Ehl-i Beyt-i Mustafa salla'llâhü aleyhi ve sellem
HZ. FÂTIMA (aleyhisselâm)
Alıntı
Kaynak: Muhammed Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe
Hz. Muhammed (salla'llâhü
aleyhi ve sellem)'in neslinin kendisiyle devam ettiği en küçük kızı.
Müslümânların dördüncü halifesi "ilmin kapısı" Hz. Ali (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh)'ın hanımı.
Kerbela'da zulme boyun
eğmeyip başkaldırı ruhunu kendisinden sonra gelen müminlere miras bırakan
"cennet gençlerinin efendisi" Hz. Hüseyin (aleyhisselâm)'ın ve
Kerbela'da esir edildikten sonra Kûfe sokaklarında teşhir edilen, Yezid'in
sarayında yaptığı etkileyici konuşmayla halkı galeyana, Yezid'i ise dize
getiren Peygamber torunu Hz. Zeynep ( radiya'llâhü anh.)'nın annesi. Hz.
Peygamber'in, "Dünyadaki en iyi dört kadın şunlardır: Meryem, Asiye,
Hatice ve Fâtıma" buyurduğu "âlemlerin kadınlarının ulusu".
Peygamberimizin Zeyneb, Rukiyye ve Ümmü Gülsüm'den sonra dördüncü ve en küçük
kızı. Doğum tarihi ihtilaflı olup (605, 609, 615) yıllarında dünyaya geldiğine
dair çeşitli rivâyetler ve görüşler vardır. Hicrî II. Milâdî 633. yılda
Medine'de Mescid-i Nebevî'ye bitişik odâsında vefât eden Hz. Fâtıma'nın kabri
konusunda da üç değişik görüş vardır: Cennetü'l-Bakî', Akil'in evinin avlusu,
Hz. Abbas'ın daha sonra yaptırılan türbesi. Ancak bugün kabul edilen yer
Cennetü'l Bakî'dir.
Diğer kadınlardan her
bakımdan üstün olan Hz. Fâtıma'nın birçok lâkabı vardır ki bunların herbiri
onun üstün meziyetlerini tanımlamaktadır: Hz. Fâtıma'nın yüzü parlak olduğu
için saf, berrak, ay gibi parlak anlamına gelen "Zehrâ"; yalnızca Hz.
Meryem ve Fâtıma'ya kadınların özel hallerinden muaf tutuldukları için eşi
bulunmaz anlamında "Betül"; diğer Fâtıma'lardan ayrılması için ulu
anlamına gelen "Kübrâ"; oğullarıyla tanınması için "Ümmü
Hasan", "Ümmü Hüseyin", "Ümmü Muhsin"; Hz.
Peygamber'in kızı olduğundan dolayı "Bint-i Resul"; Bedir ve Huneyn
savaşlarında bilfiil bulunduğu için "Bedir ve Huneyn Hurisi";
ağırbaşlılığı sebebiyle kadınların efendisi anlamında "Seyyid-i
Nisâ"; Güzelliği ve temizliği nedeniyle "İnsanların Hurisi";
babasına çok benzediğinden ötürü babasının kızı anlamına gelen "Bint-i
Ebiha"; babasına bir anne şefkatiyle düşkün olduğundan dolayı babasının
annesi anlamındaki "Ümmü Ebiha"; zeki ve kavrayışlı olduğundan
"Zekiyye"; bereketi, uğurlu, kuvvetli ve kutlu olduğuna işaret için
"Meymune", itâatli ve alçak gönüllülüğünden dolayı
"Râziyye"; ve herkes tarafından sevildiği, insanlarla olan ilişkilerinde
kimseyi incitip gücendirmeyecek denli tutarlı olduğundan dolayı kendisine
"Marziyye" denmiştir. En çok kullanılanı ise "Zehrâ"dır.
Hz. Peygamber'in
risâletinin beşinci yılında, hicretten sekiz yıl önce Mekke'de dünyaya gelen
Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesini Resulullah şu cümleleriyle veriyordu: "İşte
şimdi vahiy meleği bana geldi ve bu doğan çocuğu kutladı. Allah ona Fâtıma
adını verdi." Câhiliye geleneğinde kız çocuğu büyük bir utanç vesilesi
sayılıp babaların yüzünü kızartan ve bu yüzden diri diri kumlara gömüldüğü bir
zamanda Hz. Fâtıma'nın doğum müjdesi aynı zamanda kadınların kurtuluş müjdesi
oluyordu. Hz. Fâtıma'yı dünyaya getiren Hz. Hatice (r.a.) ile Hz. Peygamber'in
soyu yedinci ataları Gâlib oğlu Lüveys'te birleşir. Annesini küçük yaşta
yitiren Fâtıma diğer kardeşleri gibi babasının sonraki hanımlarını anne edindi.
Ancak öz annesinin şefkatinden mahrum kalan Fâtıma ile babası arasında daha
sıcak bir yakınlık doğdu. Hz. Peygamber kızına babalık yanında anne şefkatini
de göstermek durumunda idi ve bunu en iyi şekilde yerine getirdi. Babasıyla
Fâtıma'nın arasındaki sıcaklığın diğer nedenlerinden biri de Hz. Peygamber'in
diğer çocuklarının ard arda vefât etmeleridir; Peygamberimiz diğer çocuklarının
acısını, sevgi ve özlemini Fâtıma'da toplamıştı. (Ana-baba bir kardeşleri Kâsım
iki, Abdullah üç, Zeynep otuz, Rukiyye yirmi bir; Ümmü Gülsüm yirmi altı
yaşlarında Fâtıma'dan önce vefât ettiler). Ayrıca Hz. Peygamber'in soyunun
Fâtıma ile devam etmesi de babasının yanında Fâtıma'ya ayrı bir değer
kazandırıyordu.
Ama Fâtıma'yı
"Seyyid-i Nisâ" yapan etkenler yalnızca bunlar değildi. O kısacık
ömründe İslâm kadınına örnek olacak zorlu ve çileli bir hayat sürdü.
Hz. Fâtıma çocukluğunu
İslâm'ın en zayıf, müslümanların en çok ezildiği bir ortamda Hz. Hatice gibi
bir annenin terbiyesi altında geçirdi. Babasının ve müslümanların çektiği
acılara en az onlar kadar o da ortak oldu. Babası evden çıkıp İslâm'ı tebliğ
ederken o ya endişe içinde merakla kapıda bekler ya da babasını adım adım izler
ve onu kollamaya çalışırdı. Bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haram'a gitmiş ve
oradaki topluluğa İslâm'ı anlatıyordu. Fakat karşısında bulunan câhiliye
mensupları kendi düzenlerini tehdit eden bu sesi boğmak için toplanmış ve Hz.
Peygamber'e her türlü hakareti yaparak saldırmışlardı. Babasının dövülüşünü bir
kenardan korkuyla izleyen Fâtıma müşriklerin dağılmasından sonra kanlar
içindeki babasını alıp eve götürmüş ve bir anne şefkatiyle yaralarını sarmıştı.
Buna benzer nice olayların içinde pişen Fâtıma âdeta geleceğin Hz. Fâtıma'sı
olmaya hazırlanıyordu. Yine bir gün Hz. Peygamber Mescid-i Haramda secde
hâlindeyken müşrikler her zamanki vahşetleriyle deve barsaklarını ve
işkembesini basına atarak kahkahalarla eğlenirken, Fâtıma o pislikleri kendi
elleriyle temizler ve babasını alıp eve götürür. Hz. Peygamber Fâtıma'ya hem
babalık hem analık yaparken Fâtıma da o zorlu ortamda hem "babasının
kızı" hem de "babasının annesi" olmuştur.
Hz. Peygamber'le kızı
arasındaki ilişkiler aynı zamanda yaşadıkları toplumun geleneklerini de yerle
bir ediyordu. Bir defa; "Kendisine kız çocuğu müjdelendiği zaman babaların
yüzleri utançtan simsiyah kesilirken", kız çocuğu oldu diye dostlarının
yüzüne bakamayan babalar gizlice çöle götürüp bu çocukları diri diri toprağa
gömerken Hz. Peygamber kızının doğum müjdesini alınca sevinçten yüzü
aydınlanmış ve bu müjdeyi dostlarına bizzat kendisi duyurmuştur. Câhiliyede
soy, mutlaka erkek çocuk kanalıyla devam ederken Hz. Peygamber'in soyu kızı
Fâtıma ile devam etmiş ve yüce Allah câhiliyenin bu geleneğini bizzat
Resulullah aracılığıyla yoketmiştir. Peygamberimizin oğlu Abdullah da vefat
edince câhiliye mensupları "Muhammed'in soyu kesildi" diye sevinip
"o artık ebter, yani soyu kesiktir" diye Peygamberimizi alaya
aldıklarında onu bizzat yüce Allah savunmuş ve Peygamber'i teselli eden Kevser
sûresi nâzil olmuştur: ''Biz sana kevser'i verdik. O halde namaz kıl, kurban
kes. Senin şanın yücedir. Asıl ebter ise o (sana ebter diyen)dir."
Buradaki "kevser"i İslâm âlimleri Peygamberimizin hadislerinden yola
çıkarak "bol hayır", "sonsuz", "sayısız ümmet", "çok
sahâbe", "şefaat" anlamlarında tefsir etmişler, ayrıca
"kevser" kelimesiyle Hz. Fâtıma'nın kastedildiğini de
bildirmişlerdir.
Hz. Peygamber kızına o
kadâr şefkatli idi ki onu ellerinden ve yüzünden öperdi. Halbuki o toplumda bir
babanın kızının elinden öpmesi bir yana erkek çocuklar bile öpülmezdi, ayıptı.
"Benim on çocuğum var daha bir kez öpmüş değilim" diyen insanların
yaşadığı bir toplumda kadını diri diri gömülmekten eli öpülen bir konuma
yükselten de yine Hz. Peygamber'in getirdiği İslâm'dı.
Rasûlullah kızını
anlatırken "Babasının annesi", "Baban sana fedâ olsun",
"Alemlerin kadınlarının ulusu", "Fâtıma'yı hoşnut eden beni
hoşnut etmiştir, onu kızdıran beni kızdırmıştır" ve, "Kızım Fâtıma'yı
seven beni sevmiştir, Fâtıma'yı memnun eden beni memnun etmiştir; Fâtıma'yı
üzen beni üzmüştür. Fâtıma benden bir parçadır, kim onu incitirse beni incitmiş
olur, beni incitense Allah'ı incitmiştir" buyururdu.
Hz. Fâtıma Mekke döneminin tüm zorluklarına babasıyla birlikte katlandı ve Hz.
Peygamber dâhil müslümanların tamamına yakını Medine'ye hicret edene kadar
Mekke'den ayrılmadı. Resulullah Kûba'ya ulaştıktan sonra Hz. Ali, Hz. Ali'nin
annesi ve Ümmü Eymen'den oluşan bir kafileyle Medine'ye hicret etti.
Medine'ye hicret
ettikten sonra Hz. Fâtıma'yı Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve daha başka sahâbîler
babasından istediler. Ancak Peygamberimiz bu istekleri nazikçe geri çeviriyor
ve bekliyordu. Hz. Ali de Fâtıma'ya tâlib oldu ve Peygamberimiz kızının bu
konudaki görüşünü alarak Allah'ın vahiyle izin vermesinden sonra Ali ile
Fâtıma'nın evlenmelerine karar verildi. Daha sonra nikâhları da Mescid'de
kıyıldı. Mehir olarak Hz. Ali'den dört yüz dirhem gümüşü uygun gören Efendimiz
onun zırhı ve atından başka bir şeyinin olmadığını öğrenince zırhını satmasını
söyler. Hz. Ali dört yüzseksen dirhem gümüşe zırhını satar ve bunun dört yüz
dirhemi mehir olarak Hz. Fâtıma'ya verilir. Ancak Fâtıma bu mihri çok bulur;
kendisine en güzel mihrin kıyamet günü İslâm ümmetinin Peygamber'in şefâatiyle
affedilmesi olacağını söyler ve bu konuda dua eder. Ancak kendisi için ayrılan
dört yüz dirhemi düğün masraflarına harcanmak üzere hibe eder. Nikâh mescidde
Peygamberimizin bir hutbesi ile ilân edilir: "Allah'a hamd... yüce Allah
evlenmeyi bir görev, adalet, ve geniş bir hayır kılmıştır. Şimdi Allahu Teâlâ
bana kızım Fâtıma'yı Ali b. Ebı Tâlib'e nikahlamamı buyurmuştur. Ey ashâbım ben
de sizi şâhit kılıyorum ki Ali b. Ebi Talib mevcut gelenek ve Allah'ın emriyle
söyleyeceğim şeyi kabul ederse dörtyüz dirhem gümüş mehirle kızım Fâtıma'yı
kendisine nikâhladım. Yüce Allah kendilerinin varlıklarını biraraya getirsin ve
bunu kendilerine mübârek kılsın. Rabbim nesillerini temiz, kendileriyle
çocuklarını geniş rahmetinin anahtarı, yüce hikmetinin kaynağı ve Muhammed
ümmetinin güvenlik sebebi kılsın....Rabbimden kendim ve sizin için mağfiret
dilerim." Hz. Ali'nin şartları kabul etmesi üzerine sâde bir törenle nikâh
kıyılır ve misafirlere bal şerbeti hurma ve gül suyu ikram edilir. Daha sonra
hurma, yağ ve süzülmüş yoğurttan yapılan bir de düğün yemeği verilir. Yemeğin
az olmasına rağmen yedi yüz misafirin yediği halde Allah'ın bereketlendirmesi
ile yetip artar.
Babasından ayrılıp Hz.
Peygamber mescidine bitişik, zemini toprak eve yerleşirken çeyiz ve ev eşyası
olarak şunları götürmüştü: Üç adet minder, bir halı. bir yastık iki
eldeğirmeni, bir su tulumu, bir su testisi meşinden bir su bardağı, bir elek,
bir havlu, bir koç postu eski bir kilim, hurma yaprağından örülmüş bir sedir,
iki elbise, uzunlamasına örttüklerinde ayakları enlemesine örttüklerinde baslarını
açıkta bırakan bir küçük yorgan.
Hz. Peygamber kızını evlendirmekle ondan kopmadı, ilişkileri azalmadı; yine her
sabah onları namaza kaldırır, bir yolculuğa, sefere çıkacağı zaman en son
vedâlaşacağı kişi Fâtıma olur; döndüğünde ise hanımlarından önce ona uğrardı.
Hz. Peygamber bu yeni yuvaya çok önem veriyor; İslâm ümmetinin geleceğini bu
yuvanın etkileyeceğini bilerek onları yönlendiriyor, eğitiyordu. Hz. Ali ve Hz.
Fâtıma arasında işbölümünü bizzat kendisi yapmıştı.
Câhiliye geleneğinde
ağır işlerde ezilen kadınların aksine Hz. Fâtıma sadece evin iç işlerinden, Hz.
Ali de dış işlerinden sorumlu olacaktı.
Müslümanların çektiği
sıkıntılar ve savaşlar bu aileyi de etkiliyor, Hz. Fâtıma da diğer müslümanlar
gibi yarı aç yarı tok yaşıyordu; Peygamber kızı olmasından dolayı hiçbir
ayrıcalığı yoktu. Hz. Ali'nin ekonomik durumu genelde iyi olmamasına rağmen
Beytü'l-Mal'den haklarından fazla bir şey almadılar. Hz. Ali ticaret yapıp
dünya malı biriktirme yerine Hz. Peygamber'in kâtipliğini yapıyor, İslâm ümmeti
için ilim biriktiriyordu. Hz. Fâtıma ise avuçları kabarana kadar un öğütüp
kendi işini kendi yapıyordu. Bu yuvada katı kurallar yoktu; Hz. Ali ev
işlerinde Hz. Fâtıma'ya yardımcı oluyordu. Hz. Fâtıma da Hz. Ali'ye. Fâtıma'nın
ev işlerinde çok yıprandığını gören Hz. Ali Peygamberimize gelerek bir hizmetçi
verip veremeyeceğini sorduğunda Hz. Peygamber, "Ya Fâtıma, Allah'tan kork;
Rabbinin farzını ifâ et; eşinin hizmetine bak. Yatağına girdiğinde otuz üç defa
tesbih oku, otuz üç defa hamd et, ve otuz dört defa tekbir getir. Bunların
toplamı yüzdür; bunları okuman senin için daha hayırlı olacaktır" diyerek
bu isteği geri çevirdi; onlar da razı oldular.
Gerçekte, Fâtıma
isteseydi çok lüks bir hayat sürebilir, bir değil birçok hizmetçisi olurdu.
Müslümanlar Hz. Peygamber'in biricik kızı razı olsun, iyi bir hayat sürsün diye
tüm varlıklarını onun önüne sürebilirlerdi. Ama o lüksün yerine çileyi seçti;
tıpkı İslâm toplumunun diğer fertleri gibi. Fakirlere kölelere, zayıflara
baktı, zenginlere değil. Hz. Fâtıma annesi Hatîcetü'l-Kübrâ'dan kalan bütün
mirası İslâm yolunda Allah için Resulullah'a vermiş ve evlendiği zaman
sıkıntılarla karşılaştığında da bunda hiçbir pişmanlık duymamıştı.
Hz. Fâtıma ve Ali örnek
bir İslâm ailesi oluşturdular. İhtiyaçtan fazlasını elde tutmadıkları gibi
ihtiyaçları olduğu halde muhtaçlara verdiler, kendileri sabrettiler. Bir
elbiseleri olurdu genellikle ve onu gece yıkayıp gündüz tekrara giyerlerdi.
Hatta bir defasında Hz. Fâtıma babasının yanına üzerinde kısa, başını örtse
ayağı, ayağını örtse başını açıkta bırakan bir elbise ile çıkmıştı... Onun kısa
yaşantısında gösterişe, giyim kuşama, eşyaya, leziz yemeklere, ayıracak zamanı
olmadı. Onun ve peygamberin terbiyesinde yetişen diğer kadınlar gözünde giyim,
iffeti koruyacak, tesettürü sağlayacak bir örtüden ibaretti. Hattâ tesettür
farz kılındığı zaman üstlerine elbise örtmeye bulamayan kadınlar yatak
çarşafları ve perdelerle tesettür emrini yerine getirdiler. Hz. Fâtımâ'nın
evine normal ziyaretlerini yaptığı bir günde Hz. Peygamber bir köşede nakışlı
bir örtü görür, kapıdan geri döner ve ardından Fâtıma'ya şu ikazı yapar:
"Bir peygambere zevki çeken şeylerle donatılmış bir eve girmek uygun
değildir" Fâtıma o örtüyü derhal kaldıracak bir daha da bu görüntüleri
evine sokmayacaktır.
Hz. Fâtıma ve Ali ailesi
cömert bir aile idi. Oruçlu oldukları bir günün akşamı iftar için
hazırladıkları bir miktar yiyeceği sofraya koymuşken kapıya gelen bir yoksula
verirler ve suyla iftar edip ertesi gün yine oruç tutarlardı.. O akşam bir
yetim, üçüncü akşam bir esir gelir ve her defasında bir parça yiyeceklerini aç
oldukları, canları çektiği halde yoksula, yetime ve esire yedirirler, kendileri
de sadece su ile üç gün oruç tutarlar. Kur'an-ı Kerim'de İnsan suresinin şu
ayetleri bu olay üzerine nâzil oldu "...İyiler de karışımı kafûr olan bir
kadehten içerler; bir kaynak ki Allah'ın kulları ondan içerler, (İstedikleri
yere de) fışkırtarak akıtırlar. Adaklarını yerine getirirler ve şerri salgın
olan bir günden korkarlar. Yoksula, yetime ve esire sevdikleri yemeği
yedirirler. 'Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz, sizden karşılık ve
teşekkür beklemiyoruz. Çünkü biz suratsız, çok katı bir gün(ün azâbın)dan ötürü
Rabbimizden korkarız' derler. Allah da onları o günün şerrinden korumuş
onlar(ın yüzlerin)e parlaklık ve (gönüllerine) sevinç vermiştir..."
Ayrıca Kur'an-ı
Kerîm'deki şu âyetler de Hz. Fâtıma ile ilgilidir: "Ey ehli beyt, Allah
ancak sizden her çeşit pisliği gidermeyi ve sizi tertemiz yapmayı
dilemektedir" (el-Ahzâb, 33/33). (Bu ayet-i kerime Hz. Peygamber, Ali,
Fâtıma, Hasan, Hüseyin hakkında indirilmiştir).
Kevser suresinde,
"Biz sana kevseri verdik." ayetindeki "kevser"in anlamı
"Fâtıma"dır. Ayrıca Hz. Peygamber, "Ben, Ali, Fâtıma, Hasan ve
Hüseyin kıyâmet gününde arş'ın altında bir kubbeyiz" buyurmakta ve
"Habibim, deki: 'Ben bu (tebliğimi) karşı akrabalıkta sevgiden başka bir
mükâfat istemiyorum" (eş-Şûra, 42/23) âyetinde yakınlık kelimesinin kimler
olduğunu soran sahâbîlere Hz. Peygamber şu cevabı vermiştir: "Ali Fâtıma
ve çocuklarıdır."
Veda Haccından dönerken
Gadıru Hums denilen yerde müslümanlara iki şey bıraktığını bildirdi: Biri
Allah'ın kitabı Kur'an, diğeri ise..."Diğeri de ehl-i beyt'imdir. Ben
ehl-i beyt hakkında sizlere Allah'ı hatırlatırım" Kendisinden sonra ehl-i
beytin başınâ gelecekleri bilen Resulullah bu cümleyi üç kez tekrarlamıştı ki
müslümanlar ehl-i beytine sahip çıksın, onlara yapılan zulümlere karşı dursun.
Ama Kerbela'da Hüseyin'in başı mızrak ucunda taşınır, Hz. Zeynep Kûfe
sokaklarında esirlerle birlikte teşhir edilirken Hum mevkiinde Resulullah'ın üç
kez tekrarladığı ehl-i beyt hakkındaki sözleri unutulmuş veya kılıçların gücü
karşısında fayda vermemişti.
Yine bir gün sofranın basında oturmuşken Hz. Peygamber ellerini açar: "Ey
Rabbim, bunlar benim ehl-i beytimdir. Hayırlılarım, yakınlarım ve has
kimselerimdir. Bunlardan senin rızana aykırı olan kötülük, günâh, şek ve
şüpheleri, bütün kötülük ve şeytanın kışkırtmalarını giderip onları koru. Kötü
alışkanlıklardan ve diğer gizli-açık ayıplardan tam olarak temizle." Hz.
Fâtıma ehl-i beytin içinde ayrıca Rasûlullah'a en sevgili olanıydı.
Hz. Fâtıma'ya Hz. Ali de
o derece değer verirdi ki dönemin şartları gereği müslüman erkekler birden
fazla kadınla evlenmek durumunda kaldıklarında Hz. Fâtıma da Hz. Ali'nin diğer
erkekler gibi başka bir kadınla evlenmek isteyebileceğini düşünerek, ona eğer
evlenmek isterse bu konuda kendisinden yana bir problemin olmayacağını
söylemiş, ısrar etmiş, Ali ise Peygamber kızının üzerine herhangi bir kadın
almayı kendisine yakıştıramadığı için buna yanaşmamıştı. Hz. Fâtıma bizzat
babası Resulullah'a çıkmış ve Ali'nin bir başka kadınla daha evlenmesi
gerektiğini söylemiş ama Rasûlullah kızının bu isteğini geri çevirmiştir. Hz.
Fâtıma İslâm'a yararlı olacağını varsayarak Hz. Ali'den kendi üzerine herhangi
bir kadını almasını isteyecek derecede, fedakâr, kendi çıkarını değil ümmetin
geleceğini düşünen bir örnek İslâm kadınıydı.
Hz. Ali ile evliliği
vefatına kadar süren Hz. Fâtıma'nın, Hasan, Hüseyin, Muhsin, Ümmü Gülsüm ve
Zeyneb adında üçü erkek ikisi kız beş çocuğu oldu. Resulullah'ın soyu Hasan ve
Hüseyin kanalıyla devam etti. Çocuklarının herbirini İslâm ahlâkı ve üstün
ilimle yetiştiren Hz. Ali ve Fâtıma kendilerinden sonra İslâm bayrağını
dalgalandıracak Hz. Hüseyin ve Zeynep gibi fertler kazandırdılar ümmete.
Çok sevdiği babasının bu
dünyadan ayrılma vakti geldiğinde babasının başucunda olduğu halde Resulullah
Hz. Fâtıma'nın kulağına bir şeyler söyler. Bunun üzerine ağlamaya başlayan
Fâtıma Resulullah'ın kulağına eğilip tekrar bir şeyler söylemesiyle ağlamayı
keser ve gülümser. Daha sonra bu olayın nedenini anlatan Fâtıma, Hz.
Peygamber'in, yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak vefât edeceğini
söylediğini ve kendini tutamayarak ağladığını; ancak daha sonra ehl-i beytinden
kendisine ilk kavuşacak kişinin kendisi olduğunu müjdelediğinde gülümsediğini
söyler.
Hz. Fâtıma Hz.
Peygamber'in vefatıyla çok sarsılmış, ancak Resul'ün vefat etmeden önce
kendisine söylediği şu sözler ona moral vermişti: "Ya Fâtıma, bugünden
sonra babana elem yok; ancak peygamber için yaka-yen yırtılmaz, yüze vurulmaz,
senden sonra öleyim gibi sözler söylenmez; yalnız babanın İbrahim'e dediği gibi
'gözler yaş dökmede, kalp burkulmada; bu Rabbin gazâbı demiyoruz fakat ey
İbrahim, senin için mahzunuz biz' diyebilirsin."
Babasının vefatından
sonra Fâtıma'nın bir daha yüzünün gülmediği rivâyet edilmektedir. Bu vefat ona çok ağır gelir ve acı-içli, edebî mersiyeler okur Hz.
Peygamber'in ardından: "...Varsın dünyanın doğu ve batısında bulunanlar
senin vefâtım işitince ağlasınlar; neye yarar. Ben senin ayrılığının verdiği
üzüntüyle yüzüme gözyaşlarından resim yaparak geliyorum. Gündüzlerim ise
gecemden farksız. Gönlümde kocaman yaralar hâkim ve canım yanıyor, ruhum
sızlıyor..." ve mersiyeler devam edip gidiyor.
Fâtıma babasının
defniyle başından sonuna değin ilgilendi. Hatta cenaze suyu hazırlandığı sırada
Resulullah'ın elbisesi üzerinde olduğu halde gusledilmesini bizzat o
hatırlattı.
Daha sonra da sık sık
Peygamber'in kabri basında saatlerce ağlayacak, dua edecek olan Fâtıma,
Peygamber'in vefatından önce kendisine verdiği kavuşma müjdesini bekleyecekti.
Ancak bu, günlük hayattan, ailevî, İslâmî, ibâdî, analık sorumluluklarından
koparamıyordu onu. O yine hiç ölmeyecekmiş gibi çalışıyordu.
Fâtıma İslâm toplumuna,
Peygamber'in öğretisini unutmasınlar diye vaazlar veriyordu. Peygamber'in
vefatından sonra Mescid-i Nebevi'de bir hutbe verir ki, bu hutbesi onun
hitâbetteki gücüne en büyük delildir. Zaten onun anlatım tarzı ve söz söyleyiş
stilinin Hz. Peygambere benzediği de kaydedilmektedir. Bu hutbede hamd ve
salâtü selâmdan sonra İslâmi hükümleri bir bir hatırlatan Fâtıma daha sonra
Peygamber'in vefatından İslâm toplumu etkilenmesin, o tekrar eski hallerine
dönme yanlışlığınâ düşmesinler diye uyarıyordu onları: "...Siz azlıktınız;
dosttan yoksundunuz. O halde tasın dibinde kalan içilip tüketilecek olan bir
yudumluk suydunuz. Ateş dolu bir çukurun kenarındaydınız. Aç kişinin fırsat
gözetmeden, müddet beklemeden kapıp yutuvereceği bir lokmaydınız. Yanan ateşten
alınmış bir kordunuz. Yabancıların ayakları altına düşmüş bir toplumdunuz.
Çöldeki çukura dolmuş deve sidiği ve hayvan pisliğiyle kokuşmuş bir içimlik
suydunuz. Yediğiniz, ağaçların yaprakları ve tabaklanmış keçi derisinin
yağlarıydı. Aşağılık bir hale düşmüştünüz; adamların ayakları altında kalmaktan
korkuyordunuz ki, Allah'ın salât ona ve soyuna olsun, Muhammed'in sâyesinde
güçlüklerin belasına uğradıktan sonra Arabın kurtlarına lokma olduktan, kitap
ehline tutsak düştükten sonra kurtuldunuz. Allah sizi bu sıkıntılardan
kurtardı..."
Hz. Fâtıma hastalanıp
yatağa düştüğünde bile İslâmî düzenin korunması için konuşuyordu. Kendisini
ziyarete gelen bir kısım kadına; "...ömrüme yemin ederim ki bu yaptığınız
işler gebedir, bekleyin. Bundan böyle rahatça oturun; tam inançla gitmeyi bekleyip
durun. Müjde olsun size; kesip biçen kılıç geliyor, zâlimlerin her yönü
kaplayan hükümleri yürüyor. Hakkınızı çarpıp almadalar, toplumunuzu darmadağın
etmedeler. Size son pişmanlık gelip çatar, nice olur haliniz o zaman; ki, şimdi
görmedikleriniz meydana çıkar..."
Hz. Fâtıma ile Hz. Ebû
Bekir arasında Hz. Peygamber'den miras kalan Fedek arazisi yüzünden ihtilâf
çıktı. Hz. Fâtıma'nın mirasın kendisine verilmesi isteğini Hz. Ebû Bekir,
"Biz miras bırakmayız. Bıraktığım sadakadır. Ancak Muhammed'in ailesi bu
maldan yer" hadis-i şerifini delil göstererek geri çevirir. Daha sonra Hz.
Ömer bu araziyi Hz. Ali'ye verdi; Hz. Osman ise bu hurmalığı Hz. Ali'den alarak
Nervan'a bağışladı. Muaviye ise bu araziyi üçe bölüp bir parçasını Hz. Osman'ın
oğluna, bir parçasını Mervan'a diğer parçasını da oğlu Yezid'e vermiş; arazi
ancak Ömer b. Abdülaziz döneminde gerçek sahiplerinin eline geçebilmiş ve Hz.
Fâtıma'nın torunlarına iâde edilmiştir.
Hz. Fâtıma'nın
hastalığının iyice arttığı bir dönemde kendisine gelen ziyaretçiler arasında
Hz. Ebû Bekir de vardır ve Fedek arazisi yüzünden aralarında hafif bir
kırgınlık devam etmektedir. Hz. Fâtıma Ebû Bekir'i kabul eder ve helâlleşirler.
Fâtıma misafirlerinden izin alarak temizlenmek istediğini söyler, onlar ise
şaşırır; çünkü Fâtıma her zaman temizdir, "Betül"dür; Kadınların özel
halleri onda yoktur. Fatıma temizlenir, kokulanır giyinir ve misafirlerine
dönerek; "Ben öleceğim" ...Ve son vasiyeti: "Ben şimdi öleceğim.
Kimse yıkamasın beni; yıkandım. Kefenlemesinler beni; çünkü temiz elbiselerimi
giydim. Ancak vasiyetim şu ki, beni kabrime babam Resulullah gibi gece
defnetsinler." Bu sözlerinden sonra temiz örtüsünün üzerine, sağ elini
kafasının altına koyarak yanı üzeri yatar ve kıbleye döner. Hz. Ali'ye de,
"Ya Ali, benim üzerime kimsenin eli değmeden sen al götür Bakı mezarlığına
göm." ...Ve Hz. Peygamber'in müjdesine kavuşur Fâtıma. Vasiyeti gereği
gece Hz. Ali tarafından defnedildi. (3 Ramazan 1 1/22 Kasım 632). Cenaze namazı
Hz. Ali -diğer bir rivâyette ise amcası Hz. Abbâs- tarafından kıldırılmıştır.
Vasiyeti gereği Hz. Ali'nin gecenin karanlığında defnettiği yer konusunda da üç
değişik rivâyet vardır: Bakî mezarlığındadır; Akil'in evinin avlusundadır;
amcası Abbas için ileride yapılacak olan türbenin içindedir.
HZ. ALİ (kerrem'allahü
veche radiyallâhü anh)
Resulullah'ın amcasının
oğlu, damadı, dördüncü halife. Babası Ebû Talib, annesi Kureyş'ten Fâtıma binti
Esed, dedesi Abdulmuttalib'tir. Künyesi Ebu'l Hasan ve Ebû Tûrab (toprağın
babası), lâkabı Haydar; ünvanı Emîru'l-Mü'minin'dir. Ayrıca 'Allah'ın Arslanı'
ünvanıyla da anılır.
Hz. Ali küçük yaşından
beri Resulullah'ın yanında büyüdü. On yaşında İslâm'ı kabul ettiği
bilinmektedir. Hz. Hatice'den sonra müslümanlığı ilk kabul eden odur. Hz.
Peygamber ile Hz. Hatice'yi bir gün ibadet ederken gören Hz. Ali'ye
Peygamberimiz şirkin kötülüğünü, tevhidin manasını anlattığında Hz. Ali hemen
müslüman olmuştu.
Mekke döneminde her
zaman Resulullah'ın yanındaydı. Kâbe'deki putları kırmasını şöyle anlatır:
"Bir gün Resul-u Ekrem ile Kâbe'ye gittik. Resul-u Ekrem omuzuma çıkmak
istedi. Kalkmak istediğim zaman kalkamıyacağımı anladı, omuzumdan indi, beni
omuzuna çıkardı ve ayağa kalktı. Kendimi istesem ufukları tutacak sanıyordum. Kâbe'nin
üzerinde bir put vardı, onu sağdan soldan ittim. Put düştü, parça parça oldu.
Resulullah'ın omuzlarından indim. İkimiz geri döndük." (Ahmed b. Hanbel,
Müsned, I, 384).
Resul-u Ekrem, en yakın
akrabasını uyarmak ve hakkı tebliğ etmek hususunda Allah'u Teâlâ'dan emir
alınca onları Safa tepesinde toplayıp ilâhî emirleri tebliğ edince, Kureyş
müşrikleri onunla alay etmişti. İkinci toplantıyı yapmasını Hz. Ali (r.a.)'ye
bıraktı, Ali de bir ziyafet hazırlayarak Haşimoğullarını davet etti. Resulullah
yemekten sonra: "Ey Abdülmuttaliboğulları, ben özellikle size ve bütün
insanlara gönderilmiş bulunuyorum.İçinizden hanginiz benim kardeşim ve dostum
olarak bana bey'at edecek" dedi. Yalnız Ali (r.a.) kalktı ve orada
Resulullah'a onun istediği sözlerle bey'at etti. Bunun üzerine Resul-u Ekrem,
"Kardeşimsin ve vezirimsin " diyerek Hz. Ali'yi taltif etti.Hz.
Peygamber hicret etmeden önce elinde bulunan emanetleri, sahiplerine verilmek
üzere Ali'ye bıraktı ve o gece Hz. Ali, Resulullah'ın yatağında yatarak
müşrikleri şaşırttı. Böylece Hz. Ali, Hz. Peygamber'i öldürmeye gelen
müşrikleri oyalayarak onun yerine hayatını tehlikeye atmış, bu suretle
Peygamber'e hicreti sırasında zaman kazandırmıştır.
Hz. Ali,
Peygamberimiz'in kendisine bıraktığı emanetleri sahiplerine verdikten sonra
Medine'ye hicret etti. Medine'de de Hz. Peygamber'in devamlı yanında bulundu,
bütün cihat harekâtlarına katıldı, Uhud'da gâzî oldu. Bedir'de sancaktardı.
Aynı zamanda keşif kolunun başındaydı; hakim noktaları tesbit ederek Hz.
Peygamber'e bildirdi. Bu mevkiler işgal edilerek, Bedir'de önemli bir savaş
harekâtını başarıya ulaştırdı. Bedir gazasının başlamasından önce,
Kureyşliler'le teke tek dövüşen üç kişiden biriydi. Bu döğüşte, hasmı Velid b.
Muğire'yi kılıcı ile öldürdüğü gibi, Hz. Ebû Ubeyde zor durumdayken yardımına
koştu ve onun hasmını da öldürdü. Kendisine "Allah'ın Arslanı" lâkabı
ve Bedir ganimetlerinden bir kılıç, bir kalkan ve bir de deve verildi.
Hz. Ali, Bedir
savaşından sonra Hz. Peygamber'in kızı Hz. Fâtıma ile evlendi. Nikâhını Hz.
Peygamber kıydı. O zamana kadar Resulullah'la oturan Hz. Ali nikâhtan sonra
ayrı bir eve taşındı. Hz. Ali'nin, Hz. Fâtıma'dan üç oğlu, iki kızı dünyaya
geldi.Hicret'in üçüncü yılında Uhud savaşında, müslüman okçuların hatası
yüzünden müşrikler müslümanların üzerine saldırmışlar ve Hz. Peygamber de
yaralanarak bir hendeğe düşmüş ve düşman onun öldüğünü yaymıştı. Halbuki o
sırada döğüşe döğüşe gerileyen Hz. Ali, Hz. Peygamber'in içine düştüğü hendeğe
ulaşarak, onu korumaya almıştı. İki tarafın da kazanamadığı bu savaşta Hz. Ali
birçok yerinden yaralanarak gazi oldu.Uhud savaşından sonra Hz. Ali "Benu
Nadr" Yahudilerinin hainlikleri üzerine bu kabile ile yapılan savaşı
bizzat idare etti. Bütün çarpışmalarda Hz. Ali kahramanca döğüşmüş ve müşriklerin
en meşhur savaşçılarını öldürmüştür.
Hudeybiye barışında sulh
şartlarının yazılmasında o memur edildi. Hz. Ali, sulhnameyi yazmaya şöyle
başladı: "Bismillâhirrahmânirrahîm . Muhammed Resulullah...." Ancak
müşrikler bu ifadeye itiraz ettiler. Hz. Peygamber, "Resulullah"
yerine "Muhammed b. Abdullah" yazmasını Hz. Ali'ye söylemiş fakat Hz.
Ali "Resulullah" ifadesinin yazımında ısrar etmiştir.Hz. Ali
Mekke'nin fethi sırasında yine sancaktardı. "Keda" mevkiinden
Mekke'ye girdi. Mekke kan dökülmeden fethedildi. Hz. Peygamber ile birlikte
Kâbe'deki bütün putları kırdılar.Mekke'nin fethinden sonra Resulu Ekrem, Hâlid
b. Velid'i Benu Huzeyme kabilesine gönderdi. Bu kabile ya cehaleti, ya da
bedevî olmalarından, "müslüman olduk" anlamındaki "eslemna"
kelimesi yerine "sabbena" dediği için Hâlid b. Velid hiddetlendi ve
onlarla harp etti. Hz. Peygamber olayı duyunca çok üzüldü. Hz. Ali'yi bu hatayı
telâfi ile görevlendirdi. Hz. Ali Benu Huzeyme'ye giderek öldürülenlerin
diyetini ödeyip mağdur olanların zararlarını telâfi etmişti.
Huneyn gazasında
müslümanlar bir ara bozulup dağıldılar. Sayıları binleri bulduğu halde
içlerinden ancak birkaç kişi sabredip dayanabildi. Hz. Ali bu savaşta yalnız
sabırla tahammül etmekle kalmayarak gösterdiği yiğitlik ve kumandanlıkla İslâm
ordusunun kendi safında toparlanmasını sağladı.Resulu Ekrem hicretin 9. yılında
Tebük seferine çıkarken Hz. Ali'yi ehl-i beytin muhafazası için Medine'de
bıraktı, ancak bu sefere katılamadığı için müteessir oldu. Bunun üzerine
Resulullah: "Musa'ya göre Harun ne ise, sen bana karşı o olmak istemez
misin?" dedi. Ali, bu iltifattan çok memnun oldu.Tevbe suresinin ayetleri
nazil olunca, Resulullah Hz. Ali'yi Mekke'ye gönderdi. Bu suretle hiçbir
müşrikin artık Kâbe-i Şerîfi bundan sonra haccedemeyeceğini bildirdi.Yemen bölgesinin
İslâm'a girmesi zordu. Görev yine Ali b. Ebi Talib'e verildi. Hz. Ali "Bu
çok güç bir iş" dedi. Resulullah da "Ya Rabb, Ali'nin dili tercümanı,
kalbi hidayet nurunun memba olsun" diye dua edince, Ali, siyah bir bayrak
alarak Yemen'e gitti, kısa süren irşadları sayesinde Yemen'in bütün Hemedan
kabilesi müslüman oldu.
Hz. Peygamber'in vefatı
sırasında, hücresinde bulunanların başında geliyordu. Hz. Ebu Bekir halife
seçildiği sırada Hz. Ali Resulullah'ın hücresinde tekfin ile meşgul idi.Hz.
Ömer devrinde devletin bütün hukuk işleriyle ilgilenip adeta İslâm devletinin
baş kadısı olarak görev yaptı. Hz. Ömer'in şehâdeti üzerine yine devlet
başkanını seçmekle görevlendirilen altı kişilik şûra heyetinde yer alıp, bu
altı kişiden en sona kalan iki adaydan biri oldu.Hz. Osman'ın hilâfeti
döneminde idarî tutumdan pek memnun olmamakla birlikte İslâm devletinin
muhtelif vilâyetlerinden gelen şikayetleri hep Hz. Osman'a bildirmiş ve ona hâl
çareleri teklif etmişti. Hz. Osman'ı muhasara edenleri uzlaştırmak için elinden
gelen gayreti sarfetti.
Hz. Osman'ın
şehâdetinden sonra İslâm'ın ileri gelen şahsiyetleri ona bey'at ettiler. Ancak
onun bu dönemi Allah'ın bir takdiri olarak son derece karışık bir dönem oldu.
Hilâfete geçtiğinde hâlledilmesi gereken bir çok problemle karşı karşıya kaldı.
Bu karışıklıklar Cemel ve Sıffin gibi iç çatışmaları doğurdu. İslâm devleti
bünyesindeki bu ihtilâfları giderme konusunda büyük fedakârlık ve gayretler
gösterdi.Nihayet, Kûfe'de 40/661 yılında bir Hârici olan Abdurrahman b. Mülcem
tarafından sabah namazına giderken yaralandı. Bu yaranın etkisiyle şehid oldu.
Hz. Ali devamlı olarak
Hz. Peygamber (s.a.s.)'in yanında bulunduğu için Tefsir, Hadîs ve Fıkıhta
sahabenin ileri gelenlerindendir. Hatta Resulullah'ın tabiri ile "ilim
beldesinin kapısı" olarak ümmetin en bilgini idi. Hz. Peygamber yolunda
insanları hakka iletmek için büyük gayretler sarfetmiş ve hilâfet dönemi iç
karışıklıklarla dolu olmasına rağmen İslâm'ın öğretilmesi ve öğrenilmesi
hususunda büyük katkıları olmuştu.
Medine'de duruma hakim
olup yönetimi tam olarak eline aldıktan sonra öğretim için merkezde bir okul
kurdu. Arapça gramerin öğretilmesini Ebu Esved ed-Düeli'ye, Kur'an okutma ve
öğretme işini Abdurrahman esSülemi'ye, Tabiî ilimler konusunda öğretmenlik
görevini Kümeyl b. Ziyâd'a verdi. Arap edebiyatı konusunda çalışma yapmak üzere
de Ubade b. esSamit, ve Ömer b. Seleme'yi görevlendirdi. Devlet yönetimi ve
hizmetlerini; maliye, ordu, teşrî ve kaza gibi bölümlere ayırarak yürütüyordu.
Malî işleri, dağıtma ve toplama diye iki kısma ayırmazdı.Ümmetin malını ümmete
dağıtırken de son derece titiz davranırdı. Kendisine bir pay ayırma noktasında
gayet dikkatli olup, kimsenin hakkına tecavüz etmemekte de büyük bir örnek idi.
Kendisini Kûfe'de görenler, kışın soğuğunda ince bir elbisenin altında tir tir
titreyerek camiye gittiğini aktarırlar. Devlet yönetici ve memurlarının nasıl
davranmaları gerektiği konusunda şu yönetmeliği hazırlamıştı.
Halka karşı daima
içinizde sevgi ve nezaket besleyin. Onlara bir canavar gibi davranmayın ve
onları azarlamayın.
Müslüman olsun olmasın
herkese aynı davranın. Müslümanlar kardeşleriniz, müslüman olmayanlar ise sizin
gibi bir insandır.
Affetmekten utanmayın.
Cezalandırmada acele etmeyin. Emriniz altında bulunanların hataları karşısında
hemen öfkelenip kendinizi kaybetmeyin .
Taraf tutmayın, bazı
insanları kayırmayın. Bu tür davranışlar sizi zulme ve despotluğa çeker.
Memurlarınızı seçerken
zalim yöneticilere hizmet etmemiş ve devletin suçlarından ve zulümlerinden
sorumlu olmamış bulunmalarına dikkat edin.
Doğru, dürüst ve nazik
kişileri seçin ve çıkar ummadan ve korkmadan acı gerçekleri söyleyebilenleri
tercih edin.
Atamalarda araştırma
yapmayı ihmal etmeyin.
Haksız kazanç ve
ahlâksızlıklara düşmemeleri için memurlarınıza yeterince maaş ödeyin.
Memurlarınızın
hareketlerini kontrol edin ve bunun için güvendiğiniz samimi kişileri kullanın.
Mektuplar ve
müracaatlara bizzat kendiniz cevap verin.
Halkın güvenini kazanın
ve onların iyiliğini istediğinize kendilerini inandırın .
Hiç bir zaman
vaadinizden ve sözünüzden dönmeyin.
Esnaf ve tüccara dikkat
edin; onlara gereken önemi gösterin, fakat ihtikâr, karaborsa ve mal
yığmalarına izin vermeyin.
El işlerine yardım edin;
çünkü bu yoksulluğu azaltır, hayat standardını artırır.
Tarımla uğraşanlar
devletin servet kaynağıdır ve bir servet gibi korunmalıdır.
Kutsal görevinizin
yoksul, sakat ve yetimlere bakmak olduğunu hiç aklınızdan çıkarmayın.
Memurlarınız onları incitmesin, onlara kötü davranmasın. Onlara yardım edin,
koruyun ve yardımınıza ihtiyaç duydukları her zaman huzurunuza çıkmalarına
engel olmayın .
Kan dökmekten kaçının,
İslâm'ın hükümlerine göre öldürülmesi gerekmeyen kimseleri öldürmeyin.
Hz. Ali bütün bu
emirleri kendi nefsinde eksiksiz uygulayan bir halifeydi. Beş yıllık halifeliği
çok önemli olaylarla, savaş ve sıkıntılarla geçmişti. Fitnelere karşı sonuna
kadar doğru yoldan sabırla mücadele etmek istedi sonunda şehid oldu.Hz. Ali
İslâm'ın bütün güzelliklerine vakıftı. Çünkü o, Resulullah'ın daima yanında
bulunmuştu. Vahiy kâtibiydi, hâfız, müfessir ve muhaddisti. Hz. Peygamber'den
beş yüzden fazla hadis rivayet etti.
Ahkâmın nazariyatından
çok amelî keyfiyetine bakardı: "Halka anladıkları hadisleri söyleyiniz.
Allah ile Peygamber'in tekzip edilmesini ister misiniz?" (Buhârî, İlim)
demiştir.
Hz. Ali'nin, Hz.
Fâtıma'dan Hasan, Hüseyin, Muhsin adlı oğulları ve Zeynep, Ümmü Gülsüm adlı
kızları oldu.Hz. Ali âbid, kahraman, cesur, iyilikte yarışan, takva sahibi ve
son derece cömertti.
Medine'de müslümanların
durumu düzeldikten sonra, Hz. Ali de bir hizmetçi almaya karar verip,
Resulullah'a gitti. Resulullah kızıyla damadının arasına girerek: "Ben
size hizmetçiden daha hayırlısını haber vereyim. Yatarken otuzüç kere Allahü
ekber, otuzüç kere Elhamdülillah, otuzüç kere de Subhanallah deyin"
buyurdu.
Yine bir gün yiyecek çok
az yemekleri olan Hz. Ali ile ailesi sofraya oturdukları sırada kapılarına bir
dilenci geldi, onlar da yemeği dilenciye verdiler. Ertesi gün gelen bir yetime,
üçüncü gün gelen bir esire yemeklerini verdiler. Bu olay üç gün sürdükten sonra
şu ayet-i kerime indi: "şüphesiz en iyiler mizacı kâfur olan bir tastan
içerler. Allah'ın kullarının taşıra taşıra içeceği bir kaynak. Adağı yerine
getirirler ve şerri yaygın olan bir günden korkarlar. İçleri çektiği hâlde
yiyeceği, miskine, yetime ve esire yedirirler. 'Biz sizi ancak Allah'ın rızası
için doyuruyoruz, sizden bir karşılık ve teşekkür beklemiyoruz. Doğrusu biz
oldukça asık suratlı zorlu bir günden dolayı Rabbımızdan korkuyoruz' derler.
Allah da bu günün şerrinden onları korur. Onlara parlaklık ve sevinç
verir." (İnsan, 5/11)
Hz. Ali'nin
"Zülfikâr" adı verilen meşhur bir kılıcı vardı. Kılıcın ağzı iki
çatallı idi ve Hz. Ali'ye Resulullah tarafından hediye edilmişti.Hz. Ali'nin
cömertliği, insanîliği, Resulullah'a olan yakınlığıyla edindiği büyük manevî
miras onu yüzyıllardır halk inançlarında destani bir kişiliğe büründürmüştür.
Bir gün onun dört dirhemi vardı. Birini açıktan, birini gizliden birini gündüz,
birini de gece infak etti ve hakkında şu ayet-i kerime indi: "Mallarını
gece ve gündüz, gizli ve açık olarak infak edenler. Onlar için Rabbleri katında
karşılıkları vardır ve üzülecek de değillerdir." (el-Bakara, 2/274).
Hz. Ali'nin
peygamberimizden rivayet ettiği bazı hadis-i şerifler:
"Günah işleyen biri
pişman olur, abdest alır namaz kılar ve günahı için istiğfar ederse Allah'u
Tealâ Nisâ suresinde 'Biri günah işler veya kendine zulmeder sonra pişman olup
Allah'u Teâlâ'ya istiğfar ederse Allah'u Teâlâ'yı çok merhametli ve af ve
mağfiret edici bulur' buyurmaktadır."
"Üzerinde farz
namaz borcu olan kimse, kazasını kılmadan nafile kılarsa boş yere zahmet çekmiş
olur. Bu kimse, kazasını ödemedikçe Allah'u Teâlâ onun nafile namazlarını kabul
etmez. "
"Malınızın zekâtını
veriniz. Biliniz ki, zekâtını vermeyenlerin bunu vazife kabul etmeyenlerin
namazı, orucu, haccı ve cihadı ve imanı yoktur. "Peygamberimiz (s.a.s.)
Hz. Ali'ye buyurdu: " Ya Ali, altıyüzbin koyun mu istersin, yahut
altıyüzbin altın mı veya altıyüzbin nasihat mı istersin ? " Hz. Ali dedi:
"Altıyüzbin nasihat isterim." Peygamberimiz buyurdu: "Şu altı
nasihate uyarsan altıyüzbin nasihata uymuş olursun:
Herkes nafilelerle
meşgul olurken sen farzları ifa et. Yani farzlardaki rükünleri, vacipleri
sünnetleri, müstehapları ifa et.
Herkes dünya ile meşgul
olurken sen Allah'u Teâlâ'yı hatırla. İslâm'a uygun yaşa; İslâm'a uygun kazan;
İslâm'a uygun harca.
Herkes birbirinin
ayıbını araştırırken sen kendi ayıplarını ara. Kendi ayıplarınla meşgul ol.
Herkes dünyayı imar
ederken sen dinini imar et, zinetlendir.
Herkes halka yaklaşmak
için vasıta ararken, halkın rızasını gözetirken sen Hakk'ın rızasını gözet;
hakka yaklaştırıcı sebep ve vasıtaları ara.
Herkes çok amel işlerken
sen amelinin çok olmasına değil, ihlaslı olmasına dikkat et.
"Hz. Ali buyurdu:
"Kişi dili altında
saklıdır. Konuşturunuz, kıymetinden neler kaybettiğini anlarsınız."
"İnsanın yaşlanıp
Rabbini bildikten sonra ölmesi, küçükken ölüp hesapsız Cennet'e girmesinden
daha hayırlıdır. "
"Kul ümidini yalnız
Rabbi'ne bağlamalı ve yalnız günahları kendini korkutmalıdır. "
"Cahil, bilmediğini
sormaktan utanmasın. Âlim, içinden çıkamayacağı bir meselede en iyisini Allah'u
Teâlâ bilir' demekten sakınmasın."
"Sizin için
korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun emelli olmak
gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur. "
"Amellerin en zoru
üçtür. Bunlar; nefsin hakkını verebilmek, her halde Allah'u Teâlâ'yı
hatırlayabilmek, kardeşine bol bol ikramda bulunabilmektir. "
"Takva, hataya
devamı bırakmak; aldanmamaktır . "
"Kalpler, kaplara
benzer. Hayırlı olanı, hayırla dolu olanıdır.""Bana bir harf
öğretenin kölesi olurum. "
Hz. Ali bu ümmetin en
ileri gelenlerinden biri olarak İslâm'ın bize kadar gelmesinde büyük rolü olan
sahabelerdendir .
HZ. HASAN
(aleyhisselâm)
Peygamber efendimizin, "Cennet
gençlerinin seyyidi, efendisidir" buyurduğu, torunu Hz. Hasan, 625
senesinin Ramazan ayının ortasında doğdu. Peygamber efendimiz, kulağına ezan ve
ikamet okuyup, ismini Hasan koydu. Doğumunun yedinci günü akika olarak iki tane
koç kesti. Saçını da kestirip, ağırlığınca gümüş sadaka verdi.
Âlemlerin efendisi olan
sevgili Peygamberimizin terbiyesiyle yetişip, büyüyen Hz. Hasan, mükemmel bir
tahsil ve terbiye gördü. Peygamberimiz, Hz.Hasan'ı çok sever, ona şefkatle
muamele ederdi.
Bir defasında Hz. Hasan,
kardeşi Hz. Hüseyin ile Resulullahın huzurunda güreşiyorlardı. Resulullah
efendimiz, Hz. Hasan'ı teşvik buyurdular. Anneleri Fatıma-tüz-Zehra, babasına
dedi ki:
- Ya Resulallah! Hasan
büyüktür, hep onun tarafını tutuyorsunuz. Hâlbuki küçüğe yardımcı olmak daha
uygun değil midir?
Bunun üzerine buyurdular
ki:
- Ya Fatıma! Cebrail
aleyhisselam, Hüseyin'e yardım ediyor.
Ebu Eyyûb-el-Ensarî,
Hasan ile Hüseyin'in, Resulullahın huzurunda oynadıkları sırada huzurlarına
girince dedi ki:
- Ya Resulallah! Sen
bunları çok mu seviyorsun?
Peygamber efendimiz de
buyurdu ki:
- Nasıl sevmem. Bunlar
benim dünyada öpüp, kokladığım iki reyhanımdır.
Ebu Hureyre'nin
naklettiğine göre, birgün Resulullah efendimiz Hz. Hasan'ı kucağına oturtmuştu.
O da mübarek sakallarıyla oynuyordu. Resulullah efendimiz üç defa buyurdu
ki:
- Ben bunu çok
seviyorum. Sen de sev! Onu sevenleri de sev!
Hz. Hasan henüz akıl ve
baliğ olmadan Resulullaha biat eden çocuklardandı. Sekiz yaşına geldiği zaman,
632'de, önce dedesi, sonra da annesi Fatıma-tüz-Zehra vefat edince, yetim
kaldı. Bundan sonra da babası Hz. Ali'nin terbiyesinde büyüdü.
Abdullah bin Sebe
taraftarları fitne çıkarıp, Hz. Osman'ın evini sardıkları zaman, onun imdadına
gitti. Babasının şehit olmasından sonra, altı ay halifelik yaptı.
Hz. Hasan daha küçük
yaştayken, Resulullah efendimizin; “Bu oğlum seyyiddir. Ümit ederim ki, Allahü
teâlâ onun vasıtasıyla iki tarafın arasını bulur” hadis-i şerifine mazhar oldu.
Hz. Hasan, zevcesi Cade
binti Eşas tarafından, 669 senesinde zehirlenerek şehit edildi. Cenaze namazını
Said bin As kıldırdı. Kardeşi Hz. Hüseyin tarafından Medine-i münevveredeki
Bakî kabristanlığına defnedildi.
Hz. Hasan hakkında
sevgili Peygamberimiz; “Hasan ile Hüseyin, cennet gençlerinin büyüğüdür.
Babaları onlardan efdaldir” buyurdu.
Hz. Hasan oniki imamın
ikincisidir. Birincisi Hz. Ali'dir. Vilâyet yolunda bütün velîlere feyz ve
ihsanlar, bu oniki imam vasıtasıyla gelir.
Onbeş erkek ve sekiz kız
evladı olan Hz. Hasan'ın soyundan gelenlere Şerif denir. Resulullah efendimizin
soyu, Hz. Hasan ve kardeşi Hz. Hüseyin'in çocukları ile devam etmiştir.
Peygamber efendimiz
birgün Hasan, Hüseyin, Fatıma ve Ali’yi, abası altına alıp, Ahzâb suresinin 33.
ayetini okuyup; "Ey ehl-i beytim! Allahü teâlâ sizlerden ricsi, her kusur
ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile temizlemek irade
ediyor" buyurduktan sonra, şunları ilave ettiler: “Allahım! Benim ehl-i
beytim bunlardır!”
Her müslümanın sevmesi
lazım gelen ehl-i beytten olan Hz. Hasan, beyaz ve güzel yüzlü olup, yüzü
Resulullaha çok benzeyen yedi kişiden birisidir. Resulullah efendimize ondan
daha çok benzeyen kimse yoktu.
Birgün Hz. Ebu Bekir,
ikindi namazını kıldıktan sonra, yolda oynayan Hz. Hasan’ın yanına gitti. Onu
omuzlarına aldı. Hz. Ali’ye buyurdu ki:
- Ya Ali! Sana değil de,
tamamen Resulullah efendimize benziyor.
Bunun üzerine, Hz. Ali
tebessüm etti.
Hilm, yani yumuşaklık,
rıza, sabır ve kerem, yani cömertlik sahibiydi. İki defa her şeyini Allah
rızası için dağıttı.
Bir kişinin,
münacatında; “Ya Rabbî! Bana on bin altın ihsan eyle!” dediğini işitince,
aceleyle evine gitti ve adamın münacatında istediğini gönderdi.
Bol sadaka verirdi.
Alış-verişlerinde pazarlık eder, ucuz almaya çalışırdı. Kendisine dediler
ki:
- Bir günde binlerce
dirhem sadaka veriyorsun da bir şey satın alırken niçin uzun uzun pazarlık edip
yoruluyorsun?
- Verdiklerimi Allah
rızası için veriyorum. Ne kadar versem yine azdır. Fakat alış-verişte aldanmak,
aklın ve malın noksan olmasıdır.
Aldığı bir hediyeye
değerinden fazla karşılık verirdi. Yirmibeş kere yaya olarak hacca gitti.
Birgün Abdullah bin Zübeyr ile yola çıkmıştı. Bir hurmalıkta dinlendiler.
Abdullah bin Zübeyr dedi ki:
- Ağaçta hurma olsaydı,
iyi olurdu.
Hz. Hasan, sessizce duâ
etti. Bir ağaç hemen yeşerip hurma ile doldu. Orada bulunanlar; “Bu sihirdir”
dediler. Hz. Hasan buyurdu ki:
- Hayır, sihir değil,
Resulullahın torununun kabul olan duâsı ile cenab-ı Hak yaratmıştır.
Hz. Hasan, kızına ve
yeğenlerine nasihat eder; “İlme çalışınız! Ezber zorunuza gidiyorsa, yazınız ve
evlerinize götürünüz” buyururdu.
Hz. Hasan ve Hüseyin
birgün çölde gidiyorlardı. Bir ihtiyarın abdest aldığını gördüler. Abdesti
doğru almıyor, şartlarına uymuyordu. Yaşlı olduğu için, “Böyle abdest sahih
olmaz” demeye sıkıldılar. Yanına giderek dediler ki:
- Mübarek efendim!
Birbirimizden daha iyi abdest aldığımızı söylüyoruz. Birer abdest alalım.
Hangimizin haklı olduğunu bize bildirir misiniz?
Önce Hz. Hasan, sonra
Hz. Hüseyin güzel bir abdest aldılar. Aldıkları abdest tamamen birbirinin
aynıydı. İhtiyar, dikkatle baktı ve sonra dedi ki:
- Evlatlarım! Aldığınız
abdestin birbirinden hiçbir farkı yok. Aslında ben abdest almasını
bilmiyormuşum. Abdest almasını şimdi sizden öğrendim.
HZ. HÜSEYİN
(aleyhisselâm)
Ümm-i Hâris hazretleri
anlatır:
Birgün Resulullahın
huzuruna varıp, bir rüya gördüğümü ve çok korktuğumu arzettiğim zaman,
buyurdular ki:
- Ne gördün?
- Sizin vücudunuzdan bir
parça kestiler, benim yanıma eklediler.
- İyi görmüşsün,
Fatıma'nın bir oğlu olacak ve senin yanında kalacaktır.
Bir müddet sonra, Hz.
Hüseyin dünyaya geldi. Resulullah her sabah namazını kıldıktan sonra, mübarek
yüzünü eshab-ı kirama çevirirlerdi. Üzüntülü kimseler yüzünü görseler, mesrur
olurlardı. O gün sabah namazından sonra, yüzlerini döndürmeden, Hz. Ali'yi
çağırdılar. Beraber mescidden çıktılar. Eshab-ı kiram nereye, niçin
gittiklerini anlayamadılar. Tekrar dönerler diye oturdular. İkisi Hz.
Fatıma'nın evine gittiler.
Peygamberimiz Hz.
Ali'ye, kapıda durup, kimseyi içeri sokmamasını emretmişlerdi. Hz. Hüseyin
doğmuş, melekler tebrik etmek için gelmişlerdi. Hz. Ebu Bekir duramayıp, Hz.
Ali'nin evine gitti. Sonra Hz. Ömer, sonra Hz. Osman ve bütün eshab-ı kiram Hz.
Ali'nin evine gittiler.
Hz. Ebu Bekir, Hz.
Ali'den, Resulullahın nerede olduğunu sordu. Hz. Ali, içerde olduklarını
bildirince, Hz. Ebu Bekir buyurdu ki:
- İzin verirsen, ben de
gireyim.
- Allahın Resulü
meşguldür.
- Benim içeri girmememi
sana emretti mi?
- Hayır, yalnız
dörtyüzyirmidörtbin melek geldi.
Hz. Ebu Bekir hayret
edip, durdu.
Bir müddet sonra,
Resulullah dışarı çıkıp, herkesin içeri girmesini emrettiler. Eshab-ı kiram
içeri girdiler. Hz. Ali'nin meleklerin sayısındaki sözü söylendi. Resulullah
efendimiz Hz. Ali'ye sordular:
- Meleklerin sayısını
nasıl bildin?
- Melekler grup grup
geliyorlardı. Herbiri bir dil ile konuşurlardı ve sayılarını bildirirlerdi.
Bunun üzerine Resulullah
efendimiz buyurdu ki:
- Allah aklını ziyade
etsin ya Ali!
Resulullah efendimiz Hz.
Hüseyin doğduğu zaman, kulağına, (O, cennet gençlerinin efendisi, seyyididir)
diye seslenmişlerdi.
Hz. Üsame bin Zeyd, bir
gece Peygamber aleyhisselamı gördüğünü ve Onun, (Bunlar benim oğullarımdır,
kızımın oğullarıdır. Allahım ben onları seviyorum, sen de onları sev ve onları
sevenleri de sev) buyurduğunu rivayet etmektedir.
Bir defasında da,
(Hüseyin benden, ben Hüseyin'denim, Allahü teâlâ Hüseyin'i seveni sever)
buyurmuştu.
Allahü teâlâ Kur'an-ı
kerimde, ehl-i beyte, mealen buyuruyor ki:
(Allahü teâlâ, sizlerden
ricsi, yani her kusur ve kirleri gidermek istiyor ve sizi tam bir taharet ile
temizlemek irade ediyor.)
Bu ayet-i kerime
gelince, eshab-ı kiram sordular.
- Ya Resulallah! Ehl-i
beyt kimlerdir?
O esnada, Hz. Ali geldi.
Mübarek hırkasının altına aldılar. Fatıma-tüz-Zehra da geldi. Onu da yanına
aldılar. İmam-ı Hasan geldi. Onu da bir yanına, sonra gelen İmam-ı Hüseyin'i de
öbür tarafına alarak buyurdular ki:
- İşte bunlar, benim
ehl-i beytimdir.
Bu ayet-i kerime ve
ilgili hadis-i şerifler, Resulullahın iki mübarek torununu sevmenin şart
olduğunu belirtmektedir.
Hz. Hüseyin buyurdu
ki:
Birgün yüksek dedemin
huzuruna varmıştım. Übey bin Kâb da orada idi. Bana, "Merhaba, ey Ebu
Abdullah, ey göklerin ve yerin süsü" diye hitap ettiler. Übey bin Kâb
hazretleri dedi ki:
- Ya Resulallah! Gökler
ve yer için, senden başka süs var mıdır?
Resulullah bunun üzerine
buyurdular ki:
- Beni insanlara
Peygamber olarak gönderen Allahü teâlânın hakkı için, Hüseyin bin Ali,
yeryüzünün merkezinin süsüdür. Ondan ziyade süs, göklerin tabakalarıdır.
Birgün Hz. Hüseyin,
Resulullah efendimizin yanında idi. Annesine gitmek istiyordu. Hava yağmurlu
idi. Resulullah efendimiz duâ buyurdu. Hz. Hüseyin eve gidinceye kadar, yağmur
ara verdi.
Birgün Resulullah
efendimiz, Hz. Hüseyin'i sağ dizine, oğlu İbrahim'i sol dizine aldı. Cebrail
aleyhisselam gelip dedi ki:
- Hak teâlâ, bu
ikisinden birini alacaktır. Sen birini seç!
Resulullah efendimiz
buyurdu ki:
- Eğer Hüseyin vefat
ederse, benim canım yandığı gibi, Ali'nin ve Fatıma'nın da canları yanar. Eğer
İbrahim giderse, en çok ben üzülürüm. Benim üzüntümü, onların üzüntüsüne tercih
ediyorum.
Üç gün sonra oğulları
İbrahim vefat etti.
Resulullah efendimiz,
Hz. Hüseyin yanına her gelişinde, onu öper ve buyururdu ki:
- Selamet ve saadet o
kimseye ki, oğlum İbrahim'i ona feda ettim.
Hz. Hüseyin'in ilk
çocukluğu Resulullah efendimizin derin sevgi ve şefkati içinde geçti. Ancak bu
hâl, çok sürmedi. Zira Peygamber efendimiz vefat ettiler. Hz. Hüseyin, bundan
sonra ilmini ve edebini babasının yanında tamamladı.
Hz. Hüseyin'in yüzü,
karanlık gecede etrafını aydınlatırdı. Yaya olarak yirmibeş defa hacca gitti.
Beraberindekiler bineklere binse de, kendisi binmezdi. Çok cömert idi.
Buyurdular ki:
- Cömert, efendi olur;
cimri, hor olur. Bu âlemde bir mümin kardeşinin iyiliğini, kendinden önce
düşünen, öbür âlemde daha iyisini bulur.
Eshab-ı kiramdan Hz.
Dıhye, devamlı ticaret için sefere gider gelirdi. Çok güzel yüzlü idi. Cebrail
aleyhisselam çok defa Resulullahın huzuruna Dıhye şeklinde gelirdi. Birgün
Cebrail aleyhisselam Fahr-i âlem hazretlerinin huzurunda bulunuyordu.
O zaman henüz küçük olan
Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'den biri, Cebrail aleyhisselamı gördü. Hemen
kardeşinin yanına koşarak dedi ki:
- Dıhye, dedemizin
yanında oturuyor, haydi gidelim.
Koşup mescide girdiler.
Cebrail aleyhisselamın
dizlerine oturdular. Ellerini Cebrail aleyhisselamın koynuna soktular.
Resulullah efendimiz, torunlarının bu hareketini görünce hicâb edip, mâni olmak
istedi. Cebrail aleyhisselam, Resulullahın mahcup olduğunu görünce, dedi
ki:
- Ya Resulallah! Niçin
sıkılıyorsunuz? Fatıma teheccüd namazını kılarken, Hak teâlâ beni gönderir,
bunların beşiklerini sallardım. Böylece Hz. Fatıma rahatça namazını kılardı.
Bazan da bunların anneleri namazdan sonra uyurken, bunlar ağlardı. Hak teâlâ
yine beni gönderir, anneleri uyanmasın diye, beşiklerini sallardım,
ağlamazlardı. Çocukların bu hareketini bana karşı edepsizlik saymayın. Bunların
yanıma gelip, ellerini koynuma sokmalarında bir mahzur yoktur.
Resulullah efendimiz
buyurdu ki:
- Ey kardeşim Cebrail!
Şimdi bir şey yapmadılar. Daha ileri giderler endişesiyle mâni oldum. Çünkü,
eshabımdan Dıhye isminde birisi vardır. Çok kere sefere çıkar. Her dönüşünde
bunlara hediye getirir. Sizi Dıhye zannedip, ellerini koynunuza soktular.
Bunun üzerine Cebrail
aleyhisselam, “Ya Rabbi! Beni Habibinin yanında utandırma” diye duâ etti.
Oturduğu yerden ellerini
cennete uzattı. Bir yeşil salkım üzüm, bir kırmızı nar eline geldi. Hz. Hasan üzümü,
Hz. Hüseyin de narı aldı. Bunları yerlerken, bir dilenci gelip dedi ki:
- Ey ehl-i beyt! O üzüm
ve nardan bana da verir misiniz?
Resulullahın yüksek
yaratılışlı torunları, dilenciye vermek istediklerinde, Cebrail aleyhisselam
mâni olarak dedi ki:
- Ya Resulallah! O
dilenci şeytandır. Cennet meyveleri ona haram iken, hile ile ondan yemek
istedi.
Hz. Hüseyin hep
babasının yanında idi. Babası şehit olunca, Medine'ye geldi. Yezîd'e biat
etmedi. Kufeliler kendisini çağırıp halife yapmak istedi. Kardeşi Muhammed bin
Hanefiyye, İbni Ömer, İbni Abbas ve daha nice eshab-ı kiram mâni oldular ise
de, kabul etmeyip yetmişiki kişi ile Mekke'den Irak'a yola çıktı.
Irak valisi Ubeydullah
bin Ziyad, Ömer bin Sâd kumandasında bir ordu gönderdi. Ömer, geri dönmesini
bildirdi ise de, İmam kabul etmeyip harp etti. 681 yılında Muharremin onuncu
günü Kerbela'da şehit oldu. Yezîd bunu duyunca, çok üzüldü. “Allah İbni
Mercane'ye (ibni Ziyad'a) lanet eylesin! Hüseyin'in isteklerini kabul etmeyip
de onu şehit ettirdi. Böylece beni kötü tanıttı” dedi. Hz. Hüseyin'in mübarek
oğlu Zeynelabidin küçük olduğu için öldürülmedi. Kadınlar ve İmamın mübarek
başı ile Şam'a gönderildi. Mübarek başı, Mısır'da Karafe kabristanında
medfundur.
Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve
sellemin Ehl-i Beyti Hakkında Tavsiyesi
- Hz.
Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem “Ben ehl-i beytimi size emanet ediyorum”
dedi. Bundan bir müddet sonra da vefat etti.[1]
- Hz. Fatıma,
Hz. Peygamber’e geldi. Sırtında Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin vardı. Elinde Hz.
Hasan için pişirilmiş bir yemek kabı bulunuyordu. Onunla Hz. Peygamber’e
gelerek onu Peygamber’in önüne koydu. Hz. Peygamber
“Ebü’l-Hasan
nerede?” diye sordu. Fatıma da evde olduğunu söyledi. Bunun üzerine Rasûlullah,
Hz. Ali’yi çağırdı. Rasûlullah, Ali, Fatıma, Hasan ve Hüseyin [aleyhimüsselâm] oturup
birlikte yediler. Bundan önce Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellem herhangi
bir yemek yediğinde mutlaka beni çağırırdı. Hz. Peygamber yemeği bitirdikten
sonra onların üzerlerine elbisesini gererek
“Yarab!
Onlara düşmanlık yapana düşman ol. Onlara yardımcı olana yardımcı ol!” diye dua etti.[2]
- Hz.
Peygamber
“Ey
Abdulmuttalib oğulları! Ben sizin için Allah’dan üç şey dilerim. Allah sizi hep
kuvvetli etsin. Cahil olanlarınıza ilim versin. Sapık olanlarınıza da hidayet
versin. Allah’dan sizi cömert ve merhametli kılmasını da dilerim. Eğer bir kişi
rükn ile makam arasında saf tutar, namaz kılar, oruç tutar, eğer bu kişi
Muhammed’in aile efradına buğzu olduğu halde ölürse cehenneme girer” buyurdu.[3]
- Hz.
Peygamber “Kim Abdulmuttalib oğullarından birisine, iyilik yaparsa ve
dünyada onun karşılığım görmezse yarın kıyamette onun iyiliğine karşılık vermek
benim boynumdadır. Bana kavuştuğu zaman ona veririm” buyurdu.[4]
[1] Heysemi, IX/163 (Taberani, İbn
Ömer’den). Bu hadisin ravileri arasında Asım b. Ubeydullah vardır. Bu zat zayıf
bir ravidir.
[2] Heysemi, IX/167 (Ebu Ya’la, Ümmü
Seleme’den).
[3] Heysemi, IX/171 (Taberani, İbn
Abbas’dan). Heysemi bu hadisin ravilerinden olan Muhammed b. Zekeriya
el-Gulani’nin zayıf olduğunu söylemiştir. İbn Hibban, bu zatın güvenilir
olduğunu söylemiştir. Ancak güvenilir olanlardan rivayet ederse, sözüne itibar
edilir, demiştir.
[4] Heysemi, IX/173 (Taberani, Hz.
Osman’dan). Bu hadisin ravileri arasında Abdurrahman b. Ebi Zinnar vardır. Bu
zat zayıf bir ravidir.
Muhammed
Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 2/413-414.
Hz. Ali kerrem'allahü veche radiyallâhü anhın Kur’ân-ı
Kerim’deki En Ümit Verici Âyetler Hakkındaki Sözleri
- Hz. Ali
Iraklı bir cemaata şunları söyledi:
“Hz.
Peygamber “Kıyamet gününde Rabb’im bana
“Ey
Muhammed! Razı oldun mu?” deyinceye kadar şefaat edeceğim” buyurmuştur. Ey
Iraklılar! Sizin yanınızda Allah’ın kitabındaki en ümit verici âyet-i kerime “(Ey
Rasûlüm!) De ki: “Ey nefisleri aleyhinde aşın giden kullarım! Allah’ın
rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü O, bütün günahları affedicidir. Şüphesiz ki O,
(şirkten ve isyandan tevbe edenler için) çok affeden, çok esirgeyendir”
(Zümer: 39/53) âyet-i kerimesidir öyle değil mi?” Cemaat
“Evet doğru
söylüyorsun!” dediğinde Hz. Ali şöyle buyurdu:
“Fakat biz
ehl-i beyte göre Allah’ın kitabındaki en ümit verici âyet “Kesinlikle
Rabb’in sana (âhirette bol nimet veya dünyada kemâlât ile gâlibiyet) verecek ve
sen de hoşnut olacaksın” (Duhâ: 93/5) âyetidir. Bu ise şefaattır.”[1]
[1]
Kenz VII/273 (İbn Merdûye, Hz. Ali’den).
Muhammed
Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/321.
Hz. Ali’nin, İbn Mes’ud, Ebu Musa, Ammar, Huzeyfe ve
Selman’ın Bilgisi Hakkında Söyledikleri
- Hz. Ali’ye
vardık, ondan Rasûlullahın ashâbını sorduk. O da
“Siz
hangisini soruyorsunuz?” dedi.
“Bize
Abdullah b. Mes’ud’dan haber ver!” dedik. Hz. Ali
“O Kur’an ve
sünneti öğrendi. Sonra “Yeter” dedi. Gerçekten de bu yeterlidir” dedi.
“O halde
bize Ebu Musa el-Eş’arî’den haber ver!” dedik. Hz. Ali
“O ilimde
bir boya ile boyarmış, sonra oradan çıkmıştır!” dedi.
“Ammar b.
Yasir’den bahset!” dedik. Hz. Ali
“O unutmuş
bir mü’mindir. Hatırlatıldığı zaman hatırlar” dedi.
“Bize
Huzeyfe’den haber ver!” dedik. Hz. Ali
“O,
münafıkları en fazla bilen sahabi idi!” dedi.
“Ebu
Zerr’den bize haber ver!” dedik. Hz. Ali
“O, ilmi
öğrendi, sonra onu taşıyamadı” dedi.
“Bize
Selman’dan bahset” dedik. Hz. Ali
“O hem
öncekilerin, hem sonrakilerin ilmine yetişen bir kimsedir. Dibine inilemeyen
bir ilim denizidir ve o, biz ehl-i beyttendir” dedi.
“O halde ey
Mü’minlerin Emîri, bize kendinden haber ver!” dedik. Hz. Ali
“Beni benden
mi soruyorsunuz? Ben o kimseyim ki, sorduğum zaman Hz. Peygamber cevap verirdi.
Sustuğum zaman da Hz. Peygamber bana öğretmeye başlardı” dedi.[1]
[1]
İbn Sa’d, IV/162 (Ebu’l-Bahteri’den).
Muhammed
Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/533-534.
Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin Ehl-i
Beytlerine Dua Etmeleri
- Hz.
Peygamber bir gün kızı Hz. Fâtımâ’ya
“Git, kocanı
ve iki oğlunu bana getir!” buyurdular.
Hz. Fâtımâ gidip getirdiğinde, Hz. Peygamber Hayber ganimetlerinden olan
abalarını çıkararak onların üzerine atıp şöyle dua ettiler:
“Ey Rabb’im!
Bunlar Muhammed’in ehl-i beytidirler. İbrahim’in ehl-i beyt-i üzerine
indirdiğin gibi Muhammed’in ehl-i beytinin üzerine de salevât ve bereketlerini
indir. Muhakkak ki sen çok övülen yüce bir zatsın”[1]
- Ebu Ammar
şöyle anlatıyor: Vasile b. Eska’ın yanında oturuyordum. Bir ara Hz. Ali’den söz
açıldı. Bunun üzerine orada bulunanlar Hz. Ali’ye küfrettiler. Onlar kalkıp
gittikten sonra Vasile bana
“Otur da
onların küfrettikleri zat hakkında sana birşeyler anlatayım” diyerek şunları
söyledi: “Bir gün Hz. Peygamber’in yanında oturuyordum. O sırada Hz. Ali,
Fâtımâ, Hasan ve Hüseyin de oraya geldiler. Hz. Peygamber abalarını çıkarıp
onların üzerine atarak
“Rabb’im!
Bunlar benim ehl-i beytimdir (ev halkımdır). Sen bunlardan kusurları gidererek
kendilerini tertemiz yap!” diye dua
ettiler. O zaman
“Ey Allah’ın
Rasûlü! Ben de onlardan mıyım?” diye sordum.
“Evet sen de
onlardansın” buyurdular.
Allah’a yemin ederim ki amellerim içerisinde kendisine en çok güvendiğim Hz.
Peygamber’in bu müjdeleridir.”[2]
- Hz. Ali
şöyle anlatıyor: Bir gün Hz. Peygamber’in huzuruna girdiğimde hanımım Fâtımâ
ile oğullarım Hasan’la Hüseyin’in bir sergi üzerinde oturmakta olduklarını
gördüm. Hz. Peygamber beni de onların yanına oturttular. Sonra da serginin
uçlarını üzerimize atıp bağlayarak “Ey Rabb’im! Benim razı olduğum gibi sen
de bunlardan razı ol!” buyurdular.[3]
[1]
Heysemi IX/166 (Ebu Ya’lâ, Ümmü Seleme valimizden. Tirmizi de bu hadisi sadece
selavat kelimesini zikrederek rivayet etmiştir).
[2]
Heysemi IX/167 (Taberani’den).
[3]
Heysemi IX/169 (Taberani, Evsat’ında).
Muhammed
Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/91.
Hz. ALİ’NİN OĞLU, MÜ’MİNLERİN EMÎRİ Hz. HASAN’IN
HUTBELERİ
Hz. Hasan’ın Babası Hz. Ali’nin Vefatı Üzerine Bir
Hutbe İrat Etmesi
- Hz. Ali
vefat ettiğinde yerine geçen oğlu Hz. Hasan minbere çıkarak şunları söyledi:
“Ey insanlar! Bu gece kendinden öncekilerin onu geçemediği, sonrakilerinse
yetişemeyeceği bir kişi öldürüldü. Zamanında Hz. Peygamber onu savaşlara
gönderirlerdi. Bu sırada Cebrail onun sağında Mikail’se solunda bulunurdu. O
gittiği yerlerden Allah Teâla’nin fethi (onun) elleriyle müyesser etmedikçe
dönmezdi. Miras olarak yalnızca yediyüz dirhem para bırakmıştır. Kendisi bu
parayla bir hizmetçi satın almak istiyordu. O, Meryem oğlu İsa’nın ruhunun
göklere yükseldiği gece (Ramazan’ın yirmiyedinci gecesinde) vefat etti.”[1]
- Hz. Ali
öldürüldüğünde oğlu Hz. Hasan kalkıp Allah’a hamd ü senâlar ettikten sonra
şunları söyledi: “Allah’a yemin ederim ki kendisinde bir kişiyi öldürdüğünüz bu
gece, Kur’ân’ın indirildiği, Meryem oğlu İsa’nın göğe kaldırıldığı, Musa
(a.s.)’ın arkadaşı Yûşâ b. Nûn’un öldürüldüğü ve İsrailoğullarının tevbesinin
kabul olunduğu gecedir.”[2]
- Babasının
vefâtından sonra minbere çıkan Hz. Hasan “Beni tanıyanlar tanır. Eğer tanımayan
varsa bilsin ki ben Muhammed’in oğlu (torunu) Hasan’ım” dedikten sonra “Ben,
atalarım İbrahim, İshak ve Yakub’un milletine (dinine) tâbiyim” (Yusuf:
12/38) mealindeki âyet-i kerimeyi okudu. Daha sonra Kur’ân-ı Kerim’den birçok
âyetler okuyan Hz. Hasan sözlerine şöyle devam etti: “Ben müjdeleyici ve
korkutucu olanın oğluyum. Ben Peygamber’in oğluyum. Kendisinin izniyle
insanları Allah’a çağıranın oğluyum. Ben pırıl pırıl parlayan kandilin oğluyum.
Alemlere rahmet olarak gönderilen zâtın oğluyum. Ben Allah Teâla’nın
üzerlerinden her türlü kin ve pisliği gidererek kendilerini tertemiz kıldığı
ehl-i beyttenim. Ben sevgileri ve dostlukları Allah tarafından tüm müslümanlara
farz kılınan ailedenim. Allah Teâla bu hususta Peygamber’i Muhammed’e indirdiği
kitabında “ (Ey Rasûlüm!) De ki: ‘Buna (tebliğime) karşılık sizden,
akrabalarımı sevmenizden başka hiç bir ücret istemiyorum’ (Şûrâ: 42/23)
buyurmaktadır”.
- Hz. Hasan,
Ramazan’ın yirmibirinci günü irat ettiği hutbesinde babası hakkında şunları
söylemiştir: “Sancak ona teslim edilirdi. Savaş şiddetlendiğindeyse Cebrail
inerek onun sağında savaşırdı.”[3]
- Hz. Hasan,
babasının vefatında irat ettiği hutbesinde şunları da söylemiştir: “Ben,
Cebrail’in yanlarına indiği ve oradan kalktığı ehl-i beyttenim. Allah Teâla
Kur’ân’ında “Kim bir hasene (iyilik) yaparsa, onun iyiliğini (sevabını)
artırırız” (Şûrâ: 42/23) buyurmaktadır. Buradaki “hasene (iyilik)
yapmak”tan maksat biz ehl-i beytin sevgisidir.”[4]
[1]
İbn Sa’d III/38 (Hübeyre’den); Ebu Nuaym, Hilye I/65 (İkinci bir siyakla
Hübeyre’den); İmam Ahmed I/99 (Muhtasar olarak).
[2]
Müntehab V/61 (Ebu Ya’la, İbn Cerir ve İbn Asâkir, Hz. Hasan’dan).
[3]
Bu ve bundan önceki: Heysemi IX/146 (1-Taberâni, Evsat ve Kebir adlı
kitaplarında 2-Bezzar’dan).
[4]
Hakim, Müstedrek III/172 (Hz. Hüseyin’in oğlu Ali’den).
Muhammed
Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/224-225.
Hz. Hasan’ın Hançerle Yaralandıktan Sonra Bir Hutbe
İrat Etmesi
- Babası Hz.
Ali’nin öldürülmesinden sonra Hz. Hasan onun yerine halife seçildi. Bir gün
namaz kıldırırken adamın biri üzerine atılarak onu kalçasından hançerle
yaraladı. Bu yaradan dolayı bir ay kadar yatan Hz. Hasan iyileştiğinde minbere
çıkarak şunları söyledi: “Ey Irak ahalisi! Size, hakkımızda Allah’tan
korkmanızı tavsiye ederim. Çünkü biz sizin hem misafirleriniz, hem de
emirleriniziz. Biz, Allah Teâla’nın hakkında “Ey ehl-i beyt! Allah sizden
günah kirini gidermek ve sizi tertemiz kılmak istiyor” (Ahzab: 33/33)
buyurduğu bir ailenin fertleriyiz”. Hz. Hasan o gün, mescitte bulunanlardan
ağlamayan tek bir kişi dahi kalmayıncaya dek konuşmasını sürdürdü.[1]
[1]
Heysemi IX/172 (Taberani, Ebu Cemile’den); İbn Kesir, Tefsir III/486 (Ebu Hâtim
de Ebu Cemile’den bir benzerini).
Muhammed
Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 3/225.
Hz. Fatıma’nın, Babasına Takdim Ettiği Yemeğin
Bereketlenmesi
- Allah’ın
Rasûlü birkaç gün hiç birşey yemedi. Bu, Rasûlullah’a gayet ağır geldi. Hanımlarının
hücrelerine gitti. Onların yanında hiç bir şey bulamadı. Fatıma’ya gelerek
“Ey kızım!
Senin yanında yiyecek birşey var mıdır? Ben acıktım” dedi. Fatıma
“Canım sana
feda olsun babacığım! Yemin ederim ki, yanımda yiyecek hiç bir şey yoktur” dedi.
Hz. Peygamber oradan ayrıldıktan sonra bir komşusu Fatıma’ya iki ekmekle bir
parça et gönderdi. Fatıma onları bir kaba koydu. Kendisi ve çocukları aç olduğu
halde
“Allah’a
yemin ederim ki, ben Allah’ın peygamberini kendime ve çocuklarıma tercih ederim”
dedi ve çocuklarından birisini Hz. Peygamber’i çağırmak için gönderdi. Biraz
sonra Hz. Peygamber ve torunu geldiler. Fatıma, Babasına
“Canım sana
feda olsun! Sen gittikten sonra Allah bana bir şey gönderdi. Onu senin için
sakladım” dedi. Hz. Peygamber
“Getir, ey
kızım” dedi. Ben
kabı getirdim. Üzerindeki kapağı kaldırdıktan sonra baktım ki ekmek ve et ile
dolmuştur. Ona bakınca dilim tutuldu. Anladım ki bu, Allah’tan gelen bir
berekettir. Allah’a hamd ettim. Peygamber’ine de selatu selam okudum ve kabı Rasûlullah’a
takdim ettim. Hz. Peygamber bu manzara karşısında Allah’a hamd etti ve
“Ey kızım,
bu nerden gelmiştir?” dedi.
“Ey babam! O
Allah’ın katından gelmiştir. Kesinlikle Allah dilediğini hesabsız rızka mazhar
eder” dedim. Peygamber bu söz karşısında Allah’a hamdederek
“Hamd o
Allah’a mahsustur ki, seni İsrailoğullarının en üstün hanımı olan Meryem’e
benzer kılmıştır. Çünkü o, Allah kendisine bir rızık gönderse, ondan da bunun
nereden geldiği sorulunca
“O Allah’ın
katından gelmiştir. Kesinlikle Allah dilediğine hesabsız rızık verir” diyordu”
dedi. Hz. Peygamber Ali’ye haber gönderdi. Ali gelince, Hz. Peygamber ve
hanımları, Hasan, Hüseyin ve bütün ehl-i beyt doyuncaya kadar yediler. Çanak
hala olduğu gibi doluydu ve geri kalanı da bütün komşularıma dağıtmak suretiyle
değerlendirdim. Allah ona çok bereket vermişti.[1]
[1]
Tefsir-i İbn Kesir, I/360 (Ebu Yâ’la, Câbir’den).
Muhammed
Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 4/387-388.
Hz. Hüseyin’e Beddua Eden Adamın Kör Olması
- Sakın Hz.
Ali’ye veya Ehl-i Beytten birine küfretmeyin. Bizim Bülhecceym halkından bir
komşumuz vardı. Hüseyin hakkında
“Şu fasık olan Ali’nin oğlu Hüseyin’i görüyor musunuz?
Allah onu öldürsün” demişti de, o bu sözü söyler söylemez Allah onun iki
gözünün akını dökerek kör etti.[1]
[1]
Heysemi, IX/136 (Taberani, Ebu Recâ el-Utâridi’den).
Muhammed
Yusuf Kandehlevi, Hayatu’s-Sahabe, Akçağ Yayınları: 4/322.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar