“KUDSÎ HADİS" OLARAK BİLİNEN HADİSLERİN KUTSAL METİNLER (TEVRAT-İNCİL) İLE İLİŞKİSİ
Hazırlayan: Zeynep Canan KOÇAK
KUDSÎ
HADİSLER
HADİS LİTERATÜRÜ İÇERİSİNDE KUDSÎ
HADÎSLER
a. Kudsî Hadis Nedir?
Sözlük anlamı itibariyle, (KDS)
kökünden türemiş bir ism-i mensub olan ‘Kudsî’ kelimesi, ‘kutsal, mukaddes,
kutsal bir varlığa nisbet edilen, her türlü noksanlıktan uzak yüce bir varlığa
ait olan’ manalarına gelmektedir1. Bir terim olarak ‘Kudsî Hadisler’
ise birçok hadis âliminin dilinde neredeyse aynı anlamı taşımaktadır. Bu ortak
ağza göre Kudsî Hadisler, ‘manası itibariyle Allah’a, lafzı itibariyle de Hz.
Peygamber’e ait olan hadisler’ şeklinde tanımlanmaktadır2.
Kudsî Hadisler hadis literatürü içerisinde ‘İlahî Hadisler’ veya ‘Rabbanî Hadisler’ olarak da zikredilmektedir. Hadisler içerisinde farklı bir konuma sahip olmasının nedeni ise bir yönüyle peygambere, bir yönüyle de Allah’a ait bir kelam sayılmasıdır. Şöyle ki, Hz. Peygamber zaman zaman Rabbinden nakiller yaparak ashâb-ı kirama va’z ederdi. Lafzı yönüyle inzal edilmiş bir vahiy olmadıkları için bu sözler Kur’an sayılmazdı; Hz. Peygamber bu sözleri doğrudan kendine isnat etmediği için bunlara hadis-i nebevî de denilemezdi. Hz. Peygamber, bu sözleri, Kur’an-ı Kerim’in üslubundan tamamen farklı bir ifade ile nakletmeye fazlaca gayret gösteriyor fakat bu hadislerde yine de kudsî âlemin sırlarım taşıyan bir nefes, gayb âleminden bir nur ve taraf-ı İlahîden geldiği beli olan bir heybet vardı. îşte bu türden o
olan hadislere Hadis-i Kudsî
denildi . Bu türden olan hadislerin lafzı peygambere aittir fakat manası ilham
yoluyla yahut uykudayken Allah tarafından peygambere bildirilmiştir4.
Bu lafızlar her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah’tan sâdır olduğu için onlara
kudsiyet izâfe edilmiş, Hz. Peygamber bu sözleri rabbinden nakil ve hikâye
ettiği için de hadis lafzı ıtlak edilmiştir .
b. Kur’an-ı Kerim, Kudsî Hadisler,
Nebevi Hadisler
Konum olarak Kur’an ile nebevi
hadisler arasında bir yer edinen Hadis-i Kudsîler, bir çeşit vahiy sayılmaları
açısından hadislerden, ifade olarak peygambere ait olmaları açısından da
Kur’an’dan ayrılırlar. Kur’an-ı Kerim ile Kudsî Hadislerin birer vahiy olmaları
bakımından birbirlerine eşdeğer algılanmalarının önüne geçmek amacıyla6
bu ikisi arasındaki farklar üzerinde epeyce durulmuştur. Bu farklar maddeler
halinde hemen her kaynakta neredeyse aynı şekilde karşımıza çıkmaktadır ki şu
şekilde sıralamamız mümkündür:
— Kuran. Cebrail tarafından Hz.
Peygamber’e lafzıyla tenzil buyrulmuşken, Kudsî Hadisler rüyada ya da ilham
yoluyla Hz. Peygamber’e bizzat Allah tarafından bildirilmiş ve Hz. Peygamber
kendi kelimeleri ile bunları ümmetine iletmiştir7.
— Kur’an, lafzı itibariyle
mu’cizdir ve kıyamete kadar değiştirilmekten ve bozulmaktan korunmuş olarak
muhafaza edilecektir fakat Hadis-i Kudsîler için aynı şeyi söylemek mümkün
görünmemektedir8.
— Cünup halde iken Kur’an-ı
Kerim’i okumak ve ona dokunmak haramdır. Kudsî Hadisler için ise böyle bir
durum söz konusu değildir1.
— Kur’an’m mana ile rivayet
edilmesi haram sayılırken Kudsî Hadislerin mana ile rivayetinde bir mahsur
görülmemektedir1 2 3.
— Kudsî Hadisler âhâd
haberlerdendir. Kur’an’m tamamı ise bize tevatür yoluyla ulaşmıştır11.
Böyle olduğu için de Kur’an’dan herhangi bir kısmı inkâr eden kimse küfür
işlemiş sayılırken, Kudsî Hadisleri reddeden veya inkâr eden kişi için böyle
bir ithamda bulunulamaz4 5. Ayrıca her ne kadar mana
açısından vahiy olarak kabul edilseler bile, âhâd haber olmaları sebebiyle,
hukuki veya itikadî konularda delil olma hususunda Kudsî Hadisler birer ayet
gibi değerlendirilmezler.
— Kur’an’dan bir cümleye
‘ayet’, ayetlerden mürekkeb bölümlere ise ‘sure’ denir. Namaz, Kur’an’dan belli
bir kısım okunmadıkça tamam olmaz. Lafızları itibariyle bir beşer kelamı olan
Kudsî Hadisler, manen vahiy mahsulü olsalar bile namazda Allah kelamı yerine
okunamazlar .
Kudsî Hadisleri nebevî
hadislerden ayıran Özelliklere gelince, bunların başında Hadis-i Kudsîlerin
vürûd şekli gelmektedir. Bu hadislerde kaynak Allah’tır; hitap O’nundur ve Hz.
Peygamber bu hadislerin râvîsi konumundadır. Diğer hadislerin vürudunda ise ilk
kaynak Hz. Peygamberidir6 7. Hadislerin rivayet
edilmesi esnasında kullanılan üslup farkından da bunu anlamak mümkündür. Kudsî
Hadislerin üslubu konusunu ayrı bir başlık altında inceleyeceğimiz için üsluba
dair örnekleri şimdilik zikretmiyoruz.
Kudsî Hadisleri Kur’an’dan-
nebevî hadislerden ayıran farklılıklar ve Kudsî Hadislerin konumu farklı
şekillerde de izah edilmeye çalışılmıştır. Kasımî, Kavâidu’t- Tahdîs adlı
eserinde Abdülaziz ed- Debbağ ve öğrencisi Ahmed b. el-1 s Mübarek arasında
geçen bir diyalogu, bu konuya binaen nakletmektedir ki, söz konusu diyalog,
Türkçeye Prof. Dr. Mehmet Demirci tarafından ‘Nurlar Hazînesi’ adıyla
kazandırılan İbn. Arabi’ye ait 'Mişkâtü’l- Envâr’ isimli eserin sonunda yer
alan EK F de de aktarılmaktadır. Biz yalnızca bu konuşmanın bir kısmını buraya
almakla iktifa ediyoruz:
“Kur’an, Kudsî Hadis ve hadis
arasında ne fark olduğunu üstad Abdülaziz ed-Debbağ’a sordum. Şöyle cevap
verdi:
Her ne kadar bunların üçü de
Hz. Peygamber’in ağzından çıkıyor ve onun nurlarından bir nur taşıyorsa da,
aralarındaki fark şudur: Kuran’daki nur kadimdir, Allah’ın zatmdandır, çünkü
Allah kelamı kadimdir. Kudsî Hadisteki nur Hz. Peygamber’in ruhundandır ve bu, Kuran
nurunun bir misli değildir. Çünkü Kuran nuru kadim, bu nur ise kadim değildir.
Kudsî olmayan hadisteki nur ise Hz. Peygamber’in zatmdandır. O halde bu üç nur
kaynak bakımından farklılık arz eder. Kur’an’m nuru Hakk’m zatından, Kudsî
Hadisin nuru Hz Peygamber’in ruhundan, kudsî olmayan hadisin nuru ise Hz
Peygamber’in zatmdandır.”8
Abdullah Draz ise konuyu şu
şekilde açıklamaktadır:
“Hadis-i nebeviler, ihtiva
ettikleri manalara göre iki kısma ayrılırlar. Birincisi ctevkıfî
olmayan ictihadî kısım’ olup bu kısmı, Hz. Peygamber, derin Kuran anlayışı ve
kâinattaki gerçekleri düşünmesi sayesinde elde etmiştir. Bu kısım, kesinlikle
kelam-ı İlahî değildir. İkincisi, tevkifi kısımdır ki Hz. Peygamber onun
muhtevasını vahiyden almış ama kendi ifadesiyle insanlara bildirmiştir. Bu
kısımda her ne kadar öğreten ve ilham eden yüce Allah’a mensup ilimler mevcut
ise de, -ne de olsa kelam olarak- Hz. Peygamber’e izafe edilmesi daha münasip
görülmüştür. Zira kelam, onu hususi bir tarzda te’lİf ve vaz’ eden zata mal
edilir, isterse manasım bir başkasından almış olsun. Şu halde hadis-i nebevî,
her iki kısmıyla, bu tarifteki birinci kaydın, yani ‘kelamullah’ olma kaydının
dışında kalır.
‘Lafzı değil sadece manası
Allah tarafından indirilmiştir’ diye kabul edilirse Hadis-i Kudsî de böyledir.
Bu hususta, bize göre en münasip görüş de budur. Zira lafız olarak vahyedilmiş
olsaydı, şeriat nazarında Kur’an derecesinde ihtiram gösterilmesi gerekirdi.
Çünkü Allah indinden gelen iki lafız arasında ayrım yapmanın anlamı yoktur.
Böyle olunca da, Hadis-i Kudsî’nin metnini, ittifakla, aynen muhafaza etmek
gerekir; manasıyla rivayet caiz olmaz ve yazısına abdestsiz dokunulması haram
olurdu. Hâlbuki bunu iddia eden yoktur.”9
Kudsî Hadislerin manen Allah’a
izafe edilmesi onları, nebevî hadislerde sıhhat açısından aranan şartlardan
muaf tutmaz. ‘Kudsî Hadis’ olarak geçen rivayetlerin içerisinde de sahih
olanlarının yanı sıra -nebevî hadislerde olduğu gibi-mevzu olanlar da mevcuttur.
Birer âhâd haber olmaları, bize
tevatüren nakledilmemiş olmaları sebebiyle de, yine âhâd haberlerden sayılan
diğer hadisler gibi, Kudsî Hadislerin de sübutu kesin değildir. Bu nedenle bu
hadisleri Hz. Peygamber’e ait olmadığım düşünerek reddeden bir kimsenin dinden
çıkmış olduğu da düşünülemez. Çünkü böyle bir durumda söz konusu kimse
naklolunan hadisi değil, hadisin Hz. Peygamber’e ait olduğunu reddetmiş olur .
c. Rivayet Metotları ve Üslupları
Açısından Kudsî Hadisler
Kudsî Hadisler, rivayet tarzları,
üslupları ve konu edindikleri muhtevaları açısından diğer hadislerden farklılık
gösterirler. Nebevî hadislerin rivayeti esnasında, hadisi Hz. Peygamber’e izafe
eden lafizlar kullanılırken, Kudsî Hadislerin rivayeti sırasında kullanılan
lafızlar, bu hadisin Allah’tan rivayet edildiğini, kaynağın Allah olduğunu
gösterir. Bu rivayet şekillerini genel olarak şu şekilde örneklemek mümkündür:
Mana olarak ikisi bir olmakla
beraber Kasımî, "Kavâidıft-Tahdîs’ adlı eserinde ilk ibarenin selef
tarafından kullanıldığını söylemektedir10 11 12.
Manası itibariyle vahiy
sayılmasına rağmen Kur’an-ı Kerim’de mana ve lafız yönüyle bulunan i’caz ve
insanları O’nun bir benzerini söylemekten aciz bırakan eşsizliğin Kudsî
Hadislerde mevcut olmadığı görülür . Aynı şekilde Kudsî Hadislerin metni,
Kur’an metni gibi büyüleyici ve zikri bir role sahip değildir ki bu yüzden
farklı metin ve müteradif ifadelerle de rivayet olunmalarında mahsur
görülmemiştir . Bu açıdan bakıldığında, onların üslubunun nebevi hadislerin
üslubuna daha çok benzediği söylenebilir.
Belirgin bir özellik olarak,
Kudsî Hadislerde, Allah daima doğrudan doğruya birinci şahıs olarak hitap
etmektedir. Üslup olarak, çoğunlukla kendisiyle kulu veya kullan arasında
cereyan eden bir karşılıklı konuşma tarzı hâkimdir ki, söz konusu muhataplar
Hz. Peygamber, İnsanlar ve meleklerdir13.
Muhteva olarak, Kudsî
Hadislerin, nebevî hadisler gibi hayatın her alanıyla alakalı konulara
değindiğini söyleyemeyiz. Zira Kudsî Hadislerin daha ziyade Allah’ın zatının,
şanının yüceliği, rahmetinin genişliği, güç ve kudretinin sonsuzluğu, lütf-u
kereminin bolluğu, her şeyin onun iradesi ile olduğu, bazı ibadetlerin fazileti
ve güzel ahlak gibi konularda varid olduğu görülmektedir14.
d. Sayı Olarak Kudsî Hadisler ve
Delil Kabul Edilmeleri Açısından Değerleri
Kudsî Hadislerin sayısı
bakımından farklı görüşler mevcuttur. Verilen rakamlar ise yapılmış olan
derleme çalışmalarına dayanmaktadır . Kudsî hadislerin sayısının 100’den fazla
olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi15 16 bu
sayının 300’e17,
Muhammed el-Medenî’nin ‘el-îthâfâtu’s-Seniyye fiT-Ahâdîsi’l-Kudsîyye’ adlı
eserinde 864’e kadar çıktığı görülür18.
Kudsî Hadislerin manen Allah’a
izafe edilmesi, onların kesinlikle sahih oldukları anlamına gelmez. ‘Kudsî’
kelimesi yalnızca sözün kaynağım göstermektedir ve metnin kabul ya da
reddedilmesi açısından bir hüküm ifade etmez19 20.
Nitekim Kudsî Hadisler de nebevî hadisler gibi sıhhat açısından değerlendirmeye
tutulabilir. Hadis ilmi açısından, onların, diğer hadislerden hiçbir fark veya
ayrıcalığı yoktur . Yukarıda da dediğimiz gibi ‘Kudsî Hadis’ olarak geçen
rivayetler içerisinde de mevzu olanlara rastlamak mümkündür. Diğer hadisler
gibi râviler aracılığıyla nakledildikleri için, hadislerin rivayeti esnasında
görülen ve râvilerin beşer olma özelliklerinden kaynaklanan birtakım hataların,
Kudsî Hadisler için de söz konusu olacağı muhakkaktır21 22.
Bununla beraber Kudsî Hadisler Allah’a izafe ediliyor olmaları bakımından
Müslümanlar üzerinde etkili olmuş, bu da bazı kimselerin Kudsî Hadis adı
altında bilinçli olarak hadis uydurması sonucunu doğurmuştur ki bu durum, Kudsî
Hadis sayısının kabarık görünmesine sebep teşkil •
• 32 etmiştir .
Bir diğer konu, Kudsî
Hadislerin hukukî ve itikadî konularda delil olup olmayacağı konusudur. Bilindiği
üzere Kudsî Hadisler âhâd haber (haber-i vâhid) olarak bize ulaşmıştır. Kelime
olarak ‘bir kişiden ulaşan haber’ anlamına gelen ‘haber-i vâhid’, Allah
elçisinden yalnızca bir kişinin duyduğu, yine ondan da bir kişinin duyduğu ve
onunla amel eden kimseye kadar böylece ulaşan hadistir23. Bu, âlimlerin ittifak ettiği bir tanım
değildir zira haber-i vahidin üç grupta ele alındığım görüyoruz. Buna göre,
haber-i vâhid, bir kişi vasıtasıyla gelen ve “garib” veya “ferd” olarak adlandırılan
haberler, iki kişi vasıtasıyla gelen ve “azız” olarak isimlendirilen haberler
ve üç ya da üçün üzerinde sayıda kimse tarafından nakledilen ve “meşhur” olarak
ifade edilen haberlerdir24
25. Bir diğer görüşe
göre ise, mütevatir ve meşhur derecesine ulaşmayan haberlere “haber- i vâhid”
denir .
Haber-i vâhidin delil olarak
kabul edilip edilmemesi meselesinde ortak bir kanaatin olmadığını görüyoruz26. Ne tanımı ne de
delil olup olmadığı konusunda âlimlerin görüş birliği içinde olduğu haber-i
vâhid meselesiyle bağlantılı olarak, birer âhâd haber olan Kudsî Hadislerin
delaleti de aynı durumdan nasibini almaktadır. Tabii olarak Kudsî Hadislerin
delil olarak kaynak teşkil edip etmeyeceği sorusunun cevabı, âhâd haberler
konusunda varacağımız cevapla aynı olacaktır27.
e. Kudsî Hadis Teriminin Hadis
Literatüründe Yer Alması
Kudsî Hadisler, hadislerin
derlenip bir araya getirildiği ilk dönemlerde farklı bir şekilde ya da ayrı bir
derleme eser halinde ele alınmamıştır. Nebevî hadislerle beraber, dağınık bir
şekilde kütüb-i sitte içerisinde, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde ve diğer hadis
kitaplarında yer alan28
Kudsî Hadisleri ayrı bir kitapta toplama faaliyetlerine de ancak tasnif
devrinden sonra girişildiği anlaşılmaktadır29. Hadislerin derlendiği ilk asırlarda, Kudsî
Hadisler, hadis kitapları içerisinde dağınık bir şekilde bulunmaktaydı30. Hadis literatürü
içerisinde bir terim olarak ‘Kudsî Hadisler’in kullanılmaya başlaması, Kudsî
Hadislerin diğer hadislerden farklı bir konumda ele alınıp farklı bir şekilde
tanımlanması, ancak h. VI. asırdan itibaren kaleme alınmaya başlayan derleme
eserler sonrasında ortaya çıkmıştır31. VI. Asırdan önce te’lif edilmiş eserlerde
“Kudsî Hadis” teriminden bahsedilmez32. Kudsî Hadislere tahsis edilen ilk çalışma
olarak bazı kaynaklarda Zahir b. Tahir en-Nisaburî’ye (ö. 533/ 1138- 9) ait
olan “Kitâbu’l- Ahâdîsi’l- îlâhiyye” adlı eser gösterilirken33, Gazâlî’nin (ö. 505/ 1111) “ Kitâbu’l- Mevâiz
fı’l- Ahâdîsi’l-Kudsîyye”34
si de ilk müstakil Kudsî Hadis çalışması olarak zikredilmektedir35. Ebu’l- Beka
vasıtasıyla, Kudsî Hadis tanımım ilk yapan kişi olarak bildiğimiz Şerefeddin
et- Tîbî’nin (ö. 743/1342) bizi bu terimle tanıştırması ise ancak bu derleme
eserlerden sonradır.
KUDSÎ HADİSLERİN KAYNAKLARI KAKINDA
İLERİ SÜRÜLEN ALTERNATİF GÖRÜŞLER
Yukarıda ifade etiğimiz gibi,
Kudsî Hadislerin terim olarak hadis literatürü içerisinde yer alması ancak bu
hadislere özel derleme çalışmalarından sonradır ve h. VI. asra tekabül
etmektedir. Kudsî Hadisler konusunun genellikle muahhar sayılabilecek
kaynaklarda ele alınmış olması, ilk dönem kaynaklarında bu konuya hemen hiç
temas edilmemesi, hatta kudsî hadis derlemeleri sırasında hadislerin büyük bir
kısmının ‘kütüb-i sitte’den alınmasına rağmen bu altı hadis kitabı müellifinin,
bu hadislerin Kudsî Hadisler olduklarına dair herhangi bir değerlendirme ve
nitelendirmede bulunmamış olmaları46, kütüb-i sitte müelliflerinin
zihinlerinde ‘Kudsî Hadis’ diye bir kavramın olmadığım ve yine bu hadislerin
Hz. Peygamberim diğer hadislerinden farklı görülmediğini gösteren bir ipucu
olarak yorumlanmış, bu kavramın ‘sünnetin vahiy ürünü olduğu’47
görüşünün bir uzantısı olarak ortaya çıkmış olduğu, bu görüşü benimseyen ilim
çevrelerince ele alınıp geliştirildiği ileri sürülmüştür48. Yine,
söz konusu olan “Kudsî Hadisler” kavramının, “vahy-i metlûv” ve “vahy-i gayr-i metlûv”
kavramları gibi, İbrânî geleneğin bir izdüşümü olarak ortaya çıktığı da ifade
edilmiştir49.
Kudsî Hadislerin hadis
literatürü içerisinde nasıl ele alındığım kısaca anlatmaya çalıştık. Hz.
Peygamber’in diğer hadislerden farklı bir rivayet metoduyla aktarmış olmasından
yola çıkılarak yapılan, birbirinin tekrarı niteliğindeki tanım ve ifadelerin
hepsinde, Kudsî Hadisler, Hz. Peygamber’in Kur’an- ı Kerim dışında almış olduğu
vahiyle irtibatlı olarak yorumlanmıştır.
Hz. Peygamber’in Allah’la olan
irtibatı yalnızca Kur’an- ı Kerim vahyiyle yani “metlûv vahiy” ile sınırlı
değildir. Hz. Peygamber, Kur’an- ı Kerim dışında da vahiy almıştır ki bu da
“vahy- i gayr- i metlûv” olarak isimlendirilmektedir36 37 38 39. îşte Kudsî Hadisler diye Hadis Literatüründe
yer alan hadisler, Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı bu gayr- i metluv vahyin
bir sonucu olarak yorumlanmıştır. Her ne kadar bu hadisler, Kur’an- ı Kerim’le
yani metlûv olan vahiyle bir tutulmasa da, onlar da vahiy mahsulü olarak kabul
edilmişlerdir.
Bu tür bir yaklaşımın yanında
Kudsî Hadisler için alternatif birtakım görüşler de ortaya atılmıştır. Bu
görüşler ise, Kudsî Hadislerin tanımlanageldikleri üzere-birer vahiy ürünü
olmadıkları, Kudsî Hadislerin vahiy ürünü olarak tanımlanmalarının gerekmediği
şeklindedir . Bu durumda ise Kudsî Hadisler için farklı alternatifler söz
konusu edilmektedir. Örneğin, Kudsî Hadislerin, esasen 3. asırda, safîlerin
mistik tecrübeleri sonucu ortaya çıkmış ve hadisler arasına karışmış ifadeler
olduğu şeklindeki görüş bunlardan biridir . Yine Kudsî Hadislerin, Hz.
Peygamber’in, Kur’an- ı Kerim’de yer alan bazı ayetlerden ilham alarak ifade buyurduğu
hadisler olabileceği de zikredilen görüşlerden biridir .
Kudsî Hadislerle ilgili ortaya
atılan bir diğer görüş ise söz konusu hadislerin, geçmiş ümmetlere indirilen ve
hala içinde değişmeyen birtakım İlahî, evrensel doğrular bulunan semavi
kitaplardan Hz. Peygamber’in naklettiği ifadeler olduğu şeklindedir40 ki biz, bu
çalışmada bu görüşü değerlendirmeye çalıştık. Böyle bir çalışma yapmak yalnızca
Kudsî Hadis kaynaklarıyla değil bununla birlikte diğer semavi kitaplarla da
alakalı okuma yapmayı gerekli kılmaktadır. Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in
Kudsî Hadisler denen hadisleri, Eski ve Yeni Ahit’ten naklettiğini iddia
edebilmek İçin, Hz. Peygamber döneminde o bölgede bu tür metinlerin ya da o
metinlere dair bilgilerin var olduğuna dair elimizde belge veya rivayetlerin
olması gerekmektedir. Yine Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı ortamda, bu
metinlerin yer almasına sebep olan farklı din mensuplarının da varlığı ve etki
düzeyleri bizi ilgilendirmektedir.
Arap yarımadası içerisinde yer
alan bir bölge olması hasebiyle, Hz. Peygamber’in doğduğu, gençliğini geçirdiği
ve peygamber olarak seçildiği memleketin genel olarak dış kültürlerle
bağlantısına sebep olan bir takım etkenler de bu konuyla bağlantısı dolayısıyla
zikredilmelidir. Zira bu bölgede, inançları Hz. Peygamber’in hadislerine
girebilecek oranda başka din mensuplarının ve kültürlerin varlığından
bahsediyorsak, bu yabancı kültürlerin bu bölgeyle tanışmasına sebep olan
nedenler üzerinde durmak da gerekmektedir. Dış kültür ve inançlara karşı kapalı
ve yalıtılmış, etrafından soyutlanmış bir toplumda, farklı din mensuplarına ait
metinlerin ve bunlara dair bilgilerin var olması elbette düşünülemez.
Biz, bu çalışmamızda, sözü
edilen konulara bir yüksek lisans tezinin elverdiği genişlik çerçevesinde ana
batlarıyla değinmeye çalışarak konumuza açıklık getirme gayreti içinde
olacağız. Amacımız Kudsî Hadislerin kaynakları, geçmiş kültürlerle ilişkisi ile
alakalı ortaya çıkan bir takım sorulara, bu çalışmayla dikkat çekmek ve konunun
daha kapsamlı, detaylı bir şekilde incelenmesine vesile olmaktır...
BİRİNCİ BÖLÜM
HZ. PEYGAMBERİN İÇİNDE
YAŞADIĞI TOPLUMUN DIŞ KÜLTÜRLERLE MÜNASEBETİ
Giriş bölümünde açıklamaya
çalıştığımız üzere, Hz. Peygamber’in kimi hadislerinin farklı kültür ve inançlarla
birtakım ilişkiler sonucu ortaya çıkmış olduğunu iddia etmek için, o bölgede ve
özellikle Hz. Peygamber’in yaşadığı topraklarda bu farklı kültür ve inanç
müntesibi kimselerin ve onların etkilerinin varlığı konusu incelenmelidir. Bu
konunun ise bağlantılı olduğu ve incelenmesi gereken bir diğer konu ise, o
bölgeye, söz konusu etkinin ne yollarla girmiş olduğudur. îşte bu bölümde, ilk
olarak Mekkelileri diğer toplamlarla karşı karşıya getiren etkenler ve
sonrasında, bu toplumda var olan ve konumuzu ilgilendiren belli başlı inanç
gruplan kısaca ele alınmaya çalışılmıştır.
1.1. HZ. PEYGAMBERİN
İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMUN DIŞ KÜLTÜRLERLE MÜNASEBET YOLLARI
1.1.1. TİCARİ HAYAT
‘Daha büyük olan’ yani
karaların denizlerden daha fazla olduğu ‘eski dünya’ adı verilen Avrupa- Asya-
Afrika kıtalarının yer aldığı yarımkürenin haritasına bakılacak olursa,
Arabistan yarımadasının merkezi bir yerde bulunduğu görülür .
Bu yanmada içerisinde yer alan
Mekke, Taifle veya Hicaz’daki diğer merkezi yerleşim bölgeleriyle karşılaştmldığmda
nispeten elverişsiz şartlara sahipti. Yeraltı sulan, sulu tanma yetecek
seviyede olmadığından hiç büyük vahası yoktu ama çevresindeki tepeler, şehri
Kızıl Deniz korsanlarından koruyordu, ayrıca haccm yapıldığı mukaddes mabetler
Mekke’de bulunuyordu .
Toprakların verimsiz ve suların
az olmasının bir sonucu olarak, Mekke halkı ziraat ile uğraşamadılar; bunun
yerine yerin sırtında rızklarının peşinde koşturup yaz- kış, karada ve denizde
ticaret yolculukları için seferber oldular41. Onlar için ticaret, ekonomik hayatın temelini
oluşturmaktaydı42.
Bu durumun bir getirisi olarak, her ne kadar doğal kaynakları cılız da olsa
Mekke, üçgenin üç noktası içinde en gelişmiş olanı43 Batı ve Orta Arabistan’ın, Hicaz bölgesindeki
en önemli ticaret merkeziydi44.
Bu şehir, aynı zamanda, doğu ve
batı arasındaki beynelmilel büyük ticaret yolu üzerinde45, iki ana ticaret yolunun kavşağında46 yer almaktaydı.
îlki güneyden kuzeye uzanan, Yemen ve Hint Okyanusu kıyılarını dağlık Hicaz
üzerinden Suriye ve Akdeniz kıyılarına bağlıyor; onun kadar önem arz etmeyen
İkincisi doğudan batıya, Irak, İran ve Orta Avrasya topraklarından Habeşistan
ve Doğu Afrika’ya uzanıyordu47.
Bu ana ticaret yolları artık, Yemenliler veya Suriye’ye dayalı Aramice konuşan
insanlar tarafından değil Bedevi kökenli Araplar tarafından kontrol ediliyordu.
Kuzey kıyılarının ortasındaki ve çevresindeki geleneksel gümrük kapılarının ve
belki de nehir korsanlarının çevresinden dolaşan- daha yeni ticaret yollan da
Arapların ellerindeydi ve Hz. Muhammed’in büyüdüğü sıralarda, Hint Okyanusu ile
Akdeniz havzası arasındaki çoğu transit ticaret yolu Arabistan üzerinden
geçiyordu48.
Mekke halkı, Kuzey Şam, Yemen,
Irak, Fars, Mısır, Habeşistan, Afrika sahilleri ve Hint arasında bir yandan
aracı oluyorlar, diğer yandan kendi toplumlannın muhtaç olduğu ticaret eşyasını
ve mallan satın alıyorlardı .
Mekkeliler de dâhil olduğu
halde, Araplar, ticaret gayesiyle yabancı yerlere gidiyor ve onların büyükleri,
ekseriya ikamet ettikleri yerlerde yüksek memurlara tesadüf ediyorlardı.
Bilhassa şairler, kralların saraylarına gidip onları medheden şeyler
söylüyorlardı. Yine Mekke asilzadelerini, Habeşistan Necaşi’sinin, îran
Kİsra’sının, Mısır valisinin, Yemen, Gassan ve Hire krallarının yanlarında
görüyoruz49 ki
onlar, emirler ve krallar nezdinde de saygın bir mevkiye sahip olmuşlardı.
Ayrıca Kabe’yi yıkmaya gelen fil ordusunun mucizevî bir şekilde felakete maruz
kalması ve bu teşebbüsün başarısızlıkla sonuçlanması, Kureyş kabilesinin diğer
kabileler üzerindeki etkisini arttırmıştı. Başka kabilelere mensup kimseler,
çöllerde haydutlar tarafından saldırılara uğrarken, Kureyşliler yazın Taif in
serin yaylalarına, kışın ise Yemen’in ılık bölgelerine güven içinde, serbestçe
seyahat edebiliyor ve büyük kazançlar elde ediyorlardı50.
Kureyş kabilesi, Arabistan’ın
beynelmilel ticari her organizasyonunun başına yerleşmiş51, Arap toplumu içinde kendine has özel bir yer
sağlamıştı52.
Çünkü onlar ticari organizasyon ya da faaliyetlerin bu denli geniş bir havzaya
yayılması için üstün bir çaba sarf etmiş ve bunun sonucu olarak da söz sahibi
olma hakkım kazanmışlardı53.
Mekke’nin önde gelenleri
tarafından meydana getirilmiş olan bu geniş ve hayrette bırakan beynelmilel
münasebetler zinciri, ne kadar takdir edilse azdır. Bu sâhâda, eski ananeler ve
asırlık tecrübeler olmadan bu münasebetler tahakkuk ettirilemezdi. Bu, Mekke
Kureyşlilerinin coğrafî ve siyasî olduğu kadar etnik hudutları da aşan başarılı
diplomatik faaliyetlerini gösterir54.
Konumuz açısından, bu ticari
faaliyetlerin önemi şudur ki, bölge halkı, bu sayede yalnızca ticari alış-
veriş şansı değil aynı zamanda kültürel alış- veriş imkânı bulmuştur. Onlardır
ki Bizans İmparatoru55,
İran İmparatoru, Habeşistan hükümdarı Necaşi, Yemen’in Kindi hükümdarları ve
diğerleriyle ticari anlaşmalar imzalamışlar ve her yıl adetleri olduğu veçhile
Mekkeliler, Suriye, Mısır, Yemen, Irak ve Habeşistan’a kervanlarla
gidiyorlardı. Onlar dini olduğu kadar siyasi bakımlardan da fetihlere teşebbüs
etmeden evvel, bizzat bu ülkelerin örf ve adetlerini, hususiyetlerini, kanunlarını,
buralara ulaşmak için izlenen yolları mükemmel bir şekilde öğrenme imkânı
bulmuşlardı.56 57
İslamiyet’in ortaya çıkışına
kadar devamlı ve gelişkin bir şekilde ticari alışverişi sürdüren Mekke’nin,
ticaret yoluyla her türlü fikir mahsulleri taşıyıcılığım 74
yaptığı da söz götürmez bir olaydır.
Kendisini rahat yaşatacak
ölçüde ne maddî ne de manevî bir mirasa sahip bulunmayan bir yetim olarak,
hayatını kazanmak İçin sürekli çalışmak zorunda kalan58 Hz. Peygamber de, Mekke’deki birçok Kureyşli
gibi ticaret ile meşgul olmuştur. Kumaş ve tahıl ticaretiyle uğraşan Ebu
Talib’e yardım etmek suretiyle ticaret hayatına başlamış ve amcasının
yaşlandığı yıllarda kendisi ticarete devam etmiştir59. Kırk yaşma kadar sosyal hayatını bu şartlarda
sürdüren Hz. Peygamber’e, bu durum, Yanmada’mn içinde olduğu kadar dışında da
birçok bölgeye ticari seyahatler düzenleme fırsatı doğurmuştur60 ki O’nun çeşitli
yerlere ticaret amacıyla seyahat ettiği bilinmektedir61.
Hz. Hatice ile evliliğinden
sonraki dönemlerde, Hz. Peygamberdin birkaç defa Yemen’deki Hubaşa panayırına,
bir sefer de Abdulkays ülkesine (Bahreyn- Umman) gittiğine dair kayıtlara
rastlıyoruz62.
Şöyle ki, peygamberlikten sonra Arabistan’ın birçok yerinden gelen heyetler Hz.
Peygamber’i ziyaret ederdi. Bunlardan biri, Bahreyn’den gelen Abdu’l- Kay s
heyetidir ki Hz. Peygamber, onlara Bahreyn’e dair gayet açık sualler sormuş;
heyet Hz. Peygamber’in bu kadar dakik malumatı karşısında hayret ederek “Sen
bizim memleketimizi bizden iyi biliyorsun!” demişlerdi. Hz. Peygamber ise onlara
şu mukabelede bulunmuştu: “Ben sizin memleketinizde enine boyuna seyahatlerde
bulundum.”63
Hamidullah, Hz. Peygamber’in büyük Daba fuarını ziyaret etmek için oraya
gittiğini, îbn. Kelbi’nin anlattığına göre Çin, Hint, Sint, Pers, Doğu ve
Batı’nın bütün ticaret mallarının her sene bu büyük fuara deniz ve kara yoluyla
getirildiğini aktarır64.
Hz. Peygamber zamanında kaleme
alınmış resmî vesikalarda, Uman bölgesinde bulunan Mecusilere ait Ateş
mabetlerinden ve hatta değirmenlerden de bahsedilmektedir65 ki Hz. Peygamber’in bu bölgeyi tanıdığının,
bildiğinin bir işaretidir.
Hz. Peygamber, ticaret kervanı
ile ilk seferini Suriye tarafına yaklaşık on iki yaşındayken amcası Ebu
Talib’in yanında yapmıştı ve gençliğinde, iki defa Suriye’ye seyahat etmişti66. Bundan sonra da
Ebu Talih ve Zübeyr ile Arabistan’ın çeşitli yerlerine ticaret kervanlarıyla
gidip gelmiş, tecrübe sahibi olmuştu. Yirmi yaşından sonra artık tek başına
kervan yönetecek bilgi ve dirayete sahipti67.
Kaynaklarda, Hz. Peygamberdin
vergi memuru kimselere dair bir takım ifadelerine rastlanmaktadır. Örnek
olarak, O’nun “(Zalim) vergi memuru cennete giremez” ya da “(Halka zulmeden)
vergi memurundan hiçbir hesap sorulmaz, olduğu gibi yakalanıp ateşe
atılacaktır.” şeklindeki sözlerini görmekteyiz68. Hamidullah’a göre, bu tür rivayetlerden, Hz.
Peygamber’in Bizans sınır kapılarında kendi başından geçen olaylara dair bir
hüküm çıkarmak mümkündür.69
Hz. Peygamber’in Mecusilerle
alakalı olarak şöyle dediği nakledilmektedir: ‘Henüz çocuğu süt emmekte olan
analarla zevçlerinin bir yatağa girmelerini yasaklamak istedim ve fakat bu
durumun Bizanshlar ve îranhlar arasında da bulunduğunu ve bunun o süt çocuklara
zarar vermediğini hatırlayıp vazgeçtim.’ 70 Bu rivayet, Hz. Peygamber’in ticari
seyahatleri esnasında karşılaştığı toplamlara dair birtakım bilgiler
edindiğinin işaretidir.
Hz. Peygamber’in Habeşistan’a
seyahat edip etmediği hususunda herhangi bir bilgi yoktur. Bununla beraber,
Hamidullah’a göre, Hz. Peygamber’in Habeşistan’ın kralı Necaşi’ye yazdığı
mektupta hayli samimi ve yakınlık ifade eden kelimeler kullanması Hz.
Peygamber’in Habeşistan’ı ve kralını tanıdığı anlamına gelebilir . Hz.
Peygamber’in yazdığı mektupta şu ifadeler yer almaktadır: ‘Sana, amcaoğlum
Cafer’i ve yanında bir bölük müslümam gönderdim. Geldiklerinde onları ağırla,
ceberrutluğu bırak. Ben seni ve ordunu Allah’a çağırıyorum. Ben tebliğ etmiş ve
öğütlemiş bulunuyorum. Öğüdümü kabul et.’
Mekke’deki müşriklerin
arkadaşlarına eziyette bulunmasından sıkıntı duyan Hz. Peygamber, onları
Habeşistan’a göndermeye karar verince Onlara, “Orada yanındakilere hiç zulüm
yapılmayan bir hükümdar vardır. Üstelik o ülke doğruluk ülkesidir?’ buyurmuştur71. Hamidullah bu tür
rivayetleri, Habeşistan’a dair bilgilerine dayanarak, Hz. Peygamber’in o ülkeye
yapmış olabileceği muhtemel bir seyahatiyle alakalı olarak zikretmiştir72 73.
Bu konuda bir nakille
yetinmemek gerektiği üzerinde duran Hamidullah, Hz. Peygamber’in bilhassa
Habeşistanlılarla ve bu dili konuşan diğer insanlarla görüşürken bazen Habeşçe
kelimeler kullandığım da dikkate alarak, tek tek ele alındıklarında bir şey
ispat etmeyecek bu rivayetlerin, bir araya getirildiklerinde belli bir değere
ulaştıklarını ifade etmektedir.
Hz. Peygamber bunun dışında da
pek çok seyahat etmiş bir kimsedir; Bahreyn, Umman, Yemen ve ülkesinin pek
uzağında bulunan Suriye gibi...74
îş hayatı gereği, Hicaz
bölgesinin pek çok yerini gezmiş bulunan Hz. Peygamber, bu seyahatler
sebebiyle, yaşadığı coğrafyanın insanlara sunduğu imkânlar ve sıkıntılar
hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmuş75, bir taraftan ticari hayatın gereklerini
öğrenirken diğer taraftan Arabistan’m muhtelif yerlerinde yaşayan insanların
dil ve lehçelerini, dini, siyasi ve sosyal durumlarını öğrenme imkânını elde
etmiştir76.
1.1.2. HAC VE PANAYIRLAR
Ticarî açıdan önemli bir yere
sahip olan Mekke, Hicaz bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olmasının
yanında dinî ve kültürel olarak da canlı bir merkez özelliğini taşımaktaydı .
Canlı bir yerleşim merkezi olarak ortaya çıkmasında 07
belirleyici en önemli unsur ise
içinde yer alan Kabe’ydi .
Ticarî vasıtaları
değerlendirmek suretiyle, Mekke’yi ticaret adamlarıma ve mütefekkirlerinin
buluşma yeri haline dönüştüren Kureyşliler. aynı zamanda Kabe’nin muhafızlığı
görevini de üstlenmiş, bu mabedi millî bir ziyaretgâh haline getirmiş ve
böylelikle Mekke şehrinin üstünlüğünü sağlamışlardı .
Bu üstünlük sebebiyle Kabe,
Kureyşlilere sağladığı itibar ve ticarî avantaj yüzünden kıskançlık ve
düşmanlıkların da odak noktası olmuş, Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe
Mekke’yi ele geçirip burayı yıkmak isterken bazı Arap kabileleri de kendilerine
yeni kâbeler yapmış ve diğer Arapların Mekke’ye gitmesine engel olmaya
çalışmışlardı .
Hicaz ve Mekke halkının Kabe’ye
büyük önem verişlerinin sebebi, buranın hac mevsimlerindeki ticari durumu idi77.
Kureyşliler için, ticaret vasıta
ve kaynaklarından biri, güneye ve kuzeye, Bahreyn bölgesine ve İran’a sevk
ettikleri ticaret kervanlarından elde ettikleri kâr olmakla beraber, ondan daha
az önemli olmayan bir başkası da, yılın beli zamanlarında Kâbe’yi ziyarete
gelen hacılar dolayısıyla hâsıl olan gelirdi78. Ayrıca, hac ve ticaret için Arap
yarımadasının birçok yerlerinden bir sürü halkın Mekke ve yakınlarına
üşüşmeleri Mekkelileri yarımada halkının, imtiyazlı ve adil saymalarına sebep oluyordu .
Her köşeden her bucaktan
insanlar Mekke’ye -Beytü’l- Haram’a- geliyorlardı. Orada Hac mevsiminde ve
kurulan panayırlarda buluşuyorlar, karşılaşıyorlardı. Haram ayların
gölgesindeki havayı teneffüs ediyorlardı79.
Arabistan’ın değişik
bölgelerinde ve bu arada Mekke çevresinde genellikle hac mevsimi ve haram aylar
dikkate alınarak peş peşe kurulan panayırların (evsâku’l-Arab), yanmada için
olduğu gibi Mekke ticareti açısından da büyük önemi vardı. Mekkeliler bu
panayırlara iştirak etmekte ve önemli miktarda gelir sağlamakta idiler80. Bunun için
hacılara kolaylık göstermek ve onlann hacca ilgilerini artırmak gerekiyordu81 ve Kureyşliler
bölgedeki diğer pazarlar kadar, Mekke ve Mekke yakınındaki Arafat’ta yılın
belli zamanlarında gerçekleşen Hac ve ona eşlik eden panayır faaliyetlerinin de
güvenliğini ve organizasyonunu üstlenmişlerdi82. Hacıların ve ziyaretçilerin yiyecek, içecek
ihtiyaçlarıyla, Kâbe’nin bakımıyla alakalı durumlar Kureyşliler’in sorumluluğu
altındaydı ve bu görevlerin paylaşımı Kureyş kabilesi içerisinde kavgalara
sebep olacak derecede mühimdi83.
Asıl amacı ticaret olan bu
panayırlarda değişik kültürel faaliyetler de icra edilirdi84. Siyasi ve sosyo- kültürel açıdan da oldukça
önem taşıyan, bir kısmı uluslararası mahiyetteki bu panayırlarda çeşitli
milletlere mensup tacirler ve Arap kabileleri bir araya gelir, alışveriş
yapılır, ilişkiler geliştirilir85, halkın bu panayıra ve hacca fazla ilgi
duymasını temin ve teşvik maksadıyla şiire, güzel ve dokunaklı söz söylemeye
vesâir İnsan kabiliyetlerini ortaya çıkarmaya hatta dava ve şikâyetlerin
görülmesine mahsus yerler ve bunlara bakacak hakemler ve hâkimler tayin
edilirdi ki bir taraftan alış-veriş edilirken diğer taraftan şiirler, nutuklar
söylenir ve bunların en iyileri halka duyurulur, esiri olanlar onu kurtarmaya,
şikâyeti olanlar onu hallettirmeye çalışırdı. Arap edebiyatında yedi askı
adıyla anılan meşhur kasidelerin bu panayırlarda beğenilerek ün aldıkları
söylenir86.
Velhasıl insanların en kalabalık toplandıkları yerler bu çarşılar olduğundan
Arabistan kamuoyunun nabzı mesabesindey diler11 \
İslam öncesi Arabistan
panayırlarının sayısı hakkında 10 ile 15 arasında değişen rakamlar
verilmektedir. Panayırların ve çarşıların en önemli özelliği herkese açık
olmasıdır. Çarşının hâkimiyetini elinde bulunduran kimsenin öne sürdüğü bazı
ticari özel şartlar dışında çeşitli ülkelerden gelen veya farklı dinlere mensup
olan kimseler arasında herhangi bir ayrım yapılmamaktaydı .
Her sene Zilkade ayının başında
Ukaz panayırı kurulur, yirmi gün devam ederdi. Halk yarımadanın her tarafından
hatta bazen îran ve Bizans’tan buraya akın akın gelir, mallarım satar
ihtiyaçlarını satın alırdı. Daha sonra yirmi Zilkade’de Mecenne panayırına
gidilirdi. Bu panayır, yirmi Zilkade’den otuz Zilkade’ye kadar sürer, bu
Mecenne panayırı da sona erdikten sonra Zülmecaz panayırına gidilir, burada
Zilhicce ayının başından onuna kadar kalınır, on Zilhicce’de Mekke’de
toplanılır, Kâbe tavaf edilir ve hac ödevi yerine getirilirdi .
Arapların bundan başka,
Dümet’ül-Cendel, Tâif, Bosra... gibi ticaret mallarının alınıp satıldığı meşhur
Pazar yerleri de olmakla beraber daha yaygın, kalabalık ve uzun süreli olanı
Ukaz’daki idi. Bu umumî pazara halk, her taraftan koşup gelerek hurma ağaçlarının
gölgelerinde çadırlar kurup alış-veriş ederlerdi*14.
Hac mevsimine katılanlar,
onunla ilgili ibadetleri yerine getirenler ve panayırlara katılanlar, yukarıda
da ifade edildiği gibi, yalnız Mekke bölgesinin ve Hicaz ülkesinin ahalisiyle
sınırlı değildi. Sonra müşrik Araplara da mahsus değildi. Aksine oraya en uzak
bölgelerden, Yemen’den, Necd’den, Şam’ın yaylalarından sökün edip gelenlerin
haddi hesabı yoktu. Yanı sıra oraya katılanlann İçinde hanif dinine mensup
muvahhidler olduğu gibi, Sahiller, Hıristiyanlar ve Yahudiler de vardı.
Ticaret, misyonerlik, övünmek, hitabette bulunmak, kasideler söylemek amacıyla
gelenlerin yanında Hac mevsimi ve oluşturduğu güven ortamı dışında hiçbir
şekilde çözülmesi mümkün olmayan problemlerin çözümü için gelenler de vardı.
Buna ilave olarak çoğunluk, Araplar arasında genel olarak saygı duyulan Kâbe’yi
ziyaret etmek ve Hac ile ilgili ibadetleri yerine getirmek için geliyorlardı87.
Bu olayların ve eylemlerin
hepsinde sosyal görüntü ağır basmakta ve güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır.
Bütün bu faaliyetler, Özellikle de peygamberlikten önceki dönemlerde, bir
harekete ya da ulusal, siyasal, sosyal, fikrî ve edebî bir kalkınmaya zemin
hazırlamıştır .
Bölümü sonlandırmadan önce, ticarî
amaçla kurulan panayırlardaki kültürel faaliyetlere ve Hz. Peygamber’in de bu
faaliyetlere katılmış olduğuna dair bir misal olarak şu hadiseyi zikretmek
istiyoruz:
İslam döneminde Medine’ye gelen
îyad kabilesi heyetine Hz. Peygamber Kus b. Saide’yi sormuş ve O’nun vefat
ettiğini öğrenmiştir. Kus b. Saide ise, Hz. Peygamber’in Ukaz panayırında
dinlediği ve çok beğendiği bir hutbenin sahibidir. İşte Hz. Peygamber tevhid
inancına vurgu yaptığı için çok beğendiği bu konuşmayı, kendisini ziyarete
gelen bu kabileye hatırlatmış ancak ezberlemediğini söylemişti. Bunun üzerine
orada bulunan ve kendisi de Kus b. Saide’yi o panayırda dinlemiş olan Hz.
Ebubekir hutbeyi ezbere okumuştu .
Bu hutbe, içeriği açısından
önem arz eder. Arapların putperest inançlarım yeren ve onları tevhid anlayışına
çağıran bir hutbe olmasına rağmen, düzenlenen bir panayırda seslendirilmiş
olması, bu panayırların farklı kültür ve dinî anlayışların bir araya geldiği
önemli bir merkez olduğunun açık bir işaretidir. Hutbe şöyledir:
“Ey İnsanlar! Geliniz,
dinleyiniz; dinlediklerinizi belleyiniz ve ondan faydalanınız, ders alınız.
Gerçek şudur ki, yaşayan ölür; ölen yok olur. Olacak olur, yağmur yağar, otlar
biter, çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi
mahvolup gider. Olayların ardı arkası kesilmez, birbirini takip eder.
Kulak veriniz, dikkat ediniz,
gökte haber var, yerde ibret alınacak şeyler var. Yeryüzü bir sarayın döşemesi,
gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden
gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar, yoksa orada
bırakılıp uykuya mı dalıyorlar?
Yemin ederim, Allah’ın bir dini
vardır ki, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir; Allah’ın gelecek bir
peygamberi vardır ki, onu gelmesi pek yakındır. Gölgesi üzerinize gelmiştir. Ne
mutlu o kimseye ki, ona inanıp doğru yolu bulur. Ne yazık o talihsize ki, ona
karşı gelip isyan eder. Yazıklar olsun ömürleri gaflette geçenlere!
Ey îyad kabilesi! Hani
babalarınız ve dedeleriniz, hani süslü köşkler ve taştan evler yapan Ad ve
Semud kavmi? Hani dünya varlığına aldanıp da kavmine “Ben sizin en büyük
rabbinizim” diyen Firavunlar, Nemrutlar! Onlar sizden daha zengin ve daha güçlü
değiller miydi? Bu toprak onları değirmende öğütüp toz etti, yok etti.
Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini,
yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor! Sakın onlar gibi etmeyin; onların
yolundan gitmeyin. Her şey geçicidir. Kalıcı olan ancak Allah’tır ki, eşi ve
benzeri yoktur. Tapılacak ancak O’dur. Doğmamıştır ve doğurmamıştır. Evvel
gelip geçenlerden bizim ibret alacağımız şey çoktur.
Ölüm ırmağının gidecek yerleri
var, ama çıkacak yerleri yoktur. Büyük-küçük, genç- yaşlı herkes göçüp gidiyor.
Giden geri dönmüyor. İyice anladım ki, herkese olan bana da olacaktır.. -”88
1. 2. HZ. PEYGAMBERİN
İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMDA YER ALAN BELLİ BAŞLI İNANÇ GRUPLARI
2.1. MUVAHHİDLER
Araplar içinde düşünen birtakım
İnsanlar, hemcinslerinin cansız birtakım taşlara perestiş etmelerinden istikrah
ediyorlar ve putperestliğe muhalefet ediyorlardı89 90 91. Onlar için putlara
tapmak, aşağılık bir tutumdan başka bir şey değildi . Bazı hükümlerinin tahrif
olduğuna kani oldukları Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavi dinlerden de
uzak duran bu insanlar , Hz. İbrahim’den kalma bir takım inanç ve ibadet
geleneklerine bağlı oldukları bilinen92 ve “hanifler” olarak tanınan kimselerdi ki
Kur’an da93 94, 'putlara tapmayan,
Yahudi ve Hıristiyan olmayan, ibadet edilmesi gereken yalmzca bir tanrının var
olduğuna inanan’ bir cemaat şeklinde zikredilmektedirler .
Hanifler, putlara tapmadıkları
gibi, putlar adına kurban edilen hayvanların etini yemekten de sakınıyorlardı.
Şarabı kendilerine yasaklamışlardı. Allah’ın yarattığı şeylere nazar edip bu
konuda tefekkür ediyorlardı. Hacca dair bazı ibadetleri de yerine getiriyorlar95, cenabet halinde
gusletmeyi ve hayızlı kimseden uzak durmayı gerekli görüyorlardı96. Rivayetlerden
anlaşıldığı üzere, inzivaya çekilmeyi adet haline getiren, dünya hayatından el
etek çekmiş bir cemaat olarak vakitlerini yegâne tanrıya -İbrahim ve İsmail’in
tanrısına- ibadet etmekle geçiriyorlardı .
îbn Hişam, “hanifler” olarak
bilinen bazı kimseler hakkında bize şu bilgileri nakleder:
“Kureyş kabilesi, her yıl
kutladıkları bir bayram gününde, türlü ibadetlerini yanında eda ettikleri bir
putun etrafında bir araya geldiler. Onlardan dört kişi, kabileden ayrı biryerde
toplandılar. Bunlar, Luey oğlu Ka’b oğlu Murre oğlu Kilab oğlu Kusay oğlu
Abduluzza oğlu Esed oğlu Nevfel oğlu Varaka, Huzeyme oğlu Esed oğlu Duhan oğlu
Ganm oğlu Kebir oğlu Murre oğlu Sabire oğlu Ya’mer oğlu Riab oğlu Cahş oğlu
Ubeydullah ki onun annesi Abdulmuttalib’in kızı Umeyme’dir-, Kusay oğlu
Abduluzza oğlu Esed oğlu Huveyris oğlu Osman ile Luey oğlu Ka’b oğlu Adiyy oğlu
Rizah oğlu Riyah oğlu Kurt oğlu Abdullah oğlu Abduluzza oğlu Nufeyl oğlu Amr
oğlu Zeyd’dirler. Birbirlerine dediler ki: ‘Allah’a yemin olsun, kavmimizin
yolu yol değildir. Onlar, dedeleri Hz. İbrahim’in dininden saptılar. Etrafında
dönüp durduğumuz bu taş parçası da nedir? O, ne duyar, ne görür; ne zararı ne
faydası var. Biz kendimize bir din arayalım. Allah’a yemin olsun, müntesibi
olduğumuz şu din doğru bir din değildir.’ dediler. Sonra, hanifliği yani Hz.
İbrahim’in dinini aramak üzere herbiri farklı memleketlere dağıldılar .”
îbn Hişam’m isimlerini
zikrettiği bu kimselerden biri olan Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Hz.
İbrahim’in dinini bulma arzusuyla Mekke’den çıktı. Hıristiyanların papazlarına
ve Yahudilerin hahamlarına danıştı ve bu şekilde Musul’u ve Cezire bölgesini,
Suriye’yi gezip dolaştı. Nihayet, Belka bölgesinde bir tepede yaşamakta olan
bir papazın yanma geldi. Zeyd papazdan, Hz. İbrahim’in dini olan hanifliği
sordu. Papaz O’na, kendi memleketinde, bir peygamberin gelme vaktinin
yaklaştığını, o peygamberin aradığı İbrahim diniyle gönderileceğini haber verdi97 98. O, Yahudi hahamları ve Hıristiyan papalarına
mülaki olmakla beraber onların telakkiyatmdan hoşnut kalmamış, “Hz. İbrahim’in
dinine sülük ediyorum” demekle iktifa etmişti99.
Buhârî’de geçen bir rivayete
göre, Kureyş’in verdiği bir davette, Hz. Peygamber’in onunla görüştüğü
anlaşılmaktadır100.
Rivayete göre, Hz. Peygamber, Zeyd b. Amr b. Nufeyl ile bir araya geldi. Bu
olay ise, daha Hz. Peygamber’e vahiy indirilmeden önce idi. Hz. Peygamber,
orada Zeyd b. Amr’a içinde et yemeği bulunan bir sofra takdim etti fakat Zeyd,
bu yemeği yemeyi reddetti ve anlaşıldığı üzere, o daveti gerçekleştiren Kureyş
topluluğuna dönerek “Ben sizin putlarınız için kesmiş olduğunuz hayvanların
etlerinden yemem, ben ancak üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilen kurbanın
etini yerim” demiştir .
Bİr diğer hanif olan Varaka da
başlangıçta Zeyd gibi muvahhidlerdendi. Zeyd’le birlikte putlara tapınmayı
reddederek İbrahim’in dinini aramak üzere Şam’a kadar gitmiş; bu esnada Yahudi
ve Hıristiyanların kutsal kitaplarım okuma fırsatı bulmuş ve daha sonra
Hıristiyanlığı kabul etmişti101.
Kütüb- i Semaviyyeyi Ehl- i Kitaptan, bilir kimselerin sözlerinden öğrenmişti102 103. İbranice yazı bilmekteydi ve Incil’den de
Allah’ın dilediği miktarda bazı şeyleri ibranice yazabiliyordu . Onun Incil’i
ezbere bildiği de ifade edilmiştir104.
Varaka Hz. Peygamber’in eşi Hz.
Hatice’nin amcasının oğludur. Hz. Peygamber, kendisine ilk vahiy inzal
buyrulduğu zaman, bu ne olduğunu anlayamadığı ve kendisini ürküten tecrübeyi
önce Hz. Hatice’ye söylemiş, Hz. Hatice de Hz. Peygamber’i Varaka’ya
götürmüştü. Hatice ‘Ey amcamın oğlu! Dinle bak, kardeşinin oğlu neler söylüyor’
deyince, Varaka Hz. Peygamber’e ‘Neler görüyorsun ey kardeşimin oğlu?’ diye
sordu. Hz. Peygamber ise, ne gördüyse anlattı. Varaka da O’na, ‘Bu, Musa’ya
gelen Namus’tur. Keşke ben, kavmin seni yurdundan çıkaracağı zaman, gençlik
zamanlarımda olsam, sağ olsam..’dedi. Hz. Peygamber, ‘onlar beni yurdumdan mı çıkaracaklar?’
diye sorunca Varaka, ‘Evet’ dedi ‘Senin getirdiğin şeyin mislini getirip de
düşmanlığa uğramamış hiç kimse yoktur. Eğer ben, o güne kadar yaşarsam, senin
yanında durur sana yardım ederim.’
Bu rivayetlerden
anlaşılmaktadır ki Varaka, Hz. Peygamberin ‘bir peygamber olduğunu’ ifade eden
ilk kişidir. Bu rivayetlerden anlaşılan bir başka şey ise, O’nun kutsal kitap
bilgisine, vahiy ve peygamberlik gibi konulara olan vukufıyetidir.
İslam kaynaklarında hakkında
fazla bilgi verilmemesi, onun kapalı bir şahsiyet olarak kalmasına yol açmış ve
bu durum, hakkmdaki spekülatif yorumlan da beraberinde getirmiştir. Hz.
Peygamber ile bir defadan fazla görüştüğüne dair kaynaklarda açıklayıcı/sarih
bilgi bulunmayan Varaka’nın, Mekke döneminde Hz. Peygamber’i dini ve fikri
anlamda etkileyen kimselerden olduğu öne sürülmektedir .
Ubeydullah, peygamberin
halasının oğluydu. Kavminin inanç ve ibadetlerine katılmamıştı. Hz. İbrahim’in
dinini aramak üzere çıktığı seyahatte çeşitli ülkeleri gezmiş ancak, bu konuda
sağlam bir sonuca varamamıştı . Hangi din üzere olması gerektiğine bir süre
karar veremeyen Ubeydullah sonunda müslüman oldu ve müslümanlarla birlikte
Habeşistan’a hicret etti. Yanında, müslüman olan karısı Ebu Süfyan kızı Ümmü
Habibe vardı. Ubeydullah Habeşistan’a varınca Hıristiyan olup Müslümanlıktan
ayrıldı. Sonunda orada Hıristiyan olarak öldü105.
Onunla alakalı olarak îbn Hişam
şu rivayeti de nakletmektedir: Cahş oğlu Ubeydullah, Hıristiyan olduktan sonra
Habeşistan’da bulunan sahabîlere, “Biz gözlerimizi açtık ama siz hala
gözlerinizi kırpıştırıyorsunuz. Biz gördük fakat siz göremiyorsunuz.” demiştir106.
Huveyris oğlu Osman’ın ise,
Bizans imparatorunun yanına gidip orada kendisine yer edindiği, imparatorun
yanında iyi bir makama ulaştığı ve Hıristiyan dinine girdiği ifade edilmektedir107.
îbn. Hişam, Cahiliye zamanında
putperestliğe muhalif olan bu dört isimden başkasını zikretmiyorsa da tarihi
deliller daha başkalarıma da putperestliği terk etmiş olduklarım gösteriyor.
Bunların en meşhurlarından biri, Kus b. Saide’dir108.
Kus b. Saide Arapların
en meşhur hâkim ve hatiplerindendi109. O’nun Arap toplumundaki yaygın putperest
inanca, şirke muhalif bir kimse olduğunu, tevhid inancına bağlılığım ve
Allah’ın yeni bir peygamber göndereceği şeklinde bir beklenti içerisinde
bulunduğunu onun meşhur hutbesinden anlıyoruz110. O, bu hutbeyi Arapların en önemli ziyaret
mekânlarından biri olan Ukaz panayırı esnasında halka seslendirmiş ve onları, her
şeyin yegâne sahibi olan tek yaratıcıya kullluk etmeye davet etmiştir.
Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir,
Kus b. Saide hutbesi esnasında orada bulunmaktaydılar. Hicretten sonra, lyaz
kabilesine mensup bir cemaat Medine’ye geldiğinde, Hz Peygamber onlara Kus b.
Saide’yİ sormuş, onlar da onun vefat ettiğini haber vermişlerdi. Bunun üzerine
Hz. Peygamber, Kus b. Saide’nin hutbesini zikrederek ‘onu dinlemiş olduğunu
fakat ezberlemediğini’ ifade etmiş, orada bulunan Hz. Ebubekir bu hutbeyi
ezberden okumuştur. Hz. Peygamber ise ‘Allah Kus’a rahmet eylesin. Kıyamet
günü, onun ayrı bir ümmet olarak diriltileceğini umarım’ demiştir111.
îbn Hişam’m ismini muvahhidler
arasında zikretmediği fakat Tevhid inancına sahip olduğunu bildiğimiz bir diğer
kimse de TaiPin reisi, Arapların en meşhur şairlerinden biri olan Ümeyye b.
Ebi’s- Salt’dır112.
Ümeyye, cahiliye zamanında geçmiş kitapları okumuş, içkiyi haram saymış,
putlara tapınmaktan kaçınmış ve Hz. İbrahim dinine girmiş bir kimseydi. Okuduğu
mukaddes kitaplardan, Hicaz’da bir peygamberin ortaya çıkacağını öğrenmişti ve
bu peygamberin kendisi olacağı beklentisi içerisindeydi. Bundan dolayı Hz.
Peygamber’e peygamberlik görevi verildiğinde kıskançlığından ötürü Müslüman
olmamıştı113.
Mukaddes kitapları okuduğundan ötürü, Yahudilik ve Hıristiyanlık fikirlerine de
aşinaydı114.
Ümeyye şiirlerinde tek Tanrı
İnancım dile getirir; tabiattaki varlıklardan Tanrı’ııın birliğine deliller
getirir; ahiretten, cennet ve cehennemin ahvalinden bahseder. Bütün bu
düşüncelerini, gençliğinde yazdığı şiirlerinde terennüm etmektedir115.
Ümeyye’nin şiirlerini
dinlemekten memnuniyet duyan Hz. Peygamber116 117 118, onun için,4Ümeyye’nin
şiiri mü’min, kalbi ise kâfirdir’ buyurmuştur
Hanifler okuma- yazma bilen
kimselerdi. Onlar kitapları okuyorlar, gerektiğinde kitaplara müracaat
ediyorlar ve dini mezheplerin önde gelen kimseleriyle görüşüyorlardı. Süryanice
ve îbranice gibi kimi yabancı dilleri biliyorlardı . Onlar, kitaplardan alınmış
olan bilgileri ise Irak, Şam gibi dış ülkelere yaptıkları seyahatler sırasında,
Yahudilerin sinagoglarındaki din adamları ve Hıristiyan rahiplerle yaptıkları
görüşmeler sayesinde edinmişlerdi119. Son peygamberin geleceğini müjdeleyen
Hıristiyanlarla karşılaşmışlardı. Dışarıdaki bazı düşünce ve fikirlere vakıf
olmuşlardı120 ve
oldukça kültürlü bir tabaka teşkil ediyorlardı121.
1. 2. 2. EHL- İ KİTAP
Hicaz şehirlerinde yaşayan
ahali din ve kavim/uyruk olarak, Kur’an ayetlerinin de ilham ettiği gibi,
birkaç çeşitti. Ki bu nitelik, özellikle söz konusu şehirlerin başlıcalan olan
Mekke ve Yesrib için geçerlidir122.
Mekke’de yaşayan Kureyş
dışındaki Arap kabileleri ve azımsanamayacak orandaki Arap olmayan bu
kimselerin çok dikkat çekici ve etkin oldukları söylenemez çünkü yönetim ve
para Kureyş’in hâkimiyetindeydi123.
Derveze’ye göre Mekke’de ikamet
eden söz konusu yabancı azınlığın çoğu Bizans, Süryan ve Suriye
Hıristiyanlarındandı. Şam bölgelerinden gelmişlerdi. Onların buraya göç
etmeleri bazı Kureyş tüccarlarının teşvik edip cesaret vermeleriyle oluyordu,
zira onlar ihtiyaç duydukları sanatkârları ve sınaî faaliyetleri bunlar
aracılığı ile karşılıyorlardı124.
Bu azınlıklar Mekke
liderlerinin hoş karşılama ve cesaretlendirmeleriyle destek görmüşlerdi. Çünkü
Şam ülkeleri Hicaz’a yakın komşuydu ve aralarındaki yolculukların, seferlerin
ardı arkası kesilmezdi. Daha çok eski zamanlarda buralar ve Şam ülkeleri
İsraillilerin hicret yurdu olmuştu. Ayrıca yolcuların da uğrak yeriydi. Zaman
zaman oraya uğrarlardı. Bazen sınaî çalışmalar bazen ticari bazen de
misyonerlik faaliyetleri İçin oraya gelirlerdi125.
Bununla beraber bu yabancılar,
bazen de, başlarına gelen bir felaket yüzünden buraya göç etmek zorunda
kalıyorlardı126 127. Habeşistan’dan,
Yahudi hükümdar Zü Nüvas’ın zulmünden kaçan bazı Hıristiyanların da Mekke’ye
sığındıkları, Mekke’de o sırada iktidarda bulunan Cürhümlü başkan Haris b.
Mu’dad’m onlara eman verdiği ve hatta suçluları cezalandırmak için bir sefer
tertip ettiği şeklideki bilgiler , Mekkelİlerin kendilerine sığınan veya zor
durumda kalan yabancılara iyi davrandıklarına delil olarak zikredilebilir.
Yabancı azınlıkların Bizanslı,
Habeşistanlı, Iraklı, Mısırlı, Şamlı, Süryani ya da îranlı oluşları, hür ya da
köle olmaları bir açıdan da olsa Hicaz halkının özellikle Mekke’nin Şam
ülkeleri, Fars ülkeleri, Mısır, Habeşistan ve Irak ile ilişkileri bulunduğunu
ve ora halklarının da bu iki bölgeyle karşılıklı ilişkiler içinde olduğuna
delil olabilir.128
Şehirde yaşayan farklı
dinlerden insanlar arasında Yahudi ve Hıristiyanlar da bulunmaktaydı.129
Onlar, Mekke ortamında,
Arapların ya da Mekke ehlinin güven ve de itimadım kazanmışlar, dini ve dünyevi
hususlarda soru sorulacak merci konumuna gelmişlerdi. Onlardan bazıları,
kültüründe ve dinsel bilgilerinde üstün bir yere ulaşmıştı, öyle ki Kur’an’m Allah’tan
olup olmadığı gibi konularda, danışmaya ehliyetli ve şahit olarak
gösterilebilecek konumlara gelmiş bulunuyorlardı130.
Vahyin mahiyetine ya da geçmiş
kavimlere, peygamberlere dair kimi durumlarda Allah’ın, ayetlerinde Ehl- i
Kitabın bilgilerini delil olarak zikretmesi ve şüpheye düşenleri Ehl-i Kitaba
yönlendirmesi131
onların Mekke’deki varlıkları ve konumlan hakkında bize bilgi vermektedir.
Onlar genellikle ince duygulu,
yumuşak ahlaklı, hak olduğuna inandıklan şeyde zorluklarla karşılaşsalar da
sebat eden, inançlarını açığa vurmada cesaret sahibi kimselerdi. Onların bu
cesaretleri Peygamber’e uymalarında ve Kur’an’ı duyduklarında, dinlediklerinde
secde edip onun gerçek olduğuna iman etmelerinde; Mekke ehlinin ve güçlü
liderlerin inkârcı tutumlarına aldınş etmeden kendi 167
tavırlarım göstermelerinde
ortaya çıkmıştır.
Ehl-i Kitap içerisinde, vahye
karşı hem olumsuz hem de olumlu132 bir tutum içerisinde olanların bulunduğunu
rahatlıkla söylenebilir. Bu, Kur’an’m onların tavırlarından söz ederken “azı”
(kalil)133,
“çoğu” (ekser)134,
“bir kısmı” (feriğ, taife, ahzab)135 136 gibi
kelimelere yer vermesinden anlaşılmaktadır. Arapça’da bütünün birkısmını ifade
için kullanılan “min” edatı, Ehl- i Kitabı anlatan ayetlerde sıkça
kullanılmıştır137.
Yine, Al-i îmran suresinde yer alan ifadeler de bize, Ehl-i Kitab olan
kimselerin hepsinin aynı kategoride olmadığını açıkça söylemektedir138 139:
“Fakat şunu da bilin ki
onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinden özü sözü doğru ve adaletli öyle bir
topluluk vardır ki, onlar gecenin geç vakitlerinde secdeye kapanarak ‘Allah’ın
ayetlerini’ okurlar. Onlar Allah’a ve Ahiret gününe yürekten inanır, iyiliği
emreder, kötülükten alıkoyurlar, iyi ve hayırlı işlere koşarlar. İşte onlar iyi
kimselerdir. Onların yaptıkları iyi ve hayırlı işler karşılıksız
bırakılmayacaktır. Allah, emir ve yasaklan konusunda sorumlu, 175
duyarlı ve bilinçli
olanları iyi bilir.”
“Şu da bir gerçektir ki,
Ehl- i Kitap içinde, huşu ve büyük saygı ile Allah’a, size ve kendilerine
indirilen kitaplara inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerini basit dünya
menfaatiyle değişmezler. Onların, Rablerİ katında da mükâfatlan vardır. Unutmayın
ki Allah, sizi yakın zamanda hesaba çekecektir.”140
Yukarıda naklettiğimiz iki ayet
de Ehl- i Kitap arasında Hz. Peygamber’in getirdiği kitaba inananların var
olduğuna işaret etmektedir. Yine aşağıda zikredeceğimiz ayetler Ehl- i Kitap
içerisinde yer alan bazı kimselerden övgüyle bahsetmektedir:
“Şimdi sen, (‘Biz
sana... asla inanmayacağız’ diyenlere) de ki: ‘İster inanın ister inanmayın. Şu
bir gerçektir ki, bundan önce kendilerine ilim/kitap verilmiş olanlara bu
Kur’an okunup anlatıldığı zaman, yüzüstü kapanarak secde ederler. Ve Şöyle
derler: ‘Rabbimiz yücelerden yücedir. İşte onun vaadi şimdi açık bir şekilde
gerçekleşmiş bulunuyor? (İşte böyle deyip) ağlayarak tekrar yüzüstü secdeye
kapanırlar ve Kur’an (okundukça) onların sevgi ve saygıları daha da
artar.”
Ehl- i Kitabın arasında olumlu
insanların bulunabilmesinin sebebi, hala Kitab- ı Mukaddes'te bulunan doğru,
bozulmamış ilke ve fikirlerin varlığı 172 olmalıdır
.
Araplar cennet, cehennem,
Öldükten sonra dirilme, kıyamet hakkında ancak Ehl- i Kitaptan duydukları kadar
bilgi sahibiydiler. Bu bilgiler de kalplerinde pek yer etmemişti141. Bununla
beraber, her ne kadar ahiret fikrine sıcak bakmasalar da, İslam’ın ortaya yeni
çıktığı ilk günlerde Peygamber’i destekleyen Yahudi ve Hıristiyanlar’m
Mesihçilik fikirleri, yeni bir dinin çıkışını bekleyen bazı Mekkelileri
etkilemişti142.
îbn İshak, Ehl- i Kitabın,
putperest Mekkelilere cennet, cehennem, kıyamet ve gelecek olan peygamberle
alakalı olarak birtakım şeyler anlattıklarıyla alakalı olarak şu rivayete yer
verir: “Hz. Peygamber’e vahiy gelmeden çok kısa bir süre önce bir Yahudi,
ahiret inancı olmayan putperestlere öldükten sonra dirilme, kıyamet, cennet,
cehennem, hesap ve mizandan bahsetti. Putperest kimseler ise, iddia ettiği bu
şeylerin alametinin ne olduğunu sordular. Yahudi ise bütün bunların t O 1
alametinin yakında gönderilecek olan peygamber olduğunu söyledi.” .
Onların çoğunun ve özellikle
ticaretle uğraşan aristokratlarının kendi atalarının dinlerine olan
bağlılıklarına karşın, dini açıdan az veya çok da olsa bir sarsıntı geçirenler,
kendilerini önceki toplamlardan özel bir şekilde ayıran ve ‘onlardan daha iyi
hidayete getiren7 yeni bir din istiyorlardı. Ehl-i Kitabın ‘Mesih7
inancı Mekkelileri etkilediği ve bu yüzden onların önceki dinleri
benimsemekten ziyade, yeni bir dini tercih etmiş olabilecekleri kuvvetle
muhtemeldir . Çünkü Arap toplumunun bu iki dinin tabiatına uymayan kendine Özgü
bir karakteri vardı ve bu karakter, en azından Arap toplumunun tabiatına
tamamen uygun olduğu söylenebilecek yeni dini kabul etmenin yolunu açmıştır .
Onlar böylece, önceki iki ümmetten ‘daha iyi ve daha doğru yolda olmayı7
ümit ediyorlardı143.
Bazı Mekkelilerin, Yahudi-
Hıristiyan modelinde yeni bir din arayışı veya beklentisi içinde oldukları
Kur’an- ı Kerim7İn ifadesinden çok net bir şekilde anlaşılmaktadır: “Müşrikler
hep derlerdi ki: ‘ Bizim de elimizde önceki kavimlere verilen kitap gibi bir
kitap bulunsaydı, biz de Allah’ın gönlü temiz, saf kullarından olurduk? Şimdi
ise kendilerine gelen kitabı inkâr ettiler, fakat yakında anlayacaklar?’144 Bu durum
kısmen Yahudi ve Hıristiyan fikirlerinin Arap toplumuna sızmasının bir
sonucudur ve yine bu durum o zamanın daha aydın kişileri arasında ve belki de
gruplar arasına dini bir hararetin varlığını gösterir145.
Ayrıca müşrik Arapların sık sık
Kur’an’ı ‘Önceki toplumların masallarını anlatıyor7 diye suçlaması,
birçok Arabm Yahudi- Hıristiyan geleneğini bildiğinin açık bir delilidir146. Bununla beraber
müşrik Arapların, “Eğer O gerçekten peygamber ise, önceki toplamlara
gönderilen peygamberlerin yaptığı gibi, onun da bize somut bir
mucize göstermesi gerekir” şeklindeki
sözleri onların Ehl- i Kitap vasıtasıyla geçmiş peygamberlere dair bilgilerden
de haberdar olduklarına işaret eder147 148.
Aynı meyanda bir diğer ayet de Kasas suresinde geçmektedir: “Bununla
birlikte, kendilerine tarafımızdan hak peygamber gelince, ‘Ona verilen (bu
Kur’an), Musa’ya verilen (Tevrat) gibi toptan verilseydi ya!’ derler. Peki
onlar Musa’ya verilen kitabı inkar etmemişler miydi? ‘Bunlar (Tevrat ve Kur’an)
birbirlerini destekleyen iki sihir ve tılsım kitabı! ’ deyip, ‘Biz aslında
bunların hiçbirine inanmıyoruz.’ dememişler miydi?”149
Bütün bu ayet ve rivayetlerden,
Ehl- i Kitaptan kimselerin, Hz. Peygamber’in yaşadığı toplum içerisinde yer
aldıkları, toplum tarafından kabullenildikleri ve zaman zaman örnek olarak
görüldükleri, yine Arap toplumu üzerinde etkili oldukları sonucu çıkmaktadır150.
1. 2. 2.1. YAHÜDÎLER
İslam’ın ortaya çıktığı dönemde
Arap yarımadasının dört köşesinde Yahudileri görmekteyiz151. Onların Arap yarımadasına girmesi, göçler ve
ticaret yoluyla olmuştur152.
Onların, Araplar ile, epeyce
sık ve sistemli diyebileceğimiz uzun zaman süren temasları olmuştur. Örnek
olarak, Mekkeliler, (Kur’ an’ da belirtildiği gibi) kendilerine ve atalarına
öldükten sonra dirilme hakkında birçok şeyler anlatıldığını söyleyebiliyorlardı153 ki, bu ifadeleri
Nemi suresinde görmek mümkündür:
“Üstelik onlara,
ahiretin varlığı hakkında sürekli bilgi de gelmektedir. Fakat onlar, bu konuda
yine de şüphe içindedirler. Daha doğrusu, (hakikatlere karşı) kördürler.
Diyorlar ki: ‘Biz ve atalarımız, Ölüp toprak haline geldikten sona tekrar mı
dirileceğiz? Bize yapılan bu tehditler atalarımıza da yapılmıştı. 195
Bunlar eskilerin masallarından
başka birşey değildir? ”
Yine bu yüzdendir ki Kur’an,
Hz. Musa’nın Kitabının, Mekkelilere ne kendilerinin ne de atalarının
bilmedikleri şeyleri öğrettiğini hatırlatabiliyordu154.
Hamidullah, Mekke’de hemen
hemen hiç Yahudi bulunmadığım söylemektedir. Fakat bu bölgede her yıl
düzenlenen fuarlarda, özellikle Ukaz’da, Yahudilerin sadece ticari alışverişler
yoluyla değil, kaybolan ve saklanmış şeylerin nerede olduklarım keşfeden
insanlar olarak da bolca paralar kazandıklarını, aynı zamanda ‘Ehl-i Kitab’ bir
ulus olarak ümmi Arapların gözünde nüfuz ve itibar sahibi olduklarını ifade
eder155. Bununla
beraber kaynaklarda Mekke’de yaşayan Yahudilere dair az da olsa rivayetler
bulunmaktadır.
îbn İshak, Kureyşlilerin
Kabe’nin temelinde ya da başka bir makamında Süryanice bir yazı bulduklarını,
yazıyı okuyamadıkları için ne olduğunu bilemediklerini, bunun üzerine bir
Yahudi’nin yazıyı okuyup onlara anlattğmı bildirir156.
Edine/ Ezine adlı bir Yahudi
Abdulmuttalib’in koruması altında Mekke çarşılarında ticaret yapmaktaydı.
Abdulmuttalib’in nadimi konumunda olan Harb b. Ümeyye ise bu yahudiden hoşnut
olmadı ve onu öldürttü157.
Mekke’yi mesken edinmiş
Yahudİlerİn varlığına dair kaynaklarda tatmin edici rivayetlerin olmaması,
Mekke’de İsrailli hiç kimse bulunmadığı anlamına gelmez. Hatta onların var
olduğuna işaret eden ayetler de vardır158:
“Şüphesiz ki bu Kur’an,
alemleri Rabbi olan Allah tarafından indirilmiştir. Onu Güvenilir Ruh (Cibril-
i Emin) indirdi. Tam da senin kalbine. Böylelikle sen de (diğer peygamberler
gibi) uyarıcılardan biri olasın. Hem de açık bir Arapça ile. Bu Kur’an özü
itibariyle öncekilerin kitaplarında da mevcuttur. İsrailoğullan bilginlerinin
bu hususu bilmeleri, küfürde direnenler için (Kur’an’ın vahiy eseri olduğuna
dair) bir delil değil midir?”159
“Peki ya bu Kur’an Allah
katından gönderilmişse, siz de böyle bir kitabı inkar ediyorsanız, üstelik
İsrailoğullanndan bu şekilde vahiy ve peygamber geldiğine tanıklık eden birisi
ona inanmışsa ve siz buna rağmen hala kibirlenip böbürlenerek onu inkar
ediyorsanız söyleyin, sizin haliniz ne olacak, hiç düşündünüz mü? Unutmayın ki
Allah, zalimleri (zulüm yolunu tercih ettikleri sürece) asla doğru yola
iletmez.”160
Mekkelilerin, Yahudilerle
ilişkileri söz konusu olduğunda ise, Medine’de mevcut bakımdan çok sayıda
bulunan Yahudilerin çeşitli maksatlarla Mekke’ye geldikleri ve halkla ilişkiler
kurduklarını tahmin etmek zor değildir. Çünkü aynı bölgede yaşayan iki şehir
halkının birbiri ile görüşmemesi ve ilişki kurmaması mümkün değildir161.
Mekkelilerin bu münasebetlerine
dair bir rivayet kaynaklarda şu şekilde yer almaktadır: Hz. Peygamber, eski
kavimlerin başına gelenlerle alakalı kıssaları zaman zaman Kureyşlilere
anlatıyordu. Nadr b. El- Haris adlı bir kimse İse, Hz. Peygamberim bu anlattığı
kıssaların daha güzellerini kendisinin bildiğini söyleyerek Mekkelilerin
dikkatini çekmeye çalışıyor ve Hz. Peygamber’i engellemeye çalışıyordu162 163. Bazen de Kureyşlileri Hz. Peygamber’e geçmiş
ümmetler, yaratılış..vs konularda sorular sormaya teşvik ediyor, Hz.
Peygamber’i, bilemeyeceğini düşündüğü sorularla küçük düşürmeye çalışıyordu .
Nadr, beraberinde Ukbe b. Ebi Muayt olmak üzere Mekkeli müşrikler tarafından
Medine’ye, Yahudi âlimlerin yanma gönderilmişlerdi. Müşrikler, bu iki kişi
aracılığıyla Yahudi âlimlere Hz. Peygamber’i sorup, bilgi almaya çalıştılar.
Yahudiler, onlara, Hz. Peygamber’i test etmek için, O’na bazı sorular
sormalarını söylediler ve onlara geçmiş milletlere dair bir takım kıssalar
anlattılar. Nadr ve Ukbe geri döndüklerinde, Yahudilerden öğrendikleri işte bu
kıssalarla Hz. Peygamber’i denemeye kalktılar164.
Mekke halkı Hz. Peygamber’e
rulı’un mahiyeti hakkında da sorular soruyorlardı165. Bu soruyu sormalarını ise onlara Yahudiler
söylemişti çünkü onlar, Yahudilere müracaat edip 'Bize bir şey verin de şu
adama soralım’ demişlerdi. Bunun üzerine onlar Hz. Peygamber’e gelip ruhu
sormuşlar ve “Ey Peygamber! Sana ruhun mahiyeti hakkında soruyorlar. De ki:
'Ruh, Rabbimin bileceği bir iştir. Size bu konuda çok az bilgi verilmiştir’ ” ayeti166 nazil olmuştu167.
Kur’an- ı Kerim’de de geçtiği
üzere Yahudilere, onlar için kutsal kabul edilen Tuva vadisine vardıklarında
ayakkabılarını çıkarmaları emredilmiştir . Yahudiler zaman zaman, kutsal kabul
ettikleri bir mekân olan Kâbe’yi de ziyarete geliyorlardı ve hürmetlerinden
ötürü Kâbe’ye yaklaştıklarında Tuva da emredildikten gibi ayakkabılarını
çıkarmayı gerekli görüyorlardı168 169.
Bu rivayet de onların Mekke’de görüldüklerine dair bir işarettir.
Abdulmuttalib, Allah kendisine
on tane oğul verdiği takdirde onlardan birini kurban edeceğine dair yemin
etmişti. Bu dileği kabul olan Abdulmuttalib, oğullarından Abdullah’ı kurban
etmeye karar verdi fakat kabilesinden kimseler ona engel oldular. Medine’de bulunan
Yahudi bir kâhine gitmesini, durumu ona anlatmasını ve o bu durumda ne
yapılması gerektiğini söylerse onu uygulamasını söylediler. Medine’ye gittiler
fakat kadının Hayber’de olduğunu öğrendiler. Nihayet kadını buldular ve
meseleyi bu kadın sayesinde çözdüler .
Hayberli Yahudilerle
Mekkelilerin sıkı ekonomik bağlan onların arasında evlilik bağlannın da
oluşmasına sebep olmuştu. Hz. Peygamber’in büyük dedesi Haşim ve kardeşi
Muttalib’in böyle evlilikler yaptıktan bilinmektedir170. Yahudi bir kadınla evlenmiş olan Haşim’in, o
kadından Seyfİ ve Ebu Seyri adında iki çocuğu dünyaya gelmişti. Haşim, Yahudi
bir kadından çocuğu olan tek Kureyşli de değildir ki îbn Habib, ‘Yahudi
kimseden doğan çocuklar’ başlığı altında buna dair isimleri tek tek
zikretmiştir171.
Yahudi yerleşim yerlerine
diğerlerine nazaran daha uzak bir yerde meskûn olan Kureyşlilerin onlardan kız
alabilmeleri, doğal olarak Yahudilerle yan yana ve hatta iç içe yaşayan
Arapların Yahudilerle kolaylıkla evlenebildikleri anlamına gelir. Bu
evliliklerin, îsraİloğullanna, Babil’e, Mısır’a, Yunan ve Roma’ya, Eski
İran’a... dair anlatılan pek çok efsanenin, büyü, uğursuzluk gibi batıl
inançların, çeşitli tedavi tekniklerinin ve bunların dışında hayatın birçok
yönüne ait kültürün, dilden dile dolaşarak, dolaştıkça değişerek, başkalaşarak,
uzayıp kısalarak Araplar arasında da yayılmasına yol açacak bir etkiye sahip
olduğunu düşünmek kabul edilebilir birşeydir172 çünkü kültür etkileşiminde, farklı kültürlere
mensup ailelerin kurdukları akrabalık bağlan önem arzetmektedir173 174 175.
Mekkelilerİn Yahudilerle temas
halinde olduklannın işareti olarak da bir çok ayet sıralanabilir. Şöyle ki
Kur’an, Araplarla tartışmaya girerken, onları davet ederken ve eleştirirken
birçok defa kitap ehlini -ki Yahudiler de buna dahildir-, semavi kitapları,
Musa’nın sahifelerini, İsraillileri ve onlann bilginlerini açıkça şahit olarak
göstermektedir.
Allah, îsrailoğullarını anlatan
ayetleri müteakip, Yunus suresi 94. ayette şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber!
Bizim sana indirdiğimiz (Musa ve Nuh ile ilgili kıssalara dair verdiğimiz) bir
kısım bilgilerden herhangi bir şüphen varsa, senden öncekilere verdiğimiz
kitapları okuyanlara sor. Andolsun ki, sana 217
Rabbinden gelen,
gerçeğin ta kendisidir.”
Yukarıdaki ayetlerin yanında, “Yoksa
ona Musa’ya ve (Rabbine verdiği sözde) vefalı İbrahim’e verilen sahifelerdeki
bilgiler de mi ulaşmadı?” şeklindeki ayet de, Kur’an’ı dinleyen Arapların
ve onlann eşrafının, Yahudilerİn kitaplarından ve bilgilerinden haberdar
oldukları176, bu
bilgi kaynaklarına güvendikleri, az ya da çok onlardan etkilendikleri anlamına
gelmektedir177.
Her ne kadar Mekke’de
Yahudilerİn yaşadığına dair pek rivayete rastlayamasak da Mekkeliler sureta da
olsa Yahudiliği biliyorlardı, müşriklerin ve Yahudilerİn inançlarında kimi
ortak noktalar bulunuyordu. Hz. İbrahim ve ondan kalan gelenekler bu ortak
noktaların başında geliyordu. Belki de bu yüzden olacak,
Kur’an- ı Kerim’in,
îsrailoğullanmn hikâyesini en detaylı anlatan suresi olan Taha suresi Mekke’de
nazil olmuştur178 179
Derveze, Peygamber’in
Risâletten önceki çevresinde, Yahudi dindarlığın geniş alanlara yayılmamış
olmasının, Arapların onun etkisinde kalmadığı anlamına 222
gelemeyeceğini, Arapların büyük Ölçüde
onlardan etkilendiğini iddia eder .
Cahiliye Arapları içerisinde
cenabet halinde gusletmeyi ve hayızlı kimseden uzak durmayı gerekli gören
kimseler vardı ve bunlara uymak ya dindar kimselerin ya da Yahudilerin
etkisinde kalmış olan muvahhidlerin özelliklerinden sayılmaktaydı180.
Cahiliye döneminde, Arap
erkekleri adet zamanındaki kadınla bir odada oturmaz, onunla aynı sofrayı
paylaşmaz, yemez içmez ve hatta bu hali geçinceye kadar kadını evden bile
çıkarırlardı181 182. Onların bu tutumu
ise Yahudilerin bu konudaki tutumlarının aynısıdır.
Cahiliye toplumu üzerinde
Yahudi etkisinin bir başka işareti ise, Araplar arasında kabul gören “sükût
orucu”dur. Cahiliye Arapları bir gün boyunca hiç konuşmuyor ve bunu ibadet
sayıyorlardı .
Muhtemelen Yahudi veya
Hıristiyanların adetlerinden etkilenen bazı sahabîler Ramazan geceleri cinsel
ilişkinin caiz olmadığını zannediyorlardı183. Bir gün Hz. Ömer, yatsıdan sonra hanımıyla
ilişkide bulundu ve hemen pişmanlık duyup Hz. Peygamberin huzuruna geldi, özür
beyan etti. Derken orada hazır bulunanlardan birtakım kimseler de yatsıdan
sonra aynı şeyi yaptıklarını itiraf ettiler. Bunun üzerine ise Bakara suresi
187. ayet nazil oldu184.
Bütün bunlar göstermektedir ki,
Yahudilerin dini, kültürel, sosyal ve ekonomik olarak toplumdaki konumları da
Arapların yaşamları üzerinde etkili olmalarım sağlıyordu .
Bununla beraber, Arapların
İslam’ın kullandığı dile aşina olduğunu görüyoruz. Hz. Muhammed’in içinden
çıktığı Arapların bu aşinalıkları ise, onların, bir taraftan Hz. İsmail ve Hz.
İbrahim geleneğinden haberdar olmaları ve her ne kadar doğrudan tevhidi çizgiyi
benimsemeseler bile gelenekler çerçevesinde bu iki tevhid öncüsü peygambere
saygı duymalarından, diğer yandan hemen yanı başlarında bulunan Medine
Yahudileri ile olan ilişkilerinden olsa gerektir .
Yahudilerin Hicaz’da daha doğru
bir ifade ile Yesrib ve çevresinde kitleleşmesi ise, Peygamberlikten kısa
sayılamayacak bir zaman önce gerçekleşmişti. Bunun delili ise Yahudilerin bu
bölgede sosyal, ekonomik, zirai, yerleşim ve güç açısından önemli bir konuma
sahip oluşlarıdır.
Kur’an çerçevesi dışına
çıktığımızda, Hicaz Araplannm özellikle de Yesrib’dekilerinin Yahudileştiğini
belirten bir takım rivayetlerle karşılaşırız. Bunlara göre İsraillilerle
Araplar arasında soy ilişkileri meydana gelmişti. Bu nedenle Yahudi lerden
dayıları olan Araplar vardı .
Medine’de yaşayan Araplar
arasında cari olan bir adet vardı. Çocuğu olmayan Medineliler, eğer Allah
kendilerine bir çocuk verirse onu Yahudilerin yanma vereceklerine dair yemin
ediyorlardı. Medine’de işte bu geleneğin bir sonucu olarak Yahudileşmiş bazı
Arap çocukları bulunuyordu185
186 187.
Ensardan, ölü doğum yapan bir
kadın, hamile kalınca kendi kendine, şayet çocuğu yaşarsa onu Yahudi yapacağına
dair niyet etti. Sonra bu çocuk doğdu ve kadın da sözünü yerine getirdi.
Anlaşıldığı üzere, çocuk Yahudi kabilesi olan Nadiroğullarmdan bir kimseye
verilmişti ve daha sonra Nadiroğullan Medine’den çıkarıldıkları zaman bu
durumda olan çocukların aileleri çocuklarının Yahudi olan Nadiroğullarıyla
beraber gitmesini istemediler ve ‘Biz çocuklarımızı bırakmayız’ dediler. Fakat,
Allah ‘Dinde zorlama yoktur...’ şeklindeki ayetini nazil buyurdu ve ailelerin
bu konudaki talebi reddedilmiş oldu .
Medine ahalisi, ova üzerinde
karmakarışık bir vaziyette yerleşmiş bulunuyordu ve Yahudi yerleşim bölgeleri
arasında Arap zümreleri bulunuyor, Yahudiler Arapların arasında yaşıyorlardı .
Hicr, Kinane, Hars b. Ka’b,
Kinde kabileleri de Yahudi idiler. Medine tamamıyla Yahudilerin te’siri altında
kalmıştı188. Hz.
Peygamber Medine’ye hicret ettiği sırada, şehrin hemen hemen yarısı Yahudi idi.
İslam’ın az öncesinde ise bu Yahudiler artık Araplaşmış durumdaydılar. İbrani
alfabe kullanmalarına rağmen, Arapça konuşuyor, çocuklarına Arapça isimler
veriyorlardı189.
Yahudiler, Arap kabileleri
arasına, onları muhtelif yollarla ve vesilelerle kendi dinlerine girmeye ikna
etmek için yerleşmemişlerdi. Evet, onlar bu işi Hıristiyanların yaptıkları gibi
yapmamaktadırlar. Yahudilerin, İslam’ın ortaya çıktığı dönemlerde, o bölgedeki
varlıkları, ekonomik alanlarla, ulaşım yollarıyla, kara ve deniz ticaretiyle
sınırlı kalmaktadır. Onların bilgileri ise, ticaret, riba, ziraat ve bazı
sanayi alanları gibi üzerinde ihtisas sahibi oldukları konulardan ibaretti. Bu
ise, Yahudilerin, kabileler arasında, emir ve krallar nezdinde nüfuz sahibi
olmalarım
sağlamıştır . Onlar,
siyasal ilişkilerinin çerçevesini genişletmiş olan Arapların sosyal asabiyetine
uygun hareket etmeyi de başarmış, Medine’nin dışına da taşmış bulunuyorlardı ?3
8
Bununla birlikte, Yahudilerin
Arapların arasına yerleşmelerinin amacı her ne kadar kendi dinlerini yaymak
olmasa da, beraber yaşamanın ve kültürel iletişimin doğal bir getirisi olarak,
Yahudilerin dini konularda da Arapları etki alma aldıkları anlaşılmaktadır. Ne
de olsa Ehl- i Kitap, Arapların gözünde kendilerine göre daha bilgili
kimselerdi .
Yahudilerin, hoşlanmadıkları
herhangi bir şeyle karşılaştıkları zaman Arapları, kendi içlerinden çıkacağını
umdukları peygamberle korkuttukları, Ad ve İram kavimleri gibi ettikleri de
helak olacaklarını söyleyerek onları tehdit ettikleri de bize gelen
haberlerdendir190 191 192 193 194.
Yahudilerin Araplarla dini
konulardaki münasebeti doğal olarak bununla da sınırlı kalmıyordu. Araplar,
Yahudilerle, onların bazı dini hükümleri konusunda konuşuyor, onlarla irtibat
kuruyorlardı. Mesela, zina durumunda recm, hayız durumunda kadınlardan
uzaklaşma gibi... Bununla beraber namaza dumanla çağrı yapmaları, aşure orucu
ve bayramı, namaz ve vakitleri gibi konular Arapların 241
merakını celbediyordu .
Mekke ve Medine’de yaşayan bazı
kimseler Yahudilere geliyor, onlara, Resul ve Peygamberlerin İşleri, Tarihleri
ve merak ettikleri bazı hükümler hakkında sorular soruyorlardı195.
Mekkeli Araplar, komşu
toplumlann sözlü geleneklerini öğrenme konusunda istekliydiler ve Fazlurrahman,
onların İncil’e dair birçok bilgiyi, bu merakın bir sonucu olarak, özellikle
Yahudilerden öğrendiklerini ve Incil’i gayet iyi bildiklerini ifade etmektedir196.
Yahudiler, Arabistan
yarımadasında yerleştikleri bölgelere yeniden diriliş, sevap ve ikab
konularında Tevrat’ın verdiği bilgileri de yaymışlardı. Bu fikirlerin
yayılışının Hicaz putperestliğine faydası olmuş, hatta Medine halkı İslam’ı
kabul etmede diğer Araplardan daha süratli davranışlardır197.
Arapların Yahudilerle alakalı
olarak meraklarını celbeden ve onlarla irtibata geçmelerine sebep olan bir
başka sebep de Medine Yahudilerinin kehanete olan merakları ve bu konudaki
meşguliyetleriydi. Medine Yahudileri, sihir ve sihirden korunma konusundaki
marifetleriyle, muskalar hakkmdaki bilgileriyle tanınırlardı. Müşrikler bir
sihre ihtiyaç duyduklarında ya da muska okutmadan, büyü bozdurmadan
halledilemeyecek bir sıkıntıya düştüklerinde onlara müracaat ederlerdi198.
Araplar, Yahudilere büyü ve
muska yaptırmak için gelirlerdi. Rivayetler arasında geçmektedir ki “Ebubekir
bir gün Ayşe’nin yanma geldi ve gördü ki Ayşe şikâyetlerini söylüyor ve bir
Yahudi ona muska yapıyor. Bunun üzerine Ebubekir 'Allah’ın kitabıyla büyü mü
yapıyorsunuz! ’ dedi. Yani Tevrat ve İncil Te...”199
Yahudiler ticaret erbabı ve
sanatkâr olmalarının yanında, kuvvetli bir kültüre de sahip idiler. Dini
merasimlerim ifa, şeriatlerinin ahkâmını ta’lim, Yahudi tarihini şifahi de olsa
tedkik ve müzakere için özel yerlere sahiplerdi. Bunlara “Beytü’l-Midras” ismi
veriliyordu200.
“Midras” ya da “Midraş” olarak da isimlendiriliyordu201.
“Midraş”la kastedilen, Tevrat
nasslarmm öğretilmesi, Tevrat şerhleri ve tefsirlerinin talimi, kapalı dini
mevzuların izahı, sırların açıklanması gibi meselelerdir202.
Midraşlar, yalnızca İçerisinde
ibadet edilen ve dualar okunan yerler değildi. Bu mekanlar, Yahudilerin, boş
vakitlerinde toplandıkları, bİrbirleriyle tanıştıktan, işleri konusunda
konuştukları, mühim maddi davalar hakkında kararlar aldıkları bir çeşit
“daru’n- nedve” lerdi203
204. Yine Yahudilerin,
onlara ders veren hahamları ve din adanılan da vardı kİ, onlann Süryanice ve
îbranice yazmayı bildikleri rivayet 251 edilmektedir
.
Peygamber Medine’ye gelmeden
önceki ilk zamanlarda, Yahudilerle Müslümanlar arasında kötü bir ilişki yoktur.
Yahudi ileri gelenleri İslam’ın (o zamana kadar) nebiler aracılığıyla insanlara
iletilen din olduğunu, Tevhid dini olduğunu, genel olarak kaide ve hükümlerinin
kendi dinlerinin kaide ve hükümlerine yakın olduğunu, putlara karşı çıktığım
düşündüler. Onlar yalnızca, İsrailoğullarmın, içlerinden birçok peygamber
çıktığı için diğer insanlara üstün olduklarını düşünmekteydiler ve kıbleleri
Kudüs’tü. Onlar hoşgörü içinde beraberce yaşamaktaydılar ve Ehl-i Kitabın
yemeğinden yemek Müslümanlara mübah kılınmıştı205.
Arapların hayatıyla ve
gelenekleriyle bu kadar ilişkileri ve ortak yönleri bulunan, ahlakları,
alışkanlıkları ve yaşayışları bu olan Yahudilerin, komşuları olan Arapları
özellikle Medine halkım, genel olarak da Hicaz alanını küçümsenmeyecek ölçüde
etkilemiş olmaları pek tabiidir. Arapların öğrendikleri, tartıştıkları,
akıllarında, inançlarında ve alışkanlıklarında geliştirdikleri peygamberler,
melekler, şeytanlar, evrenin yaratılışı, nesilleri tükenmiş ulusların ve semavi
şeriatlarla ilgili kıssaların haberlerinin pek çoğunu onlardan öğrendikleri
şüphesizdir206.
Yahudi kültürü, hem üretici hem
de farklı kültürlerin taşıyıcısı olarak, İslam’dan önce Arabistan’da, çeşitli
alanlarda, halklar üzerinde etkiliydi. Kur’an’m nazil olduğu dönemlerde ise
İslam, Yahudilerin bazı temel inançlarım ve referanslarım tevhid doktrini
çerçevesinde sahiplenirken, bu temel inanç ve uygulamalara ters olarak
ürettikleri kültüre ters çıkıyordu.207 208
1. 2.2. 2. HIRÎSTİYANLAR
Arap yarımadasında var olan tek
İlahî din Yahudilik değildir. Bu bölgeye 755 ulaşan
bir başka semavî din daha vardır ki, o da Hıristiyanlıktır .
Kimi göçebe (bedevi) Arap
kabileleri İslam’dan ---uzun veya kısa- bir müddet önce Hıristiyanlaşmışlardı.
Mesela, Tağlib kabilesinin Hıristiyan olduğunu ve bu durumun bir fıkhî meseleye
sebep olduğunu biliyoruz209.
Bu konuyla alakalı olarak, Hz. Ömer’in, o bölgeye görevlendirdiği kimseye şöyle
emir verdiğini kaynaklarda görebiliyoruz: ‘Sana uğrayanlar Müslüman olursa,
yanlarındaki emvalden 40 dirhemde 1 dirhem al. Ehl-i zimmetten olanlardan 20
dirhemden 1 dirhem al, olmayanlardan Öşür (1/ 10) al. Beni Tağlib kabilesinin
Hıristiyanlan hakkında şiddet kullanıp kendilerine baskı yap. Bu kabile Arap
kabilelerinden olup, Ehl- i Kitap olmaları sebebiyle İslam Dini’ni kabul
etmeleri umulur.’210
Araplar ya İslam’ı ya da kılıcı (savaşmayı) tercih etmek durumundaydılar. Cizye
İse Arap olmayanlardan kabul ediliyordu. Oysa Tağlib kabilesinden cizye kabul
edilmişti ve bu uygulamayı Ömer başlatmıştı .
îyad kabilesinin tamamı, Rabia
kabilesinin tümü, Bekr, Tağlib, Abdü Kays kabileleri hep Hıristiyan Arap
kabileleriydi. Necran’da bulunan Benü Haris kabilesi,
Gassali’dakilerin tamamı ve
Temim kabilesinden olup da Hire’de yaşayanlar da Hıristiyandılar211. Yine Kudaa,
Eyle, Dumetu’l- Cendel, Tayy kabilelerinin yaşadığı bölgeler de Hıristiyan
merkezleriydi212.
Hıristiyanlığın Arap
Yarımadası’nda yayılması, misyonerlik amacı güden bazı zahid ve rahiplerin o
bölgeye gelip yerleşmesiyle, ticaret yoluyla, dışarıdan gelen eğitim ve kültür
sahibi beyaz köleler aracılığıyla olmuştur213. Hicazhlarm, yolculuklarında ve kervanların
uğrak yeri olarak sabah- akşam kendileriyle ilişki içinde bulunduğu, bir kardeş
gibi kaynaştığı, ulusal dilleriyle kendileriyle anlaşabilen binlerce
Hıriştiyanlaşan Arabm varlığım da unutmamalıyız214.
Konstantiniyye, Arapların
Hıristiyanlığı benimsemeleri için çalışmalarda bulunuyor, önde gelen Arap
kabilelerini, onları kiliselere davet etmek, aralarına onlarla beraber yaşayan
misyonerler göndermek, onları ikna etmek, onları sağlığına kavuşturmayı
başarabilecek nitelikte doktorlar göndererek onlara yaklaşmak gibi yollarla
etki altına almaya çalışıyordu215.
Bu misyoner Hıristiyanların,
ilmen birikim sahibi olmaları, tıp ve mantık ilimlerine, ikna kabiliyetlerine
sahip olup insanlar üzerinde etkili olmaları, bazı önde gelen Arap kabilelerinin
onların dinlerine girmelerine sebep oldu. Ya da o kabilelerin, Hıristiyanların
yönetimi altına veya himayesine girmeleriyle sonuçlandı216.
Bunlarla beraber, ticaretle
uğraşan Hıristiyan tüccarlar, Yahudi tüccarlar gibi çalışmıyorlardı. Onların
ticaretten beklentileri yalnızca maddi gelir elde etmek değildi. Onlar şöyle
düşünüyorlardı: Ticaret sayesinde madden kazanç sağlamanın yanında bir ikinci
kazanç da ticaretle beraber misyonerliktir; böylesi, hem dünya hem ahiret
kazancıdır... Bu düşünce ve amaçla hareket eden Hıristiyanlar için ticaret,
gittikleri yerde dinlerini yaymak için bir fırsattı .
Mekke’de, Taifde, Yesrib’de ve
Arap yarımadası içerisindeki diğer yerleşim merkezlerinde Hıristiyan köleler
bulunmaktaydı. Onlar okuma- yazma biliyor, Tevrat ve Incil’i insanlara tefsir
ediyor, onlara Hıristiyan kaynaklarından kıssalar anlatıyor, Hıristiyanlıktan
bahsediyorlardı. Onlar, bazı Arapları Hıristiyan olmaya ikna etmiş, bazı
Arapları etki altında bırakmış, bazılarını ise putlara tapınmaktan
uzaklaştırmıştı .
Hicaz ve çevresinde yaşayan
Hıristiyanlık, diğer bölgelerdeki Hıristiyanlığa nazaran daha az tahrifata
uğramış bir Hıristiyanlıktı. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde, Hicaz
çevresindeki Hıristiyanların büyük bir kısmı Nasturî mezhebine mensup idiler ve
Nesturiler, özellikle tevhid inancı noktasında îslami inanca en yakın olan
Hıristiyanlardır ki Hz. İsa’nın beşeri vasfım kabul etmektedirler217.
Hitti, Nesturilerin Araplara
tesir etmelerine mukabil, Gassaniler ülkesinde yaşayan Monofizit Hıristiyan
mezhebi mensuplarının da, Hicaz halkı üzerinde geniş surette tesir ika etmiş
olduklarını söylemektedir. İslam’dan evvel dört asır boyunca bu Süryanileşmiş
Araplar, sadece Suriye’yi değil, aynı zamanda Bizans’ı da Arap dünyasıyla temas
haline getirebiliyordu. Davud, Süleyman, İsa gibi peygamber isimleri, İslam
öncesi Arapları arasında yaygın vaziyetteydi .
Birçok İslam öncesi Arap
şairinin o sırada Hıristiyanlıkla ilgili revaçtaki bazı fikir ve düşüncelere,
keza Hıristiyanlara has bazı terimlere ünsiyet ve yatkınlık duydukları
bilinmektedir. Mühim bir yekûn tutan Arami dilinde kelime, eski 760
Arapçaya girmiş vaziyetteydi
Mekke’deki Hıristiyanlara
gelince, bunlar az sayıda değillerdi. Onlardan bazıları, bolluk içinde ve
servet sahibiydi. İyilik ve hayır yolunda malını dağıtma olanağına sahipti.
Aralarında şahsiyet ve manevi güç sahibi insanlar vardı. Bu nedenle Peygamber’e
uymalarından dolayı müşrik liderlerin kendilerine yapacağı şeyleri düşünmüyor
ve onlara aldırmıyorlardı. Onlardan bazıları da sınıfsal yönden liderlere,
tüccarlara ve kendilerine sahip olanlara hizmet eden hizmetçiler ve köleler
smıfmdaydılar218.
Kureyş kabilesi içerisinde de
Hıristiyanlığı seçenler vardı. Şeybe b. Rabia b. Abdişşems, Osman b. Huveyris
ve amcaoğlu Lehha, Varaka b. Nevfel b. Esed gibi sınırlı sayıda Kureyşlinin
Hıristiyanlığı seçtikleri kaynaklarda belirtilmiştir219 220.
Bu kişiler dışında isimleri kaydedilmemiş, Kureyş’e mensup birçok Hıristiyanın
olma 779 ihtimalinin
bulunduğu da ifade edilmiştir .
Hıristiyanlık Arabistan’a o
derece nüfuz etmişti ki Mekke’de yaşayan Varaka b. Nevfel gibi zevat Kitab-ı
Mukaddes’i îbranice aslından mütalaa ediyorlardı. Bundan başka Araplar içinde
Suriye’de tahsil görenler vardı221.
Hz. Peygamber döneminde
Müslüman olup da daha sonra Hıristiyanlığı seçen kimselerin var olduğuna dair
de kayıtlar vardır. Buna Örnek olarak Ubeydullah b. Cahş zikredilmelidir çünkü
o önce Müslüman olmayı seçmiş ve Müslümanlarla beraber Habeşistan’a hicret etmiş
daha sonra ise orada Hıristiyanlığı kendine din edinmiştir . Diğer bir örnek
ise Benü Cumah kabilesinden olan Umeyye isimli kimsedir ki O da Hz. Peygamber
zamanında Müslüman olmuş daha sonra Rum ülkesine gitmiş ve orada Hıristiyanlığı
seçmiştir .
İslam’ın beşiği olan Mekke’de,
daha başlangıçta, Hz. Peygamberim Hıristiyanlarla münasebeti dostane hudutlar
içerisinde başlamıştı. Henüz Risâletinden üç yıl gibi kısa bir zaman sonra,
Bizans’ın İran’a mağlubiyeti, Mekke’deki Müslümanları üzmüştü. Çünkü Ehl- i Kitap
Bizans, Mecusi İran’a mağlub olmamalıydı. Nitekim Allah da Kitap Ehli olan
Rumların galip geleceğini Rum Suresi 1- 5. ayetleriyle222 müjdelemiş ve Müslümanları teselli etmişti223.
Mekke’de yaşayan ve öğretme
nitelikleriyle bilinen Hıristiyan bir takım bireylerin, Arap takımını etkisi
altına alabilecek yeterlilikte olduğu, hatta bizzat Hz. Peygamberim Mekke’de
yaşayan bu Hıristiyan kimse(ler)den bilgi edindiği ve etkilendiğinin müşrikler
tarafından iddia edildiği unutulmamalıdır ki Nahl suresi 103.224 ve Furkan suresi
4.225 ayetler bu
iddiaları ve bu iddialara yönelik cevaplan İçermektedir226.
Safran b. Ümeyye’nin mevlası
Enastas, hiçbir kabileye mensup olmayan Manas ve Mina, Suheyb b. Sinan’ın
kölesi Yuhanna, Hz. Peygamberim uzun ömür
vermesiiçin Allah’a dua ettiği
Nesturi Rumi ve oğlu Ca’fer ise Mekke’de yaşayan yabancı Hıristiyanlardan bir
kaçıdır227 228 229.
Mekke’deki Hıristiyan varlığına
işaret etmesi hasebiyle, bölgedeki Nasara ”7 OT mezarlığı
da zikredilmelidir .
Hıristiyanlar, misyonerlik
gayesiyle Ukaz ve Zülmecaz pazarlarına sık sık gelirlerdi. Doktor ve eczacı
sıfatıyla gelen ruhbanlar vardı. Ayrıca Şam’dan gelen Nebatiler, buğday, yağ
gibi maddelerin ticaretini yapıyorlardı ve Hıristiyan idiler. Mekkeli bazı
kimseler, onların dinini öğrenip etkileniyorlardı . Ayrıca zaman zaman buraya
uğrayan Hıristiyan rahiplere de rastlanmaktaydı.230
Bunlardan çoğunun Hac
mevsimlerine ve panayırlarına da katıldıklarım, üstelik onlardan bazılarının
misyonerlik yaparak hitabelerde bulunduğunu, bu ilişkilerin ve kabilesel
geleneklerin, Arapların Hıristiyan olanlarını babalar ve atalar bağı ile bir
araya getirdiğini, onları sağlam bir biçimde kaynaştırdığım böylece maddi ve
manevi bağlarım ortaya çıkarıp, varlıklarını sürdürdüğünü göz ardı etmemeliyiz.
Hıristiyan olmayan pek çok Arabm, özellikle Hicazlı olanlarının, Hıristiyan
Araplarla akrabalık bağlan kurduklarını, böylece bu maddi- manevi bağlarının ve
dış görünüşlerinin gittikçe güç ve kuvvet kazandığım unutmamalıyız231.
Kureyşlilerin Hırİstiyanlaria
akrabalık bağlan kurduklarına dair bir diğer delil ise, onların
Hıristiyanlardan doğma çocuklandır ki îbn. Habib bu çocukların bir listesini
bize vermektedir232.
Kureyş ve diğer putperest
kabilelerin Hıristiyanlara gayet hoşgörülü davrandıkları açıktır.
Hıristiyanlar, bazen İbrahim mabedini ziyarete gelirlerdi ve Araplar tarafından
diğer hacılar gibi ağırlamrlardı. Bir Hıristiyanm, Kâbe içinde Meryem ve İsa
portrelerini boyamasına izin verilmiş, teşvik dahi edilmişti. Bu Hıristiyanm
yaptığı resim her ne kadar diğer resimlerden farklıysa da, bu durum Araplar
için hiç de önemli değildi. Çünkü bu, sadece putlarına iki yeni putun
eklenmesinden ibaretti .
Hıristiyanlığın yayıldığı alan,
özellikle Peygamber çevresinde dar bir alanda kalıyorsa da, bu, onun etkisinin
zayıf olduğunu göstermemektedir . Yukarıda ifade ettiğimiz tüm bu ilişkilerin,
Hicazlı Araplara, onları tanımaları, onlardan haberdar olmaları, bir takım şeyleri
öğrenmeleri ve etkilenmeleri için pek çok yeterli imkân 720
sağladığım unutmamalıyız.
Arapların, Yahudiler kanalıyla
olduğu gibi, Hıristiyanlar yoluyla da Tevrat ve încil’in kıssalarım, Mesih’in
mucizelerini, Hıristiyanlık ve ilk Havarilerin tarihinden çok şeyi
öğrendiklerinde kuşku yoktur. Bu bilgilerin, onları dini ve fikri bilgileri ve
kültürleri üzerindeki etkisi büyüktü.233
Özellikle Allah düşüncesinde;
Allah’ın oğullar ve kızlar edinmesi, melekler ve onların Allah’ın kızları
olarak sayılması gibi düşüncelerin onlardan etkilenerek geliştiği söylenebilir
.
Mekkî ayetlerde; Hicaz
Araplarımn, özellikle de Mekke Araplarınm Hıristiyanlığa, onun inançlarına,
kıssalarına, Mesih’in doğuşu, peygamberliği ve soyu ile ilgili problemlerine,
bunlarla ilgili görüşlere ve mezheplere ilgi duyduklarını gösteren deliller
vardır. Bunların hepsinin, onların psikolojik yapıları, kültürleri, düşünceleri
ve inançları üzerinde bir tepkiye neden olması tabiidir. Buna ilave olarak
Ehl-i Kitabın şahit olarak gösterilmesi konusundaki ayetler de delil olarak
sayılabilir çünkü bu ayetler Yahudileri kapsadığı gibi Hıristiyanlan da kapsar.
Bu ayetleri dinleme durumunda olan Araplar, Yahudilere olduğu gibi
Hıristiyanlara ve onların bilgilerine de güveniyorlardı. Bu da tabii olarak
onlardan etkilendiklerini gösterir .
İsa’nın ulûhiyeti ya da
Allah’ın oğlu oluşunu reddetme hususunda Yahya’nın ve İsa’nın doğuşu
kıssalarından bahseden; Bizans Hıristiyanlarının mağlup oluşunu ve daha sonra
onların üstün gelecekleri haberini veren; tali olarak da, İsa’nın ve
Risâletinin gerçekliği hakkındaki tartışmayla ilgili ayetlerden yola çıkarak,
Mekke’de var olduklarının İfade edildiği Ehl-i Kitap’tan çoğunun Hıristiyan
olduğundan söz edilebilir.234
Bu meyanda aşağıdaki ayetleri zikretmek mümkündür:
“Bazıları da, Allah’ın
Kendine bir oğul edindiğini iddia etmektedirler. Haşa! O, yücelerden yücedir,
O’nun asla böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olmak bir yana, göklerde ve
yerde ne varsa zaten hepsi O’nundur. Sizin bu iddianızı belgeleyecek hiçbir deliliniz
yoktur. Buna rağmen siz, nasıl oluyor da Allah hakkında cahilce şeyler
uydurabiliyorsunuz?”235
“Rumlar yenildiler. Size
yakın bir bölgede. Fakat bilin ki, bu yenilgiden sonra galip geleceklerdir.
(Merak etmeyin) bu, birkaç yıl içinde olacaktır. Eninde sonunda Allah’ın dediği
olur/ koyduğu yasalara göre, hak edeni galip getirir, hak edeni de mağlup
ettirir. O gün de mü’minler sevineceklerdir.”236
Ehl-i Kitap’tan ve yabancı
Hıristiyanlardan çok sayıda kimsenin Mekke’de var olduğunun ifade edilmesi,
onların büyük bir kitle oluşturacak rakamlara ulaştığı, geniş bir etkilerinin
bulunduğu, İsraillilerin Medine’deki konumuna benzer bir konuma geldikleri
anlamına gelmez. Ayrıca sayılarının birkaç yüzü geçmeyecek kadar az olması,
ayrı ayrı ülkelerden, milletlerden kopup gelmeleri, durumları, göç etme
şartları ve bazılarının yeni gelmiş olmaları onların büyük, etkili bir kitle
oluşturmalarını engellemiştir. Bu yaklaşımı destekleyecek bir nokta da onlarla
herhangi bir çatışma ve tartışmaya girildiğim gösteren hiçbir belgenin mevcut
olmamasıdır. Mekkî Kur’an’da onların hilelerini, aldatmalarını, çeşitli
alanlardaki çalışmalarını gösteren bir şey yoktur. Hâlbuki Medeni Kur’an, tüm
bu konularda Yahudilerden söz eden uzun uzadıya bölümler ihtiva etmektedir237.
Medine’de Hıristiyanların
varlığı konusunda, Cevat Ali, kaynaklarda, bir bilgi bulunmadığını söylerken238 239, Yahudilerin yanı sıra, hatırı sayılır oranda
Hıristiyamn da Medine’de yaşadığına dair ifadelere de rastlamaktayız .
Derveze’ye göre de Medine’de
yaşayan bir grup Hıristiyan vardır çünkü Medine devrinin ilk dönemlerinde inen
ayetlerde Hıristiyanların sözlerinin, görüşlerinin, tavırlarının ve
inançlarının gündeme getirilmiş olması, peygamberin çağrısının henüz aşılanıp
yerleşmediği bir dönemde bunların gündeme almışı, sayılan ve çokluklanndan
sarfı nazar edilerek Medine’de Hıristiyan bir grubun ikamet edip yerleştiğini
düşündürmektedir.240
Hz. Peygamberin, Medine’de ve
çeşitli zamanlarda, Hıristiyanlardan değişik gruplarla karşılaştığını, onları
İslam’a davet ettiğini ve onların Hz. Peygamber’e tavnnı ayetlerden görmekteyiz241. Söz konusu
ayetler ise şu şekildedir:
“Ey Peygamber! Dikkat
edersen, bütün insanlar içinde mü’minlere en çok düşmanlık edenlerin Yahudiler
ve müşrikler olduğunu göreceksin. ‘Biz Hıristiyanız’ diyenlerin de inananlara
karşı sevgi bakımından daha yakm olduklarını göreceksin. Çünkü onların arasında
bir kısım keşişler ve rahipler vardır ki, onlar hakikati kabullenir, kibir ve
gurura kapılmazlar. O keşiş ve rahiplerin, Allah’ın elçisine indirilen Kur’an
ayetlerini işitip onun hak bir kitap olduğunu öğrenmeleri üzerine gözlerinden
yaşlar aktığını görürsün. Onlar hep şöyle dua ederler: ‘Ey Rabbimiz! Biz
inandık iman ettik, bizi hak ve hakikate
tanıklık edenlerle
beraber eyle!’. ‘Hem sonra biz, Rabbimizin bizi iyi insanlarla birlikte cennete
koymasını arzulayıp dururken, niçin Allah’a ve bize gelen hak kitaba
inanmayalım ki?!’ ”242
Bu ayetlerde belirtildiğine
göre, keşiş ve ruhbanları bulunan Hıristiyanların, Kur’an’ı duyduklarında
gözleri yaşarıyor. Orada, bildikleri hakikati, gerçeği görüyor ve ona iman
ettiklerini açıklıyorlardı243.
Bazı bölgelerden Hıristiyan
elçilerin Medine’ye geldiğini, peygamberle ilişki kurduklarını244, yine Hz.
Peygamber’le anlaşıp Medine’ye yerleşenlerin bulunduğunu245 kaynaklarda görmekteyiz.
Medine’deki Evs kabilesine
mensup Ebu Amir adlı bir kimseden de bahsedilmektedir ki o, Önce Hıristiyan
dinine girmiş sonra ise rahip durumuna yükselmişti. İslama düşman kesilen Ebu
Amir, Medine’yi terketmiş ve Mekkeliler safında yanında elli kadar avanesİ
olduğu halde Uhud savaşma çıkagelmişti .
İKİNCİ BÖLÜM
HZ. PEYGAMBERİN EHL- İ
KİTAP VE ONLARIN KUTSAL METİNLERİYLE İLİŞKİSİ
2.1. HZ. PEYGAMBERİN EHL» İ KİTAPLA
İLİŞKİLERİ
Hz. Peygamber’in, içinde
yaşadığı toplumun birer ferdi olan Ehl- İ Kitaptan bazı kimselerle münasebet
kurduğuyla alakalı bir takım işaretler bulunmaktadır. Bu işaretlerden en dikkat
çekici olanı Kur’an- ı Kerim’de böyle bir görüşmenin ve bunun sonucunda
karşılaşılan durumun zikredilmiş olmasıdır. Söz konusu ayetler şunlardır:
“Biz müşriklerin, ‘Bu
Kur’an’ı Muhammcd’e bir insan öğretiyor’ dediklerini elbette biliyoruz.
Kastettikleri kişinin dili yabancı/ Arapların anlamadığı bir dildir. Bu
Kur’an’ın dili ise fasih bir Arapçadır.”246.
“Küfürde direnenler: ‘Bu
Kur’an, Muhammed’in uydurup da Allah’a isnad ettiği sözlerden başka bir şey
değildir, başkaları da ona yardım etmektedir’ diyorlar. Hiç şüphe yok ki, asıl
haksızlık eden ve iftira atan onlardır.”247
Bu ayetlerden, Hz. Peygamber’le
yabancı biri veya bilileri ile ilişkisinin olduğunu söylemek mümkündür248. Anlaşılan o ki,
ayetlerde reddedilen, Hz. Peygamber’in söz konusu kimselerle görüşmüş olduğu
değildir. Allah, Kur’an- ı Kerim’i, söz konusu kimselerden edindiği bilgiler
sonucunda Hz. Peygamber’in oluşturduğu ve dolayısıyla Kur’an- ı Kerim’in vahiy
eseri olmadığı yönündeki müşrik iddialarını reddetmiştir.
Hz. Peygamber’in Ehl- i
Kitaptan bazı kimselerle görüştüğüne dair kaynaklarda da bazı bilgilere
rastlıyoruz:
Bu kaynaklara göre, Hz.
Peygamber, Beni Hadramiler’in Hıristiyan bir kölesi olan Cebr İle görüşüyordu.
Bu görüşmeler sebebiyle müşrikler, ‘Hz. Peygamber’in Allah’tan herhangi bir
vahiy almadığı, söylediği şeyleri ise Cebr’den öğrendiği’ şeklinde ifîrada
bulundular249.
Cebr’in, geçmiş kitaplara sahip bir köle olduğu, ayrıca onun dışında Yesar
adında bir başka kölenin varlığı da zikredilmiştir. Rivayete göre bu iki köle
Tevrat okuyabilen kimselerdi ve Hz. Peygamber onların yanma gider, onlarla
otururdu ki Kureyşliler bu münasebet sebebiyle birtakım asılsız sözler ortaya
atmışlardı250.
Nahl Suresi 103. ayetin
tefsirinde Taberî, söz konusu ayetin şu sebeple nazil olduğunu açıklar: Bel’am
adında dili A’cemi bir kimse vardı ve müşrikler Hz. Peygamber’i, Bel’am’ın
yanma girip çıkarken görüyorlardı. Bunun üzerine “Bunları O’na Bel’am öğretiyor”
dediler ve Allah ayetiyle ‘O’nun dilinin Acemce fakat Kur’an’m apaçık bir
Arapça’ olduğunu zikretti .
Yukarıdaki ayetle alakalı
olarak bir diğer rivayette ise, müşrikler tarafından, Hz. Peygamber’i öğrettiği
iddia edilen bu kimsenin adının Yaiş olduğu ifade edilmiştir. Yaiş ise Beni
Hadramilere ait, geçmiş kitapları okuyabilen bir köleydi .
Hz. Peygamber’in irtibat
kurduğu ifade edilen bir diğer kimse ise Addas’tır. Rivayete göre Hz. Peygamber
Addas’la Taif den dönerken karşılaşmıştı. Addas Hz. Peygamber’e, yemesi için
üzüm ikram etmiş, Hz. Peygamber de besmele çekerek yemeye başlayınca Addas
şaşırıp, o bölge insanının böyle bir söz bilmediğini söylemişti. Bunun üzerine
Hz. Peygamber Addas’a nereli olduğunu sormuş, o da Ninovalı bir Hıristiyan
olduğunu söylemişti. Hz. Peygamber, bunun üzerine Yunus b. Meta’dan söz etmiş
ve Addas da onu nereden tanıdığını sormuştu. Hz. Peygamber ise Yunus b. Meta’mn
bir peygamber olduğunu ve kendisinin de onun gibi Allah’ın o 1 «ı elçisi
olduğunu bildirmişti. Sonra Addas Hz. Peygamber’e tabi olmuştu .
Addas’la alakalı olarak îbn
Hacer’in naklettiği bir başka rivayet daha vardır. Şöyle ki, Hz. Peygamber’e
Hira’da ilk defa vahiy geldiğinde, Hz. Hatice’nin, Hz. Peygamber’in başına
gelen bu olayı Öğrenme amacıyla gittiği ilk kimse Addas’tır251.
Hz. Peygamber’in, uzun ömür
vermesi için Allah’a dua ettiği ve Mekke’de ikamet ettiği bilinen Nesturi Rumi
ve oğlu Ca’fer isimli kimselerden de bahsedilmektedir ki bu Hz. Peygamber’in bu
kimseleri tanıdığına İşaret eder252.
Hz. Peygamber’in, Risâletinden
önce ilişki kurmuş olduğu bu kimseler ile daha sonra da münasebetini devam
ettirmiş olması ve söz konusu bu kimselerin Hz. Peygamber’e iman edip
elçiliğini tasdik etmesi de uzak bir ihmal değildir253.
Yukarıda geçen rivayetlerde
zikredilen kimselerin dışında, İslam’ı kabul etmeden evvel Hıristiyan olduğu
bilinen köleler de vardır. Bu sahabelerin isimlerini îbn Hişam zikreder. Bu
kimseler arasında îranlı olan Selman- ı Farisi’nin254, Bizans’tan satın alındığı bildirilen Süheyb
b. Sinan’ın255,
soyu itibariyle Habeşistanlı olduğunu adından da anladığımız Bilal b. Rebah el-
Habeşi’nin256,
Suriye’den getirildiği ve Hz. Hatice tarafından alınıp Hz. Peygamber’e
verildiği belirtilen, peygamberlikten sonra Hz. Peygamber’e ilk İman edenlerin
arasında yer alan ve onunla baraber kalmayı ailesine tercih eden Zeyd b.
Harise’nin257
varlığı da bilinmektedir.
îbn Kuteybe, Suheyb b. Sinan
ile alakalı başlığın altında Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu kaydetmiştir:
“Ben Arabm öncüsüyüm, Süheyb Rum’un, Selman, Faris’in ve Bilal Habeşe’nin
öncüsüdür.”258
Halasının oğlu olması hasebiyle
Hz. Peygamber’in irtibat kurduğu kimselerden biri olan Ubeydullah b. Cahş259 da bu konuda
zikredilmesi gereken bir isimdir. Çünkü O, İbn Hişam’m naklettiğine göre,
kavminin putlara tapınmasına karşı çıkan kimselerden biri olarak, dini
arayışlarının sonunda Müslüman olmuş, Habeşistan’a hicret eden Müslümanların
arasında yer almış, daha sonra ise Habeşistan’da Hıristiyanlığı benimsemiş,
İslam’dan çıkmıştır. Hıristiyan olarak da ölmüştür .
Ubeydullah gibi putlara tapmayı
reddeden Varaka da Hz. Peygamber’in irtibat kurduğu bir kimsedir. Rivayetlere
göre O, Hz. Hatice’nin amcasının oğludur. Hz. Peygamber’e ilk defa vahiy
geldiğinde, Hz. Peygamber korkuya kapılmış ve doğruca eve , Hz. Hatice’nin
yanma gelmişti. Hz. Peygamber’in bu halini gören Hz. Hatice, önce O’nu
sakinleştirmeye çalışmış sonra ise Varaka’ya götürmüştü. Çünkü Varaka kitap
bilgisi olan bir Hıristiyandı. Hz. Peygamber’in başından geçen Varaka, O’nun
Allah’ın seçtiği bir peygamber olduğunu anlamış, elinden gelir ve ömrü vefa
ederse Hz. Peygamber’e yardım edeceğini söylemişti . Gerek Hz. Hatice’nin yakın
bir akrabası olması gerekse Hz. Peygamber’in, başından geçen bu özel olayı
anlatmaktan çekinmemiş olması Varaka ile Hz. Peygamber’in nakledilen görüşme
dışında da görüşmüş olabileceği ihtimalini akla getirmektedir.
Peygamberlik sonrası dönemde de
Hz. Peygamber’in bazı Hıristiyan ve Yahudilerle görüştüğüne dair nakiller
vardır.
Hz. Peygamber Mekke’de, Hac
için oraya gelen Evs kabilesine mensup Süved b. Samit’le görüşmüş, onu İslam’a
davet etmiştir. Hz. Peygamber’in bu davetine cevaben O, “belki de senin
yanındaki şey (Kur’an) benim yanımdakİnin mislidir” demiş, Hz. Peygamber de
O’na yanmdakinin ne olduğunu sormuştur. Süveyd yanmdakinin “Mecelletü Lokman
(yani Hikmetü Lokman)” olduğunu söyleyince de Hz. Peygamber, onu kendisine arz
etmesini istemiştir. Süveyd elindekini okuma işini bitirince Hz. Peygamber,
onun güzel bir kelam olduğunu fakat kendi yanında olan Kur’an’m daha faziletli,
Allah’tan bir hidayet ve nur olduğunu ifade etmiş ve O’na Kur’an okumuştur.
Süveyd de Hz. Peygamber’İn tilaveti üzerine, Kur’an’m da güzel bir kelam
olduğunu kabul etmiş ve memleketi Medine’ye dönmüştür. Onun Müslüman olarak
Öldüğünü Kavminden bazı kimseler söylemiştir260.
Bu meyanda, hicretten önce,
Mekke’de, yirmi kişi kadar bir Hıristiyan delege heyetinin, Hz. Peygamber’İn
huzuruna çıktığı ve Kur’an- ı Kerim’in tilavetini dinledikten sonra İslam’ı
kabul ettikleri de ifade edilmektedir261 262.
Elmalılı Haindi Yazır, Hz.
Peygamber’e iman eden kırk kişilik Hıristiyan bir cemaatten bahsetmektedir.
Onlardan otuz ikisi, Cafer b. Ebi Talib ile beraber Habeşistan’dan, Bahira,
Ebrehe, Eşref, Amir, Eymen, İdrİs, Nafi’ ve Temim adlı diğer sekiz Hıristiyan
ise Şam’dan gelmişlerdi. Kasas suresi 51- 55. ayetlerin nazil '1'5'7 olmasının
sebebi de işte bu kimselerdir .
Yahudilerden ise içlerinde Ebu
Rifaa adlı bir kimsenin de bulunduğu on kişilik bir grubun Hz. Peygamber’e iman
ettikleri ve bundan dolayı eziyete uğradıkları ifade edilmiştir263.
Ehl- i Kitap ile irtibat
meselesiyle alakalı olarak, Kur’an- ı Kerim’den şunu anlıyoruz ki, vahye yeni
muhatap olmuş Hz. Peygamber ve inanma konusunda tereddüt eden kimseler, vahyin
mahiyetini anlama noktasında tecrübeli olan Ehl- i Kitaba yönlendirilmişlerdir.
Aşağıdaki ayetlerde bu durumu görmekteyiz:
“Ey Peygamber! Senden
önce kendilerine vahiy indirip peygamber olarak gönderdiklerimiz de (melek
değil) birer insan idi. Eğer bu konuda bir bilginiz yoksa bilen insanlara/
Kitap Ehlinin bilginlerine sorunuz.”
“Ey Peygamber! Bizim
sana indirdiğimiz (Musa ve Nuh ile ilgili kıssalara dair verdiğimiz) bir kısım
bilgilerden herhangi bir şüphen varsa, senden öncekilere verdiğimiz kitapları
okuyanlara sor. Andolsun ki, sana 330
Rabbinde gelen, gerçeğin
ta kendisidir. Sakın şüpheye düşenlerden olma.”
Bütün bunlardan anlaşılan şudur
ki, Mekke’de Kitap Ehlinden birtakım adamlar vardı. Bunlar aynı zamanda,
Peygamber’in kendisiyle ilişki kurduğu, Risâletini tasdik etmeye ve kendisine
uymaya çağırdığı kimseler arasında yer alıyorlardı .
Kur’an’da gayet açık bir
şekilde belirtilmiştir ki birçok Yahudi ve Hıristiyan Peygamber’in vahyinin
doğruluğunu tasdik etmişler ve Peygamber’i Mekkelilerin çatışması karşısında
cesaretlendirmiş ve teşvik etmişlerdir264 265.
Aşağıdaki ayetler, bunu açıklar mahiyettedir:
“Ey Peygamber! İşte sana
da böyle bir kitap indirdik. Daha önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler,
bu Kur’an’a inanırlar. Şu kimselerden/ Araplardan da ona inananlar vardır.
Esasen bizim ayetlerimizi bile bile inkar 333
edenler; ancak ona
şartlanmış kimselerdir.”
“...Kendilerine ilim
verilenler Kur’an’ın, senin Rabbinden gelen hak bir kitap olduğunu bilip ona
inanmışlar ve kalpleri huzura ermiştir. Şüphesiz Allah, inananlara yolun
doğrusunu gösterir.”266
Diğer taraftan Mesih beklentisi
içinde olan bazı Yahudi ve Hıristiyanların da Mekke’de olabilecekleri muhakkaktır.
Hz. Peygamber ortaya çıkınca bu kimseler, derhal İslam’ı kabul edip onun
yayılmasında yardımcı ve destek oldular267 268 269. Bütün bunları Kur’an-1
Kerim’deki şu ayetten de anlıyoruz:
"...De ki: ‘İster inanın,
ister inanmayın. Şu bir gerçektir ki, bundan önce kendilerine ilim/kitap
verilmiş olanlara bu Kur’an okunup anlatıldığı zaman yüzüstü kapanarak secde
ederler. Ve şöyle derler: ‘Rabbimiz yücelerden yücedir, işte O’nun vaadi şimdi
açık bir şekilde gerçekleşmiş bulunuyor?”
Yemen’in Necran bölgesinden,
Habeşistan’dan ve Şam’dan bazı Hıristiyan elçilerin Medine’ye geldiğini,
peygamberle ilişki kurduklarım, onlardan bazılarının peygamber ile tartışarak
kendi dinleri üzere kaldıklarını, bazılarının ise iman ettiğine dair rivayetler
vardır . Yine Hz. Peygamber’in, Necran’dan gelen bir Hıristiyan cemaatini
mescitte misafir ettiği ve onların ayinlerini mescitte yapmalarına müsaade
ettiği nakledilmektedir270
271.
Hicretin dokuzuncu yılında
Yuhanna adlı bir Hıristiyan’ın Medine’ye geldiği, Hz. Peygamberle cizye
konusunda anlaştığı ve orada kaldığı da nakledilmektedir .
Hz. Peygamber’in ve
Müslümanların önde gelenlerinin, Yahudilerle konuşmak ve onlarla, onların kendi
aralarında farklı fikirler Öne sürdükleri ve bir karara bağlamak istedikleri
mevzularda tartışmak amacıyla beytu'l- midraşa gittikleri kaynaklarda mevcuttur272.
îbn Abbas der ki: Resulullah,
içinde bir grup Yahudi bulunan beytu’l-midrasa girdi ve onları Allah’a davet
etti. Numan b. Amr ve Haris b. Zeyd ona dediler ki: “Sen hangi din üzeresin ya
Muhammed?”. Peygamber de: “İbrahim’in milleti ve dini üzere” dedi. O ikisi de
“İbrahim bir Yahudi idi ama...” dediler. Hz. Peygamber da onlara şöyle cevap
verdi: “İşte Tevrat burada, o sizi ve bizim aramızda hüküm versin”. Fakat onlar
bunu reddettiler273.
Hz. Peygamber’in Ehl- i Kitapla
münasebetlerinin ölçüsünü anlayabilmemiz açısından, onun tutumunu bilmek de
önemlidir ki, bu konuda da Hz. Peygamber’in, hasta olan gayr- i müslimleri de
ziyaret ettiğini, onların hal ve hatırını sorduğunu, müsait zemin bulunca da
İslam’ı telkin ettiğini görmekteyiz274. Rivayetlerden öğrendiğimize göre ise, Hz.
Peygamber onların cenazeleri geçerken ayağa kalkardı275. Hz. Aişe’nin aktardığı bir rivayete göre,
Hz. Peygamber vefat ettiği zaman, zırhı, bir Yahudinin yanında otuz sa’ ölçeği
arpaya karşılık rehin edilmiş bulunuyordu276. Bu da bize, Hz. Peygamber’in onlardan borç
aldığını göstermektedir.277
Yahudilerden bir çocuk Hz.
Peygamber’e hizmet ediyordu. Sonra Hz. Peygamber o çocuğun hasta olduğunu duydu
ve onu ziyarete gitti. Başucunda oturdu ve çocuğa Müslüman olmasını telkin
etti. Çocuk da yanında duran babasına baktı. Babası ise, Hz. Peygamber’in
sözüne uymasını söyledi ve çocuk bunun üzerine Müslüman oldu. Daha sonra ise
öldü. Hz. Peygamber oradan ayrıldığı vakit ise şöyle söylüyordu: “Onu benim
vesilemle ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun”278.
Hz. Peygamber’in Safiyye adında
Hayberli Yahudi bir hanımla evlendiği de malumdur279.
2. 2. HZ. PEYGAMBERİN
EHL- İ KITABTN KUTSAL METİNLERİYLE İLİŞKİSİ
2.1. YAHUDİ VE HIRİSTİYAN KUTSAL
KİTAPLARI
Arap Toplumu’nun Tevrat- încil
başlığı altında kastettikleri kitaplar, yine Arap Toplumunun Tevrat- încilTe
tanışıklığına dair örnekler, Nebevi Hadis/ Kudsî Hadis- Mukaddes kitap
benzerliğine dair verilen örnekler açısından faydalı olacağını düşünerek, Yahudi
ve Hıristiyan Kutsal Kitapları hakkında bilgi vermeyi gerekli gördük. Hicaz
bölgesinde varlığından söz ettiğimiz, atıflarda bulunduğumuz ve Arapların
ellerinde bulunan kitapların Kitab-ı Mukaddes içinde hangi kitaplara denk
düştüğünü görebilmemiz ve söz konusu kitaplar ile benzerlik gösteren Kudsî
hadislerin, Kutsal Metinlerin hangi bölümüyle mukayese edildiğini anlamamız
açısından yararlı olacağını hesaba katarak ana batlarıyla ve konumuzun çok
dışına çıkmadan bu konuyu özetlemeye çalıştık.
2. 2.1.1. YAHUDÎLERİN KUTSAL
KİTAPLARI
Yahudi Kutsal kitabı; “Yazılı
Kutsal Metinler" ile bunların yorumu mahiyetindeki “Sözlü Kutsal Metinler”
şeklinde ikili bir tasnife tabi tutulmaktadır. Bu tasnife göre birinci gruba
giren yazılı metinler Tora/ Tevrat, Neviim/ Nebiim ve Ketuvim/Ketubim
kitaplarından oluşmaktadır280.
Bu üç kitap koleksiyonuna “Tanah” da denilmektedir. “Tanah” adı bu üç bölümün
İbranice baş harflerinin birleştirilmesinden meydana gelmiş bir kelimedir281.
2. 2.1.1.1. TANAH (Tanakh)
2.
2.1.1.1.1. Tevrat ( Tora)
Tora’mn kelime ve terim olarak
çeşitli anlamlan bulunmaktadır. Kelime olarak Tora; telkin, eğitim, öğretim,
doktrin, kanun, şeriat, rehber ve emir anlamlanm; terim olarak Tora; Musa’nın
şeraiti’ni, Musa’ya verilen beş kitabı ifade edilmiştir282 283.
Tekvin (Bereşit), Çıkış (Şemot), Levililer (Vayikra), Sayılar (Bamidbar) ve
Tesniye (Dıvarim) olmak üzere beş bölümden ibaret olup bundan ötürü Batıda
“pentateque” denir . Beş kitabı ifade etmek üzere İbranice “Humaş”, Arapça “el-
Esfaru’I- Hamse” (sifr: kitap, çoğulu esfar), Yunanca “pentateukhos” (penta:
beş, teukhos: kitap) kelimeleri kullanılmaktadır284 285.
Tevrat’ın kitaplarının bu
düzeni vahiy mahsulü sayılmaktadır . Yahudiliğe göre, Tevrat’ın beş kitabı
kelime kelime Yahve tarafından bildirilmiş Tanrı Kelamı’dır286.
2.2.1.1.1.2. Peygamberler (Nevi’im)
Nevi’im yani peygamberlere ait
kitaplar ki bunlar da iki kısımdır:
a) Önceki
peygamberlere ait olan kitaplar: Yuşa (Yeoşua), Hâkimler (Şofetim), Samuel
(Şemuel), Krallar (Melahim).
b) Sonraki
peygamberlere ait olan kitaplar: İşa’ya (Yeşayau), Yeremya (Yirmeyau), Hezekiel
(Yehezkel), keza on iki peygamberin kitapları: Hoşea (Oşea), Yoel (Yoel), Amos
(Amos), Obadya (Ovadya), Yunus (Yona), Mika (Miha), Nahum (Nahum), Habakkuk
(Habakuk), Tsefenya (Tsefanya), Haggay (Hagay), Zekerya (Zeharya), Malaki
(Malahi)287.
Önceki (ilk) Peygamberler kısmı
dört kitap, sonraki peygamberler kısmı ise on iki küçük peygamberin
kitaplarının toplandığı bir kitapla beraber dört kitaptan oluşmak üzere toplam
sekiz kitaptır288.
2.1.1.1. 3. Kitaplar (Ketuvim)
“Yazılar, Kitaplar” anlamına
gelen bu bölüm ise şu kitapları ihtiva eder: Mezmurlar (Tehilim), Sülayman’m
Meselleri ( Mişle), Eyub (lyov), Neşideler Neşidesi (Şir Aşirim), Ruth (Rut),
Yeremya’nm mersiyeleri (Eha), Vaiz (Koelet), Ester (Ester), Daniel (Daniel),
Ezra (Ezra), Nehemyah (Nehemya), L ve II. Tarihler (Divrey Ayamim)289
2.2.1.1.2. TALMUD
Talmud, Yahudiliğin itikadı ve
ahlakî bütün prensiplerinin sözlü geleneğidir290. Geleneksel Yahudi anlayışına göre Tanrı;
Sina Dağı’nda Musa’ya sadece Yazılı Tora’yı değil, onun yorumu olan Sözlü
Tora’yı291 yani
Talmud’u da vahyetmiştir. Bundan dolayı Tora’nın yorumu mahiyetindeki metinler
de Tanrı tarafından vahyedİlmiş Kutsal Metinler olarak kabul edilmektedir292. Bu metinler,
Tora hakkmdaki, onu tamamlayan açıklamaları ihtiva eder .
Sözlü Tora/ Talmud önceleri
şifahi/ sözlü bir şekilde nesilden nesile aktarılırken sonradan M.Ö. 70 Ti
yıllarda Filistinli Rabbiler tarafından yazıya geçirilmiştir ve böylelikle
Tora’ya eşdeğerde bir “kutsal kitap” daha ortaya çıkmıştır. Sözlü Tora’mn
yazıya geçirilmesi; konuların artması, bu konular hakkında bilgi sahibi
olanların zaman içerisinde ölmesi sonucunda bu bilgilerin unutulmasının önüne
geçmek amacıyla yapılmış bir uygulamadır293 294.
Talmud, iki bölüme ayrılır:
Mişna ve Gemara. Mişna (tekrar ederek öğrenim anlamında), Eski Ahid’in ilk
klasik tefsiridir. Knesset Ha- Gadol (Büyük meclis) üyesi Soferim’in ve M. Ö.
I- M. S. II. asırlar arasına yaşamış Tannaim’in Tevrat hakkındaki yorum ve
görüşlerini ihtiva etmektedir. M. S. II. Asırda Rabbi Yehuda Ha- Nasi
tarafından derlenmiş ve yazıya geçirilmiştir . Hem daha önceki kanun hükmüne
giren fetvaları hem de kendi maiyetindeki Rabbilerin verdiklerini bir arada
toplamaktadır ve çok akıcı, temiz bir İbranice ile yazılmıştır. Yazılmasının
üzerinden çok geçmeden en önemli din kitabı haline gelmiş ve daha Yehuda Ha-
Nasi’nin sağlığında medreselerin ders kitabı olmuştur. Böylelikle ağızdan ağza
dolaşan Öğretilerin kaybolma tehlikesi de ortadan kalkmıştır295. Mişna,
Tevrat’ın bir şerhinden başka bir şey olmamakla beraber, bundan sonra mer’i
olan şeriat haline gelmiştir296.
Mişna; Zeraim, ziraat ile
ilgili hükümleri; Me’ed, belirli günler ile ilgili hükümleri; Nashim, kadınlar
ile ilgili hükümleri; Nezikin, medeni kanunlar ve ceza kanunları ile ilgili
hükümleri; Kodashim, mukaddes şeylerle ilgili hükümleri; Tohoroth, temizlikle
ilgili hükümleri içeren altı bölümden oluşmaktadır297. Bu altı bölüm toplam olarak altmış üç alt
bölüm ihtiva etmektedir298.
Mişna’nın yeniden ve geniş bir
biçimde yorumlanması sonucunda ise Talmud’un ikinci bölümü olan Gemara meydana
gelmiştir. Gemara, “ikmal edilmiş, gözden geçirilmiş ve gelenek halini almış
öğrenim” anlamındadır . Talmud’un esas kısmım meydana getirmekte299 300, bazen genel olarak Talmud diye de
zikredilmektedir301.
Talmud’da Önce Mişna’ya ait bir
metin zikredilmektedir. Bu metin, Mem, Taf, Nun ve Yod harflerinden oluşan bir
kısaltmayla gösterilmektedir. Daha sonra, Ğmel ve Mem harflerinden oluşan rumuz
kısaltmayla gösterilen Gemara’ya geçilmekte ve burada Amoraİm denen rabbilerin
yorum ve görüşlerine yer verilmektedir302.
Talmud yani Gemara, konu
itibariyle iki kısma ayrılmaktadır. Dini kural ve kanunları ihtiva eden kısma
“Halakhah”, tarihi kıssaları ihtiva eden kısma da “Haggadah” (kıssa, menkıbe,
destan) denilmektedir. Bunlar Talmud’un içinde ayrı ayn düzenlenmiş değildir303.
Mişna’daki bütün maddeler
üzerindeki tartışmaların derlenmesi olan Gemara’daki açıklamaların da ayrıca
bir açıklaması vardır ki, bunun adı da Midraş, yani araştırmalardır304 305 306.
Eski Ahid’İn (îbranice “Tanakh”) ahlaki, tasavvufi ve fıkhi açılardan yorumunu
ihtiva eden eserler olarak da geçmektedir. Tanrfnın iradesini *7/t
**
incelemek ve denemek gibi
anlamlara gelmektedir . Midraşlann tarihi, M.O. 1. asırla M.S. XIV. asır
arasını kapsamaktadır. Talmud çalışılan okula ise “Bet Ha-Midraş” denilmektedir
.
Muhteva ağırlığına göre
Midraş’larm, Midraş Halakhah ve Midraş Haggadah olmak üzere iki türü
bulunmaktadır. Midraş Halakhah, Eski Ahid metinlerinden çıkarılan kanun ve
hükümleri; Midraş Haggadah ise ahlaki ve tasavvufi hikâyelerle önemli meselleri
konu edinmektedir307.
Vahiy ve ilham mahsulü kabul
edilmesinden dolayı l'almud, Yahudiler indinde, Tevrat kadar Öneme sahiptir.
Onun da ilham ve vahiy mahsulü olduğu kabul edilmektedir. Genelde Talmud’u
kabul etmeyen kimse gerçek Yahudi kabul edilmemektedir308 309 310 311. Çünkü gerçek Tora, “Yazılı Tora” adı verilen
özlü, şifreli, bazen açık bazen kapalı olan, ebedi ve değişmez metnin
rehberliğiyle birleşmiş olan “Sözlü Tora”dır. Sözlü Tora, Musa tarafından halka
doğrudan öğretilmiş, Yazılı Tora da yine Musa tarafından halka doğrudan
verilmiştir .
Talmud’un fikirlerinin milletin
zihniyetinde hâkim olmasına rağmen insanların dini duygularını tatmin eden bir
mistik cereyan da teşekkül etmiştir. “Kabala” adıyla isimlendirilen bu
hareketin eserleri oldukça geniş bir edebiyat halinde toplanmıştır .
2.2.1.2. HIRİSTİYANLARIN KUTSAL
KİTABI
2.2.1.2.1.
HIRİSTİYANLARIN KUTSAL KİTABA BAKIŞI
Hıristiyanlıkta Kutsal Kitap,
Tanrfnm insanlıkla yaptığı “Ahit” anlayışı çerçevesinde değerlendirilmektedir.
Bu anlayışa göre Adem’in Tanrı’ya karşı işlediği günah sonraki nesillere sirayet
etmiş ve insanlık bu günahkâr tabiattan kurtulamamışlardır. Tanrı bu yüzden
Musa ile ahit yapmış fakat bu ahit insanlığı kurtarmaya yetmemiştir. Bu yüzden
Tanrı kendi biricik oğlu olan İsa’yı insan şeklinde göndererek insanlıkla “yeni
bir ahit” yapmış ve insanlığın kurtuluşu için İsa’yı feda etmiştir. Tanrı’mn
insanlıkla yaptığı bu ahit döneminin kendilerine ait kutsal metinleri
bulunmaktadır. Hıristiyanlar, İsa’ya kadar olan Yahudi Kutsal Metinleri’ni
“eski ahit”, Isa’dan sonrakileri ise “yeni ahit” olarak isimlendirirler .
Hıristiyanlığın vahiy telakisi İslam’ın vahiy telakkisinden çok farklıdır.
Hıristiyanlığa göre en mükemmel vahiy, İncil’de değil; İsa’da meydana
gelmiştir.
Allah’ın insana söylemek
istediğini yaşamında ve şahsında en mükemmel şekilde anlatan îsa Mesih’tir312 313 314.
İncil bir kitap değil, İsa tarafından ilan edilen “müjde”dir, *
^547
mevcut İnciller de ilanın
şahitleridir .
Hıristiyanlık’ta İsa, her
konuda olduğu gibi, Kutsal Kitabın oluşmasında da merkezi bir konuma sahiptir.
Çünkü Tanrı İsa ile bedenleşmek ile sadece insanlara mesaj anlatmakla kalmamış,
kendisinin ve iradesinin sırrını açıklamak için insana söylemek istediği
şeyleri İsa’nın ağzından söylemiştir. Havariler de Tanrı’nm İsa’nın ağzından
söylediği bu sözleri Kutsal Ruh’un ilhamı ile kaleme almışlardır ve böylelikle
Hıristiyan Kutsal Kitabı’nm ikinci ve ana bölümü olan Yeni Ahit’i
oluşturmuşlardır .
2. 2.1.2.2. YENİ AHİT’İN YAZILMASI
Hıristiyanlık Yeni Ahit’in
yazarlarının insanlar olduğunu kabul eder. Onlar, böylelikle İsa’nın mesajım
kendi üsluplarına göre kaleme almışlardır. Ancak onlar bu mesajı kaleme
alırken, Kutsal Ruh’un ilhamı altında yazmışlardır315. Tanrı, yazarların yaptığı işin sorumluluğunu
üzerine almıştır ve bundan dolayıdır ki metinlerin gerçek sahibi olduğu için
söz konusu metinler vahiy mahsulüdür316.
Yeni Ahit’in yazılma sürecini
Ahmet Cevdet Paşa şöyle anlatmaktadır:
“Hz. İsa (AS) otuz yaşma
eriştikte kendisine nübüvvet ve Risâlet geldi. Üç sene kavmini davet etti.
Nihayet on iki kişi imana gelip Tarik-i Hak’ta ona refik oldular. Onların dahi
birisi sonunda kendisine hıyanet eyledi. Ondan sonra Havariyyun, îsa (AS)’m
vasiyeti üzere etrafa dağıldılar ve Dİn-i İsevî’yi nasa telkin ile meşgul
oldular.
Sonradan încil-i Şerif diye
meydana birçok kitaplar yayıldı. Birazı Havariyyundan bazılarına ve birazı
onların şakirtlerine isnat edildi. Bunlar ise siyer-i Hz. İsa hakkında tarih
yollu yazılmış kitaplar olup bunlarda da İsa’nın bazı ahval ve evsafı yazılmış
ve ara yerde încil-i Şerif ayetleri dercedilmiş idi. Lâkin birbirine mutabık
değildi.
Rüesay- ı Nasara gördüler ki
bunlar birbirine uymuyor, cümlesini gözden geçirdiler ve içlerinden dört nüsha
ayırdılar. Onları, sairine nispetle sıhhate akreb gördüler. İşte İncil- i Şerif
diye Nasara beyninde tedavül eden bu dört nüshadır ki, onlar dahi tamamıyla
birbirine uymaz. Asıl Incil-i Şerif ele geçmemiştir.” .
2.2.1. 2. 3. YENİ AHİT
Hıristiyanlığın ilk yıllarında
İncil’in yazılı olmadığını kabul eden Hıristiyanlar, İsa’nın mesaj inin şifahi
olarak nakledildiğine inanmaktadırlar. Bugünkü İncillerin şekillenmesi ise
Kutsal Ruh’un ilhamı altında gerçekleşmiştir. Bu doğrultuda, Dört İncil ve 27
kitap olan İncil Kilise tarafından vahiy mahsulü olarak kabul edilmiştir .
Yeni Ahit içerisinde bulunan 27
kitap, üç kitapta toplanmaktadır: Tarihi kitaplar, Ta’limİ kitaplar ve vahiy.
Tarihi kitaplar: Matta, Markos,
Luka ve Yuhanna İncilleri ile Resullerin İşleri adlı kitapları ihtiva eder.
B) Ta’limi
kitaplar: Havarilere ait 21 mektuptan ibarettir. Bu mektuplar ise şöyle tavsif
edilir:
Ba) Pavlus’un
14 mektubu (Büyük Mektuplar: Romalılara mektup, Korintlilere Mektup I- II,
Galatyalılara Mektup, Selaniklilere Mektup I- II; Hapishane Mektupları:
Efeslilere Mektup, Filipinlilere Mektup, Koloselilere Mektup,
Filimon’a Mektup; Pastoral
Mektuplar: Timoteos’a Mektuplar I- II, Titus’a Mektup, îbranilere Mektup)
Bb) 7
Katolik Mektup (Yakup’un Mektubu, Petrus’un Mektubu I- II, Yuhanna’nm Mektubu
I- II- III, Yehuda’nm Mektubu)
C) Vahiy:
Yuhanna’nm keşfîyyatma ait olduğuna inanılmaktadır317 318.
2. 2.1.2. 3.1. Dört İncil
Bugün elimizde bulunan dört
încil îsa tarafından yazılmış veya yazdırılmış *2 ÖO
*
değillerse de Yeni Ahit
içerisinde en başta yer alan İncillerden, Matta, Markos ve Luka İncilleri
içerik olarak benzerlik göstermektedirler ve bu sebepten ötürü “Sinoptik
İnciller (aynı bakışla)” olarak adlandırılırlar319. Bu üç İncil, birbirine şekil ve sıra
bakımından oldukça yakındır, bazen de kelime kelime aynıdır320.
Sinoptik İnciller içinde,
Hıristiyan araştırmacılara göre, Markos İncili ilk yazılan Incil’dir321 322. Matta İncili ondan sonra yazılmıştır. Luka
încil’inin ise ilk iki Incil’e dayandığı ifade edilmektedir . Matta İncili’nin
ilk olarak Ibranice veya Süryanice yazıldığı ve sonradan en eski nüsha olarak
bilinen Yunanca nüshaya çevrildiği kabul edilmekle beraber323, bu ilk üç încil’in de ele geçmemiş, Aramca,
bilinmeyen bir Incil’e dayandığı da kabul edilmektedir .
İncillerin yazılması sırasında
kullanılan kaynakların ne olduğuyla alakalı olarak farklı fikirler mevcuttur.
Sonraki İncillerin yazımında Hz. İsa’dan nakledilen sözlü rivayetlerden ve
bunun yanında şu an bilinmeyen ve Hz. İsa’ya ait söz ve yazılan ihtiva eden bir
başka Incil’den yararlanıldığı şeklinde görüşler varsa da324 325,
bu konuda kesin bir kanaatin olmadığı da ifade edilmektedir .
îlk üç încil’in başka bir
Incil’e dayandığı şeklindeki görüşe Matta İnciliyle alakalı olarak da
rastlıyoruz. Şöyle ki, Matta önceleri Aramice olarak İsa’nın sözlerini küçük
bir risale halinde toplamıştır. Bu risale İsa’nın sözlerinden ibarettir ve ona
“sözler” manasına gelen “logia” denilmiştir. Bu kitapçığa daha sonra ilaveler
yapılmış ve bugünkü haliyle Matta İncili meydana gelmiştir326.
Kendinden önceki üç İncil’den
ayrı olarak ele alman Yuhanna İncil’i konuların ve hikâyelerin seçim ve
sıralamasında, coğrafi ve kronolojik bilgilerde, hatta dini bakış açısında
diğer İncillerden farklıdır327.
Diğer üç İncil’den farklı olarak Yuhanna İncili’nde İsa’nın ulûhiyetine dair
açık örnekler bulunmaktadır328.
Ayrıca Yuhanna İncili, zaman bakımından da Sinoptik İncillerden sonradır329.
Yazılan ilk İncil olarak kabul
edilen Markos Incil’inin M.S. 60 yıllarında yazıldığı tahmin edilmektedir330. En son yazıya
geçen Yuhanna Incil’inin yazılması ise 65- 98 yıllan arasındadır331.
2. 2.1. 2. 3.2. Resullerin İşleri-
Mektuplar- Vahiy Kitabı
Dört İncil dışında, Yeni
Ahit’te yer alan “Resullerin İşleri” bölümünün yazannm kim olduğu kesin olarak
bilinmemekle birlikte332
Hıristiyan ilahiyatçıları bu bölümün Luka tarafında yazıldığını kabul
etmektedirler333.
Yeni Ahit’te yer alan mektuplar
Pavlus’un Mektupları ve Evrensel Mektuplar olarak iki kısımda ele alınmaktadır406.
Bu mektuplar değişik nedenlerle farklı topluluklara yazılmış ve daha sonraki
dönemde Yeni Ahit içerisinde yerlerini almışlardır407. Pavlus’un
mektuplarından ayrı olarak Yeni Ahit’te yer alan ve evrensel mektuplar olarak
adlandırılan mektuplar ise Yakup’un Mektubu, Petrus’un İki Mektubu, Yuhanna’nm
Üç Mektubu ve Yehuda’nın mektubu olmak üzere yedi tanedir408.
Yeni Ahit’te en son kitap
olarak yer alan “Vahiy Kitabı” ise hem üslup hem muhteva yönüyle diğer bütün
kitaplardan farklıdır409. 94- 95’li yıllarda Yuhanna tarafından
kaleme alınmış olan bu kitap “dürüst ve imanlı kimselerin dini inkâr edenlere
karşı galip gelecekler” şeklinde geleceğe yönelik kehanetler içermektedir410.
Mahşer günü ve yeni dünya hakkında pek korkunç ve rengarenk tasavvurlar
gösteren eskatolojik bir vizyon olarak diğer kitaplardan farklılık gösterir411.
Bütün Hıristiyan eskatolojik tasavvurları İsa’nın mutlak hükümdarlığım gösteren
bu kitaptan ilham almışlardır412. Apokalips bir edebiyat türü olan
Vahiy Kitabı M.Ö. II. yüzyılda oldukça meşhur olan Apokalips edebiyatın bir
uzantısı olarak görülmektedir413.
2. 2.1. 2. 4. APOKRİF İNCİL VE
METİNLER
Kilise tarafından sahih görülen
kitaplar “Kanonik” olarak tavsif edilir414. Hıristiyanların, Yeni
Ahit’e aldığı metinler dışında, sahih saymadığı, uydurma kabul ettiği bazı
İnciller ve mektuplar da vardır ve bunlar, “Apokrif= Uydurma İnciller” olarak
adlandırılmaktadırlar415. Bu İnciller, kanonik sayılmamakla beraber,
halk seviyesinde ilk Hıristiyan hayat ve düşüncesini aksettirmeleri bakımından
Önemlidirler334.
Kilise tarafından kanonik
sayılmayan bu İncillerden, önem arz eden biri, Bamabas İncili’dir. Bamabas
İncili’nin Hz. İsa’nın bir şakirdi tarafından yazıldığı ifade edilmektedir335. îslami bir
takım öğretilerle uyuşma göstermesi ve Hz. İsa’dan sonra gelecek olan
peygamberin müjdesini vermesi gibi durumlar Bamabas İncili’ni
41 ö
bizim konumuz açısından da
dikkat çekici kılmaktadır .
2. 2. 2. HZ. PEYGAMBERİN İÇİNDE
YAŞADIĞI TOPLUMDA KİTAB- I MUKADDES VARLIĞI
İslam’ın ortaya çıktığı
dönemde, peygamber ve sahabenin yaşadığı bölgelerde, Yahudi ve Hıristiyanlara
ait kutsal metinlerin var olduğunu gösteren deliller bulunmaktadır.
Yahudilerin ilahi kökenli bir
dine mensubiyetinden dolayı ilim ve irfan sahibi olduklarım ileri sürmeleri ve
böylece kendilerini üstün gördükleri doğrultusundaki bilgilerin yanında Medine
Yahudilerinin Yahudi Kutsal Kitabı Tevrat’a sahip olduğuna işaret eden
hadisler, mahiyeti bir yana Tevrat’ın buradaki varlığım ..
* 419
gösterir .
Kutsal Kitabın varlığına
Kur’an- i Kerim de işaret etmektedir. Şöyle ki, Kur’an- ı Kerim’in bir kısım
ayetleri, Yahudileri muhatap alarak, onları, onların ellerinde bulunan ve
“esfâr- u hamse” denilen kitaplarda da zikredilen, peygamber ve nebilere ya da
önceki ümmetlere İlişkin kıssalar yoluyla ikaz etmektedir336.
Aşağıdaki ayet, söz konusu
ayetlerden yalnızca biridir:
“Tevrat indirilmeden
önce Yakub’un kendisine haram kıldığı şeylerden başka yiyeceklerin hepsi
İsrailoğullanna helal idi Ey Peygamber! Onlara de ki: ‘Eğer doğru söylüyorsanız
Tevrat’ı getirin ve okuyun (neler haram kılınmış görelim)’. ”337
Hamidullah, Medine
Yahudilerinin bir mukaddes kitabının bulunduğunu söyler338. Bununla birlikte, rivayetlerden, Yahudilere
ait olduğunu anladığımız bu kitap veya metinlerin tam olarak hangi metin veya
kitaplara terettüp ettiği hususunda bir kesinlik yoktur339. Haber ve hadis râvîleri içinde, kendileri
Yahudi kökenli olmadığı halde, Yahudi kaynaklarım okumuş olanlar bulunmakta
fakat Yahudi kaynaklan “el- kütüb” olarak zikredilmekte ve bunlarla gerçekte ne
kastedildiğinin tam olarak bilinmediğini söylemek gerekir340.
Câhız, bu tür rivayetlerin
çoğunun Ka’b’dan olduğunu ve Ka’b’m, bu rivayetleri naklederken “Tevrat’ta
yazılı olduğu üzere” ya da “kitaplarda bulduğumuz üzere” şeklinde ifadeler
kullandığını nakleder. Ona göre, Ka’b’m bu ifadelerinden kastedilen kitaplar “Süleyman’ın
Kitabı”, “İşaya’nm Kitabı” veya diğer kitaplardır341.
Kister, Müslüman âlimlerin,
‘Tevrat’da buldum’, “Tevrat’da yazılıdır’, “Tevrat’da kaydedilmiştir’
ifadelerinin zorunlu olarak Eski Ahid’in İlk Beş Kitabı’na hatta Yeni Ahid’e
işaret etmedikleri gerçeğinin farkında olduklarını söyler ve Câhız’m yukarıda
geçen İfadelerini bu görüşüne örnek olarak sunar342.
Netice itibariyle, Kur’an’da
net bir bilgi olmamasına rağmen, “Tevrat” lafzının, sadece Musa’ya verilmiş
kitabı tanımlayan bir isim olmadığı, bu lafzın, Musa da dâhil olmak üzere bütün
İsrail peygamberlerine gönderilen vahiylerin genel adı olduğu ifade edilmiştir343 344. Dolayısıyla bütün İsrail peygamberlerinin
kitapları Kur’an’da “Tevrat” adıyla anılmaktadır. Allah, içindeki şer’i
hükümleri kastederek, Tevrat’ı kendisinin indirdiğini bildirmiştir. Bu O’nun
Yahudilerin uzun zaman içerisinde derleyip toparladığı Tevrat’ın tümünü
sahiplendiği anlamına t «i- 428
gelmemektedir .
“Tevrat’ta yazılı olduğuna
göre”, “Tevrat’ta okudum” girişiyle gelen rivayetlerdeki “Tevrat” ifadesi ile,
Tevrat’ın tamamı ya da bazı bölümleriyle beraber, halakhik/hukuki nitelikli ya
da mev’iza ve kıssa türü bilgi ve rivayetleri ihtiva eden aggadik/midraş türü
kitapların da kastediliyor olması muhtemeldir. Yani, Tevrat’tan maksadın,
kıssa- mev’iza türü bilgi ve rivayetleri biraraya getiren aggadik nitelikli bir
kitap olması da mümkündür345.
Yahudilerin vahiy mahsulü
saydıkları Talmud’un Roş Ha- Şana bölümünde, günah işleyen bir Yahudinin
cehennemde onİki ay kalacağı ve daha sonra cennete gireceği belirtilir. “Kitabı
elleriyle yazıp, sonra da basit dünya menfaati elde etmek için 6fîu
Allah katındandır’ diyenlerin vay hallerine! Kitabı arzu ve heveslerine göre
yazdıkları için yazıklar olsun onlara! Yazıklar olsun onlara ki, bunu kazanç
elde etme yolu olarak görüyorlar. Ayrıca onlar, sayılı birkaç gün dışında
kendilerine kesinlikle azab edilmeyeceğni iddia ediyorlar. Ey Peygamber! De ki:
cBu konuda Allah’tan bir söz mü aldınız? Şayet öyle ise (ki böyle
bir şey olamaz), Allah asla sözünden dönmez. Bilmediğiniz şeyi Allah’a nasıl
isnad ediyorsunuz?”346
şeklindeki ayetlerle bu yanlış inanca işaret edilmektedir347 348.
Kur’an-1 Kerim’in atıfta
bulunduğu bu metnin, Yahudilerin sözlü geleneğinin ana kaynağı olan bir kitap
olması, söz konusu metin(ler)in de tanınıyor ve biliniyor olduğunun işaretidir.
Bunun yanında, Yahudilerin
sözlü geleneğinin kaynaklarından sayılan Mişna’nm sahabe tarafından bilindiği
bize ulaşan birtakım rivayetlerden de anlaşılmaktadır. Sahabeden Abdullah b.
Amr b. As’m Mişna bilgisine sahip olduğunu düşündüren bir rivayeti kaynaklarda
görüyoruz. O’na göre, "kıyametin belirtilerinden biri Mesnat okumaktır’.
Ona Mesnat’m ne olduğu sorulduğunda ise, onun, îsrailoğullarının Musa’dan sonra
meydana getirdikleri ve içerisinde Allah’ın kitabında olmayan, kendi arzuları
doğrultusunda yazılmış bilgilerin bulunduğu bir kitap olduğunu söylemiştir .
Yahudi sözlü hukuk veya sözlü
Tevrat/Mişna olması kuvvetle muhtemel olan bu rivayetteki “el- Mesnat” ifadesi,
Abdullah b. Amr b. As’m sadece Yahudilere ait kıssa, mev’iza türü kitapları
değil, Tevrat’ın dışında sözlü Tevrat’ın muhtevasına da aşina olduğuna
işarettir349.
Bu konuda dikkat çeken önemli
bir rivayet de, Hz. Ömer’in hadislerin yazılmasına karşı çıkarken "Misnatü
ke- misnati ehli’l- kitabî’ yani "öncekilerin ikiliği gibi bir ikilik mi
istiyorsunuz!’ şeklinde bir ifade kullanması350 351 352 ve yine kendisi
hadisleri yazma konusunu istişare ettikten sonra, bundan vazgeçmesi ve
“Düşündüm ki sizden önce, ehl- i kitaptan kimseler Allah’ın kitabının yanında
bir başka kitap daha yazdılar ve ona yönelip Allah’m kitabını terkettiler.”
demesidir. Bu rivayetler, bizi, Hz. Ömer’in, Yahudilerin yazılı ve sözlü yani
ikili geleneğinden haberdar olduğunu düşünmeye sevketmektedir. Şöyle ki, Yahudi
ve Hırİstiyanlar İlahî vahiyle peygamberin ve diğer din adamlarının sözlerini
birbirine karıştırmışlar, bunun neticesinde de İslam’ın muharref olarak
nitelendirdiği Tevrat ve İncil ortaya çıkmıştı. Hz. Ömer ise, bu tarihi
tecrübeden hareketle, aynı şeyin Müslümanların da başına gelmesi endişesiyle
hadislerin tedvinine olumlu bakmamıştı .
Tevrat veya Tevrat şerhi
niteliğinde olan kitaplara dair işaretlerin yanında, İncil’e dair de bilgiler
vardır fakat Tevrat’tan farklı olarak, Kur’an- ı Kerim’in, Hıristiyanların
kutsal kitabı olarak yalnızca tek bir încil’den bahsettiğini görmekteyiz353.
Allah’ın seçmiş olduğu ümmî bir
peygamberin geleceğinin Tevrat’ın yanında Incil’de de bildirildiğini354; Hz. Peygamberin
onların Tevrat ve Incil’de olduğu halde gizledikleri birçok şeyi açıkladığını355; Allah yolunda
savaşan, öldüren ve ölen mü’minlerin canlan ve mallanmn karşılığının cennet
olduğunun Tevrat ve Incil’de de bildirildiğini356; Hz. Muhammed’in ümmetine ait vasıflann
Tevrat ve Incil’de nasıl geçtiğini357 Kur’an’ı Kerim ayetlerinden öğrenmekteyiz.
Kur’an- ı Kerim ayetleri
ayrıca, Hıristiyanların încil’i tahrif ettiklerini de bize haber vermektedir:
“Kitab Ehlinden öyleleri
vardır ki, söyledikleri ellerindeki kitapta bulunmadığı halde, onu kitapta var
sanasınız diye dillerini eğip bükerek (kelime oyunları yaparak) okurlar ve ‘Bu
Allah katındandır’ derler. Hâlbuki o, hiç de Allah katından değildir. Böylece
onlar, gerçeği bildikleri halde Allah’a iftira etmektedirler.”358 359
Bu ayette, kitapta olmadığı
halde bazı şeyleri kitaba sokanların Hıristiyanlar olduğuna, kendisine bir
şeyler ilave edilen ve tahrif edilen kitabın İncil olduğuna bu ayetten sonra
gelen ikinci ayet açık şekilde delalet etmektedir ki bir başka ayette “Allah’ın
kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiği bir kimsenin kalkıp insanlara,
‘Allah’ı bırakıp bana kul olun’ demesi mümkün değildir...”359 buyurulmakta, Hz. İsa’nın Tanrılık
iddiasında bulunduğu reddedilmektedir360.
Mehmet Paçacı, Kur’anTn indiği
tarihlerde, gerek Eski Ahit’in ve gerekse Yeni Ahit’in kitaplarının oluşumlarım
çoktan tamamlamış ve resmi metin halini almış olduklarım çünkü Eski Ahit
içerisindeki kitapların birer birer yazıya geçirilmesinin çok daha önceye
varmakla birlikte, resmi metnin oluşumunun M. S. 3. asırda tamamlandığı
bilgilerini verir. Yine İncillerin tek tek yazılması, 60- 100 yıllarına kadar
gitmektedir ancak resmi konsüller tarafından bütün Hıristiyan cemaatlerce kabul
edilmesi öngörülen bir Yeni Ahit metni M. S. 4. asırdan meydana gelmiş
bulunmaktadır361.
Kur’anTn M. S. 7. asrın başlarında İnmeye başladığını hatırlatan Paçacı,
elimizdeki Kitab-1 Mukaddes metninin Kur’an’dan en az üç yüzyıl Önce var olduğu
sonucundan yola çıkarak Kur’anTn indiği dönemde Ehl-i Kitabın elinde bulunan
metinler ile bugün Yahudi ve Hıristiyanların kullandığı metinlerin büyük bir
oranla aynı metinler olduğunu söyler362. Ayrıca Kur’an363, indiği dönemde Ehl- i kitabın elinde bulunan
Tevrat ve Incil’i onların dinleri için bir kaynak olarak kabul etmektedir364.
Bugün elimizde olan Kitab- ı
Mukaddes metinlerinin her ne kadar îslami dönemde Ehl- i Kitabın elinde olan
metinlerle büyük oranda aynı olduğu söylense de, Ehl- i Kitabın elinde başka
Tevrat ve încil metinlerinin var olabileceği de söylenmektedir. Kur’ an- ı
Kerim’ in Ehl- i Kitabın ellerindeki kitaplarda bulunduğunu ifade ettiği, Hz.
Peygamber’in vasıflarının ve geleceğiyle alakalı haberlerin şu an elimizde
bulunan Kitab-1 Mukaddes metinlerinde yalnızca Yuhanna ve îşaya bölümlerinde
yer alıyor olması da başka metinlerin varlığına işaret etmesi açısından
zikredilmektedir365.
Bir başka mesele de şudur ki,
Ehl- i Kitabın ellerinde birtakım kitapların var olduğuna dair deliller bulunsa
da, bu kitapları hangilerinin Arapça’ya tercüme edildiğine dair kesin bilgi
sahibi değiliz366.
Mahiyetleri ne olursa olsun,
Ehl-i Kitabın elinde, kendilerine kaynak edindikleri bir takım kitaplar
bulunmaktadır ve bu kitaplara, Kur’an- ı Kerim’de de atıflar yapılmaktadır.
Bununla beraber, aşağıda nakledeceğimiz rivayetler de bu bölgede bir takım
kutsal metinlerin varlığını ve gayet ulaşılabilir olduklarını göstermektedir.
I.
Ebu Hureyre’den nakledildiği
üzere, Ehl- i Kitap’tan kimseler Tevrat’ı îbranicesinden okur sonra da onu Ehl-
i İslam’a tefsir ederlerdi. Bu durum karşısında Hz Peygamber ise sahabeye şöyle
buyurmuştu:
“Sîzler Kitap Ehlinin sözlerini
tasdik de tekzip de etmeyin. Siz onlara deyin ki: 4 Biz Allah’a,
bize indirilene ve yine Allah’ın size indirmiş olduğuna iman ettik. Bizim
ilahımız tek bir ilahtır ve biz O’na teslim olan kimseleriz.45î”
Bu haber, Ebu Hureyre’nin
ilginç haberlerinden biridir. Ehl- i Kitap’tan kasıt, İslam’a ihtida edenler mi
yoksa Yahudi kalanlardan bazdan mıdır, Tevrat’tan kasıt yasalann bulunduğu
bölümler midir yoksa kıssa türü şeyler midir, bunlann tümü meçhuldür367.
II.
Abdullah b. Amr b. As bir
rivayette şöyle demektedir: “ Uyuyan kişinin gördüğü şeyde (rüyamda) bir elimde
bal, diğer elimde de yağ olduğunu ve onları yaladığımı gördüm. Sabah olunca
rüyamı Resulullah’a anlattım, bana dedi ki: 'Sen her iki kitabı, Tevrat’ı da
Furkan’ı da okuyacaksın? ”368
Bu rivayetten anlaşılacağı
üzere, Abdullah, “Kitaplar” olduğunu gizlemiyor, hatta bu durumdan Hz.
Peygamber’in haberdar olduğunu söylüyordu369.
III.
Hz. Peygamber bir gün havraya
gider. Bakar ki bir Yahudi orada bulunanlara Tevrat okuyor. Adam okumaya devam
eder. Okuma sırası Hz. Peygamber’in sıfatına gelince okumayı keser. Hasta bir
adamın yanında oturan Hz. Peygamber ise, o hasta adama, neden okumayı
kestiklerini sorar. O zat: ‘Onlar bir peygamberin sıfatına geldiler ve
sustular’ der, emekleyerek gelir, Tevrat’ı alır ve okur. Hz. Peygamber’in ve
ümmetinin sıfatına sıra gelince: ‘Bu, senin ve ümmetinin sıfatıdır’ der ve iman
eder370.
IV.
Abdullah b. Amr b. As’a Hz.
Peygamber’in Tevrat’ta nasıl tanımlandığı sorulmuş O ise şöyle cevap vermiştir:
“Allah’a and olsun ki, O, Tevrat’ta, Kur’an’da nasıl tanımlanıyorsa da aym
şekilde tanımlanmıştır. ‘Ey Nebi, biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı
ve ümmiler için bir koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulumsun, resulümsün.
Sana ‘mütevekkil’ adını verdim. Sen huyu kötü, kalbi kötü ve çarşılarda bağırıp
çağıran biri de değilsin’ 371.
Abdullah b. Amr b. As’m, Süryanîce’yi
iyi bilen ve yazısı da güzel birisi372 olarak zikredilmesinin yanında, Kur’an- ı
Kerim’in yanında önceki kitapları da sürekli okuyan (edrnene) ve onlarda hayret
verici bilgilerin bulunduğunu söyleyen âlim bir kimse olduğu da kaynaklarda
geçmektedir373.
Onun, “el- îmamu’l- Habr/Hıbr”
diye nitelendirildiği onunla ilgili bilgiler arasında yer almaktadır374.
Buradan hareketle Abdullah’ın,
Ehl- i Kitaba ait eserleri okuduğu ve bunu Hz. Peygamber döneminde de
sürdürdüğü söylenebilir. Bu yöndeki bilgilerin yer aldığı rivayetlerde “Ehl- İ
Kitaba ait kitaplar” ifadesi kullanılsa da, aslında bu kitapların Yahudi Kutsal
Kitapları olması daha muhtemeldir. Zira Abdullah, Yahudi Kutsal Kitaplarım
okumasıyla öne çıkmakta ve “kara’tü fı’n- Namus”, “mektubun fı t- Tevrat
girişiyle rivayetler nakletmektedir .
V.
Birgün Hz. Ömer Hz. Peygambere
bir Tevrat nüshası getirdi ve 'Ya Resulallah’ dedi 'bu bir Tevrat nüshasıdır’.
Hz. Peygamber birşey söylemedi. Hz. Ömer de okumaya başladı. Bu esnada Hz.
Peygamber’in yüzünün rengi değişti. Bunun üzerine Hz. Ebubekir: 'Evlat acısı
görenler seni kaybedesice! Resulullah’m yüzünü hiç mi görmüyorsun!’ dedi. Hz.
Ömer o zaman Hz. Peygamber’in yüzüne baktı ve hemen şöyle dedi: 'Allah’ın
gazabından ve O’nun Resulünün gazabından Allah’a sığınırım. Rab olarak Allah’a,
din olarak İslam’a, peygamber olarak Hz. Muhammed’e razı olduk. Bunun üzerine
Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ' Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun
ki, şayet Musa sizin için ortaya çıksaydı ve siz de beni terk ederek O’na
uysaydımz, doğru yoldan sapmış olurdunuz. Şayet O sağ olsa ve peygamberliğime
kavuşsaydı bana ittiba ederdi375.
Hz. Ömer’in Daniel’in Kitabını
Abdulkays kabilesi mensubu bir adamdan edindiği, sonra da onu Hz. Peygamber’e
getirerek, 'Bu ilmimize ilim katacağımız bir kitaptır’ dediği, daha sonra ise
bu kitabı Hz. Peygamber’in huzurunda okumaya başladığı ve Hz. Peygamber’in
bundan hoşnut olmadığı şeklinde bir rivayet de bize ulaşmıştır376.
Bu tür rivayetler, Hz.
Peygamber zamanında Tevrat’ın bazı metinlerinin Arapça tercümelerinin bulunduğu
ve bunlara ulaşmanın zor olmadığım göstermesi bakımından önem arz eder. Hz.
Ömer’in Hz. Peygamber’e getirdiği bu kitap veya sahife Arapça’dır. Aksi halde
gerek Hz. Ömer’in gerekse kendisine okunduğu zaman kızan Hz. Peygamber’in
Îbrânîce veya Aramice bildiğini kabul etmek gerekir ki bunu destekleyecek hiçbir
delil bulunmamaktadır377.
Bir başka rivayet ise şöyledir:
Hz Ömer Hz. Peygamber’den Tevrat ta’limi için izin ister fakat Hz. Peygamber,
‘Tevrat’ı değil de, kendilerine indirileni (Kur’an’ı) taTim etmesini ve Tevrat yerine
Kur’an’a iman etmesini’ söyler ve Hz. Ömer’in bu talebini reddeder .
Hz. Hafsa’nm da Yusuf un
kıssası yazılı bir kitabı Hz. Peygamber’e götürüp okuduğu, bunun üzerine Hz.
Peygamber’in ise yüzünün renginin değiştiği ve şöyle dediği kaydedilmiştir:
Şayet Yusuf size gelseydi ve ben sizin aranızda iken siz beni terkedip ona tabi
olsaydınız kesinlikle yoldan çıkmış olurdunuz378.
VI.
Medine sözleşmesinde yer alan
bir madde gereğince, herhangi bir öldürme veya anlaşmazlık durumunda Hz.
Peygamber’e müracaat edilecekti. Bu hükme istinaden getirilen birçok davalarda
Hz. Peygamber, Tevrat’la hükmetmiştir. Kureyzaoğulları İle Nadiroğulları arasında
gerçekleşen bir cinayet davası buna örnektir379.
Abdullah b. Ömer’den
nakledildiğine göre, Medineli Yahudiler, İçlerinden zina eden bir kadınla bir
erkek hakkında hüküm vermesi için Hz. Peygamber’e gelirler. Hz. Peygamber’in
onlara: Siz recm hakkında Tevrat’ta ne bulursunuz? diye soruyla mukabele etmesi
üzerine, “Biz, zina edenleri teşhir eder değnekle döveriz” derler. Orada
bulunan Abdullah b. Selam bunlara: “Yalan söylediniz. Tevrat’ta recm ayeti
vardır.” deyince, Tevrat getirilir ve içlerinden biri İlgili ayetin üzerine
elini kapatarak önceki ve sonraki cümleleri okumaya başlar. Abdullah b.
Selam’ın ikazı üzerine bu şahıs elini kaldırınca, recim ayeti ortaya çıkar.
Yahudiler şu itirafta bulunurlar: “Ya Muhammedi Abdullah b. Selam doğru
söylemiştir; Tevrat’ta hakikaten recm ayeti vardır. Ancak biz kendi aramızda
bunu gizleriz.” 380.
Abdullah b. Selam’m Medine
içinde hatırı sayılır bir âlim olduğu ittifakla kabul edilmiştir.
Rivayetlerden, Onun Tevrat’ı çok iyi bildiği, Eski Ahit’in birçok bölümlerini
tedris ettiği sonucu çıkarılmıştır381.
Ona dair zikredilmesi gereken
önemli bir rivayet ise şudur: Abdullah b. Selam Hz. Peygamber’e geldi ve hem
Tevrat’ı hem de Kur’an’ı okuduğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, O’na
“bir gece birini bir gece ötekini oku” buyurmuştur382.
Onun Tevrat’ın yanında Talmud’u
da babasından okuduğu şeklinde bilgiler de vardır383.
VII.
Selman el- Farisî şöyle
demiştir: “Tevrat’ta, yemekten sonra elleri yıkamanın, yemeğin bereketinden
olduğunu okudum ve Tevrat’ta okuduğum şeyi Resulullah’a bildirdiğimde, ‘Yemeğin
bereketi yemekten önce de sonra da elleri yıkamaktır’ buyurdular.384 385”
Bu rivayet Hz. Peygamber’in
-aslında İslam’ın- Yahudi din ve kültürüne ait bazı bilgi ve hükümleri
onayladığını , güzel ahlak ve İnsanın iç- dış dünyasının temiz olmasına vesile
olabilecek bilgi ve alışkanlıktan bazı ziyadelerle de olsa onayladığı ve aynen
benimsediğini göstermesi bakımından da önemlidir.386
VIII.
Hz. Peygamber, bir gün Beytü’l-
Midras’a gitmişti. İçeride Yahudİler bulunmaktaydı ve Hz. Peygamber onlan
İslam’a davet etmişti. Orada bulunan Nu’man b. Amr ve Haris b. Zeyd Hz.
Peygamber’e dinini sormuş, O da ‘İbrahim’in dini ve milleti üzereyim’ demişti.
Yahudiler de ‘İbrahim de bir Yahudi’ydi’ diye karşılık verince Hz. Peygamber,
‘Gelin Tevratı aramızda hakem kılalım’ demiş fakat onlar bundan kaçınmışlardı.
Bunun üzerine “Resulum! Kitaptan nasiplenmiş olanları (Tevrat hakkında biraz
bilgisi olan Yahudi din adamlarının yaptığını) gördün değil mi? Aralarında
Peygamber’in hüküm vermesi için Allah’ın kitabına uymak üzere çağrıldıklarında,
onların bir kısmı yüz çevirmiş ve dönüp gitmişlerdir.” 387 ayeti nazil olmuştur.388
IX.
“Tevrat indirilmesinden
önce, Yakub’un kendisine haram kıldığı şeylerden başka, yiyeceklerin hepsi
İsrailoğullarına helal idi. Ey Peygamber! Onlara de ki: ‘Eğer doğru
söylüyorsanız, Tevrat’ı getirin ve okuyun (neler haram kılınmış görelim).
Bundan sonra (Tevrat’ta bu husus açıkça belirtildiği halde) hala birtakım
yalanlar uydurarak Allah’a isnad eden iftiracılar, zalimlerin ta kendileridir.”389”
Bu ayet incelendiğinde, Hz.
Peygamber’in, dilini bilmediği bir kitaba nasıl hüküm vermek üzere başvurduğu
sorusu akla gelmektedir ki, bu kitabın dilini bilmemesi durumunda, basımların
Onu yanıltmaları ve yalan konuşmaları mümkündür. Hz. Peygamber’in Tevrat’ın
dili olan îbranice ve ya Aramice’yi bildiğini gösteren hiçbir delil bulunmadığı
için, geriye kendisiyle hüküm verilen bu kitapların dilinin Arapça olması
ihtimali kalır ve Hz. Peygamber döneminde Tevrat’ın en azından bazı
kısımlarının Arapça tercümesinin bulunduğu söylenebilir390.
X.
Ehl- i Kitaba ait metinlerle
alakalı olarak kaynaklarda geçen bir diğer bilgi ise Abdullah b. Amr b.As’m,
Yermük harbi esnasında Ehl- i Kitab’a ait birtakım kitaplar edindiği bilgisidir391. Bu bilgi de
Ehl- i Kitab’a ait metinlerin o bölgede var olduğuna işaret etmesi açısından
önemlidir.
Suyutî’den nakledildiği üzere,
bazı Yahudiler Allah tarafından ilham edildiğini iddia ettikleri kitaplar
derliyor ve onları ucuz fiyatlarla Araplara satıyorlardı392.
Hz. Peygamber ve sahabenin
yaşamış olduğu bölge ve zamanda Ehl- i Kitabın kitap ya da kaynak niteliğindeki
birtakım metinlerinin var olduğunu ve toplumda ulaşılabilir bir durumda
bulunduğunu düşündüren bir diğer mesele, daha önceki bölümde yer verdiğimiz
muvahhidler meselesidir. Onların, dini arayışlarının sonucunda, bazen diğer
dinlere yöneldikleri, onların kitaplarım okuyup araştırdıkları ve geçmiş
kitaplara ve o kitaplarda geçen bilgilere sahip olmakla toplumda da fark
edildikleri rivayetlerde geçmektedir. Muvahhidlerden biri olarak kaynaklarda
geçen Varaka’mn kendine ait bir Incil’inin de olduğunu yine zikretmiştik. Bu
konuyla alakalı bilgiler daha önce zikredildiği için burada daha fazla sözü
uzatmıyoruz.
2. 2. 3. HZ. PEYGAMBERİN YAHUDİ VE
HIRİSTİYANLARIN KUTSAL METİNLERİNE YAKLAŞIMI
Kitab-1 Mukaddes Varlığıyla
alakalı olarak yukarıda geçen rivayetler, Tevrat bölümlerini ihtiva eden sahife
veya nüshaların Hz. Peygamber ve sahabîlerin pek de uzağında olmadığım gösterir393. Ve yine bu
rivayetler, Hz. Peygamber ve sahabenin geçmiş dinlere ait metinlerin
varlığından hatta içeriklerinden haberdar olduklarım göstermek açısından
önemlidir.
Ehl- i Kitap ve onların
ellerindeki birtakım metinlere karşı tavrın, başlangıçta yumuşak bir üsluba
sahip olduğu Kur’an- ı Kerim’de onlarla alakalı olarak nazil olan ilk
ayetlerden de anlaşılmaktadır. Ehl- i Kitapla ancak güzel bir şekilde
tartışılmasının istenmesi394,
“...eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun” şeklinde ifadelerle Ehl- i Kitabın
Allah tarafından referans gösterilerek onore edilmesi395 396 buna
işaret eder . Ebu Hureyre’den nakledilen ve yukarıda zikrettiğimiz, Ehl- i
Kitabı ne tekzib ne tasdik etmenin buyrulduğu hadis de göz önünde
bulundurulduğunda, Hz. Peygamber’in bu tavrının da Kur’anî tavrın aynı olduğu
görülür397 398.
Kur’an-1 Kerim’in Ehl- i Kitaba
yönelik bu yumuşak yaklaşımının temelinde, söz konusu kesimi kendisine Arap
müşriklerinden daha yakın gördüğü ve İlahî kaynaklı bir dini gelenek İçinde yer
almalarından ötürü en azından ortak bir paydada birleşme beklentisi içerisinde
olduğunu söylemek mümkündür .
Bu konuda dikkat çeken bir
başka şey ise, Maide suresinde, nüzul dönemi Yahudilerinin ellerinde bulunan
Tevrat’ın, kendisinde Allah’ın hükmü bulunan bir kitap olarak nitelendirilmiş
olması ve bu hüküm ellerinin altında olduğu halde Hz. Peygamber’e hakemlik için
başvurmalarından ötürü kınanmış olmalarıdır. Yine aym surede, Incil’e uyanlara,
Allah’ın onunla vahyettikleri doğrultusunda hüküm vermeleri emredİlmektedir399.
“Onlar ellerinde
Allah’ın hükümlerini içeren Tevrat bulunduğu halde muhakeme için niçin sana
geliyorlar ki! Sonra (verdiğin hükme de razı olmayarak) dönüp gidiyorlar. Ey
Peygamber! Aslında onlar inanmış kimseler değillerdir.”400
“Kendilerine İncil
verilenler de Allah’ın indirdikleri ile hükmetsinler. Bilin ki (menfaatlerine
uygun düşmediği için) Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasık kimselerdir.”401
Kur’an- ı Kerim, nüzul dönemi
Yahudi ve Hıristiyanlarının elleri altında bulunan Tevrat ve Incil’i bütünüyle
muharref kitaplar olarak görmemekte; bilakis din adamlarınca bir takım yorumsal
çarpıtmalar yapılmış olsa da Allah’ın hüküm veya hükümlerini muhtevi bir
vahiyler manzumesi olarak kabul edilmektedir402.
Hz. Peygamber’in geleceğinin
Tevrat ve Incil’de bildirildiğine, Kur’an- ı Kerim’in önceki kitapları/ onların
içinde bulunan hakikatleri tasdik edici olduğuna403 dair ayetlerin de Ehl- i Kitaba (ait
metinlere) karşı ılımlı bir yaklaşımın göstergeleri olarak gözden kaçırılmaması
gerekmektedir.
Kaynaklar aracılığıyla bize
ulaşan Hz. Peygamber’e ait bir rivayette ise şöyle buyrulmaktadır: “Benden,
Kur’an dışında hiçbir şey yazmayınız. Kim benden, Kur’an dışında bir şey
yazmışsa onu imha etsin. Kim de bilerek bana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine
hazırlansın. İsrailoğullarmdan nakilde bulunmanızda da bir sakınca yoktur.”404
Yukarıda yer alan rivayetlerin
yanında Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Amr b. As’ın rüyasını Tevrat okuyacağı
şeklinde yorumlamış olması ve bu konuda olumsuz bir tavır sergilememiş olması,
yine Abdullah b. Selam’m Tevrat okumasına izin vermiş olması gibi rivayetler,
Hz. Peygamber’in Ehl- i Kitap ve onların ellerindeki metinlere karşı olumlu
tavrının belirtileridir. Yine Hz. Peygamber’in havraya gidip orada Tevrat
dinlemesi ve Tevrat’ın okunması kesilince 'okumayı neden kestiniz?’ diye
sorması, ardından Tevrat okuyan adamı hoşnutluk içinde dinlemesi ve okunanı
reddetmemesi, Ehl- i Kitabın kitaplarından bilgi edinmenin mübah olduğunu
göstermektedir405.
Ehl- i Kitaba ve onların
metinlerine karşı yanında ohımlu/yumuşak bir tavır sergileyen bu rivayet ve
ayetlerin yanında, yukarıda örneklerini zikrettiğimiz üzere, olumsuz bir
yaklaşım sergileyen rivayetlerin ve ayetlerin var olduğunu da görmekteyiz.
Başlangıçta yumuşak bir üslupla seyreden Ehl- i Kitaba yönelik ayetler,
Yahudilerin, Medine döneminde, beklenilenin aksine Müslümanların değil de
Müşriklerin yanında yer alması ve Müslümanlara ihanette bulunmalarıyla sert bir
üslup takınmaya başlamıştır. Bu sertleşmenin, önce bir sitemle başladığı ve
gittikçe Ehl- i Kitabı kınamaya kadar vardığı göze çarpmaktadır406.
Rivayetler içerisinde ise, Hz.
Ömer’in Ehl- İ Kitaba ait bir metinle gelmesi407 ve Hz. Peygamber’in bundan hoşnut olmaması,
Hz. Hafsa’nın elinde bulunan ve Yusuf kıssasının yazılı bulunduğu bir kitaptan
Hz. Peygamberim rahatsızlık duyması şeklinde bilgiler bu olumsuz tavrı
örneklemektedir.
Sahabeden bazılarının da Ehl- i
Kitap’tan sorular sormayı hoş karşılamadıkları şeklinde rivayetler vardır.
Abdullah b. Abbas bir gün Müslümanlara şöyle seslenir: “Ey Müslümanları
Allah’ın peygamberine en son vahiylerini indiridiği, okuyup durduğunuz taptaze kitabınız
dururken, Ehl- i Kitab’a nasıl sorarsınız?. Hâlbuki Allah, Ehl- i Kitabın
Allah’ın emirlerini değiştirdiklerini ve kitabı elleriyle tahrif ettiklerini ve
bunu az bir para karşılığında satabilmek için 'bu, Allah katmdandır’
dediklerini sizlere haber de verdi. Size verilen ilim, onlara soru sormanızı
yasaklamıyor mu? Hayır vallahi! Onlardan birinin sizlere indirilenden gelip
size sorduğunu hiç görmedik.”408
Abdullah b. Mes’ud ise şöyle
demiştir: “Ehl- i Kitaba sormayın. Kendileri sapıtmış olan bu insanlar, sizi
asla doğru yola erdiremezler. Hakikati yalanlayabilir veya batılı tasdik
edebilirsiniz.”409
Bütün bu rivayetler, Ehl- i
Kitaba veya onların kitaplarına olan tutumun her zaman aynı olmadığını
göstermektedir. Hz. Peygamber’in, bazı “kutsal” metinlerin yazılmasına ve
okunmasına tepki göstermesinin, Kur’an’m tamamlanması aşamasında, doğrularla
yanlışların bir arada bulunduğu metinlerle ilgilenmenin Müslümanların
zihinlerine zarar vermesinden Hz. Peygamber’in duyduğu endişe olduğu410 ve yine söz
konusu menfî tavrın, Tevrat’taki neshediüp tahrif olunan hususları
ayıramayanlar için geçerli bir durum olması gerektiği, zira, en azından
Tevrat’ta inkar ettikleri hükümlerle Yahudileri ilzam için, Ehl- i Kitap
metinleri hakkında bilgi sahibi olmanın zaruri olduğu şeklinde yorumlar
yapılmıştır411.
Muhammed Hüseyin Zehebî ise, bu
tavrın, İslam’ın başlangıç dönemlerinde, dinin hükümlerinin yerleşmesinden önce
olduğunu, çünkü Müslümanların akidelerinin ve düşüncelerinin bozulmasından
korkulduğunu ifade eder 412".
Bu tür olumsuz ve Ehl- i
Kitab’a karşı tavizsiz bir tavrın, yukarıda ifade edildiği üzere Kur’an- ı
Kerİm’in Ehl- i Kitaba karşı sertleşen tavrının bir uzantısı olarak ortaya
çıkmış olması da muhtemeldir.
Kur’an- ı Kerim’in ve Hz.
Peygamber’in Ehl- i Kitab metinlerine karşı tavrından yola çıkılarak,
îsrailiyyat üç kısımda ele alınmıştır: makbul israiliyat, merdud îsrailiyyat,
makbul İle merdud arasında kalan îsrailiyyat413.
Anlaşılan odur kİ, İdeal dini
düzeyde İlahî kaynağa yatkınlığı ve saflığını muhafaza etiği ölçüde Ehl- i
Kitab’a ait bazı unsurlar, gerek Kur’an gerekse Hz. Peygamber tarafından
övgüyle karşılanmış; fiili itikad ya da mevcut haliyle aslından sapmış,
saflığını yitirmiş ve haktan kopmuş pek çok unsur da aynı şekilde şiddetle
eleştirilmiş ve aslına rücu edilmesi istenmiştir414.
Ehl- i Kitab’a veya onların
kutsal metinlerine karşı Hz. Peygamber’in sahabeden bazılarına engelleyici bir
tavırla yaklaşması, hakikat olanla batıl olanı ayırt edemeyecek durumda olma,
Kur’an-ı Kerim’in yazıya geçtiği bir ortamda karışıklığa sebep olma gibi bir
takım özel durumlara binaen zaruri olarak ya da tedbiren ortaya çıkmış gibi
görünmektedir. Zira eski kitaplara dair bilgileri olan Abdullah b. Amr ve
Abdullah b. Selam gibi sahabîlerin herhangi bir yasağa tabi tutulmamış
olmaları, Hz. Peygamber’in bizzat kendisinin Tevrat’ı dinlemekte bir beis
görmemesi ve hadisler içerisinde Tevrat’a ve Incil’e yapılmış atıflara
rastlıyor olmamız bizi bu düşünceye meylettirmektedir.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
HZ. PEYGAMBERİN EHL- İ
KİTAB’IN KUTSAL METİNLERİNE DAİR BİLGİSİ VE KUDSÎ HADİSLER
3.1. HZ. PEYGAMBERİN KİTAB-1
MUKADDES BİLGİSİ
Hz. Peygamberin Ehl- i Kitabin
inançlarıyla, onların ellerinde bulunan metinlerle, bunun yanında evvelki
ümmetlerin başlarından geçen bazı olaylarla alakalı birtakım bilgilere sahip
olduğunu düşünmemizi gerektiren çokça rivayet mevcuttur. Önceki bölümlerde
açıklamaya çalıştığımız üzere, Hz. Peygamberin içinde yaşadığı toplum, farklı
kültür ve inançlara müntesip insanları da içerisinde barındıran, onlarla
iletişim halinde bulunan bir toplumdu. Bunun yanında, yine aynı toplum,
uğraştıkları ticaret gereği çok farklı ülkelere seyahatlerde bulunan, farklı
inanç ve hayatlara sahip insanlarla karşılaşan ve bu insanları zaman zaman
kendi ülkelerinde ağırlayan bir toplumdu. Bütün bunlar, tabiî olarak, onlarla
beraber yaşayan, ticaretle uğraşan, kültürel faaliyetlere iştirak eden,
kendisini çevresinden soyutlamamış bir insan olarak, Hz. Peygamber’in, bilgi ve
tecrübe edinme yolarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hz. Peygamber, Kur’an
kıssalarında gözetilen hedeflere paralel olarak, zaman zaman mü’minlerin ibret
ve öğüt almalarını sağlamak veya birtakım mücerret gerçeklerin daha iyi
anlaşılmasını temin maksadıyla vaazlarında tarihî ve temsilî mahiyette
kıssalara yer verdiği görülmektedir . Bununla alakalı olarak, Hz. Muhammed’in,
bazı geceler, geç vakitlere kadar îsrailoğullarından olaylar anlattığı
belirtilmektedir:
Abdullah b. Amr şöyle demiştir:
“Resulullah bize uzun uzun (sabaha kadar) îsrailoğullarından bahseder, farz
namazdan başka hiçbir şey için kalkmazdı”415 416
Bu rivayet, Hz. Peygamber’in
geçmiş ümmetlerin hayatlarına, onların başından geçen olaylara dair birtakım
hususlarda bilgi sahibi olduğuna ve bu bilgileri aktarmakta, anlatmakta,
kullanmakta bir beis görmediğine işaret etmesi açısından önemlidir.
Yukarıda ifade etiğimiz türden
kıssalara, Hz. Peygamberin Hz. Süleyman’la alakalı olarak anlattığı bir kıssayı
örnek verebiliriz, şöyle ki: “îki kadın vardı. Bunların beraberlerinde iki de
çocukları vardı. Bir kurt gelerek bu çocuklardan birini kapıp kaçırdı. Kadın,
arkadaşına: ‘Kurt senin çocuğunu kaçırdı!’dedi. Diğeri ise: ‘Hayır, senin
çocuğunu alıp gitti!’ dedi. Hz. Davud 'a gittiler. Hz. Davud, büyük kadın
lehine hükmetti. Küçük, hükme razı olmayınca, davayı Hz. Süleyman’a götürdüler.
Hz. Süleyman: Bir bıçak getirin, çocuğu ikiye böleyim, size birer parça
vereyim!’ diye hükmetti. Küçük kadın: ‘Böyle yapma! Allah'ın rahmetine mazhar
ol! Çocuk onundur!’ dedi. Hz. Süleyman bu cevap üzerine çocuğun küçük kadına
ait olduğuna hükmetti.”417
Hz. Peygamber’in anlattığı bu
kıssanın Kitab- ı Mukaddes’te şu şekilde yer aldığım görmekteyiz: “Birgün iki
fahişe gelip kralın önünde durdu. Kadınlardan biri krala şöyle dedi: ‘Efendim,
bu kadınla ben aynı evde kalıyoruz. Birlikte kaldığımız sırada ben bir çocuk
doğurdum. îki gün sonra da o doğurdu. Evde yalnızdık, ikimizden başka kimse
yoktu. Bu kadın geceleyin çocuğunun üzerine yattığı için çocuk Ölmüş. Gece
yansı, ben kulun uyurken, kalkıp çocuğumu almış, koynuna yatırmış, kendi ölü
çocuğunu da benim koynuma koymuş. Sabahleyin oğlumu emzirmek için kalktığımda,
onu Ölmüş buldum. Ama sabah aydınlığında dikkatle bakınca, onun benim
doğurduğum çocuk olmadığını anladım.’
Öbür kadın ‘Hayır! Yaşayan
çocuk benim, ölü olan senin!’ diyerek çıkıştı. Birinci kadın, ‘Hayır! Ölen
çocuk senin, yaşayan çocuk benim!’ diye diretti. Kralın önünde böyle tartışıp
durdular.
Kral, ‘Biri, ‘Yaşayan çocuk
benim, ölü olan senin’ diyor, öbürü, ‘Ölen çocuk senin, yaşayan benim’ diyor. O
halde bana bir kılıç getirin!’ dedi. Kılıç getirilince kral, ‘Yaşayan çocuğu
ikiye bölüp yansım birine, yarısını Öbürüne verin!’ diye buyurdu. Yüreği
çocuğun acısıyla sızlayan, çocuğun gerçek annesi krala, 'Aman Efendim, sakın
çocuğu öldürmeyin, ona verin’ dedi. Öbür kadınsa, 'Çocuk ne benim ne de senin
olsun, onu ikiye bölsünler’ dedi.
zaman kral kararım verdi.
'Sakın çocuğu öldürmeyin! Birinci kadına verin, çünkü gerçek annesi odur.’ ”418
Yine Hz. Peygamber tarafından
anlatıldığını kaynaklarda gördüğümüz bir diğer kıssa da şeyledir: “İbrahim
aleyhisselam sadece üç yalan söylemiştir: Bunlardan ikisi Allah'ın zatıyla
ilgili; biri ‘İnnî sakîm’ sözüdür; diğeri de 'Bel fekalehû kebîruhum hâzâ’
sözüdür. Bir tanesi de karısı Sâre hakkındadır. Hz. İbrahim zalim birinin
diyarına (Mısır’a) beraberinde Sâre de olduğu halde gelmişti. Sâre güzel bir
kadındı. Sâre’ye: 'Bu cebbar herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana
galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen,
zaten İslâm yönünden kardeşİmsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve
benden başka bir Müslüman bilmiyorum’ dedi.
Bunlar zalim kralın memleketine
girince, adamlarından biri bunları gördü. Hemen gidip: 'Senin memleketine öyle
güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması münasip değildir’ dedi. Kral
derhal adamlar gönderip, Sâre’yi yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu.
Sâre adamın yanma girince, kral onu karşıladı fakat elini ona uzatamadı. Eli
tutuldu. Sâre’ye:
‘Elimi salması için Allah'a dua
et! Sana zarar vermeyeceğim!’ dedi. Sâre de dediğini yaptı. Ama kral tekrar
Sâre’ye sataşmak istedi. E1İ, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sâre’ye
aynı şekilde ricada bulundu. O da kabul etti. Daha sonra adam yine sataşmak
istedi. Eli önceki İki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye yine:
'Allah'a dua et, elimi salsın,
sana zarar vermeyeceğim!’ diye rica etti. Sâre dua etti, adamın elleri açıldı.
Kral kadım getiren adamı çağırdı ve ona: 'Sen bana insan değil bir şeytan
getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!’ dedi ve Sâre’ye, Hâcer’i bağış olarak
verdi.”419 420
Bu kıssanın da Kitab- ı
Mukaddesle şu şekilde geçtiğini görmekteyiz:
“Ülkedeki şiddetli kıtlık
yüzünden Avram geçici bir süre için Mısır'a gitti.
Mısır'a yaklaştıklarında karısı
Saray’a, ‘Güzel bir kadın olduğunu biliyorum’ dedi, ‘Olur ki Mısırlılar seni
görüp, ‘Bu onun karısı’ diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. Lütfen,
‘Onun kız kardeşiyim’ de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma
dokunmasınlar.’
Avram Mısır'a girince,
Mısırlılar karısının çok güzel olduğunu farkettiler. Kadını gören firavunun
adamları, güzelliğini firavuna övdüler. Kadın saraya alındı. Onun hatırı için
firavun Avram'a iyi davrandı. Avram davar, sığır, erkek ve dişi eşek, erkek ve
kadın köle, deve sahibi oldu.
RAB Avram'ın karısı Saray
yüzünden firavunla ev halkının başına korkunç felaketler getirdi. Firavun
Avram'ı çağırtarak, ‘Nedir bana bu yaptığın?’ dedi, ‘Neden Saray’ın karın
olduğunu söylemedin?, niçin ‘Saray kız kardeşimdir’ diyerek onunla evlenmeme
izin verdin? Al karını, git!’
Firavun Avram için adamlarına
buyruk verdi. Böylece Avram’la karısını sahip olduğu her şeyle birlikte gönderdiler.”
Hz. Peygamber’in ayrıntılı bir
şekilde sahabeye anlattığı Enbiya kıssalarının büyük bir kısmı Kur’an- ı
Kerim’de yer almazken, bunlardan bazıları muhtasar olarak zikredilmiştir421.
Hz. Peygamber’in, Yahudi ve
Hıristiyanların, kitaplarına dayanan birtakım uygulamalarından da haberdar
olduğunu görüyoruz. Aşağıdaki örnekler, bu durumu açıklar mahiyettedir:
* Rivayete göre, Ebu Musa,
küçük abdest konusunda çok titiz davranır, küçük abdestini bir şişe içine bozar
ve ‘Benu İsrail’den birinin bedenine sidik değecek olsa, adam kirlenen derisini
bçakla kazırdı’ derdi.
Huzeyfe dedi ki: ‘Arkadaşınızın
titizliği bu kadar ileri götürmemesini tercih ederim. Ben Resulullah’la bir
beraberliğimizi hatırlıyorum. Beraber yürüyorduk. Derken bir kavmin, bir duvar
dibindeki küllüğüne rastladık. Resulullah, bizden birinin ayakta bevletmesi
gibi ayakta bevletti. Bu sırada kendisinden uzaklaşmak istedim. Bana, yakın
durmamı işaret etti. Ben geri gelip arkasında küçük abdestini bozuncaya kadar
bekledim.”422
Yukarıdaki rivayetten
anlaşılan, hem Hz. Peygamber hem de sahabe Yahudilerin bu inancım bilmekte,
hatta bu inanca göre davrananlar dahi bulunmaktaydı.
Hz. Peygamber’in Yahudi ve
Hıristiyanların ellerinde bulunan birtakım metinlere atıflarda bulunduğuna da
yine bize ulaşan rivayetlerde rastlıyoruz ki aşağıdaki örnekler buna dairdir:
* Hz. Peygamber’in şöyle
buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah Yahudilere lanet etsin, Allah Yahudilere
lanet etsin, Allah Yahudilere lanet etsin! Allah onlara iç yağını yasaklamıştı,
tutup bunu sattılar ve parasını yediler. Hâlbuki Allah bir millete bir şeyin
yenmesini haram etti mi, onun parasım da haram etti demektir.”423
îç yağının îsrailoğullarma
yasak kılındığım Kitab- ı Mukaddes’te şu şekilde görüyoruz: “Rab Musa’ya şöyle
dedi: ‘ İster sığır, ister koyun ya da keçi yağı olsun, «r
1 î
hayvan yağı yemeyeceksiniz’.”
* Hz. Peygamber daha Mekke’de
iken sahabîlerine, kendisinin, geleceği Yahudilerin okuyup durdukları Mukaddes
Kitaplarda esasen haber verilen peygamber olduğunu açıklamıştı . Medine’de ise
Hz. Peygamber’in Benü Kaynuka Yahudilerine ait bir pazara girip, orada onları
bir araya toplayıp şu sözlerle bir hutbede bulunduğunu görmekteyiz:
“Ey Yahudi Cemaati! Size,
Kureyşlİlere gelen bela ve felaketlerin gelip bulaşmaması için Allah’tan korkun
ve İslam’ı kabul edin. Zira biliyorsunuz ki ben, Allah’ın gönderdiği bir
Nebi’yim. Siz bunun böyle olduğunu kendi kitabınızda da görüp duruyorsunuz; O
halde Allah sizi bununla bağlamış vaziyettedir.”424
* Hz. Peygamber’in bazı kral ve
önderlere, kabilelere onları İslam’a davet için gönderdiği mektuplar da
malumdur. Bu mektuplardan birini Hz. Peygamber Hayberlİ Yahudilere göndermiştir
ki söz konusu belgede şu ifadeleri görüyoruz:
“Rahman ve Rahim olan Allah’ın
adıyla... Musa’nın ve kardeşinin dostu, O’nun getirdiğinin tasdikçisi Allah’ın
Resulü Muhammed’den.
Dikkat edin Ey Tevrat
Bağlıları! Allah sizin hakkınızda buyurmuştur; siz onu kitabınızda
bulacaksınız: ‘Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar,
inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onlar rükuya varırken,
secde ederken, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki
secde izi ile tanınırlar. İşte bu onların Tevrat’ta anlatılan nitelikleridir.
Incil’de de şöyle nitelendirilmişlerdi: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş,
kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin
gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcılan
öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler İşleyenlere bağışlama ve büyük ecir
vaat etmiştir.”425 426
‘Saplan üzerine doğru kalkmış
ekin’e dair meseller, Matta 13: 31- 32 ve Markos 4: 26- 32’de, ‘yüz ve
almlardaki secde izleri’ne dair mesel ise Incil’de Yuhanna’nın Vahyi 14: l’de
geçmektedir .
Bu mektuplardan bir diğeri
olan, Hz. Peygamber’in Eyle Piskoposu ve halkına yazdığı mektupta geçen birtakım
ifadeler de Hz. Peygamber’in Kitab- ı Mukaddes’te yer alan bazı bilgilere sahip
olduğunu gösterir. Bu mektupta şöyle bir tehdit yer almaktadır:
“Şayet gönderdiğim elçileri
memnun etmeden geri çevirecek olursan, bunu bir harp ilam sayarım. Artık
çocukları harp esiri, yetişkinleri ise telef ederim. Zira ben dosdoğru bir
Allah Resulüyüm. Allah’a ve resullerine, kitaplarına, Meryem’in oğlu İsa
Mesih’in Allah’ın kelimesi ve Allah’ın bir elçisi olduğuna inanırım. O halde
size herhangi bir kötülük ve zarar ulaşmadan haydi gelin bu dediklerimi yapın.”427
Hz. Peygamber’in Tevrat’ın
Tesniye bölümüne (20: 13- 14) atıfta bulunması, yani peygamberlerinin iman
düşmanlarına karşı takındıkları tutuma, daha da açık bir ifadeyle, benzer
durumlarda onların ‘çocukları esir edip yetişkinleri kılıçtan geçirme’
şeklindeki tatbikat ve tutumlarına müracaat etmesi dikkat çekicidir428.
Hz. Peygamber’in bazı
hadislerinin ise, -yukarıdaki gibi bir atıf emaresi olmaksızın- Kitab- ı
Mukaddes’te yer alan bazı ayetlerle benzerlik gösterdiği, örtüştüğü ve hatta
tamamen aynı lafızlara sahip olduğu da görülmektedir. Aşağıda, bu benzerliğin
görüldüğü ifadelere ilişkin örnekler verdik:
Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur:
“Her kim ki rızkının bollaştırılmasını ve ecelinin geciktirilmesini arzu ederse
akrabalarım ziyarette bulunsun.429 430”
Bu hadise benzer ifadelerin
Tevrat’ta sıkça geçtiğini görmekteyiz:
“Tanrın Rab’bin buyruğu
uyarınca, anne babana saygı göster. Öyle ki ömrün uzun olsun ve Tanrın Rab’bin
sana vereceği ülkede üzerine iyilik gelsin.”
Hz. Peygamber, bir
hadislerinde: “Sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek derecede gizli sadaka veren
kimsenin, Kıyamet Günü Allah’ın arşının gölgesinde gölgelendirileceğim”
bildirmiştir431 432.
Bu hadisle benzerlik gösteren
ifadeler Matta’da şu şekilde geçmektedir: “Birisine sadaka verirken bunu
borazan çaldırarak ilan etmeyin. İkiyüzlüler, insanların övgüsünü kazanmak için
havralarda ve sokaklarda böyle yaparlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar
ödüllerini almışlardır. Siz sadaka verirken, sol eliniz sağ elinizin ne
yaptığım bilmesin. Öyle ki, verdiğiniz sadaka gizli kalsın. Gizlice 571
yapılanı gören Babanız sizi
ödüllendirecektir”
Hz. Peygamber, “Helal olan
şeyler arasında Allah’ın en çok buğzettiği husus talaktır” buyurmuştur433.
Bu hadisle benzerlik gösteren
ibareler ise şu şekildedir: “Çünkü İsrail’in Allah’ı Rab diyor: ‘Ben boşanmadan
ve esvabını gaddarlıkla Örten adamdan nefret ederim’.”523
* Ebu Hureyre’den rivayet
edilen bir diğer hadiste de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kadınlara iyi
davranın. Zira kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğin en eğri
yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline
bırakırsan eğri kalır. Öyleyse kadınlara iyi davranın.”
Kadınların kaburga kemiğinden
yaratıldığı şeklindeki ifadelerin aynısı ise Tevrat’ta şu şekilde yer
almaktadır: “Rab Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Rab Tanrı
onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı
kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.”
* İslam’da, kadının erkeğe,
erkeğin kadına benzemesi yasaklanmıştır. Bir rivayette, Hz. Aişe’ye “Kadın
erkek ayakkabısı giyer mİ?” diye sorulmuş, o da “Resulullah kadınlardan
erkekleşerdere lanet etti” şeklinde cevap vermiştir526.
Bir diğer rivayette ise Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah, kadın elbisesi giyinen erkekle, erkek
elbisesi giyinen kadına lanet etti”527.
Bu hadiste geçen ifadelerin
aynısı, Tevrat’ta şu şekilde yer almaktadır: “Kadınlar erkek giysisi, erkekler
de kadm giysisi giymesin. Tanrınız Rab, bu gibi 572
şeyleri yapanlardan tiksinir. ”
* Bir rivayette Hz.
Peygamber’in şöyle buyurduğunu görüyoruz: “ İğreti saç takan, taktıran; kaşları
incelten, incelttiren; dövme yapan ve yaptıran lanetlenmiştir.”529
Tevrat’ta ise bu yasakların
şöyle zikredildiğini görmekteyiz: “Başınızın yan tarafındaki saçları
kesmeyecek, sakalınızın kenarlarına dokunmayacaksınız. Ölüler için bedeninizi
yaralamayacak, dövme yaptırmayacaksınız, Rab benim.”
“Siz Tanrınız Rab’bin çocuklarısınız.
Ölülere ağıt yakmak için bedenlerinizi yaralamayacaksınız, iki kaş arasındaki
tüyleri almayacaksınız.”
* Hz. Peygamber “Kim bir
hayvanla cinsel ilişkiye girerse onu öldürün, hayvanı da beraber öldürün”
buyurmuştur532.
Bu hükmün Tevrat’ta aynıyla geçtiğini
görmekteyiz: “Bir hayvanla cinsel ilişki kuran adam kesinlikle öldürülecek,
hayvansa kesilecektir.”533
* Hz. Peygamber bir hadis- i
şeriflerinde şöyle buyurmuştur: ”Bir kul dünyada bir kulun ayıbını örterse,
Allah Kıyamet günü onu mutlaka örter."534
Bu yaklaşımı Kitab-1
Mukaddes’te de görmekteyiz: “Başkasını yargılamayın siz de yargılanmazsınız.
Suçlu çıkarmayın, siz de suçlu çıkarılmazsınız. Başkasını bağışlayın, siz de
bağışlanırsınız.”
* Rivayete göre Hz. Peygamber
bir gün şöyle dua etmişti: "Allah’ım, beni miskin olarak, yaşat, miskin
olarak ruhumu kabzet, kıyamet günü de miskinler zümresiyle birlikte
haşret."
Hz. Aişe ise atılarak sordu:
"Niçin ey Allah'ın Resülü?"
‘Çünkü’ dedi, ‘onlar cennete,
zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Aişe! Fakirleri sev ve onları
meclisine yaklaştır, ta ki Kıyamet günü Allah da sana yaklaşsın? 1,536
Bir diğer rivayette ise Hz.
Peygamber şöyle buyurdular: "Fakirler, cennete zenginlerden beş yüz yıl
Önce girerler. Bu (Allah’ın indinde) yarım gündür.”537
Fakirlerin cennete zenginlerden
daha yakın olduğunu ifade eden cümleler Kitab- ı Mukaddes’te şöyle yer
almaktadır:
“îsa öğrencilerine, ‘Size
doğrusunu söyleyeyim’ dedi, ‘Zengin kişi Göklerin Egemenliği’ne zor girecek.
Yine şunu söyleyeyim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı
Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır? ”538
Hz. Peygamber’in, insanın
yaratılışından bahsettiği bir hadisinde şöyle buyurduğunu görmekteyiz: “Sizden
birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar
müddetle "alaka” olur. Sonra bu kadar müddette "mudga” olur. Sonra
Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir: (Bu melek) rızkını, ecelini, amelini,
şaki veya said olacağım yazar, sonra ona ruh üflenir. Kendinden başka ilah
olmayan zâta yemin olsun, sizden biri, (hayatı boyunca) cennet ehlinin ameliyle
amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında bir zirâlık mesafe kaldığı zaman
ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel ederek cehenneme
girer. Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini
işler. Kendisiyle cehennem arasında bir zirâlık mesafe kalınca yazısı ona
galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer .
Hadisin, insanın yaratılış
aşamasının anlatıldığı kısmın Yahudilerin anlayışlarıyla örtüştüğü görülmektedir.
Zira Yahudilerin Tevrat şerhi niteliğinde olan kitapları Talmud’un Yevamot
bölümünde ‘gebeliğin kırkıncı gününe kadar fetüsün yalnızca su olarak kabul
edildiği’ nakledilmiştir434.
* Bir rivayette ise şöyle
buyrulmuştur: “Allah, mü’min kulunun tevbesine, tıpkı şu adam gibi sevinir:
‘Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde
yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat
etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başım yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür
ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda
aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: ‘Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada
ölünceye kadar uyuyayım’ der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine
başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda
hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri? İşte Allah’ın, mü’min
kulunun tövbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan
bu adamın sevincinden fazladır.”435
Bu hadise benzer bir misal,
aynı amaçla Yeni Ahit’te de geçmektedir: “Siz ne dersiniz? Bir adamın yüz
koyunu olsa ve bunlardan biri yolunu şaşırsa, doksan dokuzunu dağlarda bırakıp
yolunu şaşıranı aramaya gitmez mi? Size doğrusunu söyleyeyim, eğer onu bulursa,
yolunu şaşırmamış doksan dokuz koyun için sevindiğinden daha çok onun için
sevinir. Bunun gibi, göklerdeki Babanız da bu küçüklerden hiçbirinin
kaybolmasını istemez.”436
* Hz. Peygamber’in, “Sizden
biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe
iman etmiş sayılmaz” buyurduğu rivayetler içerisinde yer almaktadır437.
Yeni Ahit’te bu ifadeleri
neredeyse aynen görmekteyiz: “Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok
seven bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana
layık değildir.”438
* Bir diğer rivayette ise, Hz.
Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah insanlara merhamet etmeyene merhamette
bulunmaz?’438 439 440 441
Aynı manayı içeren ifadeleri
Matta’da görüyoruz: “ Ne mutlu merhametli olanlara! Çünkü onlar merhamet
bulacaklardır?’
Bu rivayetlerin bir kısmı Hz.
Peygamber’in Ehl- i Kitabın ellerindeki kitaplardan ve onların içindeki
bilgilerden bizzat haberdar olduğunu göstermektedir. Ehl- i Kitaptan kimselerle
aynı şehri paylaşan ve onlarla iletişim halinde olan Hz. Peygamber ve O’nun
sahabîlerinin, onların kitaplarına dair birtakım hüküm ve inançları biliyor
olmalarında anlaşılmayacak bir durum da söz konusu değildir.
Bu bilgilerin birçoğunun, o
bölgede oturmakta olan Ehl- i Kitap tarafından sürekli anlatıla anlatıla artık
bölge halkının ortak kültürü haline dönüştüğünü söylemek de mümkündür. Bölgenin
insanlarına kendi dilleri ve kültürleriyle hitap eden Hz. Peygamber de, kimi zaman
bu yerli kültürün terim, kavram, deyim, fıkra, hikâye ve edebiyatını kullanarak
onlara sesleniyordu. Burada garipsenecek bir taraf da yoktu çünkü Allah her
peygamberi kendi kavminin lisanıyla göndermişti .
3. 2. KUDSÎ HADİSLER İLE BENZERLİK
GÖSTEREN TEVRAT- İNCİL AYETLERİNE DAİR ÖRNEKLER
Bu bölümde, Kudsî Hadis olarak
kaynaklarımızda geçen rivayetlerin, geçmiş kitaplarla ilişkisine işaret etmesi
açısından, elimizde bulunan Tevrat ve încil ayrıca Bamabas İncili metinlerini
dikkate alarak, bu metinlerdeki birtakım ifadelerle Örtüşen Kudsî Hadislere
dair Örnekler vermeye çalıştık.
* Allah buyuruyor ki: “Ey
Ademoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümit ettikçe ben senden her ne sadır
olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey Âdemoğlu!
Senin günahın semanın bulutlan
kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni
affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk
koşmaksızm bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle
karşılanın.”442
Bir diğer Kudsî Hadis ise
şöyledir: Hz. Peygamber Rabbinden hikâye ederek buyurdu ki: “Bir kul günah
işledi ve ‘Ya Rabbî günahımı affet!’ dedi.
Allah da: ‘Kulum bir günah
işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran
bir Rabbi vardır.’
Sonra kul dönüp tekrar günah
işler ve ‘Ey Rabbim günahımı affet!’ der.
Allah da: ‘Kulum bir günah
işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi
vardır.’
Sonra kul dönüp tekrar günah
işler ve ‘Ey Rabbim beni affeyle!’ der.
Allah da yine: ‘Kulum günah
işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle muâhaze eden bir Rabbi
var. Dilediğini yap, ben seni affettim!’ buyurdu.”443
Allah’a şirk koşmadığı
müddetçe, kulun her günahının Allah tarafından bağışlanacağı inancı Kitab-1
Mukaddes’in şu ayetlerinde geçmektedir:
“Size doğrusunu söyleyeyim,
insanların işlediği her günah, ettiği her küfür bağışlanacak, ama Kutsal Ruh'a
küfreden asla bağışlanmayacak. Bunu yapan, asla silinmeyecek bir günah işlemiş
olur.”550
Hz. Peygamber buyurdular:
“Allah buyurdu ki: ‘Ben, salih
kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve
hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım’.”444 Allah’ın sevgili kulları için hazırladığı
Ödüller aynı kelimelerle Incil’de şu şekilde yer almaktadır:
“Yazılmış olduğu gibi, Tann’mn
kendisini sevenler için hazırladıklarını hiçbir göz görmedi, hiçbir kulak duymadı,
hiçbir İnsan yüreği kavramadı.”445
İslam ümmetinin diğer
ümmetlerden farkının anlatıldığı bir Kudsî Hadiste Hz. Peygamber buyurdular ki:
“Sizden önce geçen ümmetlere
nazaran sizin eceliniz, ikindi vakti ile güneşin batması arasındaki müddet
gibidir. Sizin Yahudi ve Hıristiyanlara göre durumunuz ise şu durum gibidir:
Bir adam, ‘Kim benim için günün ortasına kadar bir kırata çalışır?’ diye sordu.
Yahudiler, gün ortasına kadar çalıştılar ve onlara birer kırat ücretleri
verildi. Sonra adam ‘Kim ikindi zamanına kadar çalışır?’ dedi ve Hıristiyanlar
ikindi zamanına kadar çalıştılar, birer kırat onlara da ücretleri verildi.
Sonra ‘Kim ikindi vaktinden gün batınıma kadar iki kırat karşılığı çalışır?’
diye soruldu. İşte siz, iki kırat karşılığı ikindiden gün batımına kadar
çalışanlarınız. Yahudiler ve Hıristiyanlar, ‘Biz daha çok çalıştık ama bize
daha az verdin!’ diyerek öfkelendiler.
Allah, ‘Ben ücretlerinizde bir
haksızlık yaptım mı?’ buyurdu.
Onlar, ‘Hayır!’ dediler.
Sonra Allah, ‘Öyleyse, bu benim
lütfumdur, onu ben dilediğime veririm’ buyurdu.”446
Kaynaklarımızda Kudsî Hadis
olarak Hz. Peygamber’in dilinden nakledilen bu benzetmenin Yeni Ahİt’teki
karşılığı ise şöyledir:
“Göklerin Egemenliği, sabah
erkenden bağında çalışacak işçi aramaya çıkan toprak sahibine benzer.
Adam, işçilerle günlüğü bir
dinara anlaşıp onları bağına gönderdi. Saat dokuza doğru tekrar dışarı çıktı,
çarşı meydanında boş duran başka adamlar gördü.
Onlara, 'Siz de bağa gidip
çalışın. Hakkınız neyse, veririm’ dedi, onlar da bağa gittiler.
Öğleyin ve saat üçe doğru yine
çıkıp aynı şeyi yaptı. Saat beşe doğru çıkınca, orada duran başka işçiler gördü.
Onlara, 'Neden bütün gün burada boş duruyorsunuz?' diye sordu.
'Kimse bize iş vermedi ki’
dediler.
Onlara, 'Siz de bağa gidin,
çalışın’ dedi.
Akşam olunca, bağın sahibi
kâhyasına, 'İşçileri çağır’ dedi. 'Sonuncudan başlayarak ilkine kadar, hepsine
ücretlerini ver.’
Saat beşe doğru işe başlayanlar
gelip kâhyadan birer dinar aldılar. İlk başlayanlar gelince daha çok
alacaklarını sandılar, ama onlara da birer dinar verildi. Paralarını alınca bağ
sahibine söylenmeye başladılar:
'En son çalışanlar yalnız bir
saat çalıştı’ dediler. 'Ama onları günün yükünü ve sıcağım çeken bizlerle bir
tuttun! ’
Bağ sahibi onlardan birine
şöyle karşılık verdi: 'Arkadaş, sana haksızlık etmiyorum ki! Seninle bir dinara
anlaşmadık mı?
553
Buhârî, Enbiya 50, c. 4, s. 145; Bu rivayet de hem Kudsî Hadis hem de nebevi
hadis şeklinde yer almaktadır, bkz.; Mevâkîtu’s- Salat 17, c. 1, s. 138
Hakkını al, git! Sana verdiğimi
sonuncuya da vermek istiyorum. Kendi paramla istediğimi yapmaya hakkım yok mu?
Yoksa cömertliğimi kıskanıyor musun!’. ”5M
Bir rivayette Hz. Peygamber
buyuruyorlar ki:
“Kıyamet günü aziz ve çelil
olan Allah şöyle buyuracak: ‘Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum beni ziyaret
etmedin!’
Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, Sen
Alemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret ederim?’
Allah diyecek ki: ‘Bilmedin mi,
falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin? Bilmiyor musun, eğer onu
etseydin, yanında beni bulacaktın! ’
Allah buyuracak: ‘Ey Âdemoğlu
ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın?’
Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, ben
seni nasıl doyururum. Sen ki Âlemlerin Rabbisin?’
Allah diyecek ki: ‘Benim falan
kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona
yiyecek verseydin ben onu yanımda bulacaktım.'”
Allah buyuracak: ‘Ey Âdemoğlu!
Ben senden su istedim bana su vermedin!’
Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, ben
sana nasıl su içirebilirim, sen ki Âlemlerin Rabbisin!’
Matta 20: 1- 15
Allah da diyecek: ‘Kulum falan
senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş
olsaydın, bunu benim yanımda bulacaktın!’
Bu Kudsî Hadisi ise Yeni
Ahit’te şöyle görmekteyiz:
zaman Kral, sağındaki kişilere,
‘Sizler, Babam'm kutsadıkları, gelin!’ diyecek. ‘Dünya kurulduğundan beri sizin
için hazırlanmış olan egemenliği miras alın!
Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek
verdiniz; susamıştım, bana içecek verdiniz; yabancıydım, beni içeri aldınız.
Çıplaktım, beni giydirdiniz; hastaydım, benimle ilgilendiniz; zindandaydım,
yanıma geldiniz.’
vakit doğru kişiler O'na şu
karşılığı verecek: ‘Ya Rab, seni ne zaman aç görüp doyurduk, susuz görüp su
verdik? Ne zaman seni yabancı görüp içeri aldık, ya da çıplak görüp giydirdik?
Seni ne zaman hasta ya da zindanda görüp yanma geldik?’ Kral da onları şöyle
yanıtlayacak: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, bu en basit kardeşlerimden biri için
yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz.’
Sonra solundakilere şöyle
diyecek: ‘Ey lanetliler, çekilin önümden! îblis'le melekleri için hazırlanmış
sönmez ateşe gidin!
Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek
vermediniz; susamıştım, bana içecek vermediniz; yabancıydım, beni içeri
almadınız; çıplaktım, beni giydirmediniz; hastaydım, zindandaydım, benimle
ilgilenmediniz.’
vakit onlar da şöyle karşılık
verecekler: ”Ya Rab, seni ne zaman aç, susuz, yabancı, çıplak, hasta ya da
zindanda gördük de yardım etmedik?’
Müslim, Birr43, (2569), c. 4,
s. 1990
Kral da onlara şu yanıtı
verecek: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, mademki bu en basit kardeşlerimden biri
için bunu yapmadınız, benim için de yapmamış oldunuz?
Bunlar sonsuz azaba, doğrular
ise sonsuz yaşama gidecekler.”447 448 449
* "Hz. Peygamber bir diğer
rivayette şöyle buyurdular: “Allah diyor ki: ‘Ben kulumun zannı üzereyim. O,
beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu
içimden geçiririm. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden
daha hayırlı bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir
arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O
bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim’.”
Allah’ın kendisine dua edene
karşılık verdiği, yakın olmak İsteyene yaklaştığı, onun için bir araya
gelindiğinde o topluluk içerisinde olduğu şeklindeki inancı yine Kitab-1
Mukaddes’te görmekteyiz:
rr o
Rab kendisini çağıran,
içtenlikle çağıran herkese yakındır
Nerede iki ya da üç kişi benim
adımla toplanırsa, ben de orada aralarmdayım450
Tanrı'ya yaklaşın, O da size
yaklaşacaktır.451
* Hz. Peygamber buyurdu ki:
“Allah: ‘Ey Âdemoğlu! Kendini ibadetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım,
fakirliğini gidereyim. Böyle yapmazsan ellerini
jr X i meşguliyetle doldururum,
fakirliğini de gidermem’ buyurdular.”
Allah’ın, kendisinden dünyalık
bir menfaat değil de Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amaçlı bir şey istendiğinde,
bunun karşılığı olarak, dilekte bulunan kuluna hem dünyalık menfaat hem de asıl
isteğini verdiği şeklindeki inancı ise Tevrat’ta Allah ile Hz. Süleyman
arasında geçen şu diyalogdan anlamaktayız:
“RAB Tanrı, Givon'da o gece
rüyada Süleyman’a görünüp, ‘Sana ne vermemi istersin?’ diye sordu.
Süleyman, ‘Kulun babam Davufa
büyük iyilikler yaptın’ diye karşılık verdi, ‘O sana bağlı, doğru, bütün
yüreğiyle dürüst biri olarak yolunda yürüdü. Bugün tahtına oturacak bir oğul
vermekle ona büyük bir iyilik daha yapmış oldun.
Ya Rab Tanrım! Ben henüz çocuk
denecek bir yaşta, yöneticilik nedir bilmezken bu kulunu babam Davut’un yerine
kral atadın. îşte kulun kendi seçtiğin kalabalık halkın, sayılamayacak kadar
büyük bir kalabalığın ortasındadır. Bu yüzden bana öyle sezgi dolu bir yürek
ver ki, iyi ile kötüyü ayırt edip halkını yönetebileyim. Başka türlü senin bu
büyük halkını kim yönetebilir! ’
Süleyman’ın bu isteği Rabbi
hoşnut etti.
Tanrı ona şöyle dedi: ‘Madem
kendin için uzun ömür, zenginlik ve düşmanlarının ölümünü istemedin, bunların
yerine adil bir yönetim için bilgelik istedin; isteğini yerine getireceğim.
Sana öyle bir bilgelik ve sezgi dolu bir yürek vereceğim ki, benzeri ne senden
öncekilerde görülmüştür, ne de senden sonrakilerde görülecektir.
Sana istemediklerini de
vereceğim. Yaşadığın sürece öbür kralların erişemeyeceği bir zenginlik ve onura
ulaşacaksın.
Tirmizî, Kıyamet 30, (2466), c.
4, s. 642- 643 (Bu hadisin de aynı manayla fakat nebevî hadis formunda
geçtiğini görüyoruz, bkz. Tirmizî, Kıyamet 30, (2465), c. 4, s. 642)
Eğer sen de baban Davut gibi
kurallarıma ve buyruklarıma uyup yollarımda yürürsen, sana uzun ömür de
vereceğim’.”452
Hz. Peygamber buyurdular ki:
“Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı. Ancak halka borç verir ve borcunu
toplayan elçisine: ‘Kolay ödeyecekten al, zor ödeyecekten alma, vazgeç. Ola ki
Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer’ derdi. Allah bunun üzerine: ‘Haydi
senin günahlarından vazgeçtim’ buyurdu.”453
Bu Kudsî Hadiste, borçları
ödeme konusunda, Tanrı insanın borçlarını bağışlıyorsa, insanın da alacaklı
olduğu kimselere karşı yumuşak bir tutum takınması ve hatta onların borçlarını
bağışlaması gerektiği açıklanmıştır. Incil’de ise bu anlayışı şu ayetlerde
görmekteyiz:
Şöyle ki, “Göklerin Egemenliği,
köleleriyle hesaplaşmak isteyen bir krala benzer. Kral hesap görmeye
başladığında kendisine, borcu on bin talantı bulan bir köle getirildi. Kölenin
ödeme gücü olmadığından efendisi onun, karısının, çocuklarının ve bütün malının
satılıp borcun ödenmesini buyurdu. Köle yere kapamp efendisine, ‘Ne olur,
sabret! Bütün borcumu ödeyeceğim’ dedi. Efendisi köleye acıdı, borcunu
bağışlayıp onu salıverdi.
Ama köle çıkıp gitti, kendisine
yüz dinar borcu olan başka bir köleye rastladı. Onu yakalayıp, ‘Borcunu öde’
diyerek boğazına sarıldı.
Bu köle yüzüstü yere kapandı,
‘Ne olur, sabret! Borcumu ödeyeceğim’ diye yalvardı. Ama ilk köle bunu
reddetti. Gitti, borcunu ödeyinceye dek adamı zindana kapattı.
Öteki köleler, olanları görünce
çok üzüldüler. Efendilerine gidip bütün olup bitenleri anlattılar. Bunun
üzerine efendisi köleyi yanına çağırdı. ‘Ey kötü köle!’ dedi. ‘Bana yalvardığın
için bütün borcunu bağışladım. Benim sana acıdığım gibi, senin de köle
arkadaşına acıman gerekmez miydi?’
Bu öfkeyle efendisi, bütün
borcunu ödeyinceye dek onu işkencecilere teslim etti.
Eğer her biriniz kardeşini
gönülden bağışlamazsa, göksel Babam da size öyle davranacaktır. ”454
Bir diğer rivayet ise şu
şekildedir:
“Kıyamet gününde, insanlar
birbirlerine girecekler. Hz. Âdem’e gelip: ‘Evlatlarına şefaat et!’ diye
talepte bulunacaklar. O ise: ‘Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim’e gidin!
Çünkü o Halİlullah'tır’ diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim’e gidecekler.
Ancak o da: ‘Ben yetkili
değilim! Ancak İsa'ya gidin. Çünkü o, Allah’ın ruhu ve kelamıdır!’ diyecek.
Bunun üzerine O'na gidecekler.
da: ‘Ben buna yetkili değilim.
Lâkin Muhammed’e gidin!’ diyecek. Böylece bana gelecekler.
Ben onlara: ‘Ben şefaate
yetkiliyim!’ diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep
edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ın ilham edeceği ve şu anda
muktedir olamayacağım hamdlerle Allah’a medh- ü senâda bulunacak, sonra da Rabbime
secdeye kapanacağım.
Allah: ‘Ey Muhammedi Başını
kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste,
talebin yerine getirilecek! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecek!’
buyuracak.
Ben de: ‘Ey Rabbim! Ümmetimi,
ümmetimi istiyorum!’ diyeceğim. Allah: ‘Git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa
tanesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!’ diyecek.
Ben de gidip bunu yapacağım!
Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd- ü senalarla hamd ve senâda bulunacağım,
secdeye kapanacağım. Bana, Öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: ‘Ey Rabbim!
Ümmetim! Ümmetim!’ diyeceğim.
Bana yine: ‘Var, kimlerin
kalbinde hardal tanesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!’ denilecek.
Ben derhal gidip bunu da
yapacak ve Rabbimin yanma döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım.
Bana, evvelki gibi: ‘Başını
kaldır!’ denilecek.
Ben de kaldırıp: ‘Ey Rabbim!
Ümmetim! Ümmetim!’ diyeceğim.
Bana yine, ‘Git, kalbinde
hardal danesinden daha az miktarda imam olanları da ateşten çıkar!’ denilecek.
Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle
hamd- ü senâda bulunacağım, soma secdeye kapanacağım.
Bana: ‘Ey Muhammed! Başım
kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin
verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!’ denilecek.
Ben de: cEy Rabbim!
Bana, La îlâhe İllallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!’ diyeceğim.
Allah: ‘Bu hususta yetkin yok!
Lâkin izzetim, celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için La îlâhe İllallah
diyenleri de ateşten çıkaracağım!’ buyuracak.”455
Naklettiğimiz bu Kudsî Hadisin
Bamabas İncili’nde hem mefhum hem de ifade olarak geçiyor olması ise dikkat
çekicidir:
“Allah'ın Elçisi tüm
peygamberleri toplamaya çıkacak, onlarla konuşup, kendilerinden mü'minler için
birlikte Allah'a yalvarmaya gitmelerini rica edecek. Ve hepsi de korkuyla Özür
dileyecek; Allah sağ ve diridir ki, bildiğim şeyi bilerek ben de gitmeyeceğim.
Sonra Allah bu durumu görüp, Elçisi'ne her şeyi nasıl O'nun sevgisi için
yarattığını hatırlatacak ve böylece korkusu gidecek ve melekler, ‘Ey Allah,
Allah'ımız, Senin kutsal adını teşbih ederiz’ diye söyleşirken, sevgi ve
saygıyla tahta yaklaşacak.
Ve tahta yaklaştığında, Allah
Elçisi'ne, uzun zamandır bir araya gelmemiş bir dostun bir dosta (açtığı) gibi
açacak. îlk konuşan Allah'ın elçisi olacak ve diyecek ; ‘Ey Allah'ım, seni
seviyor ve sana ibadet ediyorum; bütün kalbim ve ruhumla, beni kulun olarak
yaratmak lûtfunda bulunduğun ve her şeyde, her şey için ve her şeyin üstünde
seni seveyim diye her şeyi benim sevgim için yarattığından dolayı sana hamd
ederim; bu bakımdan, bütün yaratıkların Sana sena etsinler, ey Allah'ım.’
Sonra, Allah'ın yarattığı her şey diyecek: ‘Sana hamd ederiz ey Rabb ve kutsal
adını teşbih ederiz.’ Bakın, size diyorum ki, şeytanla birlikte cinler ve tevbe
etmeyenler o
de hiç bu kadar
öfkelenmeyecek!’ diyecek. Hz. İsa da ‘Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına
gidin! Muhammed aleyhisselam'a gidin!’ diyecek.
İnsanlar Muhammed
aleyhisselâm’a gelecekler ve: ‘Ey Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin, bütün
peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş-gelecek bütün günahlarını
mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu İçinde bulunduğumuz
hali görmüyor musun?’ diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'm altına gideceğim.
Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı
medh u senâları benim için açacak.
Sonra: ‘Ey Muhammed başmı
kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine
getirilecek!’ denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: ‘Ey Rabbim ümmetim! Ey
Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!’ diyeceğim. Bunun üzerine: ‘Ey Muhammed!
Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan
içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!’ denilecek.”
“Resûlullah sonra şöyle
buyurdular: ‘Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun. Cennet
kapısının kanatlarından İki kanadının arasındaki mesâfe Mekke ile Hecer
arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır.’, bkz. Buhârî, Enbiya,
3, c. 4, s. 105- 106; Müslim, İman, 327, (194), c, 1, s. 174-175
zaman öyle ağlayacaklar ki, her
birinin gözlerinden akan su, Erden ırmağının suyundan daha çok olacak. Ve
Allah'ı da görmeyecekler.
Ve Allah Elçisi'ne konuşarak,
diyecek: ‘Hoş geldin, ey benim imanlı kulum; şimdi ne dilersen iste benden,
çünkü her şeyi elde edeceksin?
Allah'ın Elçisi cevap verecek:
‘Ey Rabb (im), hatırlıyorum ki, beni yarattığın zaman, benim sevgim için, ben
kulun aracılığıyla Seni yüceltsinler diye dünyayı ve cenneti, melekleri ve
insanları yaratmak istediğini söylemiştin. Bu bakımdan rahim ve adil olan Rabb
(im) Allah, sana, kuluna yapılan vaadi hatırlaman için yalvarıyorum.’
Ve Allah, dostuyla şakalaşan
bir dost gibi cevap verecek ve diyecek: ‘Buna şahitlerin var mı dostum
Muhammed?’ Ve, o saygıyla diyecek: ‘Evet Rabb (im).’ Sonra, Allah cevap
verecek, ‘Git, çağır onları ey Cebrail.’ Melek Cebrail Allah'ın Elçisi'ne
gelip, diyecek : ‘Efendi, şahitlerin kimdir?’ Allah'ın Elçisi cevap verecek:
‘Âdem, İbrahim, İsmail, Musa, Davud ve Meryem oğlu İsa.’
Sonra, melek gidecek ve adı
geçen şahitleri çağıracak, korkuyla oraya gidecekler. Ve hazır olduklarında,
Allah onlara diyecek; ‘Elçimin iddia ettiği şeyi hatırlıyor musunuz?’
Cevap verecekler; ‘Hangi şeyi
ey Rabb (imiz)?’
Allah diyecek: ‘Bütün şeyler
kendi aracılığıyla bana sena etsinler diye, her şeyi O'nun sevgisi için
yarattığımı.’
Sonra, onların hepsi cevap
verecekler: ‘Bizimle birlikte, bizden daha iyi üç şahit daha var, Rabb (imiz).’
Bunun üzerine, Allah
cevaplayacak : ‘Kimlerdir bu üç şahit?’
Sonra, Musa diyecek : 'Bana
verdiğin kitap ilkidir’; ve Davud diyecek: 'Bana verdiğin kitap İkincisidir’;
ve size konuşan diyecek : 'Rabb (im), şeytan tarafından aldatılan tüm dünya,
benim senin oğlun ve yoldaşın olduğumu söyledi ve fakat, bana verdiğin kitap,
gerçekte benim senin kulun olduğumu söylüyordu; ve bu kitap, bana verdiğin
kitap da böyle der, ey Rabb (im)?
Ve Allah'ın Elçisi bunu
söyleyince Allah konuşup, diyecek: 'Şimdi yapmış olduğum şeylerin hepsini
herkesin seni ne kadar çok sevdiğimi bilmesi için yaptım? Ve böyle konuştuktan
sonra, Allah Elçisine, içinde bütün seçilmiş kul (larm) adı yazılan bir kitap verecek.
Bunun üzerine, her yaratık Allah'a saygı gösterisinde bulunup, diyecek:
'Yalnızca Sanadır, ey Allah (imiz) şan ve izzet. Çünkü bize Elçi'ni Sen
gönderdin’.”456
SONUÇ
Kudsî Hadisler, hadis
literatürü içerisinde, genellikle ‘manası Allah’tan fakat lafzı Hz.
Peygamber’den olan hadisler’ olarak tanımlanan ve nebevî hadislerden farklı bir
şekilde ele alman rivayetlerdir. Bu tanım, Hz. Peygamber’in Kur’an- ı Kerim
dışında da Allah’tan vahiy aldığı anlayışından doğmakta ve bu ikili vahiy
tasnifi, "vahy- i metlûv” ve “vahy- i gayr- i metlûv” olarak
isimlendirilmektedir. Hadis literatüründeki tanımından anladığımıza göre, Kudsî
Hadisler, Hz. Peygamber’in Kur’an- ı Kerim dışında aldığı bu “gayr-1 metlûv
vahiy” sımfmdandır.
Kudsî Hadislerin vahiy mahsulü
olarak yorumlanmaları meselesinde ise tartışmaların olduğunu görmekteyiz. Çünkü
Kudsî Hadisler, ilk hadis kaynaklarının ortaya çıktığı dönemlerde nebevî
hadislerden farklı bir şekilde ele alınmamışlar, kaynaklarda diğer hadislerle
karışık bir şekilde ve vahiy olduklarına dair herhangi bir bilgi verilmeksizin
yer almışlardır. Kudsî Hadislere dair bir tanım bile ancak h. VL asırda ortaya
çıkmıştır. Bu durum, ilk dönemlerde Kudsî Hadislerin vahiy mahsulü olarak
anlaşılmadıkları şeklindeki bir yorumu da beraberinde getirmiştir.
Kudsî Hadislerin vahiy mahsulü
olmadığı görüşünün de beraberinde getirdiği birtakım sorular vardır. Eğer Kudsî
Hadisler vahiy ürünü değilse, o zaman Kudsî Hadislerin kaynağı nedir? Hz.
Peygamber, bu hadisleri neden diğer hadislerden farklı bir rivayet tarzıyla,
Allah’a isnat ederek buyurmuştur? Bu sorulara verilen cevaplardan biri, bizim
çalışmamızın konusuyla alakalıdır ve bu hadislerin Hz. Peygamber’in geçmiş
kitaplardan (Tevrat ve Incil’den) yapığı birtakım nakiller olabileceği
şeklindedir.
Hz. Peygamber’in, geçmiş
ümmetlerin kitaplarından nakillerde bulunduğunu iddia edebilmek için bizim
birtakım önbilgilere sahip olmamız gerekmektedir. Mesela, Hz. Peygamber’in
yaşadığı bölgede, bu tür bir kültürel akışa müsait zeminin bulunup bulunmadığı,
söz konusu coğrafyada kültürler arası etkileşime zemin hazırlayan ortam ve
şartların var olup olmadığı önem arz etmektedir.
Geçimini ticaretle sağlayan
Kureyşliler (Mekkeliler), ticarî amaçlı seyahatler düzenleyen, bölgede ticarî
anlamda söz sahibi olan, uluslar arası ticarî anlaşmalara imzalar atan
girişimci bir toplumdu. Bu ticarî seyahatler, gidiş-gelişler de onların farklı
din, mezhep, inanç, kültür, milletlerle karşılaşmaları açısından önemli bir
etkendi. Onlar bu yolla farklı din ve anlayışlara, farklı geleneklere dair
bilgi sahibi olma imkânı ediniyorlardı.
Ticaretin yanında, söz konusu
toplumu yabancı kültürlerle bir araya getiren bir diğer etken de Hac ve Hac
mevsimi sırasında yine ticarî amaçla kurulan panayırlardı. Onlar, içinde Kâbe
gibi saygın bir mekân bulunan Mekke’nin ev sahipliğini yapan kimselerdi ve
Kabe’yi ziyarete gelen farklı din ve kültürden birçok insanı misafir etmeyi,
onların ihtiyaçlarını karşılamayı kendilerine bir borç biliyorlardı. Her yıl
Yahudi- Hıristiyan, Arap, Arap olmayan, Arap Yarımadası içinden veya dışından
birçok insan bu bölgeye akın ediyor ve Kâbe halkı onları cömertçe misafir
ediyordu. Bu esnada kurulan panayırlar ise asıl amaçlan ticarî gelir elde etmek
olmakla birlikte, her türlü yerli- yabancı düşüncenin rahatlıkla seslendirilebildiği,
şiirlerin okunduğu, konuşmaların yapıldığı, müzakerelere sahne olan birer mekân
halini almışlardı. Mekke, böylelikle, her yıl farklı din ve kültürleri bir
araya getiren bir merkez halini almıştı.
Öte yandan Hz. Peygamber’in
içinde yaşadığı toplum, yalnızca putperest Araplardan müteşekkil bir toplum
değildi ve içlerinde kendi din ve inançlanndan olmayan insanları da
barındırıyordu. Toplum İçinde putperestliğe karşı çıkan, yeni bir din arayışı
içinde bulunan, bu dini arayışları doğrultusunda başka ülkelere seyahat edip
Hıristiyan ve Yahudilerle mülâki olan, onların dinleri ve kitapları hakkında
bilgiler edinen bir kısım insanlar vardı ve bunlara ‘hanifler’ denmekteydi.
Onlardan bazıları, aradıkları İbrahimî dini bulamadıklarım ifade edip, geleceğini
haber aldıkları yeni bir din bekliyordu, bazıları ise arayışları sonucu bölgede
var olan semavi dinlerden birini tercih etmişti. Onlar bölge halkının geçmiş
kitaplara dair bilgilerle tanışması hususunda önemli rol oynuyorlardı.
Bölgede putperest olmayanlar
yalnızca hanifler değildi. Hırİstİyanlar ve Yahudiler de toplumda var olan
farklı dini gruplardı. Onlardan bir kısmı, gelecek olan ve geçmiş kitaplardan
gelme vaktinin yakınlaştığını öğrendikleri bir peygamberi bekledikleri için
oradaydılar. Bir kısmı ticarî bir merkez olan Mekke’de yaşıyor ve hayatım
burada idame ettiriyordu. Bir kısmı misyonerlik faaliyetlerinde bulunma
amacıyla oradaydı ve bazen bir doktor, bazen bir köle olarak yerlilerin arasına
karışmışlardı. Rivayetlerden Öğrendiğimize göre, geçmiş kitapları okumayı
biliyorlardı ve bu konuda bilgi sahibiydiler. Cennet ve cehennem, ahiret,
geçmiş ümmetlere dair anlatılan kıssalar gibi konular yerli halka onlar
tarafından anlatılmaktaydı.
Bütün bu durumlar ise Hz.
Peygamber’in içinde yaşadığı toplumun bu yabancı kültür ve dinlere karşı
aslında pek de yabancı olmadıklarını göstermeleri açısından önem arz
etmektedir.
Hz. Peygamber’in geçmiş
ümmetlere ait kitaplardan iktibasta bulunduğunu düşünebilmemiz için yukarıda
ifade etmeye çalıştığımız şartlar ve hususlar dışında, bir de Hz. Peygamber’in
diğer din ve kültürlere mensup insanlarla ve aynı zamanda onların kitaplarıyla
ilişkisi söz konusudur. Herkes gibi ‘yiyen, içen, çarşılarda dolaşan’,
çevresinde olup biten olaylara, kendisini ve toplumunu ilgilendiren hususlara
dair kafa yoran, insanlarla iyi ilişkiler kurmaya çalışan sosyal bir birey
olarak, Hz. Peygamber’in, etrafındaki farklı din ve inançlara mensup
kimselerden haberdar olmaması düşünülemez. Nitekim kaynaklarda yer alan
bilgiler ise bizi doğrular niteliktedir. Bu bilgiler, Hz. Peygamber’in zaman
zaman Hıristiyan ve Yahudilerle bir araya geldiğini, onlarla görüşüp-
konuştuğunu, bazen onların bazı uygulama ve inançlarım doğruladığını bazen ise
benimsemediğini ve sonuç olarak onlarla iletişim kurduğunu göstermesi açısından
mühimdir.
Hz. Peygamber’in onlardan
nakillerde bulunduğunun düşünülebilmesi için, önemli plan diğer bir husus, bu
bölgede Ehl- i kitab’a ait metinlerin varlığı konusudur. Gerek Kur’an- ı
Kerim’in Tevrat ve Incil’e atıfta bulunması gerekse sahabeden bazılarının
ellerine bazı metinlerin geçtiğiyle alakalı olarak gelen rivayetler bu bölgede
geçmiş kitapların var olduğuna dair bir kanaat edinmemiz için yeterlidir.
Özetlemeye çalıştığımız, Hz.
Peygamber ve toplumunun içinde bulunduktan şartlar ve zemin, Hz. Peygamberim
Ehl- i Kitaba ve onların kutsal metinlerine karşı tavn, Ehl- i Kitap’tan bazı
bilgiler edinmeye müsait görünmektedir. Bunun yanında, toplumun bir ferdi olan
Hz. Peygamber’in, kendileriyle aynı yerde yaşayan, aynı çarşılarda dolaşan bu
insanlarla hiç münasebet kurmadığını, onlarla hiçbir şey paylaşmadığını iddia
etmek mantıklı bir şey olmasa gerektir. Yaşadığı toplumun putperest inancına
peygamberliğinden önceki dönemlerde de uymayan ve muhalif bir tutum takman Hz. Peygamberim,
kendi inancına müşriklerden daha yakın olan bu insanlara karşı olumsuz veya
kayıtsız bir tavır takınmış olması beklenemez.
Netice olarak, Hz. Peygamber’in
kimi hadislerinde olduğu gibi Kudsî Hadis olarak geçen hadislerde de geçmiş
kitaplarla benzerlikler gösteren ifadelerin olduğu, -son bölümde verdiğimiz
Örneklerden de anlaşılacağı üzere- Hz. Peygamberim hadisleriyle geçmiş kitaplar
arasında bir ilişkinin bulunduğu aşikârdır. Bu hadislere dair verdiğimiz
Örnekler, Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu toplumun karma yapısına ilişkin
bilgiler, Hz. Peygamber’in eski kitaplara karşı tutumu ve bu kitap sahipleriyle
olan ilişkisiyle alakalı rivayetler göz önüne alındığında, Kudsî hadislerin
geçmiş kutsal kitaplardan alman bir takım ifadeler olabileceği şeklindeki görüş
de makul görünmektedir. Her ne kadar Kur’an- ı Kerim o kitapların tahrif
edildiğine işaret etse de yine aynı kitabın içerisinde doğruların ve değişmeyen
hakikatlerin bulunduğunu da kabul etmektedir. Zaman zaman -önceki bölümlerde
ifade etmeye çalıştığımız gibi- bu kitaba atıflarda ve referanslarda
bulunmakta, Kur’an-ı Kerim’in o kitaplarda bulunan hakikatleri tasdik edici
olarak gönderildiği bilgisini vermektedir457. Bu hususların hepsini bir bütün olarak düşündüğümüzde,
Allah’ın Kur’an- ı Kerim’de atıfta bulunmakta bir beis görmediği bu kitapların,
Kur’an-ı Kerim’in getirdiği değerlere uygunluğu ölçüsünde Hz. Peygamber
tarafından da kullanılmış olmasında da bir yanlışlık olmasa gerektir.
KAYNAKLAR
-ABDULHALIK, Abdulganî, Sünetin
Delil Oluşu, Ter. Dilaver Selvi, Şule Yayınlan, İstanbul 2003
“ABDURREZZAK, Ebu Bekr b.
Hemmam es- San’anî, Musannef, Beyrut 1970,I-XI
-ADAM, Baki, Yahudi
Kaynaklarına Göre Tevrat, Pınar Yayınlan, İstanbul 2002
-AHMET Cevdet Paşa, Kısas- ı
Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1966,1- II
-ALTUN, İsmail, “Mekke
Müslümanlarının Habeşistan’a Hicreti”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Mustafa Ağırman, Erzurum, 1996
-ATÇEKEN, İsmail Hakkı, “Hz.
Peygamber’in Yahudilerle Münasebetleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 1992
-ATEŞ, Ali Osman, İslam’a Göre
Cahiliye ve Ehl- i Kitab Örf ve Adetleri, Beyan Yayınlan, İstanbul, 1996
-AVCI, Casim, Hz. Muhammed’in
Peygamberlik Öncesi Hayatı, Hayykİtap, İstanbul, 2008
-AYDEMİR, Abdullah, Tefsirde
İsrailiyat, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000
-AYDIN, Mehmet, “Hz. Muhammed
Devrinde Müslüman- Hıristiyan Münasebetlerine Bir Bakış”, Asrımızda
Hıristiyan- Müslüman Münasebetleri, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı,
İstanbul, 1993, s. 81- 94
-AYDIN, Mehmet, Hıristiyan
Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınlan, Ankara 1995
-BAGDÂDİ, Hatîb, Takyîdu’l-
İlm, Şam, 1949
-BEDEVİ, Cemal, “Kitab- ı
Mukaddes'te Hz. Muhammed”, Ter. Arş. Gör. Ahmet Tahir Dayhan, DEÜ İlahiyat
Fakültesi Dergisi, Sayı: XI, 1998, s. 225- 257
-BELAZURÎ, Ahmed b. Yahya, Ensabu’L
Eşraf, Mısır, 1959
“BEYHAKÎ, Ebubekir Ahmed b.
Hüseyin, Şuabu’L İman, Beyrut, 1990,1- IX
“BOZKURT, Nebi ve Küçükaşçı,
Mustafa San. “Mekke”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 28, İstanbul,
2003
-BUHâRÎ, Camin’s- Sahih, İsmail
b. İbrahim, İstanbul, 1979,1~ VIII
-CÂHIZ, Ebu Osman Amrb. Bahr, Kitâbu’l-
Heyevan, Mısır, 1357,1- VIII
-CEVAT ALİ, el- Mufassal Fi
Tarihi’l- Arabi Kable’l- İslam, Bağdat, 1993, I- X
-CİRİT, Haşan, “Hadiste Vaaz,
Kıssacılık ve Kussas”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora
Tezi, Dan. M. Yaşar Kandemir, İstanbul, 1997
-ÇAĞATAY, Neşet, İslam’dan
Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, Ankara, 1957
-ÇELİK, Ali İslam’ın Kabul
veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Yayınlan, İstanbul, 1995
-ÇELİKKOL, Yaşar, İslam
Öncesi Mekke, Ankara Okulu, Ankara 2003
-ÇUBUKÇU, İbrahim Agâh
“Müslümanların Hıristiyanlığa Bakış Açıları”, Ankara
Üniversitesi ilahiyat
Fakültesi Dergisi, c. 32,
s. 221- 232 -DÂRİMİ, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdinahman es- Semerkandî, Sünen,
Ter. Abdullah Aydınlı, Madve Yayınlan, İstanbul, 1994,1- VI
-DERVEZE, İzzet, Kur’an’a
Göre Hz. Peygamber’in Hayatı, Ter. Mehmet Yolcu, Ekin Yayıncılık, İstanbul,
1998,1- III
-DRAZ, Abdullah, En Mühim
Mesaj Kur’an, Ter. Suat Yıldınm, Yeni Akademi Yayınlan, İzmir, 2006
-DUMAN, Zeki, Vahiy Gerçeği,
Fecr Yayınevi, Ankara, 1997
-EBU DAVUD, Sicistanî, Sünen,
Humus, 1969,1- V
-EBU UBEYD, Kasım b. Sellam, Kitabu’l-
Emval, Ter. Cemaleddin Saylık, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981
-EBU YUSUF, Yakup b. İbrahim b.
Habib el- Ensari, Kitabu’l- Haraç, Ter. Müderriszade Muhammed Ata’ullah
Efendi, Sad. İsmail Karakaya, Akçağ Yayınları, Ankara, 1982
-EBU ZEHRE, Muhammed, Hıristiyanlık
Üzerine Konferanslar, Ter. Akif Nuri, Fikir yayınlan, İstanbul, 1978
-EBU ZEHV, Muhammed, el-Hadis
ve’I-Muhaddisun, Beyrut, 1984
-EBU’L- BEKA, el- Hüseynî el-
Kefevî, Külliyât-ı Ebi’l- Beka, Amire baskısı, Kahire h. 1281
-ELMALILI, Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur’an Dili, Aziz Dağıtım, İstanbul, t. y., I- X -ERDEM, Haşan Hüsnü, İlahî
Hadisler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005
-ERDOĞAN Mehmet, Vahiy- Akıl
Dengesi Açısından Sünnet, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı
Yayınları, İstanbul, 2001
-EZRAKÎ, Muhammed b. Abdillah
b. Ahmed, Ahbâru Mekke, Beyrut, 1969,1- II
-FAZLURRAHMAN, Ana
Konularıyla Kur’an, Ter. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara
2003
-GENÇ, Mustafa, Sünnet-
Vahiy İlişkisi, Kitabî Yayınevi, İstanbul 2009
-GOLDZİHER, Ignaz, “İslam’da
Hadis’in Yeri Etrafında Mücadeleler”, Ter. Cihad Tunç, Ankara Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIX, 1973, s. 223- 235
-GÖRMEZ, Mehmet, Sünnet Ve
Hadisin Anlaşılmasında Metodoloji Sorunu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları,
Ankara 2000
—GRAHAM, William Albert, Divine
Word and Prophetic Word in Early İslam, The Hague, Mouton, 1977
-GÜNER, Osman, “Hz.
Peygamber’in ‘'Öteki’ne Bakışı”, İslam ve Öteki, Kaknüs Yayınlan,
İstanbul, 2001, s. 217- 284
-GÜNER, Osman, Resulullah’m
Ehl-i Kitab’la İlişkileri, Fecr Yayınlan, Ankara, 1997
-HAMİDULLAH, Muhammed, ‘Hayberk
Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 17, İstanbul, 1998
-HAMÎDULLAH, Muhammed, “Hz.
Peygamber’in İslam Öncesi Seyahatleri”, Ter. Abdullah Aydınlı, Atatürk
Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 4, Ankara, 1980, s.
327- 342
-HAMÎDULLAH, Muhammed, “Hz.
Peygamberim Siretinde Anılan Devlet Çeşitleri”, Ter. Mustafa Varlı, Diyanet
Dergisi, Peygamberimiz Özel Sayısı, c. 25, sayı 4, 1989, s. 45- 66
-HAMÎDULLAH, Muhammed, “el-
îlaf veya İslam’dan Önce Mekke’nin îktisadi-Diplomatik Münasebetleri”, Ter.
İsmail Cerrahoğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:
IX, Ankara, 1962, s. 213- 222
-HAMÎDULLAH, Muhammed, İslam
Peygamberi, Ter. Salih Tuğ, İmaj İç- Dış Ticaret A.Ş., Ankara, 2003,1- II
-HAMÎDULLAH, Muhammed, İslam’a
Giriş, Ter. Cemal Aydın, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlan, Ankara 2001
-HAMÎDULLAH, Muhammed, Vesâiku’s-
Siyasiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi- İdari Belgeleri), Ter. Vecdi
Akyüz, Kitabevi Yayınlan, İstanbul, 1997 (Önsöz)
-HAŞAN, İbrahim Haşan, Siyasi-
Dini- Kültürel- Sosyal İslam Tarihi, Ter. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş,
Kayıhan Yayınlan, İstanbul, 1985,1- III
-HIDIR, Özcan, İsrâiliyyât-
Hadis İlişkisi (Hadis- Yahudi Kültürü Tartışmaları), Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2000
-HİTTÎ, Philip, Siyasi ve
Kültürel İslam Tarihi, Ter. Salih Tuğ, Boğaziçi Yayınlan, İstanbul, 1980,1-
IV
-HODGSON, Marshall, İslam’ın
Serüveni (Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih), İz Yayıncılık, İstanbul
1993,1- III
-İBN ARABÎ, Muhyiddin, Nurlar
Hâzinesi (Mişkâtü’l- Envâr), Ter. Mehmet Demirci, îz Yayıncılık, İstanbul,
2004
-İBN HABÎB, Muhammed el-
Bağdadî, Kitabu’I- Münemmak, Beyrut, 1985
-İBN habib, Muhammed, el-
Bağdadi, Kitabu’I- Muhabber, Beyrut, Dâru’l-Âfaki’l- Cedide, t. y.
-İBN HACER, Askalânî, el-İsâbe
fi Temyîzi’s- Sahabe, Kahire, 1971,1- VIII
-İBN HANBEL, Ahmed, Müsned,
Beyrut, 1969,1- IV
-İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b.
Ahmed b. Said el- Endülüsî, Cemheretü Ensâbi’l- Arab, Kahire, 1982
-İBN HİŞAM, Ebu Muhammed
Abdülmelik, Siretü’n- Nebevîyye, Kahire, 1936,1-IV
-İBN İSHAK, Muhammed b. Yesar,
Sire, Rabat, 1976
-İBN KUTEYBE, Ebu Muhammed
Abdullah, el- Meârif, Ter. Haşan Ege, Şelale Yayınları, İstanbul, t y.
-İBNÜ’L- ESİR, el- Cezeri
îzzeddin EbiT- Haşan Ali b. Muhammed, Üsdü’l- Ğabe fi Ma’rifeti’s- Sahabe, Cemiyyetü’-
Maarif, h. 1280,1- V
-İBN ESİR, Mecdüddin Ebi’s-
Seadeti’l- Mübarek b. Muhammed, Nihâye fi Garîbi’l- Hadis ve’I- Âsar, Kahire,
1965,1- V
-İSLAMOĞLU, Mustafa, İsrailoğullarından
Ümmet- i Muhammed’e Yahudileşnıe Temayülü, Denge Yayınlan, İstanbul, 2004
-KANDEMÎR, M. Yaşar “Abdullah
b. Amr b. As”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 1, İstanbul, 1988
-KAPAR, Mehmet A1İ, “Kus b.
Saide”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 26, İstanbul, 2002
-KAPLAN, İbrahim, “Erken Dönem
Hıristiyan Karşıtı Söylemin Ortaya Çıkmasını Hazırlayan Sebepler”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 47, sayı 2, s. 165- 183
-KARA, Hilal- Abdullah, Asr-
ı Saadet’te İslam’a Koşan Yahudiler ve Hıristiyanlar, Çelik Yayınevi,
İstanbul, 2009
-KARACABEY, Salih, Hz.
Peygamber’de Nebevî ve Beşeri Bilgi, Sır Yayıncılık, İstanbul 2002
-KARAMAN Hayrettin- Çağrıcı,
Mustafa- Dönmez, İbrahim Kafi- Gümüş, Sadrettin, Knr’an Yolu- Türkçe Meal ve
Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007
-KASIMÎ, Muhammed Cemalüddin, Kavâidü’t-Tahdis,
Beyrut 1987
-KETTANÎ, Muhammed b. Cafer, er-
Risâletü’l- Müstatrefe, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986
-KIRBAŞOĞLU, Mehmet Hayrı, İslam
Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara 2002
-KİRMÂNÎ, Muhammed b. Yusuf b.
Ali, el- Kevâkibu’d-Derâri fi Şerhi Sahihi’I-Bııhârî, Beyrut, 1981,1-
XXV
-KİSTER, M. J.,
“İsrâiloğullarmdan Nakilde Bulunma Meselesi”, Ter. Cemal Ağırman, Cumhuriyet
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. V, sayı I, Sivas, 2001, s. 127-
153
-KOÇKUZU, Ali Osman, Hadis
İlimleri ve Hadis Tarihi, Dergâh yayınları, İstanbul, 1983
-KOÇYİGİT, Talat, Hadis
Istılahları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1980
-KOÇYİĞİT, Talat, Hadis
Istılahları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınlan, Ankara 1980
-KOÇYİĞİT, Talat, Hadis
Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2003
-KUTSAL KİTAP, Kitab-1 Mukaddes
Şirketi, İstanbul, 2001
-KUZGUN, Şaban, “Kur’an- ı
Kerim’e Göre Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar”, Asrımızda Hıristiyan- Müslüman
Münâsebetleri, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1993, s. 61-79
-KUZUDİŞLİ, Ali, “Yahudi
Kültürün Hadislere Etkisi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Doktora Tezi, Dan. Prof. Dr. Nevzat Âşık, İzmir, 2004
-LİNGS, Martin, Hz.
Muhammed’in Hayatı, Ter. Nazife Şişman, İnsan Yayınları, İstanbul, 2004
-MEDENÎ, Muhammed b. Mahmud et-
Trabzonî, el- İthâfâtu’s- Seniyye fî’l-Ahâdisi’l- Kudsîyye, Haydarabad,
h. 1358
-MUHAMMED Ataurrahim, Bir
İslam Peygamberi Hz. İsa, Ter. Kürşat Demirci, İnsan Yayınları, İstanbul,
1997
-MUSTAFA Fayda, “Abdullah b.
Selam”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: I, İstanbul, 1988
-MÜNAVÎ, Zeynüddin Abdurrauf, el-İthâfatu’s-Seniyye
bi’l- Ahâdisi’l-Kudsîyye, Mısır, 1961
-MÜSLİM, îbn Haccac el- Kuşeyrî
en- Neysâbûrî, Câmiu’s- Sahih, Beyrut, 1955,1-V
-OKİÇ, Muhammed Tayyib, Bazı
Hadis Meseleleri Üzerine Tedkikler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınları, İstanbul, 1959
-OKUYAN, Mehmet- Öztürk,
Mustafa, “Kur’an Verilerine Göre Öteki’nin Konumu”, İslam ve Öteki, Kaknüs
Yayınları, İstanbul, 2001, s. 163- 216
-ÖĞÜT, Salim, İslam Hukuk
Metodolojisinde Haber- i Vâhid’ in Kaynak Değeri, Ocak Yayıncılık, İstanbul
2003
-ÖRS, Hayrullah, Musa ve
Yahudilik, Remzi Kitabevi, İstanbul 1966
-ÖZAYDIN, Abdülkerim, “Hac-
İslam’da Hac”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 14, İstanbul, 1996
-ÖZSOY, Ömer - Güler, İlhami, Konularına
Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Fecr Yayınlan, Ankara, 2003
-PAÇACI, Mehmet, ‘Hadiste
Apokaliptisizm veya Fiten Edebiyatı’, İslamiyat, Cilt: I, Sayı: I, 1998,
s. 35- 53
-PAÇACI, Mehmet, Kur’an ve
Ben Ne Kadar Tarihseliz?, Ankara Okulu
Yayınlan, Ankara 2002
-PALABIYIK, Abdülkadir, “Garibü’l- Hadis Nev’i’nin Doğuşu ve Abdülğafir b.
İsmail’in 4 el- Müfhim li- Şerhi Sahihi Müslim’ Adlı Eseri”, Dokuz
Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Dan. Prof. Dr. Ali Yardım, İzmir,
1997
-PARRY, Rabbi Aaron, Talinud
Nedir?, Ter. Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik ve Basın Yayın A. Ş.,
İstanbul, 2005
-SALİH, Subhi, Hadis
İlimleri ve Hadis İstılahları, Ter. Yaşar Kandemir, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 1988
-SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Diğer
İnciller (Apokrif İnciller -Metinler ve Tarihi Bilgiler), Fakülte Kitabevi,
İsparta, 2005
-SAVLI, Mehmet Reşat, “Bamabas
İncili’nde Hz. Muhammed’in Haber Verildiği Pasajların İslam İnanç Sistemi
Açısından Tahlili”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek
Lisans Tezi, Dan. Yrd. Doç. Dr. Muhammed Yazıcı, Erzurum, 2007
-SCHİMMEL, Annamarie, Dinler
Tarihine Giriş, Kırkambar Yayınlan, 1999
-ŞAFİÎ, Ebu Abdillah Muhammed
b. İdrİs, er-Risale, Ter. Prof. Dr. Abdülkadir Şener, Prof. Dr. İbrahim
Çalışkan Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlan, Ankara 1997
-ŞATIBÎ, Ebu İshak İbrahim b.
Muhammed el- Lahmî, Muvafakat, Ter. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık,
İstanbul 1993
-ŞENER, Abdülkadir- Sofuoğlu,
Cemal- Yıldırım, Mustafa. Yüce Kur’an ve Açıklamalı- Yorumlu Meali, Türkiye
Diyanet Vakfı, İzmir, 2009
-ŞENER, Abdülkaciir, Makaleler Tebliğler ve Diğer Yazılar, İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınlan, İzmir, 200
ŞÎBLİ, Mevlana Asr- ı Saadet, Ter. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul, 1975
-TABERÎ, Muhammed b. Cerir, Câmiu’l-
Beyan iı Te’vili’l- Kur’an, Mısır, 2004, I-XXX
-TAHA Hüseyin, Cahiliye
Şiiri Üzerine, Ter. Şaban Karataş, Ankara Okulu, Ankara 2003
-TANYU, Hikmet, Yahudiliğin
Kutsal Kitapları ve Esasları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
c.14, Ankara, 1967, s. 95- 124
-TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed b.
İsa, Sünen, Mısır, 1975,1- V
-TOPRAK, Mehmet Sait, “İslami
Gelenekte ‘Kitabet’ Aleyhtarlığı’nın Yahudi Menşe’i Meselesi”, Dokuz Eylül
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. XXV, 2007, s. 147-175
-TOPRAK, Mehmet Sait,
“Hadislerin Sözlü Rivayeti İle Sözlü Tora’nm Rivayet Tekniği Meselesine Bir
Giriş”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt:
XX, Sayı: 1,2008, s. 139- 165
-TORA ve Aftara, 1.
Kitap Bereşit, Gözlem Gazetecilik Basın
Yayın A. Ş., İstanbul, 2002
-TÜMER, Günay - Küçük,
Abdurraman - Küçük, Mehmet Alparslan. Dinler Tarihi, Berikan Yayınevi,
Ankara 2009
-TÜRK. Mahmut, “Kureyş Suresi
Işığında Mekke Dönemi İktisâdi Hayatı”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Prof. Dr. Yakup Çiçek, İstanbul, 2006
-UĞUR, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet
Vakfı Yayınları, Ankara 1992
-ÜNAL, Ali, Barnabas İncili,
Elif Kitabevi, İstanbul, 2006
-ÜNAL, İsmail Hakkı, İmam
Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 2001
-ÜNAL, Sadi, “Kâbe”, Diyanet
İslam Ansiklopedisi, c. 24, İstanbul, 2001
-ÜNALAN, Sıdık, “Risâlet Öncesi
Arap Yanmadasmdaki Dinler ve Bir Peygamber Beklentisi”, Fırat Üniversitesi
İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, 2001, s. 87-102
-YARDIM, Ali, Hadis I- H, Damla
Yayınevi, İstanbul, 2000
-YAZICI, Seyfettin “Vahy
Meselesi”, Diyanet Dergisi, Peygamberimiz Özel Sayısı, Cilt: 25, Sayı
4,1989, s. 183- 212
-YILDIRIM, Suat, Mevcut
Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara
1988
-YILMAZ, Hayati, “Kudsî Hadis”,
Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 26, İstanbul, 2002
-YILMAZ, Hayati, “Hadis İlminde
Kudsî Hadisler”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans
Tezi, Dan. İsmail Lütfi Çakan, İstanbul, 1992
“YÜKSEL, Ahmet Turan İslam’ın
İlk Döneminde Ticarî Hayat, Beyan Yayınları.
İstanbul 1999 -ZAFER İslam Han,
“Talmud’un Doğuşu ve Yahudiler Üzerindeki Tesiri”, Ter. Mehmet Aydın, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 25, s. 139-152
-ZEHEBÎ, Ebu Abdillah Şemsüddin,
Tezkirâtü’l- Huffâz, Haydarabad, 1955,1- IV
-ZEHEBÎ, Muhammed Hüseyin Tefsir
ve Hadiste İsrâiliyyât, Ter. Enbiya Yıldırım, Rağbet Yayınlan, İstanbul,
2007
-ZWEMER, Samuel, “The So-
Called Hadith Qudsi”, Müslim World, Sayı: 12, 1922
139
Ebu Zehv, s. 17
Koçyiğit, Istılahlar, s.
124
Kasımî, s. 65
Okiç, s. 13
Erdem, s. 6; Kasımî, s. 65;
Okiç, s. 12
Koçyiğİt, s. 124
Kasımî, s. 66- 69
İbn Arabî, Muhyiddin, Nurlar
Hazînesi (Mişkâtü’I- Envâr), Ter. Mehmet Demirci, İz Yayıncılık,
İstanbul, 2004, Ek-I (Muhammed Valsan, Kudsî Hadis Hakkında Kısa Bilgi), s.
186-190
Draz, Abdullah, En Mühim
Mesaj Kur’an, Ter. Suat Yıldırım, Yeni Akademi Yayınları, İzmir, 2006, s.
28
Kırbaşoğlu, Mehmet Hayrİ, İslam
Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara 2002, s. 252- 253
Okiç, s. 14; Ebu Zehv, s. 16;
Salih, s. 12- 13; Koçyiğit, İstılahlar, s. 124; Uğur, s. 188;
Yardım, c. I, s. 47
Kasımî, s. 65
Koçyiğit, s. 124
İbn. Arabî, Ek-I, s. 183
İbn. Arabî, Ek-I, s. 185
Ebu Zehv, s. 17
Yılmaz, “Kudsî Hadîs”, s. 318;
“Hadis İlminde Kudsî Hadisler”, s. 20
Kasımî, s. 64
Koçkuzu, Ali Osman, Hadis
İlimleri ve Hadis Tarihi, Dergâh yayınlan, İstanbul, 1983, s. 42
Medenî, Muhammed b. Mahmud et-
Trabzonî, el- İthâfâtu’s- Seniyye fi’I- Ahâdisi’I-Kudsîyye, Haydarabad, h. 1358
Yılmaz, “Kudsî Hadis”, s. 318
Kırbaşoğlu, s. 252
3Î
Kırbaşoğlu, s. 246- 247
Yılmaz, “Kudsî Hadis”, s. 319
Şafiî, Ebu Abdillah Muhammed b.
îdris, er-Risâle, Ter. Prof. Dr. Abdülkadir
Şener, Prof. Dr.
İbrahim Çalışkan Türkiye
Diyanet Vakfı Yayınlan, Ankara 1997, s. 205
Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı
Yayınları, Ankara 2003, (Tarih), s. 183
Öğüt, Salim, İslam Hukuk
Metodolojisinde Haber- i Vâhid’ in Kaynak Değeri, Ocak
Yayıncılık, İstanbul 2003, s, 19
Haber- i vâhid konusunda daha
fazla bilgi için bkz., Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebu Hanife’nİn Hadis
Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı
Yayınları, Ankara, 2001, s. 133- 171; Öğüt, a. g. e.; Koçyiğit, Istılahlar,
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1980, s. 448- 453;
Şener, Abdülkadir, Makaleler Tebliğler ve Diğer Yazılar, İzmir İlahiyat
Fakültesi Vakfı Yayınlan, İzmir, 2001, s. 317- 323 Kudsî Hadislerin delil
olarak kabul edilip edilmemesi meselesinin, ‘haber-i vâhid’ konusuyla
bağlantılı olarak düşünülmesi gerekse de, Kudsî Hadisler muhtevaları gereği
haber-i vâhid kapsamına giren diğer hadisler gibi değildirler. Kudsî Hadisler,
içerik olarak, bazı istisnaî durumlar dışında âdab, ahlâk, Allah’ın yüceliği...
vb. konularda vârid oldukları için, delil olarak kabul edilseler bile hukukî
konular söz konusu olduğunda delil olarak kullanılmamaktadırlar.
Okiç, s. 15-16
Yardım, "Hadis İlminde
Kudsî Hadisler”, s. 46; Kettanî, Muhammed b. Cafer, er-
Risâletü’I-Müstatrefe, Kahraman Yayınlan, İstanbul 1986, s. 81
Yılmaz, "Hadis İlminde
Kudsî Hadisler”, s. 44
Yılmaz, “Kudsî Hadis”, s. 318
Hıdır, Özcan, İsrâiliyyât-
Hadis İlişkisi (Hadis- Yahudi Kültürü Tartışmaları), Marmara Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2000, s. 319
Okiç, s. 15; Hıdır, s. 319
Kudsî Hadislerle alakalı olarak
yapılmış olan çalışmalar konusuna burada girmiyoruz. Bu konuda daha fazla bilgi
edinmek için Yılmaz’ın adı geçen tezine müracaat edilebilir; bkz. s. 45- 90
Yılmaz, "Hadis İlminde
Kudsî Hadisler”, s. 45
"Metlûv” ve “Gayr- i
Metlûv Vahiy”, Sünnet- Vahiy İlişkisi ve bu konudaki tartışma ve görüşler İçin
bu tez, bu bölüm, 48 no’Iu dipnottaki eserlere müracaat edilebilir.
Kırbaşoğlu, s. 245
bkz. Graham, William Albert, Divine
Word and Prophetic Word in Early İslam, Tehe Hague: Mouton, 1977, s. 39;
Graham, Kudsî Hadisler için ortaya atılan bu görüşü aktarırken, Kudsî
Hadislerin mistikler arasında özel bir yer edinmiş olmasının batılı
araştırmacıları haklı çıkarmadığını çünkü Kudsî Hadislerin ilk hadis kaynaklan
içerisinde yer aldığını da ifade etmektedir (bkz. s. 39)
Duman, Zeki, Vahiy Gerçeği, Fecr
Yayınevi, Ankara, 1997, s. 117, 119; Kırbaşoğlu, s. 245-246
Kırbaşoğlu, s. 248- 252; Kudsî
Hadisler hakkında birtakım sorular yöneltmesi ve söz konusu hadislerle Eski ve
Yeni Ahit metinleri arasındaki benzerliklere dikkat çeken bir makale olması
açısından, bkz. Zwemer, Samuel, “The So- Called Hadith Qudsî”, Müslim World,
sayı 12, 1922, s. 263- 275
Derveze, İzzet, Kur’an’a
Göre Hz. Peygamberim Hayatı, Ter, Mehmet Yolcu, Ekin yayıncılık, İstanbul,
1998, c. I, s, 57
Avcı, Casim, Hz. Muhammed’in
Peygamberlik Öncesi Hayatı, Hayykitap, İstanbul, 2008, s. 39
Hamidullah, İslam’a Giriş, s.
5- 6
Hodgson, c. I, s. 93
Hamidullah, Muhammed, el-
İlaf veya İslam’dan Önce Mekke’nin İktisadi- Diplomatik Münasebetleri,Ter.
İsmail Cerrahoğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara,
1962, c. IX, s. 215- 216
Hodgson, c. I, s. 93
Hodgson, c. I, s. 93
Hodgson, c. I, s. 90- 91
Derveze, c. I, s. 57
Hamidullah, “el- îlaf...”, s.
215- 216
Hayrettin Karaman, Mustafa
Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’an
Yolu-Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet
İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007, c. V, s. 694 Ali Çelik, İslam’ın
Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Yayınlan, İstanbul, 1995,
s. 36- 37
Hodgson, c. I, s. 93
Kureyşlilerin, ticari
faaliyetlerinin ülkeleri dışına da çıkması yolundaki üstün gayretleri için bkz.
İbn Habib, Muhammed el- Bağdadî, Kitabu’I- Mü nem inak, Beyrut, 1985, s.
44- 45; Hamidullah, “el- İlaf...”, s. 216
Hamidullah, “el- İlaf...”, s.
221
Kureyş’in Bizans’la
ilişkilerine dair bkz. Türk, Mahmut, Kureyş Suresi Işığında Mekke Dönemi
İktisâdı Hayatı, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek
Lisans Tezi, Dan. Prof. Dr. Yakup Çiçek, İstanbul, 2006, s. 21- 22
Hamidullah, Muhammed, İslam
Peygamberi, Ter. Salih Tuğ, İmaj İç- Dış Ticaret A.Ş., Ankara, 2003,
c, II, s. 21; Mekkelilerin ve Hz. Peygamber’in Habeşistan ile ilişkilerine daha
fazla bilgi için bkz, Altun, İsmail, “Mekke Müslümanlarının Habeşistan’a
Hicreti”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi,
Dan. Mustafa Aşırman, Erzurum, 1996, s. 15-41
Çağatay, Neşet, İslam’dan
Önce Arap Tarihi ve Cahil iye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Yayınlan, Ankara, 1957, s. 1- 2
Karacabey, Salih, Hz.
Peygamber’de Nebevî ve Beşerî Bilgi, Sır Yayıncılık, İstanbul 2002, s. 228-
229
Avcı, s. 108
Güner, Osman, Rcsulullah’m
Ehl-i Kitabla İlişkileri, Fecr Yayınları, Ankara, 1997, s. 88
Avcı, s. 108
Hamidullah, İslam’a Giriş,
s. 8; Hamidullah, Muhammed, “Hz. Peygamber’in İslam Öncesi Seyahatleri”, Ter.
Abdullah Aydınlı, Atatürk Üniversitesi îslami İlimler Fakültesi Dergisi, sayı
4, Ankara, 1980, s. 332
Mevlana Şiblî, Asr- i
Saadet, Ter. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul, 1975, c.
I, s. 139; Hz. Peygamber’in Abdulkays ahalisiyle arasında geçen konuşmalar ve
onların ülkesinde kalarak edindiği birtakım bilgilerle alakalı olarak bkz.
Hamidullah, “Hz. Peygamber’in İslam Öncesi Seyahatleri”, s. 333- 335
Hamidullah, İslam’a Giriş, s.
8
Hamidullah, Muhammed, Vesâiku’s-
Siyasiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi- İdari Belgeleri), Ter. Vecdi
Akyüz, Kitabevi Yayınları, s. 170, belge no:66
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. J, s. 332; Hamidullah, Hz. Peygamber’in İslam Öncesi
Seyahatleri, s.
330- 332
Karacabey, s. 82
Ebu Ubeyd, Kasım b. Selam, Kitabu’l-
Emval, Ter. Cemaleddin Saylık, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s. 501,
yukarıda zikredilen ve benzeri rivayetler için, hadis no: 1624-1626, 1630-1631.
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 332
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 647; Erdoğan, s. 164; bkz. Müslim, İbn Haccac
el-Kuşeyrî en- Neysâbûrî, Câmiu’s- Sahih, Nikâh, 140, (1442), Beyrut, 1955, c.
2, s. 1066- 67 Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 293
Hamidullah, Vesâiku’s-
Siyasiyye, s.l 14- 5, no: 21; İslam Peygamberi, e. I, s. 293
îbn. Hişam, Ebu Muhammed
Abdülmelik, Sîretü’n- Nebevîyye, Beyrut, 1936, c. I, s. 344 Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 293
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 293; Hamidullah, Hz. Peygamber’in İslam Öncesi
Seyahatleri, s.
337- 338
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c, I, s. 293
Karacabey, s, 228- 229
Avcı, s. 108; Hz. Peygamber’in
seyahatlerinin, O’nun birtakım farklı kültür ve inanç gruplarıyla karşılaşması
ve onların dil ve lehçelerine dair bilgiler edinmesiyle alakalı olarak bkz.
Palabıyık, Abdülkadir, “Garibü’l- Hadis Nev’i’nin Doğuşu ve Abdülğafir b.
İsmail’in ‘el- Müfhim li- Şerhi Sahihi Müslim’ Adlı Eseri”, Dokuz Eylül
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Dan. Prof. Dr. Ali Yardım, İzmir, 1997,
s. 28- 31
Yüksel, Ahmet Turan İslam’ın
İlk Döneminde Ticari Hayat, Beyan Yayınlan, İstanbul 1999, s. 146
Bozkurt, Nebi ve Küçükaşçı,
Mustafa San “Mekke”, DİA, c. 28, s. 556, İstanbul, 2003
Hitti, Philip K., Siyasi ve
Kültürel İslam Tarihi, Ter. Salih Tuğ, Boğaziçi Yayınlan, İstanbul, 1980,
e. I, s. 156
Ünal, Sadi, “Kabe”, DİA, c. 24,
s. 20, İstanbul, 2001; Kabe’ye alternatif bu tapmaklarla alakalı olarak bkz.
Çelikkol, Yaşar, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu, Ankara 2003, s.
166-167
Çağatay, s. 112
Çağatay, s. 100- 101
Çağatay, s. 112
Derveze, c. I, s. 175,
Avcı, s. 39- 40
Çağatay, s. 100-101
Hodgson, c. I, s. 90- 91
bkz. Çağatay, s. 119;
Karacabey, s. 82
Avcı, s. 39- 40
Çağatay, s. 100-101
Derveze, c. I, s. 180
Derveze, c. I, s. 175,
Kapar, Mehmet Ali, “Kus b.
Saide”’, DİA, c. 26, s. 460, İstanbul, 2002
Kapar, s. 460
Şiblî, c. I, s. 99
Cevat Ali, el- Mufassal Fi
Tarihi’l- Arabi Kable’I- İslam, Bağdat, 1993, c.VI, s. 449
Karacabey, s. 51
Güner, Ehl-i Kitab’la
İlişkiler, s. 97
Hac, 30-31
Cevat Ali, c.VI, s. 449
Cevat Ali, c.VI, s. 452
Cevat Ali, c.VI, s. 218-219
Cevat A1İ, c.VI, s. 455
İbn Hİşam, Ebu Muharnmed
Abdülmelik, Sîretü’n- Nebevîyye, Beyrut, 1936, c. I, s. 237-238
îbn Hişam, c. I, s. 246- 247
Şiblî, c. I, s. 99
Güner, Ehl-i Kitab’la
İlişkiler, s. 99
Buhârî, İsmail b. İbrahim,
Câmiu’s- Sahih, Zebâih ve’s- Sayd, 16, İstanbul, 1979, c. VI, s. 225
Güner, Ehl-i Kitab’Ia
İlişkiler, s. 100
İbn Hişam, c. I, s. 238
Buhârî, Bed’u’l- Vahy, 3,
c. I, s. 3
Haşan, İbrahim Haşan, Siyasî-
Dinî- Kültürel- Sosyal İslam Tarihi, Ter. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş,
Kayıhan Yayınlan, İstanbul, 1985, c. I, s. 97
Buhârî, Vahy, 3, c. I, s. 3- 4
Hıdır, s. 101
Güner, Ehl-i Kitab’Ia
İlişkiler, s. 105
îbn Hişam, c. I, s. 237
İbn Hişam, c. I, s. 238
îbn Hişam, c. I, s. 239; Osman
b. Huveyris’in amcaoğlu Lehha’nm da aynı şekilde, başlangıçta putlara karşı
çıkıp hanifliği araması ve daha sonra da Hıristiyanlığı seçmesiyle alakalı
olarak bkz. Çelikkol, s. 185
Şiblî, c. I, s. 99
Haşan, c. I, s. 98
Kapar, s. 460
Avcı,, s. 131-132; Kapar, s.
460
Şiblî, c. I, s. 99
îbn Hacer, Askalânî, el-İsâbe
O Temyîzi’s- Sahabe, Kahire, 1971, c. 1, s. 250; Çağatay, s.
154; Haşan, c. I, s. 97
Çağatay, s. 153
Güner, Ehl-i Kitab’la
İlişkiler, s. 103 (Mahmud Esad’dan naklen, Tarih-i Din-i İslâmî,
İstanbul, 1983, s. 306)
İbn Hanbel, Ahmed, Müsned, IV,
Beyrut, 1969, s. 389
Çağatay, s. 155
Cevat Ali, c.VI, s. 456
Cevat Ali, c.VI, s. 456- 457
Cevat Ali, c.VI, s. 469
Hıdır, s. 55- 56
137
Derveze, c. 1, s. 39
Çelikkol, s. 95
Derveze, c. I, s. 96- 97; Cevat
Ali, e. IV, s. 118
Derveze, c. I, s. 96- 97
Derveze, e. I, s. 96- 97
bkz. Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 284- 285
Derveze, c. I, s. 97
Çelikkol, s. 183
Derveze, c. I, s. 95
bkz. Yunus, 94; Şuara, 192-
197; Ahkaf, 10
Derveze, c. I, s. 95- 96
Ehl- İ Kitap olan Yahudilerin
müsbet ve menfi birtakım özellikleri ve bu konuda Kur’an-ı Kerim’de nasıl
zikredildikleriyle alakalı olarak daha detaylı bilgi için bkz. Atçeken, İsmail
Hakkı, “Hz. Peygamber’in Yahudilerle Münasebetleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 1992, s. 6- 36
Al-i îmran, 110; Maide, 59, 79
Al-i îmran, 78
Bakara, 75, 101; Al-i îmran,
69; Maide, 13; Ra’d, 36
Al-i îmran, 75; Nisa 46, 162
Paçacı, Mehmet, Kur’an ve
Ben Ne Kadar Tarihseliz?, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2002, s. 86
Paçacı, s. 88
Al- i îmran, 113-114-115
Al- i îmran, 199
İsra 107- 108- 109
Paçacı, s. 114
İbn İshak, Muhammet! b. Yesar,
Sîre, Rabat, 1976, s. 62
Fazlurrahman, Ana
Konularıyla Kur’an, Ter. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınları,
Ankara 2003, s. 227
İbn îshak, s. 63- 64
Derveze, c, I, s. 39
Taha Hüseyin, Cahiliye Şiiri
Üzerine, Ter. Şaban Karataş, Ankara Okulu, Ankara 2003, s. 96
Fazlurrahman, s. 237
Saffat, 167- 170
Fazlurrahman, s. 201
Fazlurrahman, s. 223
Enbiya, 5, Mekkî
Derveze, c. I, s. 420
Kasas, 48, Mekkî
Hadis Literatürü içerisinde
“Fiten ve’l- Melahim” başlığı altında yer alan hadislerin, Yahudi ve Hıristiyan
Kültürün önemli bir motifi olan “Apokaliptik Edebiyat” a dair rivayetlerle
örtüşüyor olması ve bu doğrultuda Müslüman kültür üzerindeki Yahudi ve
Hıristiyan etkisinin bir sonucu olarak ortaya çıkması ile alakalı olarak, bkz.
Paçacı, ‘Hadiste Apokaliptisizm veya Fiten Edebiyatı’, Kur’an ve Ben Ne
Kadar Tarihseliz?, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara, 2002,, s. 130- 153;
Ayrıca aynı makale İçin bkz. îslamiyat, c. I, sayı: 1, 1998, s.
35- 53.
Çelik, s. 66
Cevat Ali, c.Vl, s. 587
Fazlurrahman, s. 226- 227
Nemi, 66- 67- 68, Mekkî
Fazlurrahman, s. 226- 227,
En’am, 91: * “(Müşrikler ve bazı Yahudiler) Allah’ı gereği gibi tanıyıp
kavrayamadılar ve bu sebeple, ‘Allah herhangi bir kimseye vahiy indirmemiştir’
dediler. Ey Peygamber! Sen de onlara de ki : ‘Peki söyler misiniz, Musa’nın
getirdiği, insanlar için nur ve hidayet kaynağı olan kitabı kim indirdi? Siz bu
kitaptan bazı ayetleri kağıt parçalarına yazarak arzunuza göre bir kısmını
halka açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Hâlbuki sizin de babalarınızın da
bilmedikleri birçok şey orada size açıklanmıştır. Ey Peygamber! Sen onlara, o
kitabı Allah’ın indirdiğini söyle, sonra da onları kendi hallerine bırak,
daldıkları boş laflarla oyalanıp dursunlar.”
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c.I, s. 552- 553
İbn İshak, s. 86; aynca bkz.
Lings, Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, Ter. Nazife Şişman, İnsan
Yayınlan, İstanbul, 2004, s. 60
Belazurî, Ahmed b. Yahya, Ensâbu’I-
Eşrâf, Mısır, 1959, c. I, s. 72- 73; îbn Habib, Bağdadî,
Kitabu’l- Münenımak. Beyrut,
1985, s. 90- 91
Derveze, c. I, s. 99- 100
Şuara, 192-197
Ahkaf, 10, Mekkî
Atçeken, s. 38
îbn İshak, Mukaddime (Muhammed
Hamidullah), s. j
İbn Hişam, c. II, s. 220- 221;
İbn İshak, s. 182- 183; Cirit,
Haşan, “Hadiste Vaaz, Kıssacılık ve Kussas”, Marmara Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Dan. M. Yaşar Kandemir, İstanbul, 1997, s. 48
Cevat Ali, c.VI, 1993, s. 136
İsra, 85, Mekkî
Elmahlı, Hamdi Yazır, Hak
Dini Kur’an Dili, Aziz Dağıtım, İstanbul, t. y., c. 5, s. 319; Elmahlı bu
ayetle alakalı olarak bir başka rivayet daha nakleder. Bu rivayete göre Hz.
Peygamber ile Abdullah İbn Mes’ud Medine’de bir tarlada, bir Yahudi cemaati ile
karşılaşırlar. Yahudi cemaat birbirlerine, ‘Şuna ruhtan sorunuz’ derler. Bunun
üzerine onlardan bir kısmı Hz. Peygamber’e ruhu sorarlar ve bunun üzerine söz
konusu ayet nazil olur. Bu rivayetten dolayı Elmahlı, bazılarının, bu ayetin
Mekke’de ve Medine’de olmak üzere iki defa nazil olduğunu söylediklerini
nakleder (s. 320).
Ta- İhı 17 X d l^i
Ezrakî, Muhammed b. Abdillah b.
Ahmed, Ahbâru Mekke ve mâ câe fihe mine’l- Âsâr,
Beyrut, 1979, c. II, s. 131
îbn Hişam, c. I, s. 162; Lings,
s. 21- 23; İbn İshak, s. 10-14
Hamidullah, Muhammed, ‘Hayber. DİA,
c. 17, s. 21
İbn Habib, Münemmak, s.
402- 403
Kuzudişli, s. 40; Hz.
Peygamber’in ailesinde ve Araplar içerisinde yapılan Yahudi evlilikleriyle
alakalı olarak ayrıca Ali Kuzudişli, aynı tez, s. 37- 40
Kuzudişli, s. 37
Ayrıca bkz. Şuara, 192-197;
Ahkaf, 10
Necm, 36- 37
Derveze,. I, s. 421
Derveze, c. I, s. 421; Atçeken,
s. 72
İslamoğlu, Mustafa, İsrâiloğuHarından
Ümmet- i Muhammed’e Yahudileşme Temâyülü, Denge Yayınları, İstanbul, 2004,
s. 103
Derveze, c. I, s. 407;
Derveze’ye göre, dini düşüncenin gelişmesinde, özellikle “Allah” düşüncesinde,
Arapların kendilerini İsmail ve İbrahim’in torunları olarak görme
geleneklerinde, nebiler ve resuller ile ilgili haberlerde, geçmiş ümmetlerin
kıssaları, meleklerle ilgili haberler, meleklerin Allah’a bağlılıkları, Âdem
ile İblis kıssası gibi dini nitelik taşıyan düşüncelerinde, bilgi ve
kültürlerinde onlardan etkileniyorlardı. Onların arasındaki görüş ve mezhep ayrılıklarına,
dini kitaplarına ve dini makamlarına, aralarındaki tartışmalara, sürtüşmelere,
kitaplarında yer alan niteliklere, Araplardan bir peygamber gönderilmesiyle
alakalı geleneksel anlayışlara varıncaya kadar her şeyde onlardan etkilenme söz
konusuydu (bkz. s. 407).
CevatAli, c.Vl, s. 218-219
Çağatay, s. 121
Ateş, Ali Osman, İslam’a
Göre Cahiliye ve Ehl- i Kitab örf ve Adetleri, Beyan Yayınlan, İstanbul,
1996, s. 111; Cevat Ali, c. VI, s. 339
Karaman ve diğerleri, c. I, s.
285
Elmalılı, c. II, s. 13
Derveze, c. I, s. 407
KuzudişIİ, s. 10
Derveze, c. I, s. 403
Derveze, c. I, s. 404
îslamoğlu, s. 18-19
Ebu Davud, Sicistanî, Sönen,
Cihad, 126, (2682), Humus, 1971, c. 3, s. 132
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 193
Şiblî, c. I, s. 98
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 570- 571
Cevat Ali, c.VI, s. 549
Derveze, c. I, s. 106
İbn Hişam, c. I, s. 225
İbn Hİşam, c. I, s. 225
Cevat Ali, c.VI, s. 560
Cevat Ali, c.VI, s. 557
Fazlurrahman, s. 225
Haşan, c. I, s. 96
Cevat AH, c.VI, s. 560
Cevat AH, c.VI, s. 560
Aydemir, Abdullah, Tefsirde
İsrâiliyat, Beyan Yayınlan, İstanbul, 2000, s. 66
Cevat AH, c.VI, s. 550
Cevat Alî, c.VI, s. 550
Cevat Ali, c.VI, s. 550
Cevat Ali, c.VI, s. 557
Cevat Ali, c.VI, s. 544
Derveze, c. I, s. 115
Kuzudişli, s. 216 (sonuç)
Cevat Ali, c.VI, s. 582
Taha Hüseyin, s. 96
Ebu Yusuf, Yakup b. İbrahim b.
Habib el- Ensarî, Kitabu’I- Haraç, Ter. Müderriszade Muhammed Ata’ullah
Efendi, Sad. İsmail Karakaya, Akçağ Yayınları, Ankara, 1982, s. 283 Taha
Hüseyin, s. 96
İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b.
Ahmed b. Said el- Endülüsî, Cemheretü Ensâbi’I- Arab, Kahire, 1982, s. 491
Aydın, Mehmet, “Hz. Muhammed
Devrinde Müslüman- Hıristiyan Münasebetlerine Bir Bakış”, Asrımızda Hıristiyan-
Müslüman Münasebetleri, İslami İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1993, s. 82
Cevat Ali, c.VI, s. 587; Arapların
Hıristiyanlıkla tanışmasına sebep olan durumlarla ilgili olarak bkz. Ünalan,
Sıdık, “Risâlet Öncesi Arap Yarımadasındaki Dinler ve Bir Peygamber
Beklentisi”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 6, 2001, s. 95-
96
Derveze, c. I, s. 426
Cevat Ali, c.VI, s. 591
Cevat Ali, c.VI, s. 587
Cevat Ali, c.VI, s. 600
Cevat Ali, c.VI s. 589
Kuzgun, s. 67
Hitti, c. I, s. 159; Hitti,
aynı sayfada, Konise ve Bia (kilise), Dumye ve Suret (resim),
Kıssis (papaz), Sadaka, Natur (bekçi), Nir (boyunduruk), Feddan
(arazi ölçüsü), Kmdil (kandil, Latincedeki Candela’dan gelmektedir),
Kasr (Latince Castrum, Süryanice Kastra ve batı Arami
dilinde Kasra olmuştur) gibi kelimeleri örnek olarak zikretmiştir.
Hitti, c. I, s. 160
Derveze, c. I, s. 95
İbn Hazm, s. 491
Çelikkol, s. 185
Şiblî, c. I, s. 98
İbn Hİşam, c. I, s. 238
İbn Hazm, s. 159
* “Elif, Lam, Mim.
Rumlar yenildiler. Size yakın bir bölgede. Fakat bilin ki, bu yenilgilerinden
sonra galip geleceklerdir. (Merak etmeyin) bu, birkaç yıl içinde olacaktır.
Eninde sonunda Allah’ın dediği olur/ Koyduğu yasalara göre hak edeni galip
getirir, hakedeni de mağlub ettirir. O gün de mü’minler sevineceklerdir.
Allah’ın lütfedeceği zaferle. Unutmayın ki Allah, dlediğini/hak edeni zafere
ulaştırır. O Aziz’dir; dilediğini galip getirmeye gücü yeter, Rahim’dir;
inananlara zafer lütfetmesi şefkat ve merhametinin eseridir.”
Aydın, Mehmet, “Hz. Muhammed
Devrinde Müslüman- Hıristiyan Münasebetlerine Bir Bakış”, Asrımızda
Hıristiyan- Müslüman Münasebetleri, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı,
İstanbul, 1993, s. 83; Aydın, Mehmet, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı
Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Konya, 1989, s. 12
* “Biz, müşriklerin, (Bu
Kur’an’ı Muhammed’e bir insan öğretiyor’ dediklerini elbette biliyoruz.
Kasdettikleri kişinin dili yabancı/ Arapların anlamadığı bir dildir. Bu
Kur’an’m dili ise fasih bir Arapça’dır.”
* Küfürde direnenler,
“Bu Kur’an, Muhammed’in uydurup da Allah’a isnad ettiği sözlerden başka bir şey
değildir. Başkaları da ona yardım etmektedir” diyorlar. Hiç şüphe yok ki, asıl
haksızlık eden ve iftira atan unlardır.”
Derveze, c. I, s. 426
Çelikkol, s. 185- 186 (Sa’d
Zağlul’dan naklen, Fi Tarihi’l- Arab Kable’I- İslam, Beyrut, 1975, s.
37)
Ezrakî, c. II, s. 298
Çelikkol, Yaşar, s. 185- 186
(Sa’d Zağlul’dan naklen, Fi Tarihi’l- Arab Kable’I- İslam,
Beyrut, 1975, s. 37)
Hıdır, s. 52
Derveze, c. I, s. 426
îbn Habib, Münemmak, s.
403- 404
Lings, s. 27
Derveze, c. I, s. 424- 425
Derveze, c. I, s. 426
Derveze, c. I, s. 432
Derveze, c. I, s. 424- 425
Derveze, c. I, s. 425
Derveze, c. I, s. 96
Yunus, 68
Ankebut, 2- 4
Derveze, c. I, s. 98
Cevat Ali, c.VI, s. 601
Özsoy, Ömer - Güler, İlhami, Konularına
Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Fecr
Yayınlan, Ankara, 2003, s. 158
Derveze, e. I, s. 118
Derveze, c. I, s. 117-118
Maide, 82- 83- 84
Derveze, c. I, s. 429; Hz.
Peygamber’e iman ederek İslam’ı seçen Hıristİyanlarla alakalı olarak ayrıca
bkz. Kara, Hilal- Abdullah, Asr- i Saadet’te İslam’a Koşan Yahudiler ve
Hıristiyanlar, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 82-140
Derveze, c. I, s. 118
Cevat Ali, c. VI, s. 601
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 185; İslam’ın ve Hz. Peygamber’in Hıristiyanlığa karşı
tutumuyla alakalı olarak ayrıca bkz. Çubukçu, İbrahim Agâh, “Müslümanların
Hıristiyanlığa Bakış Açıları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi
Dergisi, c. 32, s. 221-225
Nahl, 103
Furkan, 4
Güner, Ehl-î Kitab’Ia
İlişkiler, s. 106
İbn Hişam, c. II, s. 33;
Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmiu’I- Beyan fi Te’vilfl- Kur’an,
Mısır, 2004, c. 14, s. 184
Taberî, c. 14, s. 184
Taberî, c. 14, s. 183
Taberî, c. 14, s. 184
İbn Hişam, c. II, s. 62- 63;
İbn Hacer, c. IV, s. 467; Lings, s. 142-143
îbn. Hacer, c. IV, s. 467
Çelikkol, s. 185- 186, (Sa’d
Zaglul’dan naklen, Fi TarihFl- Arab Kable’l- İslam (?), Beyrut, 1975, s.
37)
Derveze, c. II, s. 45
Müslüman oluşu ve hakkında
bilgi için bkz., îbn Hişam, e. I, s. 228- 236; Taberî, ‘Hz. Peygamber’i bir
beşerîn öğrettiğini’ iddia eden müşriklerin, bu iddiayla, bir yabancı olması
hasebiyle Selman-1 Farisi’ yi kastettiklerine dair bir rivayet de
nakletmektedir, bkz. Taberî, c. 14, s. 185; ayrıca bkz. Kara, Hilal - Abdullah,
s. 90-101
îbn Hişam, c. I, s. 279- 280;
ayrıca bkz. Kara, Hilal- Abdullah, s. 137-140
Hakkında bilgi için bkz.
îbnü’l- Esir, el- Cezeri, İzzeddîn Ebi’l- Haşan Ali b. Muhammed, Üsdü’I-
Ğabe fi Ma’rifeti’s- Sahabe, 1280, Cemiyyetü’- Maarif, c. I, s. 206- 208
Hakkında bilgi için bkz.
İbnü’I- Esir, c. II, s. 225- 227; Lings, s. 53- 54; îbn. Kuteybe, Ebu Muhammed
Abdullah, el- Meârif, Ter. Haşan Ege, Şelale Yayınları, İstanbul, t. y.,
s. 100-101
İbn Kuteybe, s. 182
“Annesi Abdulmuttalib’in kızı
Umeyme’dir”, bkz. İbn Hİşam, c. I, s. 237
İbn Hişam, c. I, s. 238
Buhârî, Vahy, 3, c, I, s. 3;
Müslim, İman, 252, (160), c. I, s. 139-142
İbnü’l- Esir, c. III, s. 378
Aydemir, s. 71; îbn Hişam, c.
II, s. 32- 33
Elmahh, c. 6, s. 195
Elmalılı, c. 6, s, 195
NahI, 43
Yunus, 94; ayrıca bkz. îsra,
107- 108; En’am, 114; Araf, 157; Ra’d, 36; Nahl, 43; Meryem, 34- 37; Hacc,
54;Nahl, 76; Kasas, 52- 55; Ankebut,46- 47;Rum, 1- 5; Sebe, 6; Şura, 14;
Zuhruf, 57-59; Zuhruf, 63-65
Derveze, c. I, s. 95
Fazlurrahman, s. 205
Ankebut, 46- 47
Hac, 54; ayrıca, Kasas, 52- 53
Fazlurrahman, s. 225
İsra, 107-108
Derveze, c. 1, s. 118
Şiblî, c. II, s. 117
Cevat Ali, s. 601
Cevat Ali, c.VI, s. 550- 551;
Hz. Peygamberin Yahudilerle arasında geçen bir takım konuşmalara dair Örnek
için, bkz. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451; îbn İshak s. 184-185;
bkz. Kara, Hilal- Abdullah, s. 10-13
CevatAli, c.VI, s. 551
Aydemir, s. 79
Şiblî, c. II, s. 87
Buhârî, Cihad ve’s- Siyer, 89,
c. III, s. 230- 31
Aydemir, s. 79
Buhârî, Cenâiz, 80, c. 2, s.
97; ayrıca bkz. Kara, Hilal- Abdullah, s. 28
Derveze, c. I, s. 404; Bu
hanımın kimliği, Hz. Peygamber’le evlenmesi ve Müslüman olmasıyla alakalı
bilgiler için bkz. Hamidullah, İslam Peygamberi, c. II, s. 686- 687;
Kara, Hilal- Abdullah, s. 49- 53
Tümer, Günay- Küçük,
Abdurraman- Küçük, Mehmet Alparslan, Dinler Tarihi, Berikan Yayınevi,
Ankara 2009, s. 308; Schimmel, Annamarie, Dînler Tarihine Giriş, Kırkambar
Yayınlan, 1999, s. 136
Tümer ve diğerleri, s. 308;
Adam, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Pınar Yayınları, İstanbul
2002, s. 48, bkz. 64 no’lu dipnot, “ Tanakh, bölüm adları olan Tora, Nevi’İm,
Ketubim kelimelerinin baş harfleri olan “taf” (t), “nun” (n), “kaf’ın (kh)
birleştirilmesinden oluşmuş bir isimdir,”; Tanyu, Hikmet, “Yahudiliğin Kutsal
Kitapları ve Esasları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.I4,
Ankara, 1967, s. 98
Tümer ve diğerleri, s. 309
Yıldırım, Suat, Mevcut
Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,
Ankara 1988, s. 84
Tümer ve diğerleri, s. 308
Adam, s. 28- 29
Tanyu, s. 98
Yıldırım, s. 84
Tümer ve diğerleri, s. 312
Adam, s. 27
Genç, Mustafa, Sünnet- Vahiy
İlişkisi, Kitabî Yayınevi, İstanbul 2009, s. 74; Talmud hakkında detaylı
bilgi için bkz. Zafer İslam Han, “Talmud’un Doğuşu ve Yahudiler Üzerindeki
Tesiri”, Ter. Mehmet Aydın, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.
25, s. 139-152
“Sözlü Tora” teriminin hangi
anlamlarda kullanıldığıyla alakalı açıklama için bkz. Toprak, Mehmet Sait, Hadislerin
Sözlü Rivayeti İle Sözlü Tora’nın Rivayet Tekniği Meselesine Bir Giriş, Süleyman
Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XX, Sayı: 1, 2008, s.
140-142
Tümer ve diğerleri, s. 310
Tanyu, 97
Tümer ve diğerleri, s. 310
Adam, s. 22
Örs, Hayrullah, Musa ve
Yahudilik, Remzi Kitabevi, İstanbul 1966, s. 317
Schimmel, s. 156
Tümer ve diğerleri, s. 310;
Zafer İslam Han, c. 25, s. 141-142
Adam, s. 22
Tümer ve diğerleri, s. 310
Adam, s. 22
Tümer ve diğerleri, s. 311
Adam, s. 22- 23
Adam, s. 23
Örs, s. 320
Tümer ve diğerleri, s. 311
Adam, s. 25
Adam, s. 25
Tümer ve diğerleri, s. 310
Tora ve Aftara, 1. Kitap
Bereşit, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın
A. Ş., İstanbul, 2002, Önsöz (Tora ŞeBeal Pe- Sözlü Tora ile ilgili bölüm)
Schimmel, s. 156
Tümer ve diğerleri, s. 373;
Tann’nm İsa’yı insanlık için feda etmesi konusunda ayrıca bkz. Ebu Zehre,
Muhammed, Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar, Ter. Akif Nuri, Fikir
yayınlan, İstanbul, 1978, s. 72
Aydın, Mehmet, Hıristiyan
Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara
1995, s. 81
Yıldırım, s. 86 (papalığa bağlı
“Gayr-ı Hıristİyanlar dairesinin” yayınladığı Orientations pour un dialoğue
entre chretiens et musulmans, s. 121- 125’ten naklen)
Tümer ve diğerleri, s. 374
Aydın, s. 81- 82
Tümer ve diğerleri, a. g. e.,
s. 374
Yıldırım, s. 86
Ebu Zehre, s. 72
Schimmel, s. 160
Schimmel, s. 318
Sarıkçıoğlu, Ekrem, Diğer
İnciller (Apokrif İnciller -Metinler ve Tarihi Bilgiler-), Fakülte
Kİtabevi, İsparta, 2005, s. 29; Muhammed Ataurrahim, Bir İslam
Peygamberi Hz. İsa, Ter. Kürşat Demirci, İnsan Yayınları, İstanbul, 1997,
s. 21
Tümer ve diğerleri, s. 379
Ebu Zehre, s. 74
Tümer ve diğerleri, s. 379
Sankçıoğlu, s. 27- 28;
Schimmel, s. 160
Tümer ve diğerleri, s. 375
Aydın, s. 86
Yıldırım, s. 89
Ebu Zehre, s. 84, 90- 91
Sankçıoğlu, s. 28; Ataurrahman,
s. 21
Aydın, s. 88; Ataurrahman, s.
21
Aydın, s. 90
Tümer ve diğerleri, s. 380
Aydın, s. 95
Tümer ve diğerleri, s. 379;
Hıristiyanlar tarafından Apokrif olarak kabul edilen bu İncil ve metinler
üzerine yapılmış bir çalışma olarak Sankçıoğlu’ na ait, yukarıda adı geçen eser
bu konuda bize derli toplu bilgiler sunmaktadır.
Ünal, Ali, Bamabas İncili, Elif
Kİtabevi, İstanbul, 2006, s. 51
Bamabas İncili hakkında detaylı
bilgi için bkz. Savh, Mehmet Reşat, “Bamabas İncili’nde Hz. Muhammed’in Haber
Verildiği Pasajların İslam İnanç Sistemi Açısından Tahlili”, Atatürk
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Yrd. Doç. Dr.
Muhammed Yazıcı, Erzurum, 2007; Ünal, s. 49- 54
Hıdır, s. 62
Cevat Ali, c.VI, s. 554; Cevat
Ali’nin ifadesiyle, “bu kıssalar bazen de onların elindeki “aggadah” ya da
“mişna” denilen kitaplardandır”, bkz., c.VI, s. 554
Al- İ îmran, 93
Hamidullah, İslam
Peygamberi, c. I, s. 572
Kur’an Tevrat’ın Musa’ya
verildiğini açıkça bildirmediği gibi, Tevrat’ın muhtevası hakkında detaylı
bilgi vermemektedir. Bunun yanında, Yahudilerin elinde mevcut olan kitapların
hangilerinin Tevrat’a dâhil olup olmadığı hususunda bir açıklamada da
bulunmamaktadır. Bu yüzden, Tevrat’ın mahiyeti ve kapsamı hakkında açık bir şey
söylemek mümkün görünmemektedir, bkz. Adam, s. 66; ayrıca s. 64. Hadis
külliyatındaki “Tevrat” lafzının kapsamı da Kur’an’da olduğu gibi kapalıdır.
Hadislerde Kur’an’dan farklı olarak, “Tevrat’ın Musa’ya verildiği” açıkça ifade
edilmektedir ancak Musa’ya verilen Tevrat’la, Eski Ahİd’İn ilk beş kitabının mı
yoksa tümünün mü kastedildiği anlaşılmamaktadır. Zira Yahudilerin elinde o
zaman mevcut olan kitapların hangilerinin Musa’ya verilen “Tevrat’a dâhil
olduğu hususunda Hadislerde de herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Bununla
birlikte, Tevrat’ın muhtevası hakkında bilgi veren kimselerin Yahudi veya
Yahudi kökenli kimseler olması sebebiyle, Yahudilikteki anlayış Hadis
Külliyatına da yansımış olmalıdır ve Hadis külliyatındaki “Tevrat” mefhumu ise,
Eski Ahid’in bütününü ifade etmelidir, bkz. Adam, s. 68; ayrıca s. 67; bu
konuda benzer bir açıklamaya Cevat Ali’de de rastlıyoruz ki o da “Tevrat”
kelimesinin, yalnızca esfar- u hamse için değil, Eski Ahit’in tümü yani ilk beş
kitap dışmdaki, nebilere, krallara ve eski dönemlerine dair kitapların tümü
için de kullanılmış olmasının mümkün olabileceğini söyler, bkz. c.VI, s. 554
Kuzudişli, s. 97; Kister, M.
J., “İsrâiloğullarından Nakilde Bulunma Meselesi”, Ter. Cemal Ağırman, Cumhuriyet
Üniversitesi îiahiyat Fakültesi Dergisi, c. V, sayı I, Sivas, 2001,
s. 140
Câhız, Ebu Osman Amr b. Bahr, Kitâbu’l-
Heyevan, 1357, Mısır, c. IV, s. 202
Kister, s. 139-140
Adam, s. 66- 67; Tanyu, s. 97;
İslamoğlu, s. 70
dam, s. 66- 67
Hıdır, s. 158
Bakara, 79- 80
Özsoy- Güler, s. 150
İbn. Esir, Mecdüddin Ebi’s-
Seadetİ’l- Mübarek b. Muhammed, Nihâye il Garibi’l- Hadis ve’]~ Asar, Kahire,
1965, c. 1, s. 225; Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin, Şuabu’l- îman, Beyrut,
1410, c. 4, s. 306-307
Hıdır, s. 158
bkz. Goldziher, s. 228- 229;
Goldziher’in adı geçen makalesiyle alakalı bir eleştirel yaklaşım
için bkz. Genç, s. 70- 78;
Toprak, Mehmet Sait, “İslami Gelenekte ‘Kitabet/ Aleyhtarlığı’nın Yahudi
Menşe’i Meselesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi,
Sayı: XXV, 2007, s. 162-163
Hatîbu’l- Bağdadi, Takyîdu’l-
İlm, Şam, 1949, s. 49-51
Kaplan, İbrahim, “Erken Dönem
Hıristiyan Karşıtı Söylemin Ortaya Çıkmasını Hazırlayan Sebepler”, Ankara
Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, e. 47, s. 2,2006, s. 171
Şaban, Kuzgun, “Kur’an- ı
Kerim’e Göre Hıristiyanlık ve Hırİstiyanlar”, Asrımızda Hıristiyan- Müslüman
Münâsebetleri, Îslamî İlimler Araştırma Vakfi, İstanbul, 1993, s. 63 Araf,
157
Mâide, 15
Tevbe, 111
Fetih, 29
Al- i îmran, 78
Al- i îmran, 79, Medenî
Kuzgun, s. 63; bu ayetin,
Yahudileri ve Talmud’u kasdettiği şeklinde de yorumlar vardır. Şöyle ki, Yahudi
din bilginleri ve hahamlar, kendi Tevrat yorumlan olan Talmud ve Mişna’yı da
Allah’a atfetmişler ve bu kitapların Hz. Musa’ya Allah tarafından
vahyedildiğini söylemişlerdir. Yahudi hahamlar, kendi yorumlarını ihtiva eden
bu kitapların Tevrat’tan daha üstün ve daha değerli olduğunu dahi İddia
etmişlerdir. Bu ayetler İse onların bu tututmunun yanlışlığını İfade
etmektedir, bkz. Özsoy- Güler, s. 153,122 no’lu dipnot.
Paçacı, s. 99-100
Paçacı, s. 99-100
Maide, 43,47
Paçacı, s. 99-100
Hıdır, s. 157, bkz. 479 no’lu
dipnot
Bu konudaki farklı görüş ve
tartışmaların toplu bir değerlendirmesi için bkz. Hıdır, s. 44- 50
Buhârî, TefsînTl- Kur’an, 11,,
c. 5, s. 150; Beyhakî, c. 4, s. 309
Kuzudişli, s. 73
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2,
s. 222
Kuzudişli, s. 102
Aydemir, s. 57; Zehebî,
Muhammed Hüseyin, Tefsir ve Hadiste İsrâiliyyât, Ter. Enbiya
Yıldırım, Rağbet Yayınları,
İstanbul, 2007, s. 68
Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2,
s. 174
Kandemir, M. Yaşar “Abdullah b.
Amr b. As”, DİA, c. I, s. 85, İstanbul, 1988
İbnü’l- Esir, e. III, 233- 234;
Zehebî, Ebu Abdillah Şemsüddin, Tezkirâtü’l- Hufiaz, 1955,
Haydarabad, c. I, s. 41- 42
Hıdır, s. 154 (Zehebî1
den naklen, Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyerü A’lâmi’n-
Nübelâ, Beyrut, 1986, c. III,
s. 80)
Hıdır, s. 156
Dârimî, Ebu Muhammed Abdullah
b. Abdirrahman es- Semerkandî, Sünen, Ter. Abdullah Aydınlı Madve
Yayınlan, İstanbul, 1994, c. I, s. 440; Benzer rivayet için bkz. Beyhakî, s.
307- 308; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 387; Abdurrezzak, Ebu Bekr b.
Hemmam es-San’anî, Musannef, Beyrut, 1972, c. VI, s. 113
Hatîbu’l- Bağdadi, s. 51- 52
Hıdır, s. 48
Beyhakî, e. 4, s. 308
Abdurrezzak, c. VI, s. 113;
Beyhakî, c. 4, s. 308- 309; Elmahh, c. 6, s. 227
İslamoğlu, s. 120; Hamidullah,
Muhammed, İslam Peygamberi, c. I, s. 614,
Bedevî, Cemal, Kitab- ı
Mukaddes’te Hz. Muhammed, ÇEV. Arş. Gör. Ahmet Tahir Dayhan, DEÜ İlahiyat
Fakültesi Dergisi, sayı XI, İzmir 1998, s. 226- 227; bkz. Buhârî, Menâkıb 26,
c. 4, s. 176; Hudûd, 24, c. 8, s. 22
Ali Kuzudişli, s. 83
Zehebî, Ebu Abdillah Şemsüddin,
c. I, s. 27
Fayda, Mustafa “Abdullah b.
Selam”, DİA, c, I, s. 135
Ahmed İbn Hanbel, Mösned, c. V,
s. 441
Ateş, s. 30
Mıdır, s. 193
Al- i îmran, 23
îbn Hişam, c. 2, s. 201; Cevat
Ali, c.VI, s. 551
Al- i înıran 93- 94
Hıdır, s. 49
Zehebî, Ebu Abdillah Şemsüddin,
c. I, s. 41- 42; Beyhakî, c. 4, s. 308; Aydemir, s. 89
Kister, s. 147 (Suyutî’den
naklen, ed- Durru’l- Mensur, c. I, s. 83, yazar eserin baskı yer ve
tarihini bildirmemiştir.)
Hıdır, s. 201
Ankebut, 46- 47, (Mekke
döneminin sonlarında ve Medine döneminin başlarında nazil olmuştur.)
Nahl, 43; Enbiya, 7, (her ikisi
de Mekkî surelerdir, Nahl Suresi son üç ayet hariç)
kuyan, Mehmet- Öztürk, Mustafa,
“Kur’an Verilerine Göre Öteki’nin Konumu”, İslam ve Öteki, Kaknüs Yayınları,
İstanbul, 2001, s. 177-178
Okuyan- Öztürk, s. 178;
İslamoğlu, s. 178
Okuyan- Öztürk, s. 178
Okuyan-Öztürk, s. 181
Maîde, 43
Maide, 47
Okuyan- Öztürk, s. 181-182
bkz. Bakara, 41, 89, 91, 97;
Al- i tmran, 3, 50; Nisa, 47; Maide, 46, 48; En’am, 92; A’raf, 157; Yunus, 37;
Yusuf, 111; Nemi, 76; Fatır, 31; Ahkaf, 12,30; Saf, 6
Hatîbu’l- Bağdadî, s. 30;
benzer rivayetler için s. 31- 32; ayrıca Ebu Davud, îlm, 11, (3662), Suriye,
1969, c. 4, s. 69- 70; bu ve bu konuya dair rivayetlerle alakalı olarak bkz.
Kister, adı geçen makale.
Zehebî, Muhammed Hüseyin, Tefsir
ve Hadiste îsrâiliyyât, Ter. Enbiya Yıldırım, Rağbet Yayınları, İstanbul,
2007, s. 68
Okuyan- Öztürk, s. 178; Ehl- i
Kitabm yerildiği ayetlerin bir dökümü için bkz. aynı eser, s. 178-179
Hz. Ömer’in Hz. Peygamber’e
getirdiği metnin Ehl- i Kitaba ait kitaplardan hangisi olduğu net değildir.
Yukarıda geçen örneklerde de gördüğümüz üzere, söz konusu metnin 'Tevrat’,
'Daniel’in kitabı’, 'Ehl- i Kitaba ait bir kitap’ olarak farklı şekillerde
ifade edilmiştir.Aynca söz konusu metnin, bazı hadis şarİhlerînİn zannettiği
gibi Tevrat değil, baştan sona uydurma rivayetler içeren, Yahudi sözlü
geleneğinin kaynağı olan Mişna adlı kitap olduğu da söylenmektedir, bkz.
İslamoğlu, s. 178
Zehebî, Muhammed Hüseyin, s.
65- 66; bkz. Buhârî, Şehâdât, 29, e. 3, s. 163
Zehebî, Muhammed Hüseyin, s.
66; Kİster, s. 130
Kuzudişlİ, s. 74
Hıdır, s. 155; ayrıca bu tür
yorumlar İçîn bkz. Güner, “Hz. Peygamber’in ‘Öteki’ne Bakışı”,
İslam ve
Öteki, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001, s. 229
Zehebî, Muhammed Hüseyin, s.
77- 78; Ehl- İ Kitaba dair haberleri nakletme veya onlara sorular sorma
konusundaki olumlu ya da olumsuz rivayetlerin toplu bir değerlendirmesi ve bu
konuda daha fazla bilgi için bkz. Zehebî, Muhammed Hüseyin, s. 64- 82 bkz.
Aydemir, s. 34- 63; îslamoğlu, s. 178; Zehebî, Muhammed Hüseyin, s. 57- 60
Güner, “Hz, Peygamber’in
‘Öteki’ne Bakışı”, s. 220
Cirit, Haşan, Hadiste Vaaz,
Kıssacılık ve Kussas. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Doktora Tezi, Dan. M. Yaşar Kandemİr, İstanbul, 1997, s. 52- 53
Ebu Davud, İlim, 11, (3663), c.
4, s. 70
Buhârî. Ferâiz, 30, c. 8, s.
12; Enbiya, 40, c. 4, s. 135
Krallar, 3:16-28
Buharı, Büyü' 100, c. 3, s. 38-
39; Hibe 36, c. 3, s. 145; Müslim, Fezâil 154, (2371), e. 4, s. 1840-1841
Yaratılış, 12: 10-20; ayrıca
bkz. 20: 1-18
Cirit, s. 54; Hz. Peygamber’in
sahabeye anlattığı ve Kur’an-1 Kerim’de yer almayan geçmiş ümmet ve
peygamberlere dair kıssalar ve bu konudaki değerlendirmeler için bkz. Cirit, s.
52-60
Müslim, Taharet, 74, (273), c.
1, s. 228
Ebu Davud, Büyü ve’l- îcâre,
66, (3488), c. 3, s. 758
Levililer, 7: 22- 23
Hamidullah, İslam Peygamberi,
c. I, s. 574
Hamidullah, İslam Peygamberi,
c. I, s. 576
Hamidullah, Vesâiku’s-
Siyasîyye, s. 106, belge no: 15
Hamidullah, İslam Peygamber,
c.I, s. 576
Hamidullah, Vesâiku’s-
Siyasîyye, s. 129- 130, belge no:30
Hamidullah, İslam Peygamber,
c.I, s. 340
Buhârî, Büyü, 13, c. 3, s. 8;
Müslim, Birr, 20, (2557), c. 4, s. 1982; Bu hadis kimi kaynaklarda şu şekilde
geçmektedir: “ Tevrat’ta şöyle yazılmıştır: ‘Bîr kimse hayatının uzamasından ve
rızkının bollaşmasından hoşlanırsa, o kimse hısım ve akrabalarını görüp
gözetsin’.”, bkz. Erdem, s. 47; Erdem Kudsî Hadisleri derlediği aynı eserinde,
buna benzer başka rivayetleri de aktarmaktadır. Bu hadislerden birinde şöyle
buyurulmuştur: “Incil’de şöyle yazılmıştır: ‘Ne yaparsan onu bulursun, hangi
ölçekle ölçersen, o ölçekle alırsın’.”, bkz. s. 35; Bir başka rivayette “
Cenab-1 Hak Incil’de Isa aleyhisselam’a şöyle vahyetti: ‘Ya İsa! İsrâiloğullarma
şunu haber ver ki; benim rızam için oruç tutan kimsenin vücuduna sıhhat verir,
onun ecrini büyütürüm’buyurulmuştur.”, bkz. s. 34; Bir diğer hadis ise
şöyledir: “ Cenab-1 Hak Meryem oğlu İsa’ya ‘Ya İsa! İlk önce kendi nefsini
öğütle, eğer bu öğüdün faidesini görürsen başkalarını da Öğütle, yoksa benden
utan’ buyurdu.”, bkz., s. 83
Kıfbaşoğlu, ilk iki rivayeti
nakleder ve bunlardan yola çıkarak, Hz. Peygamber’in Tevrat-încil hakkında
bilgi sahibi olduğunu söyler, ayrıca Hz. Peygamber’in, vahiy olması sebebiyle
bu tür ifadeleri Kudsî Hadis formunda sunmuş olabileceğine işaret eder, bkz.,
s. 251- 252 Yasanm Tekrarı, 5: 16; Mısır’dan Çıkış, 20: 12; Efesliler, 6: 2- 3
Buhârî, Ezan, 36, c. I, s. 161-
162; Müslim, Zekât, 91, (1031), c. 2, s. 715
Matta, 6:2-4
Ebu Davud, Talak, 3,
(2177,2178), c.II, s. 631- 632
Parry, Rabbi Aaron, Talmud
Nedir?, Ter. Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik ve Basm Yayın A. Ş.,
İstanbul, 2005, s. 289
Buhârî, Daavât, 4, c, 7, s.
145- 146
Matta, 18: 12-14; Luka, 15:3-7
Buhârî, İman, 8, c. 1, s. 9;
Müslim, İman, 70, (44), c. 1, s. 67
Matta, 10: 37-38
Tirmizî, Birr 16, (1922- 1924),
c. 4, s. 323- 324
Matta, 5: 7
İslamoğlu, s. 179
Tirmizî, Da'avat 99, (3534), c.
5, s. 548; Burada verdiğimiz örneklerin bazılarında da olduğu gibi, Kudsî Hadis
olarak kaynaklarda geçen hadislerin, nebevî hadis formunda da zaman zaman
kaynaklarda yer aldığı görülmektedir. Kudsî hadis olarak naklettiğimiz bu ilk
Örneğin de bu şekilde rivayet edildiğini görüyoruz: “Kim Allah’a herhangi bir
şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah’a
hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir.”, bkz. Müslim, İman
151, (93), c. 1, s.94
Buhârî, Tevhid 35, c. 8, s.
199- 200; Müslim, Tevbe 29, (2758), c. 4, s. 2112
Markos 3: 28- 29
Buhârî, Tevhid 35, c, 8, s.
197- 198; Müslim, Cennet 2, (2824), c. 4, s. 2174
Korintliler 2: 9; Bamabas, bl.
168, s. 303
Matta, 25: 34- 46
Buhârİ, Tevhid 50, e. 8, s.
212; Tevhid, 15, c. 8, s. 171; Müslim, Zikr 2, (2675), c. 4, s. 2061; burada
Kudsî Hadis olarak geçen bu örnek de nebevi hadis formunda kaynaklarda
nakledilmiştir, “Bir cemaat oturup Allah'ı zikrederse, mutlaka melekler
etraflarını sarar, Allah'ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve
Allah onları yanında bulunanlara anar,”, bkz. Müslim, Zikr 39, (2700), c. 4, s.
2074
358
Mezmurlar, 145: 18
Matta, 18: 20
Yakup 4: 8
1 Krallar, 3; 5-14
Buhâri, Büyü 18, Enbiyâ 50;
Nesâi, Büyü 104, (7, 318); Farklı bir rivayet de şöyledir: Hz. Peygamber
buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç
verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: "Onun borcundan
vazgeçiverin, böylece Allah'ın da bizim günahlarımızdan vazgeçeceğini
umanz" derdi. Allah da onun günahlarından vazgeçti.", bkz., Buhâri,
Sulh 10; Müslim, Müsakât 31, (1562), c. 3, s. 1196
Matta 18: 23- 35
Buhârî, Tevhid 36, c. 8, s.
200- 202; Müslim, İman 322, (193), c. 1, s. 170- 171; Bu rivayete benzer bir
diğer örnek de Buhârî ve Müslim’de şu şekilde geçmektedir: “Ben Kıyamet günü
âdemoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? Allah o
gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar,
çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların
tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki
insanlar:
‘İçinde bulunduğumuz şu hali
görmüyor musunuz, sîzlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?’ demeye
başlarlar. Birbirlerine: ‘Babanız Âdem var!’ derler ve ona gelerek: ‘Ey Âdem!
Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana
üfledi. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi.
Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza
şu geleni görmüyor musun?’ derler. Âdem aleyhisselâm da: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir,
daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Beni
o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsi oldum. Nefsim! Nefsim!
Nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh aleyhisselam'a gidin!’ diyecek, insanlar
Nûh aleyhisselam'a gelecekler:
‘Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine
gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ)
diye İsimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza
gelenleri görmüyor musun? Rabbİn nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısm?’
diyecekler. Nuh aleyhisselâm da şöyle diyecek: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir.
Daha önce hiç bu kkadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek!
Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmİmin aleyhine yaptım. Nefsim! Nefsim!
Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'a gidin! ’ diyecek.
İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler:
‘Ey İbrahim! Sen allah'ın
peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin, bize Rabbin nezdinde şefaat
et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?’ diyecekler. İbrahim
aleyhisselâm onlara: ‘Rabbim bugün çok Öfkeli. Bundan önce bu kadar
öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. Ben üç kere yalan
söyledim!’ deyip, bu yalanlarım birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle
devam edecek: ‘Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa
aleyhisselam'a gidin! ’
İnsanlar, Hz. Musa
aleyhisselam’a gelecekler ve: ‘Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni,
Rİsâletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde
şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?’ diyecekler. Hz. Musa
da: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra
da böylesine öfkelenmeyecek. Şefaate yüzüm de yok. Çünkü ben, öldürülmesi ile
emrolunmadığım bir cana kıydım.Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin!
Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin! ’ diyecek.
İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler
ve: ‘Ey İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve
kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin
nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?’
diyecekler! Hz. İsa aleyhisselâm da: ‘Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu
kadar öfkelenmedi, bundan böyle
Bamabas, 55. bl, s. 137- 139;
136. bl., 255- 256; Hz. Adem’in cennette hata ettikten sonra Hz. Peygamber
hürmetine Allah’tan bağışlanma dilediği ve Allah’ın onun tevbesini kabul
ettiği, her şeyin Hz. Peygamber ve onun sevgisi için yaratıldığı, yartılan ilk
şeyin Hz. Peygamber’in ruhu olduğu... şeklinde bizim kaynaklarımızda hadis veya
Kudsî Hadis şekinde yer alan bazı örnekler ve bunların Bamabas İncilİ’ndekİ
karşılıkları için bkz. Savlı, daha önce adı geçen tez
Bakara, 101; Al- i İmran, 81.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar