Print Friendly and PDF

“KUDSÎ HADİS" OLARAK BİLİNEN HADİSLERİN KUTSAL METİNLER (TEVRAT-İNCİL) İLE İLİŞKİSİ

 

Hazırlayan: Zeynep Canan KOÇAK

KUDSÎ HADİSLER

HADİS LİTERATÜRÜ İÇERİSİNDE KUDSÎ HADÎSLER

a. Kudsî Hadis Nedir?

Sözlük anlamı itibariyle, (KDS) kökünden türemiş bir ism-i mensub olan ‘Kudsî’ kelimesi, ‘kutsal, mukaddes, kutsal bir varlığa nisbet edilen, her türlü noksanlıktan uzak yüce bir varlığa ait olan’ manalarına gelmektedir1. Bir terim olarak ‘Kudsî Hadisler’ ise birçok hadis âliminin dilinde neredeyse aynı anlamı taşımaktadır. Bu ortak ağza göre Kudsî Hadisler, ‘manası itibariyle Allah’a, lafzı itibariyle de Hz. Peygamber’e ait olan hadisler’ şeklinde tanımlanmaktadır2.

Kudsî Hadisler hadis literatürü içerisinde ‘İlahî Hadisler’ veya ‘Rabbanî Hadisler’ olarak da zikredilmektedir. Hadisler içerisinde farklı bir konuma sahip olmasının nedeni ise bir yönüyle peygambere, bir yönüyle de Allah’a ait bir kelam sayılmasıdır. Şöyle ki, Hz. Peygamber zaman zaman Rabbinden nakiller yaparak ashâb-ı kirama va’z ederdi. Lafzı yönüyle inzal edilmiş bir vahiy olmadıkları için bu sözler Kur’an sayılmazdı; Hz. Peygamber bu sözleri doğrudan kendine isnat etmediği için bunlara hadis-i nebevî de denilemezdi. Hz. Peygamber, bu sözleri, Kur’an-ı Kerim’in üslubundan tamamen farklı bir ifade ile nakletmeye fazlaca gayret gösteriyor fakat bu hadislerde yine de kudsî âlemin sırlarım taşıyan bir nefes, gayb âleminden bir nur ve taraf-ı İlahîden geldiği beli olan bir heybet vardı. îşte bu türden o

olan hadislere Hadis-i Kudsî denildi . Bu türden olan hadislerin lafzı peygambere aittir fakat manası ilham yoluyla yahut uykudayken Allah tarafından peygambere bildirilmiştir4. Bu lafızlar her türlü noksanlıktan münezzeh olan Allah’tan sâdır olduğu için onlara kudsiyet izâfe edilmiş, Hz. Peygamber bu sözleri rabbinden nakil ve hikâye ettiği için de hadis lafzı ıtlak edilmiştir .

b. Kur’an-ı Kerim, Kudsî Hadisler, Nebevi Hadisler

Konum olarak Kur’an ile nebevi hadisler arasında bir yer edinen Hadis-i Kudsîler, bir çeşit vahiy sayılmaları açısından hadislerden, ifade olarak peygambere ait olmaları açısından da Kur’an’dan ayrılırlar. Kur’an-ı Kerim ile Kudsî Hadislerin birer vahiy olmaları bakımından birbirlerine eşdeğer algılanmalarının önüne geçmek amacıyla6 bu ikisi arasındaki farklar üzerinde epeyce durulmuştur. Bu farklar maddeler halinde hemen her kaynakta neredeyse aynı şekilde karşımıza çıkmaktadır ki şu şekilde sıralamamız mümkündür:

— Kuran. Cebrail tarafından Hz. Peygamber’e lafzıyla tenzil buyrulmuşken, Kudsî Hadisler rüyada ya da ilham yoluyla Hz. Peygamber’e bizzat Allah tarafından bildirilmiş ve Hz. Peygamber kendi kelimeleri ile bunları ümmetine iletmiştir7.

— Kur’an, lafzı itibariyle mu’cizdir ve kıyamete kadar değiştirilmekten ve bozulmaktan korunmuş olarak muhafaza edilecektir fakat Hadis-i Kudsîler için aynı şeyi söylemek mümkün görünmemektedir8.

— Cünup halde iken Kur’an-ı Kerim’i okumak ve ona dokunmak haramdır. Kudsî Hadisler için ise böyle bir durum söz konusu değildir1.

— Kur’an’m mana ile rivayet edilmesi haram sayılırken Kudsî Hadislerin mana ile rivayetinde bir mahsur görülmemektedir1 2 3.

— Kudsî Hadisler âhâd haberlerdendir. Kur’an’m tamamı ise bize tevatür yoluyla ulaşmıştır11. Böyle olduğu için de Kur’an’dan herhangi bir kısmı inkâr eden kimse küfür işlemiş sayılırken, Kudsî Hadisleri reddeden veya inkâr eden kişi için böyle bir ithamda bulunulamaz4 5. Ayrıca her ne kadar mana açısından vahiy olarak kabul edilseler bile, âhâd haber olmaları sebebiyle, hukuki veya itikadî konularda delil olma hususunda Kudsî Hadisler birer ayet gibi değerlendirilmezler.

— Kur’an’dan bir cümleye ‘ayet’, ayetlerden mürekkeb bölümlere ise ‘sure’ denir. Namaz, Kur’an’dan belli bir kısım okunmadıkça tamam olmaz. Lafızları itibariyle bir beşer kelamı olan Kudsî Hadisler, manen vahiy mahsulü olsalar bile namazda Allah kelamı yerine okunamazlar .

Kudsî Hadisleri nebevî hadislerden ayıran Özelliklere gelince, bunların başında Hadis-i Kudsîlerin vürûd şekli gelmektedir. Bu hadislerde kaynak Allah’tır; hitap O’nundur ve Hz. Peygamber bu hadislerin râvîsi konumundadır. Diğer hadislerin vürudunda ise ilk kaynak Hz. Peygamberidir6 7. Hadislerin rivayet edilmesi esnasında kullanılan üslup farkından da bunu anlamak mümkündür. Kudsî Hadislerin üslubu konusunu ayrı bir başlık altında inceleyeceğimiz için üsluba dair örnekleri şimdilik zikretmiyoruz.

Kudsî Hadisleri Kur’an’dan- nebevî hadislerden ayıran farklılıklar ve Kudsî Hadislerin konumu farklı şekillerde de izah edilmeye çalışılmıştır. Kasımî, Kavâidu’t- Tahdîs adlı eserinde Abdülaziz ed- Debbağ ve öğrencisi Ahmed b. el-1 s Mübarek arasında geçen bir diyalogu, bu konuya binaen nakletmektedir ki, söz konusu diyalog, Türkçeye Prof. Dr. Mehmet Demirci tarafından ‘Nurlar Hazînesi’ adıyla kazandırılan İbn. Arabi’ye ait 'Mişkâtü’l- Envâr’ isimli eserin sonunda yer alan EK F de de aktarılmaktadır. Biz yalnızca bu konuşmanın bir kısmını buraya almakla iktifa ediyoruz:

“Kur’an, Kudsî Hadis ve hadis arasında ne fark olduğunu üstad Abdülaziz ed-Debbağ’a sordum. Şöyle cevap verdi:

Her ne kadar bunların üçü de Hz. Peygamber’in ağzından çıkıyor ve onun nurlarından bir nur taşıyorsa da, aralarındaki fark şudur: Kuran’daki nur kadimdir, Allah’ın zatmdandır, çünkü Allah kelamı kadimdir. Kudsî Hadisteki nur Hz. Peygamber’in ruhundandır ve bu, Kuran nurunun bir misli değildir. Çünkü Kuran nuru kadim, bu nur ise kadim değildir. Kudsî olmayan hadisteki nur ise Hz. Peygamber’in zatmdandır. O halde bu üç nur kaynak bakımından farklılık arz eder. Kur’an’m nuru Hakk’m zatından, Kudsî Hadisin nuru Hz Peygamber’in ruhundan, kudsî olmayan hadisin nuru ise Hz Peygamber’in zatmdandır.”8

Abdullah Draz ise konuyu şu şekilde açıklamaktadır:

“Hadis-i nebeviler, ihtiva ettikleri manalara göre iki kısma ayrılırlar. Birincisi ctevkıfî olmayan ictihadî kısım’ olup bu kısmı, Hz. Peygamber, derin Kuran anlayışı ve kâinattaki gerçekleri düşünmesi sayesinde elde etmiştir. Bu kısım, kesinlikle kelam-ı İlahî değildir. İkincisi, tevkifi kısımdır ki Hz. Peygamber onun muhtevasını vahiyden almış ama kendi ifadesiyle insanlara bildirmiştir. Bu kısımda her ne kadar öğreten ve ilham eden yüce Allah’a mensup ilimler mevcut ise de, -ne de olsa kelam olarak- Hz. Peygamber’e izafe edilmesi daha münasip görülmüştür. Zira kelam, onu hususi bir tarzda te’lİf ve vaz’ eden zata mal edilir, isterse manasım bir başkasından almış olsun. Şu halde hadis-i nebevî, her iki kısmıyla, bu tarifteki birinci kaydın, yani ‘kelamullah’ olma kaydının dışında kalır.

‘Lafzı değil sadece manası Allah tarafından indirilmiştir’ diye kabul edilirse Hadis-i Kudsî de böyledir. Bu hususta, bize göre en münasip görüş de budur. Zira lafız olarak vahyedilmiş olsaydı, şeriat nazarında Kur’an derecesinde ihtiram gösterilmesi gerekirdi. Çünkü Allah indinden gelen iki lafız arasında ayrım yapmanın anlamı yoktur. Böyle olunca da, Hadis-i Kudsî’nin metnini, ittifakla, aynen muhafaza etmek gerekir; manasıyla rivayet caiz olmaz ve yazısına abdestsiz dokunulması haram olurdu. Hâlbuki bunu iddia eden yoktur.”9

Kudsî Hadislerin manen Allah’a izafe edilmesi onları, nebevî hadislerde sıhhat açısından aranan şartlardan muaf tutmaz. ‘Kudsî Hadis’ olarak geçen rivayetlerin içerisinde de sahih olanlarının yanı sıra -nebevî hadislerde olduğu gibi-mevzu olanlar da mevcuttur.

Birer âhâd haber olmaları, bize tevatüren nakledilmemiş olmaları sebebiyle de, yine âhâd haberlerden sayılan diğer hadisler gibi, Kudsî Hadislerin de sübutu kesin değildir. Bu nedenle bu hadisleri Hz. Peygamber’e ait olmadığım düşünerek reddeden bir kimsenin dinden çıkmış olduğu da düşünülemez. Çünkü böyle bir durumda söz konusu kimse naklolunan hadisi değil, hadisin Hz. Peygamber’e ait olduğunu reddetmiş olur .

c. Rivayet Metotları ve Üslupları Açısından Kudsî Hadisler

Kudsî Hadisler, rivayet tarzları, üslupları ve konu edindikleri muhtevaları açısından diğer hadislerden farklılık gösterirler. Nebevî hadislerin rivayeti esnasında, hadisi Hz. Peygamber’e izafe eden lafizlar kullanılırken, Kudsî Hadislerin rivayeti sırasında kullanılan lafızlar, bu hadisin Allah’tan rivayet edildiğini, kaynağın Allah olduğunu gösterir. Bu rivayet şekillerini genel olarak şu şekilde örneklemek mümkündür:

Mana olarak ikisi bir olmakla beraber Kasımî, "Kavâidıft-Tahdîs’ adlı eserinde ilk ibarenin selef tarafından kullanıldığını söylemektedir10 11 12.

Manası itibariyle vahiy sayılmasına rağmen Kur’an-ı Kerim’de mana ve lafız yönüyle bulunan i’caz ve insanları O’nun bir benzerini söylemekten aciz bırakan eşsizliğin Kudsî Hadislerde mevcut olmadığı görülür . Aynı şekilde Kudsî Hadislerin metni, Kur’an metni gibi büyüleyici ve zikri bir role sahip değildir ki bu yüzden farklı metin ve müteradif ifadelerle de rivayet olunmalarında mahsur görülmemiştir . Bu açıdan bakıldığında, onların üslubunun nebevi hadislerin üslubuna daha çok benzediği söylenebilir.

Belirgin bir özellik olarak, Kudsî Hadislerde, Allah daima doğrudan doğruya birinci şahıs olarak hitap etmektedir. Üslup olarak, çoğunlukla kendisiyle kulu veya kullan arasında cereyan eden bir karşılıklı konuşma tarzı hâkimdir ki, söz konusu muhataplar Hz. Peygamber, İnsanlar ve meleklerdir13.

Muhteva olarak, Kudsî Hadislerin, nebevî hadisler gibi hayatın her alanıyla alakalı konulara değindiğini söyleyemeyiz. Zira Kudsî Hadislerin daha ziyade Allah’ın zatının, şanının yüceliği, rahmetinin genişliği, güç ve kudretinin sonsuzluğu, lütf-u kereminin bolluğu, her şeyin onun iradesi ile olduğu, bazı ibadetlerin fazileti ve güzel ahlak gibi konularda varid olduğu görülmektedir14.

d. Sayı Olarak Kudsî Hadisler ve Delil Kabul Edilmeleri Açısından Değerleri

Kudsî Hadislerin sayısı bakımından farklı görüşler mevcuttur. Verilen rakamlar ise yapılmış olan derleme çalışmalarına dayanmaktadır . Kudsî hadislerin sayısının 100’den fazla olduğunu söyleyenler bulunduğu gibi15 16 bu sayının 300’e17, Muhammed el-Medenî’nin ‘el-îthâfâtu’s-Seniyye fiT-Ahâdîsi’l-Kudsîyye’ adlı eserinde 864’e kadar çıktığı görülür18.

Kudsî Hadislerin manen Allah’a izafe edilmesi, onların kesinlikle sahih oldukları anlamına gelmez. ‘Kudsî’ kelimesi yalnızca sözün kaynağım göstermektedir ve metnin kabul ya da reddedilmesi açısından bir hüküm ifade etmez19 20. Nitekim Kudsî Hadisler de nebevî hadisler gibi sıhhat açısından değerlendirmeye tutulabilir. Hadis ilmi açısından, onların, diğer hadislerden hiçbir fark veya ayrıcalığı yoktur . Yukarıda da dediğimiz gibi ‘Kudsî Hadis’ olarak geçen rivayetler içerisinde de mevzu olanlara rastlamak mümkündür. Diğer hadisler gibi râviler aracılığıyla nakledildikleri için, hadislerin rivayeti esnasında görülen ve râvilerin beşer olma özelliklerinden kaynaklanan birtakım hataların, Kudsî Hadisler için de söz konusu olacağı muhakkaktır21 22. Bununla beraber Kudsî Hadisler Allah’a izafe ediliyor olmaları bakımından Müslümanlar üzerinde etkili olmuş, bu da bazı kimselerin Kudsî Hadis adı altında bilinçli olarak hadis uydurması sonucunu doğurmuştur ki bu durum, Kudsî Hadis sayısının kabarık görünmesine sebep teşkil • • 32 etmiştir .

Bir diğer konu, Kudsî Hadislerin hukukî ve itikadî konularda delil olup olmayacağı konusudur. Bilindiği üzere Kudsî Hadisler âhâd haber (haber-i vâhid) olarak bize ulaşmıştır. Kelime olarak ‘bir kişiden ulaşan haber’ anlamına gelen ‘haber-i vâhid’, Allah elçisinden yalnızca bir kişinin duyduğu, yine ondan da bir kişinin duyduğu ve onunla amel eden kimseye kadar böylece ulaşan hadistir23. Bu, âlimlerin ittifak ettiği bir tanım değildir zira haber-i vahidin üç grupta ele alındığım görüyoruz. Buna göre, haber-i vâhid, bir kişi vasıtasıyla gelen ve “garib” veya “ferd” olarak adlandırılan haberler, iki kişi vasıtasıyla gelen ve “azız” olarak isimlendirilen haberler ve üç ya da üçün üzerinde sayıda kimse tarafından nakledilen ve “meşhur” olarak ifade edilen haberlerdir24 25. Bir diğer görüşe göre ise, mütevatir ve meşhur derecesine ulaşmayan haberlere “haber- i vâhid” denir .

Haber-i vâhidin delil olarak kabul edilip edilmemesi meselesinde ortak bir kanaatin olmadığını görüyoruz26. Ne tanımı ne de delil olup olmadığı konusunda âlimlerin görüş birliği içinde olduğu haber-i vâhid meselesiyle bağlantılı olarak, birer âhâd haber olan Kudsî Hadislerin delaleti de aynı durumdan nasibini almaktadır. Tabii olarak Kudsî Hadislerin delil olarak kaynak teşkil edip etmeyeceği sorusunun cevabı, âhâd haberler konusunda varacağımız cevapla aynı olacaktır27.

e. Kudsî Hadis Teriminin Hadis Literatüründe Yer Alması

Kudsî Hadisler, hadislerin derlenip bir araya getirildiği ilk dönemlerde farklı bir şekilde ya da ayrı bir derleme eser halinde ele alınmamıştır. Nebevî hadislerle beraber, dağınık bir şekilde kütüb-i sitte içerisinde, Ahmed b. Hanbel’in Müsned’inde ve diğer hadis kitaplarında yer alan28 Kudsî Hadisleri ayrı bir kitapta toplama faaliyetlerine de ancak tasnif devrinden sonra girişildiği anlaşılmaktadır29. Hadislerin derlendiği ilk asırlarda, Kudsî Hadisler, hadis kitapları içerisinde dağınık bir şekilde bulunmaktaydı30. Hadis literatürü içerisinde bir terim olarak ‘Kudsî Hadisler’in kullanılmaya başlaması, Kudsî Hadislerin diğer hadislerden farklı bir konumda ele alınıp farklı bir şekilde tanımlanması, ancak h. VI. asırdan itibaren kaleme alınmaya başlayan derleme eserler sonrasında ortaya çıkmıştır31. VI. Asırdan önce te’lif edilmiş eserlerde “Kudsî Hadis” teriminden bahsedilmez32. Kudsî Hadislere tahsis edilen ilk çalışma olarak bazı kaynaklarda Zahir b. Tahir en-Nisaburî’ye (ö. 533/ 1138- 9) ait olan “Kitâbu’l- Ahâdîsi’l- îlâhiyye” adlı eser gösterilirken33, Gazâlî’nin (ö. 505/ 1111) “ Kitâbu’l- Mevâiz fı’l- Ahâdîsi’l-Kudsîyye”34 si de ilk müstakil Kudsî Hadis çalışması olarak zikredilmektedir35. Ebu’l- Beka vasıtasıyla, Kudsî Hadis tanımım ilk yapan kişi olarak bildiğimiz Şerefeddin et- Tîbî’nin (ö. 743/1342) bizi bu terimle tanıştırması ise ancak bu derleme eserlerden sonradır.

KUDSÎ HADİSLERİN KAYNAKLARI KAKINDA İLERİ SÜRÜLEN ALTERNATİF GÖRÜŞLER

Yukarıda ifade etiğimiz gibi, Kudsî Hadislerin terim olarak hadis literatürü içerisinde yer alması ancak bu hadislere özel derleme çalışmalarından sonradır ve h. VI. asra tekabül etmektedir. Kudsî Hadisler konusunun genellikle muahhar sayılabilecek kaynaklarda ele alınmış olması, ilk dönem kaynaklarında bu konuya hemen hiç temas edilmemesi, hatta kudsî hadis derlemeleri sırasında hadislerin büyük bir kısmının ‘kütüb-i sitte’den alınmasına rağmen bu altı hadis kitabı müellifinin, bu hadislerin Kudsî Hadisler olduklarına dair herhangi bir değerlendirme ve nitelendirmede bulunmamış olmaları46, kütüb-i sitte müelliflerinin zihinlerinde ‘Kudsî Hadis’ diye bir kavramın olmadığım ve yine bu hadislerin Hz. Peygamberim diğer hadislerinden farklı görülmediğini gösteren bir ipucu olarak yorumlanmış, bu kavramın ‘sünnetin vahiy ürünü olduğu’47 görüşünün bir uzantısı olarak ortaya çıkmış olduğu, bu görüşü benimseyen ilim çevrelerince ele alınıp geliştirildiği ileri sürülmüştür48. Yine, söz konusu olan “Kudsî Hadisler” kavramının, “vahy-i metlûv” ve “vahy-i gayr-i metlûv” kavramları gibi, İbrânî geleneğin bir izdüşümü olarak ortaya çıktığı da ifade edilmiştir49.

Kudsî Hadislerin hadis literatürü içerisinde nasıl ele alındığım kısaca anlatmaya çalıştık. Hz. Peygamber’in diğer hadislerden farklı bir rivayet metoduyla aktarmış olmasından yola çıkılarak yapılan, birbirinin tekrarı niteliğindeki tanım ve ifadelerin hepsinde, Kudsî Hadisler, Hz. Peygamber’in Kur’an- ı Kerim dışında almış olduğu vahiyle irtibatlı olarak yorumlanmıştır.

Hz. Peygamber’in Allah’la olan irtibatı yalnızca Kur’an- ı Kerim vahyiyle yani “metlûv vahiy” ile sınırlı değildir. Hz. Peygamber, Kur’an- ı Kerim dışında da vahiy almıştır ki bu da “vahy- i gayr- i metlûv” olarak isimlendirilmektedir36 37 38 39. îşte Kudsî Hadisler diye Hadis Literatüründe yer alan hadisler, Hz. Peygamber’in Allah’tan aldığı bu gayr- i metluv vahyin bir sonucu olarak yorumlanmıştır. Her ne kadar bu hadisler, Kur’an- ı Kerim’le yani metlûv olan vahiyle bir tutulmasa da, onlar da vahiy mahsulü olarak kabul edilmişlerdir.

Bu tür bir yaklaşımın yanında Kudsî Hadisler için alternatif birtakım görüşler de ortaya atılmıştır. Bu görüşler ise, Kudsî Hadislerin tanımlanageldikleri üzere-birer vahiy ürünü olmadıkları, Kudsî Hadislerin vahiy ürünü olarak tanımlanmalarının gerekmediği şeklindedir . Bu durumda ise Kudsî Hadisler için farklı alternatifler söz konusu edilmektedir. Örneğin, Kudsî Hadislerin, esasen 3. asırda, safîlerin mistik tecrübeleri sonucu ortaya çıkmış ve hadisler arasına karışmış ifadeler olduğu şeklindeki görüş bunlardan biridir . Yine Kudsî Hadislerin, Hz. Peygamber’in, Kur’an- ı Kerim’de yer alan bazı ayetlerden ilham alarak ifade buyurduğu hadisler olabileceği de zikredilen görüşlerden biridir .

Kudsî Hadislerle ilgili ortaya atılan bir diğer görüş ise söz konusu hadislerin, geçmiş ümmetlere indirilen ve hala içinde değişmeyen birtakım İlahî, evrensel doğrular bulunan semavi kitaplardan Hz. Peygamber’in naklettiği ifadeler olduğu şeklindedir40 ki biz, bu çalışmada bu görüşü değerlendirmeye çalıştık. Böyle bir çalışma yapmak yalnızca Kudsî Hadis kaynaklarıyla değil bununla birlikte diğer semavi kitaplarla da alakalı okuma yapmayı gerekli kılmaktadır. Bununla birlikte, Hz. Peygamber’in Kudsî Hadisler denen hadisleri, Eski ve Yeni Ahit’ten naklettiğini iddia edebilmek İçin, Hz. Peygamber döneminde o bölgede bu tür metinlerin ya da o metinlere dair bilgilerin var olduğuna dair elimizde belge veya rivayetlerin olması gerekmektedir. Yine Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı ortamda, bu metinlerin yer almasına sebep olan farklı din mensuplarının da varlığı ve etki düzeyleri bizi ilgilendirmektedir.

Arap yarımadası içerisinde yer alan bir bölge olması hasebiyle, Hz. Peygamber’in doğduğu, gençliğini geçirdiği ve peygamber olarak seçildiği memleketin genel olarak dış kültürlerle bağlantısına sebep olan bir takım etkenler de bu konuyla bağlantısı dolayısıyla zikredilmelidir. Zira bu bölgede, inançları Hz. Peygamber’in hadislerine girebilecek oranda başka din mensuplarının ve kültürlerin varlığından bahsediyorsak, bu yabancı kültürlerin bu bölgeyle tanışmasına sebep olan nedenler üzerinde durmak da gerekmektedir. Dış kültür ve inançlara karşı kapalı ve yalıtılmış, etrafından soyutlanmış bir toplumda, farklı din mensuplarına ait metinlerin ve bunlara dair bilgilerin var olması elbette düşünülemez.

Biz, bu çalışmamızda, sözü edilen konulara bir yüksek lisans tezinin elverdiği genişlik çerçevesinde ana batlarıyla değinmeye çalışarak konumuza açıklık getirme gayreti içinde olacağız. Amacımız Kudsî Hadislerin kaynakları, geçmiş kültürlerle ilişkisi ile alakalı ortaya çıkan bir takım sorulara, bu çalışmayla dikkat çekmek ve konunun daha kapsamlı, detaylı bir şekilde incelenmesine vesile olmaktır...

BİRİNCİ BÖLÜM

HZ. PEYGAMBERİN İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMUN DIŞ KÜLTÜRLERLE MÜNASEBETİ

Giriş bölümünde açıklamaya çalıştığımız üzere, Hz. Peygamber’in kimi hadislerinin farklı kültür ve inançlarla birtakım ilişkiler sonucu ortaya çıkmış olduğunu iddia etmek için, o bölgede ve özellikle Hz. Peygamber’in yaşadığı topraklarda bu farklı kültür ve inanç müntesibi kimselerin ve onların etkilerinin varlığı konusu incelenmelidir. Bu konunun ise bağlantılı olduğu ve incelenmesi gereken bir diğer konu ise, o bölgeye, söz konusu etkinin ne yollarla girmiş olduğudur. îşte bu bölümde, ilk olarak Mekkelileri diğer toplamlarla karşı karşıya getiren etkenler ve sonrasında, bu toplumda var olan ve konumuzu ilgilendiren belli başlı inanç gruplan kısaca ele alınmaya çalışılmıştır.

1.1. HZ. PEYGAMBERİN İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMUN DIŞ KÜLTÜRLERLE MÜNASEBET YOLLARI

1.1.1. TİCARİ HAYAT

‘Daha büyük olan’ yani karaların denizlerden daha fazla olduğu ‘eski dünya’ adı verilen Avrupa- Asya- Afrika kıtalarının yer aldığı yarımkürenin haritasına bakılacak olursa, Arabistan yarımadasının merkezi bir yerde bulunduğu görülür .

Bu yanmada içerisinde yer alan Mekke, Taifle veya Hicaz’daki diğer merkezi yerleşim bölgeleriyle karşılaştmldığmda nispeten elverişsiz şartlara sahipti. Yeraltı sulan, sulu tanma yetecek seviyede olmadığından hiç büyük vahası yoktu ama çevresindeki tepeler, şehri Kızıl Deniz korsanlarından koruyordu, ayrıca haccm yapıldığı mukaddes mabetler Mekke’de bulunuyordu .

Toprakların verimsiz ve suların az olmasının bir sonucu olarak, Mekke halkı ziraat ile uğraşamadılar; bunun yerine yerin sırtında rızklarının peşinde koşturup yaz- kış, karada ve denizde ticaret yolculukları için seferber oldular41. Onlar için ticaret, ekonomik hayatın temelini oluşturmaktaydı42. Bu durumun bir getirisi olarak, her ne kadar doğal kaynakları cılız da olsa Mekke, üçgenin üç noktası içinde en gelişmiş olanı43 Batı ve Orta Arabistan’ın, Hicaz bölgesindeki en önemli ticaret merkeziydi44.

Bu şehir, aynı zamanda, doğu ve batı arasındaki beynelmilel büyük ticaret yolu üzerinde45, iki ana ticaret yolunun kavşağında46 yer almaktaydı. îlki güneyden kuzeye uzanan, Yemen ve Hint Okyanusu kıyılarını dağlık Hicaz üzerinden Suriye ve Akdeniz kıyılarına bağlıyor; onun kadar önem arz etmeyen İkincisi doğudan batıya, Irak, İran ve Orta Avrasya topraklarından Habeşistan ve Doğu Afrika’ya uzanıyordu47. Bu ana ticaret yolları artık, Yemenliler veya Suriye’ye dayalı Aramice konuşan insanlar tarafından değil Bedevi kökenli Araplar tarafından kontrol ediliyordu. Kuzey kıyılarının ortasındaki ve çevresindeki geleneksel gümrük kapılarının ve belki de nehir korsanlarının çevresinden dolaşan- daha yeni ticaret yollan da Arapların ellerindeydi ve Hz. Muhammed’in büyüdüğü sıralarda, Hint Okyanusu ile Akdeniz havzası arasındaki çoğu transit ticaret yolu Arabistan üzerinden geçiyordu48.

Mekke halkı, Kuzey Şam, Yemen, Irak, Fars, Mısır, Habeşistan, Afrika sahilleri ve Hint arasında bir yandan aracı oluyorlar, diğer yandan kendi toplumlannın muhtaç olduğu ticaret eşyasını ve mallan satın alıyorlardı .

Mekkeliler de dâhil olduğu halde, Araplar, ticaret gayesiyle yabancı yerlere gidiyor ve onların büyükleri, ekseriya ikamet ettikleri yerlerde yüksek memurlara tesadüf ediyorlardı. Bilhassa şairler, kralların saraylarına gidip onları medheden şeyler söylüyorlardı. Yine Mekke asilzadelerini, Habeşistan Necaşi’sinin, îran Kİsra’sının, Mısır valisinin, Yemen, Gassan ve Hire krallarının yanlarında görüyoruz49 ki onlar, emirler ve krallar nezdinde de saygın bir mevkiye sahip olmuşlardı. Ayrıca Kabe’yi yıkmaya gelen fil ordusunun mucizevî bir şekilde felakete maruz kalması ve bu teşebbüsün başarısızlıkla sonuçlanması, Kureyş kabilesinin diğer kabileler üzerindeki etkisini arttırmıştı. Başka kabilelere mensup kimseler, çöllerde haydutlar tarafından saldırılara uğrarken, Kureyşliler yazın Taif in serin yaylalarına, kışın ise Yemen’in ılık bölgelerine güven içinde, serbestçe seyahat edebiliyor ve büyük kazançlar elde ediyorlardı50.

Kureyş kabilesi, Arabistan’ın beynelmilel ticari her organizasyonunun başına yerleşmiş51, Arap toplumu içinde kendine has özel bir yer sağlamıştı52. Çünkü onlar ticari organizasyon ya da faaliyetlerin bu denli geniş bir havzaya yayılması için üstün bir çaba sarf etmiş ve bunun sonucu olarak da söz sahibi olma hakkım kazanmışlardı53.

Mekke’nin önde gelenleri tarafından meydana getirilmiş olan bu geniş ve hayrette bırakan beynelmilel münasebetler zinciri, ne kadar takdir edilse azdır. Bu sâhâda, eski ananeler ve asırlık tecrübeler olmadan bu münasebetler tahakkuk ettirilemezdi. Bu, Mekke Kureyşlilerinin coğrafî ve siyasî olduğu kadar etnik hudutları da aşan başarılı diplomatik faaliyetlerini gösterir54.

Konumuz açısından, bu ticari faaliyetlerin önemi şudur ki, bölge halkı, bu sayede yalnızca ticari alış- veriş şansı değil aynı zamanda kültürel alış- veriş imkânı bulmuştur. Onlardır ki Bizans İmparatoru55, İran İmparatoru, Habeşistan hükümdarı Necaşi, Yemen’in Kindi hükümdarları ve diğerleriyle ticari anlaşmalar imzalamışlar ve her yıl adetleri olduğu veçhile Mekkeliler, Suriye, Mısır, Yemen, Irak ve Habeşistan’a kervanlarla gidiyorlardı. Onlar dini olduğu kadar siyasi bakımlardan da fetihlere teşebbüs etmeden evvel, bizzat bu ülkelerin örf ve adetlerini, hususiyetlerini, kanunlarını, buralara ulaşmak için izlenen yolları mükemmel bir şekilde öğrenme imkânı bulmuşlardı.56 57

İslamiyet’in ortaya çıkışına kadar devamlı ve gelişkin bir şekilde ticari alışverişi sürdüren Mekke’nin, ticaret yoluyla her türlü fikir mahsulleri taşıyıcılığım 74 yaptığı da söz götürmez bir olaydır.

Kendisini rahat yaşatacak ölçüde ne maddî ne de manevî bir mirasa sahip bulunmayan bir yetim olarak, hayatını kazanmak İçin sürekli çalışmak zorunda kalan58 Hz. Peygamber de, Mekke’deki birçok Kureyşli gibi ticaret ile meşgul olmuştur. Kumaş ve tahıl ticaretiyle uğraşan Ebu Talib’e yardım etmek suretiyle ticaret hayatına başlamış ve amcasının yaşlandığı yıllarda kendisi ticarete devam etmiştir59. Kırk yaşma kadar sosyal hayatını bu şartlarda sürdüren Hz. Peygamber’e, bu durum, Yanmada’mn içinde olduğu kadar dışında da birçok bölgeye ticari seyahatler düzenleme fırsatı doğurmuştur60 ki O’nun çeşitli yerlere ticaret amacıyla seyahat ettiği bilinmektedir61.

Hz. Hatice ile evliliğinden sonraki dönemlerde, Hz. Peygamberdin birkaç defa Yemen’deki Hubaşa panayırına, bir sefer de Abdulkays ülkesine (Bahreyn- Umman) gittiğine dair kayıtlara rastlıyoruz62. Şöyle ki, peygamberlikten sonra Arabistan’ın birçok yerinden gelen heyetler Hz. Peygamber’i ziyaret ederdi. Bunlardan biri, Bahreyn’den gelen Abdu’l- Kay s heyetidir ki Hz. Peygamber, onlara Bahreyn’e dair gayet açık sualler sormuş; heyet Hz. Peygamber’in bu kadar dakik malumatı karşısında hayret ederek “Sen bizim memleketimizi bizden iyi biliyorsun!” demişlerdi. Hz. Peygamber ise onlara şu mukabelede bulunmuştu: “Ben sizin memleketinizde enine boyuna seyahatlerde bulundum.”63 Hamidullah, Hz. Peygamber’in büyük Daba fuarını ziyaret etmek için oraya gittiğini, îbn. Kelbi’nin anlattığına göre Çin, Hint, Sint, Pers, Doğu ve Batı’nın bütün ticaret mallarının her sene bu büyük fuara deniz ve kara yoluyla getirildiğini aktarır64.

Hz. Peygamber zamanında kaleme alınmış resmî vesikalarda, Uman bölgesinde bulunan Mecusilere ait Ateş mabetlerinden ve hatta değirmenlerden de bahsedilmektedir65 ki Hz. Peygamber’in bu bölgeyi tanıdığının, bildiğinin bir işaretidir.

Hz. Peygamber, ticaret kervanı ile ilk seferini Suriye tarafına yaklaşık on iki yaşındayken amcası Ebu Talib’in yanında yapmıştı ve gençliğinde, iki defa Suriye’ye seyahat etmişti66. Bundan sonra da Ebu Talih ve Zübeyr ile Arabistan’ın çeşitli yerlerine ticaret kervanlarıyla gidip gelmiş, tecrübe sahibi olmuştu. Yirmi yaşından sonra artık tek başına kervan yönetecek bilgi ve dirayete sahipti67.

Kaynaklarda, Hz. Peygamberdin vergi memuru kimselere dair bir takım ifadelerine rastlanmaktadır. Örnek olarak, O’nun “(Zalim) vergi memuru cennete giremez” ya da “(Halka zulmeden) vergi memurundan hiçbir hesap sorulmaz, olduğu gibi yakalanıp ateşe atılacaktır.” şeklindeki sözlerini görmekteyiz68. Hamidullah’a göre, bu tür rivayetlerden, Hz. Peygamber’in Bizans sınır kapılarında kendi başından geçen olaylara dair bir hüküm çıkarmak mümkündür.69

Hz. Peygamber’in Mecusilerle alakalı olarak şöyle dediği nakledilmektedir: ‘Henüz çocuğu süt emmekte olan analarla zevçlerinin bir yatağa girmelerini yasaklamak istedim ve fakat bu durumun Bizanshlar ve îranhlar arasında da bulunduğunu ve bunun o süt çocuklara zarar vermediğini hatırlayıp vazgeçtim.’ 70 Bu rivayet, Hz. Peygamber’in ticari seyahatleri esnasında karşılaştığı toplamlara dair birtakım bilgiler edindiğinin işaretidir.

Hz. Peygamber’in Habeşistan’a seyahat edip etmediği hususunda herhangi bir bilgi yoktur. Bununla beraber, Hamidullah’a göre, Hz. Peygamber’in Habeşistan’ın kralı Necaşi’ye yazdığı mektupta hayli samimi ve yakınlık ifade eden kelimeler kullanması Hz. Peygamber’in Habeşistan’ı ve kralını tanıdığı anlamına gelebilir . Hz. Peygamber’in yazdığı mektupta şu ifadeler yer almaktadır: ‘Sana, amcaoğlum Cafer’i ve yanında bir bölük müslümam gönderdim. Geldiklerinde onları ağırla, ceberrutluğu bırak. Ben seni ve ordunu Allah’a çağırıyorum. Ben tebliğ etmiş ve öğütlemiş bulunuyorum. Öğüdümü kabul et.’

Mekke’deki müşriklerin arkadaşlarına eziyette bulunmasından sıkıntı duyan Hz. Peygamber, onları Habeşistan’a göndermeye karar verince Onlara, “Orada yanındakilere hiç zulüm yapılmayan bir hükümdar vardır. Üstelik o ülke doğruluk ülkesidir?’ buyurmuştur71. Hamidullah bu tür rivayetleri, Habeşistan’a dair bilgilerine dayanarak, Hz. Peygamber’in o ülkeye yapmış olabileceği muhtemel bir seyahatiyle alakalı olarak zikretmiştir72 73.

Bu konuda bir nakille yetinmemek gerektiği üzerinde duran Hamidullah, Hz. Peygamber’in bilhassa Habeşistanlılarla ve bu dili konuşan diğer insanlarla görüşürken bazen Habeşçe kelimeler kullandığım da dikkate alarak, tek tek ele alındıklarında bir şey ispat etmeyecek bu rivayetlerin, bir araya getirildiklerinde belli bir değere ulaştıklarını ifade etmektedir.

Hz. Peygamber bunun dışında da pek çok seyahat etmiş bir kimsedir; Bahreyn, Umman, Yemen ve ülkesinin pek uzağında bulunan Suriye gibi...74

îş hayatı gereği, Hicaz bölgesinin pek çok yerini gezmiş bulunan Hz. Peygamber, bu seyahatler sebebiyle, yaşadığı coğrafyanın insanlara sunduğu imkânlar ve sıkıntılar hakkında yeteri kadar bilgi sahibi olmuş75, bir taraftan ticari hayatın gereklerini öğrenirken diğer taraftan Arabistan’m muhtelif yerlerinde yaşayan insanların dil ve lehçelerini, dini, siyasi ve sosyal durumlarını öğrenme imkânını elde etmiştir76.

1.1.2. HAC VE PANAYIRLAR

Ticarî açıdan önemli bir yere sahip olan Mekke, Hicaz bölgesinin en önemli şehirlerinden biri olmasının yanında dinî ve kültürel olarak da canlı bir merkez özelliğini taşımaktaydı . Canlı bir yerleşim merkezi olarak ortaya çıkmasında 07

belirleyici en önemli unsur ise içinde yer alan Kabe’ydi .

Ticarî vasıtaları değerlendirmek suretiyle, Mekke’yi ticaret adamlarıma ve mütefekkirlerinin buluşma yeri haline dönüştüren Kureyşliler. aynı zamanda Kabe’nin muhafızlığı görevini de üstlenmiş, bu mabedi millî bir ziyaretgâh haline getirmiş ve böylelikle Mekke şehrinin üstünlüğünü sağlamışlardı .

Bu üstünlük sebebiyle Kabe, Kureyşlilere sağladığı itibar ve ticarî avantaj yüzünden kıskançlık ve düşmanlıkların da odak noktası olmuş, Habeşistan’ın Yemen valisi Ebrehe Mekke’yi ele geçirip burayı yıkmak isterken bazı Arap kabileleri de kendilerine yeni kâbeler yapmış ve diğer Arapların Mekke’ye gitmesine engel olmaya çalışmışlardı .

Hicaz ve Mekke halkının Kabe’ye büyük önem verişlerinin sebebi, buranın hac mevsimlerindeki ticari durumu idi77.

Kureyşliler için, ticaret vasıta ve kaynaklarından biri, güneye ve kuzeye, Bahreyn bölgesine ve İran’a sevk ettikleri ticaret kervanlarından elde ettikleri kâr olmakla beraber, ondan daha az önemli olmayan bir başkası da, yılın beli zamanlarında Kâbe’yi ziyarete gelen hacılar dolayısıyla hâsıl olan gelirdi78. Ayrıca, hac ve ticaret için Arap yarımadasının birçok yerlerinden bir sürü halkın Mekke ve yakınlarına üşüşmeleri Mekkelileri yarımada halkının, imtiyazlı ve adil saymalarına sebep oluyordu .

Her köşeden her bucaktan insanlar Mekke’ye -Beytü’l- Haram’a- geliyorlardı. Orada Hac mevsiminde ve kurulan panayırlarda buluşuyorlar, karşılaşıyorlardı. Haram ayların gölgesindeki havayı teneffüs ediyorlardı79.

Arabistan’ın değişik bölgelerinde ve bu arada Mekke çevresinde genellikle hac mevsimi ve haram aylar dikkate alınarak peş peşe kurulan panayırların (evsâku’l-Arab), yanmada için olduğu gibi Mekke ticareti açısından da büyük önemi vardı. Mekkeliler bu panayırlara iştirak etmekte ve önemli miktarda gelir sağlamakta idiler80. Bunun için hacılara kolaylık göstermek ve onlann hacca ilgilerini artırmak gerekiyordu81 ve Kureyşliler bölgedeki diğer pazarlar kadar, Mekke ve Mekke yakınındaki Arafat’ta yılın belli zamanlarında gerçekleşen Hac ve ona eşlik eden panayır faaliyetlerinin de güvenliğini ve organizasyonunu üstlenmişlerdi82. Hacıların ve ziyaretçilerin yiyecek, içecek ihtiyaçlarıyla, Kâbe’nin bakımıyla alakalı durumlar Kureyşliler’in sorumluluğu altındaydı ve bu görevlerin paylaşımı Kureyş kabilesi içerisinde kavgalara sebep olacak derecede mühimdi83.

Asıl amacı ticaret olan bu panayırlarda değişik kültürel faaliyetler de icra edilirdi84. Siyasi ve sosyo- kültürel açıdan da oldukça önem taşıyan, bir kısmı uluslararası mahiyetteki bu panayırlarda çeşitli milletlere mensup tacirler ve Arap kabileleri bir araya gelir, alışveriş yapılır, ilişkiler geliştirilir85, halkın bu panayıra ve hacca fazla ilgi duymasını temin ve teşvik maksadıyla şiire, güzel ve dokunaklı söz söylemeye vesâir İnsan kabiliyetlerini ortaya çıkarmaya hatta dava ve şikâyetlerin görülmesine mahsus yerler ve bunlara bakacak hakemler ve hâkimler tayin edilirdi ki bir taraftan alış-veriş edilirken diğer taraftan şiirler, nutuklar söylenir ve bunların en iyileri halka duyurulur, esiri olanlar onu kurtarmaya, şikâyeti olanlar onu hallettirmeye çalışırdı. Arap edebiyatında yedi askı adıyla anılan meşhur kasidelerin bu panayırlarda beğenilerek ün aldıkları söylenir86. Velhasıl insanların en kalabalık toplandıkları yerler bu çarşılar olduğundan Arabistan kamuoyunun nabzı mesabesindey diler11 \

İslam öncesi Arabistan panayırlarının sayısı hakkında 10 ile 15 arasında değişen rakamlar verilmektedir. Panayırların ve çarşıların en önemli özelliği herkese açık olmasıdır. Çarşının hâkimiyetini elinde bulunduran kimsenin öne sürdüğü bazı ticari özel şartlar dışında çeşitli ülkelerden gelen veya farklı dinlere mensup olan kimseler arasında herhangi bir ayrım yapılmamaktaydı .

Her sene Zilkade ayının başında Ukaz panayırı kurulur, yirmi gün devam ederdi. Halk yarımadanın her tarafından hatta bazen îran ve Bizans’tan buraya akın akın gelir, mallarım satar ihtiyaçlarını satın alırdı. Daha sonra yirmi Zilkade’de Mecenne panayırına gidilirdi. Bu panayır, yirmi Zilkade’den otuz Zilkade’ye kadar sürer, bu Mecenne panayırı da sona erdikten sonra Zülmecaz panayırına gidilir, burada Zilhicce ayının başından onuna kadar kalınır, on Zilhicce’de Mekke’de toplanılır, Kâbe tavaf edilir ve hac ödevi yerine getirilirdi .

Arapların bundan başka, Dümet’ül-Cendel, Tâif, Bosra... gibi ticaret mallarının alınıp satıldığı meşhur Pazar yerleri de olmakla beraber daha yaygın, kalabalık ve uzun süreli olanı Ukaz’daki idi. Bu umumî pazara halk, her taraftan koşup gelerek hurma ağaçlarının gölgelerinde çadırlar kurup alış-veriş ederlerdi*14.

Hac mevsimine katılanlar, onunla ilgili ibadetleri yerine getirenler ve panayırlara katılanlar, yukarıda da ifade edildiği gibi, yalnız Mekke bölgesinin ve Hicaz ülkesinin ahalisiyle sınırlı değildi. Sonra müşrik Araplara da mahsus değildi. Aksine oraya en uzak bölgelerden, Yemen’den, Necd’den, Şam’ın yaylalarından sökün edip gelenlerin haddi hesabı yoktu. Yanı sıra oraya katılanlann İçinde hanif dinine mensup muvahhidler olduğu gibi, Sahiller, Hıristiyanlar ve Yahudiler de vardı. Ticaret, misyonerlik, övünmek, hitabette bulunmak, kasideler söylemek amacıyla gelenlerin yanında Hac mevsimi ve oluşturduğu güven ortamı dışında hiçbir şekilde çözülmesi mümkün olmayan problemlerin çözümü için gelenler de vardı. Buna ilave olarak çoğunluk, Araplar arasında genel olarak saygı duyulan Kâbe’yi ziyaret etmek ve Hac ile ilgili ibadetleri yerine getirmek için geliyorlardı87.

Bu olayların ve eylemlerin hepsinde sosyal görüntü ağır basmakta ve güçlü bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bütün bu faaliyetler, Özellikle de peygamberlikten önceki dönemlerde, bir harekete ya da ulusal, siyasal, sosyal, fikrî ve edebî bir kalkınmaya zemin hazırlamıştır .

Bölümü sonlandırmadan önce, ticarî amaçla kurulan panayırlardaki kültürel faaliyetlere ve Hz. Peygamber’in de bu faaliyetlere katılmış olduğuna dair bir misal olarak şu hadiseyi zikretmek istiyoruz:

İslam döneminde Medine’ye gelen îyad kabilesi heyetine Hz. Peygamber Kus b. Saide’yi sormuş ve O’nun vefat ettiğini öğrenmiştir. Kus b. Saide ise, Hz. Peygamber’in Ukaz panayırında dinlediği ve çok beğendiği bir hutbenin sahibidir. İşte Hz. Peygamber tevhid inancına vurgu yaptığı için çok beğendiği bu konuşmayı, kendisini ziyarete gelen bu kabileye hatırlatmış ancak ezberlemediğini söylemişti. Bunun üzerine orada bulunan ve kendisi de Kus b. Saide’yi o panayırda dinlemiş olan Hz. Ebubekir hutbeyi ezbere okumuştu .

Bu hutbe, içeriği açısından önem arz eder. Arapların putperest inançlarım yeren ve onları tevhid anlayışına çağıran bir hutbe olmasına rağmen, düzenlenen bir panayırda seslendirilmiş olması, bu panayırların farklı kültür ve dinî anlayışların bir araya geldiği önemli bir merkez olduğunun açık bir işaretidir. Hutbe şöyledir:

“Ey İnsanlar! Geliniz, dinleyiniz; dinlediklerinizi belleyiniz ve ondan faydalanınız, ders alınız. Gerçek şudur ki, yaşayan ölür; ölen yok olur. Olacak olur, yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi mahvolup gider. Olayların ardı arkası kesilmez, birbirini takip eder.

Kulak veriniz, dikkat ediniz, gökte haber var, yerde ibret alınacak şeyler var. Yeryüzü bir sarayın döşemesi, gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmaz, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar, yoksa orada bırakılıp uykuya mı dalıyorlar?

Yemin ederim, Allah’ın bir dini vardır ki, şimdi bulunduğunuz dinden daha sevgilidir; Allah’ın gelecek bir peygamberi vardır ki, onu gelmesi pek yakındır. Gölgesi üzerinize gelmiştir. Ne mutlu o kimseye ki, ona inanıp doğru yolu bulur. Ne yazık o talihsize ki, ona karşı gelip isyan eder. Yazıklar olsun ömürleri gaflette geçenlere!

Ey îyad kabilesi! Hani babalarınız ve dedeleriniz, hani süslü köşkler ve taştan evler yapan Ad ve Semud kavmi? Hani dünya varlığına aldanıp da kavmine “Ben sizin en büyük rabbinizim” diyen Firavunlar, Nemrutlar! Onlar sizden daha zengin ve daha güçlü değiller miydi? Bu toprak onları değirmende öğütüp toz etti, yok etti. Kemikleri bile çürüyüp dağıldı. Evleri yıkılıp ıssız kaldı. Yerlerini, yurtlarını şimdi köpekler şenlendiriyor! Sakın onlar gibi etmeyin; onların yolundan gitmeyin. Her şey geçicidir. Kalıcı olan ancak Allah’tır ki, eşi ve benzeri yoktur. Tapılacak ancak O’dur. Doğmamıştır ve doğurmamıştır. Evvel gelip geçenlerden bizim ibret alacağımız şey çoktur.

Ölüm ırmağının gidecek yerleri var, ama çıkacak yerleri yoktur. Büyük-küçük, genç- yaşlı herkes göçüp gidiyor. Giden geri dönmüyor. İyice anladım ki, herkese olan bana da olacaktır.. -”88

1. 2. HZ. PEYGAMBERİN İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMDA YER ALAN BELLİ BAŞLI İNANÇ GRUPLARI

2.1. MUVAHHİDLER

Araplar içinde düşünen birtakım İnsanlar, hemcinslerinin cansız birtakım taşlara perestiş etmelerinden istikrah ediyorlar ve putperestliğe muhalefet ediyorlardı89 90 91. Onlar için putlara tapmak, aşağılık bir tutumdan başka bir şey değildi . Bazı hükümlerinin tahrif olduğuna kani oldukları Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi semavi dinlerden de uzak duran bu insanlar , Hz. İbrahim’den kalma bir takım inanç ve ibadet geleneklerine bağlı oldukları bilinen92 ve “hanifler” olarak tanınan kimselerdi ki Kur’an da93 94, 'putlara tapmayan, Yahudi ve Hıristiyan olmayan, ibadet edilmesi gereken yalmzca bir tanrının var olduğuna inanan’ bir cemaat şeklinde zikredilmektedirler .

Hanifler, putlara tapmadıkları gibi, putlar adına kurban edilen hayvanların etini yemekten de sakınıyorlardı. Şarabı kendilerine yasaklamışlardı. Allah’ın yarattığı şeylere nazar edip bu konuda tefekkür ediyorlardı. Hacca dair bazı ibadetleri de yerine getiriyorlar95, cenabet halinde gusletmeyi ve hayızlı kimseden uzak durmayı gerekli görüyorlardı96. Rivayetlerden anlaşıldığı üzere, inzivaya çekilmeyi adet haline getiren, dünya hayatından el etek çekmiş bir cemaat olarak vakitlerini yegâne tanrıya -İbrahim ve İsmail’in tanrısına- ibadet etmekle geçiriyorlardı .

îbn Hişam, “hanifler” olarak bilinen bazı kimseler hakkında bize şu bilgileri nakleder:

“Kureyş kabilesi, her yıl kutladıkları bir bayram gününde, türlü ibadetlerini yanında eda ettikleri bir putun etrafında bir araya geldiler. Onlardan dört kişi, kabileden ayrı biryerde toplandılar. Bunlar, Luey oğlu Ka’b oğlu Murre oğlu Kilab oğlu Kusay oğlu Abduluzza oğlu Esed oğlu Nevfel oğlu Varaka, Huzeyme oğlu Esed oğlu Duhan oğlu Ganm oğlu Kebir oğlu Murre oğlu Sabire oğlu Ya’mer oğlu Riab oğlu Cahş oğlu Ubeydullah ki onun annesi Abdulmuttalib’in kızı Umeyme’dir-, Kusay oğlu Abduluzza oğlu Esed oğlu Huveyris oğlu Osman ile Luey oğlu Ka’b oğlu Adiyy oğlu Rizah oğlu Riyah oğlu Kurt oğlu Abdullah oğlu Abduluzza oğlu Nufeyl oğlu Amr oğlu Zeyd’dirler. Birbirlerine dediler ki: ‘Allah’a yemin olsun, kavmimizin yolu yol değildir. Onlar, dedeleri Hz. İbrahim’in dininden saptılar. Etrafında dönüp durduğumuz bu taş parçası da nedir? O, ne duyar, ne görür; ne zararı ne faydası var. Biz kendimize bir din arayalım. Allah’a yemin olsun, müntesibi olduğumuz şu din doğru bir din değildir.’ dediler. Sonra, hanifliği yani Hz. İbrahim’in dinini aramak üzere herbiri farklı memleketlere dağıldılar .”

îbn Hişam’m isimlerini zikrettiği bu kimselerden biri olan Zeyd b. Amr b. Nufeyl, Hz. İbrahim’in dinini bulma arzusuyla Mekke’den çıktı. Hıristiyanların papazlarına ve Yahudilerin hahamlarına danıştı ve bu şekilde Musul’u ve Cezire bölgesini, Suriye’yi gezip dolaştı. Nihayet, Belka bölgesinde bir tepede yaşamakta olan bir papazın yanma geldi. Zeyd papazdan, Hz. İbrahim’in dini olan hanifliği sordu. Papaz O’na, kendi memleketinde, bir peygamberin gelme vaktinin yaklaştığını, o peygamberin aradığı İbrahim diniyle gönderileceğini haber verdi97 98. O, Yahudi hahamları ve Hıristiyan papalarına mülaki olmakla beraber onların telakkiyatmdan hoşnut kalmamış, “Hz. İbrahim’in dinine sülük ediyorum” demekle iktifa etmişti99.

Buhârî’de geçen bir rivayete göre, Kureyş’in verdiği bir davette, Hz. Peygamber’in onunla görüştüğü anlaşılmaktadır100. Rivayete göre, Hz. Peygamber, Zeyd b. Amr b. Nufeyl ile bir araya geldi. Bu olay ise, daha Hz. Peygamber’e vahiy indirilmeden önce idi. Hz. Peygamber, orada Zeyd b. Amr’a içinde et yemeği bulunan bir sofra takdim etti fakat Zeyd, bu yemeği yemeyi reddetti ve anlaşıldığı üzere, o daveti gerçekleştiren Kureyş topluluğuna dönerek “Ben sizin putlarınız için kesmiş olduğunuz hayvanların etlerinden yemem, ben ancak üzerine Allah’ın ismi anılarak kesilen kurbanın etini yerim” demiştir .

Bİr diğer hanif olan Varaka da başlangıçta Zeyd gibi muvahhidlerdendi. Zeyd’le birlikte putlara tapınmayı reddederek İbrahim’in dinini aramak üzere Şam’a kadar gitmiş; bu esnada Yahudi ve Hıristiyanların kutsal kitaplarım okuma fırsatı bulmuş ve daha sonra Hıristiyanlığı kabul etmişti101. Kütüb- i Semaviyyeyi Ehl- i Kitaptan, bilir kimselerin sözlerinden öğrenmişti102 103. İbranice yazı bilmekteydi ve Incil’den de Allah’ın dilediği miktarda bazı şeyleri ibranice yazabiliyordu . Onun Incil’i ezbere bildiği de ifade edilmiştir104.

Varaka Hz. Peygamber’in eşi Hz. Hatice’nin amcasının oğludur. Hz. Peygamber, kendisine ilk vahiy inzal buyrulduğu zaman, bu ne olduğunu anlayamadığı ve kendisini ürküten tecrübeyi önce Hz. Hatice’ye söylemiş, Hz. Hatice de Hz. Peygamber’i Varaka’ya götürmüştü. Hatice ‘Ey amcamın oğlu! Dinle bak, kardeşinin oğlu neler söylüyor’ deyince, Varaka Hz. Peygamber’e ‘Neler görüyorsun ey kardeşimin oğlu?’ diye sordu. Hz. Peygamber ise, ne gördüyse anlattı. Varaka da O’na, ‘Bu, Musa’ya gelen Namus’tur. Keşke ben, kavmin seni yurdundan çıkaracağı zaman, gençlik zamanlarımda olsam, sağ olsam..’dedi. Hz. Peygamber, ‘onlar beni yurdumdan mı çıkaracaklar?’ diye sorunca Varaka, ‘Evet’ dedi ‘Senin getirdiğin şeyin mislini getirip de düşmanlığa uğramamış hiç kimse yoktur. Eğer ben, o güne kadar yaşarsam, senin yanında durur sana yardım ederim.’

Bu rivayetlerden anlaşılmaktadır ki Varaka, Hz. Peygamberin ‘bir peygamber olduğunu’ ifade eden ilk kişidir. Bu rivayetlerden anlaşılan bir başka şey ise, O’nun kutsal kitap bilgisine, vahiy ve peygamberlik gibi konulara olan vukufıyetidir.

İslam kaynaklarında hakkında fazla bilgi verilmemesi, onun kapalı bir şahsiyet olarak kalmasına yol açmış ve bu durum, hakkmdaki spekülatif yorumlan da beraberinde getirmiştir. Hz. Peygamber ile bir defadan fazla görüştüğüne dair kaynaklarda açıklayıcı/sarih bilgi bulunmayan Varaka’nın, Mekke döneminde Hz. Peygamber’i dini ve fikri anlamda etkileyen kimselerden olduğu öne sürülmektedir .

Ubeydullah, peygamberin halasının oğluydu. Kavminin inanç ve ibadetlerine katılmamıştı. Hz. İbrahim’in dinini aramak üzere çıktığı seyahatte çeşitli ülkeleri gezmiş ancak, bu konuda sağlam bir sonuca varamamıştı . Hangi din üzere olması gerektiğine bir süre karar veremeyen Ubeydullah sonunda müslüman oldu ve müslümanlarla birlikte Habeşistan’a hicret etti. Yanında, müslüman olan karısı Ebu Süfyan kızı Ümmü Habibe vardı. Ubeydullah Habeşistan’a varınca Hıristiyan olup Müslümanlıktan ayrıldı. Sonunda orada Hıristiyan olarak öldü105.

Onunla alakalı olarak îbn Hişam şu rivayeti de nakletmektedir: Cahş oğlu Ubeydullah, Hıristiyan olduktan sonra Habeşistan’da bulunan sahabîlere, “Biz gözlerimizi açtık ama siz hala gözlerinizi kırpıştırıyorsunuz. Biz gördük fakat siz göremiyorsunuz.” demiştir106.

Huveyris oğlu Osman’ın ise, Bizans imparatorunun yanına gidip orada kendisine yer edindiği, imparatorun yanında iyi bir makama ulaştığı ve Hıristiyan dinine girdiği ifade edilmektedir107.

îbn. Hişam, Cahiliye zamanında putperestliğe muhalif olan bu dört isimden başkasını zikretmiyorsa da tarihi deliller daha başkalarıma da putperestliği terk etmiş olduklarım gösteriyor. Bunların en meşhurlarından biri, Kus b. Saide’dir108.

Kus b. Saide Arapların en meşhur hâkim ve hatiplerindendi109. O’nun Arap toplumundaki yaygın putperest inanca, şirke muhalif bir kimse olduğunu, tevhid inancına bağlılığım ve Allah’ın yeni bir peygamber göndereceği şeklinde bir beklenti içerisinde bulunduğunu onun meşhur hutbesinden anlıyoruz110. O, bu hutbeyi Arapların en önemli ziyaret mekânlarından biri olan Ukaz panayırı esnasında halka seslendirmiş ve onları, her şeyin yegâne sahibi olan tek yaratıcıya kullluk etmeye davet etmiştir.

Hz. Peygamber ve Hz. Ebubekir, Kus b. Saide hutbesi esnasında orada bulunmaktaydılar. Hicretten sonra, lyaz kabilesine mensup bir cemaat Medine’ye geldiğinde, Hz Peygamber onlara Kus b. Saide’yİ sormuş, onlar da onun vefat ettiğini haber vermişlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, Kus b. Saide’nin hutbesini zikrederek ‘onu dinlemiş olduğunu fakat ezberlemediğini’ ifade etmiş, orada bulunan Hz. Ebubekir bu hutbeyi ezberden okumuştur. Hz. Peygamber ise ‘Allah Kus’a rahmet eylesin. Kıyamet günü, onun ayrı bir ümmet olarak diriltileceğini umarım’ demiştir111.

îbn Hişam’m ismini muvahhidler arasında zikretmediği fakat Tevhid inancına sahip olduğunu bildiğimiz bir diğer kimse de TaiPin reisi, Arapların en meşhur şairlerinden biri olan Ümeyye b. Ebi’s- Salt’dır112. Ümeyye, cahiliye zamanında geçmiş kitapları okumuş, içkiyi haram saymış, putlara tapınmaktan kaçınmış ve Hz. İbrahim dinine girmiş bir kimseydi. Okuduğu mukaddes kitaplardan, Hicaz’da bir peygamberin ortaya çıkacağını öğrenmişti ve bu peygamberin kendisi olacağı beklentisi içerisindeydi. Bundan dolayı Hz. Peygamber’e peygamberlik görevi verildiğinde kıskançlığından ötürü Müslüman olmamıştı113. Mukaddes kitapları okuduğundan ötürü, Yahudilik ve Hıristiyanlık fikirlerine de aşinaydı114.

Ümeyye şiirlerinde tek Tanrı İnancım dile getirir; tabiattaki varlıklardan Tanrı’ııın birliğine deliller getirir; ahiretten, cennet ve cehennemin ahvalinden bahseder. Bütün bu düşüncelerini, gençliğinde yazdığı şiirlerinde terennüm etmektedir115.

Ümeyye’nin şiirlerini dinlemekten memnuniyet duyan Hz. Peygamber116 117 118, onun için,4Ümeyye’nin şiiri mü’min, kalbi ise kâfirdir’ buyurmuştur

Hanifler okuma- yazma bilen kimselerdi. Onlar kitapları okuyorlar, gerektiğinde kitaplara müracaat ediyorlar ve dini mezheplerin önde gelen kimseleriyle görüşüyorlardı. Süryanice ve îbranice gibi kimi yabancı dilleri biliyorlardı . Onlar, kitaplardan alınmış olan bilgileri ise Irak, Şam gibi dış ülkelere yaptıkları seyahatler sırasında, Yahudilerin sinagoglarındaki din adamları ve Hıristiyan rahiplerle yaptıkları görüşmeler sayesinde edinmişlerdi119. Son peygamberin geleceğini müjdeleyen Hıristiyanlarla karşılaşmışlardı. Dışarıdaki bazı düşünce ve fikirlere vakıf olmuşlardı120 ve oldukça kültürlü bir tabaka teşkil ediyorlardı121.

1. 2. 2. EHL- İ KİTAP

Hicaz şehirlerinde yaşayan ahali din ve kavim/uyruk olarak, Kur’an ayetlerinin de ilham ettiği gibi, birkaç çeşitti. Ki bu nitelik, özellikle söz konusu şehirlerin başlıcalan olan Mekke ve Yesrib için geçerlidir122.

Mekke’de yaşayan Kureyş dışındaki Arap kabileleri ve azımsanamayacak orandaki Arap olmayan bu kimselerin çok dikkat çekici ve etkin oldukları söylenemez çünkü yönetim ve para Kureyş’in hâkimiyetindeydi123.

Derveze’ye göre Mekke’de ikamet eden söz konusu yabancı azınlığın çoğu Bizans, Süryan ve Suriye Hıristiyanlarındandı. Şam bölgelerinden gelmişlerdi. Onların buraya göç etmeleri bazı Kureyş tüccarlarının teşvik edip cesaret vermeleriyle oluyordu, zira onlar ihtiyaç duydukları sanatkârları ve sınaî faaliyetleri bunlar aracılığı ile karşılıyorlardı124.

Bu azınlıklar Mekke liderlerinin hoş karşılama ve cesaretlendirmeleriyle destek görmüşlerdi. Çünkü Şam ülkeleri Hicaz’a yakın komşuydu ve aralarındaki yolculukların, seferlerin ardı arkası kesilmezdi. Daha çok eski zamanlarda buralar ve Şam ülkeleri İsraillilerin hicret yurdu olmuştu. Ayrıca yolcuların da uğrak yeriydi. Zaman zaman oraya uğrarlardı. Bazen sınaî çalışmalar bazen ticari bazen de misyonerlik faaliyetleri İçin oraya gelirlerdi125.

Bununla beraber bu yabancılar, bazen de, başlarına gelen bir felaket yüzünden buraya göç etmek zorunda kalıyorlardı126 127. Habeşistan’dan, Yahudi hükümdar Zü Nüvas’ın zulmünden kaçan bazı Hıristiyanların da Mekke’ye sığındıkları, Mekke’de o sırada iktidarda bulunan Cürhümlü başkan Haris b. Mu’dad’m onlara eman verdiği ve hatta suçluları cezalandırmak için bir sefer tertip ettiği şeklideki bilgiler , Mekkelİlerin kendilerine sığınan veya zor durumda kalan yabancılara iyi davrandıklarına delil olarak zikredilebilir.

Yabancı azınlıkların Bizanslı, Habeşistanlı, Iraklı, Mısırlı, Şamlı, Süryani ya da îranlı oluşları, hür ya da köle olmaları bir açıdan da olsa Hicaz halkının özellikle Mekke’nin Şam ülkeleri, Fars ülkeleri, Mısır, Habeşistan ve Irak ile ilişkileri bulunduğunu ve ora halklarının da bu iki bölgeyle karşılıklı ilişkiler içinde olduğuna delil olabilir.128

Şehirde yaşayan farklı dinlerden insanlar arasında Yahudi ve Hıristiyanlar da bulunmaktaydı.129

Onlar, Mekke ortamında, Arapların ya da Mekke ehlinin güven ve de itimadım kazanmışlar, dini ve dünyevi hususlarda soru sorulacak merci konumuna gelmişlerdi. Onlardan bazıları, kültüründe ve dinsel bilgilerinde üstün bir yere ulaşmıştı, öyle ki Kur’an’m Allah’tan olup olmadığı gibi konularda, danışmaya ehliyetli ve şahit olarak gösterilebilecek konumlara gelmiş bulunuyorlardı130.

Vahyin mahiyetine ya da geçmiş kavimlere, peygamberlere dair kimi durumlarda Allah’ın, ayetlerinde Ehl- i Kitabın bilgilerini delil olarak zikretmesi ve şüpheye düşenleri Ehl-i Kitaba yönlendirmesi131 onların Mekke’deki varlıkları ve konumlan hakkında bize bilgi vermektedir.

Onlar genellikle ince duygulu, yumuşak ahlaklı, hak olduğuna inandıklan şeyde zorluklarla karşılaşsalar da sebat eden, inançlarını açığa vurmada cesaret sahibi kimselerdi. Onların bu cesaretleri Peygamber’e uymalarında ve Kur’an’ı duyduklarında, dinlediklerinde secde edip onun gerçek olduğuna iman etmelerinde; Mekke ehlinin ve güçlü liderlerin inkârcı tutumlarına aldınş etmeden kendi 167

tavırlarım göstermelerinde ortaya çıkmıştır.

Ehl-i Kitap içerisinde, vahye karşı hem olumsuz hem de olumlu132 bir tutum içerisinde olanların bulunduğunu rahatlıkla söylenebilir. Bu, Kur’an’m onların tavırlarından söz ederken “azı” (kalil)133, “çoğu” (ekser)134, “bir kısmı” (feriğ, taife, ahzab)135 136 gibi kelimelere yer vermesinden anlaşılmaktadır. Arapça’da bütünün birkısmını ifade için kullanılan “min” edatı, Ehl- i Kitabı anlatan ayetlerde sıkça kullanılmıştır137. Yine, Al-i îmran suresinde yer alan ifadeler de bize, Ehl-i Kitab olan kimselerin hepsinin aynı kategoride olmadığını açıkça söylemektedir138 139:

“Fakat şunu da bilin ki onların hepsi bir değildir. Kitap ehlinden özü sözü doğru ve adaletli öyle bir topluluk vardır ki, onlar gecenin geç vakitlerinde secdeye kapanarak ‘Allah’ın ayetlerini’ okurlar. Onlar Allah’a ve Ahiret gününe yürekten inanır, iyiliği emreder, kötülükten alıkoyurlar, iyi ve hayırlı işlere koşarlar. İşte onlar iyi kimselerdir. Onların yaptıkları iyi ve hayırlı işler karşılıksız bırakılmayacaktır. Allah, emir ve yasaklan konusunda sorumlu, 175

duyarlı ve bilinçli olanları iyi bilir.”

“Şu da bir gerçektir ki, Ehl- i Kitap içinde, huşu ve büyük saygı ile Allah’a, size ve kendilerine indirilen kitaplara inananlar vardır. Onlar Allah’ın ayetlerini basit dünya menfaatiyle değişmezler. Onların, Rablerİ katında da mükâfatlan vardır. Unutmayın ki Allah, sizi yakın zamanda hesaba çekecektir.”140

Yukarıda naklettiğimiz iki ayet de Ehl- i Kitap arasında Hz. Peygamber’in getirdiği kitaba inananların var olduğuna işaret etmektedir. Yine aşağıda zikredeceğimiz ayetler Ehl- i Kitap içerisinde yer alan bazı kimselerden övgüyle bahsetmektedir:

“Şimdi sen, (‘Biz sana... asla inanmayacağız’ diyenlere) de ki: ‘İster inanın ister inanmayın. Şu bir gerçektir ki, bundan önce kendilerine ilim/kitap verilmiş olanlara bu Kur’an okunup anlatıldığı zaman, yüzüstü kapanarak secde ederler. Ve Şöyle derler: ‘Rabbimiz yücelerden yücedir. İşte onun vaadi şimdi açık bir şekilde gerçekleşmiş bulunuyor? (İşte böyle deyip) ağlayarak tekrar yüzüstü secdeye kapanırlar ve Kur’an (okundukça) onların sevgi ve saygıları daha da artar.”

Ehl- i Kitabın arasında olumlu insanların bulunabilmesinin sebebi, hala Kitab- ı Mukaddes'te bulunan doğru, bozulmamış ilke ve fikirlerin varlığı 172 olmalıdır .

Araplar cennet, cehennem, Öldükten sonra dirilme, kıyamet hakkında ancak Ehl- i Kitaptan duydukları kadar bilgi sahibiydiler. Bu bilgiler de kalplerinde pek yer etmemişti141. Bununla beraber, her ne kadar ahiret fikrine sıcak bakmasalar da, İslam’ın ortaya yeni çıktığı ilk günlerde Peygamber’i destekleyen Yahudi ve Hıristiyanlar’m Mesihçilik fikirleri, yeni bir dinin çıkışını bekleyen bazı Mekkelileri etkilemişti142.

îbn İshak, Ehl- i Kitabın, putperest Mekkelilere cennet, cehennem, kıyamet ve gelecek olan peygamberle alakalı olarak birtakım şeyler anlattıklarıyla alakalı olarak şu rivayete yer verir: “Hz. Peygamber’e vahiy gelmeden çok kısa bir süre önce bir Yahudi, ahiret inancı olmayan putperestlere öldükten sonra dirilme, kıyamet, cennet, cehennem, hesap ve mizandan bahsetti. Putperest kimseler ise, iddia ettiği bu şeylerin alametinin ne olduğunu sordular. Yahudi ise bütün bunların t O 1 alametinin yakında gönderilecek olan peygamber olduğunu söyledi.” .

Onların çoğunun ve özellikle ticaretle uğraşan aristokratlarının kendi atalarının dinlerine olan bağlılıklarına karşın, dini açıdan az veya çok da olsa bir sarsıntı geçirenler, kendilerini önceki toplamlardan özel bir şekilde ayıran ve ‘onlardan daha iyi hidayete getiren7 yeni bir din istiyorlardı. Ehl-i Kitabın ‘Mesih7 inancı Mekkelileri etkilediği ve bu yüzden onların önceki dinleri benimsemekten ziyade, yeni bir dini tercih etmiş olabilecekleri kuvvetle muhtemeldir . Çünkü Arap toplumunun bu iki dinin tabiatına uymayan kendine Özgü bir karakteri vardı ve bu karakter, en azından Arap toplumunun tabiatına tamamen uygun olduğu söylenebilecek yeni dini kabul etmenin yolunu açmıştır . Onlar böylece, önceki iki ümmetten ‘daha iyi ve daha doğru yolda olmayı7 ümit ediyorlardı143.

Bazı Mekkelilerin, Yahudi- Hıristiyan modelinde yeni bir din arayışı veya beklentisi içinde oldukları Kur’an- ı Kerim7İn ifadesinden çok net bir şekilde anlaşılmaktadır: “Müşrikler hep derlerdi ki: ‘ Bizim de elimizde önceki kavimlere verilen kitap gibi bir kitap bulunsaydı, biz de Allah’ın gönlü temiz, saf kullarından olurduk? Şimdi ise kendilerine gelen kitabı inkâr ettiler, fakat yakında anlayacaklar?’144 Bu durum kısmen Yahudi ve Hıristiyan fikirlerinin Arap toplumuna sızmasının bir sonucudur ve yine bu durum o zamanın daha aydın kişileri arasında ve belki de gruplar arasına dini bir hararetin varlığını gösterir145.

Ayrıca müşrik Arapların sık sık Kur’an’ı ‘Önceki toplumların masallarını anlatıyor7 diye suçlaması, birçok Arabm Yahudi- Hıristiyan geleneğini bildiğinin açık bir delilidir146. Bununla beraber müşrik Arapların, “Eğer O gerçekten peygamber ise, önceki toplamlara gönderilen peygamberlerin yaptığı gibi, onun da bize somut bir mucize göstermesi gerekir” şeklindeki sözleri onların Ehl- i Kitap vasıtasıyla geçmiş peygamberlere dair bilgilerden de haberdar olduklarına işaret eder147 148. Aynı meyanda bir diğer ayet de Kasas suresinde geçmektedir: “Bununla birlikte, kendilerine tarafımızdan hak peygamber gelince, ‘Ona verilen (bu Kur’an), Musa’ya verilen (Tevrat) gibi toptan verilseydi ya!’ derler. Peki onlar Musa’ya verilen kitabı inkar etmemişler miydi? ‘Bunlar (Tevrat ve Kur’an) birbirlerini destekleyen iki sihir ve tılsım kitabı! ’ deyip, ‘Biz aslında bunların hiçbirine inanmıyoruz.’ dememişler miydi?”149

Bütün bu ayet ve rivayetlerden, Ehl- i Kitaptan kimselerin, Hz. Peygamber’in yaşadığı toplum içerisinde yer aldıkları, toplum tarafından kabullenildikleri ve zaman zaman örnek olarak görüldükleri, yine Arap toplumu üzerinde etkili oldukları sonucu çıkmaktadır150.

1. 2. 2.1. YAHÜDÎLER

İslam’ın ortaya çıktığı dönemde Arap yarımadasının dört köşesinde Yahudileri görmekteyiz151. Onların Arap yarımadasına girmesi, göçler ve ticaret yoluyla olmuştur152.

Onların, Araplar ile, epeyce sık ve sistemli diyebileceğimiz uzun zaman süren temasları olmuştur. Örnek olarak, Mekkeliler, (Kur’ an’ da belirtildiği gibi) kendilerine ve atalarına öldükten sonra dirilme hakkında birçok şeyler anlatıldığını söyleyebiliyorlardı153 ki, bu ifadeleri Nemi suresinde görmek mümkündür:

“Üstelik onlara, ahiretin varlığı hakkında sürekli bilgi de gelmektedir. Fakat onlar, bu konuda yine de şüphe içindedirler. Daha doğrusu, (hakikatlere karşı) kördürler. Diyorlar ki: ‘Biz ve atalarımız, Ölüp toprak haline geldikten sona tekrar mı dirileceğiz? Bize yapılan bu tehditler atalarımıza da yapılmıştı. 195

Bunlar eskilerin masallarından başka birşey değildir? ”

Yine bu yüzdendir ki Kur’an, Hz. Musa’nın Kitabının, Mekkelilere ne kendilerinin ne de atalarının bilmedikleri şeyleri öğrettiğini hatırlatabiliyordu154.

Hamidullah, Mekke’de hemen hemen hiç Yahudi bulunmadığım söylemektedir. Fakat bu bölgede her yıl düzenlenen fuarlarda, özellikle Ukaz’da, Yahudilerin sadece ticari alışverişler yoluyla değil, kaybolan ve saklanmış şeylerin nerede olduklarım keşfeden insanlar olarak da bolca paralar kazandıklarını, aynı zamanda ‘Ehl-i Kitab’ bir ulus olarak ümmi Arapların gözünde nüfuz ve itibar sahibi olduklarını ifade eder155. Bununla beraber kaynaklarda Mekke’de yaşayan Yahudilere dair az da olsa rivayetler bulunmaktadır.

îbn İshak, Kureyşlilerin Kabe’nin temelinde ya da başka bir makamında Süryanice bir yazı bulduklarını, yazıyı okuyamadıkları için ne olduğunu bilemediklerini, bunun üzerine bir Yahudi’nin yazıyı okuyup onlara anlattğmı bildirir156.

Edine/ Ezine adlı bir Yahudi Abdulmuttalib’in koruması altında Mekke çarşılarında ticaret yapmaktaydı. Abdulmuttalib’in nadimi konumunda olan Harb b. Ümeyye ise bu yahudiden hoşnut olmadı ve onu öldürttü157.

Mekke’yi mesken edinmiş Yahudİlerİn varlığına dair kaynaklarda tatmin edici rivayetlerin olmaması, Mekke’de İsrailli hiç kimse bulunmadığı anlamına gelmez. Hatta onların var olduğuna işaret eden ayetler de vardır158:

“Şüphesiz ki bu Kur’an, alemleri Rabbi olan Allah tarafından indirilmiştir. Onu Güvenilir Ruh (Cibril- i Emin) indirdi. Tam da senin kalbine. Böylelikle sen de (diğer peygamberler gibi) uyarıcılardan biri olasın. Hem de açık bir Arapça ile. Bu Kur’an özü itibariyle öncekilerin kitaplarında da mevcuttur. İsrailoğullan bilginlerinin bu hususu bilmeleri, küfürde direnenler için (Kur’an’ın vahiy eseri olduğuna dair) bir delil değil midir?”159

“Peki ya bu Kur’an Allah katından gönderilmişse, siz de böyle bir kitabı inkar ediyorsanız, üstelik İsrailoğullanndan bu şekilde vahiy ve peygamber geldiğine tanıklık eden birisi ona inanmışsa ve siz buna rağmen hala kibirlenip böbürlenerek onu inkar ediyorsanız söyleyin, sizin haliniz ne olacak, hiç düşündünüz mü? Unutmayın ki Allah, zalimleri (zulüm yolunu tercih ettikleri sürece) asla doğru yola iletmez.”160

Mekkelilerin, Yahudilerle ilişkileri söz konusu olduğunda ise, Medine’de mevcut bakımdan çok sayıda bulunan Yahudilerin çeşitli maksatlarla Mekke’ye geldikleri ve halkla ilişkiler kurduklarını tahmin etmek zor değildir. Çünkü aynı bölgede yaşayan iki şehir halkının birbiri ile görüşmemesi ve ilişki kurmaması mümkün değildir161.

Mekkelilerin bu münasebetlerine dair bir rivayet kaynaklarda şu şekilde yer almaktadır: Hz. Peygamber, eski kavimlerin başına gelenlerle alakalı kıssaları zaman zaman Kureyşlilere anlatıyordu. Nadr b. El- Haris adlı bir kimse İse, Hz. Peygamberim bu anlattığı kıssaların daha güzellerini kendisinin bildiğini söyleyerek Mekkelilerin dikkatini çekmeye çalışıyor ve Hz. Peygamber’i engellemeye çalışıyordu162 163. Bazen de Kureyşlileri Hz. Peygamber’e geçmiş ümmetler, yaratılış..vs konularda sorular sormaya teşvik ediyor, Hz. Peygamber’i, bilemeyeceğini düşündüğü sorularla küçük düşürmeye çalışıyordu . Nadr, beraberinde Ukbe b. Ebi Muayt olmak üzere Mekkeli müşrikler tarafından Medine’ye, Yahudi âlimlerin yanma gönderilmişlerdi. Müşrikler, bu iki kişi aracılığıyla Yahudi âlimlere Hz. Peygamber’i sorup, bilgi almaya çalıştılar. Yahudiler, onlara, Hz. Peygamber’i test etmek için, O’na bazı sorular sormalarını söylediler ve onlara geçmiş milletlere dair bir takım kıssalar anlattılar. Nadr ve Ukbe geri döndüklerinde, Yahudilerden öğrendikleri işte bu kıssalarla Hz. Peygamber’i denemeye kalktılar164.

Mekke halkı Hz. Peygamber’e rulı’un mahiyeti hakkında da sorular soruyorlardı165. Bu soruyu sormalarını ise onlara Yahudiler söylemişti çünkü onlar, Yahudilere müracaat edip 'Bize bir şey verin de şu adama soralım’ demişlerdi. Bunun üzerine onlar Hz. Peygamber’e gelip ruhu sormuşlar ve “Ey Peygamber! Sana ruhun mahiyeti hakkında soruyorlar. De ki: 'Ruh, Rabbimin bileceği bir iştir. Size bu konuda çok az bilgi verilmiştir’ ” ayeti166 nazil olmuştu167.

Kur’an- ı Kerim’de de geçtiği üzere Yahudilere, onlar için kutsal kabul edilen Tuva vadisine vardıklarında ayakkabılarını çıkarmaları emredilmiştir . Yahudiler zaman zaman, kutsal kabul ettikleri bir mekân olan Kâbe’yi de ziyarete geliyorlardı ve hürmetlerinden ötürü Kâbe’ye yaklaştıklarında Tuva da emredildikten gibi ayakkabılarını çıkarmayı gerekli görüyorlardı168 169. Bu rivayet de onların Mekke’de görüldüklerine dair bir işarettir.

Abdulmuttalib, Allah kendisine on tane oğul verdiği takdirde onlardan birini kurban edeceğine dair yemin etmişti. Bu dileği kabul olan Abdulmuttalib, oğullarından Abdullah’ı kurban etmeye karar verdi fakat kabilesinden kimseler ona engel oldular. Medine’de bulunan Yahudi bir kâhine gitmesini, durumu ona anlatmasını ve o bu durumda ne yapılması gerektiğini söylerse onu uygulamasını söylediler. Medine’ye gittiler fakat kadının Hayber’de olduğunu öğrendiler. Nihayet kadını buldular ve meseleyi bu kadın sayesinde çözdüler .

Hayberli Yahudilerle Mekkelilerin sıkı ekonomik bağlan onların arasında evlilik bağlannın da oluşmasına sebep olmuştu. Hz. Peygamber’in büyük dedesi Haşim ve kardeşi Muttalib’in böyle evlilikler yaptıktan bilinmektedir170. Yahudi bir kadınla evlenmiş olan Haşim’in, o kadından Seyfİ ve Ebu Seyri adında iki çocuğu dünyaya gelmişti. Haşim, Yahudi bir kadından çocuğu olan tek Kureyşli de değildir ki îbn Habib, ‘Yahudi kimseden doğan çocuklar’ başlığı altında buna dair isimleri tek tek zikretmiştir171.

Yahudi yerleşim yerlerine diğerlerine nazaran daha uzak bir yerde meskûn olan Kureyşlilerin onlardan kız alabilmeleri, doğal olarak Yahudilerle yan yana ve hatta iç içe yaşayan Arapların Yahudilerle kolaylıkla evlenebildikleri anlamına gelir. Bu evliliklerin, îsraİloğullanna, Babil’e, Mısır’a, Yunan ve Roma’ya, Eski İran’a... dair anlatılan pek çok efsanenin, büyü, uğursuzluk gibi batıl inançların, çeşitli tedavi tekniklerinin ve bunların dışında hayatın birçok yönüne ait kültürün, dilden dile dolaşarak, dolaştıkça değişerek, başkalaşarak, uzayıp kısalarak Araplar arasında da yayılmasına yol açacak bir etkiye sahip olduğunu düşünmek kabul edilebilir birşeydir172 çünkü kültür etkileşiminde, farklı kültürlere mensup ailelerin kurdukları akrabalık bağlan önem arzetmektedir173 174 175.

Mekkelilerİn Yahudilerle temas halinde olduklannın işareti olarak da bir çok ayet sıralanabilir. Şöyle ki Kur’an, Araplarla tartışmaya girerken, onları davet ederken ve eleştirirken birçok defa kitap ehlini -ki Yahudiler de buna dahildir-, semavi kitapları, Musa’nın sahifelerini, İsraillileri ve onlann bilginlerini açıkça şahit olarak göstermektedir.

Allah, îsrailoğullarını anlatan ayetleri müteakip, Yunus suresi 94. ayette şöyle buyurmaktadır: “Ey Peygamber! Bizim sana indirdiğimiz (Musa ve Nuh ile ilgili kıssalara dair verdiğimiz) bir kısım bilgilerden herhangi bir şüphen varsa, senden öncekilere verdiğimiz kitapları okuyanlara sor. Andolsun ki, sana 217

Rabbinden gelen, gerçeğin ta kendisidir.”

Yukarıdaki ayetlerin yanında, “Yoksa ona Musa’ya ve (Rabbine verdiği sözde) vefalı İbrahim’e verilen sahifelerdeki bilgiler de mi ulaşmadı?” şeklindeki ayet de, Kur’an’ı dinleyen Arapların ve onlann eşrafının, Yahudilerİn kitaplarından ve bilgilerinden haberdar oldukları176, bu bilgi kaynaklarına güvendikleri, az ya da çok onlardan etkilendikleri anlamına gelmektedir177.

Her ne kadar Mekke’de Yahudilerİn yaşadığına dair pek rivayete rastlayamasak da Mekkeliler sureta da olsa Yahudiliği biliyorlardı, müşriklerin ve Yahudilerİn inançlarında kimi ortak noktalar bulunuyordu. Hz. İbrahim ve ondan kalan gelenekler bu ortak noktaların başında geliyordu. Belki de bu yüzden olacak,

Kur’an- ı Kerim’in, îsrailoğullanmn hikâyesini en detaylı anlatan suresi olan Taha suresi Mekke’de nazil olmuştur178 179

Derveze, Peygamber’in Risâletten önceki çevresinde, Yahudi dindarlığın geniş alanlara yayılmamış olmasının, Arapların onun etkisinde kalmadığı anlamına 222 gelemeyeceğini, Arapların büyük Ölçüde onlardan etkilendiğini iddia eder .

Cahiliye Arapları içerisinde cenabet halinde gusletmeyi ve hayızlı kimseden uzak durmayı gerekli gören kimseler vardı ve bunlara uymak ya dindar kimselerin ya da Yahudilerin etkisinde kalmış olan muvahhidlerin özelliklerinden sayılmaktaydı180.

Cahiliye döneminde, Arap erkekleri adet zamanındaki kadınla bir odada oturmaz, onunla aynı sofrayı paylaşmaz, yemez içmez ve hatta bu hali geçinceye kadar kadını evden bile çıkarırlardı181 182. Onların bu tutumu ise Yahudilerin bu konudaki tutumlarının aynısıdır.

Cahiliye toplumu üzerinde Yahudi etkisinin bir başka işareti ise, Araplar arasında kabul gören “sükût orucu”dur. Cahiliye Arapları bir gün boyunca hiç konuşmuyor ve bunu ibadet sayıyorlardı .

Muhtemelen Yahudi veya Hıristiyanların adetlerinden etkilenen bazı sahabîler Ramazan geceleri cinsel ilişkinin caiz olmadığını zannediyorlardı183. Bir gün Hz. Ömer, yatsıdan sonra hanımıyla ilişkide bulundu ve hemen pişmanlık duyup Hz. Peygamberin huzuruna geldi, özür beyan etti. Derken orada hazır bulunanlardan birtakım kimseler de yatsıdan sonra aynı şeyi yaptıklarını itiraf ettiler. Bunun üzerine ise Bakara suresi 187. ayet nazil oldu184.

Bütün bunlar göstermektedir ki, Yahudilerin dini, kültürel, sosyal ve ekonomik olarak toplumdaki konumları da Arapların yaşamları üzerinde etkili olmalarım sağlıyordu .

Bununla beraber, Arapların İslam’ın kullandığı dile aşina olduğunu görüyoruz. Hz. Muhammed’in içinden çıktığı Arapların bu aşinalıkları ise, onların, bir taraftan Hz. İsmail ve Hz. İbrahim geleneğinden haberdar olmaları ve her ne kadar doğrudan tevhidi çizgiyi benimsemeseler bile gelenekler çerçevesinde bu iki tevhid öncüsü peygambere saygı duymalarından, diğer yandan hemen yanı başlarında bulunan Medine Yahudileri ile olan ilişkilerinden olsa gerektir .

Yahudilerin Hicaz’da daha doğru bir ifade ile Yesrib ve çevresinde kitleleşmesi ise, Peygamberlikten kısa sayılamayacak bir zaman önce gerçekleşmişti. Bunun delili ise Yahudilerin bu bölgede sosyal, ekonomik, zirai, yerleşim ve güç açısından önemli bir konuma sahip oluşlarıdır.

Kur’an çerçevesi dışına çıktığımızda, Hicaz Araplannm özellikle de Yesrib’dekilerinin Yahudileştiğini belirten bir takım rivayetlerle karşılaşırız. Bunlara göre İsraillilerle Araplar arasında soy ilişkileri meydana gelmişti. Bu nedenle Yahudi lerden dayıları olan Araplar vardı .

Medine’de yaşayan Araplar arasında cari olan bir adet vardı. Çocuğu olmayan Medineliler, eğer Allah kendilerine bir çocuk verirse onu Yahudilerin yanma vereceklerine dair yemin ediyorlardı. Medine’de işte bu geleneğin bir sonucu olarak Yahudileşmiş bazı Arap çocukları bulunuyordu185 186 187.

Ensardan, ölü doğum yapan bir kadın, hamile kalınca kendi kendine, şayet çocuğu yaşarsa onu Yahudi yapacağına dair niyet etti. Sonra bu çocuk doğdu ve kadın da sözünü yerine getirdi. Anlaşıldığı üzere, çocuk Yahudi kabilesi olan Nadiroğullarmdan bir kimseye verilmişti ve daha sonra Nadiroğullan Medine’den çıkarıldıkları zaman bu durumda olan çocukların aileleri çocuklarının Yahudi olan Nadiroğullarıyla beraber gitmesini istemediler ve ‘Biz çocuklarımızı bırakmayız’ dediler. Fakat, Allah ‘Dinde zorlama yoktur...’ şeklindeki ayetini nazil buyurdu ve ailelerin bu konudaki talebi reddedilmiş oldu .

Medine ahalisi, ova üzerinde karmakarışık bir vaziyette yerleşmiş bulunuyordu ve Yahudi yerleşim bölgeleri arasında Arap zümreleri bulunuyor, Yahudiler Arapların arasında yaşıyorlardı .

Hicr, Kinane, Hars b. Ka’b, Kinde kabileleri de Yahudi idiler. Medine tamamıyla Yahudilerin te’siri altında kalmıştı188. Hz. Peygamber Medine’ye hicret ettiği sırada, şehrin hemen hemen yarısı Yahudi idi. İslam’ın az öncesinde ise bu Yahudiler artık Araplaşmış durumdaydılar. İbrani alfabe kullanmalarına rağmen, Arapça konuşuyor, çocuklarına Arapça isimler veriyorlardı189.

Yahudiler, Arap kabileleri arasına, onları muhtelif yollarla ve vesilelerle kendi dinlerine girmeye ikna etmek için yerleşmemişlerdi. Evet, onlar bu işi Hıristiyanların yaptıkları gibi yapmamaktadırlar. Yahudilerin, İslam’ın ortaya çıktığı dönemlerde, o bölgedeki varlıkları, ekonomik alanlarla, ulaşım yollarıyla, kara ve deniz ticaretiyle sınırlı kalmaktadır. Onların bilgileri ise, ticaret, riba, ziraat ve bazı sanayi alanları gibi üzerinde ihtisas sahibi oldukları konulardan ibaretti. Bu ise, Yahudilerin, kabileler arasında, emir ve krallar nezdinde nüfuz sahibi olmalarım sağlamıştır . Onlar, siyasal ilişkilerinin çerçevesini genişletmiş olan Arapların sosyal asabiyetine uygun hareket etmeyi de başarmış, Medine’nin dışına da taşmış bulunuyorlardı ?3 8

Bununla birlikte, Yahudilerin Arapların arasına yerleşmelerinin amacı her ne kadar kendi dinlerini yaymak olmasa da, beraber yaşamanın ve kültürel iletişimin doğal bir getirisi olarak, Yahudilerin dini konularda da Arapları etki alma aldıkları anlaşılmaktadır. Ne de olsa Ehl- i Kitap, Arapların gözünde kendilerine göre daha bilgili kimselerdi .

Yahudilerin, hoşlanmadıkları herhangi bir şeyle karşılaştıkları zaman Arapları, kendi içlerinden çıkacağını umdukları peygamberle korkuttukları, Ad ve İram kavimleri gibi ettikleri de helak olacaklarını söyleyerek onları tehdit ettikleri de bize gelen haberlerdendir190 191 192 193 194.

Yahudilerin Araplarla dini konulardaki münasebeti doğal olarak bununla da sınırlı kalmıyordu. Araplar, Yahudilerle, onların bazı dini hükümleri konusunda konuşuyor, onlarla irtibat kuruyorlardı. Mesela, zina durumunda recm, hayız durumunda kadınlardan uzaklaşma gibi... Bununla beraber namaza dumanla çağrı yapmaları, aşure orucu ve bayramı, namaz ve vakitleri gibi konular Arapların 241 merakını celbediyordu .

Mekke ve Medine’de yaşayan bazı kimseler Yahudilere geliyor, onlara, Resul ve Peygamberlerin İşleri, Tarihleri ve merak ettikleri bazı hükümler hakkında sorular soruyorlardı195.

Mekkeli Araplar, komşu toplumlann sözlü geleneklerini öğrenme konusunda istekliydiler ve Fazlurrahman, onların İncil’e dair birçok bilgiyi, bu merakın bir sonucu olarak, özellikle Yahudilerden öğrendiklerini ve Incil’i gayet iyi bildiklerini ifade etmektedir196.

Yahudiler, Arabistan yarımadasında yerleştikleri bölgelere yeniden diriliş, sevap ve ikab konularında Tevrat’ın verdiği bilgileri de yaymışlardı. Bu fikirlerin yayılışının Hicaz putperestliğine faydası olmuş, hatta Medine halkı İslam’ı kabul etmede diğer Araplardan daha süratli davranışlardır197.

Arapların Yahudilerle alakalı olarak meraklarını celbeden ve onlarla irtibata geçmelerine sebep olan bir başka sebep de Medine Yahudilerinin kehanete olan merakları ve bu konudaki meşguliyetleriydi. Medine Yahudileri, sihir ve sihirden korunma konusundaki marifetleriyle, muskalar hakkmdaki bilgileriyle tanınırlardı. Müşrikler bir sihre ihtiyaç duyduklarında ya da muska okutmadan, büyü bozdurmadan halledilemeyecek bir sıkıntıya düştüklerinde onlara müracaat ederlerdi198.

Araplar, Yahudilere büyü ve muska yaptırmak için gelirlerdi. Rivayetler arasında geçmektedir ki “Ebubekir bir gün Ayşe’nin yanma geldi ve gördü ki Ayşe şikâyetlerini söylüyor ve bir Yahudi ona muska yapıyor. Bunun üzerine Ebubekir 'Allah’ın kitabıyla büyü mü yapıyorsunuz! ’ dedi. Yani Tevrat ve İncil Te...”199

Yahudiler ticaret erbabı ve sanatkâr olmalarının yanında, kuvvetli bir kültüre de sahip idiler. Dini merasimlerim ifa, şeriatlerinin ahkâmını ta’lim, Yahudi tarihini şifahi de olsa tedkik ve müzakere için özel yerlere sahiplerdi. Bunlara “Beytü’l-Midras” ismi veriliyordu200. “Midras” ya da “Midraş” olarak da isimlendiriliyordu201.

“Midraş”la kastedilen, Tevrat nasslarmm öğretilmesi, Tevrat şerhleri ve tefsirlerinin talimi, kapalı dini mevzuların izahı, sırların açıklanması gibi meselelerdir202.

Midraşlar, yalnızca İçerisinde ibadet edilen ve dualar okunan yerler değildi. Bu mekanlar, Yahudilerin, boş vakitlerinde toplandıkları, bİrbirleriyle tanıştıktan, işleri konusunda konuştukları, mühim maddi davalar hakkında kararlar aldıkları bir çeşit “daru’n- nedve” lerdi203 204. Yine Yahudilerin, onlara ders veren hahamları ve din adanılan da vardı kİ, onlann Süryanice ve îbranice yazmayı bildikleri rivayet 251 edilmektedir .

Peygamber Medine’ye gelmeden önceki ilk zamanlarda, Yahudilerle Müslümanlar arasında kötü bir ilişki yoktur. Yahudi ileri gelenleri İslam’ın (o zamana kadar) nebiler aracılığıyla insanlara iletilen din olduğunu, Tevhid dini olduğunu, genel olarak kaide ve hükümlerinin kendi dinlerinin kaide ve hükümlerine yakın olduğunu, putlara karşı çıktığım düşündüler. Onlar yalnızca, İsrailoğullarmın, içlerinden birçok peygamber çıktığı için diğer insanlara üstün olduklarını düşünmekteydiler ve kıbleleri Kudüs’tü. Onlar hoşgörü içinde beraberce yaşamaktaydılar ve Ehl-i Kitabın yemeğinden yemek Müslümanlara mübah kılınmıştı205.

Arapların hayatıyla ve gelenekleriyle bu kadar ilişkileri ve ortak yönleri bulunan, ahlakları, alışkanlıkları ve yaşayışları bu olan Yahudilerin, komşuları olan Arapları özellikle Medine halkım, genel olarak da Hicaz alanını küçümsenmeyecek ölçüde etkilemiş olmaları pek tabiidir. Arapların öğrendikleri, tartıştıkları, akıllarında, inançlarında ve alışkanlıklarında geliştirdikleri peygamberler, melekler, şeytanlar, evrenin yaratılışı, nesilleri tükenmiş ulusların ve semavi şeriatlarla ilgili kıssaların haberlerinin pek çoğunu onlardan öğrendikleri şüphesizdir206.

Yahudi kültürü, hem üretici hem de farklı kültürlerin taşıyıcısı olarak, İslam’dan önce Arabistan’da, çeşitli alanlarda, halklar üzerinde etkiliydi. Kur’an’m nazil olduğu dönemlerde ise İslam, Yahudilerin bazı temel inançlarım ve referanslarım tevhid doktrini çerçevesinde sahiplenirken, bu temel inanç ve uygulamalara ters olarak ürettikleri kültüre ters çıkıyordu.207 208

1. 2.2. 2. HIRÎSTİYANLAR

Arap yarımadasında var olan tek İlahî din Yahudilik değildir. Bu bölgeye 755 ulaşan bir başka semavî din daha vardır ki, o da Hıristiyanlıktır .

Kimi göçebe (bedevi) Arap kabileleri İslam’dan ---uzun veya kısa- bir müddet önce Hıristiyanlaşmışlardı. Mesela, Tağlib kabilesinin Hıristiyan olduğunu ve bu durumun bir fıkhî meseleye sebep olduğunu biliyoruz209. Bu konuyla alakalı olarak, Hz. Ömer’in, o bölgeye görevlendirdiği kimseye şöyle emir verdiğini kaynaklarda görebiliyoruz: ‘Sana uğrayanlar Müslüman olursa, yanlarındaki emvalden 40 dirhemde 1 dirhem al. Ehl-i zimmetten olanlardan 20 dirhemden 1 dirhem al, olmayanlardan Öşür (1/ 10) al. Beni Tağlib kabilesinin Hıristiyanlan hakkında şiddet kullanıp kendilerine baskı yap. Bu kabile Arap kabilelerinden olup, Ehl- i Kitap olmaları sebebiyle İslam Dini’ni kabul etmeleri umulur.’210 Araplar ya İslam’ı ya da kılıcı (savaşmayı) tercih etmek durumundaydılar. Cizye İse Arap olmayanlardan kabul ediliyordu. Oysa Tağlib kabilesinden cizye kabul edilmişti ve bu uygulamayı Ömer başlatmıştı .

îyad kabilesinin tamamı, Rabia kabilesinin tümü, Bekr, Tağlib, Abdü Kays kabileleri hep Hıristiyan Arap kabileleriydi. Necran’da bulunan Benü Haris kabilesi,

Gassali’dakilerin tamamı ve Temim kabilesinden olup da Hire’de yaşayanlar da Hıristiyandılar211. Yine Kudaa, Eyle, Dumetu’l- Cendel, Tayy kabilelerinin yaşadığı bölgeler de Hıristiyan merkezleriydi212.

Hıristiyanlığın Arap Yarımadası’nda yayılması, misyonerlik amacı güden bazı zahid ve rahiplerin o bölgeye gelip yerleşmesiyle, ticaret yoluyla, dışarıdan gelen eğitim ve kültür sahibi beyaz köleler aracılığıyla olmuştur213. Hicazhlarm, yolculuklarında ve kervanların uğrak yeri olarak sabah- akşam kendileriyle ilişki içinde bulunduğu, bir kardeş gibi kaynaştığı, ulusal dilleriyle kendileriyle anlaşabilen binlerce Hıriştiyanlaşan Arabm varlığım da unutmamalıyız214.

Konstantiniyye, Arapların Hıristiyanlığı benimsemeleri için çalışmalarda bulunuyor, önde gelen Arap kabilelerini, onları kiliselere davet etmek, aralarına onlarla beraber yaşayan misyonerler göndermek, onları ikna etmek, onları sağlığına kavuşturmayı başarabilecek nitelikte doktorlar göndererek onlara yaklaşmak gibi yollarla etki altına almaya çalışıyordu215.

Bu misyoner Hıristiyanların, ilmen birikim sahibi olmaları, tıp ve mantık ilimlerine, ikna kabiliyetlerine sahip olup insanlar üzerinde etkili olmaları, bazı önde gelen Arap kabilelerinin onların dinlerine girmelerine sebep oldu. Ya da o kabilelerin, Hıristiyanların yönetimi altına veya himayesine girmeleriyle sonuçlandı216.

Bunlarla beraber, ticaretle uğraşan Hıristiyan tüccarlar, Yahudi tüccarlar gibi çalışmıyorlardı. Onların ticaretten beklentileri yalnızca maddi gelir elde etmek değildi. Onlar şöyle düşünüyorlardı: Ticaret sayesinde madden kazanç sağlamanın yanında bir ikinci kazanç da ticaretle beraber misyonerliktir; böylesi, hem dünya hem ahiret kazancıdır... Bu düşünce ve amaçla hareket eden Hıristiyanlar için ticaret, gittikleri yerde dinlerini yaymak için bir fırsattı .

Mekke’de, Taifde, Yesrib’de ve Arap yarımadası içerisindeki diğer yerleşim merkezlerinde Hıristiyan köleler bulunmaktaydı. Onlar okuma- yazma biliyor, Tevrat ve Incil’i insanlara tefsir ediyor, onlara Hıristiyan kaynaklarından kıssalar anlatıyor, Hıristiyanlıktan bahsediyorlardı. Onlar, bazı Arapları Hıristiyan olmaya ikna etmiş, bazı Arapları etki altında bırakmış, bazılarını ise putlara tapınmaktan uzaklaştırmıştı .

Hicaz ve çevresinde yaşayan Hıristiyanlık, diğer bölgelerdeki Hıristiyanlığa nazaran daha az tahrifata uğramış bir Hıristiyanlıktı. Hz. Peygamber’in yaşadığı dönemde, Hicaz çevresindeki Hıristiyanların büyük bir kısmı Nasturî mezhebine mensup idiler ve Nesturiler, özellikle tevhid inancı noktasında îslami inanca en yakın olan Hıristiyanlardır ki Hz. İsa’nın beşeri vasfım kabul etmektedirler217.

Hitti, Nesturilerin Araplara tesir etmelerine mukabil, Gassaniler ülkesinde yaşayan Monofizit Hıristiyan mezhebi mensuplarının da, Hicaz halkı üzerinde geniş surette tesir ika etmiş olduklarını söylemektedir. İslam’dan evvel dört asır boyunca bu Süryanileşmiş Araplar, sadece Suriye’yi değil, aynı zamanda Bizans’ı da Arap dünyasıyla temas haline getirebiliyordu. Davud, Süleyman, İsa gibi peygamber isimleri, İslam öncesi Arapları arasında yaygın vaziyetteydi .

Birçok İslam öncesi Arap şairinin o sırada Hıristiyanlıkla ilgili revaçtaki bazı fikir ve düşüncelere, keza Hıristiyanlara has bazı terimlere ünsiyet ve yatkınlık duydukları bilinmektedir. Mühim bir yekûn tutan Arami dilinde kelime, eski 760

Arapçaya girmiş vaziyetteydi

Mekke’deki Hıristiyanlara gelince, bunlar az sayıda değillerdi. Onlardan bazıları, bolluk içinde ve servet sahibiydi. İyilik ve hayır yolunda malını dağıtma olanağına sahipti. Aralarında şahsiyet ve manevi güç sahibi insanlar vardı. Bu nedenle Peygamber’e uymalarından dolayı müşrik liderlerin kendilerine yapacağı şeyleri düşünmüyor ve onlara aldırmıyorlardı. Onlardan bazıları da sınıfsal yönden liderlere, tüccarlara ve kendilerine sahip olanlara hizmet eden hizmetçiler ve köleler smıfmdaydılar218.

Kureyş kabilesi içerisinde de Hıristiyanlığı seçenler vardı. Şeybe b. Rabia b. Abdişşems, Osman b. Huveyris ve amcaoğlu Lehha, Varaka b. Nevfel b. Esed gibi sınırlı sayıda Kureyşlinin Hıristiyanlığı seçtikleri kaynaklarda belirtilmiştir219 220. Bu kişiler dışında isimleri kaydedilmemiş, Kureyş’e mensup birçok Hıristiyanın olma 779 ihtimalinin bulunduğu da ifade edilmiştir .

Hıristiyanlık Arabistan’a o derece nüfuz etmişti ki Mekke’de yaşayan Varaka b. Nevfel gibi zevat Kitab-ı Mukaddes’i îbranice aslından mütalaa ediyorlardı. Bundan başka Araplar içinde Suriye’de tahsil görenler vardı221.

Hz. Peygamber döneminde Müslüman olup da daha sonra Hıristiyanlığı seçen kimselerin var olduğuna dair de kayıtlar vardır. Buna Örnek olarak Ubeydullah b. Cahş zikredilmelidir çünkü o önce Müslüman olmayı seçmiş ve Müslümanlarla beraber Habeşistan’a hicret etmiş daha sonra ise orada Hıristiyanlığı kendine din edinmiştir . Diğer bir örnek ise Benü Cumah kabilesinden olan Umeyye isimli kimsedir ki O da Hz. Peygamber zamanında Müslüman olmuş daha sonra Rum ülkesine gitmiş ve orada Hıristiyanlığı seçmiştir .

İslam’ın beşiği olan Mekke’de, daha başlangıçta, Hz. Peygamberim Hıristiyanlarla münasebeti dostane hudutlar içerisinde başlamıştı. Henüz Risâletinden üç yıl gibi kısa bir zaman sonra, Bizans’ın İran’a mağlubiyeti, Mekke’deki Müslümanları üzmüştü. Çünkü Ehl- i Kitap Bizans, Mecusi İran’a mağlub olmamalıydı. Nitekim Allah da Kitap Ehli olan Rumların galip geleceğini Rum Suresi 1- 5. ayetleriyle222 müjdelemiş ve Müslümanları teselli etmişti223.

Mekke’de yaşayan ve öğretme nitelikleriyle bilinen Hıristiyan bir takım bireylerin, Arap takımını etkisi altına alabilecek yeterlilikte olduğu, hatta bizzat Hz. Peygamberim Mekke’de yaşayan bu Hıristiyan kimse(ler)den bilgi edindiği ve etkilendiğinin müşrikler tarafından iddia edildiği unutulmamalıdır ki Nahl suresi 103.224 ve Furkan suresi 4.225 ayetler bu iddiaları ve bu iddialara yönelik cevaplan İçermektedir226.

Safran b. Ümeyye’nin mevlası Enastas, hiçbir kabileye mensup olmayan Manas ve Mina, Suheyb b. Sinan’ın kölesi Yuhanna, Hz. Peygamberim uzun ömür

vermesiiçin Allah’a dua ettiği Nesturi Rumi ve oğlu Ca’fer ise Mekke’de yaşayan yabancı Hıristiyanlardan bir kaçıdır227 228 229.

Mekke’deki Hıristiyan varlığına işaret etmesi hasebiyle, bölgedeki Nasara ”7 OT mezarlığı da zikredilmelidir .

Hıristiyanlar, misyonerlik gayesiyle Ukaz ve Zülmecaz pazarlarına sık sık gelirlerdi. Doktor ve eczacı sıfatıyla gelen ruhbanlar vardı. Ayrıca Şam’dan gelen Nebatiler, buğday, yağ gibi maddelerin ticaretini yapıyorlardı ve Hıristiyan idiler. Mekkeli bazı kimseler, onların dinini öğrenip etkileniyorlardı . Ayrıca zaman zaman buraya uğrayan Hıristiyan rahiplere de rastlanmaktaydı.230

Bunlardan çoğunun Hac mevsimlerine ve panayırlarına da katıldıklarım, üstelik onlardan bazılarının misyonerlik yaparak hitabelerde bulunduğunu, bu ilişkilerin ve kabilesel geleneklerin, Arapların Hıristiyan olanlarını babalar ve atalar bağı ile bir araya getirdiğini, onları sağlam bir biçimde kaynaştırdığım böylece maddi ve manevi bağlarım ortaya çıkarıp, varlıklarını sürdürdüğünü göz ardı etmemeliyiz. Hıristiyan olmayan pek çok Arabm, özellikle Hicazlı olanlarının, Hıristiyan Araplarla akrabalık bağlan kurduklarını, böylece bu maddi- manevi bağlarının ve dış görünüşlerinin gittikçe güç ve kuvvet kazandığım unutmamalıyız231.

Kureyşlilerin Hırİstiyanlaria akrabalık bağlan kurduklarına dair bir diğer delil ise, onların Hıristiyanlardan doğma çocuklandır ki îbn. Habib bu çocukların bir listesini bize vermektedir232.

Kureyş ve diğer putperest kabilelerin Hıristiyanlara gayet hoşgörülü davrandıkları açıktır. Hıristiyanlar, bazen İbrahim mabedini ziyarete gelirlerdi ve Araplar tarafından diğer hacılar gibi ağırlamrlardı. Bir Hıristiyanm, Kâbe içinde Meryem ve İsa portrelerini boyamasına izin verilmiş, teşvik dahi edilmişti. Bu Hıristiyanm yaptığı resim her ne kadar diğer resimlerden farklıysa da, bu durum Araplar için hiç de önemli değildi. Çünkü bu, sadece putlarına iki yeni putun eklenmesinden ibaretti .

Hıristiyanlığın yayıldığı alan, özellikle Peygamber çevresinde dar bir alanda kalıyorsa da, bu, onun etkisinin zayıf olduğunu göstermemektedir . Yukarıda ifade ettiğimiz tüm bu ilişkilerin, Hicazlı Araplara, onları tanımaları, onlardan haberdar olmaları, bir takım şeyleri öğrenmeleri ve etkilenmeleri için pek çok yeterli imkân 720

sağladığım unutmamalıyız.

Arapların, Yahudiler kanalıyla olduğu gibi, Hıristiyanlar yoluyla da Tevrat ve încil’in kıssalarım, Mesih’in mucizelerini, Hıristiyanlık ve ilk Havarilerin tarihinden çok şeyi öğrendiklerinde kuşku yoktur. Bu bilgilerin, onları dini ve fikri bilgileri ve kültürleri üzerindeki etkisi büyüktü.233

Özellikle Allah düşüncesinde; Allah’ın oğullar ve kızlar edinmesi, melekler ve onların Allah’ın kızları olarak sayılması gibi düşüncelerin onlardan etkilenerek geliştiği söylenebilir .

Mekkî ayetlerde; Hicaz Araplarımn, özellikle de Mekke Araplarınm Hıristiyanlığa, onun inançlarına, kıssalarına, Mesih’in doğuşu, peygamberliği ve soyu ile ilgili problemlerine, bunlarla ilgili görüşlere ve mezheplere ilgi duyduklarını gösteren deliller vardır. Bunların hepsinin, onların psikolojik yapıları, kültürleri, düşünceleri ve inançları üzerinde bir tepkiye neden olması tabiidir. Buna ilave olarak Ehl-i Kitabın şahit olarak gösterilmesi konusundaki ayetler de delil olarak sayılabilir çünkü bu ayetler Yahudileri kapsadığı gibi Hıristiyanlan da kapsar. Bu ayetleri dinleme durumunda olan Araplar, Yahudilere olduğu gibi Hıristiyanlara ve onların bilgilerine de güveniyorlardı. Bu da tabii olarak onlardan etkilendiklerini gösterir .

İsa’nın ulûhiyeti ya da Allah’ın oğlu oluşunu reddetme hususunda Yahya’nın ve İsa’nın doğuşu kıssalarından bahseden; Bizans Hıristiyanlarının mağlup oluşunu ve daha sonra onların üstün gelecekleri haberini veren; tali olarak da, İsa’nın ve Risâletinin gerçekliği hakkındaki tartışmayla ilgili ayetlerden yola çıkarak, Mekke’de var olduklarının İfade edildiği Ehl-i Kitap’tan çoğunun Hıristiyan olduğundan söz edilebilir.234 Bu meyanda aşağıdaki ayetleri zikretmek mümkündür:

“Bazıları da, Allah’ın Kendine bir oğul edindiğini iddia etmektedirler. Haşa! O, yücelerden yücedir, O’nun asla böyle bir şeye ihtiyacı yoktur. İhtiyacı olmak bir yana, göklerde ve yerde ne varsa zaten hepsi O’nundur. Sizin bu iddianızı belgeleyecek hiçbir deliliniz yoktur. Buna rağmen siz, nasıl oluyor da Allah hakkında cahilce şeyler uydurabiliyorsunuz?”235

“Rumlar yenildiler. Size yakın bir bölgede. Fakat bilin ki, bu yenilgiden sonra galip geleceklerdir. (Merak etmeyin) bu, birkaç yıl içinde olacaktır. Eninde sonunda Allah’ın dediği olur/ koyduğu yasalara göre, hak edeni galip getirir, hak edeni de mağlup ettirir. O gün de mü’minler sevineceklerdir.”236

Ehl-i Kitap’tan ve yabancı Hıristiyanlardan çok sayıda kimsenin Mekke’de var olduğunun ifade edilmesi, onların büyük bir kitle oluşturacak rakamlara ulaştığı, geniş bir etkilerinin bulunduğu, İsraillilerin Medine’deki konumuna benzer bir konuma geldikleri anlamına gelmez. Ayrıca sayılarının birkaç yüzü geçmeyecek kadar az olması, ayrı ayrı ülkelerden, milletlerden kopup gelmeleri, durumları, göç etme şartları ve bazılarının yeni gelmiş olmaları onların büyük, etkili bir kitle oluşturmalarını engellemiştir. Bu yaklaşımı destekleyecek bir nokta da onlarla herhangi bir çatışma ve tartışmaya girildiğim gösteren hiçbir belgenin mevcut olmamasıdır. Mekkî Kur’an’da onların hilelerini, aldatmalarını, çeşitli alanlardaki çalışmalarını gösteren bir şey yoktur. Hâlbuki Medeni Kur’an, tüm bu konularda Yahudilerden söz eden uzun uzadıya bölümler ihtiva etmektedir237.

Medine’de Hıristiyanların varlığı konusunda, Cevat Ali, kaynaklarda, bir bilgi bulunmadığını söylerken238 239, Yahudilerin yanı sıra, hatırı sayılır oranda Hıristiyamn da Medine’de yaşadığına dair ifadelere de rastlamaktayız .

Derveze’ye göre de Medine’de yaşayan bir grup Hıristiyan vardır çünkü Medine devrinin ilk dönemlerinde inen ayetlerde Hıristiyanların sözlerinin, görüşlerinin, tavırlarının ve inançlarının gündeme getirilmiş olması, peygamberin çağrısının henüz aşılanıp yerleşmediği bir dönemde bunların gündeme almışı, sayılan ve çokluklanndan sarfı nazar edilerek Medine’de Hıristiyan bir grubun ikamet edip yerleştiğini düşündürmektedir.240

Hz. Peygamberin, Medine’de ve çeşitli zamanlarda, Hıristiyanlardan değişik gruplarla karşılaştığını, onları İslam’a davet ettiğini ve onların Hz. Peygamber’e tavnnı ayetlerden görmekteyiz241. Söz konusu ayetler ise şu şekildedir:

“Ey Peygamber! Dikkat edersen, bütün insanlar içinde mü’minlere en çok düşmanlık edenlerin Yahudiler ve müşrikler olduğunu göreceksin. ‘Biz Hıristiyanız’ diyenlerin de inananlara karşı sevgi bakımından daha yakm olduklarını göreceksin. Çünkü onların arasında bir kısım keşişler ve rahipler vardır ki, onlar hakikati kabullenir, kibir ve gurura kapılmazlar. O keşiş ve rahiplerin, Allah’ın elçisine indirilen Kur’an ayetlerini işitip onun hak bir kitap olduğunu öğrenmeleri üzerine gözlerinden yaşlar aktığını görürsün. Onlar hep şöyle dua ederler: ‘Ey Rabbimiz! Biz inandık iman ettik, bizi hak ve hakikate

tanıklık edenlerle beraber eyle!’. ‘Hem sonra biz, Rabbimizin bizi iyi insanlarla birlikte cennete koymasını arzulayıp dururken, niçin Allah’a ve bize gelen hak kitaba inanmayalım ki?!’ ”242

Bu ayetlerde belirtildiğine göre, keşiş ve ruhbanları bulunan Hıristiyanların, Kur’an’ı duyduklarında gözleri yaşarıyor. Orada, bildikleri hakikati, gerçeği görüyor ve ona iman ettiklerini açıklıyorlardı243.

Bazı bölgelerden Hıristiyan elçilerin Medine’ye geldiğini, peygamberle ilişki kurduklarını244, yine Hz. Peygamber’le anlaşıp Medine’ye yerleşenlerin bulunduğunu245 kaynaklarda görmekteyiz.

Medine’deki Evs kabilesine mensup Ebu Amir adlı bir kimseden de bahsedilmektedir ki o, Önce Hıristiyan dinine girmiş sonra ise rahip durumuna yükselmişti. İslama düşman kesilen Ebu Amir, Medine’yi terketmiş ve Mekkeliler safında yanında elli kadar avanesİ olduğu halde Uhud savaşma çıkagelmişti .

İKİNCİ BÖLÜM

HZ. PEYGAMBERİN EHL- İ KİTAP VE ONLARIN KUTSAL METİNLERİYLE İLİŞKİSİ

2.1. HZ. PEYGAMBERİN EHL» İ KİTAPLA İLİŞKİLERİ

Hz. Peygamber’in, içinde yaşadığı toplumun birer ferdi olan Ehl- İ Kitaptan bazı kimselerle münasebet kurduğuyla alakalı bir takım işaretler bulunmaktadır. Bu işaretlerden en dikkat çekici olanı Kur’an- ı Kerim’de böyle bir görüşmenin ve bunun sonucunda karşılaşılan durumun zikredilmiş olmasıdır. Söz konusu ayetler şunlardır:

“Biz müşriklerin, ‘Bu Kur’an’ı Muhammcd’e bir insan öğretiyor’ dediklerini elbette biliyoruz. Kastettikleri kişinin dili yabancı/ Arapların anlamadığı bir dildir. Bu Kur’an’ın dili ise fasih bir Arapçadır.”246.

“Küfürde direnenler: ‘Bu Kur’an, Muhammed’in uydurup da Allah’a isnad ettiği sözlerden başka bir şey değildir, başkaları da ona yardım etmektedir’ diyorlar. Hiç şüphe yok ki, asıl haksızlık eden ve iftira atan onlardır.”247

Bu ayetlerden, Hz. Peygamber’le yabancı biri veya bilileri ile ilişkisinin olduğunu söylemek mümkündür248. Anlaşılan o ki, ayetlerde reddedilen, Hz. Peygamber’in söz konusu kimselerle görüşmüş olduğu değildir. Allah, Kur’an- ı Kerim’i, söz konusu kimselerden edindiği bilgiler sonucunda Hz. Peygamber’in oluşturduğu ve dolayısıyla Kur’an- ı Kerim’in vahiy eseri olmadığı yönündeki müşrik iddialarını reddetmiştir.

Hz. Peygamber’in Ehl- i Kitaptan bazı kimselerle görüştüğüne dair kaynaklarda da bazı bilgilere rastlıyoruz:

Bu kaynaklara göre, Hz. Peygamber, Beni Hadramiler’in Hıristiyan bir kölesi olan Cebr İle görüşüyordu. Bu görüşmeler sebebiyle müşrikler, ‘Hz. Peygamber’in Allah’tan herhangi bir vahiy almadığı, söylediği şeyleri ise Cebr’den öğrendiği’ şeklinde ifîrada bulundular249. Cebr’in, geçmiş kitaplara sahip bir köle olduğu, ayrıca onun dışında Yesar adında bir başka kölenin varlığı da zikredilmiştir. Rivayete göre bu iki köle Tevrat okuyabilen kimselerdi ve Hz. Peygamber onların yanma gider, onlarla otururdu ki Kureyşliler bu münasebet sebebiyle birtakım asılsız sözler ortaya atmışlardı250.

Nahl Suresi 103. ayetin tefsirinde Taberî, söz konusu ayetin şu sebeple nazil olduğunu açıklar: Bel’am adında dili A’cemi bir kimse vardı ve müşrikler Hz. Peygamber’i, Bel’am’ın yanma girip çıkarken görüyorlardı. Bunun üzerine “Bunları O’na Bel’am öğretiyor” dediler ve Allah ayetiyle ‘O’nun dilinin Acemce fakat Kur’an’m apaçık bir Arapça’ olduğunu zikretti .

Yukarıdaki ayetle alakalı olarak bir diğer rivayette ise, müşrikler tarafından, Hz. Peygamber’i öğrettiği iddia edilen bu kimsenin adının Yaiş olduğu ifade edilmiştir. Yaiş ise Beni Hadramilere ait, geçmiş kitapları okuyabilen bir köleydi .

Hz. Peygamber’in irtibat kurduğu ifade edilen bir diğer kimse ise Addas’tır. Rivayete göre Hz. Peygamber Addas’la Taif den dönerken karşılaşmıştı. Addas Hz. Peygamber’e, yemesi için üzüm ikram etmiş, Hz. Peygamber de besmele çekerek yemeye başlayınca Addas şaşırıp, o bölge insanının böyle bir söz bilmediğini söylemişti. Bunun üzerine Hz. Peygamber Addas’a nereli olduğunu sormuş, o da Ninovalı bir Hıristiyan olduğunu söylemişti. Hz. Peygamber, bunun üzerine Yunus b. Meta’dan söz etmiş ve Addas da onu nereden tanıdığını sormuştu. Hz. Peygamber ise Yunus b. Meta’mn bir peygamber olduğunu ve kendisinin de onun gibi Allah’ın o 1 «ı elçisi olduğunu bildirmişti. Sonra Addas Hz. Peygamber’e tabi olmuştu .

Addas’la alakalı olarak îbn Hacer’in naklettiği bir başka rivayet daha vardır. Şöyle ki, Hz. Peygamber’e Hira’da ilk defa vahiy geldiğinde, Hz. Hatice’nin, Hz. Peygamber’in başına gelen bu olayı Öğrenme amacıyla gittiği ilk kimse Addas’tır251.

Hz. Peygamber’in, uzun ömür vermesi için Allah’a dua ettiği ve Mekke’de ikamet ettiği bilinen Nesturi Rumi ve oğlu Ca’fer isimli kimselerden de bahsedilmektedir ki bu Hz. Peygamber’in bu kimseleri tanıdığına İşaret eder252.

Hz. Peygamber’in, Risâletinden önce ilişki kurmuş olduğu bu kimseler ile daha sonra da münasebetini devam ettirmiş olması ve söz konusu bu kimselerin Hz. Peygamber’e iman edip elçiliğini tasdik etmesi de uzak bir ihmal değildir253.

Yukarıda geçen rivayetlerde zikredilen kimselerin dışında, İslam’ı kabul etmeden evvel Hıristiyan olduğu bilinen köleler de vardır. Bu sahabelerin isimlerini îbn Hişam zikreder. Bu kimseler arasında îranlı olan Selman- ı Farisi’nin254, Bizans’tan satın alındığı bildirilen Süheyb b. Sinan’ın255, soyu itibariyle Habeşistanlı olduğunu adından da anladığımız Bilal b. Rebah el- Habeşi’nin256, Suriye’den getirildiği ve Hz. Hatice tarafından alınıp Hz. Peygamber’e verildiği belirtilen, peygamberlikten sonra Hz. Peygamber’e ilk İman edenlerin arasında yer alan ve onunla baraber kalmayı ailesine tercih eden Zeyd b. Harise’nin257 varlığı da bilinmektedir.

îbn Kuteybe, Suheyb b. Sinan ile alakalı başlığın altında Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu kaydetmiştir: “Ben Arabm öncüsüyüm, Süheyb Rum’un, Selman, Faris’in ve Bilal Habeşe’nin öncüsüdür.”258

Halasının oğlu olması hasebiyle Hz. Peygamber’in irtibat kurduğu kimselerden biri olan Ubeydullah b. Cahş259 da bu konuda zikredilmesi gereken bir isimdir. Çünkü O, İbn Hişam’m naklettiğine göre, kavminin putlara tapınmasına karşı çıkan kimselerden biri olarak, dini arayışlarının sonunda Müslüman olmuş, Habeşistan’a hicret eden Müslümanların arasında yer almış, daha sonra ise Habeşistan’da Hıristiyanlığı benimsemiş, İslam’dan çıkmıştır. Hıristiyan olarak da ölmüştür .

Ubeydullah gibi putlara tapmayı reddeden Varaka da Hz. Peygamber’in irtibat kurduğu bir kimsedir. Rivayetlere göre O, Hz. Hatice’nin amcasının oğludur. Hz. Peygamber’e ilk defa vahiy geldiğinde, Hz. Peygamber korkuya kapılmış ve doğruca eve , Hz. Hatice’nin yanma gelmişti. Hz. Peygamber’in bu halini gören Hz. Hatice, önce O’nu sakinleştirmeye çalışmış sonra ise Varaka’ya götürmüştü. Çünkü Varaka kitap bilgisi olan bir Hıristiyandı. Hz. Peygamber’in başından geçen Varaka, O’nun Allah’ın seçtiği bir peygamber olduğunu anlamış, elinden gelir ve ömrü vefa ederse Hz. Peygamber’e yardım edeceğini söylemişti . Gerek Hz. Hatice’nin yakın bir akrabası olması gerekse Hz. Peygamber’in, başından geçen bu özel olayı anlatmaktan çekinmemiş olması Varaka ile Hz. Peygamber’in nakledilen görüşme dışında da görüşmüş olabileceği ihtimalini akla getirmektedir.

Peygamberlik sonrası dönemde de Hz. Peygamber’in bazı Hıristiyan ve Yahudilerle görüştüğüne dair nakiller vardır.

Hz. Peygamber Mekke’de, Hac için oraya gelen Evs kabilesine mensup Süved b. Samit’le görüşmüş, onu İslam’a davet etmiştir. Hz. Peygamber’in bu davetine cevaben O, “belki de senin yanındaki şey (Kur’an) benim yanımdakİnin mislidir” demiş, Hz. Peygamber de O’na yanmdakinin ne olduğunu sormuştur. Süveyd yanmdakinin “Mecelletü Lokman (yani Hikmetü Lokman)” olduğunu söyleyince de Hz. Peygamber, onu kendisine arz etmesini istemiştir. Süveyd elindekini okuma işini bitirince Hz. Peygamber, onun güzel bir kelam olduğunu fakat kendi yanında olan Kur’an’m daha faziletli, Allah’tan bir hidayet ve nur olduğunu ifade etmiş ve O’na Kur’an okumuştur. Süveyd de Hz. Peygamber’İn tilaveti üzerine, Kur’an’m da güzel bir kelam olduğunu kabul etmiş ve memleketi Medine’ye dönmüştür. Onun Müslüman olarak Öldüğünü Kavminden bazı kimseler söylemiştir260.

Bu meyanda, hicretten önce, Mekke’de, yirmi kişi kadar bir Hıristiyan delege heyetinin, Hz. Peygamber’İn huzuruna çıktığı ve Kur’an- ı Kerim’in tilavetini dinledikten sonra İslam’ı kabul ettikleri de ifade edilmektedir261 262.

Elmalılı Haindi Yazır, Hz. Peygamber’e iman eden kırk kişilik Hıristiyan bir cemaatten bahsetmektedir. Onlardan otuz ikisi, Cafer b. Ebi Talib ile beraber Habeşistan’dan, Bahira, Ebrehe, Eşref, Amir, Eymen, İdrİs, Nafi’ ve Temim adlı diğer sekiz Hıristiyan ise Şam’dan gelmişlerdi. Kasas suresi 51- 55. ayetlerin nazil '1'5'7 olmasının sebebi de işte bu kimselerdir .

Yahudilerden ise içlerinde Ebu Rifaa adlı bir kimsenin de bulunduğu on kişilik bir grubun Hz. Peygamber’e iman ettikleri ve bundan dolayı eziyete uğradıkları ifade edilmiştir263.

Ehl- i Kitap ile irtibat meselesiyle alakalı olarak, Kur’an- ı Kerim’den şunu anlıyoruz ki, vahye yeni muhatap olmuş Hz. Peygamber ve inanma konusunda tereddüt eden kimseler, vahyin mahiyetini anlama noktasında tecrübeli olan Ehl- i Kitaba yönlendirilmişlerdir. Aşağıdaki ayetlerde bu durumu görmekteyiz:

“Ey Peygamber! Senden önce kendilerine vahiy indirip peygamber olarak gönderdiklerimiz de (melek değil) birer insan idi. Eğer bu konuda bir bilginiz yoksa bilen insanlara/ Kitap Ehlinin bilginlerine sorunuz.”

“Ey Peygamber! Bizim sana indirdiğimiz (Musa ve Nuh ile ilgili kıssalara dair verdiğimiz) bir kısım bilgilerden herhangi bir şüphen varsa, senden öncekilere verdiğimiz kitapları okuyanlara sor. Andolsun ki, sana 330

Rabbinde gelen, gerçeğin ta kendisidir. Sakın şüpheye düşenlerden olma.”

Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki, Mekke’de Kitap Ehlinden birtakım adamlar vardı. Bunlar aynı zamanda, Peygamber’in kendisiyle ilişki kurduğu, Risâletini tasdik etmeye ve kendisine uymaya çağırdığı kimseler arasında yer alıyorlardı .

Kur’an’da gayet açık bir şekilde belirtilmiştir ki birçok Yahudi ve Hıristiyan Peygamber’in vahyinin doğruluğunu tasdik etmişler ve Peygamber’i Mekkelilerin çatışması karşısında cesaretlendirmiş ve teşvik etmişlerdir264 265. Aşağıdaki ayetler, bunu açıklar mahiyettedir:

“Ey Peygamber! İşte sana da böyle bir kitap indirdik. Daha önce kendilerine kitap verdiğimiz kimseler, bu Kur’an’a inanırlar. Şu kimselerden/ Araplardan da ona inananlar vardır. Esasen bizim ayetlerimizi bile bile inkar 333

edenler; ancak ona şartlanmış kimselerdir.”

“...Kendilerine ilim verilenler Kur’an’ın, senin Rabbinden gelen hak bir kitap olduğunu bilip ona inanmışlar ve kalpleri huzura ermiştir. Şüphesiz Allah, inananlara yolun doğrusunu gösterir.”266

Diğer taraftan Mesih beklentisi içinde olan bazı Yahudi ve Hıristiyanların da Mekke’de olabilecekleri muhakkaktır. Hz. Peygamber ortaya çıkınca bu kimseler, derhal İslam’ı kabul edip onun yayılmasında yardımcı ve destek oldular267 268 269. Bütün bunları Kur’an-1 Kerim’deki şu ayetten de anlıyoruz:

"...De ki: ‘İster inanın, ister inanmayın. Şu bir gerçektir ki, bundan önce kendilerine ilim/kitap verilmiş olanlara bu Kur’an okunup anlatıldığı zaman yüzüstü kapanarak secde ederler. Ve şöyle derler: ‘Rabbimiz yücelerden yücedir, işte O’nun vaadi şimdi açık bir şekilde gerçekleşmiş bulunuyor?”

Yemen’in Necran bölgesinden, Habeşistan’dan ve Şam’dan bazı Hıristiyan elçilerin Medine’ye geldiğini, peygamberle ilişki kurduklarım, onlardan bazılarının peygamber ile tartışarak kendi dinleri üzere kaldıklarını, bazılarının ise iman ettiğine dair rivayetler vardır . Yine Hz. Peygamber’in, Necran’dan gelen bir Hıristiyan cemaatini mescitte misafir ettiği ve onların ayinlerini mescitte yapmalarına müsaade ettiği nakledilmektedir270 271.

Hicretin dokuzuncu yılında Yuhanna adlı bir Hıristiyan’ın Medine’ye geldiği, Hz. Peygamberle cizye konusunda anlaştığı ve orada kaldığı da nakledilmektedir .

Hz. Peygamber’in ve Müslümanların önde gelenlerinin, Yahudilerle konuşmak ve onlarla, onların kendi aralarında farklı fikirler Öne sürdükleri ve bir karara bağlamak istedikleri mevzularda tartışmak amacıyla beytu'l- midraşa gittikleri kaynaklarda mevcuttur272.

îbn Abbas der ki: Resulullah, içinde bir grup Yahudi bulunan beytu’l-midrasa girdi ve onları Allah’a davet etti. Numan b. Amr ve Haris b. Zeyd ona dediler ki: “Sen hangi din üzeresin ya Muhammed?”. Peygamber de: “İbrahim’in milleti ve dini üzere” dedi. O ikisi de “İbrahim bir Yahudi idi ama...” dediler. Hz. Peygamber da onlara şöyle cevap verdi: “İşte Tevrat burada, o sizi ve bizim aramızda hüküm versin”. Fakat onlar bunu reddettiler273.

Hz. Peygamber’in Ehl- i Kitapla münasebetlerinin ölçüsünü anlayabilmemiz açısından, onun tutumunu bilmek de önemlidir ki, bu konuda da Hz. Peygamber’in, hasta olan gayr- i müslimleri de ziyaret ettiğini, onların hal ve hatırını sorduğunu, müsait zemin bulunca da İslam’ı telkin ettiğini görmekteyiz274. Rivayetlerden öğrendiğimize göre ise, Hz. Peygamber onların cenazeleri geçerken ayağa kalkardı275. Hz. Aişe’nin aktardığı bir rivayete göre, Hz. Peygamber vefat ettiği zaman, zırhı, bir Yahudinin yanında otuz sa’ ölçeği arpaya karşılık rehin edilmiş bulunuyordu276. Bu da bize, Hz. Peygamber’in onlardan borç aldığını göstermektedir.277

Yahudilerden bir çocuk Hz. Peygamber’e hizmet ediyordu. Sonra Hz. Peygamber o çocuğun hasta olduğunu duydu ve onu ziyarete gitti. Başucunda oturdu ve çocuğa Müslüman olmasını telkin etti. Çocuk da yanında duran babasına baktı. Babası ise, Hz. Peygamber’in sözüne uymasını söyledi ve çocuk bunun üzerine Müslüman oldu. Daha sonra ise öldü. Hz. Peygamber oradan ayrıldığı vakit ise şöyle söylüyordu: “Onu benim vesilemle ateşten kurtaran Allah’a hamdolsun”278.

Hz. Peygamber’in Safiyye adında Hayberli Yahudi bir hanımla evlendiği de malumdur279.

2. 2. HZ. PEYGAMBERİN EHL- İ KITABTN KUTSAL METİNLERİYLE İLİŞKİSİ

2.1. YAHUDİ VE HIRİSTİYAN KUTSAL KİTAPLARI

Arap Toplumu’nun Tevrat- încil başlığı altında kastettikleri kitaplar, yine Arap Toplumunun Tevrat- încilTe tanışıklığına dair örnekler, Nebevi Hadis/ Kudsî Hadis- Mukaddes kitap benzerliğine dair verilen örnekler açısından faydalı olacağını düşünerek, Yahudi ve Hıristiyan Kutsal Kitapları hakkında bilgi vermeyi gerekli gördük. Hicaz bölgesinde varlığından söz ettiğimiz, atıflarda bulunduğumuz ve Arapların ellerinde bulunan kitapların Kitab-ı Mukaddes içinde hangi kitaplara denk düştüğünü görebilmemiz ve söz konusu kitaplar ile benzerlik gösteren Kudsî hadislerin, Kutsal Metinlerin hangi bölümüyle mukayese edildiğini anlamamız açısından yararlı olacağını hesaba katarak ana batlarıyla ve konumuzun çok dışına çıkmadan bu konuyu özetlemeye çalıştık.

2. 2.1.1. YAHUDÎLERİN KUTSAL KİTAPLARI

Yahudi Kutsal kitabı; “Yazılı Kutsal Metinler" ile bunların yorumu mahiyetindeki “Sözlü Kutsal Metinler” şeklinde ikili bir tasnife tabi tutulmaktadır. Bu tasnife göre birinci gruba giren yazılı metinler Tora/ Tevrat, Neviim/ Nebiim ve Ketuvim/Ketubim kitaplarından oluşmaktadır280. Bu üç kitap koleksiyonuna “Tanah” da denilmektedir. “Tanah” adı bu üç bölümün İbranice baş harflerinin birleştirilmesinden meydana gelmiş bir kelimedir281.

2. 2.1.1.1. TANAH (Tanakh)

2. 2.1.1.1.1. Tevrat ( Tora)

Tora’mn kelime ve terim olarak çeşitli anlamlan bulunmaktadır. Kelime olarak Tora; telkin, eğitim, öğretim, doktrin, kanun, şeriat, rehber ve emir anlamlanm; terim olarak Tora; Musa’nın şeraiti’ni, Musa’ya verilen beş kitabı ifade edilmiştir282 283. Tekvin (Bereşit), Çıkış (Şemot), Levililer (Vayikra), Sayılar (Bamidbar) ve Tesniye (Dıvarim) olmak üzere beş bölümden ibaret olup bundan ötürü Batıda “pentateque” denir . Beş kitabı ifade etmek üzere İbranice “Humaş”, Arapça “el- Esfaru’I- Hamse” (sifr: kitap, çoğulu esfar), Yunanca “pentateukhos” (penta: beş, teukhos: kitap) kelimeleri kullanılmaktadır284 285.

Tevrat’ın kitaplarının bu düzeni vahiy mahsulü sayılmaktadır . Yahudiliğe göre, Tevrat’ın beş kitabı kelime kelime Yahve tarafından bildirilmiş Tanrı Kelamı’dır286.

2.2.1.1.1.2. Peygamberler (Nevi’im)

Nevi’im yani peygamberlere ait kitaplar ki bunlar da iki kısımdır:

a)  Önceki peygamberlere ait olan kitaplar: Yuşa (Yeoşua), Hâkimler (Şofetim), Samuel (Şemuel), Krallar (Melahim).

b)  Sonraki peygamberlere ait olan kitaplar: İşa’ya (Yeşayau), Yeremya (Yirmeyau), Hezekiel (Yehezkel), keza on iki peygamberin kitapları: Hoşea (Oşea), Yoel (Yoel), Amos (Amos), Obadya (Ovadya), Yunus (Yona), Mika (Miha), Nahum (Nahum), Habakkuk (Habakuk), Tsefenya (Tsefanya), Haggay (Hagay), Zekerya (Zeharya), Malaki (Malahi)287.

Önceki (ilk) Peygamberler kısmı dört kitap, sonraki peygamberler kısmı ise on iki küçük peygamberin kitaplarının toplandığı bir kitapla beraber dört kitaptan oluşmak üzere toplam sekiz kitaptır288.

2.1.1.1. 3. Kitaplar (Ketuvim)

“Yazılar, Kitaplar” anlamına gelen bu bölüm ise şu kitapları ihtiva eder: Mezmurlar (Tehilim), Sülayman’m Meselleri ( Mişle), Eyub (lyov), Neşideler Neşidesi (Şir Aşirim), Ruth (Rut), Yeremya’nm mersiyeleri (Eha), Vaiz (Koelet), Ester (Ester), Daniel (Daniel), Ezra (Ezra), Nehemyah (Nehemya), L ve II. Tarihler (Divrey Ayamim)289

2.2.1.1.2. TALMUD

Talmud, Yahudiliğin itikadı ve ahlakî bütün prensiplerinin sözlü geleneğidir290. Geleneksel Yahudi anlayışına göre Tanrı; Sina Dağı’nda Musa’ya sadece Yazılı Tora’yı değil, onun yorumu olan Sözlü Tora’yı291 yani Talmud’u da vahyetmiştir. Bundan dolayı Tora’nın yorumu mahiyetindeki metinler de Tanrı tarafından vahyedİlmiş Kutsal Metinler olarak kabul edilmektedir292. Bu metinler, Tora hakkmdaki, onu tamamlayan açıklamaları ihtiva eder .

Sözlü Tora/ Talmud önceleri şifahi/ sözlü bir şekilde nesilden nesile aktarılırken sonradan M.Ö. 70 Ti yıllarda Filistinli Rabbiler tarafından yazıya geçirilmiştir ve böylelikle Tora’ya eşdeğerde bir “kutsal kitap” daha ortaya çıkmıştır. Sözlü Tora’mn yazıya geçirilmesi; konuların artması, bu konular hakkında bilgi sahibi olanların zaman içerisinde ölmesi sonucunda bu bilgilerin unutulmasının önüne geçmek amacıyla yapılmış bir uygulamadır293 294.

Talmud, iki bölüme ayrılır: Mişna ve Gemara. Mişna (tekrar ederek öğrenim anlamında), Eski Ahid’in ilk klasik tefsiridir. Knesset Ha- Gadol (Büyük meclis) üyesi Soferim’in ve M. Ö. I- M. S. II. asırlar arasına yaşamış Tannaim’in Tevrat hakkındaki yorum ve görüşlerini ihtiva etmektedir. M. S. II. Asırda Rabbi Yehuda Ha- Nasi tarafından derlenmiş ve yazıya geçirilmiştir . Hem daha önceki kanun hükmüne giren fetvaları hem de kendi maiyetindeki Rabbilerin verdiklerini bir arada toplamaktadır ve çok akıcı, temiz bir İbranice ile yazılmıştır. Yazılmasının üzerinden çok geçmeden en önemli din kitabı haline gelmiş ve daha Yehuda Ha- Nasi’nin sağlığında medreselerin ders kitabı olmuştur. Böylelikle ağızdan ağza dolaşan Öğretilerin kaybolma tehlikesi de ortadan kalkmıştır295. Mişna, Tevrat’ın bir şerhinden başka bir şey olmamakla beraber, bundan sonra mer’i olan şeriat haline gelmiştir296.

Mişna; Zeraim, ziraat ile ilgili hükümleri; Me’ed, belirli günler ile ilgili hükümleri; Nashim, kadınlar ile ilgili hükümleri; Nezikin, medeni kanunlar ve ceza kanunları ile ilgili hükümleri; Kodashim, mukaddes şeylerle ilgili hükümleri; Tohoroth, temizlikle ilgili hükümleri içeren altı bölümden oluşmaktadır297. Bu altı bölüm toplam olarak altmış üç alt bölüm ihtiva etmektedir298.

Mişna’nın yeniden ve geniş bir biçimde yorumlanması sonucunda ise Talmud’un ikinci bölümü olan Gemara meydana gelmiştir. Gemara, “ikmal edilmiş, gözden geçirilmiş ve gelenek halini almış öğrenim” anlamındadır . Talmud’un esas kısmım meydana getirmekte299 300, bazen genel olarak Talmud diye de zikredilmektedir301.

Talmud’da Önce Mişna’ya ait bir metin zikredilmektedir. Bu metin, Mem, Taf, Nun ve Yod harflerinden oluşan bir kısaltmayla gösterilmektedir. Daha sonra, Ğmel ve Mem harflerinden oluşan rumuz kısaltmayla gösterilen Gemara’ya geçilmekte ve burada Amoraİm denen rabbilerin yorum ve görüşlerine yer verilmektedir302.

Talmud yani Gemara, konu itibariyle iki kısma ayrılmaktadır. Dini kural ve kanunları ihtiva eden kısma “Halakhah”, tarihi kıssaları ihtiva eden kısma da “Haggadah” (kıssa, menkıbe, destan) denilmektedir. Bunlar Talmud’un içinde ayrı ayn düzenlenmiş değildir303.

Mişna’daki bütün maddeler üzerindeki tartışmaların derlenmesi olan Gemara’daki açıklamaların da ayrıca bir açıklaması vardır ki, bunun adı da Midraş, yani araştırmalardır304 305 306. Eski Ahid’İn (îbranice “Tanakh”) ahlaki, tasavvufi ve fıkhi açılardan yorumunu ihtiva eden eserler olarak da geçmektedir. Tanrfnın iradesini *7/t                                                                   **

incelemek ve denemek gibi anlamlara gelmektedir . Midraşlann tarihi, M.O. 1. asırla M.S. XIV. asır arasını kapsamaktadır. Talmud çalışılan okula ise “Bet Ha-Midraş” denilmektedir .

Muhteva ağırlığına göre Midraş’larm, Midraş Halakhah ve Midraş Haggadah olmak üzere iki türü bulunmaktadır. Midraş Halakhah, Eski Ahid metinlerinden çıkarılan kanun ve hükümleri; Midraş Haggadah ise ahlaki ve tasavvufi hikâyelerle önemli meselleri konu edinmektedir307.

Vahiy ve ilham mahsulü kabul edilmesinden dolayı l'almud, Yahudiler indinde, Tevrat kadar Öneme sahiptir. Onun da ilham ve vahiy mahsulü olduğu kabul edilmektedir. Genelde Talmud’u kabul etmeyen kimse gerçek Yahudi kabul edilmemektedir308 309 310 311. Çünkü gerçek Tora, “Yazılı Tora” adı verilen özlü, şifreli, bazen açık bazen kapalı olan, ebedi ve değişmez metnin rehberliğiyle birleşmiş olan “Sözlü Tora”dır. Sözlü Tora, Musa tarafından halka doğrudan öğretilmiş, Yazılı Tora da yine Musa tarafından halka doğrudan verilmiştir .

Talmud’un fikirlerinin milletin zihniyetinde hâkim olmasına rağmen insanların dini duygularını tatmin eden bir mistik cereyan da teşekkül etmiştir. “Kabala” adıyla isimlendirilen bu hareketin eserleri oldukça geniş bir edebiyat halinde toplanmıştır .

2.2.1.2. HIRİSTİYANLARIN KUTSAL KİTABI

2.2.1.2.1. HIRİSTİYANLARIN KUTSAL KİTABA BAKIŞI

Hıristiyanlıkta Kutsal Kitap, Tanrfnm insanlıkla yaptığı “Ahit” anlayışı çerçevesinde değerlendirilmektedir. Bu anlayışa göre Adem’in Tanrı’ya karşı işlediği günah sonraki nesillere sirayet etmiş ve insanlık bu günahkâr tabiattan kurtulamamışlardır. Tanrı bu yüzden Musa ile ahit yapmış fakat bu ahit insanlığı kurtarmaya yetmemiştir. Bu yüzden Tanrı kendi biricik oğlu olan İsa’yı insan şeklinde göndererek insanlıkla “yeni bir ahit” yapmış ve insanlığın kurtuluşu için İsa’yı feda etmiştir. Tanrı’mn insanlıkla yaptığı bu ahit döneminin kendilerine ait kutsal metinleri bulunmaktadır. Hıristiyanlar, İsa’ya kadar olan Yahudi Kutsal Metinleri’ni “eski ahit”, Isa’dan sonrakileri ise “yeni ahit” olarak isimlendirirler . Hıristiyanlığın vahiy telakisi İslam’ın vahiy telakkisinden çok farklıdır. Hıristiyanlığa göre en mükemmel vahiy, İncil’de değil; İsa’da meydana gelmiştir.

Allah’ın insana söylemek istediğini yaşamında ve şahsında en mükemmel şekilde anlatan îsa Mesih’tir312 313 314. İncil bir kitap değil, İsa tarafından ilan edilen “müjde”dir, *                                                ^547

mevcut İnciller de ilanın şahitleridir .

Hıristiyanlık’ta İsa, her konuda olduğu gibi, Kutsal Kitabın oluşmasında da merkezi bir konuma sahiptir. Çünkü Tanrı İsa ile bedenleşmek ile sadece insanlara mesaj anlatmakla kalmamış, kendisinin ve iradesinin sırrını açıklamak için insana söylemek istediği şeyleri İsa’nın ağzından söylemiştir. Havariler de Tanrı’nm İsa’nın ağzından söylediği bu sözleri Kutsal Ruh’un ilhamı ile kaleme almışlardır ve böylelikle Hıristiyan Kutsal Kitabı’nm ikinci ve ana bölümü olan Yeni Ahit’i oluşturmuşlardır .

2. 2.1.2.2. YENİ AHİT’İN YAZILMASI

Hıristiyanlık Yeni Ahit’in yazarlarının insanlar olduğunu kabul eder. Onlar, böylelikle İsa’nın mesajım kendi üsluplarına göre kaleme almışlardır. Ancak onlar bu mesajı kaleme alırken, Kutsal Ruh’un ilhamı altında yazmışlardır315. Tanrı, yazarların yaptığı işin sorumluluğunu üzerine almıştır ve bundan dolayıdır ki metinlerin gerçek sahibi olduğu için söz konusu metinler vahiy mahsulüdür316.

Yeni Ahit’in yazılma sürecini Ahmet Cevdet Paşa şöyle anlatmaktadır:

“Hz. İsa (AS) otuz yaşma eriştikte kendisine nübüvvet ve Risâlet geldi. Üç sene kavmini davet etti. Nihayet on iki kişi imana gelip Tarik-i Hak’ta ona refik oldular. Onların dahi birisi sonunda kendisine hıyanet eyledi. Ondan sonra Havariyyun, îsa (AS)’m vasiyeti üzere etrafa dağıldılar ve Dİn-i İsevî’yi nasa telkin ile meşgul oldular.

Sonradan încil-i Şerif diye meydana birçok kitaplar yayıldı. Birazı Havariyyundan bazılarına ve birazı onların şakirtlerine isnat edildi. Bunlar ise siyer-i Hz. İsa hakkında tarih yollu yazılmış kitaplar olup bunlarda da İsa’nın bazı ahval ve evsafı yazılmış ve ara yerde încil-i Şerif ayetleri dercedilmiş idi. Lâkin birbirine mutabık değildi.

Rüesay- ı Nasara gördüler ki bunlar birbirine uymuyor, cümlesini gözden geçirdiler ve içlerinden dört nüsha ayırdılar. Onları, sairine nispetle sıhhate akreb gördüler. İşte İncil- i Şerif diye Nasara beyninde tedavül eden bu dört nüshadır ki, onlar dahi tamamıyla birbirine uymaz. Asıl Incil-i Şerif ele geçmemiştir.” .

2.2.1. 2. 3. YENİ AHİT

Hıristiyanlığın ilk yıllarında İncil’in yazılı olmadığını kabul eden Hıristiyanlar, İsa’nın mesaj inin şifahi olarak nakledildiğine inanmaktadırlar. Bugünkü İncillerin şekillenmesi ise Kutsal Ruh’un ilhamı altında gerçekleşmiştir. Bu doğrultuda, Dört İncil ve 27 kitap olan İncil Kilise tarafından vahiy mahsulü olarak kabul edilmiştir .

Yeni Ahit içerisinde bulunan 27 kitap, üç kitapta toplanmaktadır: Tarihi kitaplar, Ta’limİ kitaplar ve vahiy.

Tarihi kitaplar: Matta, Markos, Luka ve Yuhanna İncilleri ile Resullerin İşleri adlı kitapları ihtiva eder.

B) Ta’limi kitaplar: Havarilere ait 21 mektuptan ibarettir. Bu mektuplar ise şöyle tavsif edilir:

Ba) Pavlus’un 14 mektubu (Büyük Mektuplar: Romalılara mektup, Korintlilere Mektup I- II, Galatyalılara Mektup, Selaniklilere Mektup I- II; Hapishane Mektupları: Efeslilere Mektup, Filipinlilere Mektup, Koloselilere Mektup,

Filimon’a Mektup; Pastoral Mektuplar: Timoteos’a Mektuplar I- II, Titus’a Mektup, îbranilere Mektup)

Bb) 7 Katolik Mektup (Yakup’un Mektubu, Petrus’un Mektubu I- II, Yuhanna’nm Mektubu I- II- III, Yehuda’nm Mektubu)

C) Vahiy: Yuhanna’nm keşfîyyatma ait olduğuna inanılmaktadır317 318.

2. 2.1.2. 3.1. Dört İncil

Bugün elimizde bulunan dört încil îsa tarafından yazılmış veya yazdırılmış *2 ÖO                                                                            *

değillerse de Yeni Ahit içerisinde en başta yer alan İncillerden, Matta, Markos ve Luka İncilleri içerik olarak benzerlik göstermektedirler ve bu sebepten ötürü “Sinoptik İnciller (aynı bakışla)” olarak adlandırılırlar319. Bu üç İncil, birbirine şekil ve sıra bakımından oldukça yakındır, bazen de kelime kelime aynıdır320.

Sinoptik İnciller içinde, Hıristiyan araştırmacılara göre, Markos İncili ilk yazılan Incil’dir321 322. Matta İncili ondan sonra yazılmıştır. Luka încil’inin ise ilk iki Incil’e dayandığı ifade edilmektedir . Matta İncili’nin ilk olarak Ibranice veya Süryanice yazıldığı ve sonradan en eski nüsha olarak bilinen Yunanca nüshaya çevrildiği kabul edilmekle beraber323, bu ilk üç încil’in de ele geçmemiş, Aramca, bilinmeyen bir Incil’e dayandığı da kabul edilmektedir .

İncillerin yazılması sırasında kullanılan kaynakların ne olduğuyla alakalı olarak farklı fikirler mevcuttur. Sonraki İncillerin yazımında Hz. İsa’dan nakledilen sözlü rivayetlerden ve bunun yanında şu an bilinmeyen ve Hz. İsa’ya ait söz ve yazılan ihtiva eden bir başka Incil’den yararlanıldığı şeklinde görüşler varsa da324 325, bu konuda kesin bir kanaatin olmadığı da ifade edilmektedir .

îlk üç încil’in başka bir Incil’e dayandığı şeklindeki görüşe Matta İnciliyle alakalı olarak da rastlıyoruz. Şöyle ki, Matta önceleri Aramice olarak İsa’nın sözlerini küçük bir risale halinde toplamıştır. Bu risale İsa’nın sözlerinden ibarettir ve ona “sözler” manasına gelen “logia” denilmiştir. Bu kitapçığa daha sonra ilaveler yapılmış ve bugünkü haliyle Matta İncili meydana gelmiştir326.

Kendinden önceki üç İncil’den ayrı olarak ele alman Yuhanna İncil’i konuların ve hikâyelerin seçim ve sıralamasında, coğrafi ve kronolojik bilgilerde, hatta dini bakış açısında diğer İncillerden farklıdır327. Diğer üç İncil’den farklı olarak Yuhanna İncili’nde İsa’nın ulûhiyetine dair açık örnekler bulunmaktadır328. Ayrıca Yuhanna İncili, zaman bakımından da Sinoptik İncillerden sonradır329.

Yazılan ilk İncil olarak kabul edilen Markos Incil’inin M.S. 60 yıllarında yazıldığı tahmin edilmektedir330. En son yazıya geçen Yuhanna Incil’inin yazılması ise 65- 98 yıllan arasındadır331.

2. 2.1. 2. 3.2. Resullerin İşleri- Mektuplar- Vahiy Kitabı

Dört İncil dışında, Yeni Ahit’te yer alan “Resullerin İşleri” bölümünün yazannm kim olduğu kesin olarak bilinmemekle birlikte332 Hıristiyan ilahiyatçıları bu bölümün Luka tarafında yazıldığını kabul etmektedirler333.

Yeni Ahit’te yer alan mektuplar Pavlus’un Mektupları ve Evrensel Mektuplar olarak iki kısımda ele alınmaktadır406. Bu mektuplar değişik nedenlerle farklı topluluklara yazılmış ve daha sonraki dönemde Yeni Ahit içerisinde yerlerini almışlardır407. Pavlus’un mektuplarından ayrı olarak Yeni Ahit’te yer alan ve evrensel mektuplar olarak adlandırılan mektuplar ise Yakup’un Mektubu, Petrus’un İki Mektubu, Yuhanna’nm Üç Mektubu ve Yehuda’nın mektubu olmak üzere yedi tanedir408.

Yeni Ahit’te en son kitap olarak yer alan “Vahiy Kitabı” ise hem üslup hem muhteva yönüyle diğer bütün kitaplardan farklıdır409. 94- 95’li yıllarda Yuhanna tarafından kaleme alınmış olan bu kitap “dürüst ve imanlı kimselerin dini inkâr edenlere karşı galip gelecekler” şeklinde geleceğe yönelik kehanetler içermektedir410. Mahşer günü ve yeni dünya hakkında pek korkunç ve rengarenk tasavvurlar gösteren eskatolojik bir vizyon olarak diğer kitaplardan farklılık gösterir411. Bütün Hıristiyan eskatolojik tasavvurları İsa’nın mutlak hükümdarlığım gösteren bu kitaptan ilham almışlardır412. Apokalips bir edebiyat türü olan Vahiy Kitabı M.Ö. II. yüzyılda oldukça meşhur olan Apokalips edebiyatın bir uzantısı olarak görülmektedir413.

2. 2.1. 2. 4. APOKRİF İNCİL VE METİNLER

Kilise tarafından sahih görülen kitaplar “Kanonik” olarak tavsif edilir414. Hıristiyanların, Yeni Ahit’e aldığı metinler dışında, sahih saymadığı, uydurma kabul ettiği bazı İnciller ve mektuplar da vardır ve bunlar, “Apokrif= Uydurma İnciller” olarak adlandırılmaktadırlar415. Bu İnciller, kanonik sayılmamakla beraber, halk seviyesinde ilk Hıristiyan hayat ve düşüncesini aksettirmeleri bakımından Önemlidirler334.

Kilise tarafından kanonik sayılmayan bu İncillerden, önem arz eden biri, Bamabas İncili’dir. Bamabas İncili’nin Hz. İsa’nın bir şakirdi tarafından yazıldığı ifade edilmektedir335. îslami bir takım öğretilerle uyuşma göstermesi ve Hz. İsa’dan sonra gelecek olan peygamberin müjdesini vermesi gibi durumlar Bamabas İncili’ni

41 ö

bizim konumuz açısından da dikkat çekici kılmaktadır .

2. 2. 2. HZ. PEYGAMBERİN İÇİNDE YAŞADIĞI TOPLUMDA KİTAB- I MUKADDES VARLIĞI

İslam’ın ortaya çıktığı dönemde, peygamber ve sahabenin yaşadığı bölgelerde, Yahudi ve Hıristiyanlara ait kutsal metinlerin var olduğunu gösteren deliller bulunmaktadır.

Yahudilerin ilahi kökenli bir dine mensubiyetinden dolayı ilim ve irfan sahibi olduklarım ileri sürmeleri ve böylece kendilerini üstün gördükleri doğrultusundaki bilgilerin yanında Medine Yahudilerinin Yahudi Kutsal Kitabı Tevrat’a sahip olduğuna işaret eden hadisler, mahiyeti bir yana Tevrat’ın buradaki varlığım ..      * 419

gösterir .

Kutsal Kitabın varlığına Kur’an- i Kerim de işaret etmektedir. Şöyle ki, Kur’an- ı Kerim’in bir kısım ayetleri, Yahudileri muhatap alarak, onları, onların ellerinde bulunan ve “esfâr- u hamse” denilen kitaplarda da zikredilen, peygamber ve nebilere ya da önceki ümmetlere İlişkin kıssalar yoluyla ikaz etmektedir336.

Aşağıdaki ayet, söz konusu ayetlerden yalnızca biridir:

“Tevrat indirilmeden önce Yakub’un kendisine haram kıldığı şeylerden başka yiyeceklerin hepsi İsrailoğullanna helal idi Ey Peygamber! Onlara de ki: ‘Eğer doğru söylüyorsanız Tevrat’ı getirin ve okuyun (neler haram kılınmış görelim)’. ”337

Hamidullah, Medine Yahudilerinin bir mukaddes kitabının bulunduğunu söyler338. Bununla birlikte, rivayetlerden, Yahudilere ait olduğunu anladığımız bu kitap veya metinlerin tam olarak hangi metin veya kitaplara terettüp ettiği hususunda bir kesinlik yoktur339. Haber ve hadis râvîleri içinde, kendileri Yahudi kökenli olmadığı halde, Yahudi kaynaklarım okumuş olanlar bulunmakta fakat Yahudi kaynaklan “el- kütüb” olarak zikredilmekte ve bunlarla gerçekte ne kastedildiğinin tam olarak bilinmediğini söylemek gerekir340.

Câhız, bu tür rivayetlerin çoğunun Ka’b’dan olduğunu ve Ka’b’m, bu rivayetleri naklederken “Tevrat’ta yazılı olduğu üzere” ya da “kitaplarda bulduğumuz üzere” şeklinde ifadeler kullandığını nakleder. Ona göre, Ka’b’m bu ifadelerinden kastedilen kitaplar “Süleyman’ın Kitabı”, “İşaya’nm Kitabı” veya diğer kitaplardır341.

Kister, Müslüman âlimlerin, ‘Tevrat’da buldum’, “Tevrat’da yazılıdır’, “Tevrat’da kaydedilmiştir’ ifadelerinin zorunlu olarak Eski Ahid’in İlk Beş Kitabı’na hatta Yeni Ahid’e işaret etmedikleri gerçeğinin farkında olduklarını söyler ve Câhız’m yukarıda geçen İfadelerini bu görüşüne örnek olarak sunar342.

Netice itibariyle, Kur’an’da net bir bilgi olmamasına rağmen, “Tevrat” lafzının, sadece Musa’ya verilmiş kitabı tanımlayan bir isim olmadığı, bu lafzın, Musa da dâhil olmak üzere bütün İsrail peygamberlerine gönderilen vahiylerin genel adı olduğu ifade edilmiştir343 344. Dolayısıyla bütün İsrail peygamberlerinin kitapları Kur’an’da “Tevrat” adıyla anılmaktadır. Allah, içindeki şer’i hükümleri kastederek, Tevrat’ı kendisinin indirdiğini bildirmiştir. Bu O’nun Yahudilerin uzun zaman içerisinde derleyip toparladığı Tevrat’ın tümünü sahiplendiği anlamına t     «i- 428

gelmemektedir .

“Tevrat’ta yazılı olduğuna göre”, “Tevrat’ta okudum” girişiyle gelen rivayetlerdeki “Tevrat” ifadesi ile, Tevrat’ın tamamı ya da bazı bölümleriyle beraber, halakhik/hukuki nitelikli ya da mev’iza ve kıssa türü bilgi ve rivayetleri ihtiva eden aggadik/midraş türü kitapların da kastediliyor olması muhtemeldir. Yani, Tevrat’tan maksadın, kıssa- mev’iza türü bilgi ve rivayetleri biraraya getiren aggadik nitelikli bir kitap olması da mümkündür345.

Yahudilerin vahiy mahsulü saydıkları Talmud’un Roş Ha- Şana bölümünde, günah işleyen bir Yahudinin cehennemde onİki ay kalacağı ve daha sonra cennete gireceği belirtilir. “Kitabı elleriyle yazıp, sonra da basit dünya menfaati elde etmek için 6fîu Allah katındandır’ diyenlerin vay hallerine! Kitabı arzu ve heveslerine göre yazdıkları için yazıklar olsun onlara! Yazıklar olsun onlara ki, bunu kazanç elde etme yolu olarak görüyorlar. Ayrıca onlar, sayılı birkaç gün dışında kendilerine kesinlikle azab edilmeyeceğni iddia ediyorlar. Ey Peygamber! De ki: cBu konuda Allah’tan bir söz mü aldınız? Şayet öyle ise (ki böyle bir şey olamaz), Allah asla sözünden dönmez. Bilmediğiniz şeyi Allah’a nasıl isnad ediyorsunuz?”346 şeklindeki ayetlerle bu yanlış inanca işaret edilmektedir347 348.

Kur’an-1 Kerim’in atıfta bulunduğu bu metnin, Yahudilerin sözlü geleneğinin ana kaynağı olan bir kitap olması, söz konusu metin(ler)in de tanınıyor ve biliniyor olduğunun işaretidir.

Bunun yanında, Yahudilerin sözlü geleneğinin kaynaklarından sayılan Mişna’nm sahabe tarafından bilindiği bize ulaşan birtakım rivayetlerden de anlaşılmaktadır. Sahabeden Abdullah b. Amr b. As’m Mişna bilgisine sahip olduğunu düşündüren bir rivayeti kaynaklarda görüyoruz. O’na göre, "kıyametin belirtilerinden biri Mesnat okumaktır’. Ona Mesnat’m ne olduğu sorulduğunda ise, onun, îsrailoğullarının Musa’dan sonra meydana getirdikleri ve içerisinde Allah’ın kitabında olmayan, kendi arzuları doğrultusunda yazılmış bilgilerin bulunduğu bir kitap olduğunu söylemiştir .

Yahudi sözlü hukuk veya sözlü Tevrat/Mişna olması kuvvetle muhtemel olan bu rivayetteki “el- Mesnat” ifadesi, Abdullah b. Amr b. As’m sadece Yahudilere ait kıssa, mev’iza türü kitapları değil, Tevrat’ın dışında sözlü Tevrat’ın muhtevasına da aşina olduğuna işarettir349.

Bu konuda dikkat çeken önemli bir rivayet de, Hz. Ömer’in hadislerin yazılmasına karşı çıkarken "Misnatü ke- misnati ehli’l- kitabî’ yani "öncekilerin ikiliği gibi bir ikilik mi istiyorsunuz!’ şeklinde bir ifade kullanması350 351 352 ve yine kendisi hadisleri yazma konusunu istişare ettikten sonra, bundan vazgeçmesi ve “Düşündüm ki sizden önce, ehl- i kitaptan kimseler Allah’ın kitabının yanında bir başka kitap daha yazdılar ve ona yönelip Allah’m kitabını terkettiler.” demesidir. Bu rivayetler, bizi, Hz. Ömer’in, Yahudilerin yazılı ve sözlü yani ikili geleneğinden haberdar olduğunu düşünmeye sevketmektedir. Şöyle ki, Yahudi ve Hırİstiyanlar İlahî vahiyle peygamberin ve diğer din adamlarının sözlerini birbirine karıştırmışlar, bunun neticesinde de İslam’ın muharref olarak nitelendirdiği Tevrat ve İncil ortaya çıkmıştı. Hz. Ömer ise, bu tarihi tecrübeden hareketle, aynı şeyin Müslümanların da başına gelmesi endişesiyle hadislerin tedvinine olumlu bakmamıştı .

Tevrat veya Tevrat şerhi niteliğinde olan kitaplara dair işaretlerin yanında, İncil’e dair de bilgiler vardır fakat Tevrat’tan farklı olarak, Kur’an- ı Kerim’in, Hıristiyanların kutsal kitabı olarak yalnızca tek bir încil’den bahsettiğini görmekteyiz353.

Allah’ın seçmiş olduğu ümmî bir peygamberin geleceğinin Tevrat’ın yanında Incil’de de bildirildiğini354; Hz. Peygamberin onların Tevrat ve Incil’de olduğu halde gizledikleri birçok şeyi açıkladığını355; Allah yolunda savaşan, öldüren ve ölen mü’minlerin canlan ve mallanmn karşılığının cennet olduğunun Tevrat ve Incil’de de bildirildiğini356; Hz. Muhammed’in ümmetine ait vasıflann Tevrat ve Incil’de nasıl geçtiğini357 Kur’an’ı Kerim ayetlerinden öğrenmekteyiz.

Kur’an- ı Kerim ayetleri ayrıca, Hıristiyanların încil’i tahrif ettiklerini de bize haber vermektedir:

“Kitab Ehlinden öyleleri vardır ki, söyledikleri ellerindeki kitapta bulunmadığı halde, onu kitapta var sanasınız diye dillerini eğip bükerek (kelime oyunları yaparak) okurlar ve ‘Bu Allah katındandır’ derler. Hâlbuki o, hiç de Allah katından değildir. Böylece onlar, gerçeği bildikleri halde Allah’a iftira etmektedirler.”358 359

Bu ayette, kitapta olmadığı halde bazı şeyleri kitaba sokanların Hıristiyanlar olduğuna, kendisine bir şeyler ilave edilen ve tahrif edilen kitabın İncil olduğuna bu ayetten sonra gelen ikinci ayet açık şekilde delalet etmektedir ki bir başka ayette “Allah’ın kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik verdiği bir kimsenin kalkıp insanlara, ‘Allah’ı bırakıp bana kul olun’ demesi mümkün değildir...”359 buyurulmakta, Hz. İsa’nın Tanrılık iddiasında bulunduğu reddedilmektedir360.

Mehmet Paçacı, Kur’anTn indiği tarihlerde, gerek Eski Ahit’in ve gerekse Yeni Ahit’in kitaplarının oluşumlarım çoktan tamamlamış ve resmi metin halini almış olduklarım çünkü Eski Ahit içerisindeki kitapların birer birer yazıya geçirilmesinin çok daha önceye varmakla birlikte, resmi metnin oluşumunun M. S. 3. asırda tamamlandığı bilgilerini verir. Yine İncillerin tek tek yazılması, 60- 100 yıllarına kadar gitmektedir ancak resmi konsüller tarafından bütün Hıristiyan cemaatlerce kabul edilmesi öngörülen bir Yeni Ahit metni M. S. 4. asırdan meydana gelmiş bulunmaktadır361. Kur’anTn M. S. 7. asrın başlarında İnmeye başladığını hatırlatan Paçacı, elimizdeki Kitab-1 Mukaddes metninin Kur’an’dan en az üç yüzyıl Önce var olduğu sonucundan yola çıkarak Kur’anTn indiği dönemde Ehl-i Kitabın elinde bulunan metinler ile bugün Yahudi ve Hıristiyanların kullandığı metinlerin büyük bir oranla aynı metinler olduğunu söyler362. Ayrıca Kur’an363, indiği dönemde Ehl- i kitabın elinde bulunan Tevrat ve Incil’i onların dinleri için bir kaynak olarak kabul etmektedir364.

Bugün elimizde olan Kitab- ı Mukaddes metinlerinin her ne kadar îslami dönemde Ehl- i Kitabın elinde olan metinlerle büyük oranda aynı olduğu söylense de, Ehl- i Kitabın elinde başka Tevrat ve încil metinlerinin var olabileceği de söylenmektedir. Kur’ an- ı Kerim’ in Ehl- i Kitabın ellerindeki kitaplarda bulunduğunu ifade ettiği, Hz. Peygamber’in vasıflarının ve geleceğiyle alakalı haberlerin şu an elimizde bulunan Kitab-1 Mukaddes metinlerinde yalnızca Yuhanna ve îşaya bölümlerinde yer alıyor olması da başka metinlerin varlığına işaret etmesi açısından zikredilmektedir365.

Bir başka mesele de şudur ki, Ehl- i Kitabın ellerinde birtakım kitapların var olduğuna dair deliller bulunsa da, bu kitapları hangilerinin Arapça’ya tercüme edildiğine dair kesin bilgi sahibi değiliz366.

Mahiyetleri ne olursa olsun, Ehl-i Kitabın elinde, kendilerine kaynak edindikleri bir takım kitaplar bulunmaktadır ve bu kitaplara, Kur’an- ı Kerim’de de atıflar yapılmaktadır. Bununla beraber, aşağıda nakledeceğimiz rivayetler de bu bölgede bir takım kutsal metinlerin varlığını ve gayet ulaşılabilir olduklarını göstermektedir.

I.

Ebu Hureyre’den nakledildiği üzere, Ehl- i Kitap’tan kimseler Tevrat’ı îbranicesinden okur sonra da onu Ehl- i İslam’a tefsir ederlerdi. Bu durum karşısında Hz Peygamber ise sahabeye şöyle buyurmuştu:

“Sîzler Kitap Ehlinin sözlerini tasdik de tekzip de etmeyin. Siz onlara deyin ki: 4 Biz Allah’a, bize indirilene ve yine Allah’ın size indirmiş olduğuna iman ettik. Bizim ilahımız tek bir ilahtır ve biz O’na teslim olan kimseleriz.45î

Bu haber, Ebu Hureyre’nin ilginç haberlerinden biridir. Ehl- i Kitap’tan kasıt, İslam’a ihtida edenler mi yoksa Yahudi kalanlardan bazdan mıdır, Tevrat’tan kasıt yasalann bulunduğu bölümler midir yoksa kıssa türü şeyler midir, bunlann tümü meçhuldür367.

II.

Abdullah b. Amr b. As bir rivayette şöyle demektedir: “ Uyuyan kişinin gördüğü şeyde (rüyamda) bir elimde bal, diğer elimde de yağ olduğunu ve onları yaladığımı gördüm. Sabah olunca rüyamı Resulullah’a anlattım, bana dedi ki: 'Sen her iki kitabı, Tevrat’ı da Furkan’ı da okuyacaksın? ”368

Bu rivayetten anlaşılacağı üzere, Abdullah, “Kitaplar” olduğunu gizlemiyor, hatta bu durumdan Hz. Peygamber’in haberdar olduğunu söylüyordu369.

III.

Hz. Peygamber bir gün havraya gider. Bakar ki bir Yahudi orada bulunanlara Tevrat okuyor. Adam okumaya devam eder. Okuma sırası Hz. Peygamber’in sıfatına gelince okumayı keser. Hasta bir adamın yanında oturan Hz. Peygamber ise, o hasta adama, neden okumayı kestiklerini sorar. O zat: ‘Onlar bir peygamberin sıfatına geldiler ve sustular’ der, emekleyerek gelir, Tevrat’ı alır ve okur. Hz. Peygamber’in ve ümmetinin sıfatına sıra gelince: ‘Bu, senin ve ümmetinin sıfatıdır’ der ve iman eder370.

IV.

Abdullah b. Amr b. As’a Hz. Peygamber’in Tevrat’ta nasıl tanımlandığı sorulmuş O ise şöyle cevap vermiştir: “Allah’a and olsun ki, O, Tevrat’ta, Kur’an’da nasıl tanımlanıyorsa da aym şekilde tanımlanmıştır. ‘Ey Nebi, biz seni bir şahit, bir müjdeci, bir uyarıcı ve ümmiler için bir koruyucu olarak gönderdik. Sen benim kulumsun, resulümsün. Sana ‘mütevekkil’ adını verdim. Sen huyu kötü, kalbi kötü ve çarşılarda bağırıp çağıran biri de değilsin’ 371.

Abdullah b. Amr b. As’m, Süryanîce’yi iyi bilen ve yazısı da güzel birisi372 olarak zikredilmesinin yanında, Kur’an- ı Kerim’in yanında önceki kitapları da sürekli okuyan (edrnene) ve onlarda hayret verici bilgilerin bulunduğunu söyleyen âlim bir kimse olduğu da kaynaklarda geçmektedir373.

Onun, “el- îmamu’l- Habr/Hıbr” diye nitelendirildiği onunla ilgili bilgiler arasında yer almaktadır374.

Buradan hareketle Abdullah’ın, Ehl- i Kitaba ait eserleri okuduğu ve bunu Hz. Peygamber döneminde de sürdürdüğü söylenebilir. Bu yöndeki bilgilerin yer aldığı rivayetlerde “Ehl- İ Kitaba ait kitaplar” ifadesi kullanılsa da, aslında bu kitapların Yahudi Kutsal Kitapları olması daha muhtemeldir. Zira Abdullah, Yahudi Kutsal Kitaplarım okumasıyla öne çıkmakta ve “kara’tü fı’n- Namus”, “mektubun fı t- Tevrat girişiyle rivayetler nakletmektedir .

V.

Birgün Hz. Ömer Hz. Peygambere bir Tevrat nüshası getirdi ve 'Ya Resulallah’ dedi 'bu bir Tevrat nüshasıdır’. Hz. Peygamber birşey söylemedi. Hz. Ömer de okumaya başladı. Bu esnada Hz. Peygamber’in yüzünün rengi değişti. Bunun üzerine Hz. Ebubekir: 'Evlat acısı görenler seni kaybedesice! Resulullah’m yüzünü hiç mi görmüyorsun!’ dedi. Hz. Ömer o zaman Hz. Peygamber’in yüzüne baktı ve hemen şöyle dedi: 'Allah’ın gazabından ve O’nun Resulünün gazabından Allah’a sığınırım. Rab olarak Allah’a, din olarak İslam’a, peygamber olarak Hz. Muhammed’e razı olduk. Bunun üzerine Hz. Peygamber şöyle buyurdu: ' Muhammed’in canı elinde olan Allah’a yemin olsun ki, şayet Musa sizin için ortaya çıksaydı ve siz de beni terk ederek O’na uysaydımz, doğru yoldan sapmış olurdunuz. Şayet O sağ olsa ve peygamberliğime kavuşsaydı bana ittiba ederdi375.

Hz. Ömer’in Daniel’in Kitabını Abdulkays kabilesi mensubu bir adamdan edindiği, sonra da onu Hz. Peygamber’e getirerek, 'Bu ilmimize ilim katacağımız bir kitaptır’ dediği, daha sonra ise bu kitabı Hz. Peygamber’in huzurunda okumaya başladığı ve Hz. Peygamber’in bundan hoşnut olmadığı şeklinde bir rivayet de bize ulaşmıştır376.

Bu tür rivayetler, Hz. Peygamber zamanında Tevrat’ın bazı metinlerinin Arapça tercümelerinin bulunduğu ve bunlara ulaşmanın zor olmadığım göstermesi bakımından önem arz eder. Hz. Ömer’in Hz. Peygamber’e getirdiği bu kitap veya sahife Arapça’dır. Aksi halde gerek Hz. Ömer’in gerekse kendisine okunduğu zaman kızan Hz. Peygamber’in Îbrânîce veya Aramice bildiğini kabul etmek gerekir ki bunu destekleyecek hiçbir delil bulunmamaktadır377.

Bir başka rivayet ise şöyledir: Hz Ömer Hz. Peygamber’den Tevrat ta’limi için izin ister fakat Hz. Peygamber, ‘Tevrat’ı değil de, kendilerine indirileni (Kur’an’ı) taTim etmesini ve Tevrat yerine Kur’an’a iman etmesini’ söyler ve Hz. Ömer’in bu talebini reddeder .

Hz. Hafsa’nm da Yusuf un kıssası yazılı bir kitabı Hz. Peygamber’e götürüp okuduğu, bunun üzerine Hz. Peygamber’in ise yüzünün renginin değiştiği ve şöyle dediği kaydedilmiştir: Şayet Yusuf size gelseydi ve ben sizin aranızda iken siz beni terkedip ona tabi olsaydınız kesinlikle yoldan çıkmış olurdunuz378.

VI.

Medine sözleşmesinde yer alan bir madde gereğince, herhangi bir öldürme veya anlaşmazlık durumunda Hz. Peygamber’e müracaat edilecekti. Bu hükme istinaden getirilen birçok davalarda Hz. Peygamber, Tevrat’la hükmetmiştir. Kureyzaoğulları İle Nadiroğulları arasında gerçekleşen bir cinayet davası buna örnektir379.

Abdullah b. Ömer’den nakledildiğine göre, Medineli Yahudiler, İçlerinden zina eden bir kadınla bir erkek hakkında hüküm vermesi için Hz. Peygamber’e gelirler. Hz. Peygamber’in onlara: Siz recm hakkında Tevrat’ta ne bulursunuz? diye soruyla mukabele etmesi üzerine, “Biz, zina edenleri teşhir eder değnekle döveriz” derler. Orada bulunan Abdullah b. Selam bunlara: “Yalan söylediniz. Tevrat’ta recm ayeti vardır.” deyince, Tevrat getirilir ve içlerinden biri İlgili ayetin üzerine elini kapatarak önceki ve sonraki cümleleri okumaya başlar. Abdullah b. Selam’ın ikazı üzerine bu şahıs elini kaldırınca, recim ayeti ortaya çıkar. Yahudiler şu itirafta bulunurlar: “Ya Muhammedi Abdullah b. Selam doğru söylemiştir; Tevrat’ta hakikaten recm ayeti vardır. Ancak biz kendi aramızda bunu gizleriz.” 380.

Abdullah b. Selam’m Medine içinde hatırı sayılır bir âlim olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Rivayetlerden, Onun Tevrat’ı çok iyi bildiği, Eski Ahit’in birçok bölümlerini tedris ettiği sonucu çıkarılmıştır381.

Ona dair zikredilmesi gereken önemli bir rivayet ise şudur: Abdullah b. Selam Hz. Peygamber’e geldi ve hem Tevrat’ı hem de Kur’an’ı okuduğunu söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber, O’na “bir gece birini bir gece ötekini oku” buyurmuştur382.

Onun Tevrat’ın yanında Talmud’u da babasından okuduğu şeklinde bilgiler de vardır383.

VII.

Selman el- Farisî şöyle demiştir: “Tevrat’ta, yemekten sonra elleri yıkamanın, yemeğin bereketinden olduğunu okudum ve Tevrat’ta okuduğum şeyi Resulullah’a bildirdiğimde, ‘Yemeğin bereketi yemekten önce de sonra da elleri yıkamaktır’ buyurdular.384 385

Bu rivayet Hz. Peygamber’in -aslında İslam’ın- Yahudi din ve kültürüne ait bazı bilgi ve hükümleri onayladığını , güzel ahlak ve İnsanın iç- dış dünyasının temiz olmasına vesile olabilecek bilgi ve alışkanlıktan bazı ziyadelerle de olsa onayladığı ve aynen benimsediğini göstermesi bakımından da önemlidir.386

VIII.

Hz. Peygamber, bir gün Beytü’l- Midras’a gitmişti. İçeride Yahudİler bulunmaktaydı ve Hz. Peygamber onlan İslam’a davet etmişti. Orada bulunan Nu’man b. Amr ve Haris b. Zeyd Hz. Peygamber’e dinini sormuş, O da ‘İbrahim’in dini ve milleti üzereyim’ demişti. Yahudiler de ‘İbrahim de bir Yahudi’ydi’ diye karşılık verince Hz. Peygamber, ‘Gelin Tevratı aramızda hakem kılalım’ demiş fakat onlar bundan kaçınmışlardı. Bunun üzerine “Resulum! Kitaptan nasiplenmiş olanları (Tevrat hakkında biraz bilgisi olan Yahudi din adamlarının yaptığını) gördün değil mi? Aralarında Peygamber’in hüküm vermesi için Allah’ın kitabına uymak üzere çağrıldıklarında, onların bir kısmı yüz çevirmiş ve dönüp gitmişlerdir.” 387 ayeti nazil olmuştur.388

IX.

“Tevrat indirilmesinden önce, Yakub’un kendisine haram kıldığı şeylerden başka, yiyeceklerin hepsi İsrailoğullarına helal idi. Ey Peygamber! Onlara de ki: ‘Eğer doğru söylüyorsanız, Tevrat’ı getirin ve okuyun (neler haram kılınmış görelim). Bundan sonra (Tevrat’ta bu husus açıkça belirtildiği halde) hala birtakım yalanlar uydurarak Allah’a isnad eden iftiracılar, zalimlerin ta kendileridir.”389

Bu ayet incelendiğinde, Hz. Peygamber’in, dilini bilmediği bir kitaba nasıl hüküm vermek üzere başvurduğu sorusu akla gelmektedir ki, bu kitabın dilini bilmemesi durumunda, basımların Onu yanıltmaları ve yalan konuşmaları mümkündür. Hz. Peygamber’in Tevrat’ın dili olan îbranice ve ya Aramice’yi bildiğini gösteren hiçbir delil bulunmadığı için, geriye kendisiyle hüküm verilen bu kitapların dilinin Arapça olması ihtimali kalır ve Hz. Peygamber döneminde Tevrat’ın en azından bazı kısımlarının Arapça tercümesinin bulunduğu söylenebilir390.

X.

Ehl- i Kitaba ait metinlerle alakalı olarak kaynaklarda geçen bir diğer bilgi ise Abdullah b. Amr b.As’m, Yermük harbi esnasında Ehl- i Kitab’a ait birtakım kitaplar edindiği bilgisidir391. Bu bilgi de Ehl- i Kitab’a ait metinlerin o bölgede var olduğuna işaret etmesi açısından önemlidir.

Suyutî’den nakledildiği üzere, bazı Yahudiler Allah tarafından ilham edildiğini iddia ettikleri kitaplar derliyor ve onları ucuz fiyatlarla Araplara satıyorlardı392.

Hz. Peygamber ve sahabenin yaşamış olduğu bölge ve zamanda Ehl- i Kitabın kitap ya da kaynak niteliğindeki birtakım metinlerinin var olduğunu ve toplumda ulaşılabilir bir durumda bulunduğunu düşündüren bir diğer mesele, daha önceki bölümde yer verdiğimiz muvahhidler meselesidir. Onların, dini arayışlarının sonucunda, bazen diğer dinlere yöneldikleri, onların kitaplarım okuyup araştırdıkları ve geçmiş kitaplara ve o kitaplarda geçen bilgilere sahip olmakla toplumda da fark edildikleri rivayetlerde geçmektedir. Muvahhidlerden biri olarak kaynaklarda geçen Varaka’mn kendine ait bir Incil’inin de olduğunu yine zikretmiştik. Bu konuyla alakalı bilgiler daha önce zikredildiği için burada daha fazla sözü uzatmıyoruz.

2. 2. 3. HZ. PEYGAMBERİN YAHUDİ VE HIRİSTİYANLARIN KUTSAL METİNLERİNE YAKLAŞIMI

Kitab-1 Mukaddes Varlığıyla alakalı olarak yukarıda geçen rivayetler, Tevrat bölümlerini ihtiva eden sahife veya nüshaların Hz. Peygamber ve sahabîlerin pek de uzağında olmadığım gösterir393. Ve yine bu rivayetler, Hz. Peygamber ve sahabenin geçmiş dinlere ait metinlerin varlığından hatta içeriklerinden haberdar olduklarım göstermek açısından önemlidir.

Ehl- i Kitap ve onların ellerindeki birtakım metinlere karşı tavrın, başlangıçta yumuşak bir üsluba sahip olduğu Kur’an- ı Kerim’de onlarla alakalı olarak nazil olan ilk ayetlerden de anlaşılmaktadır. Ehl- i Kitapla ancak güzel bir şekilde tartışılmasının istenmesi394, “...eğer bilmiyorsanız zikir ehline sorun” şeklinde ifadelerle Ehl- i Kitabın Allah tarafından referans gösterilerek onore edilmesi395 396 buna işaret eder . Ebu Hureyre’den nakledilen ve yukarıda zikrettiğimiz, Ehl- i Kitabı ne tekzib ne tasdik etmenin buyrulduğu hadis de göz önünde bulundurulduğunda, Hz. Peygamber’in bu tavrının da Kur’anî tavrın aynı olduğu görülür397 398.

Kur’an-1 Kerim’in Ehl- i Kitaba yönelik bu yumuşak yaklaşımının temelinde, söz konusu kesimi kendisine Arap müşriklerinden daha yakın gördüğü ve İlahî kaynaklı bir dini gelenek İçinde yer almalarından ötürü en azından ortak bir paydada birleşme beklentisi içerisinde olduğunu söylemek mümkündür .

Bu konuda dikkat çeken bir başka şey ise, Maide suresinde, nüzul dönemi Yahudilerinin ellerinde bulunan Tevrat’ın, kendisinde Allah’ın hükmü bulunan bir kitap olarak nitelendirilmiş olması ve bu hüküm ellerinin altında olduğu halde Hz. Peygamber’e hakemlik için başvurmalarından ötürü kınanmış olmalarıdır. Yine aym surede, Incil’e uyanlara, Allah’ın onunla vahyettikleri doğrultusunda hüküm vermeleri emredİlmektedir399.

“Onlar ellerinde Allah’ın hükümlerini içeren Tevrat bulunduğu halde muhakeme için niçin sana geliyorlar ki! Sonra (verdiğin hükme de razı olmayarak) dönüp gidiyorlar. Ey Peygamber! Aslında onlar inanmış kimseler değillerdir.”400

“Kendilerine İncil verilenler de Allah’ın indirdikleri ile hükmetsinler. Bilin ki (menfaatlerine uygun düşmediği için) Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler fasık kimselerdir.”401

Kur’an- ı Kerim, nüzul dönemi Yahudi ve Hıristiyanlarının elleri altında bulunan Tevrat ve Incil’i bütünüyle muharref kitaplar olarak görmemekte; bilakis din adamlarınca bir takım yorumsal çarpıtmalar yapılmış olsa da Allah’ın hüküm veya hükümlerini muhtevi bir vahiyler manzumesi olarak kabul edilmektedir402.

Hz. Peygamber’in geleceğinin Tevrat ve Incil’de bildirildiğine, Kur’an- ı Kerim’in önceki kitapları/ onların içinde bulunan hakikatleri tasdik edici olduğuna403 dair ayetlerin de Ehl- i Kitaba (ait metinlere) karşı ılımlı bir yaklaşımın göstergeleri olarak gözden kaçırılmaması gerekmektedir.

Kaynaklar aracılığıyla bize ulaşan Hz. Peygamber’e ait bir rivayette ise şöyle buyrulmaktadır: “Benden, Kur’an dışında hiçbir şey yazmayınız. Kim benden, Kur’an dışında bir şey yazmışsa onu imha etsin. Kim de bilerek bana yalan isnat ederse, cehennemdeki yerine hazırlansın. İsrailoğullarmdan nakilde bulunmanızda da bir sakınca yoktur.”404

Yukarıda yer alan rivayetlerin yanında Hz. Peygamber’in, Abdullah b. Amr b. As’ın rüyasını Tevrat okuyacağı şeklinde yorumlamış olması ve bu konuda olumsuz bir tavır sergilememiş olması, yine Abdullah b. Selam’m Tevrat okumasına izin vermiş olması gibi rivayetler, Hz. Peygamber’in Ehl- i Kitap ve onların ellerindeki metinlere karşı olumlu tavrının belirtileridir. Yine Hz. Peygamber’in havraya gidip orada Tevrat dinlemesi ve Tevrat’ın okunması kesilince 'okumayı neden kestiniz?’ diye sorması, ardından Tevrat okuyan adamı hoşnutluk içinde dinlemesi ve okunanı reddetmemesi, Ehl- i Kitabın kitaplarından bilgi edinmenin mübah olduğunu göstermektedir405.

Ehl- i Kitaba ve onların metinlerine karşı yanında ohımlu/yumuşak bir tavır sergileyen bu rivayet ve ayetlerin yanında, yukarıda örneklerini zikrettiğimiz üzere, olumsuz bir yaklaşım sergileyen rivayetlerin ve ayetlerin var olduğunu da görmekteyiz. Başlangıçta yumuşak bir üslupla seyreden Ehl- i Kitaba yönelik ayetler, Yahudilerin, Medine döneminde, beklenilenin aksine Müslümanların değil de Müşriklerin yanında yer alması ve Müslümanlara ihanette bulunmalarıyla sert bir üslup takınmaya başlamıştır. Bu sertleşmenin, önce bir sitemle başladığı ve gittikçe Ehl- i Kitabı kınamaya kadar vardığı göze çarpmaktadır406.

Rivayetler içerisinde ise, Hz. Ömer’in Ehl- İ Kitaba ait bir metinle gelmesi407 ve Hz. Peygamber’in bundan hoşnut olmaması, Hz. Hafsa’nın elinde bulunan ve Yusuf kıssasının yazılı bulunduğu bir kitaptan Hz. Peygamberim rahatsızlık duyması şeklinde bilgiler bu olumsuz tavrı örneklemektedir.

Sahabeden bazılarının da Ehl- i Kitap’tan sorular sormayı hoş karşılamadıkları şeklinde rivayetler vardır. Abdullah b. Abbas bir gün Müslümanlara şöyle seslenir: “Ey Müslümanları Allah’ın peygamberine en son vahiylerini indiridiği, okuyup durduğunuz taptaze kitabınız dururken, Ehl- i Kitab’a nasıl sorarsınız?. Hâlbuki Allah, Ehl- i Kitabın Allah’ın emirlerini değiştirdiklerini ve kitabı elleriyle tahrif ettiklerini ve bunu az bir para karşılığında satabilmek için 'bu, Allah katmdandır’ dediklerini sizlere haber de verdi. Size verilen ilim, onlara soru sormanızı yasaklamıyor mu? Hayır vallahi! Onlardan birinin sizlere indirilenden gelip size sorduğunu hiç görmedik.”408

Abdullah b. Mes’ud ise şöyle demiştir: “Ehl- i Kitaba sormayın. Kendileri sapıtmış olan bu insanlar, sizi asla doğru yola erdiremezler. Hakikati yalanlayabilir veya batılı tasdik edebilirsiniz.”409

Bütün bu rivayetler, Ehl- i Kitaba veya onların kitaplarına olan tutumun her zaman aynı olmadığını göstermektedir. Hz. Peygamber’in, bazı “kutsal” metinlerin yazılmasına ve okunmasına tepki göstermesinin, Kur’an’m tamamlanması aşamasında, doğrularla yanlışların bir arada bulunduğu metinlerle ilgilenmenin Müslümanların zihinlerine zarar vermesinden Hz. Peygamber’in duyduğu endişe olduğu410 ve yine söz konusu menfî tavrın, Tevrat’taki neshediüp tahrif olunan hususları ayıramayanlar için geçerli bir durum olması gerektiği, zira, en azından Tevrat’ta inkar ettikleri hükümlerle Yahudileri ilzam için, Ehl- i Kitap metinleri hakkında bilgi sahibi olmanın zaruri olduğu şeklinde yorumlar yapılmıştır411.

Muhammed Hüseyin Zehebî ise, bu tavrın, İslam’ın başlangıç dönemlerinde, dinin hükümlerinin yerleşmesinden önce olduğunu, çünkü Müslümanların akidelerinin ve düşüncelerinin bozulmasından korkulduğunu ifade eder 412".

Bu tür olumsuz ve Ehl- i Kitab’a karşı tavizsiz bir tavrın, yukarıda ifade edildiği üzere Kur’an- ı Kerİm’in Ehl- i Kitaba karşı sertleşen tavrının bir uzantısı olarak ortaya çıkmış olması da muhtemeldir.

Kur’an- ı Kerim’in ve Hz. Peygamber’in Ehl- i Kitab metinlerine karşı tavrından yola çıkılarak, îsrailiyyat üç kısımda ele alınmıştır: makbul israiliyat, merdud îsrailiyyat, makbul İle merdud arasında kalan îsrailiyyat413.

Anlaşılan odur kİ, İdeal dini düzeyde İlahî kaynağa yatkınlığı ve saflığını muhafaza etiği ölçüde Ehl- i Kitab’a ait bazı unsurlar, gerek Kur’an gerekse Hz. Peygamber tarafından övgüyle karşılanmış; fiili itikad ya da mevcut haliyle aslından sapmış, saflığını yitirmiş ve haktan kopmuş pek çok unsur da aynı şekilde şiddetle eleştirilmiş ve aslına rücu edilmesi istenmiştir414.

Ehl- i Kitab’a veya onların kutsal metinlerine karşı Hz. Peygamber’in sahabeden bazılarına engelleyici bir tavırla yaklaşması, hakikat olanla batıl olanı ayırt edemeyecek durumda olma, Kur’an-ı Kerim’in yazıya geçtiği bir ortamda karışıklığa sebep olma gibi bir takım özel durumlara binaen zaruri olarak ya da tedbiren ortaya çıkmış gibi görünmektedir. Zira eski kitaplara dair bilgileri olan Abdullah b. Amr ve Abdullah b. Selam gibi sahabîlerin herhangi bir yasağa tabi tutulmamış olmaları, Hz. Peygamber’in bizzat kendisinin Tevrat’ı dinlemekte bir beis görmemesi ve hadisler içerisinde Tevrat’a ve Incil’e yapılmış atıflara rastlıyor olmamız bizi bu düşünceye meylettirmektedir.

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

HZ. PEYGAMBERİN EHL- İ KİTAB’IN KUTSAL METİNLERİNE DAİR BİLGİSİ VE KUDSÎ HADİSLER

3.1. HZ. PEYGAMBERİN KİTAB-1 MUKADDES BİLGİSİ

Hz. Peygamberin Ehl- i Kitabin inançlarıyla, onların ellerinde bulunan metinlerle, bunun yanında evvelki ümmetlerin başlarından geçen bazı olaylarla alakalı birtakım bilgilere sahip olduğunu düşünmemizi gerektiren çokça rivayet mevcuttur. Önceki bölümlerde açıklamaya çalıştığımız üzere, Hz. Peygamberin içinde yaşadığı toplum, farklı kültür ve inançlara müntesip insanları da içerisinde barındıran, onlarla iletişim halinde bulunan bir toplumdu. Bunun yanında, yine aynı toplum, uğraştıkları ticaret gereği çok farklı ülkelere seyahatlerde bulunan, farklı inanç ve hayatlara sahip insanlarla karşılaşan ve bu insanları zaman zaman kendi ülkelerinde ağırlayan bir toplumdu. Bütün bunlar, tabiî olarak, onlarla beraber yaşayan, ticaretle uğraşan, kültürel faaliyetlere iştirak eden, kendisini çevresinden soyutlamamış bir insan olarak, Hz. Peygamber’in, bilgi ve tecrübe edinme yolarından biri olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hz. Peygamber, Kur’an kıssalarında gözetilen hedeflere paralel olarak, zaman zaman mü’minlerin ibret ve öğüt almalarını sağlamak veya birtakım mücerret gerçeklerin daha iyi anlaşılmasını temin maksadıyla vaazlarında tarihî ve temsilî mahiyette kıssalara yer verdiği görülmektedir . Bununla alakalı olarak, Hz. Muhammed’in, bazı geceler, geç vakitlere kadar îsrailoğullarından olaylar anlattığı belirtilmektedir:

Abdullah b. Amr şöyle demiştir: “Resulullah bize uzun uzun (sabaha kadar) îsrailoğullarından bahseder, farz namazdan başka hiçbir şey için kalkmazdı”415 416

Bu rivayet, Hz. Peygamber’in geçmiş ümmetlerin hayatlarına, onların başından geçen olaylara dair birtakım hususlarda bilgi sahibi olduğuna ve bu bilgileri aktarmakta, anlatmakta, kullanmakta bir beis görmediğine işaret etmesi açısından önemlidir.

Yukarıda ifade etiğimiz türden kıssalara, Hz. Peygamberin Hz. Süleyman’la alakalı olarak anlattığı bir kıssayı örnek verebiliriz, şöyle ki: “îki kadın vardı. Bunların beraberlerinde iki de çocukları vardı. Bir kurt gelerek bu çocuklardan birini kapıp kaçırdı. Kadın, arkadaşına: ‘Kurt senin çocuğunu kaçırdı!’dedi. Diğeri ise: ‘Hayır, senin çocuğunu alıp gitti!’ dedi. Hz. Davud 'a gittiler. Hz. Davud, büyük kadın lehine hükmetti. Küçük, hükme razı olmayınca, davayı Hz. Süleyman’a götürdüler. Hz. Süleyman: Bir bıçak getirin, çocuğu ikiye böleyim, size birer parça vereyim!’ diye hükmetti. Küçük kadın: ‘Böyle yapma! Allah'ın rahmetine mazhar ol! Çocuk onundur!’ dedi. Hz. Süleyman bu cevap üzerine çocuğun küçük kadına ait olduğuna hükmetti.”417

Hz. Peygamber’in anlattığı bu kıssanın Kitab- ı Mukaddes’te şu şekilde yer aldığım görmekteyiz: “Birgün iki fahişe gelip kralın önünde durdu. Kadınlardan biri krala şöyle dedi: ‘Efendim, bu kadınla ben aynı evde kalıyoruz. Birlikte kaldığımız sırada ben bir çocuk doğurdum. îki gün sonra da o doğurdu. Evde yalnızdık, ikimizden başka kimse yoktu. Bu kadın geceleyin çocuğunun üzerine yattığı için çocuk Ölmüş. Gece yansı, ben kulun uyurken, kalkıp çocuğumu almış, koynuna yatırmış, kendi ölü çocuğunu da benim koynuma koymuş. Sabahleyin oğlumu emzirmek için kalktığımda, onu Ölmüş buldum. Ama sabah aydınlığında dikkatle bakınca, onun benim doğurduğum çocuk olmadığını anladım.’

Öbür kadın ‘Hayır! Yaşayan çocuk benim, ölü olan senin!’ diyerek çıkıştı. Birinci kadın, ‘Hayır! Ölen çocuk senin, yaşayan çocuk benim!’ diye diretti. Kralın önünde böyle tartışıp durdular.

Kral, ‘Biri, ‘Yaşayan çocuk benim, ölü olan senin’ diyor, öbürü, ‘Ölen çocuk senin, yaşayan benim’ diyor. O halde bana bir kılıç getirin!’ dedi. Kılıç getirilince kral, ‘Yaşayan çocuğu ikiye bölüp yansım birine, yarısını Öbürüne verin!’ diye buyurdu. Yüreği çocuğun acısıyla sızlayan, çocuğun gerçek annesi krala, 'Aman Efendim, sakın çocuğu öldürmeyin, ona verin’ dedi. Öbür kadınsa, 'Çocuk ne benim ne de senin olsun, onu ikiye bölsünler’ dedi.

zaman kral kararım verdi. 'Sakın çocuğu öldürmeyin! Birinci kadına verin, çünkü gerçek annesi odur.’ ”418

Yine Hz. Peygamber tarafından anlatıldığını kaynaklarda gördüğümüz bir diğer kıssa da şeyledir: “İbrahim aleyhisselam sadece üç yalan söylemiştir: Bunlardan ikisi Allah'ın zatıyla ilgili; biri ‘İnnî sakîm’ sözüdür; diğeri de 'Bel fekalehû kebîruhum hâzâ’ sözüdür. Bir tanesi de karısı Sâre hakkındadır. Hz. İbrahim zalim birinin diyarına (Mısır’a) beraberinde Sâre de olduğu halde gelmişti. Sâre güzel bir kadındı. Sâre’ye: 'Bu cebbar herif, bilirse ki sen karımsın, senin için bana galebe çalar. Eğer sana soracak olursa, kız kardeşim olduğunu söyle! Çünkü sen, zaten İslâm yönünden kardeşİmsin, din kardeşiyiz. Ben yeryüzünde senden ve benden başka bir Müslüman bilmiyorum’ dedi.

Bunlar zalim kralın memleketine girince, adamlarından biri bunları gördü. Hemen gidip: 'Senin memleketine öyle güzel bir kadın girdi ki, sizden başkasının olması münasip değildir’ dedi. Kral derhal adamlar gönderip, Sâre’yi yanına getirtti. Hz. İbrahim namaza durdu. Sâre adamın yanma girince, kral onu karşıladı fakat elini ona uzatamadı. Eli tutuldu. Sâre’ye:

‘Elimi salması için Allah'a dua et! Sana zarar vermeyeceğim!’ dedi. Sâre de dediğini yaptı. Ama kral tekrar Sâre’ye sataşmak istedi. E1İ, öncekinden daha şiddetli tutulup kaldı. Sâre’ye aynı şekilde ricada bulundu. O da kabul etti. Daha sonra adam yine sataşmak istedi. Eli önceki İki seferden daha şiddetli şekilde tutuldu. Sâre’ye yine:

'Allah'a dua et, elimi salsın, sana zarar vermeyeceğim!’ diye rica etti. Sâre dua etti, adamın elleri açıldı. Kral kadım getiren adamı çağırdı ve ona: 'Sen bana insan değil bir şeytan getirmişsin. Bunu diyarımdan çıkar!’ dedi ve Sâre’ye, Hâcer’i bağış olarak verdi.”419 420

Bu kıssanın da Kitab- ı Mukaddesle şu şekilde geçtiğini görmekteyiz:

“Ülkedeki şiddetli kıtlık yüzünden Avram geçici bir süre için Mısır'a gitti.

Mısır'a yaklaştıklarında karısı Saray’a, ‘Güzel bir kadın olduğunu biliyorum’ dedi, ‘Olur ki Mısırlılar seni görüp, ‘Bu onun karısı’ diyerek beni öldürür, seni sağ bırakırlar. Lütfen, ‘Onun kız kardeşiyim’ de ki, senin hatırın için bana iyi davransınlar, canıma dokunmasınlar.’

Avram Mısır'a girince, Mısırlılar karısının çok güzel olduğunu farkettiler. Kadını gören firavunun adamları, güzelliğini firavuna övdüler. Kadın saraya alındı. Onun hatırı için firavun Avram'a iyi davrandı. Avram davar, sığır, erkek ve dişi eşek, erkek ve kadın köle, deve sahibi oldu.

RAB Avram'ın karısı Saray yüzünden firavunla ev halkının başına korkunç felaketler getirdi. Firavun Avram'ı çağırtarak, ‘Nedir bana bu yaptığın?’ dedi, ‘Neden Saray’ın karın olduğunu söylemedin?, niçin ‘Saray kız kardeşimdir’ diyerek onunla evlenmeme izin verdin? Al karını, git!’

Firavun Avram için adamlarına buyruk verdi. Böylece Avram’la karısını sahip olduğu her şeyle birlikte gönderdiler.”

Hz. Peygamber’in ayrıntılı bir şekilde sahabeye anlattığı Enbiya kıssalarının büyük bir kısmı Kur’an- ı Kerim’de yer almazken, bunlardan bazıları muhtasar olarak zikredilmiştir421.

Hz. Peygamber’in, Yahudi ve Hıristiyanların, kitaplarına dayanan birtakım uygulamalarından da haberdar olduğunu görüyoruz. Aşağıdaki örnekler, bu durumu açıklar mahiyettedir:

* Rivayete göre, Ebu Musa, küçük abdest konusunda çok titiz davranır, küçük abdestini bir şişe içine bozar ve ‘Benu İsrail’den birinin bedenine sidik değecek olsa, adam kirlenen derisini bçakla kazırdı’ derdi.

Huzeyfe dedi ki: ‘Arkadaşınızın titizliği bu kadar ileri götürmemesini tercih ederim. Ben Resulullah’la bir beraberliğimizi hatırlıyorum. Beraber yürüyorduk. Derken bir kavmin, bir duvar dibindeki küllüğüne rastladık. Resulullah, bizden birinin ayakta bevletmesi gibi ayakta bevletti. Bu sırada kendisinden uzaklaşmak istedim. Bana, yakın durmamı işaret etti. Ben geri gelip arkasında küçük abdestini bozuncaya kadar bekledim.”422

Yukarıdaki rivayetten anlaşılan, hem Hz. Peygamber hem de sahabe Yahudilerin bu inancım bilmekte, hatta bu inanca göre davrananlar dahi bulunmaktaydı.

Hz. Peygamber’in Yahudi ve Hıristiyanların ellerinde bulunan birtakım metinlere atıflarda bulunduğuna da yine bize ulaşan rivayetlerde rastlıyoruz ki aşağıdaki örnekler buna dairdir:

* Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Allah Yahudilere lanet etsin, Allah Yahudilere lanet etsin, Allah Yahudilere lanet etsin! Allah onlara iç yağını yasaklamıştı, tutup bunu sattılar ve parasını yediler. Hâlbuki Allah bir millete bir şeyin yenmesini haram etti mi, onun parasım da haram etti demektir.”423

îç yağının îsrailoğullarma yasak kılındığım Kitab- ı Mukaddes’te şu şekilde görüyoruz: “Rab Musa’ya şöyle dedi: ‘ İster sığır, ister koyun ya da keçi yağı olsun, «r 1 î

hayvan yağı yemeyeceksiniz’.”

* Hz. Peygamber daha Mekke’de iken sahabîlerine, kendisinin, geleceği Yahudilerin okuyup durdukları Mukaddes Kitaplarda esasen haber verilen peygamber olduğunu açıklamıştı . Medine’de ise Hz. Peygamber’in Benü Kaynuka Yahudilerine ait bir pazara girip, orada onları bir araya toplayıp şu sözlerle bir hutbede bulunduğunu görmekteyiz:

“Ey Yahudi Cemaati! Size, Kureyşlİlere gelen bela ve felaketlerin gelip bulaşmaması için Allah’tan korkun ve İslam’ı kabul edin. Zira biliyorsunuz ki ben, Allah’ın gönderdiği bir Nebi’yim. Siz bunun böyle olduğunu kendi kitabınızda da görüp duruyorsunuz; O halde Allah sizi bununla bağlamış vaziyettedir.”424

* Hz. Peygamber’in bazı kral ve önderlere, kabilelere onları İslam’a davet için gönderdiği mektuplar da malumdur. Bu mektuplardan birini Hz. Peygamber Hayberlİ Yahudilere göndermiştir ki söz konusu belgede şu ifadeleri görüyoruz:

“Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla... Musa’nın ve kardeşinin dostu, O’nun getirdiğinin tasdikçisi Allah’ın Resulü Muhammed’den.

Dikkat edin Ey Tevrat Bağlıları! Allah sizin hakkınızda buyurmuştur; siz onu kitabınızda bulacaksınız: ‘Muhammed Allah’ın elçisidir. Onun beraberinde bulunanlar, inkârcılara karşı sert, birbirlerine merhametlidirler. Onlar rükuya varırken, secde ederken, Allah’tan lütuf ve hoşnutluk dilerken görürsün. Onlar, yüzlerindeki secde izi ile tanınırlar. İşte bu onların Tevrat’ta anlatılan nitelikleridir. Incil’de de şöyle nitelendirilmişlerdi: Filizini çıkarmış, onu kuvvetlendirmiş, kalınlaşmış, gövdesi üzerine dikilmiş, ekincilerin hoşuna giden ekin gibidirler. Allah böylece bunları çoğaltıp kuvvetlendirmekle inkârcılan öfkelendirir. Allah, inanıp yararlı işler İşleyenlere bağışlama ve büyük ecir vaat etmiştir.”425 426

‘Saplan üzerine doğru kalkmış ekin’e dair meseller, Matta 13: 31- 32 ve Markos 4: 26- 32’de, ‘yüz ve almlardaki secde izleri’ne dair mesel ise Incil’de Yuhanna’nın Vahyi 14: l’de geçmektedir .

Bu mektuplardan bir diğeri olan, Hz. Peygamber’in Eyle Piskoposu ve halkına yazdığı mektupta geçen birtakım ifadeler de Hz. Peygamber’in Kitab- ı Mukaddes’te yer alan bazı bilgilere sahip olduğunu gösterir. Bu mektupta şöyle bir tehdit yer almaktadır:

“Şayet gönderdiğim elçileri memnun etmeden geri çevirecek olursan, bunu bir harp ilam sayarım. Artık çocukları harp esiri, yetişkinleri ise telef ederim. Zira ben dosdoğru bir Allah Resulüyüm. Allah’a ve resullerine, kitaplarına, Meryem’in oğlu İsa Mesih’in Allah’ın kelimesi ve Allah’ın bir elçisi olduğuna inanırım. O halde size herhangi bir kötülük ve zarar ulaşmadan haydi gelin bu dediklerimi yapın.”427

Hz. Peygamber’in Tevrat’ın Tesniye bölümüne (20: 13- 14) atıfta bulunması, yani peygamberlerinin iman düşmanlarına karşı takındıkları tutuma, daha da açık bir ifadeyle, benzer durumlarda onların ‘çocukları esir edip yetişkinleri kılıçtan geçirme’ şeklindeki tatbikat ve tutumlarına müracaat etmesi dikkat çekicidir428.

Hz. Peygamber’in bazı hadislerinin ise, -yukarıdaki gibi bir atıf emaresi olmaksızın- Kitab- ı Mukaddes’te yer alan bazı ayetlerle benzerlik gösterdiği, örtüştüğü ve hatta tamamen aynı lafızlara sahip olduğu da görülmektedir. Aşağıda, bu benzerliğin görüldüğü ifadelere ilişkin örnekler verdik:

Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Her kim ki rızkının bollaştırılmasını ve ecelinin geciktirilmesini arzu ederse akrabalarım ziyarette bulunsun.429 430

Bu hadise benzer ifadelerin Tevrat’ta sıkça geçtiğini görmekteyiz:

“Tanrın Rab’bin buyruğu uyarınca, anne babana saygı göster. Öyle ki ömrün uzun olsun ve Tanrın Rab’bin sana vereceği ülkede üzerine iyilik gelsin.”

Hz. Peygamber, bir hadislerinde: “Sağ elin verdiğini sol el bilmeyecek derecede gizli sadaka veren kimsenin, Kıyamet Günü Allah’ın arşının gölgesinde gölgelendirileceğim” bildirmiştir431 432.

Bu hadisle benzerlik gösteren ifadeler Matta’da şu şekilde geçmektedir: “Birisine sadaka verirken bunu borazan çaldırarak ilan etmeyin. İkiyüzlüler, insanların övgüsünü kazanmak için havralarda ve sokaklarda böyle yaparlar. Size doğrusunu söyleyeyim, onlar ödüllerini almışlardır. Siz sadaka verirken, sol eliniz sağ elinizin ne yaptığım bilmesin. Öyle ki, verdiğiniz sadaka gizli kalsın. Gizlice 571 yapılanı gören Babanız sizi ödüllendirecektir”

Hz. Peygamber, “Helal olan şeyler arasında Allah’ın en çok buğzettiği husus talaktır” buyurmuştur433.

Bu hadisle benzerlik gösteren ibareler ise şu şekildedir: “Çünkü İsrail’in Allah’ı Rab diyor: ‘Ben boşanmadan ve esvabını gaddarlıkla Örten adamdan nefret ederim’.”523

* Ebu Hureyre’den rivayet edilen bir diğer hadiste de Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Kadınlara iyi davranın. Zira kadın kaburga kemiğinden yaratılmıştır. Kaburga kemiğin en eğri yeri yukarı kısmıdır. Onu doğrultmaya kalkarsan kırarsın. Kendi haline bırakırsan eğri kalır. Öyleyse kadınlara iyi davranın.”

Kadınların kaburga kemiğinden yaratıldığı şeklindeki ifadelerin aynısı ise Tevrat’ta şu şekilde yer almaktadır: “Rab Tanrı Âdem’e derin bir uyku verdi. Âdem uyurken, Rab Tanrı onun kaburga kemiklerinden birini alıp yerini etle kapadı. Âdem’den aldığı kaburga kemiğinden bir kadın yaratarak onu Adem’e getirdi.”

* İslam’da, kadının erkeğe, erkeğin kadına benzemesi yasaklanmıştır. Bir rivayette, Hz. Aişe’ye “Kadın erkek ayakkabısı giyer mİ?” diye sorulmuş, o da “Resulullah kadınlardan erkekleşerdere lanet etti” şeklinde cevap vermiştir526.

Bir diğer rivayette ise Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah, kadın elbisesi giyinen erkekle, erkek elbisesi giyinen kadına lanet etti”527.

Bu hadiste geçen ifadelerin aynısı, Tevrat’ta şu şekilde yer almaktadır: “Kadınlar erkek giysisi, erkekler de kadm giysisi giymesin. Tanrınız Rab, bu gibi 572

şeyleri yapanlardan tiksinir. ”

* Bir rivayette Hz. Peygamber’in şöyle buyurduğunu görüyoruz: “ İğreti saç takan, taktıran; kaşları incelten, incelttiren; dövme yapan ve yaptıran lanetlenmiştir.”529

Tevrat’ta ise bu yasakların şöyle zikredildiğini görmekteyiz: “Başınızın yan tarafındaki saçları kesmeyecek, sakalınızın kenarlarına dokunmayacaksınız. Ölüler için bedeninizi yaralamayacak, dövme yaptırmayacaksınız, Rab benim.”

“Siz Tanrınız Rab’bin çocuklarısınız. Ölülere ağıt yakmak için bedenlerinizi yaralamayacaksınız, iki kaş arasındaki tüyleri almayacaksınız.”

* Hz. Peygamber “Kim bir hayvanla cinsel ilişkiye girerse onu öldürün, hayvanı da beraber öldürün” buyurmuştur532.

Bu hükmün Tevrat’ta aynıyla geçtiğini görmekteyiz: “Bir hayvanla cinsel ilişki kuran adam kesinlikle öldürülecek, hayvansa kesilecektir.”533

* Hz. Peygamber bir hadis- i şeriflerinde şöyle buyurmuştur: ”Bir kul dünyada bir kulun ayıbını örterse, Allah Kıyamet günü onu mutlaka örter."534

Bu yaklaşımı Kitab-1 Mukaddes’te de görmekteyiz: “Başkasını yargılamayın siz de yargılanmazsınız. Suçlu çıkarmayın, siz de suçlu çıkarılmazsınız. Başkasını bağışlayın, siz de bağışlanırsınız.”

* Rivayete göre Hz. Peygamber bir gün şöyle dua etmişti: "Allah’ım, beni miskin olarak, yaşat, miskin olarak ruhumu kabzet, kıyamet günü de miskinler zümresiyle birlikte haşret."

Hz. Aişe ise atılarak sordu: "Niçin ey Allah'ın Resülü?"

‘Çünkü’ dedi, ‘onlar cennete, zenginlerden kırk bahar önce girecekler. Ey Aişe! Fakirleri sev ve onları meclisine yaklaştır, ta ki Kıyamet günü Allah da sana yaklaşsın? 1,536

Bir diğer rivayette ise Hz. Peygamber şöyle buyurdular: "Fakirler, cennete zenginlerden beş yüz yıl Önce girerler. Bu (Allah’ın indinde) yarım gündür.”537

Fakirlerin cennete zenginlerden daha yakın olduğunu ifade eden cümleler Kitab- ı Mukaddes’te şöyle yer almaktadır:

“îsa öğrencilerine, ‘Size doğrusunu söyleyeyim’ dedi, ‘Zengin kişi Göklerin Egemenliği’ne zor girecek. Yine şunu söyleyeyim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliği’ne girmesinden daha kolaydır? ”538

Hz. Peygamber’in, insanın yaratılışından bahsettiği bir hadisinde şöyle buyurduğunu görmekteyiz: “Sizden birinin yaratılışı, annesinin karnında kırk günde cem olur. Sonra bu kadar müddetle "alaka” olur. Sonra bu kadar müddette "mudga” olur. Sonra Allah bir meleği dört kelimeyle gönderir: (Bu melek) rızkını, ecelini, amelini, şaki veya said olacağım yazar, sonra ona ruh üflenir. Kendinden başka ilah olmayan zâta yemin olsun, sizden biri, (hayatı boyunca) cennet ehlinin ameliyle amel eder. Öyle ki, kendisiyle cennet arasında bir zirâlık mesafe kaldığı zaman ona yazısı galebe çalar ve cehennem ehlinin ameliyle amel ederek cehenneme girer. Aynı şekilde sizden biri (hayatı boyunca) cehennem ehlinin amelini işler. Kendisiyle cehennem arasında bir zirâlık mesafe kalınca yazısı ona galebe çalar ve cennet ehlinin amelini işleyerek cennete girer .

Hadisin, insanın yaratılış aşamasının anlatıldığı kısmın Yahudilerin anlayışlarıyla örtüştüğü görülmektedir. Zira Yahudilerin Tevrat şerhi niteliğinde olan kitapları Talmud’un Yevamot bölümünde ‘gebeliğin kırkıncı gününe kadar fetüsün yalnızca su olarak kabul edildiği’ nakledilmiştir434.

* Bir rivayette ise şöyle buyrulmuştur: “Allah, mü’min kulunun tevbesine, tıpkı şu adam gibi sevinir: ‘Bir adam hiç bitki bulunmayan, ıssız, tehlikeli bir çölde, beraberinde yiyeceğini ve içeceğini üzerine yüklemiş olduğu bineği ile birlikte seyahat etmektedir. Bir ara (yorgunluktan) başım yere koyup uyur. Uyandığı zaman görür ki, hayvanı başını alıp gitmiştir. Her tarafta arar ve fakat bulamaz. Sonunda aç, susuz, yorgun ve bitap düşüp: ‘Hayvanımın kaybolduğu yere dönüp orada ölünceye kadar uyuyayım’ der. Gelip ölüm uykusuna yatmak üzere kolunun üzerine başını koyup uzanır. Derken bir ara uyanır. Bir de ne görsün! Başı ucunda hayvanı durmaktadır, üzerinde de yiyecek ve içecekleri? İşte Allah’ın, mü’min kulunun tövbesinden duyduğu sevinç, kaybolan bineğine azığıyla birlikte kavuşan bu adamın sevincinden fazladır.”435

Bu hadise benzer bir misal, aynı amaçla Yeni Ahit’te de geçmektedir: “Siz ne dersiniz? Bir adamın yüz koyunu olsa ve bunlardan biri yolunu şaşırsa, doksan dokuzunu dağlarda bırakıp yolunu şaşıranı aramaya gitmez mi? Size doğrusunu söyleyeyim, eğer onu bulursa, yolunu şaşırmamış doksan dokuz koyun için sevindiğinden daha çok onun için sevinir. Bunun gibi, göklerdeki Babanız da bu küçüklerden hiçbirinin kaybolmasını istemez.”436

* Hz. Peygamber’in, “Sizden biri, beni, babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz” buyurduğu rivayetler içerisinde yer almaktadır437.

Yeni Ahit’te bu ifadeleri neredeyse aynen görmekteyiz: “Annesini ya da babasını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir. Oğlunu ya da kızını beni sevdiğinden çok seven bana layık değildir.”438

* Bir diğer rivayette ise, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “Allah insanlara merhamet etmeyene merhamette bulunmaz?’438 439 440 441

Aynı manayı içeren ifadeleri Matta’da görüyoruz: “ Ne mutlu merhametli olanlara! Çünkü onlar merhamet bulacaklardır?’

Bu rivayetlerin bir kısmı Hz. Peygamber’in Ehl- i Kitabın ellerindeki kitaplardan ve onların içindeki bilgilerden bizzat haberdar olduğunu göstermektedir. Ehl- i Kitaptan kimselerle aynı şehri paylaşan ve onlarla iletişim halinde olan Hz. Peygamber ve O’nun sahabîlerinin, onların kitaplarına dair birtakım hüküm ve inançları biliyor olmalarında anlaşılmayacak bir durum da söz konusu değildir.

Bu bilgilerin birçoğunun, o bölgede oturmakta olan Ehl- i Kitap tarafından sürekli anlatıla anlatıla artık bölge halkının ortak kültürü haline dönüştüğünü söylemek de mümkündür. Bölgenin insanlarına kendi dilleri ve kültürleriyle hitap eden Hz. Peygamber de, kimi zaman bu yerli kültürün terim, kavram, deyim, fıkra, hikâye ve edebiyatını kullanarak onlara sesleniyordu. Burada garipsenecek bir taraf da yoktu çünkü Allah her peygamberi kendi kavminin lisanıyla göndermişti .

3. 2. KUDSÎ HADİSLER İLE BENZERLİK GÖSTEREN TEVRAT- İNCİL AYETLERİNE DAİR ÖRNEKLER

Bu bölümde, Kudsî Hadis olarak kaynaklarımızda geçen rivayetlerin, geçmiş kitaplarla ilişkisine işaret etmesi açısından, elimizde bulunan Tevrat ve încil ayrıca Bamabas İncili metinlerini dikkate alarak, bu metinlerdeki birtakım ifadelerle Örtüşen Kudsî Hadislere dair Örnekler vermeye çalıştık.

* Allah buyuruyor ki: “Ey Ademoğlu! Sen bana dua edip, (affımı) ümit ettikçe ben senden her ne sadır olsa, aldırmam, ben seni affederim. Ey Âdemoğlu!

Senin günahın semanın bulutlan kadar bile olsa, sonra bana dönüp istiğfar etsen, çok oluşuna bakmam, seni affederim. Ey âdemoğlu! Bana arz dolusu hata ile gelsen, sonunda hiç bir şirk koşmaksızm bana kavuşursan, seni arz dolusu mağfiretimle

karşılanın.”442

Bir diğer Kudsî Hadis ise şöyledir: Hz. Peygamber Rabbinden hikâye ederek buyurdu ki: “Bir kul günah işledi ve ‘Ya Rabbî günahımı affet!’ dedi.

Allah da: ‘Kulum bir günah işledi; arkadan bildi ki günahları affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.’

Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve ‘Ey Rabbim günahımı affet!’ der.

Allah da: ‘Kulum bir günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle cezalandıran bir Rabbi vardır.’

Sonra kul dönüp tekrar günah işler ve ‘Ey Rabbim beni affeyle!’ der.

Allah da yine: ‘Kulum günah işledi ve bildi ki, günahı affeden veya günah sebebiyle muâhaze eden bir Rabbi var. Dilediğini yap, ben seni affettim!’ buyurdu.”443

Allah’a şirk koşmadığı müddetçe, kulun her günahının Allah tarafından bağışlanacağı inancı Kitab-1 Mukaddes’in şu ayetlerinde geçmektedir:

“Size doğrusunu söyleyeyim, insanların işlediği her günah, ettiği her küfür bağışlanacak, ama Kutsal Ruh'a küfreden asla bağışlanmayacak. Bunu yapan, asla silinmeyecek bir günah işlemiş olur.”550

Hz. Peygamber buyurdular:

“Allah buyurdu ki: ‘Ben, salih kullarım için gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın hayal ve hatırından hiç geçmeyen nimetler hazırladım’.”444 Allah’ın sevgili kulları için hazırladığı Ödüller aynı kelimelerle Incil’de şu şekilde yer almaktadır:

“Yazılmış olduğu gibi, Tann’mn kendisini sevenler için hazırladıklarını hiçbir göz görmedi, hiçbir kulak duymadı, hiçbir İnsan yüreği kavramadı.”445

İslam ümmetinin diğer ümmetlerden farkının anlatıldığı bir Kudsî Hadiste Hz. Peygamber buyurdular ki:

“Sizden önce geçen ümmetlere nazaran sizin eceliniz, ikindi vakti ile güneşin batması arasındaki müddet gibidir. Sizin Yahudi ve Hıristiyanlara göre durumunuz ise şu durum gibidir: Bir adam, ‘Kim benim için günün ortasına kadar bir kırata çalışır?’ diye sordu. Yahudiler, gün ortasına kadar çalıştılar ve onlara birer kırat ücretleri verildi. Sonra adam ‘Kim ikindi zamanına kadar çalışır?’ dedi ve Hıristiyanlar ikindi zamanına kadar çalıştılar, birer kırat onlara da ücretleri verildi. Sonra ‘Kim ikindi vaktinden gün batınıma kadar iki kırat karşılığı çalışır?’ diye soruldu. İşte siz, iki kırat karşılığı ikindiden gün batımına kadar çalışanlarınız. Yahudiler ve Hıristiyanlar, ‘Biz daha çok çalıştık ama bize daha az verdin!’ diyerek öfkelendiler.

Allah, ‘Ben ücretlerinizde bir haksızlık yaptım mı?’ buyurdu.

Onlar, ‘Hayır!’ dediler.

Sonra Allah, ‘Öyleyse, bu benim lütfumdur, onu ben dilediğime veririm’ buyurdu.”446

Kaynaklarımızda Kudsî Hadis olarak Hz. Peygamber’in dilinden nakledilen bu benzetmenin Yeni Ahİt’teki karşılığı ise şöyledir:

“Göklerin Egemenliği, sabah erkenden bağında çalışacak işçi aramaya çıkan toprak sahibine benzer.

Adam, işçilerle günlüğü bir dinara anlaşıp onları bağına gönderdi. Saat dokuza doğru tekrar dışarı çıktı, çarşı meydanında boş duran başka adamlar gördü.

Onlara, 'Siz de bağa gidip çalışın. Hakkınız neyse, veririm’ dedi, onlar da bağa gittiler.

Öğleyin ve saat üçe doğru yine çıkıp aynı şeyi yaptı. Saat beşe doğru çıkınca, orada duran başka işçiler gördü. Onlara, 'Neden bütün gün burada boş duruyorsunuz?' diye sordu.

'Kimse bize iş vermedi ki’ dediler.

Onlara, 'Siz de bağa gidin, çalışın’ dedi.

Akşam olunca, bağın sahibi kâhyasına, 'İşçileri çağır’ dedi. 'Sonuncudan başlayarak ilkine kadar, hepsine ücretlerini ver.’

Saat beşe doğru işe başlayanlar gelip kâhyadan birer dinar aldılar. İlk başlayanlar gelince daha çok alacaklarını sandılar, ama onlara da birer dinar verildi. Paralarını alınca bağ sahibine söylenmeye başladılar:

'En son çalışanlar yalnız bir saat çalıştı’ dediler. 'Ama onları günün yükünü ve sıcağım çeken bizlerle bir tuttun! ’

Bağ sahibi onlardan birine şöyle karşılık verdi: 'Arkadaş, sana haksızlık etmiyorum ki! Seninle bir dinara anlaşmadık mı?

553 Buhârî, Enbiya 50, c. 4, s. 145; Bu rivayet de hem Kudsî Hadis hem de nebevi hadis şeklinde yer almaktadır, bkz.; Mevâkîtu’s- Salat 17, c. 1, s. 138

Hakkını al, git! Sana verdiğimi sonuncuya da vermek istiyorum. Kendi paramla istediğimi yapmaya hakkım yok mu? Yoksa cömertliğimi kıskanıyor musun!’. ”5M

Bir rivayette Hz. Peygamber buyuruyorlar ki:

“Kıyamet günü aziz ve çelil olan Allah şöyle buyuracak: ‘Ey Âdemoğlu! Ben hasta oldum beni ziyaret etmedin!’

Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, Sen Alemlerin Rabbi iken ben seni nasıl ziyaret ederim?’

Allah diyecek ki: ‘Bilmedin mi, falan kulum hastalandı, fakat sen onu ziyaret etmedin? Bilmiyor musun, eğer onu etseydin, yanında beni bulacaktın! ’

Allah buyuracak: ‘Ey Âdemoğlu ben senden yiyecek istedim ama sen beni doyurmadın?’

Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, ben seni nasıl doyururum. Sen ki Âlemlerin Rabbisin?’

Allah diyecek ki: ‘Benim falan kulum senden yiyecek istedi. Sen onu doyurmadın. Bilmez misin ki, eğer sen ona yiyecek verseydin ben onu yanımda bulacaktım.'”

Allah buyuracak: ‘Ey Âdemoğlu! Ben senden su istedim bana su vermedin!’

Kul diyecek: ‘Ey Rabbim, ben sana nasıl su içirebilirim, sen ki Âlemlerin Rabbisin!’

Matta 20: 1- 15

Allah da diyecek: ‘Kulum falan senden su istedi. Sen ona su vermedin. Bilmiyor musun, eğer ona su vermiş olsaydın, bunu benim yanımda bulacaktın!’

Bu Kudsî Hadisi ise Yeni Ahit’te şöyle görmekteyiz:

zaman Kral, sağındaki kişilere, ‘Sizler, Babam'm kutsadıkları, gelin!’ diyecek. ‘Dünya kurulduğundan beri sizin için hazırlanmış olan egemenliği miras alın!

Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek verdiniz; susamıştım, bana içecek verdiniz; yabancıydım, beni içeri aldınız. Çıplaktım, beni giydirdiniz; hastaydım, benimle ilgilendiniz; zindandaydım, yanıma geldiniz.’

vakit doğru kişiler O'na şu karşılığı verecek: ‘Ya Rab, seni ne zaman aç görüp doyurduk, susuz görüp su verdik? Ne zaman seni yabancı görüp içeri aldık, ya da çıplak görüp giydirdik? Seni ne zaman hasta ya da zindanda görüp yanma geldik?’ Kral da onları şöyle yanıtlayacak: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, bu en basit kardeşlerimden biri için yaptığınızı, benim için yapmış oldunuz.’

Sonra solundakilere şöyle diyecek: ‘Ey lanetliler, çekilin önümden! îblis'le melekleri için hazırlanmış sönmez ateşe gidin!

Çünkü acıkmıştım, bana yiyecek vermediniz; susamıştım, bana içecek vermediniz; yabancıydım, beni içeri almadınız; çıplaktım, beni giydirmediniz; hastaydım, zindandaydım, benimle ilgilenmediniz.’

vakit onlar da şöyle karşılık verecekler: ”Ya Rab, seni ne zaman aç, susuz, yabancı, çıplak, hasta ya da zindanda gördük de yardım etmedik?’

Müslim, Birr43, (2569), c. 4, s. 1990

Kral da onlara şu yanıtı verecek: ‘Size doğrusunu söyleyeyim, mademki bu en basit kardeşlerimden biri için bunu yapmadınız, benim için de yapmamış oldunuz?

Bunlar sonsuz azaba, doğrular ise sonsuz yaşama gidecekler.”447 448 449

* "Hz. Peygamber bir diğer rivayette şöyle buyurdular: “Allah diyor ki: ‘Ben kulumun zannı üzereyim. O, beni zikredince ben onunla beraberim. O beni içinden geçirirse, ben de onu içimden geçiririm. O, beni bir cemaat içerisinde anarsa, ben de onu, onunkinden daha hayırlı bir cemaatte anarım. O, bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım. O bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşırım. O bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak giderim’.”

Allah’ın kendisine dua edene karşılık verdiği, yakın olmak İsteyene yaklaştığı, onun için bir araya gelindiğinde o topluluk içerisinde olduğu şeklindeki inancı yine Kitab-1 Mukaddes’te görmekteyiz:

rr o

Rab kendisini çağıran, içtenlikle çağıran herkese yakındır

Nerede iki ya da üç kişi benim adımla toplanırsa, ben de orada aralarmdayım450

Tanrı'ya yaklaşın, O da size yaklaşacaktır.451

* Hz. Peygamber buyurdu ki: “Allah: ‘Ey Âdemoğlu! Kendini ibadetime ver, gönlünü zenginlikle doldurayım, fakirliğini gidereyim. Böyle yapmazsan ellerini

jr X i meşguliyetle doldururum, fakirliğini de gidermem’ buyurdular.”

Allah’ın, kendisinden dünyalık bir menfaat değil de Allah’ın hoşnutluğunu kazanma amaçlı bir şey istendiğinde, bunun karşılığı olarak, dilekte bulunan kuluna hem dünyalık menfaat hem de asıl isteğini verdiği şeklindeki inancı ise Tevrat’ta Allah ile Hz. Süleyman arasında geçen şu diyalogdan anlamaktayız:

“RAB Tanrı, Givon'da o gece rüyada Süleyman’a görünüp, ‘Sana ne vermemi istersin?’ diye sordu.

Süleyman, ‘Kulun babam Davufa büyük iyilikler yaptın’ diye karşılık verdi, ‘O sana bağlı, doğru, bütün yüreğiyle dürüst biri olarak yolunda yürüdü. Bugün tahtına oturacak bir oğul vermekle ona büyük bir iyilik daha yapmış oldun.

Ya Rab Tanrım! Ben henüz çocuk denecek bir yaşta, yöneticilik nedir bilmezken bu kulunu babam Davut’un yerine kral atadın. îşte kulun kendi seçtiğin kalabalık halkın, sayılamayacak kadar büyük bir kalabalığın ortasındadır. Bu yüzden bana öyle sezgi dolu bir yürek ver ki, iyi ile kötüyü ayırt edip halkını yönetebileyim. Başka türlü senin bu büyük halkını kim yönetebilir! ’

Süleyman’ın bu isteği Rabbi hoşnut etti.

Tanrı ona şöyle dedi: ‘Madem kendin için uzun ömür, zenginlik ve düşmanlarının ölümünü istemedin, bunların yerine adil bir yönetim için bilgelik istedin; isteğini yerine getireceğim. Sana öyle bir bilgelik ve sezgi dolu bir yürek vereceğim ki, benzeri ne senden öncekilerde görülmüştür, ne de senden sonrakilerde görülecektir.

Sana istemediklerini de vereceğim. Yaşadığın sürece öbür kralların erişemeyeceği bir zenginlik ve onura ulaşacaksın.

Tirmizî, Kıyamet 30, (2466), c. 4, s. 642- 643 (Bu hadisin de aynı manayla fakat nebevî hadis formunda geçtiğini görüyoruz, bkz. Tirmizî, Kıyamet 30, (2465), c. 4, s. 642)

Eğer sen de baban Davut gibi kurallarıma ve buyruklarıma uyup yollarımda yürürsen, sana uzun ömür de vereceğim’.”452

Hz. Peygamber buyurdular ki: “Bir adam hiç hayır amelde bulunmadı. Ancak halka borç verir ve borcunu toplayan elçisine: ‘Kolay ödeyecekten al, zor ödeyecekten alma, vazgeç. Ola ki Allah da bizim günahlarımızdan vazgeçer’ derdi. Allah bunun üzerine: ‘Haydi senin günahlarından vazgeçtim’ buyurdu.”453

Bu Kudsî Hadiste, borçları ödeme konusunda, Tanrı insanın borçlarını bağışlıyorsa, insanın da alacaklı olduğu kimselere karşı yumuşak bir tutum takınması ve hatta onların borçlarını bağışlaması gerektiği açıklanmıştır. Incil’de ise bu anlayışı şu ayetlerde görmekteyiz:

Şöyle ki, “Göklerin Egemenliği, köleleriyle hesaplaşmak isteyen bir krala benzer. Kral hesap görmeye başladığında kendisine, borcu on bin talantı bulan bir köle getirildi. Kölenin ödeme gücü olmadığından efendisi onun, karısının, çocuklarının ve bütün malının satılıp borcun ödenmesini buyurdu. Köle yere kapamp efendisine, ‘Ne olur, sabret! Bütün borcumu ödeyeceğim’ dedi. Efendisi köleye acıdı, borcunu bağışlayıp onu salıverdi.

Ama köle çıkıp gitti, kendisine yüz dinar borcu olan başka bir köleye rastladı. Onu yakalayıp, ‘Borcunu öde’ diyerek boğazına sarıldı.

Bu köle yüzüstü yere kapandı, ‘Ne olur, sabret! Borcumu ödeyeceğim’ diye yalvardı. Ama ilk köle bunu reddetti. Gitti, borcunu ödeyinceye dek adamı zindana kapattı.

Öteki köleler, olanları görünce çok üzüldüler. Efendilerine gidip bütün olup bitenleri anlattılar. Bunun üzerine efendisi köleyi yanına çağırdı. ‘Ey kötü köle!’ dedi. ‘Bana yalvardığın için bütün borcunu bağışladım. Benim sana acıdığım gibi, senin de köle arkadaşına acıman gerekmez miydi?’

Bu öfkeyle efendisi, bütün borcunu ödeyinceye dek onu işkencecilere teslim etti.

Eğer her biriniz kardeşini gönülden bağışlamazsa, göksel Babam da size öyle davranacaktır. ”454

Bir diğer rivayet ise şu şekildedir:

“Kıyamet gününde, insanlar birbirlerine girecekler. Hz. Âdem’e gelip: ‘Evlatlarına şefaat et!’ diye talepte bulunacaklar. O ise: ‘Benim şefaat yetkim yok. Siz İbrahim’e gidin! Çünkü o Halİlullah'tır’ diyecek. İnsanlar Hz. İbrahim’e gidecekler.

Ancak o da: ‘Ben yetkili değilim! Ancak İsa'ya gidin. Çünkü o, Allah’ın ruhu ve kelamıdır!’ diyecek. Bunun üzerine O'na gidecekler.

da: ‘Ben buna yetkili değilim. Lâkin Muhammed’e gidin!’ diyecek. Böylece bana gelecekler.

Ben onlara: ‘Ben şefaate yetkiliyim!’ diyeceğim. Gidip Rabbimin huzuruna çıkmak için izin talep edeceğim. Bana izin verilecek. Önünde durup, Allah'ın ilham edeceği ve şu anda muktedir olamayacağım hamdlerle Allah’a medh- ü senâda bulunacak, sonra da Rabbime secdeye kapanacağım.

Allah: ‘Ey Muhammedi Başını kaldır! Dilediğini söyle, söylediğine kulak verilecek. Ne arzu ediyorsan iste, talebin yerine getirilecek! Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecek!’ buyuracak.

Ben de: ‘Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum!’ diyeceğim. Allah: ‘Git! Kimlerin kalbinde buğday veya arpa tanesi kadar iman varsa onları ateşten çıkar!’ diyecek.

Ben de gidip bunu yapacağım! Sonra Rabbime dönüp, önceki hamd- ü senalarla hamd ve senâda bulunacağım, secdeye kapanacağım. Bana, Öncekinin aynısı söylenecek. Ben de: ‘Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!’ diyeceğim.

Bana yine: ‘Var, kimlerin kalbinde hardal tanesi kadar iman varsa onları da ateşten çıkar!’ denilecek.

Ben derhal gidip bunu da yapacak ve Rabbimin yanma döneceğim. Önceki yaptığım gibi yapacağım.

Bana, evvelki gibi: ‘Başını kaldır!’ denilecek.

Ben de kaldırıp: ‘Ey Rabbim! Ümmetim! Ümmetim!’ diyeceğim.

Bana yine, ‘Git, kalbinde hardal danesinden daha az miktarda imam olanları da ateşten çıkar!’ denilecek. Ben gidip bunu da yapacağım. Sonra dördüncü sefer Rabbime dönecek, o hamdlerle hamd- ü senâda bulunacağım, soma secdeye kapanacağım.

Bana: ‘Ey Muhammed! Başım kaldır ve (dilediğini) söyle, sana kulak verilecektir! Dile, talebin verilecektir! Şefaat et, şefaatin kabul edilecektir!’ denilecek.

Ben de: cEy Rabbim! Bana, La îlâhe İllallah diyenlere şefaat etmem için izin ver!’ diyeceğim.

Allah: ‘Bu hususta yetkin yok! Lâkin izzetim, celâlim, kibriyâm ve azametim hakkı için La îlâhe İllallah diyenleri de ateşten çıkaracağım!’ buyuracak.”455

Naklettiğimiz bu Kudsî Hadisin Bamabas İncili’nde hem mefhum hem de ifade olarak geçiyor olması ise dikkat çekicidir:

“Allah'ın Elçisi tüm peygamberleri toplamaya çıkacak, onlarla konuşup, kendilerinden mü'minler için birlikte Allah'a yalvarmaya gitmelerini rica edecek. Ve hepsi de korkuyla Özür dileyecek; Allah sağ ve diridir ki, bildiğim şeyi bilerek ben de gitmeyeceğim. Sonra Allah bu durumu görüp, Elçisi'ne her şeyi nasıl O'nun sevgisi için yarattığını hatırlatacak ve böylece korkusu gidecek ve melekler, ‘Ey Allah, Allah'ımız, Senin kutsal adını teşbih ederiz’ diye söyleşirken, sevgi ve saygıyla tahta yaklaşacak.

Ve tahta yaklaştığında, Allah Elçisi'ne, uzun zamandır bir araya gelmemiş bir dostun bir dosta (açtığı) gibi açacak. îlk konuşan Allah'ın elçisi olacak ve diyecek ; ‘Ey Allah'ım, seni seviyor ve sana ibadet ediyorum; bütün kalbim ve ruhumla, beni kulun olarak yaratmak lûtfunda bulunduğun ve her şeyde, her şey için ve her şeyin üstünde seni seveyim diye her şeyi benim sevgim için yarattığından dolayı sana hamd ederim; bu bakımdan, bütün yaratıkların Sana sena etsinler, ey Allah'ım.’ Sonra, Allah'ın yarattığı her şey diyecek: ‘Sana hamd ederiz ey Rabb ve kutsal adını teşbih ederiz.’ Bakın, size diyorum ki, şeytanla birlikte cinler ve tevbe etmeyenler o

de hiç bu kadar öfkelenmeyecek!’ diyecek. Hz. İsa da ‘Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Muhammed aleyhisselam'a gidin!’ diyecek.

İnsanlar Muhammed aleyhisselâm’a gelecekler ve: ‘Ey Muhammed! Sen Allah'ın peygamberisin, bütün peygamberlerin sonuncususun. Allah seni geçmiş-gelecek bütün günahlarını mağfiret buyurdu. Bize Rabbin nezdinde şefaatte bulun. Şu İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?’ diyecekler. Bunun üzerine ben Arş'm altına gideceğim. Rabbim için secdeye kapanacağım. Derken Allah, benden önce hiç kimseye açmadığı medh u senâları benim için açacak.

Sonra: ‘Ey Muhammed başmı kaldır ve iste! (İstediğin) sana verilecek! Şefaat talep et! Şefaatin yerine getirilecek!’ denilecek. Ben de başımı kaldıracağım ve: ‘Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim! Ey Rabbim ümmetim!’ diyeceğim. Bunun üzerine: ‘Ey Muhammed! Ümmetinden, üzerinde hesap olmayanları cennet kapılarından sağdaki kapıdan içeri al! Esasen onlar diğer kapılarda da insanlara ortaktırlar!’ denilecek.”

“Resûlullah sonra şöyle buyurdular: ‘Nefsim kudret elinde olan Zat-ı Zülcelâl’e yemin olsun. Cennet kapısının kanatlarından İki kanadının arasındaki mesâfe Mekke ile Hecer arasındaki veya Mekke ile Busra arasındaki mesafe kadardır.’, bkz. Buhârî, Enbiya, 3, c. 4, s. 105- 106; Müslim, İman, 327, (194), c, 1, s. 174-175

zaman öyle ağlayacaklar ki, her birinin gözlerinden akan su, Erden ırmağının suyundan daha çok olacak. Ve Allah'ı da görmeyecekler.

Ve Allah Elçisi'ne konuşarak, diyecek: ‘Hoş geldin, ey benim imanlı kulum; şimdi ne dilersen iste benden, çünkü her şeyi elde edeceksin?

Allah'ın Elçisi cevap verecek: ‘Ey Rabb (im), hatırlıyorum ki, beni yarattığın zaman, benim sevgim için, ben kulun aracılığıyla Seni yüceltsinler diye dünyayı ve cenneti, melekleri ve insanları yaratmak istediğini söylemiştin. Bu bakımdan rahim ve adil olan Rabb (im) Allah, sana, kuluna yapılan vaadi hatırlaman için yalvarıyorum.’

Ve Allah, dostuyla şakalaşan bir dost gibi cevap verecek ve diyecek: ‘Buna şahitlerin var mı dostum Muhammed?’ Ve, o saygıyla diyecek: ‘Evet Rabb (im).’ Sonra, Allah cevap verecek, ‘Git, çağır onları ey Cebrail.’ Melek Cebrail Allah'ın Elçisi'ne gelip, diyecek : ‘Efendi, şahitlerin kimdir?’ Allah'ın Elçisi cevap verecek: ‘Âdem, İbrahim, İsmail, Musa, Davud ve Meryem oğlu İsa.’

Sonra, melek gidecek ve adı geçen şahitleri çağıracak, korkuyla oraya gidecekler. Ve hazır olduklarında, Allah onlara diyecek; ‘Elçimin iddia ettiği şeyi hatırlıyor musunuz?’

Cevap verecekler; ‘Hangi şeyi ey Rabb (imiz)?’

Allah diyecek: ‘Bütün şeyler kendi aracılığıyla bana sena etsinler diye, her şeyi O'nun sevgisi için yarattığımı.’

Sonra, onların hepsi cevap verecekler: ‘Bizimle birlikte, bizden daha iyi üç şahit daha var, Rabb (imiz).’

Bunun üzerine, Allah cevaplayacak : ‘Kimlerdir bu üç şahit?’

Sonra, Musa diyecek : 'Bana verdiğin kitap ilkidir’; ve Davud diyecek: 'Bana verdiğin kitap İkincisidir’; ve size konuşan diyecek : 'Rabb (im), şeytan tarafından aldatılan tüm dünya, benim senin oğlun ve yoldaşın olduğumu söyledi ve fakat, bana verdiğin kitap, gerçekte benim senin kulun olduğumu söylüyordu; ve bu kitap, bana verdiğin kitap da böyle der, ey Rabb (im)?

Ve Allah'ın Elçisi bunu söyleyince Allah konuşup, diyecek: 'Şimdi yapmış olduğum şeylerin hepsini herkesin seni ne kadar çok sevdiğimi bilmesi için yaptım? Ve böyle konuştuktan sonra, Allah Elçisine, içinde bütün seçilmiş kul (larm) adı yazılan bir kitap verecek. Bunun üzerine, her yaratık Allah'a saygı gösterisinde bulunup, diyecek: 'Yalnızca Sanadır, ey Allah (imiz) şan ve izzet. Çünkü bize Elçi'ni Sen gönderdin’.”456

SONUÇ

Kudsî Hadisler, hadis literatürü içerisinde, genellikle ‘manası Allah’tan fakat lafzı Hz. Peygamber’den olan hadisler’ olarak tanımlanan ve nebevî hadislerden farklı bir şekilde ele alman rivayetlerdir. Bu tanım, Hz. Peygamber’in Kur’an- ı Kerim dışında da Allah’tan vahiy aldığı anlayışından doğmakta ve bu ikili vahiy tasnifi, "vahy- i metlûv” ve “vahy- i gayr- i metlûv” olarak isimlendirilmektedir. Hadis literatüründeki tanımından anladığımıza göre, Kudsî Hadisler, Hz. Peygamber’in Kur’an- ı Kerim dışında aldığı bu “gayr-1 metlûv vahiy” sımfmdandır.

Kudsî Hadislerin vahiy mahsulü olarak yorumlanmaları meselesinde ise tartışmaların olduğunu görmekteyiz. Çünkü Kudsî Hadisler, ilk hadis kaynaklarının ortaya çıktığı dönemlerde nebevî hadislerden farklı bir şekilde ele alınmamışlar, kaynaklarda diğer hadislerle karışık bir şekilde ve vahiy olduklarına dair herhangi bir bilgi verilmeksizin yer almışlardır. Kudsî Hadislere dair bir tanım bile ancak h. VL asırda ortaya çıkmıştır. Bu durum, ilk dönemlerde Kudsî Hadislerin vahiy mahsulü olarak anlaşılmadıkları şeklindeki bir yorumu da beraberinde getirmiştir.

Kudsî Hadislerin vahiy mahsulü olmadığı görüşünün de beraberinde getirdiği birtakım sorular vardır. Eğer Kudsî Hadisler vahiy ürünü değilse, o zaman Kudsî Hadislerin kaynağı nedir? Hz. Peygamber, bu hadisleri neden diğer hadislerden farklı bir rivayet tarzıyla, Allah’a isnat ederek buyurmuştur? Bu sorulara verilen cevaplardan biri, bizim çalışmamızın konusuyla alakalıdır ve bu hadislerin Hz. Peygamber’in geçmiş kitaplardan (Tevrat ve Incil’den) yapığı birtakım nakiller olabileceği şeklindedir.

Hz. Peygamber’in, geçmiş ümmetlerin kitaplarından nakillerde bulunduğunu iddia edebilmek için bizim birtakım önbilgilere sahip olmamız gerekmektedir. Mesela, Hz. Peygamber’in yaşadığı bölgede, bu tür bir kültürel akışa müsait zeminin bulunup bulunmadığı, söz konusu coğrafyada kültürler arası etkileşime zemin hazırlayan ortam ve şartların var olup olmadığı önem arz etmektedir.

Geçimini ticaretle sağlayan Kureyşliler (Mekkeliler), ticarî amaçlı seyahatler düzenleyen, bölgede ticarî anlamda söz sahibi olan, uluslar arası ticarî anlaşmalara imzalar atan girişimci bir toplumdu. Bu ticarî seyahatler, gidiş-gelişler de onların farklı din, mezhep, inanç, kültür, milletlerle karşılaşmaları açısından önemli bir etkendi. Onlar bu yolla farklı din ve anlayışlara, farklı geleneklere dair bilgi sahibi olma imkânı ediniyorlardı.

Ticaretin yanında, söz konusu toplumu yabancı kültürlerle bir araya getiren bir diğer etken de Hac ve Hac mevsimi sırasında yine ticarî amaçla kurulan panayırlardı. Onlar, içinde Kâbe gibi saygın bir mekân bulunan Mekke’nin ev sahipliğini yapan kimselerdi ve Kabe’yi ziyarete gelen farklı din ve kültürden birçok insanı misafir etmeyi, onların ihtiyaçlarını karşılamayı kendilerine bir borç biliyorlardı. Her yıl Yahudi- Hıristiyan, Arap, Arap olmayan, Arap Yarımadası içinden veya dışından birçok insan bu bölgeye akın ediyor ve Kâbe halkı onları cömertçe misafir ediyordu. Bu esnada kurulan panayırlar ise asıl amaçlan ticarî gelir elde etmek olmakla birlikte, her türlü yerli- yabancı düşüncenin rahatlıkla seslendirilebildiği, şiirlerin okunduğu, konuşmaların yapıldığı, müzakerelere sahne olan birer mekân halini almışlardı. Mekke, böylelikle, her yıl farklı din ve kültürleri bir araya getiren bir merkez halini almıştı.

Öte yandan Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı toplum, yalnızca putperest Araplardan müteşekkil bir toplum değildi ve içlerinde kendi din ve inançlanndan olmayan insanları da barındırıyordu. Toplum İçinde putperestliğe karşı çıkan, yeni bir din arayışı içinde bulunan, bu dini arayışları doğrultusunda başka ülkelere seyahat edip Hıristiyan ve Yahudilerle mülâki olan, onların dinleri ve kitapları hakkında bilgiler edinen bir kısım insanlar vardı ve bunlara ‘hanifler’ denmekteydi. Onlardan bazıları, aradıkları İbrahimî dini bulamadıklarım ifade edip, geleceğini haber aldıkları yeni bir din bekliyordu, bazıları ise arayışları sonucu bölgede var olan semavi dinlerden birini tercih etmişti. Onlar bölge halkının geçmiş kitaplara dair bilgilerle tanışması hususunda önemli rol oynuyorlardı.

Bölgede putperest olmayanlar yalnızca hanifler değildi. Hırİstİyanlar ve Yahudiler de toplumda var olan farklı dini gruplardı. Onlardan bir kısmı, gelecek olan ve geçmiş kitaplardan gelme vaktinin yakınlaştığını öğrendikleri bir peygamberi bekledikleri için oradaydılar. Bir kısmı ticarî bir merkez olan Mekke’de yaşıyor ve hayatım burada idame ettiriyordu. Bir kısmı misyonerlik faaliyetlerinde bulunma amacıyla oradaydı ve bazen bir doktor, bazen bir köle olarak yerlilerin arasına karışmışlardı. Rivayetlerden Öğrendiğimize göre, geçmiş kitapları okumayı biliyorlardı ve bu konuda bilgi sahibiydiler. Cennet ve cehennem, ahiret, geçmiş ümmetlere dair anlatılan kıssalar gibi konular yerli halka onlar tarafından anlatılmaktaydı.

Bütün bu durumlar ise Hz. Peygamber’in içinde yaşadığı toplumun bu yabancı kültür ve dinlere karşı aslında pek de yabancı olmadıklarını göstermeleri açısından önem arz etmektedir.

Hz. Peygamber’in geçmiş ümmetlere ait kitaplardan iktibasta bulunduğunu düşünebilmemiz için yukarıda ifade etmeye çalıştığımız şartlar ve hususlar dışında, bir de Hz. Peygamber’in diğer din ve kültürlere mensup insanlarla ve aynı zamanda onların kitaplarıyla ilişkisi söz konusudur. Herkes gibi ‘yiyen, içen, çarşılarda dolaşan’, çevresinde olup biten olaylara, kendisini ve toplumunu ilgilendiren hususlara dair kafa yoran, insanlarla iyi ilişkiler kurmaya çalışan sosyal bir birey olarak, Hz. Peygamber’in, etrafındaki farklı din ve inançlara mensup kimselerden haberdar olmaması düşünülemez. Nitekim kaynaklarda yer alan bilgiler ise bizi doğrular niteliktedir. Bu bilgiler, Hz. Peygamber’in zaman zaman Hıristiyan ve Yahudilerle bir araya geldiğini, onlarla görüşüp- konuştuğunu, bazen onların bazı uygulama ve inançlarım doğruladığını bazen ise benimsemediğini ve sonuç olarak onlarla iletişim kurduğunu göstermesi açısından mühimdir.

Hz. Peygamber’in onlardan nakillerde bulunduğunun düşünülebilmesi için, önemli plan diğer bir husus, bu bölgede Ehl- i kitab’a ait metinlerin varlığı konusudur. Gerek Kur’an- ı Kerim’in Tevrat ve Incil’e atıfta bulunması gerekse sahabeden bazılarının ellerine bazı metinlerin geçtiğiyle alakalı olarak gelen rivayetler bu bölgede geçmiş kitapların var olduğuna dair bir kanaat edinmemiz için yeterlidir.

Özetlemeye çalıştığımız, Hz. Peygamber ve toplumunun içinde bulunduktan şartlar ve zemin, Hz. Peygamberim Ehl- i Kitaba ve onların kutsal metinlerine karşı tavn, Ehl- i Kitap’tan bazı bilgiler edinmeye müsait görünmektedir. Bunun yanında, toplumun bir ferdi olan Hz. Peygamber’in, kendileriyle aynı yerde yaşayan, aynı çarşılarda dolaşan bu insanlarla hiç münasebet kurmadığını, onlarla hiçbir şey paylaşmadığını iddia etmek mantıklı bir şey olmasa gerektir. Yaşadığı toplumun putperest inancına peygamberliğinden önceki dönemlerde de uymayan ve muhalif bir tutum takman Hz. Peygamberim, kendi inancına müşriklerden daha yakın olan bu insanlara karşı olumsuz veya kayıtsız bir tavır takınmış olması beklenemez.

Netice olarak, Hz. Peygamber’in kimi hadislerinde olduğu gibi Kudsî Hadis olarak geçen hadislerde de geçmiş kitaplarla benzerlikler gösteren ifadelerin olduğu, -son bölümde verdiğimiz Örneklerden de anlaşılacağı üzere- Hz. Peygamberim hadisleriyle geçmiş kitaplar arasında bir ilişkinin bulunduğu aşikârdır. Bu hadislere dair verdiğimiz Örnekler, Hz. Peygamber’in içinde bulunduğu toplumun karma yapısına ilişkin bilgiler, Hz. Peygamber’in eski kitaplara karşı tutumu ve bu kitap sahipleriyle olan ilişkisiyle alakalı rivayetler göz önüne alındığında, Kudsî hadislerin geçmiş kutsal kitaplardan alman bir takım ifadeler olabileceği şeklindeki görüş de makul görünmektedir. Her ne kadar Kur’an- ı Kerim o kitapların tahrif edildiğine işaret etse de yine aynı kitabın içerisinde doğruların ve değişmeyen hakikatlerin bulunduğunu da kabul etmektedir. Zaman zaman -önceki bölümlerde ifade etmeye çalıştığımız gibi- bu kitaba atıflarda ve referanslarda bulunmakta, Kur’an-ı Kerim’in o kitaplarda bulunan hakikatleri tasdik edici olarak gönderildiği bilgisini vermektedir457. Bu hususların hepsini bir bütün olarak düşündüğümüzde, Allah’ın Kur’an- ı Kerim’de atıfta bulunmakta bir beis görmediği bu kitapların, Kur’an-ı Kerim’in getirdiği değerlere uygunluğu ölçüsünde Hz. Peygamber tarafından da kullanılmış olmasında da bir yanlışlık olmasa gerektir.

KAYNAKLAR

-ABDULHALIK, Abdulganî, Sünetin Delil Oluşu, Ter. Dilaver Selvi, Şule Yayınlan, İstanbul 2003

“ABDURREZZAK, Ebu Bekr b. Hemmam es- San’anî, Musannef, Beyrut 1970,I-XI

-ADAM, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Pınar Yayınlan, İstanbul 2002

-AHMET Cevdet Paşa, Kısas- ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1966,1- II

-ALTUN, İsmail, “Mekke Müslümanlarının Habeşistan’a Hicreti”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Mustafa Ağırman, Erzurum, 1996

-ATÇEKEN, İsmail Hakkı, “Hz. Peygamber’in Yahudilerle Münasebetleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 1992

-ATEŞ, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl- i Kitab Örf ve Adetleri, Beyan Yayınlan, İstanbul, 1996

-AVCI, Casim, Hz. Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı, Hayykİtap, İstanbul, 2008

-AYDEMİR, Abdullah, Tefsirde İsrailiyat, Beyan Yayınları, İstanbul, 2000

-AYDIN, Mehmet, “Hz. Muhammed Devrinde Müslüman- Hıristiyan Münasebetlerine Bir Bakış”, Asrımızda Hıristiyan- Müslüman Münasebetleri, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1993, s. 81- 94

-AYDIN, Mehmet, Hıristiyan Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Türkiye Diyanet

Vakfı Yayınlan, Ankara 1995

-BAGDÂDİ, Hatîb, Takyîdu’l- İlm, Şam, 1949

-BEDEVİ, Cemal, “Kitab- ı Mukaddes'te Hz. Muhammed”, Ter. Arş. Gör. Ahmet Tahir Dayhan, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: XI, 1998, s. 225- 257

-BELAZURÎ, Ahmed b. Yahya, Ensabu’L Eşraf, Mısır, 1959

“BEYHAKÎ, Ebubekir Ahmed b. Hüseyin, Şuabu’L İman, Beyrut, 1990,1- IX

“BOZKURT, Nebi ve Küçükaşçı, Mustafa San. “Mekke”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 28, İstanbul, 2003

-BUHâRÎ, Camin’s- Sahih, İsmail b. İbrahim, İstanbul, 1979,1~ VIII

-CÂHIZ, Ebu Osman Amrb. Bahr, Kitâbu’l- Heyevan, Mısır, 1357,1- VIII

-CEVAT ALİ, el- Mufassal Fi Tarihi’l- Arabi Kable’l- İslam, Bağdat, 1993, I- X

-CİRİT, Haşan, “Hadiste Vaaz, Kıssacılık ve Kussas”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Dan. M. Yaşar Kandemir, İstanbul, 1997

-ÇAĞATAY, Neşet, İslam’dan Önce Arap Tarihi ve Cahiliye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1957

-ÇELİK, Ali İslam’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Yayınlan, İstanbul, 1995

-ÇELİKKOL, Yaşar, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu, Ankara 2003

-ÇUBUKÇU, İbrahim Agâh “Müslümanların Hıristiyanlığa Bakış Açıları”, Ankara

Üniversitesi ilahiyat Fakültesi Dergisi, c. 32, s. 221- 232 -DÂRİMİ, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdinahman es- Semerkandî, Sünen, Ter. Abdullah Aydınlı, Madve Yayınlan, İstanbul, 1994,1- VI

-DERVEZE, İzzet, Kur’an’a Göre Hz. Peygamber’in Hayatı, Ter. Mehmet Yolcu, Ekin Yayıncılık, İstanbul, 1998,1- III

-DRAZ, Abdullah, En Mühim Mesaj Kur’an, Ter. Suat Yıldınm, Yeni Akademi Yayınlan, İzmir, 2006

-DUMAN, Zeki, Vahiy Gerçeği, Fecr Yayınevi, Ankara, 1997

-EBU DAVUD, Sicistanî, Sünen, Humus, 1969,1- V

-EBU UBEYD, Kasım b. Sellam, Kitabu’l- Emval, Ter. Cemaleddin Saylık, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981

-EBU YUSUF, Yakup b. İbrahim b. Habib el- Ensari, Kitabu’l- Haraç, Ter. Müderriszade Muhammed Ata’ullah Efendi, Sad. İsmail Karakaya, Akçağ Yayınları, Ankara, 1982

-EBU ZEHRE, Muhammed, Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar, Ter. Akif Nuri, Fikir yayınlan, İstanbul, 1978

-EBU ZEHV, Muhammed, el-Hadis ve’I-Muhaddisun, Beyrut, 1984

-EBU’L- BEKA, el- Hüseynî el- Kefevî, Külliyât-ı Ebi’l- Beka, Amire baskısı, Kahire h. 1281

-ELMALILI, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Aziz Dağıtım, İstanbul, t. y., I- X -ERDEM, Haşan Hüsnü, İlahî Hadisler, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005

-ERDOĞAN Mehmet, Vahiy- Akıl Dengesi Açısından Sünnet, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2001

-EZRAKÎ, Muhammed b. Abdillah b. Ahmed, Ahbâru Mekke, Beyrut, 1969,1- II

-FAZLURRAHMAN, Ana Konularıyla Kur’an, Ter. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara 2003

-GENÇ, Mustafa, Sünnet- Vahiy İlişkisi, Kitabî Yayınevi, İstanbul 2009

-GOLDZİHER, Ignaz, “İslam’da Hadis’in Yeri Etrafında Mücadeleler”, Ter. Cihad Tunç, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XIX, 1973, s. 223- 235

-GÖRMEZ, Mehmet, Sünnet Ve Hadisin Anlaşılmasında Metodoloji Sorunu, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2000

—GRAHAM, William Albert, Divine Word and Prophetic Word in Early İslam, The Hague, Mouton, 1977

-GÜNER, Osman, “Hz. Peygamber’in ‘'Öteki’ne Bakışı”, İslam ve Öteki, Kaknüs Yayınlan, İstanbul, 2001, s. 217- 284

-GÜNER, Osman, Resulullah’m Ehl-i Kitab’la İlişkileri, Fecr Yayınlan, Ankara, 1997

-HAMİDULLAH, Muhammed, ‘Hayberk Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 17, İstanbul, 1998

-HAMÎDULLAH, Muhammed, “Hz. Peygamber’in İslam Öncesi Seyahatleri”, Ter. Abdullah Aydınlı, Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi Dergisi, Sayı: 4, Ankara, 1980, s. 327- 342

-HAMÎDULLAH, Muhammed, “Hz. Peygamberim Siretinde Anılan Devlet Çeşitleri”, Ter. Mustafa Varlı, Diyanet Dergisi, Peygamberimiz Özel Sayısı, c. 25, sayı 4, 1989, s. 45- 66

-HAMÎDULLAH, Muhammed, “el- îlaf veya İslam’dan Önce Mekke’nin îktisadi-Diplomatik Münasebetleri”, Ter. İsmail Cerrahoğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: IX, Ankara, 1962, s. 213- 222

-HAMÎDULLAH, Muhammed, İslam Peygamberi, Ter. Salih Tuğ, İmaj İç- Dış Ticaret A.Ş., Ankara, 2003,1- II

-HAMÎDULLAH, Muhammed, İslam’a Giriş, Ter. Cemal Aydın, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlan, Ankara 2001

-HAMÎDULLAH, Muhammed, Vesâiku’s- Siyasiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi- İdari Belgeleri), Ter. Vecdi Akyüz, Kitabevi Yayınlan, İstanbul, 1997 (Önsöz)

-HAŞAN, İbrahim Haşan, Siyasi- Dini- Kültürel- Sosyal İslam Tarihi, Ter. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan Yayınlan, İstanbul, 1985,1- III

-HIDIR, Özcan, İsrâiliyyât- Hadis İlişkisi (Hadis- Yahudi Kültürü Tartışmaları), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2000

-HİTTÎ, Philip, Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Ter. Salih Tuğ, Boğaziçi Yayınlan, İstanbul, 1980,1- IV

-HODGSON, Marshall, İslam’ın Serüveni (Bir Dünya Medeniyetinde Bilinç ve Tarih), İz Yayıncılık, İstanbul 1993,1- III

-İBN ARABÎ, Muhyiddin, Nurlar Hâzinesi (Mişkâtü’l- Envâr), Ter. Mehmet Demirci, îz Yayıncılık, İstanbul, 2004

-İBN HABÎB, Muhammed el- Bağdadî, Kitabu’I- Münemmak, Beyrut, 1985

-İBN habib, Muhammed, el- Bağdadi, Kitabu’I- Muhabber, Beyrut, Dâru’l-Âfaki’l- Cedide, t. y.

-İBN HACER, Askalânî, el-İsâbe fi Temyîzi’s- Sahabe, Kahire, 1971,1- VIII

-İBN HANBEL, Ahmed, Müsned, Beyrut, 1969,1- IV

-İBN HAZM, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said el- Endülüsî, Cemheretü Ensâbi’l- Arab, Kahire, 1982

-İBN HİŞAM, Ebu Muhammed Abdülmelik, Siretü’n- Nebevîyye, Kahire, 1936,1-IV

-İBN İSHAK, Muhammed b. Yesar, Sire, Rabat, 1976

-İBN KUTEYBE, Ebu Muhammed Abdullah, el- Meârif, Ter. Haşan Ege, Şelale Yayınları, İstanbul, t y.

-İBNÜ’L- ESİR, el- Cezeri îzzeddin EbiT- Haşan Ali b. Muhammed, Üsdü’l- Ğabe fi Ma’rifeti’s- Sahabe, Cemiyyetü’- Maarif, h. 1280,1- V

-İBN ESİR, Mecdüddin Ebi’s- Seadeti’l- Mübarek b. Muhammed, Nihâye fi Garîbi’l- Hadis ve’I- Âsar, Kahire, 1965,1- V

-İSLAMOĞLU, Mustafa, İsrailoğullarından Ümmet- i Muhammed’e Yahudileşnıe Temayülü, Denge Yayınlan, İstanbul, 2004

-KANDEMÎR, M. Yaşar “Abdullah b. Amr b. As”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 1, İstanbul, 1988

-KAPAR, Mehmet A1İ, “Kus b. Saide”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: 26, İstanbul, 2002

-KAPLAN, İbrahim, “Erken Dönem Hıristiyan Karşıtı Söylemin Ortaya Çıkmasını Hazırlayan Sebepler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 47, sayı 2, s. 165- 183

-KARA, Hilal- Abdullah, Asr- ı Saadet’te İslam’a Koşan Yahudiler ve Hıristiyanlar, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2009

-KARACABEY, Salih, Hz. Peygamber’de Nebevî ve Beşeri Bilgi, Sır Yayıncılık, İstanbul 2002

-KARAMAN Hayrettin- Çağrıcı, Mustafa- Dönmez, İbrahim Kafi- Gümüş, Sadrettin, Knr’an Yolu- Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007

-KASIMÎ, Muhammed Cemalüddin, Kavâidü’t-Tahdis, Beyrut 1987

-KETTANÎ, Muhammed b. Cafer, er- Risâletü’l- Müstatrefe, Kahraman Yayınları, İstanbul 1986

-KIRBAŞOĞLU, Mehmet Hayrı, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara 2002

-KİRMÂNÎ, Muhammed b. Yusuf b. Ali, el- Kevâkibu’d-Derâri fi Şerhi Sahihi’I-Bııhârî, Beyrut, 1981,1- XXV

-KİSTER, M. J., “İsrâiloğullarmdan Nakilde Bulunma Meselesi”, Ter. Cemal Ağırman, Cumhuriyet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. V, sayı I, Sivas, 2001, s. 127- 153

-KOÇKUZU, Ali Osman, Hadis İlimleri ve Hadis Tarihi, Dergâh yayınları, İstanbul, 1983

-KOÇYİGİT, Talat, Hadis Istılahları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara, 1980

-KOÇYİĞİT, Talat, Hadis Istılahları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınlan, Ankara 1980

-KOÇYİĞİT, Talat, Hadis Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2003

-KUTSAL KİTAP, Kitab-1 Mukaddes Şirketi, İstanbul, 2001

-KUZGUN, Şaban, “Kur’an- ı Kerim’e Göre Hıristiyanlık ve Hıristiyanlar”, Asrımızda Hıristiyan- Müslüman Münâsebetleri, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1993, s. 61-79

-KUZUDİŞLİ, Ali, “Yahudi Kültürün Hadislere Etkisi”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Dan. Prof. Dr. Nevzat Âşık, İzmir, 2004

-LİNGS, Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, Ter. Nazife Şişman, İnsan Yayınları, İstanbul, 2004

-MEDENÎ, Muhammed b. Mahmud et- Trabzonî, el- İthâfâtu’s- Seniyye fî’l-Ahâdisi’l- Kudsîyye, Haydarabad, h. 1358

-MUHAMMED Ataurrahim, Bir İslam Peygamberi Hz. İsa, Ter. Kürşat Demirci, İnsan Yayınları, İstanbul, 1997

-MUSTAFA Fayda, “Abdullah b. Selam”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, Cilt: I, İstanbul, 1988

-MÜNAVÎ, Zeynüddin Abdurrauf, el-İthâfatu’s-Seniyye bi’l- Ahâdisi’l-Kudsîyye, Mısır, 1961

-MÜSLİM, îbn Haccac el- Kuşeyrî en- Neysâbûrî, Câmiu’s- Sahih, Beyrut, 1955,1-V

-OKİÇ, Muhammed Tayyib, Bazı Hadis Meseleleri Üzerine Tedkikler, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1959

-OKUYAN, Mehmet- Öztürk, Mustafa, “Kur’an Verilerine Göre Öteki’nin Konumu”, İslam ve Öteki, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001, s. 163- 216

-ÖĞÜT, Salim, İslam Hukuk Metodolojisinde Haber- i Vâhid’ in Kaynak Değeri, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2003

-ÖRS, Hayrullah, Musa ve Yahudilik, Remzi Kitabevi, İstanbul 1966

-ÖZAYDIN, Abdülkerim, “Hac- İslam’da Hac”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 14, İstanbul, 1996

-ÖZSOY, Ömer - Güler, İlhami, Konularına Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Fecr Yayınlan, Ankara, 2003

-PAÇACI, Mehmet, ‘Hadiste Apokaliptisizm veya Fiten Edebiyatı’, İslamiyat, Cilt: I, Sayı: I, 1998, s. 35- 53

-PAÇACI, Mehmet, Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz?, Ankara Okulu

Yayınlan, Ankara 2002 -PALABIYIK, Abdülkadir, “Garibü’l- Hadis Nev’i’nin Doğuşu ve Abdülğafir b. İsmail’in 4 el- Müfhim li- Şerhi Sahihi Müslim’ Adlı Eseri”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Dan. Prof. Dr. Ali Yardım, İzmir, 1997

-PARRY, Rabbi Aaron, Talinud Nedir?, Ter. Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik ve Basın Yayın A. Ş., İstanbul, 2005

-SALİH, Subhi, Hadis İlimleri ve Hadis İstılahları, Ter. Yaşar Kandemir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 1988

-SARIKÇIOĞLU, Ekrem, Diğer İnciller (Apokrif İnciller -Metinler ve Tarihi Bilgiler), Fakülte Kitabevi, İsparta, 2005

-SAVLI, Mehmet Reşat, “Bamabas İncili’nde Hz. Muhammed’in Haber Verildiği Pasajların İslam İnanç Sistemi Açısından Tahlili”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Yrd. Doç. Dr. Muhammed Yazıcı, Erzurum, 2007

-SCHİMMEL, Annamarie, Dinler Tarihine Giriş, Kırkambar Yayınlan, 1999

-ŞAFİÎ, Ebu Abdillah Muhammed b. İdrİs, er-Risale, Ter. Prof. Dr. Abdülkadir Şener, Prof. Dr. İbrahim Çalışkan Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlan, Ankara 1997

-ŞATIBÎ, Ebu İshak İbrahim b. Muhammed el- Lahmî, Muvafakat, Ter. Mehmet Erdoğan, İz Yayıncılık, İstanbul 1993

-ŞENER, Abdülkadir- Sofuoğlu, Cemal- Yıldırım, Mustafa. Yüce Kur’an ve Açıklamalı- Yorumlu Meali, Türkiye Diyanet Vakfı, İzmir, 2009

-ŞENER, Abdülkaciir, Makaleler Tebliğler ve Diğer Yazılar, İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınlan, İzmir, 200

ŞÎBLİ, Mevlana Asr- ı Saadet, Ter. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul, 1975

-TABERÎ, Muhammed b. Cerir, Câmiu’l- Beyan iı Te’vili’l- Kur’an, Mısır, 2004, I-XXX

-TAHA Hüseyin, Cahiliye Şiiri Üzerine, Ter. Şaban Karataş, Ankara Okulu, Ankara 2003

-TANYU, Hikmet, Yahudiliğin Kutsal Kitapları ve Esasları, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.14, Ankara, 1967, s. 95- 124

-TİRMİZİ, Ebu İsa Muhammed b. İsa, Sünen, Mısır, 1975,1- V

-TOPRAK, Mehmet Sait, “İslami Gelenekte ‘Kitabet’ Aleyhtarlığı’nın Yahudi Menşe’i Meselesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, s. XXV, 2007, s. 147-175

-TOPRAK, Mehmet Sait, “Hadislerin Sözlü Rivayeti İle Sözlü Tora’nm Rivayet Tekniği Meselesine Bir Giriş”, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XX, Sayı: 1,2008, s. 139- 165

-TORA ve Aftara, 1. Kitap Bereşit, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A. Ş., İstanbul, 2002

-TÜMER, Günay - Küçük, Abdurraman - Küçük, Mehmet Alparslan. Dinler Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara 2009

-TÜRK. Mahmut, “Kureyş Suresi Işığında Mekke Dönemi İktisâdi Hayatı”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Prof. Dr. Yakup Çiçek, İstanbul, 2006 -UĞUR, Mücteba, Ansiklopedik Hadis Terimleri Sözlüğü, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1992

-ÜNAL, Ali, Barnabas İncili, Elif Kitabevi, İstanbul, 2006

-ÜNAL, İsmail Hakkı, İmam Ebu Hanife’nin Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara, 2001

-ÜNAL, Sadi, “Kâbe”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 24, İstanbul, 2001

-ÜNALAN, Sıdık, “Risâlet Öncesi Arap Yanmadasmdaki Dinler ve Bir Peygamber Beklentisi”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 6, 2001, s. 87-102

-YARDIM, Ali, Hadis I- H, Damla Yayınevi, İstanbul, 2000

-YAZICI, Seyfettin “Vahy Meselesi”, Diyanet Dergisi, Peygamberimiz Özel Sayısı, Cilt: 25, Sayı 4,1989, s. 183- 212

-YILDIRIM, Suat, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınlan, Ankara 1988

-YILMAZ, Hayati, “Kudsî Hadis”, Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 26, İstanbul, 2002

-YILMAZ, Hayati, “Hadis İlminde Kudsî Hadisler”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. İsmail Lütfi Çakan, İstanbul, 1992

“YÜKSEL, Ahmet Turan İslam’ın İlk Döneminde Ticarî Hayat, Beyan Yayınları.

İstanbul 1999 -ZAFER İslam Han, “Talmud’un Doğuşu ve Yahudiler Üzerindeki Tesiri”, Ter. Mehmet Aydın, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: 25, s. 139-152

-ZEHEBÎ, Ebu Abdillah Şemsüddin, Tezkirâtü’l- Huffâz, Haydarabad, 1955,1- IV

-ZEHEBÎ, Muhammed Hüseyin Tefsir ve Hadiste İsrâiliyyât, Ter. Enbiya Yıldırım, Rağbet Yayınlan, İstanbul, 2007

-ZWEMER, Samuel, “The So- Called Hadith Qudsi”, Müslim World, Sayı: 12, 1922

139

1

Ebu Zehv, s. 17

2

Koçyiğit, Istılahlar, s. 124

3

Kasımî, s. 65

4

Okiç, s. 13

5

Erdem, s. 6; Kasımî, s. 65; Okiç, s. 12

6

Koçyiğİt, s. 124

7

Kasımî, s. 66- 69

8

İbn Arabî, Muhyiddin, Nurlar Hazînesi (Mişkâtü’I- Envâr), Ter. Mehmet Demirci, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004, Ek-I (Muhammed Valsan, Kudsî Hadis Hakkında Kısa Bilgi), s. 186-190

9

Draz, Abdullah, En Mühim Mesaj Kur’an, Ter. Suat Yıldırım, Yeni Akademi Yayınları, İzmir, 2006, s. 28

Kırbaşoğlu, Mehmet Hayrİ, İslam Düşüncesinde Sünnet, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara 2002, s. 252- 253

10

Okiç, s. 14; Ebu Zehv, s. 16; Salih, s. 12- 13; Koçyiğit, İstılahlar, s. 124; Uğur, s. 188;

Yardım, c. I, s. 47

Kasımî, s. 65

11

Koçyiğit, s. 124

12

İbn. Arabî, Ek-I, s. 183

13

İbn. Arabî, Ek-I, s. 185

14

Ebu Zehv, s. 17

15

Yılmaz, “Kudsî Hadîs”, s. 318; “Hadis İlminde Kudsî Hadisler”, s. 20

16

Kasımî, s. 64

17

Koçkuzu, Ali Osman, Hadis İlimleri ve Hadis Tarihi, Dergâh yayınlan, İstanbul, 1983, s. 42

18

Medenî, Muhammed b. Mahmud et- Trabzonî, el- İthâfâtu’s- Seniyye fi’I- Ahâdisi’I-Kudsîyye, Haydarabad, h. 1358

19

Yılmaz, “Kudsî Hadis”, s. 318

20

Kırbaşoğlu, s. 252

21

      Kırbaşoğlu, s. 246- 247

22

Yılmaz, “Kudsî Hadis”, s. 319

23

Şafiî, Ebu Abdillah Muhammed b. îdris, er-Risâle, Ter. Prof. Dr. Abdülkadir Şener, Prof. Dr.

24

İbrahim Çalışkan Türkiye Diyanet Vakfı Yayınlan, Ankara 1997, s. 205

25

Koçyiğit, Talat, Hadis Tarihi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2003, (Tarih), s. 183

26

Öğüt, Salim, İslam Hukuk Metodolojisinde Haber- i Vâhid’ in Kaynak Değeri, Ocak Yayıncılık, İstanbul 2003, s, 19

27

Haber- i vâhid konusunda daha fazla bilgi için bkz., Ünal, İsmail Hakkı, İmam Ebu Hanife’nİn Hadis Anlayışı ve Hanefî Mezhebinin Hadis Metodu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2001, s. 133- 171; Öğüt, a. g. e.; Koçyiğit, Istılahlar, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınları, Ankara 1980, s. 448- 453; Şener, Abdülkadir, Makaleler Tebliğler ve Diğer Yazılar, İzmir İlahiyat Fakültesi Vakfı Yayınlan, İzmir, 2001, s. 317- 323 Kudsî Hadislerin delil olarak kabul edilip edilmemesi meselesinin, ‘haber-i vâhid’ konusuyla bağlantılı olarak düşünülmesi gerekse de, Kudsî Hadisler muhtevaları gereği haber-i vâhid kapsamına giren diğer hadisler gibi değildirler. Kudsî Hadisler, içerik olarak, bazı istisnaî durumlar dışında âdab, ahlâk, Allah’ın yüceliği... vb. konularda vârid oldukları için, delil olarak kabul edilseler bile hukukî konular söz konusu olduğunda delil olarak kullanılmamaktadırlar.

28

Okiç, s. 15-16

29

Yardım, "Hadis İlminde Kudsî Hadisler”, s. 46; Kettanî, Muhammed b. Cafer, er- Risâletü’I-Müstatrefe, Kahraman Yayınlan, İstanbul 1986, s. 81

30

Yılmaz, "Hadis İlminde Kudsî Hadisler”, s. 44

31

Yılmaz, “Kudsî Hadis”, s. 318

32

Hıdır, Özcan, İsrâiliyyât- Hadis İlişkisi (Hadis- Yahudi Kültürü Tartışmaları), Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, İstanbul, 2000, s. 319

33

Okiç, s. 15; Hıdır, s. 319

34

Kudsî Hadislerle alakalı olarak yapılmış olan çalışmalar konusuna burada girmiyoruz. Bu konuda daha fazla bilgi edinmek için Yılmaz’ın adı geçen tezine müracaat edilebilir; bkz. s. 45- 90

35

Yılmaz, "Hadis İlminde Kudsî Hadisler”, s. 45

36

"Metlûv” ve “Gayr- i Metlûv Vahiy”, Sünnet- Vahiy İlişkisi ve bu konudaki tartışma ve görüşler İçin bu tez, bu bölüm, 48 no’Iu dipnottaki eserlere müracaat edilebilir.

37

Kırbaşoğlu, s. 245

38

bkz. Graham, William Albert, Divine Word and Prophetic Word in Early İslam, Tehe Hague: Mouton, 1977, s. 39; Graham, Kudsî Hadisler için ortaya atılan bu görüşü aktarırken, Kudsî Hadislerin mistikler arasında özel bir yer edinmiş olmasının batılı araştırmacıları haklı çıkarmadığını çünkü Kudsî Hadislerin ilk hadis kaynaklan içerisinde yer aldığını da ifade etmektedir (bkz. s. 39)

39

Duman, Zeki, Vahiy Gerçeği, Fecr Yayınevi, Ankara, 1997, s. 117, 119; Kırbaşoğlu, s. 245-246

40

Kırbaşoğlu, s. 248- 252; Kudsî Hadisler hakkında birtakım sorular yöneltmesi ve söz konusu hadislerle Eski ve Yeni Ahit metinleri arasındaki benzerliklere dikkat çeken bir makale olması açısından, bkz. Zwemer, Samuel, “The So- Called Hadith Qudsî”, Müslim World, sayı 12, 1922, s. 263- 275

41

Derveze, İzzet, Kur’an’a Göre Hz. Peygamberim Hayatı, Ter, Mehmet Yolcu, Ekin yayıncılık, İstanbul, 1998, c. I, s, 57

Avcı, Casim, Hz. Muhammed’in Peygamberlik Öncesi Hayatı, Hayykitap, İstanbul, 2008, s. 39

42

Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 5- 6

43

Hodgson, c. I, s. 93

44

Hamidullah, Muhammed, el- İlaf veya İslam’dan Önce Mekke’nin İktisadi- Diplomatik Münasebetleri,Ter. İsmail Cerrahoğlu, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara, 1962, c. IX, s. 215- 216

45

Hodgson, c. I, s. 93

46

Hodgson, c. I, s. 93

47

Hodgson, c. I, s. 90- 91

48

Derveze, c. I, s. 57

49

Hamidullah, “el- îlaf...”, s. 215- 216

50

Hayrettin Karaman, Mustafa Çağrıcı, İbrahim Kafi Dönmez, Sadrettin Gümüş, Kur’an Yolu-Türkçe Meal ve Tefsir, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2007, c. V, s. 694 Ali Çelik, İslam’ın Kabul veya Reddettiği Halk İnançları, Beyan Yayınlan, İstanbul, 1995,

51

s. 36- 37

52

Hodgson, c. I, s. 93

53

Kureyşlilerin, ticari faaliyetlerinin ülkeleri dışına da çıkması yolundaki üstün gayretleri için bkz. İbn Habib, Muhammed el- Bağdadî, Kitabu’I- Mü nem inak, Beyrut, 1985, s. 44- 45; Hamidullah, “el- İlaf...”, s. 216

54

Hamidullah, “el- İlaf...”, s. 221

55

Kureyş’in Bizans’la ilişkilerine dair bkz. Türk, Mahmut, Kureyş Suresi Işığında Mekke Dönemi İktisâdı Hayatı, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Prof. Dr. Yakup Çiçek, İstanbul, 2006, s. 21- 22

56

Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, Ter. Salih Tuğ, İmaj İç- Dış Ticaret A.Ş., Ankara, 2003, c, II, s. 21; Mekkelilerin ve Hz. Peygamber’in Habeşistan ile ilişkilerine daha fazla bilgi için bkz, Altun, İsmail, “Mekke Müslümanlarının Habeşistan’a Hicreti”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Mustafa Aşırman, Erzurum, 1996, s. 15-41

57

Çağatay, Neşet, İslam’dan Önce Arap Tarihi ve Cahil iye Çağı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Yayınlan, Ankara, 1957, s. 1- 2

58

Karacabey, Salih, Hz. Peygamber’de Nebevî ve Beşerî Bilgi, Sır Yayıncılık, İstanbul 2002, s. 228- 229

59

Avcı, s. 108

60

Güner, Osman, Rcsulullah’m Ehl-i Kitabla İlişkileri, Fecr Yayınları, Ankara, 1997, s. 88

61

Avcı, s. 108

62

Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 8; Hamidullah, Muhammed, “Hz. Peygamber’in İslam Öncesi Seyahatleri”, Ter. Abdullah Aydınlı, Atatürk Üniversitesi îslami İlimler Fakültesi Dergisi, sayı 4, Ankara, 1980, s. 332

Mevlana Şiblî, Asr- i Saadet, Ter. Ömer Rıza Doğrul, Eser Neşriyat ve Dağıtım, İstanbul, 1975, c. I, s. 139; Hz. Peygamber’in Abdulkays ahalisiyle arasında geçen konuşmalar ve onların ülkesinde kalarak edindiği birtakım bilgilerle alakalı olarak bkz. Hamidullah, “Hz. Peygamber’in İslam Öncesi Seyahatleri”, s. 333- 335

63

Hamidullah, İslam’a Giriş, s. 8

64

Hamidullah, Muhammed, Vesâiku’s- Siyasiyye (Hz. Peygamber Döneminin Siyasi- İdari Belgeleri), Ter. Vecdi Akyüz, Kitabevi Yayınları, s. 170, belge no:66

65

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. J, s. 332; Hamidullah, Hz. Peygamber’in İslam Öncesi

66

Seyahatleri, s. 330- 332

67

Karacabey, s. 82

68

Ebu Ubeyd, Kasım b. Selam, Kitabu’l- Emval, Ter. Cemaleddin Saylık, Düşünce Yayınları, İstanbul, 1981, s. 501, yukarıda zikredilen ve benzeri rivayetler için, hadis no: 1624-1626, 1630-1631.

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 332

69

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 647; Erdoğan, s. 164; bkz. Müslim, İbn Haccac el-Kuşeyrî en- Neysâbûrî, Câmiu’s- Sahih, Nikâh, 140, (1442), Beyrut, 1955, c. 2, s. 1066- 67 Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 293

70

Hamidullah, Vesâiku’s- Siyasiyye, s.l 14- 5, no: 21; İslam Peygamberi, e. I, s. 293

71

îbn. Hişam, Ebu Muhammed Abdülmelik, Sîretü’n- Nebevîyye, Beyrut, 1936, c. I, s. 344 Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 293

72

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 293; Hamidullah, Hz. Peygamber’in İslam Öncesi

73

Seyahatleri, s. 337- 338

74

Hamidullah, İslam Peygamberi, c, I, s. 293

75

Karacabey, s, 228- 229

76

Avcı, s. 108; Hz. Peygamber’in seyahatlerinin, O’nun birtakım farklı kültür ve inanç gruplarıyla karşılaşması ve onların dil ve lehçelerine dair bilgiler edinmesiyle alakalı olarak bkz. Palabıyık, Abdülkadir, “Garibü’l- Hadis Nev’i’nin Doğuşu ve Abdülğafir b. İsmail’in ‘el- Müfhim li- Şerhi Sahihi Müslim’ Adlı Eseri”, Dokuz Eylül Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Dan. Prof. Dr. Ali Yardım, İzmir, 1997, s. 28- 31

77

Yüksel, Ahmet Turan İslam’ın İlk Döneminde Ticari Hayat, Beyan Yayınlan, İstanbul 1999, s. 146

78

Bozkurt, Nebi ve Küçükaşçı, Mustafa San “Mekke”, DİA, c. 28, s. 556, İstanbul, 2003

Hitti, Philip K., Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi, Ter. Salih Tuğ, Boğaziçi Yayınlan, İstanbul, 1980, e. I, s. 156

Ünal, Sadi, “Kabe”, DİA, c. 24, s. 20, İstanbul, 2001; Kabe’ye alternatif bu tapmaklarla alakalı olarak bkz. Çelikkol, Yaşar, İslam Öncesi Mekke, Ankara Okulu, Ankara 2003, s. 166-167

Çağatay, s. 112

Çağatay, s. 100- 101

Çağatay, s. 112

79

Derveze, c. I, s. 175,

80

Avcı, s. 39- 40

81

Çağatay, s. 100-101

82

Hodgson, c. I, s. 90- 91

83

bkz. Çağatay, s. 119;

84

Karacabey, s. 82

85

Avcı, s. 39- 40

86

Çağatay, s. 100-101

87

Derveze, c. I, s. 180

Derveze, c. I, s. 175,

Kapar, Mehmet Ali, “Kus b. Saide”’, DİA, c. 26, s. 460, İstanbul, 2002

88

Kapar, s. 460

89

Şiblî, c. I, s. 99

90

Cevat Ali, el- Mufassal Fi Tarihi’l- Arabi Kable’I- İslam, Bağdat, 1993, c.VI, s. 449

91

Karacabey, s. 51

92

Güner, Ehl-i Kitab’la İlişkiler, s. 97

93

Hac, 30-31

94

Cevat Ali, c.VI, s. 449

Cevat Ali, c.VI, s. 452

95

Cevat Ali, c.VI, s. 218-219

96

Cevat A1İ, c.VI, s. 455

97

İbn Hİşam, Ebu Muharnmed Abdülmelik, Sîretü’n- Nebevîyye, Beyrut, 1936, c. I, s. 237-238

98

îbn Hişam, c. I, s. 246- 247

99

Şiblî, c. I, s. 99

100

Güner, Ehl-i Kitab’la İlişkiler, s. 99

101

Buhârî, İsmail b. İbrahim, Câmiu’s- Sahih, Zebâih ve’s- Sayd, 16, İstanbul, 1979, c. VI, s. 225

Güner, Ehl-i Kitab’Ia İlişkiler, s. 100

102

İbn Hişam, c. I, s. 238

103

Buhârî, Bed’u’l- Vahy, 3, c. I, s. 3

104

Haşan, İbrahim Haşan, Siyasî- Dinî- Kültürel- Sosyal İslam Tarihi, Ter. İsmail Yiğit, Sadrettin Gümüş, Kayıhan Yayınlan, İstanbul, 1985, c. I, s. 97

Buhârî, Vahy, 3, c. I, s. 3- 4

105

Hıdır, s. 101

Güner, Ehl-i Kitab’Ia İlişkiler, s. 105

îbn Hişam, c. I, s. 237

106

İbn Hişam, c. I, s. 238

107

îbn Hişam, c. I, s. 239; Osman b. Huveyris’in amcaoğlu Lehha’nm da aynı şekilde, başlangıçta putlara karşı çıkıp hanifliği araması ve daha sonra da Hıristiyanlığı seçmesiyle alakalı olarak bkz. Çelikkol, s. 185

108

Şiblî, c. I, s. 99

109

Haşan, c. I, s. 98

110

Kapar, s. 460

111

Avcı,, s. 131-132; Kapar, s. 460

112

Şiblî, c. I, s. 99

113

îbn Hacer, Askalânî, el-İsâbe O Temyîzi’s- Sahabe, Kahire, 1971, c. 1, s. 250; Çağatay, s.

114

154; Haşan, c. I, s. 97

Çağatay, s. 153

Güner, Ehl-i Kitab’la İlişkiler, s. 103 (Mahmud Esad’dan naklen, Tarih-i Din-i İslâmî,

115

İstanbul, 1983, s. 306)

116

İbn Hanbel, Ahmed, Müsned, IV, Beyrut, 1969, s. 389

117

Çağatay, s. 155

118

Cevat Ali, c.VI, s. 456

119

Cevat Ali, c.VI, s. 456- 457

120

Cevat Ali, c.VI, s. 469

121

Hıdır, s. 55- 56

122

137       Derveze, c. 1, s. 39

123

Çelikkol, s. 95

124

Derveze, c. I, s. 96- 97; Cevat Ali, e. IV, s. 118

125

Derveze, c. I, s. 96- 97

126

Derveze, e. I, s. 96- 97

127

bkz. Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 284- 285

128

Derveze, c. I, s. 97

Çelikkol, s. 183

129

Derveze, c. I, s. 95

130

bkz. Yunus, 94; Şuara, 192- 197; Ahkaf, 10

131

Derveze, c. I, s. 95- 96

132

Ehl- İ Kitap olan Yahudilerin müsbet ve menfi birtakım özellikleri ve bu konuda Kur’an-ı Kerim’de nasıl zikredildikleriyle alakalı olarak daha detaylı bilgi için bkz. Atçeken, İsmail Hakkı, “Hz. Peygamber’in Yahudilerle Münasebetleri”, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Konya, 1992, s. 6- 36

133

Al-i îmran, 110; Maide, 59, 79

134

Al-i îmran, 78

135

Bakara, 75, 101; Al-i îmran, 69; Maide, 13; Ra’d, 36

136

Al-i îmran, 75; Nisa 46, 162

137

Paçacı, Mehmet, Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz?, Ankara Okulu Yayınları, Ankara 2002, s. 86

138

Paçacı, s. 88

139

Al- i îmran, 113-114-115

140

Al- i îmran, 199

141

İsra 107- 108- 109

Paçacı, s. 114

142

İbn İshak, Muhammet! b. Yesar, Sîre, Rabat, 1976, s. 62

Fazlurrahman, Ana Konularıyla Kur’an, Ter. Alparslan Açıkgenç, Ankara Okulu Yayınları,

Ankara 2003, s. 227

143

İbn îshak, s. 63- 64

Derveze, c, I, s. 39

Taha Hüseyin, Cahiliye Şiiri Üzerine, Ter. Şaban Karataş, Ankara Okulu, Ankara 2003, s. 96

Fazlurrahman, s. 237

144

Saffat, 167- 170

145

Fazlurrahman, s. 201

146

Fazlurrahman, s. 223

147

Enbiya, 5, Mekkî

148

Derveze, c. I, s. 420

149

Kasas, 48, Mekkî

150

Hadis Literatürü içerisinde “Fiten ve’l- Melahim” başlığı altında yer alan hadislerin, Yahudi ve Hıristiyan Kültürün önemli bir motifi olan “Apokaliptik Edebiyat” a dair rivayetlerle örtüşüyor olması ve bu doğrultuda Müslüman kültür üzerindeki Yahudi ve Hıristiyan etkisinin bir sonucu olarak ortaya çıkması ile alakalı olarak, bkz. Paçacı, ‘Hadiste Apokaliptisizm veya Fiten Edebiyatı’, Kur’an ve Ben Ne Kadar Tarihseliz?, Ankara Okulu Yayınlan, Ankara, 2002,, s. 130- 153; Ayrıca aynı makale İçin bkz. îslamiyat, c. I, sayı: 1, 1998, s. 35- 53.

151

Çelik, s. 66

152

Cevat Ali, c.Vl, s. 587

153

Fazlurrahman, s. 226- 227

154

Nemi, 66- 67- 68, Mekkî

Fazlurrahman, s. 226- 227, En’am, 91: * “(Müşrikler ve bazı Yahudiler) Allah’ı gereği gibi tanıyıp kavrayamadılar ve bu sebeple, ‘Allah herhangi bir kimseye vahiy indirmemiştir’ dediler. Ey Peygamber! Sen de onlara de ki : ‘Peki söyler misiniz, Musa’nın getirdiği, insanlar için nur ve hidayet kaynağı olan kitabı kim indirdi? Siz bu kitaptan bazı ayetleri kağıt parçalarına yazarak arzunuza göre bir kısmını halka açıklıyor, çoğunu da gizliyorsunuz. Hâlbuki sizin de babalarınızın da bilmedikleri birçok şey orada size açıklanmıştır. Ey Peygamber! Sen onlara, o kitabı Allah’ın indirdiğini söyle, sonra da onları kendi hallerine bırak, daldıkları boş laflarla oyalanıp dursunlar.”

155

Hamidullah, İslam Peygamberi, c.I, s. 552- 553

156

İbn İshak, s. 86; aynca bkz. Lings, Martin, Hz. Muhammed’in Hayatı, Ter. Nazife Şişman, İnsan Yayınlan, İstanbul, 2004, s. 60

157

Belazurî, Ahmed b. Yahya, Ensâbu’I- Eşrâf, Mısır, 1959, c. I, s. 72- 73; îbn Habib, Bağdadî,

158

Kitabu’l- Münenımak. Beyrut, 1985, s. 90- 91

Derveze, c. I, s. 99- 100

159

Şuara, 192-197

160

Ahkaf, 10, Mekkî

161

Atçeken, s. 38

162

îbn İshak, Mukaddime (Muhammed Hamidullah), s. j

163

İbn Hişam, c. II, s. 220- 221;

164

İbn İshak, s. 182- 183; Cirit, Haşan, “Hadiste Vaaz, Kıssacılık ve Kussas”, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Dan. M. Yaşar Kandemir, İstanbul, 1997, s. 48

165

Cevat Ali, c.VI, 1993, s. 136

166

İsra, 85, Mekkî

167

Elmahlı, Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Aziz Dağıtım, İstanbul, t. y., c. 5, s. 319; Elmahlı bu ayetle alakalı olarak bir başka rivayet daha nakleder. Bu rivayete göre Hz. Peygamber ile Abdullah İbn Mes’ud Medine’de bir tarlada, bir Yahudi cemaati ile karşılaşırlar. Yahudi cemaat birbirlerine, ‘Şuna ruhtan sorunuz’ derler. Bunun üzerine onlardan bir kısmı Hz. Peygamber’e ruhu sorarlar ve bunun üzerine söz konusu ayet nazil olur. Bu rivayetten dolayı Elmahlı, bazılarının, bu ayetin Mekke’de ve Medine’de olmak üzere iki defa nazil olduğunu söylediklerini nakleder (s. 320).

168

Ta- İhı 17 X d l^i

169

Ezrakî, Muhammed b. Abdillah b. Ahmed, Ahbâru Mekke ve mâ câe fihe mine’l- Âsâr,

Beyrut, 1979, c. II, s. 131

170

îbn Hişam, c. I, s. 162; Lings, s. 21- 23; İbn İshak, s. 10-14

Hamidullah, Muhammed, ‘Hayber. DİA, c. 17, s. 21

171

İbn Habib, Münemmak, s. 402- 403

172

Kuzudişli, s. 40; Hz. Peygamber’in ailesinde ve Araplar içerisinde yapılan Yahudi evlilikleriyle alakalı olarak ayrıca Ali Kuzudişli, aynı tez, s. 37- 40

173

Kuzudişli, s. 37

174

Ayrıca bkz. Şuara, 192-197; Ahkaf, 10

175

Necm, 36- 37

176

Derveze,. I, s. 421

177

Derveze, c. I, s. 421; Atçeken, s. 72

178

İslamoğlu, Mustafa, İsrâiloğuHarından Ümmet- i Muhammed’e Yahudileşme Temâyülü, Denge Yayınları, İstanbul, 2004, s. 103

179

Derveze, c. I, s. 407; Derveze’ye göre, dini düşüncenin gelişmesinde, özellikle “Allah” düşüncesinde, Arapların kendilerini İsmail ve İbrahim’in torunları olarak görme geleneklerinde, nebiler ve resuller ile ilgili haberlerde, geçmiş ümmetlerin kıssaları, meleklerle ilgili haberler, meleklerin Allah’a bağlılıkları, Âdem ile İblis kıssası gibi dini nitelik taşıyan düşüncelerinde, bilgi ve kültürlerinde onlardan etkileniyorlardı. Onların arasındaki görüş ve mezhep ayrılıklarına, dini kitaplarına ve dini makamlarına, aralarındaki tartışmalara, sürtüşmelere, kitaplarında yer alan niteliklere, Araplardan bir peygamber gönderilmesiyle alakalı geleneksel anlayışlara varıncaya kadar her şeyde onlardan etkilenme söz konusuydu (bkz. s. 407).

180

CevatAli, c.Vl, s. 218-219

181

Çağatay, s. 121

182

Ateş, Ali Osman, İslam’a Göre Cahiliye ve Ehl- i Kitab örf ve Adetleri, Beyan Yayınlan, İstanbul, 1996, s. 111; Cevat Ali, c. VI, s. 339

183

Karaman ve diğerleri, c. I, s. 285

184

Elmalılı, c. II, s. 13

Derveze, c. I, s. 407

KuzudişIİ, s. 10

Derveze, c. I, s. 403

Derveze, c. I, s. 404

185

îslamoğlu, s. 18-19

186

Ebu Davud, Sicistanî, Sönen, Cihad, 126, (2682), Humus, 1971, c. 3, s. 132

187

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 193

188

Şiblî, c. I, s. 98

189

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 570- 571

190

Cevat Ali, c.VI, s. 549

191

Derveze, c. I, s. 106

192

İbn Hişam, c. I, s. 225

193

İbn Hİşam, c. I, s. 225

194

Cevat Ali, c.VI, s. 560

195

Cevat Ali, c.VI, s. 557

196

Fazlurrahman, s. 225

197

Haşan, c. I, s. 96

198

Cevat AH, c.VI, s. 560

199

Cevat AH, c.VI, s. 560

200

Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrâiliyat, Beyan Yayınlan, İstanbul, 2000, s. 66

201

Cevat AH, c.VI, s. 550

202

Cevat Alî, c.VI, s. 550

203

Cevat Ali, c.VI, s. 550

204

Cevat Ali, c.VI, s. 557

205

Cevat Ali, c.VI, s. 544

206

Derveze, c. I, s. 115

207

Kuzudişli, s. 216 (sonuç)

208

Cevat Ali, c.VI, s. 582

209

Taha Hüseyin, s. 96

210

Ebu Yusuf, Yakup b. İbrahim b. Habib el- Ensarî, Kitabu’I- Haraç, Ter. Müderriszade Muhammed Ata’ullah Efendi, Sad. İsmail Karakaya, Akçağ Yayınları, Ankara, 1982, s. 283 Taha Hüseyin, s. 96

211

İbn Hazm, Ebu Muhammed Ali b. Ahmed b. Said el- Endülüsî, Cemheretü Ensâbi’I- Arab, Kahire, 1982, s. 491

212

Aydın, Mehmet, “Hz. Muhammed Devrinde Müslüman- Hıristiyan Münasebetlerine Bir Bakış”, Asrımızda Hıristiyan- Müslüman Münasebetleri, İslami İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1993, s. 82

213

Cevat Ali, c.VI, s. 587; Arapların Hıristiyanlıkla tanışmasına sebep olan durumlarla ilgili olarak bkz. Ünalan, Sıdık, “Risâlet Öncesi Arap Yarımadasındaki Dinler ve Bir Peygamber Beklentisi”, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 6, 2001, s. 95- 96

214

Derveze, c. I, s. 426

215

Cevat Ali, c.VI, s. 591

216

Cevat Ali, c.VI, s. 587

217

Cevat Ali, c.VI, s. 600

Cevat Ali, c.VI s. 589

Kuzgun, s. 67

Hitti, c. I, s. 159; Hitti, aynı sayfada, Konise ve Bia (kilise), Dumye ve Suret (resim), Kıssis (papaz), Sadaka, Natur (bekçi), Nir (boyunduruk), Feddan (arazi ölçüsü), Kmdil (kandil, Latincedeki Candela’dan gelmektedir), Kasr (Latince Castrum, Süryanice Kastra ve batı Arami dilinde Kasra olmuştur) gibi kelimeleri örnek olarak zikretmiştir.

218

Hitti, c. I, s. 160

Derveze, c. I, s. 95

İbn Hazm, s. 491

219

Çelikkol, s. 185

220

Şiblî, c. I, s. 98

221

İbn Hİşam, c. I, s. 238

222

İbn Hazm, s. 159

223

* “Elif, Lam, Mim. Rumlar yenildiler. Size yakın bir bölgede. Fakat bilin ki, bu yenilgilerinden sonra galip geleceklerdir. (Merak etmeyin) bu, birkaç yıl içinde olacaktır. Eninde sonunda Allah’ın dediği olur/ Koyduğu yasalara göre hak edeni galip getirir, hakedeni de mağlub ettirir. O gün de mü’minler sevineceklerdir. Allah’ın lütfedeceği zaferle. Unutmayın ki Allah, dlediğini/hak edeni zafere ulaştırır. O Aziz’dir; dilediğini galip getirmeye gücü yeter, Rahim’dir; inananlara zafer lütfetmesi şefkat ve merhametinin eseridir.”

224

Aydın, Mehmet, “Hz. Muhammed Devrinde Müslüman- Hıristiyan Münasebetlerine Bir Bakış”, Asrımızda Hıristiyan- Müslüman Münasebetleri, İslâmî İlimler Araştırma Vakfı, İstanbul, 1993, s. 83; Aydın, Mehmet, Müslümanların Hıristiyanlığa Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları, Konya, 1989, s. 12

225

* “Biz, müşriklerin, (Bu Kur’an’ı Muhammed’e bir insan öğretiyor’ dediklerini elbette biliyoruz. Kasdettikleri kişinin dili yabancı/ Arapların anlamadığı bir dildir. Bu Kur’an’m dili ise fasih bir Arapça’dır.”

226

* Küfürde direnenler, “Bu Kur’an, Muhammed’in uydurup da Allah’a isnad ettiği sözlerden başka bir şey değildir. Başkaları da ona yardım etmektedir” diyorlar. Hiç şüphe yok ki, asıl haksızlık eden ve iftira atan unlardır.”

Derveze, c. I, s. 426

227

Çelikkol, s. 185- 186 (Sa’d Zağlul’dan naklen, Fi Tarihi’l- Arab Kable’I- İslam, Beyrut, 1975, s. 37)

228

Ezrakî, c. II, s. 298

Çelikkol, Yaşar, s. 185- 186 (Sa’d Zağlul’dan naklen, Fi Tarihi’l- Arab Kable’I- İslam,

229

Beyrut, 1975, s. 37)

230

Hıdır, s. 52

231

Derveze, c. I, s. 426

232

îbn Habib, Münemmak, s. 403- 404

233

Lings, s. 27

Derveze, c. I, s. 424- 425

Derveze, c. I, s. 426

Derveze, c. I, s. 432

Derveze, c. I, s. 424- 425

234

Derveze, c. I, s. 425

235

Derveze, c. I, s. 96

236

Yunus, 68

Ankebut, 2- 4

237

Derveze, c. I, s. 98

238

Cevat Ali, c.VI, s. 601

Özsoy, Ömer - Güler, İlhami, Konularına Göre Kur’an (Sistematik Kur’an Fihristi), Fecr

239

Yayınlan, Ankara, 2003, s. 158

240

Derveze, e. I, s. 118

241

Derveze, c. I, s. 117-118

242

Maide, 82- 83- 84

Derveze, c. I, s. 429; Hz. Peygamber’e iman ederek İslam’ı seçen Hıristİyanlarla alakalı olarak ayrıca bkz. Kara, Hilal- Abdullah, Asr- i Saadet’te İslam’a Koşan Yahudiler ve Hıristiyanlar, Çelik Yayınevi, İstanbul, 2009, s. 82-140

243

Derveze, c. I, s. 118

244

Cevat Ali, c. VI, s. 601

245

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 185; İslam’ın ve Hz. Peygamber’in Hıristiyanlığa karşı tutumuyla alakalı olarak ayrıca bkz. Çubukçu, İbrahim Agâh, “Müslümanların Hıristiyanlığa Bakış Açıları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 32, s. 221-225

246

Nahl, 103

247

Furkan, 4

248

Güner, Ehl-î Kitab’Ia İlişkiler, s. 106

249

İbn Hişam, c. II, s. 33; Taberî, Muhammed b. Cerîr, Câmiu’I- Beyan fi Te’vilfl- Kur’an,

Mısır, 2004, c. 14, s. 184

Taberî, c. 14, s. 184

Taberî, c. 14, s. 183

Taberî, c. 14, s. 184

250

İbn Hişam, c. II, s. 62- 63; İbn Hacer, c. IV, s. 467; Lings, s. 142-143

251

îbn. Hacer, c. IV, s. 467

252

Çelikkol, s. 185- 186, (Sa’d Zaglul’dan naklen, Fi TarihFl- Arab Kable’l- İslam (?), Beyrut, 1975, s. 37)

253

Derveze, c. II, s. 45

254

Müslüman oluşu ve hakkında bilgi için bkz., îbn Hişam, e. I, s. 228- 236; Taberî, ‘Hz. Peygamber’i bir beşerîn öğrettiğini’ iddia eden müşriklerin, bu iddiayla, bir yabancı olması hasebiyle Selman-1 Farisi’ yi kastettiklerine dair bir rivayet de nakletmektedir, bkz. Taberî, c. 14, s. 185; ayrıca bkz. Kara, Hilal - Abdullah, s. 90-101

255

îbn Hişam, c. I, s. 279- 280; ayrıca bkz. Kara, Hilal- Abdullah, s. 137-140

256

Hakkında bilgi için bkz. îbnü’l- Esir, el- Cezeri, İzzeddîn Ebi’l- Haşan Ali b. Muhammed, Üsdü’I- Ğabe fi Ma’rifeti’s- Sahabe, 1280, Cemiyyetü’- Maarif, c. I, s. 206- 208

257

Hakkında bilgi için bkz. İbnü’I- Esir, c. II, s. 225- 227; Lings, s. 53- 54; îbn. Kuteybe, Ebu Muhammed Abdullah, el- Meârif, Ter. Haşan Ege, Şelale Yayınları, İstanbul, t. y., s. 100-101

258

İbn Kuteybe, s. 182

“Annesi Abdulmuttalib’in kızı Umeyme’dir”, bkz. İbn Hİşam, c. I, s. 237

İbn Hişam, c. I, s. 238

259

Buhârî, Vahy, 3, c, I, s. 3; Müslim, İman, 252, (160), c. I, s. 139-142

260

İbnü’l- Esir, c. III, s. 378

261

Aydemir, s. 71; îbn Hişam, c. II, s. 32- 33

262

Elmahh, c. 6, s. 195

263

Elmalılı, c. 6, s, 195

264

NahI, 43

Yunus, 94; ayrıca bkz. îsra, 107- 108; En’am, 114; Araf, 157; Ra’d, 36; Nahl, 43; Meryem, 34- 37; Hacc, 54;Nahl, 76; Kasas, 52- 55; Ankebut,46- 47;Rum, 1- 5; Sebe, 6; Şura, 14; Zuhruf, 57-59; Zuhruf, 63-65

Derveze, c. I, s. 95

Fazlurrahman, s. 205

265

Ankebut, 46- 47

266

Hac, 54; ayrıca, Kasas, 52- 53

267

Fazlurrahman, s. 225

268

İsra, 107-108

269

Derveze, c. 1, s. 118

270

Şiblî, c. II, s. 117

271

Cevat Ali, s. 601

272

Cevat Ali, c.VI, s. 550- 551; Hz. Peygamberin Yahudilerle arasında geçen bir takım konuşmalara dair Örnek için, bkz. Ahmed İbn Hanbel, Müsned, c. 2, s. 451; îbn İshak s. 184-185; bkz. Kara, Hilal- Abdullah, s. 10-13

273

CevatAli, c.VI, s. 551

274

Aydemir, s. 79

275

Şiblî, c. II, s. 87

276

Buhârî, Cihad ve’s- Siyer, 89, c. III, s. 230- 31

277

Aydemir, s. 79

278

Buhârî, Cenâiz, 80, c. 2, s. 97; ayrıca bkz. Kara, Hilal- Abdullah, s. 28

279

Derveze, c. I, s. 404; Bu hanımın kimliği, Hz. Peygamber’le evlenmesi ve Müslüman olmasıyla alakalı bilgiler için bkz. Hamidullah, İslam Peygamberi, c. II, s. 686- 687; Kara, Hilal- Abdullah, s. 49- 53

280

Tümer, Günay- Küçük, Abdurraman- Küçük, Mehmet Alparslan, Dinler Tarihi, Berikan Yayınevi, Ankara 2009, s. 308; Schimmel, Annamarie, Dînler Tarihine Giriş, Kırkambar Yayınlan, 1999, s. 136

281

Tümer ve diğerleri, s. 308; Adam, Baki, Yahudi Kaynaklarına Göre Tevrat, Pınar Yayınları, İstanbul 2002, s. 48, bkz. 64 no’lu dipnot, “ Tanakh, bölüm adları olan Tora, Nevi’İm, Ketubim kelimelerinin baş harfleri olan “taf” (t), “nun” (n), “kaf’ın (kh) birleştirilmesinden oluşmuş bir isimdir,”; Tanyu, Hikmet, “Yahudiliğin Kutsal Kitapları ve Esasları”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c.I4, Ankara, 1967, s. 98

282

Tümer ve diğerleri, s. 309

Yıldırım, Suat, Mevcut Kaynaklara Göre Hıristiyanlık, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları,

283

Ankara 1988, s. 84

284

Tümer ve diğerleri, s. 308

285

Adam, s. 28- 29

286

Tanyu, s. 98

287

Yıldırım, s. 84

288

Tümer ve diğerleri, s. 312

Adam, s. 27

289

Genç, Mustafa, Sünnet- Vahiy İlişkisi, Kitabî Yayınevi, İstanbul 2009, s. 74; Talmud hakkında detaylı bilgi için bkz. Zafer İslam Han, “Talmud’un Doğuşu ve Yahudiler Üzerindeki Tesiri”, Ter. Mehmet Aydın, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, c. 25, s. 139-152

290

“Sözlü Tora” teriminin hangi anlamlarda kullanıldığıyla alakalı açıklama için bkz. Toprak, Mehmet Sait, Hadislerin Sözlü Rivayeti İle Sözlü Tora’nın Rivayet Tekniği Meselesine Bir Giriş, Süleyman Demirel Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XX, Sayı: 1, 2008, s. 140-142

291

Tümer ve diğerleri, s. 310

292

Tanyu, 97

293

Tümer ve diğerleri, s. 310

294

Adam, s. 22

295

Örs, Hayrullah, Musa ve Yahudilik, Remzi Kitabevi, İstanbul 1966, s. 317

296

Schimmel, s. 156

297

Tümer ve diğerleri, s. 310; Zafer İslam Han, c. 25, s. 141-142

298

Adam, s. 22

299

Tümer ve diğerleri, s. 310

300

Adam, s. 22

301

Tümer ve diğerleri, s. 311

302

Adam, s. 22- 23

303

Adam, s. 23

304

Örs, s. 320

305

Tümer ve diğerleri, s. 311

306

Adam, s. 25

307

Adam, s. 25

308

Tümer ve diğerleri, s. 310

309

Tora ve Aftara, 1. Kitap Bereşit, Gözlem Gazetecilik Basın Yayın A. Ş., İstanbul, 2002, Önsöz (Tora ŞeBeal Pe- Sözlü Tora ile ilgili bölüm)

310

Schimmel, s. 156

311

Tümer ve diğerleri, s. 373; Tann’nm İsa’yı insanlık için feda etmesi konusunda ayrıca bkz. Ebu Zehre, Muhammed, Hıristiyanlık Üzerine Konferanslar, Ter. Akif Nuri, Fikir yayınlan, İstanbul, 1978, s. 72

312

Aydın, Mehmet, Hıristiyan Kaynaklarına Göre Hıristiyanlık, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 1995, s. 81

313

Yıldırım, s. 86 (papalığa bağlı “Gayr-ı Hıristİyanlar dairesinin” yayınladığı Orientations pour un dialoğue entre chretiens et musulmans, s. 121- 125’ten naklen)

314

Tümer ve diğerleri, s. 374

315

Aydın, s. 81- 82

316

Tümer ve diğerleri, a. g. e., s. 374

317

Yıldırım, s. 86

Ebu Zehre, s. 72

318

Schimmel, s. 160

319

Schimmel, s. 318

320

Sarıkçıoğlu, Ekrem, Diğer İnciller (Apokrif İnciller -Metinler ve Tarihi Bilgiler-), Fakülte Kİtabevi, İsparta, 2005, s. 29; Muhammed Ataurrahim, Bir İslam Peygamberi Hz. İsa, Ter. Kürşat Demirci, İnsan Yayınları, İstanbul, 1997, s. 21

321

Tümer ve diğerleri, s. 379

322

Ebu Zehre, s. 74

323

Tümer ve diğerleri, s. 379

324

Sankçıoğlu, s. 27- 28; Schimmel, s. 160

325

Tümer ve diğerleri, s. 375

326

Aydın, s. 86

327

Yıldırım, s. 89

328

Ebu Zehre, s. 84, 90- 91

329

Sankçıoğlu, s. 28; Ataurrahman, s. 21

330

Aydın, s. 88; Ataurrahman, s. 21

331

Aydın, s. 90

332

Tümer ve diğerleri, s. 380

333

Aydın, s. 95

334

Tümer ve diğerleri, s. 379; Hıristiyanlar tarafından Apokrif olarak kabul edilen bu İncil ve metinler üzerine yapılmış bir çalışma olarak Sankçıoğlu’ na ait, yukarıda adı geçen eser bu konuda bize derli toplu bilgiler sunmaktadır.

Ünal, Ali, Bamabas İncili, Elif Kİtabevi, İstanbul, 2006, s. 51

335

Bamabas İncili hakkında detaylı bilgi için bkz. Savh, Mehmet Reşat, “Bamabas İncili’nde Hz. Muhammed’in Haber Verildiği Pasajların İslam İnanç Sistemi Açısından Tahlili”, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, Dan. Yrd. Doç. Dr. Muhammed Yazıcı, Erzurum, 2007; Ünal, s. 49- 54

Hıdır, s. 62

336

Cevat Ali, c.VI, s. 554; Cevat Ali’nin ifadesiyle, “bu kıssalar bazen de onların elindeki “aggadah” ya da “mişna” denilen kitaplardandır”, bkz., c.VI, s. 554

337

Al- İ îmran, 93

338

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 572

339

Kur’an Tevrat’ın Musa’ya verildiğini açıkça bildirmediği gibi, Tevrat’ın muhtevası hakkında detaylı bilgi vermemektedir. Bunun yanında, Yahudilerin elinde mevcut olan kitapların hangilerinin Tevrat’a dâhil olup olmadığı hususunda bir açıklamada da bulunmamaktadır. Bu yüzden, Tevrat’ın mahiyeti ve kapsamı hakkında açık bir şey söylemek mümkün görünmemektedir, bkz. Adam, s. 66; ayrıca s. 64. Hadis külliyatındaki “Tevrat” lafzının kapsamı da Kur’an’da olduğu gibi kapalıdır. Hadislerde Kur’an’dan farklı olarak, “Tevrat’ın Musa’ya verildiği” açıkça ifade edilmektedir ancak Musa’ya verilen Tevrat’la, Eski Ahİd’İn ilk beş kitabının mı yoksa tümünün mü kastedildiği anlaşılmamaktadır. Zira Yahudilerin elinde o zaman mevcut olan kitapların hangilerinin Musa’ya verilen “Tevrat’a dâhil olduğu hususunda Hadislerde de herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Bununla birlikte, Tevrat’ın muhtevası hakkında bilgi veren kimselerin Yahudi veya Yahudi kökenli kimseler olması sebebiyle, Yahudilikteki anlayış Hadis Külliyatına da yansımış olmalıdır ve Hadis külliyatındaki “Tevrat” mefhumu ise, Eski Ahid’in bütününü ifade etmelidir, bkz. Adam, s. 68; ayrıca s. 67; bu konuda benzer bir açıklamaya Cevat Ali’de de rastlıyoruz ki o da “Tevrat” kelimesinin, yalnızca esfar- u hamse için değil, Eski Ahit’in tümü yani ilk beş kitap dışmdaki, nebilere, krallara ve eski dönemlerine dair kitapların tümü için de kullanılmış olmasının mümkün olabileceğini söyler, bkz. c.VI, s. 554

340

Kuzudişli, s. 97; Kister, M. J., “İsrâiloğullarından Nakilde Bulunma Meselesi”, Ter. Cemal Ağırman, Cumhuriyet Üniversitesi îiahiyat Fakültesi Dergisi, c. V, sayı I, Sivas, 2001, s. 140

341

Câhız, Ebu Osman Amr b. Bahr, Kitâbu’l- Heyevan, 1357, Mısır, c. IV, s. 202

342

Kister, s. 139-140

343

Adam, s. 66- 67; Tanyu, s. 97; İslamoğlu, s. 70

344

dam, s. 66- 67

345

Hıdır, s. 158

346

Bakara, 79- 80

347

Özsoy- Güler, s. 150

348

İbn. Esir, Mecdüddin Ebi’s- Seadetİ’l- Mübarek b. Muhammed, Nihâye il Garibi’l- Hadis ve’]~ Asar, Kahire, 1965, c. 1, s. 225; Beyhakî, Ahmed b. Hüseyin, Şuabu’l- îman, Beyrut, 1410, c. 4, s. 306-307

349

Hıdır, s. 158

350

bkz. Goldziher, s. 228- 229; Goldziher’in adı geçen makalesiyle alakalı bir eleştirel yaklaşım

351

için bkz. Genç, s. 70- 78; Toprak, Mehmet Sait, “İslami Gelenekte ‘Kitabet/ Aleyhtarlığı’nın Yahudi Menşe’i Meselesi”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: XXV, 2007, s. 162-163

352

Hatîbu’l- Bağdadi, Takyîdu’l- İlm, Şam, 1949, s. 49-51

353

Kaplan, İbrahim, “Erken Dönem Hıristiyan Karşıtı Söylemin Ortaya Çıkmasını Hazırlayan Sebepler”, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, e. 47, s. 2,2006, s. 171

354

Şaban, Kuzgun, “Kur’an- ı Kerim’e Göre Hıristiyanlık ve Hırİstiyanlar”, Asrımızda Hıristiyan- Müslüman Münâsebetleri, Îslamî İlimler Araştırma Vakfi, İstanbul, 1993, s. 63 Araf, 157

355

Mâide, 15

356

Tevbe, 111

357

Fetih, 29

358

Al- i îmran, 78

359

Al- i îmran, 79, Medenî

360

Kuzgun, s. 63; bu ayetin, Yahudileri ve Talmud’u kasdettiği şeklinde de yorumlar vardır. Şöyle ki, Yahudi din bilginleri ve hahamlar, kendi Tevrat yorumlan olan Talmud ve Mişna’yı da Allah’a atfetmişler ve bu kitapların Hz. Musa’ya Allah tarafından vahyedildiğini söylemişlerdir. Yahudi hahamlar, kendi yorumlarını ihtiva eden bu kitapların Tevrat’tan daha üstün ve daha değerli olduğunu dahi İddia etmişlerdir. Bu ayetler İse onların bu tututmunun yanlışlığını İfade etmektedir, bkz. Özsoy- Güler, s. 153,122 no’lu dipnot.

361

Paçacı, s. 99-100

362

Paçacı, s. 99-100

363

Maide, 43,47

364

Paçacı, s. 99-100

365

Hıdır, s. 157, bkz. 479 no’lu dipnot

366

Bu konudaki farklı görüş ve tartışmaların toplu bir değerlendirmesi için bkz. Hıdır, s. 44- 50

367

Buhârî, TefsînTl- Kur’an, 11,, c. 5, s. 150; Beyhakî, c. 4, s. 309

Kuzudişli, s. 73

368

Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 222

369

Kuzudişli, s. 102

370

Aydemir, s. 57; Zehebî, Muhammed Hüseyin, Tefsir ve Hadiste İsrâiliyyât, Ter. Enbiya

371

Yıldırım, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2007, s. 68

Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 2, s. 174

Kandemir, M. Yaşar “Abdullah b. Amr b. As”, DİA, c. I, s. 85, İstanbul, 1988

372

İbnü’l- Esir, e. III, 233- 234; Zehebî, Ebu Abdillah Şemsüddin, Tezkirâtü’l- Hufiaz, 1955,

Haydarabad, c. I, s. 41- 42

Hıdır, s. 154 (Zehebî1 den naklen, Muhammed b. Ahmed b. Osman, Siyerü A’lâmi’n-

373

Nübelâ, Beyrut, 1986, c. III, s. 80)

374

Hıdır, s. 156

375

Dârimî, Ebu Muhammed Abdullah b. Abdirrahman es- Semerkandî, Sünen, Ter. Abdullah Aydınlı Madve Yayınlan, İstanbul, 1994, c. I, s. 440; Benzer rivayet için bkz. Beyhakî, s. 307- 308; Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 3, s. 387; Abdurrezzak, Ebu Bekr b. Hemmam es-San’anî, Musannef, Beyrut, 1972, c. VI, s. 113

376

Hatîbu’l- Bağdadi, s. 51- 52

377

Hıdır, s. 48

378

Beyhakî, e. 4, s. 308

Abdurrezzak, c. VI, s. 113; Beyhakî, c. 4, s. 308- 309; Elmahh, c. 6, s. 227

379

İslamoğlu, s. 120; Hamidullah, Muhammed, İslam Peygamberi, c. I, s. 614,

380

Bedevî, Cemal, Kitab- ı Mukaddes’te Hz. Muhammed, ÇEV. Arş. Gör. Ahmet Tahir Dayhan, DEÜ İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı XI, İzmir 1998, s. 226- 227; bkz. Buhârî, Menâkıb 26, c. 4, s. 176; Hudûd, 24, c. 8, s. 22

381

Ali Kuzudişli, s. 83

382

Zehebî, Ebu Abdillah Şemsüddin, c. I, s. 27

383

Fayda, Mustafa “Abdullah b. Selam”, DİA, c, I, s. 135

384

Ahmed İbn Hanbel, Mösned, c. V, s. 441

385

Ateş, s. 30

386

Mıdır, s. 193

387

Al- i îmran, 23

388

îbn Hişam, c. 2, s. 201; Cevat Ali, c.VI, s. 551

389

Al- i înıran 93- 94

390

Hıdır, s. 49

391

Zehebî, Ebu Abdillah Şemsüddin, c. I, s. 41- 42; Beyhakî, c. 4, s. 308; Aydemir, s. 89

392

Kister, s. 147 (Suyutî’den naklen, ed- Durru’l- Mensur, c. I, s. 83, yazar eserin baskı yer ve tarihini bildirmemiştir.)

393

Hıdır, s. 201

394

Ankebut, 46- 47, (Mekke döneminin sonlarında ve Medine döneminin başlarında nazil olmuştur.)

395

Nahl, 43; Enbiya, 7, (her ikisi de Mekkî surelerdir, Nahl Suresi son üç ayet hariç)

396

kuyan, Mehmet- Öztürk, Mustafa, “Kur’an Verilerine Göre Öteki’nin Konumu”, İslam ve Öteki, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001, s. 177-178

397

Okuyan- Öztürk, s. 178; İslamoğlu, s. 178

398

Okuyan- Öztürk, s. 178

399

Okuyan-Öztürk, s. 181

400

Maîde, 43

401

Maide, 47

402

Okuyan- Öztürk, s. 181-182

403

bkz. Bakara, 41, 89, 91, 97; Al- i tmran, 3, 50; Nisa, 47; Maide, 46, 48; En’am, 92; A’raf, 157; Yunus, 37; Yusuf, 111; Nemi, 76; Fatır, 31; Ahkaf, 12,30; Saf, 6

404

Hatîbu’l- Bağdadî, s. 30; benzer rivayetler için s. 31- 32; ayrıca Ebu Davud, îlm, 11, (3662), Suriye, 1969, c. 4, s. 69- 70; bu ve bu konuya dair rivayetlerle alakalı olarak bkz. Kister, adı geçen makale.

405

Zehebî, Muhammed Hüseyin, Tefsir ve Hadiste îsrâiliyyât, Ter. Enbiya Yıldırım, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2007, s. 68

406

Okuyan- Öztürk, s. 178; Ehl- i Kitabm yerildiği ayetlerin bir dökümü için bkz. aynı eser, s. 178-179

407

Hz. Ömer’in Hz. Peygamber’e getirdiği metnin Ehl- i Kitaba ait kitaplardan hangisi olduğu net değildir. Yukarıda geçen örneklerde de gördüğümüz üzere, söz konusu metnin 'Tevrat’, 'Daniel’in kitabı’, 'Ehl- i Kitaba ait bir kitap’ olarak farklı şekillerde ifade edilmiştir.Aynca söz konusu metnin, bazı hadis şarİhlerînİn zannettiği gibi Tevrat değil, baştan sona uydurma rivayetler içeren, Yahudi sözlü geleneğinin kaynağı olan Mişna adlı kitap olduğu da söylenmektedir, bkz. İslamoğlu, s. 178

408

Zehebî, Muhammed Hüseyin, s. 65- 66; bkz. Buhârî, Şehâdât, 29, e. 3, s. 163

409

Zehebî, Muhammed Hüseyin, s. 66; Kİster, s. 130

410

Kuzudişlİ, s. 74

411

Hıdır, s. 155; ayrıca bu tür yorumlar İçîn bkz. Güner, “Hz. Peygamber’in ‘Öteki’ne Bakışı”,

412

İslam ve Öteki, Kaknüs Yayınları, İstanbul, 2001, s. 229

413

Zehebî, Muhammed Hüseyin, s. 77- 78; Ehl- İ Kitaba dair haberleri nakletme veya onlara sorular sorma konusundaki olumlu ya da olumsuz rivayetlerin toplu bir değerlendirmesi ve bu konuda daha fazla bilgi için bkz. Zehebî, Muhammed Hüseyin, s. 64- 82 bkz. Aydemir, s. 34- 63; îslamoğlu, s. 178; Zehebî, Muhammed Hüseyin, s. 57- 60

414

Güner, “Hz, Peygamber’in ‘Öteki’ne Bakışı”, s. 220

415

Cirit, Haşan, Hadiste Vaaz, Kıssacılık ve Kussas. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Doktora Tezi, Dan. M. Yaşar Kandemİr, İstanbul, 1997, s. 52- 53

416

Ebu Davud, İlim, 11, (3663), c. 4, s. 70

417

Buhârî. Ferâiz, 30, c. 8, s. 12; Enbiya, 40, c. 4, s. 135

418

Krallar, 3:16-28

419

Buharı, Büyü' 100, c. 3, s. 38- 39; Hibe 36, c. 3, s. 145; Müslim, Fezâil 154, (2371), e. 4, s. 1840-1841

420

Yaratılış, 12: 10-20; ayrıca bkz. 20: 1-18

421

Cirit, s. 54; Hz. Peygamber’in sahabeye anlattığı ve Kur’an-1 Kerim’de yer almayan geçmiş ümmet ve peygamberlere dair kıssalar ve bu konudaki değerlendirmeler için bkz. Cirit, s. 52-60

422

Müslim, Taharet, 74, (273), c. 1, s. 228

423

Ebu Davud, Büyü ve’l- îcâre, 66, (3488), c. 3, s. 758

424

Levililer, 7: 22- 23

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 574

Hamidullah, İslam Peygamberi, c. I, s. 576

425

Hamidullah, Vesâiku’s- Siyasîyye, s. 106, belge no: 15

426

Hamidullah, İslam Peygamber, c.I, s. 576

427

Hamidullah, Vesâiku’s- Siyasîyye, s. 129- 130, belge no:30

428

Hamidullah, İslam Peygamber, c.I, s. 340

429

Buhârî, Büyü, 13, c. 3, s. 8; Müslim, Birr, 20, (2557), c. 4, s. 1982; Bu hadis kimi kaynaklarda şu şekilde geçmektedir: “ Tevrat’ta şöyle yazılmıştır: ‘Bîr kimse hayatının uzamasından ve rızkının bollaşmasından hoşlanırsa, o kimse hısım ve akrabalarını görüp gözetsin’.”, bkz. Erdem, s. 47; Erdem Kudsî Hadisleri derlediği aynı eserinde, buna benzer başka rivayetleri de aktarmaktadır. Bu hadislerden birinde şöyle buyurulmuştur: “Incil’de şöyle yazılmıştır: ‘Ne yaparsan onu bulursun, hangi ölçekle ölçersen, o ölçekle alırsın’.”, bkz. s. 35; Bir başka rivayette “ Cenab-1 Hak Incil’de Isa aleyhisselam’a şöyle vahyetti: ‘Ya İsa! İsrâiloğullarma şunu haber ver ki; benim rızam için oruç tutan kimsenin vücuduna sıhhat verir, onun ecrini büyütürüm’buyurulmuştur.”, bkz. s. 34; Bir diğer hadis ise şöyledir: “ Cenab-1 Hak Meryem oğlu İsa’ya ‘Ya İsa! İlk önce kendi nefsini öğütle, eğer bu öğüdün faidesini görürsen başkalarını da Öğütle, yoksa benden utan’ buyurdu.”, bkz., s. 83

430

Kıfbaşoğlu, ilk iki rivayeti nakleder ve bunlardan yola çıkarak, Hz. Peygamber’in Tevrat-încil hakkında bilgi sahibi olduğunu söyler, ayrıca Hz. Peygamber’in, vahiy olması sebebiyle bu tür ifadeleri Kudsî Hadis formunda sunmuş olabileceğine işaret eder, bkz., s. 251- 252 Yasanm Tekrarı, 5: 16; Mısır’dan Çıkış, 20: 12; Efesliler, 6: 2- 3

431

Buhârî, Ezan, 36, c. I, s. 161- 162; Müslim, Zekât, 91, (1031), c. 2, s. 715

432

Matta, 6:2-4

433

Ebu Davud, Talak, 3, (2177,2178), c.II, s. 631- 632

434

Parry, Rabbi Aaron, Talmud Nedir?, Ter. Estreya Seval Vali, Gözlem Gazetecilik ve Basm Yayın A. Ş., İstanbul, 2005, s. 289

435

Buhârî, Daavât, 4, c, 7, s. 145- 146

436

Matta, 18: 12-14; Luka, 15:3-7

437

Buhârî, İman, 8, c. 1, s. 9; Müslim, İman, 70, (44), c. 1, s. 67

438

Matta, 10: 37-38

439

Tirmizî, Birr 16, (1922- 1924), c. 4, s. 323- 324

440

Matta, 5: 7

441

İslamoğlu, s. 179

442

Tirmizî, Da'avat 99, (3534), c. 5, s. 548; Burada verdiğimiz örneklerin bazılarında da olduğu gibi, Kudsî Hadis olarak kaynaklarda geçen hadislerin, nebevî hadis formunda da zaman zaman kaynaklarda yer aldığı görülmektedir. Kudsî hadis olarak naklettiğimiz bu ilk Örneğin de bu şekilde rivayet edildiğini görüyoruz: “Kim Allah’a herhangi bir şeyi ortak kılmış olarak ölürse bu kimse ateşe girecektir. Kim de Allah’a hiçbir şeyi ortak kılmadan ölürse o da cennete girecektir.”, bkz. Müslim, İman 151, (93), c. 1, s.94

443

Buhârî, Tevhid 35, c. 8, s. 199- 200; Müslim, Tevbe 29, (2758), c. 4, s. 2112

444

Markos 3: 28- 29

445

Buhârî, Tevhid 35, c, 8, s. 197- 198; Müslim, Cennet 2, (2824), c. 4, s. 2174

446

Korintliler 2: 9; Bamabas, bl. 168, s. 303

447

Matta, 25: 34- 46

448

Buhârİ, Tevhid 50, e. 8, s. 212; Tevhid, 15, c. 8, s. 171; Müslim, Zikr 2, (2675), c. 4, s. 2061; burada Kudsî Hadis olarak geçen bu örnek de nebevi hadis formunda kaynaklarda nakledilmiştir, “Bir cemaat oturup Allah'ı zikrederse, mutlaka melekler etraflarını sarar, Allah'ın rahmeti onları bürür, üstlerine sekine iner ve Allah onları yanında bulunanlara anar,”, bkz. Müslim, Zikr 39, (2700), c. 4, s. 2074

449

358      Mezmurlar, 145: 18

450

Matta, 18: 20

451

Yakup 4: 8

452

1 Krallar, 3; 5-14

453

Buhâri, Büyü 18, Enbiyâ 50; Nesâi, Büyü 104, (7, 318); Farklı bir rivayet de şöyledir: Hz. Peygamber buyurdular ki: "Sizden önce yaşayanlardan bir tüccar vardı. Halka borç verirdi. Borçluları arasında fakir görürse hizmetçilerine: "Onun borcundan vazgeçiverin, böylece Allah'ın da bizim günahlarımızdan vazgeçeceğini umanz" derdi. Allah da onun günahlarından vazgeçti.", bkz., Buhâri, Sulh 10; Müslim, Müsakât 31, (1562), c. 3, s. 1196

454

Matta 18: 23- 35

455

Buhârî, Tevhid 36, c. 8, s. 200- 202; Müslim, İman 322, (193), c. 1, s. 170- 171; Bu rivayete benzer bir diğer örnek de Buhârî ve Müslim’de şu şekilde geçmektedir: “Ben Kıyamet günü âdemoğlunun efendisiyim! Acaba bunun neden olduğunu biliyor musunuz? Allah o gün, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onlara bakar, çağıran onları işitir. Güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı, insanların tahammül edemeyecekleri ve takat getiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:

‘İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musunuz, sîzlere şefaat edecek birini görmüyor musunuz?’ demeye başlarlar. Birbirlerine: ‘Babanız Âdem var!’ derler ve ona gelerek: ‘Ey Âdem! Sen insanların babasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı, kendi ruhundan sana üfledi. Meleklerine senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi, başımıza şu geleni görmüyor musun?’ derler. Âdem aleyhisselâm da: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir, daha önce bu kadar öfkelenmedi. Bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa âsi oldum. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin, Nûh aleyhisselam'a gidin!’ diyecek, insanlar Nûh aleyhisselam'a gelecekler:

‘Ey Nuh! Sen yeryüzü ahalisine gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul (abden şekûrâ) diye İsimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyor musun? Rabbİn nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısm?’ diyecekler. Nuh aleyhisselâm da şöyle diyecek: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kkadar öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek! Benim bir dua hakkım vardı. Ben onu kavmİmin aleyhine yaptım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim aleyhisselam'a gidin! ’ diyecek. İnsanlar İbrahim aleyhisselam'a gelecekler:

‘Ey İbrahim! Sen allah'ın peygamberi ve arz ahalisi içinde yegane Halilisin, bize Rabbin nezdinde şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?’ diyecekler. İbrahim aleyhisselâm onlara: ‘Rabbim bugün çok Öfkeli. Bundan önce bu kadar öfkelenmemişti, bundan sonra da bu kadar öfkelenmeyecek. Ben üç kere yalan söyledim!’ deyip, bu yalanlarım birer birer sayacak. Sonra sözlerine şöyle devam edecek: ‘Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Musa aleyhisselam'a gidin! ’

İnsanlar, Hz. Musa aleyhisselam’a gelecekler ve: ‘Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. Allah seni, Rİsâletiyle ve hususi kelamıyla insanlardan üstün kıldı. Bize Allah nezdinde şefaatte bulun! İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?’ diyecekler. Hz. Musa da: ‘Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce böylesine öfkelenmedi, bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. Şefaate yüzüm de yok. Çünkü ben, öldürülmesi ile emrolunmadığım bir cana kıydım.Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Hz. İsa aleyhisselâm'a gidin! ’ diyecek.

İnsanlar Hz. İsa'ya gelecekler ve: ‘Ey İsa, sen Allah'ın Peygamberisin ve Meryem'e attığı bir kelamısın ve kendinden bir ruhsun. Üstelik sen beşikte iken insanlara konuşmuştun. Rabbin nezdinde bize şefaat et! İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun?’ diyecekler! Hz. İsa aleyhisselâm da: ‘Bugün Rabbim çok öfkeli. Daha önce bu kadar öfkelenmedi, bundan böyle

456

Bamabas, 55. bl, s. 137- 139; 136. bl., 255- 256; Hz. Adem’in cennette hata ettikten sonra Hz. Peygamber hürmetine Allah’tan bağışlanma dilediği ve Allah’ın onun tevbesini kabul ettiği, her şeyin Hz. Peygamber ve onun sevgisi için yaratıldığı, yartılan ilk şeyin Hz. Peygamber’in ruhu olduğu... şeklinde bizim kaynaklarımızda hadis veya Kudsî Hadis şekinde yer alan bazı örnekler ve bunların Bamabas İncilİ’ndekİ karşılıkları için bkz. Savlı, daha önce adı geçen tez

457

Bakara, 101; Al- i İmran, 81.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar