67/2.
[484] Heysemî, a.g.e., II, 804; Bûsirî, a.g.e., VII,
369; İbn Hacer, a.g.e., 12, 101; İbn Arrâk, a.g.e., I, 217,218.
[485] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, s. 56; Heysemî,
a.g.e., II, 804;; Bûsirî, a.g.e., VII, 368; İbn, Hacer, a.g.e., XII, 113; III,
17; İbn Arrâk, a.g.e., I, 218.
[486] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 54. Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis,
II, 811; Bûsirî, İthâfu’l-Mehera, VII, 365; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye,
XII, 91; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 214.
[488] Heysemî, a.g.e., II, 812; İbn Arrâk, a.g.e., I,
214.
[489] Muhâsibî, a.g.e., 56; Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir,
II, 62; Heysemî, a.g.e., II, 805; Bûsirî, a.g.e., VII, 367; İbn Hacer, a.g.e.,
XII, 93; İbn Arrâk, a.g.e., I, 219.
[490] Hakîm et-Tirmîzî, a.g.e., II, 63; Heysemî,
a.g.e., II, 808; İbn Hacer, a.g.e., XII, 124; İbn Arrâk, a.g.e., I, 217.
[491] Hakîm et-Tirmîzî, a.g.e., II, 63; İbnu’l-Cevzî,
el-Mevdûat, I, 275; Bûsirî, a.g.e., VII, 368; İbn Hacer, a.g.e., XII,
98; İbn Arrâk, a.g.e., I, 176.
[492] İbn Arrâk, a.g.e., I, 220.
[493] İbn Arrâk, a.g.e., I, 222.
[494] İbn Arrâk, a.g.e., I, 224.
[495] İbn Arrâk, a.g.e., I, 224.
[496] Muhâsibî, a.g.e., 57; İbn Arrâk, a.g.e., I,
221.
[497] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 223; Ali
el-Karî, el-Masnû, 257; Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, II, 554.
[498] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.
[499] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.
[500] Beyhakî, Şuabu ’l-İman, IV, 158;
Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 801; Bûsirî, İthâfu ’l-Mehera, VII,
372;
İbn Hacer, el-Metâlibu ’l-Âliye, XII, 112; İbn Arrâk,
a.g.e., I, 215; Şevkâni, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, 477.
[501] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.
[502] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 54. Deylemî, el-Firdevs,
III, 455; Heysemî, a.g.e., II, 813; Bûsirî, a.g.e., VII, 373; İbn Hacer,
a.g.e., XII, 121; İbn Arrâk, a.g.e., I, 216.
[503] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 55; Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis,
II, 815; Bûsirî, İthâfu’l-Mehera, VII, 373; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye,
XII, 116; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 216,217.
[504] İbn Arrâk, a.g.e., I, 214.
[505] Muhâsibî, a.g.e., 54; Heysemî, a.g.e., II, 801;
Bûsirî, a.g.e., VII, 373; İbn Hacer, a.g.e., XII, 121; İbn Arrâk, a.g.e., I,
213.
[506] İbn Arrâk, a.g.e., I, 203.
[507] Heysemî, a.g.e., II, 808; Bûsirî, a.g.e., VII,
375; İbn Hacer, a.g.e., XII, 123; İbn Arrâk, a.g.e., I, 214.
[508] Heysemî, a.g.e., II, 808; Bûsirî, a.g.e., VII,
375; İbn Hacer, a.g.e., XII, 122; İbn Arrâk, a.g.e., I, 217.
[509] Hatib el-Bağdâdî, Târîhu Bağdad, VIII,
359; İbn Arrâk, a.g.e., I, 176; Şevkâni, el-Fevâidu’l-Mecmûa, III, 47.
[510] Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 810;
Bûsirî, İthâfu’l-Mehera, VII, 376; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, XII,
126; İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 217,218.
[511] Muhâsibî, Şerefu’l-Akl, 54; İbn Ebi’d-Dünya,
el-Aklu ve Fadluhu, 28; Heysemî, a.g.e., II, 802; Bûsirî, a.g.e., VII,
373; İbn Hacer, a.g.e., XII, 117; İbn Arrâk, a.g.e., I, 213.
[512] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, II, 62;
Heysemî, a.g.e., II, 805; İbn Hacer, a.g.e., XII, 102; Bûsirî, a.g.e., VII,
369; İbn Arrâk, a.g.e., I, 217,218.
[513] İbn Arrâk, a.g.e., I, 223.
[514]İbn Arrâk, a.g.e., I, 222.
[515] İbn Arrâk, a.g.e., I, 225.
[516] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 222.
[517] İbn Arrâk, a.g.e., II, 229.
[518] Heysemî, Buğyetu’l-Bâhis, II, 807;
Bûsirî, İthâfu’l-Mehera, VII, 374; İbn Hacer, el-Metâlibu’l-Âliye, XII,
119; İbn Arrâk, a.g.e., I, 219,220.
[519] İbn Arrâk, a.g.e., II, 229.
[520] İbn Arrâk, a.g.e., I, 222.
[521] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 222.
[522] İbn Arrâk, a.g.e., I, 220.
[523] Deylemî, el-Firdevs, I, 89; İbn Arrâk,
a.g.e., II, 225.
[524] Beyhakî, Şuabu’l-İman, IV, 167; Deylemî,
a.g.e., II, 75; Taberânî, Mu‘cemu’l-Evsat, VI, 156; Kudâî, Müsnedu’ş-Şihab,
I, 55.
[525] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, 38;
Kudâî, a.g.e., I, 202; Taberânî, Mu ‘cemu’s-Sağir, II, 21; İbn Arrâk,
a.g.e., I, 202; Şevkânî, el-Fevâidu’l-Mecmûa, 338.
[526] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., 24; Beyhakî,
a.g.e., IV, 160; İbn Tûlûn, eş-Şezera, I, 232.
[527] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, II, 60.
[528] Cebrî, el-Müştehir, 46.
[529] Hakîm et-Tirmîzî, Nevâdir, 60; İbn
Arrâk, a.g.e., I, 203; Şevkânî, a.g.e., 477.
[530] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., 26; İbn Arrâk, a.g.e.,
I, 203.
[531] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, I, 262.
[532] Şevkânî, el-Fevâidu ’l-Mecmûa, 482.
[533] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, II, 170.
[534] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.
[535] İbn Arrâk, a.g.e., I, 223.
[536] İbn Arrâk, a.g.e., I, 220.
[537] İbn Arrâk, a.g.e., I, 221.
[538] İbn Ebi’d-Dünya, el-Aklu ve Fadluhu, 30;
İbn Kayyım, el-Menâru’l-Münif, 122; İbn Arrâk, a.g.e., I, 203; Şevkânî,
a.g.e., 475.
[539] İbn Ebi’d-Dünya, a.g.e., 21; Deylemî, el-Firdevs,
I, 46.
[540] Cebrî, el-Müştehir, 31.
[541] Cebrî, a.g.e., 46; Şevkânî, el-Fevâidu’l-Mecmûa,
1019.
[542] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 216.
[543] Aclûnî, Keşfu ’l-Hafâ, I, 538.
[544] İbn Tûlûn, eş-Şezera, I, 311; Ali el-Kârî,
el-Esrâru’l-Merfûa, 208; Aclûnî, a.g.e., I, 481.
[545] İbn Arrâk, Tenzîhu’ş-Şerîa, II, 290; Cebrî,
a.g.e., 165.
[546] İbn Arrâk, a.g.e., III, 346.
[547] Deylemî, el-Firdevs, IV, 385.
[548] Ali el-Kârî, a.g.e., 244; İbn Tûlûn,
a.g.e., I, 388.
[549] Ali el-Kârî, el-Masnû, 230;
Aclûnî, a.g.e., II, 442.
[550] İbn Tûlûn, a.g.e., I, 586; Aclûnî, a.g.e., II,
72.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar