[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] YÜZ YİRMİ İKİNCİ KISMI
Rahman ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın
Adıyla
ON DÖRDÜNCÜ FASIL
el-Ahir İsmi
el-Ahir (Son) ismi, heba cevherini yaratmaya yönelir. Cisimlerin suretleri bu
cevherde ortaya çıkmıştır. Bu bölümde söz konusu cevhere bileşiklik âleminde
neyin benzediği ele alınacaktır. Bu isme ait harf Ha, menzil ise, Dübüran’dır
Bilmelisin ki, bu cevher, dış varlığı
bulunmayan doğa gibidir. Onu suret izhar eder. Öyleyse heba, dışta varlığı
bulunmayan akledilir bir şeydir. Heba, varlık mertebelerinin dördüncüsünde yer
alır. Nitekim Ha harfi de insan nefesinde dördüncü mahreçte yer alır. Ancak
harfin kulak tarafından uyulan lafzi bir sureti var iken heba cevherinin böyle
bir varlığı yoktur. Ona tahsis edilen bu isim, Ali b. Ebu Talib’ten aktarılmıştır.
Biz ise ona Anka deriz. Çünkü o, dışta bir varlığı yok iken, ismi söylendiğinde
duyulur ve akledilir. Gerçekte ise, verilen örneklerle anlaşılabilir. Nitekim
Hakkın ‘Allah Teâlâ göklerin ve yerin nuru’193 olması da,
hakikatiyle bilinemez. Bunu bize Hakk örnekleme yoluyla öğretir ve ‘O’nun
nurunun örneği kandil gibidir5194 der.
Böylece Allah Teâlâ kendisine benzettiği lambaya yaraşan bir takım durumlar
zikretmiştir. ‘Allah Teâlâ göklerin ve yerin nurudur.’195 O ulvi
akılların kendisiyle aydınlandığı ışıktır. Bu durum ‘göklerin nuru’ ifadesinde
belirtilir. Aynı zamanda doğal suretler de onunla aydınlanır. Bu ise ‘yerin
nuru’ ifadesiyle belirtilir. Akledilir heba cevheri de, verilen bir örnekle
öğrenilir. Heba, özü gereği kendisine layık farklı suretleri kabul eden her
durumdur ve her surette kendi hakikatiyle bulunur. Filozoflar heyula diye
isimlendirdikleri heba hakkında görüş ayrılığına düşmüşlerdir. Biz herhangi
bir konuda filozof veya başkalarının görüşlerinin nakili değiliz. Biz kendi
kitabımıza ve diğer bütün eserlerimize keşfin verisini ve Hakkın yazdırdığı
bilgileri ifade ederiz. Sûfilerin yöntemi budur. Cüneyd’e tevhidin ne olduğu
solunca, anlaşılmayan bir sözle cevap vermiş. ‘Anlamadık, cevabı yenile’
denilince, ilkinden daha kapalı başka bir cevap vermiştir. ‘Bu cevap ilkinden
daha kapalı’ dediklerinde ise, ‘onu bize yazdır da üzerinde düşünelim’
dediklerinde, Cüneyd şöyle demiş: ‘Bana yazdırılırsa, ben de size yazdırırım.’
Burada Cüneyd, verdiği cevapta bir katkısının bulunmadığını söylemiştir. Bu
cevap, içinde bulunduğu Hakk göre kendisine aktarılan bilgidir. Aktarma ve
ilka, (içinde bulunulan) vakiderin değişmesiyle değişir. İlahi genişliği bilen
insan, varlıkta hiçbir şeyin tekrarlanmayacağını öğrenir. Sadece suretlerde
birbirine benzeyenler vardır ve onların varlıktan gitmemiş şeyler olduğu
zannedilir. Hâlbuki bunlar, öncekilerin aynı değil, sadece benzeridir. Bir
şeyin benzeri, onun aynı değildir.
Bilmelisin ki, akim varlığından
meydana gelen bu dördüncü akledilirde, doğa hükmünü kabul eden hakikat ortaya
çıkar. O, tüm cisimdir. Latif-kesif, kirli ve şeffaf şeyleri kabul edicidir ve
sonraki bölümde ele alınacaktır. Bu, akledilirin mertebesini dördüncü diye
sınırladık. Bunun nedeni, onun özellikle cismin suretini kabul ettiğini
dikkate almamızdır. Hakikatine nispede ise onun mertebesi dördüncü olmadığı
gibi adı da bu değildir. Onun kendisine yaraşır ismi, ‘tümel hakikattir.’ O,
her hakkın ruhudur. Herhangi bir Hakk ondan yoksun kalsa, Hakk olmazdı. Bu
nedenle peygamber ‘Her hakkın bir hakikati vardır5 buyurmuş ve
sınırlayıcı karinelerden yoksun olduğunda, ihata anlamı bildiren bir söz
kullanmıştır. Bu ise, tıpkı bilgi, hayat ve irade kavramları gibi ‘her’
sözüdür. Söz konusu hakikat, gerçekte tek bir akledilirdir. Özel bir nispede
özel bir varlık kendisiyle ilişkilendirildiğinde, onun için bir isim ortaya
çıkar. Bu özel durum, hakikati bilinmese bile, varlığı bilmen bir zata nispet
edilir. Bilmen zatın gerektirdiği şekilde, bu özel durum ona nispet edilir. Bu zat,
kadimlik özelliğiyle nitelenirse, kendisi de kadimlik ile nitelenir; hadislik
ile nitelenirse, bu durum da hadis diye nitelenir. Gerçekte o şey varlıkla
nitelenmez, çünkü onun dışta hakikati yoktur ve sadece akıldadır. Hadislik
özelliğiyle nitelenmez, çünkü kadim onunla nitelenmeyi kabul etmez. Kadimin
hadislere yer olması da mümkün değildir. O kadim diye de nitelenmez, çünkü
hadis onunla nitelenir. Hadis ise kadim özelliğiyle nitelenmez. Kadimin hadis
olana yerleşmesi de mümkün değildir. Öyleyse o ne kadim ne hadistir. Hadis
kendisiyle nitelendiğinde hadis diye isimlendirilirken kadim kendisiyle
nitelendiğinde kadim diye isimlendirilir. O ise kadimde gerçek anlamda kadim,
hadiste gerek anlamda hadistir. Çünkü o, özü gereği onunla nitelenen her şeye
karşılık verir. Bu durum, bilgiye benzer. Bilgi ile hem Hakk hem yaratılmış
nitelenir. Hakkın bilgisinin kadim olduğu söylenir, çünkü onunla nitelenen,
kadimdir. Hakkın malumları bilmesi, başlangıcı olmayan kadim bilgidir.
Yaratığın bilgisi için ise hadis denilir, çünkü onunla nitelenen yoktu, sonra
var oldu. Böyle bir şeyin niteliği de, kendisi gibi olmalıdır. Bu niteliğin
hükmü, kendisinde dışta var olduktan sora meydana gelmiştir ve dolayısıyla
nitelik de kendisi gibi hadistir. Bilgi, kendine göre, hakikatini yitirmez. O,
her zatta kendi hakikatiyle ve kendisi olarak bulunur. Onun nitelenenin
kendisinden başka bir dış varlığı yoktur. Öyleyse bilgi, aslı üzere
akledilirdir, mevcut değildir! Bunun bir örneği, duyuda beyaz şeylerdeki
beyazlık, siyahlardaki siyahlıktır. Bu durum renklerde böyledir. Aynı şey,
şekillerde geçerlidir. Bütün dörtgenlerde dörtgenlik, bütün dairelerde
dairelik, sekizgenlerde sekizgenlik örneklerini verebiliriz. Şekil, özü gereği,
bütün şekillenenlerde birdir ve hakikati üzere akledilirdir. Duyunun
algıladığı ise, şekil değil, şekillenendir. Şekil ise, akledilirdir. Şekillenen
şeklin aynı olsaydı, şekillenende bir benzeri ortaya çıkmazdı. Malumdur ki, şu
şekillenen öteki şekillenenin aynı değildir. İşte bu, Hakkın ve yaratıkların aynı
anda kendileriyle nitelendiği tümel hakikatler için verilen bir örnektir.
Bunlar, Hakk için isimler iken, yaratıklar için var olan durufnlardır (ekvan).
Doğal suretlere ait olan bu dördüncü
akledilir, cevheriyle suretleri kabul edicidir ve akledilirüğini sürdürür.
Sureti idrak eden, ondan başkası değildir. Suret, bu akledilirde bilfiil
vardır. Öyleyse her varlık, suretinin kendisinde ortaya çıktığı şeye göre
makul, suretine göre mevcuttur. Bakınız! Hakk, kendisini hangi isim, nitelik
ve olumlu özellikle nitelerse, yaratıklar da onunla nitelenir. Böyle bir
nitelik, her nitelenene hakikatinin gereğine göre nispet edilir. Nitelik Hakta
önce gelmiştir, çünkü Hakk, varlıkta öncedir. Yaratıkta ise sonra gelir, çünkü
yaratılmış daha sonra var olur. Hakkın Hay, Alim, Güç yetiren, İrade eden,
Konuşan, Duyan ve Gören diye nitelenen bir zat olduğu söylenir. Yaratılmış
insan için de, bilen, güç yetiren, konuşan, duyan ve gören bir canlı olduğu
söylenir. Bu konuda bir farklılık yoktur. Bilgi, konuşma ve bütün nitelikler,
akılda aynı gerçeğe sahiptir. Ardından hükümde bu nitelikler arasında bir
başkalaşma olduğu inkâr edilemez. Çünkü kudretin eseri diğer niteliklerin
eserinin etkisinden farklıdır. Aynı şey, bütün nitelikler için doğrudur.
Hakikat ise birdir. Bir niteliğin hakikati zatı bakımından bir iken tanımı
Hakka tahsis edilmesi ve yaratıkların onunla nitelenmesi nedeniyle farklılık
arz eder. Bu hakikat, sürekli akledilirdir. Akıl onu inkâr edemeyeceği gibi
hükmü de ortadan kalkmaz ve her varlıkta ortaya çıkar.
Her varlığın bir sureti var Zatında ise suretsiz
Hükmü zatından başka değil Bu hüküm ayetlerindendir
onun
Zıtlar O’nun niteliğinde toplanır Olumsuzlanmaları
ispatlarındadır
Cismin suretini kabul eden anlam, bu
bölümde anlatılmak istenilen ve zikredilendir ve onun için hazırlanmıştır.
Şekli kabul eden cisim ise hebadır, çünkü o, özü gereği şekillenmeyi kabul
edicidir. Bütün şekiller onda çıkar. Ondan şekilde bir parça bulunmadığı gibi
şeklin kendisi de değildir. Unsurlar, türeyenler için hebadır ve bu doğal
hebadır. Demir ve benzeri şeyler ise kendilerinden yapılan bıçak, kılıç, kudüm,
anahtar gibi şeyler için hebadır. Bütün bunlar, şekillerin suretleridir. Böyle
bir şey ‘sinaî heba’ diye isimlendirilir. Bunlar, akıl sahiplerinin nezdinde
dörttür. Asıl ise bütün (tüm, kül) ve bu bölümü kendisine ayırdığımız şeydir.
Biz ona hakikatler hakikatini (hakikatü’l-hakaik) ekledik. Hakikatler
hakikati, bu bölümde zikrettiğimiz ve Hakk ve yaratıklar için genel olan
şeydir. Onu Allah Teâlâ ehlinin dışında, akılcılardan kimse zikretmemiştir.
Fakat Mutezile bu konuya kısmen dikkat çekerek, şöyle der: ‘Allah Teâlâ
söyleyici olmakla konuşan, bilicilik ile bilen, kadirlik ile güç yetirendir.’
Böyle demelerinin nedeni, zatını tenzih etmek üzere, Hakkın zatına ilave nitelikleri
ispattan kaçınmalarıdır. Bunun için böyle bir yaklaşım getirmişler ve gerçeğe
yaklaşmışlardır. Bütün bunlar, yani bu bölüme özgü hükümler, el-Ahir ve
ez-Zahir isimlerinden kaynaklanır. O ise, Rahman’ın nefesinin kelimesidir.
el-Ahir ismi menzillerden iki dübure
yönelir. Onun yıldızları ise, altı tanedir. Altı, ilk kamil sayıdır. Öyleyse
altı, bütün kamil sayıların köküdür. Âlemde altıgen her şeyin bu kemalden bir
payı vardır. Arılar bir boşluk kendisine girmesin diye peteklerini altıgen
yaparlar, çünkü arıların evi gibi, altıgen bir şekil -çok olmasına rağmengedik
kabul etmez ve boşluk doğmaz. Dairesel olan ise öyle değildir. Gedik kabul
etmemede başka şeyler de altıgene benzeyebilir. Örnek olarak, dörtgeni
verebiliriz. Çünkü o, daireden uzaktır. Daire cismi kabul eden ilk şekildir.
Onun bir kısmı, diğer kısmının içine girer. Çünkü boşluk, daireseldir. Böyle
olmasaydı, cisim daire olamazdı. Çünkü cisim boşluğu doldurmuştur. Dolayısıyla
boşluk, dıştan başka bir daireyi kabul etmez, çünkü cismin doldurduğunun
dışında artık bir boşluk yoktur. Bir boşluğu doldursaydı, altıgen şekilden
başkasını kabul etmezdi. Altıgen, kemal özelliğiyle nitelenmiştir, çünkü onun
yarısından veya üçte birinden veya altıda birinden ortaya çıkar ve bizzat
kendi parçalarından varlık kazanır.
ON BEŞİNCİ
FASIL
ez-Zahir İsmi
Bu isim tüm cismi var etmeye yönelir. O’na ait harf, Gayn,
menzillerden ise Cevza’nın başıdır. Burası hek’adır ve Meysan diye de isimlendirilir.
Bilmelisin ki, Allah Teâlâ nefeste
ameli gücü yarattığında, onunla heba cevherinde tüm cismin suretini ortaya
çıkartmış ve boşluğu doldurmuştu. Boşluk, cismin dışında mevhum bir uzamadır.
Tüm cismin şekillerden daireselliği kabul ettiğini görünce, şunu anladık:
Boşluk dairedir.
Çünkü bu cisim, boşluğu doldurmuştur.
Öyleyse cismin dışında kalan kısım, boş veya dolu diye nitelenemez.
Allah Teâlâ bu cisimde âlemin suredin
açmış, onu daire halinde var ettiğinde kendisiyle boşluğu doldurdu. Hareketi
ise, kendi boşluğundaydı. Bu hareket, ondan intikal hareketi değildi. Onun
hareketi, bütünüyle kendisindeydi ve bir değirmenin bütünün hareketi gibiydi.
Hareket esnasında değirmenin bulunduğu yerden ayrılmadığını görürsün. Her
parçasının hareketine baktığında, bir yerden başka bir yere bütünün hareketiyle
yer değiştirdiğini görürsün. Dairesel bütün hareketler işte böyledir. Öyleyse
daire, durağan (sakin) ve hareketli olandır, çünkü o, bütün olarak yer
değiştirmeyle kendi yerini terk etmediği gibi durağan da kalmamıştır ki,
durağanlık özelliğiyle nitelensin. Böyle bir şey dairede olabilir. Daire
olmayan ise şekli nedeniyle felek, yani ‘daire’ diye isimlendirilmez. İşte bu,
doğal suretlerin ilkidir. Öyleyse doğa onda hükmünü ortaya çıkartmış, sıcaklık,
yaşlık ve kuruluğu iki zıtta özel olarak ‘yakınlık’ hükmüyle kabul etmiş,
sıcaklığın baskın gelmesiyle hareket etmiştir. Çünkü itidalden asla bir şey
ortaya çıkmaz. Bu nedenle Hakk, kendisini rıza-gazap, intikam-rahmet,
bağışlama-kahır gibi (itidalle çelişen) birbirine zıt özelliklerle
nitelemiştir. İtidal varken var etme ya da yaratma olamaz. Bakınız! Herhangi
bir varlığa dönük ilahi yönelme olmasaydı, o şey var olmayacaktı. Allah Teâlâ
ona ‘ol’ demeseydi, yine olmayacaktı. Bir cisimde sıcaklığın niceliği diğer
unsurlardan daha çok olursa, ona hareket kazandırır.
Bu cismin kendisini doldurduğu
boşluk’tan başka bir boşluk yoktur. Onun da hareket etmesi zorunludur.
Böylelikle kendi mekânında hareket eder. Bu hareket, ‘ortanın hareketidir.’
Çünkü onun dışında bir boşluk yoktur ki, ona doğru hareket edebilsin! Hareketi
ise sıcaklık talep eder. O, bütünde gerçekleşen intikal hareketidir. Allah
Teâlâ, âlemin bütün suretlerini her birindeki farklı istidatlara göre bu
cisimde izhar etmiştir. Bununla birlikte tümünü bir cisim ve bir hüküm sahibi,
bir araya getirir. Suretler Rahman’ın nefesinden ruhları kabul ettiği gibi
harfler kendisi için ortaya çıktıkları anlamı göstermek üzere çıkarken manaları
kabul eder. Zamanın hükmü de hareket ile ortaya çıkar. Böylelikle suretler
sırayla zuhur eder, zamansal öncelik ve sonralığa göre sıralanırlar. İlahi
isimlerin hükmü, suretler ve taşıdıkları şeylerin varlığıyla ortaya çıkar. Ukletü’l-Müstevfiz isimli
eserimizde, âlemin dizilişinin nasıl olduğunu açıklamıştık. Orada
belirttiğimiz gibi, (her varlıkta) Allah Teâlâ’ya ait bir ‘özel yön’ (vech-i
has) vardır. Âlem, her nerede var olursa olsun, özel yönden var olmuştur.
Sebep, edilgeni olduğu müsebbibine ait bu özel yönü bilemeyeceği gibi akıl veya
nefs de onu bilemez. Onu sadece Allah Teâlâ bilebilir. O yönü, ‘cömertlik
bağıdır (rakikatü’l-cûd).’ Böylelikle hareketi ilahi varlık ile gerçekleşir,
yoksa nefsin etkisiyle değil. Bu, kelimeleri var etmek üzere, Rahman’ın
nefesinin hareketidir. Böylelikle Arş’ı düzenlemiş, onda Rahman’ın kelimesini
birlemiştir. Sonra, Kürsü’nün suretini var etmiş, onda kelime ikiye bölünmüş,
iki ayak ona sarkmış ve sarkma nedeniyle de kelime bölünmüştür. Yaratma ve emir
O’na aittir. Kelimenin bölünmesi, hüküm ve habere ayrışmıştır. Sonra, Allah
Teâlâ’nın dilediklerinden gizlediği ve (dilediklerine) izhar ettiği bir hikmet
nedeniyle, Atlas feleğini özel bir yönelişle döndürmüş, on iki bölüme taksim
etmiştir. Böylelikle miktarlar genelleşmiş, Allah Teâlâ onları, farklı doğalar
üzerinde, meleklerin ruhlarına ait burçlar yapmıştır. Her burç, bir meleğin
adıyla isimlendirilmiştir. Söz konusu melek, o miktarı adamlarına tahsis
etmiştir. Bu durum, şehir surlarının etrafındaki dairesel burçlara veya
hükümdarın nezdinde valilerin mertebelerinin sıralanışına benzer. Bunlar, gök
bilimciler tarafından bilinen burçlardır. Her burcun üç yönü vardır. Çünkü
kendisi bir olsa bile, (hepsinin kaynağı olan) ilk aklın da üç yönü vardır.
Binaenaleyh ilkte oluşan her hakikati İkincinin içermiş olması gerekir. Bunun
yanı sıra ikinci, ilke ait olmayan fazladan bir hükme daha sahiptir. Bu durum,
ilk Allah Teâlâ’dan başkası ise öyledir. Allah Teâlâ’ya gelirsek, Allah Teâlâ
her şey ile beraberdir. Dolayısıyla hiçbir şey O’nu geçemeyeceği gibi hiçbir
şey O’nun ardında kalamaz. Böyle bir hüküm başkasına ait olamaz. Bu nedenle Allah
Teâlâ’nın her varlığa dönük özel yönü vardır, çünkü O her varlığın sebebidir.
Her varlık, birdir, iki olamaz! Çünkü Allah Teâlâ, birdir ve O’ndan bir meydana
gelebilir. Allah Teâlâ her bir şeyin mutlak birliğinde bulunur. Çokluğun var
olması ise, zamanın birliğine kiyasla mümkündür. Zaman ise bir zarfiir. Bu
durumda Hakkın çokluktaki varlığı, her bir’in salt birliğindedir. Öyleyse Hakk’tan
bir ortaya çıkmıştır (sudûr). ‘Bir’den bir çıkar’, bu demektir. Bütün âlem
O’ndan çıksaydı, yine O’ndan bir çıkardı. Binaenaleyh Allah Teâlâ, salt birliği
yönünden bütün birlerle beraberdir. Bunu Allah Teâlâ ehli bilebilir. Filozoflar
ise, başka bir tarzda bu görüşü ileri sürer ki, o, filozofların yanıldığı bir
meseledir.
80 Fütûhât-ı Mekkiyye 9
ı
Allah Teâlâ bu burçlara yerleşen her
vali için sınırlı devrelerden bilinen hükümler var etti. Bu bölüm, onları
sınırlama ve açıklama yeri değildir. Sonra Allah Teâlâ, mükevkeb feleğin
suretini açtı. Ondan sonra toprağı, suyu, havayı ve ateşi burçlar feleğinin
hareketinden mükevkeb feleğin ışınlarından açtı. Sonra, duman unsurların
ateşinden yükseldi. Bunun nedeni, ateşin bileşikliğidir. Bu duman içerisinde
göklerin suretlerini dairesel felekler olarak izhar etmiş, her birine bir
yıldız yerleştirmiştir. Bütün bunlar, daha sora zikredilecektir. Allah Teâlâ,
bu isimden insan nefesinde Gayn harfini, menzillerden ise Hek’ayı yarattı.
ON ALTINCI
FASIL
el-Hakîm
Bu isim, şekli var etmeye yönelmiştir. Ona ait harf, noktalı
Ha, menzillerden ise Nahye’dir. Şekil (ve) kayıt (anlamındaki) hena’ diye
isimlendirilir. Hayvanın ayağınm kendisiyle bağlandığı şey, (şekil ile aynı
kökten) şikal diye isimlendirilir. Şekillenen ise, kendisiyle ortaya çıkan
şekille sınırlanmış olan demektir.
Allah Teâlâ şöyle der: ‘Her
biri kendi şekline göre amel eder.’196 Yani her şey,
kendisine benzeyen şeye göre davranır. Ayetin anlamı şuna döner: Kendisinden
ortaya çıkan şey, kendinde iken de bu halde olduğunu gösterir. Bütün âlem, Allah
Teâlâ’nın bir amelidir ve ameli kendine benzerdir. Alemde Allah Teâlâ’ta
bulunmayan bir şey meydana gelmemiştir. Alem ise, suretinin kemali nedeniyle,
on (kategoride) sınırlıdır. Çünkü âlem, kendisini var edenin suretine göre var
oldu. Alemin cevheri, kendisini var edenin zatına aittir. Arazı ise, O’nun
niteliklerine, zamanı O’nun ezeline, mekânı istiva edişine, niceliği
isimlerine, niteliği rıza ve gazabına, konumu sözüne, izafeti (görelik
bağıntısı) Rabliğine, etkenliği O’nun var etmesine, edilgenliği kendisinden
isteyene olumlu karşılık vermesine aittir. Öyleyse âlemin ameli, Allah Teâlâ’nın
şekline göredir. ‘Rabbiniz daha doğru yolda olanı en iyi
bilendir.'197 Yani
dosdoğru yol üzerindedir. Öyleyse âlem, doğru yol üzeredir. Kavisin eğriliği,
onun doğruluğudur. Öyleyse perdelenme! Dikkat ediniz! Boşluk cismin döngüsel
olması hükmünü vermiş ve onu dairesel bir felek olarak izhar etmiştir. İşte bu,
onun ‘şakilesidir.’ Mertebenin ‘şakilesi’, onun üzerinde hüküm sahibi olmuştur.
(Başka bir örnek!) Cebrail, Dıhye suretinde gözükmüş ve tanınmamıştı. Bu
durumda onun hakkında insan denilmiş, hâlbuki bir melekti. Onu melek olarak
tanıyan ise, tanımıştır. Sureti ise, insandı. Dolayısıyla meleklik özelliği
insanlık suretine (girmesine) etki etmediği gibi tanınmayışı da o surete
girmesine etki etmemişti. O halde şekiller, sürekli sınırlar. İşte işlerin
mertebelerini düzenleyen, eşyayı ölçülerine yerleştiren el-Hakim isminin
gereği budur.
(Bu ismin karşılığında) İnsan
nefesindeki mahreçlerde noktalı ha ortaya çıkarken menzillerden Nahye ona
aittir. Âlemde ortaya çıkan bütün parçaların (tefasil) ilahi mertebede
kendisine benzeyen bir sureti (hakikat, suver-i ilmiyye) vardır. Başka bir
ifadeyle o şey, ilahi mertebedeki suretle sınırlanır ve söz konusu suret
olmasaydı, o varlık zuhur etmeyecekti. Bakınız! Adas feleği, Hakka dair
hayretten ortaya çıkar. Çünkü ondaki miktarlar, parçalardaki benzeşme nedeniyle
belirlenmez. Bu durum, Hakka ait isim ve niteliklere benzer ve onlar da
çoğalmaz. Hayret, Adas feleğinde ortaya çıkmıştır. Çünkü şöyle denilir: Onda
burçlar vardır ve bunlar belirlenmez. Böylece o, bir hayret (tarzında) ortaya
konulmuştur. Mükevkeb feleğin konumu ise, hakkında hayretin gerçekleştiği
(Atlas) şeye delalet etme üzere menzillere yerleştirilmiştir. Böylelikle
menziller ile Atlas’taki burçlara delalet eder. Öyleyse Mükevkeb felek, (Atlas
feleğine) delalet (etme) şeklinde yaratılmıştır. Allah Teâlâ hükümlerin
çeşitlenmesini ise, menzillere hareketlilerin yerleşmesi gibi yaptı. Burçlar,
Hakkın zuhur ettiği ilahi (isimlerin) suretlerine benzer. Bu suretlerde Atlas’a
ait hüküm nedeniyle, (Hakk) bilinmez ve şöyle denilir: Allah Teâlâ’nın akli
delalete göre bir sureti yoktur. Menzillere ait olan delalete göre ise bilinir
ve ‘Haktır’ denilir. Şekillerin izhar ettiği hükme bakınız! Meselelerdeki
sorunlar da (eşkal, benzeşmeler) böyledir. Bu da, bilinen hakkında hayreti
verir. Bir şeyin ‘şekli’, onun benzeridir. Şekil kendi şekline ülfet eder
(Benzer benzere bilir). Zıt zıddını tanımaz. Dünya karışım, ahiret saflaşma
yeridir. Öyleyse ahiret, iki avucun (kabza) şekline göredir.
el-Muhît İsmi
Bu isim, Arş’ı var etmeye
yönelmiştir. Arş, mecid, muazzam ve mükerrem (saygın)
diye nitelenmiştir. Bu isme ait harf Kaf, menzillerden zıra’dır.
Bilmelisin ki, Arş, dairesel olduğu
için âlemi ihata etmiştir. Bu dairesellik de, âlemi ihatasıyla ilgilidir. Arş’ın
ihata ettiği her şeyde açık bir dairesellik vardır. Bu türeyenlere varıncaya
kadar böyledir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in Arş içinde Kürsü’yü
tanımlarken onu ‘yeryüzünden kör bir toprağa atılmış’ bir halkaya benzetmesine
bakınız! Bu ifadesiyle onu daireye benzetmiştir. O ise toprak ve halkadır.
Gökler de kürsü içerisinde böyledir. Yakın feleğin içinde küresel unsurlar da
böyledir. Onlardan meydana gelen şey, suretinde ancak dairesel veya
daireselliğe meyilli olarak meydana gelebilir -söz konusu şey maden veya bidd
veya hayvan olabilir-, çünkü hareket, döngüseldir ve dolayısıyla ancak kendine
benzeri verebilir.
Arş ihata yönünden cisimlerin en
büyüğüdür. O, cisim ve miktar bakımından büyük arş, hareketiyle ise gücünde
bulunan şeyleri ihata ve kabzasında bulunan şeylere vermesi yönüyle kerim Arş
(cömert, saygın) diye nitelenir. Başka cisimlerin kendisini ihata etmesinden
münezzehliği nedeniyle de, şeref sahibidir ve bu yönüyle ‘mecid arş’ diye
nitelenir.
Rahman isminin Arş üstüne istivası,
Rahman’ın nefesinden kaynaklanır. Şöyle ki: İhata edilen şey, sureti yönünden
ihata edilmiş olduğunu bildiği için, sıkıntı ve darlık içindedir. Rahman’ın
nefesi ise, ona ‘kendi emrinden bir ruh’ verir. Böylelikle âlemdeki her
varlığın toplamı, onun sureti iken ruhu ise kendisini yönetendir. Ruhunu ise,
suretin ne içinde ne dışına yerleştirmiştir, çünkü ruh, mekânsızdır. Böylelikle
şardı ve şart ortadan kalkmıştır. Çünkü ruhların kendisinden çıktığı (Rahmani)
nefes âleme dahil olmadığı gibi dışında da değildir. Varlık, kuşatıldığını
görünce, sureti yönünden içi daralır. Ruhaniliği yönünden kendisine baktığında
ise, Allah Teâlâ ruhuyla darlığı ondan giderir. Çünkü bilir ki onun zatı,
Arş’ın suretleri ihata etmesi gibi, ihata edilmekle nitelenemez. Böylelikle
ondan ihata edilme durumu kalkar. Bu durum, ruhu
yönünden onun adına bir sevinç, neşe
ve kendi kendine ferahlamayı meydana getirir. Bu nedenle ‘istiva’, Rahman
ismiyle gerçekleşmiştir.
Arş’ın (âlemi) ihatası ise, bilgiyle
gerçekleşen ilahi ihatadan kaynaklanır. İlahi ihata ‘her
şeyi bilgiyle ihata etti5198 ayetinin
anlamıdır. Allah Teâlâ onların ardından kendilerini ihata eder. Allah Teâlâ’nın
ardında ise, herhangi bir kimsenin ulaşacağı bir amaç yok iken âlemin ardında Allah
Teâlâ vardır. Öyleyse O, son noktadır ve O’nun sonu yoktur. ‘Allah
Teâlâ’dan başka ilah yoktur. O aziz ve hakimdir:199
Arş’ta Rahman’ın nefesinden olan
kelime, tektir. Söz konusu kelime, var olanları meydana getiren ‘ilahi
emirdir.’ Nefes ise, boşluğun son noktasına kadar yayılır. Her şeyin canlı
olması ona bağlıdır. Arş, su üstündedir ve su özü gereği canlılığı kabul eder. Allah
Teâlâ her şeyi sudan canlı yapmıştır. Yoksa onlar, yeryüzünün yağmurla
canlandığına inanmazlar mı? Ağaçların canlılığı, sulamaya bağlıdır. Hatta
havada bile su vardır, yoksa tutuşurdu.
Bilmelisin ki, Arş için Allah Teâlâ
nurani direkler (kavaim) yaratmıştır, sayılarını bilmiyorum, fakat onları
gördüm. Işıkları şimşeğe benziyordu. Bununla birlikte gölgesi vardı. Bu
gölgede ise, değeri takdir edilemeyecek şekilde, rahatlık vardı. Gölge, arşın
dibinin gölgesidir ve Arş üstüne istiva edenin -ki Rahman’dırnurunu perdeler.
Arş’ın altındaki hâzineyi gördüm, ondan ‘La havle ve la kuvvete illa billahi
aliyyi’l-azim (Güç ve kudret sadece azim Allah Teâlâ’ya aittir)’ lafzı
çıkmıştı. Meğerse hazine, Âdem imiş! Onun altında bildiğim pek çok hazine
gördüm. Güzel kuşların çevresinde uçtuğunu gördüm. Orada kuşların en güzelinden
birini gördüm, bana selam verdi. Doğu şehirlerine eşlik etmek üzere, kendisini
almam için bana doğru atıldı. Bütün bunlar bana gösterildiğinde, Merakeş’te
idim. Ben de ‘O da kimdir?’ dedim. Bana şöyle denildi: ‘Muhammed Hasar Fas
şehrindedir. Allah Teâlâ’ya doğu şehirlerine gidebilmek için dua etti. Sen de
onunla beraber ol.’ Ben de ‘duyduk ve uyduk’ dedim. Sonra ona -ki bu kuşun
kendisiydişöyle dedim: ‘Allah Teâlâ izin verirse, ona eşlik ederim.’ Fas’a
geldiğimde, adamı sordum. Bana geldi, ona ‘Allah Teâlâ’dan bir dilekte bulundun
mu?’ diye sordum. ‘Evet’, dedi ve ekledi: ‘Beni doğu şehirlerine götürmesini
istedim. Bana ‘falan kişi seni götürecektir’ denildi. Bir hayli zamandır, seni
bekliyorum.’ Beş yüz doksan yedi senesinde ona arkadaş oldum ve kendisini
Mısır’a ulaştırdım. Orada vefat etti. Allah Teâlâ rahmet eylesin!
Şöyle denilebilir: Arş’ın etrafında
dolaşan meleklerin kendisinde tasarruf edecekleri bir boşluk kalmamıştır. Arş
boşluğu doldurmuştur.’ Şöyle deriz: Onların Arş’ın etrafında dönmeleri ile Arş
üstünde istiva etmek arasında bir fark yoktur. Çünkü mekâna yerleşmeyi kabul
etmeyen, bitişme ve ayrışmayı kabul etmez. Sonra, meleklerin etrafında döndüğü
Arş boşluğu dolduran bu cisim değildir. O, Allah Teâlâ’nın hüküm ve kaza için
kıyamet günü getireceği Arş’tır. Hakkın istiva ettiği Arş ise Rahman isminin
Arş’ıdır. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Melekler Arşın etrafında dönerek
gelirler. Rablerinin övgüsünü tespih ederler. Onların arasında Hakk ile hüküm
verilir ve Hamd âlemlerin rabbi Allah Teâlâ’yadır.’200 Bu ise,
hüküm verildikten sonra söylenir. Bu sözün söyleneceği gün, kıyamet günüdür ve
sekiz melek Arş’ı taşır. Orası, haşir yeridir. Arş’ın bu yerle ilişkisi, cennetin
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in kıblesinde bulunan duvarm yüzeyiyle
ilişkisi gibidir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem o esnada küsuf namazı
kılmaktaydı. Bu ise, dar olanı genişletmeden veya genişi daraltmadan, genişin
dara sokulması konusunda Zünnûn el-Mısrî’nin sorularından birisidir.
Mertebeleri bilene, böyle sözleri dinlemek kolay gelir.
ON SEKİZNİCİ
FASIL
eş-Şekûr İsmi
Bu isim, Kürsü’yü ve iki ayağı var eder. Harflerden Kef
ve menzillerden Nesre ona aittir.
Allah Teâlâ şöyle der: ‘Onun
kürsüsü gökleri ve yeri kuşattı.’201 Bir mana
ehli şöyle der: ‘Burada bilgiyi kastetmektedir.’ Bunu, dilce aktarmışlardır.
Şu var ki sözü edilen, kürsü duyulur bir cisimdir ve o Arş’ın içinde
‘yeryüzünde kör bir noktaya atılmış halka gibidir.’ Aynı zamanda kürsü, arş
gibi, hareketsizdir. Kürsüden ilahi kelime hüküm ve habere bölünür. (Rahman’a
ait) İki ayak için Kürsü, bir rivayette geçtiği üzere, Rahman’ın istiva ettiği
Arş gibidir. Onda bulunan melekleri vardır ve onlar sadece Rabbi bilir. Çünkü
Amâ Rab için, Arş Rahman, Kürsü ise, Allah Teâlâ’yı ifade eden zamir için bir
yerdir. Bu üç isim, isimlerin analarıdır. Kuran’ı iyice incelersen, bu üç
ismin sürekli tekrarlandığını görürsün. Bunlar, Allah Teâlâ, Rahman ve Rab
isimleridir. Bu en büyük kürsü’den başka, O’nun her iki gök arasında bir
kürsüsü vardır. Kürsü, nispet ekiyle isimlendirilmiştir (kürsî). Bunun anlamı,
onun ancak böyle bir nispede bilinebileceğidir. Diğer varlıklar ise, öyle
değildir. Bu nedenle, göreli olarak akledilebilen Rabbe ait olmuştur. Bunun
yanı sıra, Allah Teâlâ ve Rab isimlerine de aittir. Bunların arasında, sadece
Rab ismi tamlamasız gelmiştir Ve bu isim her nerede gelirse, göreli olarak zikredilir.
Çünkü o, özü gereği merbubu talep eder. Bu bağlamda ‘Rabbimiz’20*,
‘Babalarınızın Rabbi’203, ‘göklerin rabbi’104, ‘doğunun
rabbi,20S gibi ifadeler zikredilmiştir. Bu
hakikat, mekân mertebesine -ki kürsüdüretki eder ve böylelikle kürsü nispet
ekiyle zikredilmiştir. Nispet ise, izafettir. Kürsü, tek sayıların ilki olan
üçüncü derecede gelmiştir. Rab ‘sabit olan’ demektir ve bu nedenle kürsü
üzerinde bu özellikle hüküm sahibi olmuştur. Arş’ın nitelendiği sübut da,
Rahman isminin içerdiği her şeyde hükmünün sabit olmasını dile getirir. Bu
durum ‘Rahmetim her şeyi kuşattı’206 ayetinde
zikredilir. Hepsinin varacağı yer, rahmettir. Acı, azap, hastalıklar araya
girse bile -ki Rahman’ın hükmü onlara da eşlik eder-, bunlar dünya ve ahirette
varlıklara ilişen bir takım arazlardır. Çünkü Rahman, güzel isimlerin
sahibidir. Onun isimleri arasında, ed-Dar, elMüzil, el-Mümit isimleri de
vardır. Bu nedenle, âlemde rahmetin gerektirmediği şeyler geçici durumlar
nedeniyle ortaya çıkar. Bu geçici nedenlerin dürülmesinde de, bir rahmet
vardır. Bu rahmet, sadece acının kalkmasının ardından nimetin ve rahatlığın
katlanması bile olsa yeterlidir. Bu nedenle, (bir şeyin tadı anlatılırken)
‘korkan kişi için güvenliğin tadından daha tadı’ denilir. Binaenaleyh
nimederin hazlarını, onlarm zıdarıyla bilebilirsin. Böylelikle insanın
değerinin kendisinde bulunduğu bilgileri elde etmek üzere, acılar konulmuştur.
Böylece onlar, ‘zevk’ ederek öğrenmek üzere insana yol gösteren delil ve
yollardır. Zevk ederek bilginin gerçekleşmesi ise, haber yolundan gerçekleşmesinden
yetkindir. Balanız! Hakk kendisini peygamberlerinin diliyle gazap ve rıza
özelliğiyle nitelemiştir. Bu iki hakikatten, âlemde bilgileri ortaya çıkan -söz
gelişi tadar ve benzeri şeyler gibizevklerden elde etmek gerçekleşmiştir.
Bâtınî zevklere örnek olarak da, korku ve tasa ve üzüntülerden kaynaklanan
acıları verebiliriz. Bununla birlikte bu esnada organlar, acıya yol açan bütün
hastalıklardan salimdir. Bakınız! Bu durum ne kadar gariptir. Böylece Arş,
sirayet edici rahmet sabit olduğu için sabit olmuştur. O, ‘her
şeyi kuşatmış’207 rahmettir.
Öyleyse rahmet kuşatıcıdır ve Rahman’ın nefesinin ta kendisidir. Allah Teâlâ
yaratıklarındaki her güçlüğü bu rahmede kaldırır. Şöyle ki: Aleme ilişen ya da
âlemin kendisinde bulduğu darlık, aslının kabzada (Hakkın avucu) bulunmasıdır.
Kabzedilen her şey, sınırlanmış, sınırlanmış olan ise, engellenmiştir, insan
ilahi surete göre yaratıldığı için, sınırlanmaya tahammül edemez. Bu nedenle Allah
Teâlâ, Rahman’ın nefesiyle onun çektiği sıkıntıyı kendinden kaldırmıştır. Allah
Teâlâ da ‘sevgi’ nedeniyle -ki onunla kendisini nitelemiştirnefes vermiştir. Bu
durum ‘bilinmek istedim’ kutsi hadisinde geçer. Böylelikle onu Rahman’ın
nefesinde izhar eder. İlahi teneffüs, âlemin varlığının aynı olmuştur. Alem,
O’nun irade ettiği gibi, kendisini bilmiştir. Öyleyse âlem, rahmetin ta
kendisidir. Kalbini bu konuya ver! Âlem Hakk için bir rahmet değildir. Öyle
olsaydı, Hakk sürekli acı çekerdi. Allah Teâlâ böyle bir şeyden münezzeh ve
uzaktır. Kürsü makamının ilahi kelimenin bölünmesi hakkındaki hükmü ne
gariptir! Böylece Hakk ve halk (mertebesi) ortaya çıkmıştır. Rivayette, iki
ayağın konulduğu yer olarak zikredilen kürsü olmasaydı, hüküm böyle
ayrışmayacaktı.
Bu isimden insan, nefesinden Kef harfi,
menzillerden ise -feleği var oluncaNesre feleği var olmuştur.
ON DOKUZUNCU
FASIL
el-Gani İsmi
Bu isim, Adas feleğini var etmeye yönelmiştir. Adas burçlar
feleğidir. Bu isim ed-Dehr isminden yardım ister. Harflerden Cim, menzillerden
taraf (uç) ona aittir.
Bilmelisin ki, el-Gani, Adas feleğini
yıldızsız, parçaları birbirine benzer ve dairesel bir şekilde var etti.
Hareketinin başlangıcı ve sonu bilinmediği gibi bir ucu da yoktur. Varlığıyla
yedi gün, aylar ve yıllar ortaya çıkmıştır. Bu zamanların onda ortaya çıkması,
Allah Teâlâ’nın kendisinde zamanların ayırt edilmesini sağlayan alametleri
yaratmasından sonradır. Bu felek, söz konusu zamanlardan sadece bir günü
belirlemiştir. O ise ayağm kürsüdeki yerinin kendisini belirlediği tek bir
dönüştür ve üst taraftan ortaya çıkmıştır. Bu miktar, ‘gün’ diye
isimlendirilir ve onu ancak Allah büebilir. Onun (başkası tarafından
bilinmeyiş) nedeni, feleğin parçalarının birbirine benzemesidir. Onun
hareketinin başlangıcı ve burçlardan ilk derecesi, ikizler (cevza) buramdandı.
Bu burç, ayağm tam karşısmdadır ve havaî burçlardandır. Alemde ortaya çıkan ilk
gün, ikizler burcunun derecesinin başlangıcıyla ortaya çıkmıştır ve Pazar diye
isimlendirilmiştir. Allah katında bu felekten belirlenmiş parça, Kürsü’den
ayağa yakın yerde sonlanınca bir dönüş tamamlanmıştır ki, toplamdır. Bu
durumda feleğin bütün parçaları, ayağm konulduğu yer olan Kürsü’nün karşısında
bulunmuş, bu hareket, bütün derece ve dakika ve ardından gelen ikinci ve daha
fazla miktarlara geneüeşmiştir. Mekânlar ortaya çıkmış, feleğin hareketinden
bölünme kabul etmeyen mekânlı fert cevherin varlığı sabit olmuştur. Bu
sonlanmada ise, ortaya doğru başka bir intikaUe yeni bir hareket başlar. Tıpkı
ilk hareket gibi, sona varana kadar bu hareket sürer. Bu hareket de,
kendilerinden oluştuğu çünkü niceliklere sahiptirbütün fert parçalarıyla
gerçekleşmiştir, ikinci hareket ise, Pazartesi diye isimlendirilir. Yedi
hareket tamamlana kadar, böyle sürer. Her hareketi ilahi bir nitelik
belirlemiştir ve nitelikler ise yedi tanedir, bundan çok değülerdir. Öyleyse
zaman (dehr), yedi günden fazla olamaz, çünkü bunu gerektirecek bir (nitelik)
yoktur. Böylece hüküm ilk niteliğe döner ve onu döndürür. Bu kez el-Ahad ismi
onun üzerinde yürür. O, dönüşlerin sekiz olmasına kıyasla, birincidir. Fakat
onlarm varlığı ilk nitelikten meydana gelince, isimleri başkalaşmamıştır. Yedi
dönüş tamamlanana kadar bütün dönüşler böyledir. Sonra hüküm ilkindeki gibi, bu
nitelikten ortaya çıkar. Onu, el-Aziz ve el-Alim’in hükmüyle dünya ve ahirette
sonsuza kadar bu isim takip eder.
Pazar günü, ‘duyma’ niteliğinden
meydana gelmiştir. Bu nedenle âlemdeki her şey, yokluk halinde ‘ol’ sözünden
ibaret olan ilahi emri duyar. Pazartesi, hayat niteliğinden var oldu. Bu sayede
hayat âlemde bulunmuştur ve âlemdeki her parça canlıdır. Salı gününün hareketi,
görme niteliğinden var oldu. Âlemdeki her parça, kendisi bakımından Yaratanı
bakımından değUyaratanım görür. Perşembe günü ise irade niteliğinden var oldu.
Âlemdeki her parça yaratıcısını yüceltmeyi amaçlar. Perşembe günü kudret
niteliğinden var oldu. Bu nedenle varlıktaki her parça, yaratıcısına övgüyü
yerine getirme gücüne sahiptir. Cuma gününün hareketi, bilgi niteliğinden var
oldu. Âlemdeki her parça, O’nun zatı bakımından değilkendisi bakımından yaratıcısını
bilir. ‘Bilgi niteliğinden Çarşamba günü var oldu’ da denilmiştir Ki, bu doğrudur.
Çünkü burada, göz bilgisi -ki müşahede bilgisidirkast edilir. Bizim
kastettiğimiz ise, kazanılmış bilgi değil, genel anlamda ilahi bilgidir.
Aktardığımız bu görüşü bana bir insan söylemiş değildir. Onu bana ruhlardan
biri söyledi, ben de kendisine bu cevabı verdim. Ardından gerçeğin söylediğimiz
gibi olduğu ona ilham edildi. Cumartesi gününün (hareketi) ise, kelam
niteliğinden var oldu. Varlıktaki her parça, yaratanının övgüsünü tespih eder.
Fakat biz ‘onun tespihini anlayamayız. Çünkü ‘Allah
Teâlâ bağışlayan ve örtendir.’208 Âlemdeki
her parça, yaratıcısının tespihini söyleyen ve neyi tespih ettiğini bilen,
Hakkın celaline yaraşan şeyi bilen, bunu yapmaya güç yetiren, başka bir neden
olmaksızın buna tam niyetlenendir. O halde bir sebepten var olan her şey,
yaratıcısının büyüklüğünü müşahede etmekte, kalbi canlı ve emrini dinlemektedir.
Günler, bu niteliklerin ve
hükümlerinin yedi olması nedeniyle (yedi olarak) ortaya çıkmıştır. Bunun
sonucunda âlem, canlı, duyan, gören, bilen, irade eden, güç yetiren ve konuşan
olarak ortaya çıkmıştır. Öyleyse Allah Teâlâ’nın ameli, kendisine uygundur. Allah
Teâlâ ‘De ki her biri kendi şakülene göre amel eder’209
buyurur. Âlem Allah Teâlâ’nın amelidir ve bu nedenle Hakkın nitelikleriyle
ortaya çıkmıştır. Âleme ‘Hakk’ dersen, doğru söylersin; çünkü ‘Allah
Teâlâ attı buyurdu:2'0 ‘Halk’
dersen de haklısın; çünkü Allah Teâlâ, ‘sen
attığında’2" demiştir. Soyuriamış, giydirmiş, olumlamış
ve olumsuzlamıştır. Öyleyse âlem, ‘o değildir’ ve âlem ‘bilinmeyenbilinendir.’ Allah
Teâlâ’nın güzel isimleri varken âlemin ahlaklanırken onlarla zuhur imkânı
vardır. Âlem ise, ahlaklanarak, onlarla zuhur eder. Öyleyse bu yedi gün, ne
artar ne eksilir. Bu günleri, açıkladığımız şekilde, sadece Adas feleğini
üzerinde bulunan bilebilir, çünkü o, bu mertebeden devreleri var etmeye yönelen
ilahi yönelişleri müşahede eder, onları birbirinden ayırt ederler. Böylece bu
mertebede bulunan kimseler için günler (ve devreleri var etmeye yönelen
nitelikler) yediyle sınırlanır. Sonra hüküm geri döner ve bu konuda işin sonunu
öğrenmiş olurlar.
Feleğin altında bulunanlar ise, onu
ancak yedi cevari ile öğrenebilirler. Günün belirlenmesini de, güneş feleğiyle
bilebilirler. Güneş, onu gün ve geceye bölmüştür. Öyleyse gece ve gündüz, günün
kendisidir.
Allah Teâlâ, bu atlas feleğine
bölünme hükmünü yerleştirmiştir. Bölünme, ayaklar ona sarktığında ilahi
kelimenin haber ve hüküm diye bölünmesiyle Kürsü’de ortaya çıkar. Hüküm beşe
ayrılır: Vacip, haram, mubah, mekruh ve mendup. Haber ise, bir hükümdür. İkiyi
altı ile çarpınca, on iki meydana gelir. Bunlardan altısı, ilahi, diğer altısı
kevnidir. Çünkü kevni olan, ilahi olanın suretine göredir. Böylece Adas Feleği,
on iki kısma bölünmüştür. Çünkü daha önce de belirttiğimiz kelimenin Kürsü’de
bölünmesi, onu belirlemiştir. Her kısma ise âlemde bir sona ulaşan hüküm
vermiştir. Sonra da, günlerin dönmesi gibi o da dönmüştür. Bunun sona doğru
olup olmaması durumu değiştirmez. Allah Teâlâ, o kısımlardan her birine on iki
bin sene vermiştir. Bu, koç burcudur. Her sene, üç yüz altmış dönüştür ve on
iki bin ile çarpılır. Buradan ortaya çıkan toplam ise âlemde o kısmın etkisinin
süresidir. Bu durum, âlemde gerçekleşen ilahi emri kendisine vahyeden el-Aziz
ve Alim’in takdiriyle gerçekleşir.
Sonra, her kısım binin eksilerek
yürür ve ta ki son kısma ulaşır. Bu kısım, balıktır ve o koç burcunun ardından
gelir. Bütün kısımlardaki iş, koçta zikrettiğimiz şekilde, bir hesaba göre
gerçekleşir. Öyleyse bunların hepsinden oluşan şey, gayedir. Sonra dönüş,
başlangıca döner. ‘Sizi yarattığımız gibi döneceksiniz.’212 Hareketli
olan varlığı sabit olandır. Yenilenen ise, harekettir. Hareketin ise, kendisi
değil, benzeri yenilenir. Hareketlinin kendisi ise yok olmaz, çünkü Allah Teâlâ
onu baki kılma hükmünü vermiştir. Çünkü Allah Teâlâ, bilinmek istemiştir.
Dolayısıyla âriflerin varlıklarını baki kılmak zorunludur ve onlar âlemin
parçalarıdır.
Bu felek, cennetin çatısıdır. Onun
hareketinden cennette meydana gelen şeyler meydana gelir ve nizam bozulmaz.
Cennet, özü gereği yok olmadığı gibi nimederine de acı ve sıkıntı karışmaz.
Bununla birlikte bu feleğin kısımlarının doğaları, birbirinden farklıdır.
Bunlar, doğa onların üzerinde olduğu için, değişmiştir. Böylelikle ortaya
çıkardığı sıcaklık, soğukluk, kuruluk ve yaşlık nedeniyle, onun üzerinde hüküm
sahibidir. Şu var ki o, bileşiktir, basit değildir! Bu nedenle, doğanın
kendisindeki hükmü bileşik olarak ortaya çıkar. Böylece bu kısımlardan ateş özelliğindeki
şey sıcaklık ve kuruluktan; toprak ise, soğukluk ve kuruluktan; hava, sıcaklık
ve yaşlıktan; su, soğukluk ve yaşlıktan bileşmiştir. Böylece dört mertebede
ortaya çıkmışlardır. Çünkü doğa, dört terkibi kabul eder. Bu unsurlar,
birbirinin zıddı olmaksızın, eşittir. Bu nedenle gerçekte dört unsura sahip
olduğu gibi, doğa dört terkibi kabul eder. Bununla birlikte doğa, gerçekte
ikidir, çünkü nefisten var olmuştur. Nefis ise, iki güç sahibidir; bilgi ve
amel gücü. Doğa, bilgi olmaksızın, iki fail hakikat sahibidir. Öyleyse doğa,
kendi bilgisiyle değil, nefsin bilgisiyle faildir, çünkü onun bir bilgisi
yoktur, sadece amel sahibidir! Doğa, bilgiyle nitelenmeden doğası gereği
faildir. Doğa sıcaklık ve soğukluk yönünden etkin iken, kuruluk sıcaklığın yaşlık
soğukluğun edilgenidir. Sıcaklık soğukluğun zıddı olduğu için, sıcaklığın
edilgeni soğukluğun edilgeninin zıddıdır. Bunların toplamından, dört bileşik
meydana gelir. Onların hükmü de el-Aziz ve el-Alim’in takdiriyle, bu feleğin
kısımlarında ortaya çıkmıştır. Sonra, onları üçlü yapmıştır. Her üçlü, dört tanedir
ve üçü dört ile çarpınca, on iki meydana gelir. Her burcun dört ile çarpılan üç
yönü vardır. Bunların toplamı ise, on iki yön eder. Dört burç doğaların
terkibini kuşatır, çünkü onlar, ateş, hava, toprak ve suyla sınırlıdır. Üç
mertebeyi on iki gün ile çarparsan, otuz altı yön meydana gelir. Bu ise,
derecelerin onda biridir. On, (ayette cehennem süresiyle ilgili geçen) ahkabın
(asırlar) bitiminin sonudur. Kelimenin tekili olan hakba, sene demektir. Bu
nedenle dilediği bir yerde, işin sonunda insanların Allah Teâlâ’nın rahmetine
ulaşacağını umarım! Çünkü amaç, rahmetin her yerde hepsini kuşatmasıdır.
Böylece ‘ölü ve diri olmayan’ kimse kendisinden var olduktan sonra, hepsi
canlanır. Belirtilen şey, berzahın halidir.
Bilmelisin ki, bu felek hareketiyle
kürsü’yü kat ettiği gibi aşağısındaki felekleri kat eder. Kürsü, iki ayağın
konulduğu yerdir. Bu nedenle, ahirette iki yeri ortaya çıkartır; ateş ve
cennet. Çünkü o, iki kavme iki felek vermiştir; burçlar feleği ve menziller
feleği. Menziller feleği cennet toprağıdır. Her ikisi de bakidir. Menziller
feleğinin dışmdakinin ise, nizamı bozulur, sureti değişir, ışıkları silinir. Allah
Teâlâ ‘o gün yeryüzü ve gökler başka bir yeryüzüyle değiştirilir’213
der. Başka bir ayette ise ‘Yıldızlar söndüğünde,2U buyurur.
Sözü edilen gökler, ‘gökler1 diye bilinen kısımdır. Bunlar,
özellikle yedi göklerdir. Menziller feleğinin dibi ise, ateşin çatısıdır.
Öyleyse bu iki ayağın felekteki fiilinden âlemde -el-Aziz’in takdiriylebütün
çiftler ortaya çıkar. Bunun nedeni, doğadan iki failin, nefisten iki gücün,
akıldan iki yönün, ilahi kelimeden iki harfin hükmüdür. Bu iki harf, ‘kün’ (ol)
sözündeki k-n’dir. Ayrıca ‘O’nun benzeri bir şey yoktur’21S
ayetinde belirtilen iki niteliğin hükmüdür. Bu, niteliğin birisidir (tenzih).
‘O duyan ve görendir.’216 Bu ise,
diğer niteliktir (teşbih). Her kim tenzih ederse, ‘O’nun
benzeri bir şey yoktur’217 ayetine
göre tenzih ederken kim teşbih yaparsa ‘duyan
ve görendir’218 ayetine göre
teşbih eder. Sadece gayb ve şehadet vardır! Gayb tenzih iken şehadet teşbihtir.
Bunu anla! Anlarsan, ikicilerin (düalist, seneviyye) hangi gerçeğin etkisi
altında kaldığını da anlarsın. Bu nedenle onlar, şirk koşmuştur. Onlar, Mani
mezhebinden olanlardır. Söz konusu kimseler derince düşünmüş ve güçlerini tam
harcamış, bu ikilikten bir hakikate çıkmayı başaramamışlardır. Hâlbuki Allah
Teâlâ’dan başka bir şey yoktur. ‘Kim Allah Teâlâ ile birlikte başkasma
dua ederse, bir kanıtı yoktur.’219 Öyleyse bu
kişi mazur değildir. Çünkü o, bu dereceden aşağı düşmüş ve taklit etmiştir.
Akılcı kurtulmuş, taklitçi yok olmuştur. Çünkü o, nitelikte ve kelimede gerçek
bir duruma dayanmıştır. Allah Teâlâ ise, bir bilgi üzerinde onu saptırmıştır.
Artık o, ‘ilahınız tek ilahtır’220 ifadesini
duyamaz. Allah Teâlâ onun kalbini mühürlemiştir. Artık o, Allah Teâlâ’nın tek
ilah olduğunu bilemez, çünkü Hakkın kalbini halden Hakk geçirdiğini göremez.
Gözüne perde çekmiştir. Artık kelimenin tekliğini göremez. Bu, k ve n arasındaki
vav ile ortaya çıkan tekliktir (üçlünün birliği). Böylece perde bu tekliği
idrak etmesini engeller. Dolayısıyla ancak ikiyi müşahede edebilir: k ve n
(kün, ol sözündeki kef ve nun harfleri). Bu ise, lafızda ve yazıda böyledir.
Kef ise, iki tanedir: Birincisi kün (ol) sözündeki ispat ve olumlama kefidir.
Diğeri ise, var olmayan kef tir ki, olumsuzlama kefidir.
Bu Kef harfinde, bizim için güneş beş
yüz altı yılında doğdu. Biz de teşbihin olumsuzlamasını (O’nun dengi) ‘yoktur’
ifadesinde güneşin doğmasıyla ispat ettik. Bu konuda kendisi için güneşin
doğmadığı kimse, işlevsizliği (tatil) kabul eder. Hâlbuki güneş doğmuştur.
‘Yoktur5 ifadesinde güneşin (olumlama) yarısının bulunması gerekir.
Bir kısmı görülürken bir kısmı gizlidir. Perde ise, görenin güneşin doğumunu idrakini
engeller ve işlevsizliği benimser. O ise, salt olumsuzlamadır. Başka bir
ifadeyle (Tanrı hakkında niteliklerin reddi anlamındaki) işlevsizlik, mutlak
olumsuzlamadır. Düşünen herkesin bir mazereti vardır. Allah Teâlâ, herhangi bir
insanı yapamayacağı şeyle yükümlü tutmayacak kadar yücedir!
Hepsi Allah Teâlâ’nın rahmetinde kalıcıdır Birleyen de
şirk koyan da inkâr eden de
Bu isimden Cim harfi, menzillerden uç
ortaya çıkar. Bu harflerin ve menzillerin her biri hakkında ilgili bölümlerde açıklama
yapılacaktır.
YİRMİNCİ FASIL
el-Mukaddir İsmi
Bu isim, menziller feleğini ve cennederi var etmeye yönelmiştir.
Bu isim, bu feleğin dibinde yıldızların suretlerini takdir eder. Orası cennetin
toprağı ve cehennemin çatısıdır. Ona ait harf Şın, menzili aslanın cephesidir.
Allah Teâlâ şöyle der: ‘Aya
menziller belirledik. Bu aziz ve alimin
takdiridir.’221 Menziller,
burçlar feleğindeki bölümlerin varsayımsal yerleridir. Hakk Teala bizim için
onları belirlemiştir, çünkü göz onları ayırt edemez. Allah Teâlâ onları yirmi
sekiz tane yaptı. Bunun nedeni, Rahman’ın nefesinin harflerinin bu sayıda
olmasıdır. Böyle dememizin nedeni, insanların harflerin sayısının yirmi sekiz
menzilden dolayı yirmi sekiz olduğunu zannetmesidir. Bize göre durum,
tersidir. Harfler nedeniyle menzillerin sayısı yirmi sekiz olmuştur. Bu
menziller, on iki burçta yirmi sekize taksim edilmiştir. Bunun amacı, her
burcun tam ve kesirli sayıda bir payı olmasını sağlamaktır. Çünkü burçlardan
herhangi birisinin sadece kesirli sayısı veya sadece tam sayısı olsaydı,
burcun âlemdeki hükmü, artış-eksiklik ve kemal-kemalsizlik bakımından
genelleşmezdi. Artış ve eksiklik ise, zorunludur, çünkü itidale ulaşmak, mümkün
değildir. Çünkü âlem, yaratılış (tekvin) ilkesine dayalıdır. Yaratma ise, itidal
varken mümkün değildir. Öyleyse her burçta kesirli ve tam sayının bulunması
zorunludur. Böylelikle her burcun iki menzili ve üçte bir menzili vardır.
Başka bir ifadeyle bir burcun iki tam ve üçte birlik kesirli menzili vardır.
Bazı burçların ise, ortada tam bir menzili, sonunda ve başında ise kesirli
menzili vardır. Böylelikle iki kesirliden, farklı mizaçta sağlıklı bir menzil
ile menzilin üçte biri ortaya çıkar. Burada farklı mizaçta dedik, çünkü her
menzil, özel bir mizaca sahiptir. Menzili parçası herhangi bir diğer menzilin
parçasıyla bir araya geldiğinde, o menzil kemale erer. Çünkü menzil, tıpkı
burcun üç yönü olması gibi, üçlüdür. Menzillerinin yönlerinden birisi de yedi
yöndür. Her burç, yedi yöne sahiptir. Onun kendinden de üç yönü vardır. Böylece
toplamı on yön eder. Sağlıklı menzil, tek mizaca sahiptir. İki menzilden oluşan
menzil ise ikiden türeyen menzil gibidir. İkiden türeyen menzil ile onun adma
yeni bir mizaç ortaya çıkar. Yeni mizaç, ebeveynden her birisinde bulunmayan
bir mizaçtır. Burada garip bir sır vardır. Bu sır, ‘toplamın birliğidir.’ Çünkü
toplam, birin birliğinin sahip olmadığı bir etkisi vardır. Dikkat ediniz! Alem
toplamın birliğiyle meydana gelirken Allah Teâlâ adma zenginlik, Bir’in mutlak
birliği yönünden gerçekleşir (ahadiyet müstağnilik, vahidiyet âlemi meydana
getirir). Bu hüküm, hiç kuşkusuz, diğer hükümden farklıdır. Süreyya’nın özel
bir mizacı vardır. Koç burcu, ondan üçte birlik bir bölüm almıştır. Ardından
iki ve üçte birlik menzile muhtaç olarak Boğa gelmiştir. Böylece iki Dabir
menzilini tek mizaçla almış, geride onun adma bir ve üçte birlik menzil
kalmıştır. Tam ve sağlıklı menzil bulamamıştır ki, ondan alsın. Bu durumda Süreyya’nın
iki üçte birlik kısmını almış ve ona Hek’a’nm iki üçte birini eklemiştir. Böylece
toplamın birliğiyle bir menzil onun adma tamamlanmıştır. Bu menzil, ona
Süreyya ve Hek’a’nm hükmünü aynı anda kazandırmıştır. Sonra üçüncü üçü
Hek’a’dan almış. Öyleyse Hek’a’nm işini ancak orta üçte birlik (menzil
sayesinde) yapabilmiştir. Süreyya’nın üçte ikisine izafe edilen ilk üçte bir
ise menzilin kemale ulaşması içindir. Çünkü kemal, üçte bir nedeniyle
gerçekleşmiştir. Süreyya’nın üçte biri adma ise, menzilin sureti -ki o ikisinin
aynı değildirve kemali sayesinde, onlardan her birine veya diğer üçte bire ait
olmayan bir hüküm meydana gelmiştir. İşte bir burcun üç yönünün olmasının
sebebi budur. Bu bağlamda bazı burçlar saf iken bir kısmı karışıktır. Karışık
olan kısım, iki üçte birlik menzillerden meydana gelen burçlardır ve bunlar
bilmen burçlardır. Menzillerin taksimi bunları sana açıklar. Bazen bileşik
menzil, talih menzili ile talihsizlik (veren bir menzilden) bileşmiş olabilir.
Bu ikisinin toplamı, talih verir ve diğerinin etkisi gözükmez.
Bazen
talihsizlik ortaya çıkartır ve talihin (veya mutluluğun) etkisi ortaya çıkmaz.
Sahih-sağlıklı menzil ise böyle değildir. O, Allah Teâlâ’nın kendisini
yarattığı gayeye doğru akar. Allah Teâlâ ona yaratılışını verdiği gibi bileşiğe
de yaratılışını vermiştir. .
Burç üzerindeki her delil ve alamette
bileşiklik bulunmalıdır ve bu sayede üçleme (teslis) gerçekleşir. Çünkü delil,
her zaman üçlüdür ve böyle olması zorunludur; iki terim ve onları bir araya
getiren üçüncü unsur. Her iki öncülde sonuç çıkabilmesi için böyle olmalıdır:
‘Her A, B’dir. Her B, C’dir. Burada B
tekrarlanmış, delil A’dan C’ye geçmiştir. Birleştirici yön ise, iki öncülde de
tekrarlanan B’dir. Bu ise iddia sahibinin arzuladığıdır. Çünkü o, her A’nm C
olduğunu iddia etmişti. Delili ise, karşı çıkanın itirazıyla bozulmuştu. Çünkü
o, her A’nın B olduğunu bilmiş, her B’nin C olduğunu kabul etmişti. Böylece
onun nezdinde iddiacının ‘Her A, C’dir’ hükmü doğrulanmıştır. Buradan ve
menzilleri burçlara yerleştiren taksimden beşeri âlemde kesin deliller
(burhan) ortaya çıkar.
Bunu öğrenince, bilmelisin ki: Atlas
feleği için kürsü, Arş’ın yerini almıştır. Adas’ın üzerinde kürsü ve Arş
vardır. Üçten oluşan bileşik öncüller neticeyi meydana getirdiği gibi, bu üçlü
de, menziller feleğinin varlığını ortaya çıkartmıştır. Netice, iki öncüldeki
üçlünün gücünü içerirken Kevkeb feleği de Atlas, Kürsü ve Arş’ın gücünü taşır.
Kürsü, iki öncül arasındaki birleştirici yöndür, çünkü o, Arş ve Atlas arasında
vasıtadır ve her birine dönük bir yönü vardır. Arş’ın gücünü içermesi nedeniyle
ilahi kelime kendisinde bir olur veya birleşir. Böylelikle cennedikler ki
mükevkeb feleğin ehlidirbir şeye ‘ol’ derler, o şey meydana gelir. Kürsü’nün
gücünden dolayı ise, her insanın onda iki eşi olur, çünkü orası iki ayağın
konulduğu yerdir. Atlas feleğinin gücünden ise, onun insanlığı Rabbinde
silinmiştir. Artık ondan eşya tekevvün eder. Hâlbuki eşya Allah Teâlâ’dan
meydana gelebilir. Bu durumda Rablik insanda gizlenir. Bu nedenle eşyadan haz
alır, nimedenir, yer içer ve cinsel ilişkiye girer. Öyleyse insan, Hakk ve
halktır. Bu nedenle de bilinmemiştir. Adas feleği de bilinmemiştir. Bu feleğin
üzerindeki (Arş ve Kürsü’nün) gücünü elde ettiğini söyledik, çünkü ondan meydana
gelmiştir. Aynı şekilde, onun altında bulunan her şey, kendi üzerindeki hakikatleri
toplamıştır. Öyle ki, insana varana kadar -ki son üreyendirdurum böyle devam
eder. İnsanda âlemin ve ilahi isimlerin güçleri kemali üzere toplanır. Kamil
insandan daha mükemmel bir varlık yoktur. Bu dünyada kemale ulaşmamış insan ise
sadece suretin parçası olan konuşan hayvandır ve insan derecesine ulaşamaz.
Onun insan olmakla ilişkisi, ölü bedenin insanla ilişkisi gibidir. Böyle biri,
hakikati bakımından değil, şekil bakımından insandır, çünkü ölü bedeni
-kendisine bakan göz içinbütün güçlerini yitirmiştir. Kemale ulaşmamış insan da
öyledir. İnsanın kemali, halifelik ile gerçekleşir. Halife, ancak Hakk ediş,
yani kabul edebileceği özel bir terkibe göre -çünkü her terkip bunu kabul
etmezilahi isimleri elde etmekle mümkün olabilir. Her terkibin ilahi isimleri Hakk
ediş yoluyla kabul etmesi aklın mümkün saydığı, fakat gerçekleşmesi imkânsız
olan ilahi sırlardandır.
Allah Teâlâ bu feleği yarattığında,
yüzeyinde cenneti yarattı. Cennetin yüzeyi, misktir ve o cennetin toprağıdır.
Cennetleri ise, her burca ait üç yön nedeniyle, üç kısma ayırmıştır. Birincisi
ihtisas cennetleri, İkincisi miras cennederi, üçüncüsü amel cennederidir.
Sonra, her bir kısma dört nehir yerleştirdi. Bunlar, üç ile çarpılınca on iki
eder. Hz. Musa’nın taşındaki on iki pınar, buradan ortaya çıkmıştır. On iki
pınar, on iki boy içindi ve herkes kendi içeceği yeri öğrenmiştir. Birinci
nehir, tuzlu olmayan su nehridir. Bunun anlamı, başkalaşmayan demektir ki,
hayat ilmi demektir. İkincisi ise, şarap nehridir, haller ilmi demektir.
Üçüncüsü bal nehridir ve farklı türleriyle vahiy bilgisi demektir. Melekler
vahyi dinleyince bayılırken şarap içen kişi de sarhoş olur. Dördüncü nehir ise,
süt nehridir. O ise, sırlar ilmi ve riyazet ve takvanın meydana getirdiği öz
ilmidir (ilmü’l-lüb). Bunlar, dört ilim türüdür. İnsan ise, üçlü yapıdadır;
bâdnî-ruhanî ve manevi yapısı, doğal-duyusal dış yapısı ve orta (âlem olan)
berzah ve misal âlemindeki bedensel yapısı. Her yapının ise bu nehirlerden bir
nasibi ve payı vardır. Her nasip onun için bağımsız bir nehirdir ve tadı, yapışırım
değişmesiyle değişir. Söz gelişi o nehirden hayaliyle idrak edemediği şeyi
duyusuyla idrak eder. Hayaliyle idrak ettiğini manasıyla idrak edemez. Bütün
yapılarda durum öyledir. O halde, insanın on iki nehri vardır: İhtisas
cennetinde dört, miras cennetlerinde dört ve amel cennederinde de -amel
cennetine sahip kimse içindört nehir.
Amel cennetindeki ise ya kendinden
veya ona amel hediye eden kimseden gelir.
İnsan adına her cennette o cennetin
hakikatine ve oradaki yaratılış ilkesine göre bilgiler gerçekleşir. Bu
yaratılışların kaynakları birbirinden farklı olduğu gibi bilgiler ve cennetler
de birbirinden farklıdır. Bu nedenle zevkler de değişir. Rahman’ın nefesi
süreklidir ve kesilmez. Onu müsîre diye isimlendirilen bir rüzgar sürükler.
Orada bir ağaç vardır ki, her eve kendisinden bir şey girmiştir: Giren her
parça, mü’nese diye isimlendirilir. Cennedikler onun gölgesinde toplanır ve Allah
Teâlâ’nın şanına yakışır şekilde ve bu konudaki makamlarına göre sohbet
ederler. Her biri adına bilmemiş oldukları bilgi gerçekleşirken bilginin
üstünlüğüne göre derece meydana gelir. Ağacın altından kalktıklarında ise,
daha önce aşina olmadıkları cennette bir takım derece ve menziller bulup takdir
edilemeyecek kadar büyük bir haz elde ederler. Bu nedenle şaşırırlar ve hazzın
nereden geldiğini bilemezler. Rahman’ın nefesinden bir esintiyi rüzgar onların
üzerine estirir. Bu esinti, elde ettikleri derecelerin o ağacın altında
kazandıkları bilgi derecelerindeki menziller olduğunu bildirir. Böylelikle her
biri için sadece kendisinin bildiği bir menzil gerçekleşir. Onlara uğrayan her
nefeste, yeni ve yerleşik bir haz vardır. Bu ve benzeri feleklerin yüzeyinin
içerdiği şey budur. Bu cenneder, aslan burcunda meydana gelmiştir ve orası
sabit burçtur. Dolayısıyla süreklilik ve kahır özelliğine sahiptir. Bu nedenle
bir şeye ehli ‘ol’ der, o şey de emre karşı direnemez ve hemen oluverir. Hiçbir
burç, o burcun gücüne sahip değildir. Dolayısıyla bu burç işleri yokluktan
varlığa çıkartmada güç ve kahır sahibidir.
Feleğin dibine gelirsek, Allah Teâlâ
onu burçlar feleğini kateden sabit yıldızların yeri yaptı. Onda bin yirmi bir
suret vardır. Yedi cevarinin yedi kat göklerdeki suretleri ondadır. Hepsinin
sayısı, bin yirmi sekiz surete ulaşır ki, bunlar yavaş veya hızlı burçlar
feleğini kat eder. Her birinin yıldızının günü, burçlar feleğini kat etme
ölçüsüncedir. En hızlı kat edenleri, ay (kamer) yıldızıdır, çünkü onun bir
günü, bu günlerin kendisiyle hesaplandığı büyük devrenin günlerinden yirmi
sekiz gündür. Bunlar, insanların bildiği günlerdir. Nitekim Allah Teâlâ ‘Rabbinin
katında bir gün onların saydıklarından bin senedir’221 buyurur.
Burada bilinen günler kastedilmiştir. Bu yıldızların en kısası ise, ay günüdür
ve miktarı, insanların saydıklarından yirmi sekiz gündür. En uzunu ise, miktarı
sayılan günlerden otuz altı bin sene olan bir yıldıza aittir. Bu,
Zi’l-mearic’in -ki ilahi isimlerden biridirgünü ielli bin senedir. Rab isminin
günü, saydıklarımızdan bin sene kadardır. Her ilahi ismin bir günü vardır.
Yıldızların suretlerinin bütün günlerini, yani onların bilinen günlerle
miktarlarını öğrenmek istersen, otuz altı bin sene ile bin yirmi biri
çarparsın. Ortaya çıkan sayı, bilinen günlerle yıldızların günlerini verir.
Çünkü onlardan her birinin günü, otuz ald bin senedir. Sonra hepsine birden
yedi yıldızın günleri eklenir ve bu toplamdır. Sonra bu toplam alınır ve burç
senelerinde meydana gelen toplam da üç yüz altmışın kendisiyle çarpımından
meydana gelen seneyle çarpılır. Burada ortaya çıkan toplam ise Allah Teâlâ’nın
kendisini yarattığı ilk günden bitime kadar dünyada gerçekleşecek varlıkların
toplamıdır. Bunu bilmelisin.
Burçlarm seneleriyle üç yüz altmışın
kendisiyle çarpımı, iki yüz yedi bin altı yüz eder. Bu toplamda ise yıldızların
günlerinin sayısından meydana gelen toplam çarpılır. İşte bu, el-Aziz ve
el-Alim’in belirlediği ve takdir ettiği yıldızların takdiridir. Ahirette,
cehennemde feleğin dibindeki yıldızların hükümleri ile dağılmış, sönmüş ve
saçılmış haldeki yedi cevarinin hükmü geride kalır. Bu durumda onlar cehenneme
aydınlık, sabidik ve feleklerinde yüzüşlerinin ortaya çıkarttığı hadiselerden
başkalarını verirler. Bunlar yirmi sekiz bin felektir ki, hepsi gidicidir.
Geride özü gereği ışıkları sönmüş yüzen felekler kalır. Ahirette cennette ise,
burçlarm ve aklın miktarlarının hükmü kalır. Cennetlerde bunlardan gerçekleşen
şeyler gerçekleşir ve sabit kalır. Beyaz Misk kesibine gelirsek -ki o
insanların büyük ziyaret günü Hakkı görmek üzere Cuma günü toplandıkları Adn
cennetindedir-
onun günleri, Allah Teâlâ’nın isimlerinin günlerindendir.
Benim veya başka. . . . 1 sınm bu konuda bir bilgisi yoktur. Çünkü Allah
Teâlâ’nın öyle isimleri vardır
ki, onların bilgisini gaybma
ayırmıştır. Onlar bilinmediği gibi, günleri
de bilinmez.
Cenneder arasında Adn cenneti,
insanların evlerinin arasında Allah Teâlâ’nın evi Kabe gibidir. Adn cennetinde
büyük ziyaret ise, Cuma namazı gibidir. Özel namaz ise, beş vakit namaz
gibidir. En özel ziyaret, nafile namaz için mescider gibidir. Namazının
ölçüsüne göre Hakkı ziyaret edeceğin gibi namazdan çıkışına ve her iki namaz
arasındaki durumuna göre O’nu görürsün. Öyleyse işin en azı, tekbirde ve
namazdan çıkış esnasındaki niyetteki ‘huzurdur.’ En büyüğü ise, huzurun namazın
bütün parçalarına eşlik etmesidir. Burada münacaat vardır, müşahede, hareketler
ve durağanlık vardır. Bu isme ait harf, Şın’dır. Menzil ise, cephedir.
Yüz yirmi ikinci kısım sona erdi.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar