Kudsi Hadisler
Yukarıda
Geçen Hadislerle İlgili Fıkhi Hükümler: 1
Resim Yapma
ve Bununla ilgili Hükümler Hakkında: 2
15-
'Senin Ümmetin Bu Ne
Böyle? Bu Ne Böyle? Deyip Duruyorlar Hatta 'Peki Allah
Hakkında Ne Denilir' Derler" Hadisi 4
'imanda
Vesvese Hadislerinin Şerhi (Hadis 30-33) 5
16-
•Kim Benim Birini Bağışlamayacağım Üzere
Yemin Eder...?' Hadisi 6
34. Hadîsin
Şerhi 6
35. Hadisin
Şerhi 7
17- Allah'ın
İyî Amellerin Karşılığını Kat Kat Vermedeki Cömertliği Konusu 7
36-44.
Hadislerin Şerhi (Hadisi No: 36-44) 10
18- 'Allah
Hakkında Hüsnü Zan (İyizan) Üzere Bulunma' Konusu 12
45-5L
Hadislerin Şerhi 14
19-
"Allah'ın Salih Kulları İçin Hazırladığı Nimetler" Konusu 15
20-
'Allah'ın Kullarından, Kendisine Dua Etmelerini, Umutlu Olmalarını İstemesi
Konusu 17
"Rabbimiz,
Dünya Göğüne İner* hadisi: 17
52-71.
Hadislerin Şerhi 19
21- Ey
Ademoğlu, Sen Bana Dua Ettiğin, Benden Recada Bulunduğun Sürece Seni Bağışlarım' Hadisi 20
72. Hadisin
Şerhi 20
22- Şaban'ın
Onbeşinci Gecesi İle İlgili Rivayetler 21
73. Hadisin
Şerhi 21
23- Allah'ın
Kuluna Sevgisi Ve Bunun Yaratılanlara Karşı Sevgideki Etkisi 22
74-79.80.
Hadislerin Şerhi 23
24- Allahın
Veli Kullarına Düşman Olmanın Cezası Ve İnsanı Allah'a Yaklaştıran Amellerin En
Üstünü 24
'Kim Benim
Bir Dostuma Düşmanlık Ederse Ben Ona Savaş Açarım' Hadisi 24
81- Hadisin
Şerhi 24
25-
'Allah'tan Korkmanın Ve Gazabından Sakınmanın, Günahların Bağışlanmasına Sebep
Olacağı Hakkındaki Rivayetler 25
"Ailesinden,
Ölümünden Sonra Kendisini Yakmalarını İsteyen Adam" Hakkındaki Hadis 26
82. Hadisin Şerhi 26
Hadislerin
Şerhi 29
26- Adem
Aleyhîsselâm'ın Yaratılışı İle İlgili Rivayetler 30
"Adem
Aleyhisselâm'ın Yaratılışı" Hadisi 30
92-94.
Hadîslerin Şerhi 31
Yukarıda
Geçen Hadislerle İlgili Fıkhi Hükümler:
1. İçinde köpek ve resimler bulunan
eve girmeyen melekler, rahmet melekleri ile kul için bağışlama dileyen
meleklerdir. Hafaza ve Ketebe melekleri ise, Hattabî'nin de söylediği gibi kulu
hiçbir şekilde terketmezler. Ayıca burada ev denirken kastedilen, içinde
insanın oturduğu mekandır. Bu mekan normal ev olabilir, çadır veya başka bir
yer de olabilir.
Hattabî ve başkaları, şer'an
tutulmasında bir mahzur olmayan av, ziraat ve çoban köpekleri gibi köpekleri
müstesna tutmuşlardır.
2.
Haram olan resimler, el üstünde tutulup hürmet edilen ve önem verilen,
tazim gösterilen ve canlılara benzeyen resimlerdir. Bazıları bu hükmün
bütün resimler için umumî olduğunu da söylemişlerdir.
Bundan kaçınmanın gerekliliğinin
sebebi ise, bu tavırda Allah'ın yaratma işine benzeme oluğu için, bu fiilin
büyük günah olmasıdır. Bazı hallerde de bu resimlere tapılmaktadır.
Hadiste: "Benim yarattığım gibi
yaratmaya kalkışandan daha zalim kim olabilir." denilerek kayıt
konulmuştur. Yani canlı resimleri yapanlar kastedilmektedir. Burada, Allah'ın
yaratmasını inkarla, O'nun yarattığına benzer şeyler yaratmaya kalkışanın
Firavun ailesinden uzak bir yanı yoktur. Ama resim yaparken böyle bir niyet
taşımayanlar sadece günahkar olmaktadırlar.
Nenevî Rahmetullahi Aleyh, şöyle
diyor: 'Canlı resmi yapmak şiddetle haramdır ve büyük günahlardandır. Çünkü bu
amele karşı böyle büyük bir eza yapılacağı haber verilmiştir. Kişi resmi ister
önem verilmeyen, ayakbasılan yerlere, isterse başka yerlere yapsın hüküm
aynıdır olmayan bir şeyin resmini yapmak ise ha-
ram değildir.1
Âlimler demişlerdir ki, bunların
hepsi çocukların oyunları haricindeki şeylerdir, çocukların oyuncakları ise
mutlak suretle haram değildir. Kastallanî sonra şöyle diyor: 'Geçenlerden
anlaşıldığına göre, resmin keraheti tavanda veya yaslanılan yerlerde, yastıklarda
olduğu zamandır. Yatak, döşek, yere serilen yaygı v.s. gibi ayak altına gelen
yerlerde ise caizdir. Aynı şekilde başı olmayan veya başı kesilmiş halde resim
de caizdir. Çünkü başı üzerinde dik bir resim putlara benzemektedir.'
"Ona ruh üflemesi istenir"
sözüne gelince, bu emir resim sahibinin cehennemde ebedî kalmasını gerektirir,
bu durum ise resmi, ona tapınmak için yapanlar hakkındadır. Başkaları ise,
yaptıkları işi helal görmedikleri takdirde sadece günahkar olurlar. Hadisteki
mana ise, bunlar hakkında sadece azab manası taşır. Allah en doğrusunu
bilendir.
Güneş ışığından yararlanılarak resim
çekme ise haram resme girmemektedir, çünkü bu resim çekilen kişinin bir
gölgesidir. En doğrusunu bilen Allah'tır.[1][1]
Resim Yapma
ve Bununla ilgili Hükümler Hakkında:
Allah'ın bizi en doğruya
ulaştırmasını dileyerek diyoruz ki, resmi genel olarak haram kılan hadisler
geçtiği gibi, elbise üzerine nakşedilen resmi istisna tutan, ayak altına gelen
şeyler üzerine resim yapılmasını caiz kılan hadisler de geçti. Ayrıca resmin
nehye-dilmesindeki sebebin, ona bakmanın kişiyi tapınmadaki huşua götürmesi
olduğunu ifade eden hadisler de geçti. Ayrıca Cibril Aleyhisseiâm'm Hazreti
Aişe Radiyallahü Anha'nın resmini, Resulullah Aleyhisselâm'a rüyasında
arzetmesindeki durum gibi, resmin arzedilmesindeki maksat, o resmin sahibini
tanıtmak amacıyla olduğu zaman da caiz olacağını gösteren hadisler varid
olmuştur. Nitekim Cibril Aleyhi s s elam'in o resmi arze t meşindeki maksadı,
Allah Teala'mn Resulullah Aleyhisselâm'a zevce olarak seçtiği kişinin kimliğini
ortaya koymaktı.
Bütün bu hadislerin arasını
birleştirmek için, resmin şiddetli haram olanının, resim yapmakla Allah'ın
yarattığını taklid etmeyi amaçlayan kimseler hakkında olduğu ifade
edilmektedir. "Benim yaratışım gibi yaratmaya kalkışandan daha zalim kim
olabilir" sözü de buna işaret ediyor. "Allah'ın yaratışını taklide
kalkışan ressamlar" sözünde de bu mana vardır. Bu hareket bizatihi
haramdır, çünkü böyle bir şey, ya şirk ya da şirke çok yakın bir
amel olur.
Ancak, kendilerine uyulması ve
amellerinin örnek alınması için salih kimselerin resimlerinin yapılması, haddi
zatında güzel bir gayeye dayanır. Ama bunlara hürmette aşırıya gidilmesi ve
kendilerine tapınılması korkusundan dolayı bu resimler de haram kılınmıştır.
Nitekim puta tapıcılığın başlangıcı da böyle olmuştu. Özellikle camiler gibi
ibadete mahsus yerlere konulması son derece mahzurludur. Bunlara tapımlmasmm
uzak ihtimal olduğu sanılmasın. Zaman geçer, insanların bilgisizlikleri artar,
şeytan da bu yoldan insanlara bir şer kapısı açar. Nitekim Resulullah
Aleyhisselâm; "Sizden öncekilerin yollarına karış karış, sonra arşın arşın
uyacaksınız. Hatta onlar bir keler deliğine girmiş olsalar siz de
gireceksiniz", diye buyurmuştur.
Bunun haram olması da, bir canlının
yaşamasını mümkün kılacak gövdesinin resmedilmesindendir. Başı kesilir, veya
karnı yarılır yahut iyice uyulursa haramhk kalmaz. Giysiler üzerine nakşedilen
resimler hakkında da durum budur. Eğer ayak altına . gelecek durumdaysa mahzuru
yoktur. Hürmete layık bir yerde ise mahzurludur. Ancak hürmet ölçüsü, tapınma
derecesine varacak olursa bu zaman katiyetle haramdır.
Vesikalık fotoğraflar, şüpheli
kişilerin resimleri, kötülüklerinden korunulması için kendilerinin bilinmesi
açısından düşman casuslarının resimlerinin yapılması, zararlı ve faydalı
hayvan-, ların resimleri gibi
herhangi bir şeyin
tanıtılması amacıyla yapılan
resimler haram olan resimler statüsüne girmez. Çünkü ; bunda,
ihtiyaç dolayısıyla, resmedilen
şeyin tanınması amacı . vardır ki, bu amaç güzel bir
amaçtır. Bazen ihtiyaç pek fazla olur ki, bu zaman onların resimlerinin
yapılması zaruri olur. Bu durumda onların resimlerinin yapılması vacib olur.
Çünkü resim bilgiye vesiledir. Hüküm de bilginin gereklilik derecesine göre
verilir; yerine göre vacib yerine göre müstehab olur. Baba ve dedelerin,
oğullara ve torunlara tanıtılması amacıyla resimlerinin yapılması da mubahtır,
Ancak bunun mubah
olmasında babaların, oğullarından resimlere
tazim etmelerini istememeleri şartı vardır. Bu sadece onların tanınması
amacıyla yapılıyorsa caizdir.
Resulullah Aleyhisselâm'ın Hazreti
Aişe Radıyallahü Anha'ya "Yaygım önümüzden al, üzerindeki resimler hep
namazda karşıma gelip duruyor" demesinden anlaşılıyor ki, bu resimli
işlemeler, bir mahzura sebep olması halinde menolunmuştur. Yine çıplak resimler
gibi bazı resimler, bakıldığı zaman özellikle gençlerde şehvete sebep
olmaktadır. îşte bu yüzden böyle resimlerde haram olmaktadır. Filmlerin
gösterilmesindeki durum da aynıdır. Eğer film, gösterilen şeyin tanıtılması,
yahut gençlerin ilmî ve ahlakî bakımdan yetiştirilmesi amacıyla gösteriliyorsa,
yahut bir savaş mevkii gösteriliyorsa veya kişinin içine döştüğü bir
sıkıntıdan nasıl kurtulacağı öğretiliyorsa, bütün bunlar ilim talebi gibi güzel
ve matlub olan şeylerdir. Ama cinsî sahneler taşıyan, şehveti tahrik eden,
filmlerin gösterilmesi veya gösterilen şeyin ahlakî ölçülere ters bir halde,
çıplak vaziyette arzediîmesi haramdır. Meydanlara çıplak resimler taşıyan
ilanlar asılması da böyledir. Çünkü bunda ahlakî bozulma ve fesad vardır. Yine
kötü bir fiili işlemeyi Öğreten filmler de haramdır. Adam öldürme, hırsızlık,
ihanet, zina, kadınlara düşkünlük gibi fiillerin öğretilmesi de ayniyle
böyledir. Çünkü bu işin kötülüğünü anlayamayanları fenalığa sevkeder. Böyle
bir kötülüğün nasıl işleneceğini bilmeyene öğretilmiş olur. Yine kötülük
akabinde duçar olunacak cezadan kurtulmanın yolları öğretilmiş olur. Bunun
yanısıra bu tür filmler toplumda bozulmaya ve zararlı gidişe yolaçmaktadır.
Bunların ter-kedilmesinde fayda vardır.
Bunun yanısıra, âlimlerimiz, çocuk
oyuncağı olan resimleri ve şekilleri mubah görmüşlerdir. Çünkü bunlarda resmin
haram kihnmasındaki sebeplerin hiçbiri mevcut değildir.
Bu açıklamalar, bu konudaki etraflı
araştırmalar neticesinde varılan özet bilgilerdir. En doğrusunu bilen ise
Allah'tır. En doğru yola ileten O'dur. O bize yeter, O, ne güzel vekildir.[2][2]
15-
'Senin Ümmetin Bu Ne
Böyle? Bu Ne Böyle? Deyip Duruyorlar Hatta 'Peki Allah
Hakkında Ne Denilir' Derler" Hadisi
30. Hadisi İmam Müslim RahmetuÜahİ
Aleyh Kîtabul-İmân, "İmanda Vesvese" babında rivayet etmiştir.
Abdullah ibnu Amir ibni Zurare
el-Hadramî Muhammed ibnu Fudayl'dan, o da el-Muhtar ibnu Fulful'dan, o da Enes
ibnu Malik Radıyallahü Anh'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki: Senin Ümmetin bu ne böyle? Bu ne böyle? deyip dururlar. Hatta, bu Allah,
yaratıkları yarattı, peki Allah'ı kim yarattı," derler.[3][3]
31. Bu Hadis-i Şerifi İse:
îshaku'bnu İbrahim, Cerîr'den, Ebu
Bekr ibnu Ebi Şeybe de Hu-seyn ibnu Ali'den, o da Zaide'den; her ikisi (Cerîr
ve Zaide) el-Muhtar'dan, o da Enes ibnu Malik'ten Resulullah Aleyhis-selamın
aynı hadisini rivayet etmiştir.
Ancak Ishak: "Allahü Teala
buyurdu ki: Senin Ümmetin" kısmını zikretmemiştir.[4][4]
Yine Müslim, birçok yerde bu hadisi,
"Allahü Teala buyurdu ki" ibaresi olmaksızın rivayet etmiştir.
Bunlardan Ebu Hureyre ye dayandırılan senedle rivayet edilen bir hadis
şöyledir:[5][5]
32. Hadis-i Şerif:
Ebu Hureyre radiyallahü Anh
Resulullah Aleyhisseldm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"İnsanlar hep birşeyler
sormaktan geri durmazlar. Hatta, bu Allah, yaratıkları yarattı, peki Allah'ı
kim yarattı? derler. Böyle bir durumla karşılaşan: Ben Allah'a iman ettim,
desin.[6][6]
33. Bir Başka Rivayet de Söyledin
Ebu Hureyre Radiyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Birinize şeytan gelir ve şunu,
şunu kim yarattı, diye sorar. Sonunda da: Rabbini kim yarattı? der. Bu noktaya
ulaşan, (yani şeytanın bu vesvesesiyle karşılaşan) Allah'a sığınsın ve soruşturmaya
son versin."
Müslim, buradaki birinci rivayetin
benzeri şekilde rivayetlerde bulunmuştur ve hiçbirinde de; 'Allah buyurdu ki'
ibarasi geçmemektedir. [7][7]
'imanda
Vesvese Hadislerinin Şerhi (Hadis
30-33)
Nevevî'nin Müslim şerhinde bu hadis
şerhedilirken şöyle bir rivayete yer veriliyor; "Ebu Hureyre Radiyallahü
anh'dan rivayet edildiğine göre bazı kimseler Resulullah Aleyhis selâm1 m
yanına gelerek: 'Bizim kalbimize, bazen sözünü etmeyi çok büyük (yani haddi
aşmak) telakki edeceğimiz bir takım fikirler gelmektedir1 dediler? Resulullah:
'Bunu duyuyor musunuz1 yani 'bunun büyük bir şey olduğunu hissediyor musunuz?1
diye sordu. Gelenler: 'Evet' dediler. Resulullah Aleyhisselâm İşte bu apaçık
imandandır* buyurdu."
Resulullah Aleyhisselâm'ın: 'Bu
apaçık imandandır' demesinin manası, sizin bunu büyük bir şey olarak görmeniz,
sağlam bir imana sahib olduğunuzun delilidir, demektir. Bunu büyük bir şey
görmek ve ondan kaçınmak, sözünü etmemek imanını tahkiki olarak kemale
erdirmiş insanların işidir.
Bunun manasının şöyle olduğu da
söylenmiştir: Şeytan, saptırmaktan ümid kestiği kimselere vervese verir. Qnu
sapıtmaya gücü yetmediği için vesvese
yoluna başvurur.
Kafire ise istediği taraftan
yanaşabilir. Onlar hakkında sadece vesvese ile iktifa etmez. Onlarla istediği
gibi oynaşır. Buna göre hadisin manası: Vesvesenin sebebi imanın saflığıdır,
yahut vesvese imanın saflığına işaret eder, olmaktadır. Kadı İyaz bu :%ı
açıklamayı seçmiştir.
"Kalbine böyle vesveseler gelen
'Allah'a iman ettim' desin" sözünün manası: Bu tür batıl düşüncelerden yüz
çevirsin ve onları gidermesi için Allah'a iltica etsin, demektir.
İmam Mazerî Rahmetullahi Aleyh şöyle
demiştir: 'Hadisin zahirinden anlaşılan manaya göre; insan boş vesveselerden
uzak durmakla ve onu izale etmek için delil getirmeye kalkışm'amakla
emrolunmuştur1
Bu konuda şunlar söylenebilir ki,
vesveseler iki çeşittir: Geçici bir şekilde gelen ve insanı devamlı meşgul
etmeyen şüphelerdir ki, aldırış etmeme yoluyla giderilebilir. Hadisin manasına
göre de buna hamledilebilir. Vesvese ismi de böyle bir durum için geçerli olur.
Bu âdeta asılsız ve alelade bir durum olarak ortaya çıkmaktadır. Asılsız olduğu
için de, hakkında herhangi bir delil aranmaksızın giderilebilir.
Sürekli insanın kafasını meşgul eden
ve şüpheye yolaçan fikirler ise, aksine delil bulmak ve geçersizliğini isbat
etmekle ancak giderilebilir. En doğru olanını ise Allah bilir.
"Allah'a sığınsın ve hemen
soruşturmaya son versin" sözünün manası: Bir kimseye bu tür vesveseler
gelirse onun kötülüğünü bertaraf etmek için Allah'a sığınıp O'ndan yardım
dilesin. Bu konu üzerinde durmaktan da vazgeçsin. Bilsin ki, bu düşünce, şeytanın
vesvesesinden kaynaklanmaktadır. Şeytan da bu yolla onu saptırmaya ve inancını
bozmaya çabalamaktadır. Artık bu kinrse, şeytanın vesvesesine kulak asmaktan
çekinsin, zihnini başka şeylerle meşgul etmek suretiyle, onunla ilişkisini
kessin. [8][8]
16-
•Kim Benim Birini Bağışlamayacağım Üzere
Yemin Eder...?' Hadisi
34. Bu hadis Müslim, Sahih'inde
İnsanın, Allah'ın Rahmetinden Ümitsiz Hale Getirilmesi" babında rivayet
etmiştir.
Suveyd ibnu Sald'in Mu'temiribni
Süleyman'dan, onun da babasından, onun da Ebu îmran el-Cezvl'den, onun Cundeb
Radıyallahü Anh'den rivayetine göre Resulullah Aleyhisselâm bir adamın:
'Allah'a yemin olsun ki Allah filancayı bağışlamaz1 dediğini, Allahü Teala'nın
da şöyle buyurduğunu bildirdi:
"Kim Benim birini mağfiret
etmeyeceğim üzere yemin ederse kastettiği kişiyi bağışlar kendisinin amelini
ise boşa çıkarırım. dedi. Veya buna benzer şekilde buyurdu. [9][9]
Bu Hadisin şerhinde Nevevî: 'Bu
hadiste Ehli Sünnet mezhebinin, Allah'ın, kul tevbe, etmemiş olsa bile, onun
günahlarını bağışlamasının mümkün olduğuna dair görüşüne delalet vardır1
demiştir.
Mutezile bu hadisi, büyük günahların
kişinin sevablannı boşa çıkaracağına dair görüşlerine delil saymışlardır, .Ehli
Sünnet'e göre ise kulun iyilikleri ancak küfür dolayısıyla boşa çıkar. Hadiste
sözü geçen adamın iyiliklerinin boşa çkmasmın sebebi ise, bu iyiliklerinin,
yaptığı kötülükler karşısında değiştirilmesidir. Bu da ihbat-ı mecazî (yani
amellerin mecazî olarak boşa çıkarılması) olarak adlandırılmıştır. Ayrıca bu
adamın küfrünü gerektirecek bir başka işinin olması da mümkündür. Yine bunun
bizden öncekilerin şeriatlarına göre geçerli bir durum olması da muhtemeldir. [10][10]
35.
Yukarıdaki hadisin bir benzerini Ebu Davud Sünen'inde "Taşkınlıktan
Alıkoymak" babında, C.4,s.215'te daha uzun bir lafızla rivayet etmiştir.
Orada bir kıssa anlatılmaktadır. Bu
rivayet, senediyle birlikte şöyledir:
Muhammed ibnu's-Sabah ibni Süfyan
Aliyyu'bnu Sabit'ten, o da îkrime ibnu Ammar'dan, o da Damdam ibnu Cevs'den, o
da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Israiloğull arından iki kişi
birbirleriyle kardeşle sinişlerdi. Bunlardan biri günah işler diğeri de ibadet
için gayret sarfederdi. îbadete düşkün olan diğerini daima günah üzere görür ve
'Günahları bırak' derdi. Bunun üzerine adam 'Beni Rabbimle baş başa bırak, sen
benim üzerime gözetici olarak mı gönderildin?' derdi. Bunun üzerine birincisi
'Allah'a yemin olsun ki, Allah seni bağışlamaz, yahut cennetine sokmaz' derdi.
Allah her ikisinin de canını aldı. Bunlar Alemlerin Rahbinin huzurunda biraraya
geldiler. Allahü Teala ibadete düşkün olana 'Sen Beni biliyor muydun, yahut
sen Benim elimde olan üzerinde tasarrufta bulunma gücüne sahip miydin?1 diye
sordu. Sonra günahkara "Git, Benim rahmetimle cennete gir1 dedi. ibadete
düşkün olan için de; 'onu cehenneme atın' diye buyurdu."
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh, der ki:
Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, adamcağız hem dünyasını hem
de ahiretini mahvedecek bir söz söyledi, [11][11]
"Beni Rabbimle başbaşa
bırak". Yani, bırak Rabbim bana ne yaparsa yapsın. Ben inanıyorum ki,
Allahü Teala çok bağışlayıcı, çok merhamet edicidir. Günahların hapsini
affedebilir, rahmeti de her şeyi kuşatmıştır.
Burada adamın, Allahü Teala hakkında
hüsn-ü zan sahibi olduğu ve tevbe ettiği, dolayısıyla O'ndan bütün günahlarını
bağışlamasını umduğu hakkında işaret vardır. Bunun için "beni Rabbimle
başbaşa bırak" yani benim Allah'a ve mağfiretine kuvvetli inancım vardır,
demiştir.
"Sen benim üzerime gözetici
olarak mı gönderildin" sözünün manası "Sen Allah tarafından üzerime
gözetici olarak mı görevlendirildin" dir. Allahü Teala da Hazreti Muhammed
Aley-hisselâm'a "Sen onların üzerine vekil değilsin" buyurmuştur.
Kullar üzerindeki tek gözetici
Allahü Teala'dır. O adamın da bu zannı, inancındaki güzelliğindendir. Bu, yani
inanç güzelliği ise sahibini Allah'ın mağfiretine layık kılar.
Ebu Hureyre Rahmetullahi Aleyh'in de
dediği gibi, ibadete düşkün olanın dünyasını da ahiretini de harab eden söz
arkadaşına "seni Allah bağışlamaz" veya "seni Allah cennetine
koymaz" demesi olmuştur.
Allah'ın mağfiretini inkarı
dolayısıyla, dünyada yaptığı bütün iyilikleri boşa çıktığı için, dünyası harab
olmuştur. Allahü Teala da: "Kim imanı inkar ederse onun ameli boşa gider,
o ahirette de hüsrana uğrayanlardan olur" buyurmaktadır. Adam ahiretini de
harab etmiş, kendisine yaptığı kötülüklere karşılık olarak bir sevaba
kalmamıştır. Bu yüzden kendisi hakkında: "Onu cehenneme atın" denilmeyi
haketmiştir.
Nevevî'nin dediği gibi, bu adamdan
kalben de olsa, küfre götürecek bir hal cereyan etmişse, hakkında "onu
ebedî olarak kalmak üzere cehenneme atın" denilmiş olabilir. Yine,
Mü'minlerin günahkarlarının, bu günahlardan arındırılmak için azab edildikleri
gibi, azab edilmek üzere cehenneme atılmış olması da muhtemeldir. Çünkü onun
yaptığı büyük bir günaha yakındır, o da günahkar kardeşini Allah'ın
affetmeyeceği ve cennete koymayacağı hakkında kesin hüküm vermesidir.
Allahü Teala Kur'an-ı Kerim'de:
"Rabbinin rahmetini onlar mı taksim ediyorlar" diye buyuruyor.
Mağfiret ve azab da yalnız Allah'ın iradesi altındadır. Bir yaratığın, nefsi
veya başkası hakkında, bunlardan birini kesin hakettiğini söylemesi caiz olmaz,
Böyle yapan Allah'ın iradesi ve ilahi fiilleri hakkında hüküm vermiş olur.
Allah'ın mağfiretini uman günahkârı
Allah cennete sokmuştur, Allah hakkında yemin eden itaatkarı da Allah
cehennemine sokmuştur. Sözde, inançta, amelde ayağımızın kaymasından, bilmeyerek
hataya düşmekten Allah'a sığınırız.[12][12]
17- Allah'ın
İyî Amellerin Karşılığını Kat Kat Vermedeki Cömertliği Konusu
36. "Kim Bir İyiliğe Veya Bir
Kötülüğe Niyet Ederse" hadisi
Bu hadisi, Buharî, Kitabu'r-Rikak,
c.8,s.lO3!de rivayet etmiştir,
Abdulvaris'in Ca'da Ebu Osman'dan,
onun Reca el-Ataridl'den, onun da îbnu Abbas'dan bildirdiğine göre Resulullah
Aleyhis-selâm Rabbinden rivayetle şöyle buyurmuştur:
Allahu Teala iyilikleri ve
kötülükleri yazmış, sonra bunları açıklamıştır. Kim bir iyiliğe niyet eder de
onu yapmazsa Allah onu kendi katında tam bir iyilik olarak yazar. Kim de
iyiyliğe niyet eder ve iyiliği işlerse Allah, karşılığında on katından yediyüz
katına kadar hatta daha da fazla sevap yazar. Kim de bir kötülüğe niyet eder
de yapmazsa Allah onu kendi katında tam bir iyilik olarak yazar. Kim kötülüğe
niyet eder ve işlerse Allah onu sadece bir kötülük olarak yazar. [13][13]
37. Buharî bu hadisi aynı şekilde
Kitabu't-Tevhid, de, c.9 s. 144'de "Allah'ın Kelamını Değiştirmek
İstiyorlar" ayetiyle ilgili babda rivayet etmiştir.
Oradaki rivayetinde aynı senedle Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh'ın bildirdiğini kaydetmektedir.
"Allahü Teala buyurur ki: Kulum
bir kötülük yapmak istediğinde onu işleyinceye kadar yazmayınız; İşlediğinde
de aynıyla yazınız. Onu benim için terkedeı^se bir iyilik olarak yazınız. Kulum
bir iyilik yapmak istediğinde onu bir iyilik olarak yazınız, işlediği zaman da
on katından yediyüz katma kadar sevap yazınız.[14][14] (Bazı
rivayetlerde 'çok çok fazla1 ibaresi ziyade edilmiştir.[15][15]
38. Bu hadisi Müslim, Sahih'inde
"Allah Teala Nefsin Düşüncesini ve Kalbe Gelen Fikirleri
Bağışlamıştır" başlıklı babda Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'a ulaşan senedle
rivayet etmiştir. C.8, Kastallanî'nin Hamişi s.486,
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'dan
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle dediği rivayet edilmiştir:
"Allahü Teala buyurdu ki 'Kulum
bir kötülük düşündüğünd onu yazmayın. İşlediğinde bir kötülük olarak yazın. Bir
iyili düşünür de onu yapmaz sa, bir iyilik olarak yazın, yaparsa on kal sevap
yazın' dedi.[16][16]
39. Müslim'in ikinci bir rivayeti de
ebu Hureyre'ye day* nan senedle şöyledir.
Ebu Hureyre'den Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle dediği rivc yet edilmiştir.
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki, Kulum bir iyilik düşünür de yapmazsa onu kendisi için bir iyilik olarak
yazarım. O îyiliği yaptığında, on kattan
yediyüz kata kadar sevap yazarım. Bir kötülük düşünür de yapmazsa, bundan
dolayı aleyhine birşey yazmam. Kötülüğü işlerse sadece bir kötülük olarak
yazarım.[17][17]
40. Müslim bir başka rivayetinde de
senedi zikrettikten sonra şöyle kaydediyor:
Ebu Hureyre bize bazı hadisler
bildirdi. Resulullah Aleyhis-selâm, Allah Azze ve Celle'nin şöyle buyurduğunu
söyledi.
"Kulum bir iyilik yapmaya niyet
ederse işlemediği taktirde bunu kendisi için bir iyilik olarak yazarım.
İşlediği zaman ise on kat sevap yazarım. Bir kötülük işlemeye niyet eder de,
işlemezse onun bu niyetini bağışlarım. İşlediği takdirde aynıyla günah
yazarım". Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki, Melekler 'Ey Rabbimiz, şu
kulun bir kötülük işlemek istiyor1 dediler. Allah o kulunu meleklerden daha
iyi görmekle birlikte 'Onu gözetleyin, eğer kötülüğü işlerse, aynıyla günah
yazın, eğer terkederse bunu kendisi için bir iyilik olarak yazın, çünkü onu
Benim korkumdan terketmiştir', diye buyurur.[18][18]
41. Yine Sahih-i Müslim'de, aynı
senedle şöyle bir rivayet yerahmşür: Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:
"İçinizden biri, Müslümanlığını
güzel yaparsa (yani iyi Müslüman olursa) Allah'a kavuşuncaya kadar, işlediği
her iyilik için on kattan yediyüz kata kadar sevap yazılır, işlediği her
kötülük için de aynıyla günah yazılır.[19][19]
42. Müslim, ibnu Abbas Radiyallahü
Anh'a dayanan bir senedle de şöyle bir rivayette bulunmuştur:
İbnu Abbas Radıyallahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'm Rabbinden rivayetle şöyle buyurduğunu bildirmiştir.
"Allahü Teala iyilikleri ve
kötülükleri yazmış, sonra bunları açıklamıştır. Kim bir iyilik düşünür de
yapmazsa Allah onu tam bir iyilik olarak yazar, ^ğer düşünür ve yaparsa Allah
kendi katında onun için on kattan yediyüz kata kadar hatta daha fazla sevap
yazar. Bir kötülük yapmayı düşünür de yapmazsa Allah onu bir iyilik olarak
yazar. Düşünür ve yaparsa, o zaman da Allah yalnız bir kötülük -günah-
yazar".
Bir başka rivayetinde: "Yahut
Allah yazılanı siler. Helak olmayı hakedenden başkası da Allah katında helake
uğratılmaz" ibaresi ziyade edilmiştir. [20][20]
Aşağıdaki hadisi de et-Tirmizî
Sahih'inde C.2, s,180'de "En'am
Suresi" babında rivayet
etmiştir.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir.
"Sözü hak olan Allah Azze ve
Celle buyurdu ki 'kulum bir iyilik düşündüğünde onu kendisi için bir iyilik
olarak yazın. Şayet düşündüğünü yerine getirirse on kat sevap yazınız. Bir
kötülük düşündüğünde hemen yazmayın. Şayet yaparsa aynıyla günah yazın. Eğer
terkederse, (yapmasza da, demiş olabilir,buradaki şüphe ravidendir) bunu
kendisi için bir iyilik olarak yazın1. Sonra Resulullah Aleyhisselâm 'kim bir
iyilik yaparsa ona on kat sevap vardır' mealindeki ayeti kerimeyi okudu.[21][21]
Ebu îsa et-Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.[22][22]
44. Bu hadisi en-Nesâî de,
Kastallanî'de geçtiği üzere fKunut ve Rekaik' kitablarında rivayet etmiştir.
Ibau Mace de, Sünen'inde ebu Zer
Radıyallahü Anh'dan bu manada bir hadis-i şerif rivayet etmiştir. İbnu Mace'nin
rivayeti şöyledir: '
Ebu Zer radıyallahü Anh Resulullah
Aleyhisselâm'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Allahü Teala buyurur ki, kim
bir iyilik yaparsa ona on kat veya daha fazla sevap vardır. Kim de bir kötülük
işlerse, kötülüğün cezası aynıyla kötülüktür, yahut o kötülüğü bağışlarım. Kim
Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir arşın yaklaşırım. Kim Bana bir arşın
yaklaşırsa Ben ona by* kulaç yaklaşırım. Kim Bana yürüyerek gelirse Ben ona
koşarak giderim. Kim Bana yeryüzünü dolduracak kadar günahla gelirse Ben onu
aynı, o kadar bağışlama ile karşılarım.[23][23]
36-44.
Hadislerin Şerhi (Hadisi No: 36-44)
el-Mazirî der ki; Kadı Ebu Bekr ibnu
Tayyîb'in görüşüne göre, kalben bir kötülüğe azmeden ve bu azmini iyice
kuvvetlendiren, inanç ve azim itibariyle günah işlemiş olur.
Hadislerde geçen mesele ise, kötülük
düşüncesini nefsine iyice yerleştirmemiş olanlar hakkındadır. Kalpte
yerleşmeyen fikir ve niyetler 'hem' (düşünce) olarak adlandırılır, hem ve azim
birbirinden ayrılır. Bu Kadı Ebu Bekr Rahmetullahi Aleyh'in görüşüdür. Fakih
ve muhaddislerin çoğu ona muhalefet etmişler ve hadisin zahirî manasım esas
almışlardır.
Kadı Iyaz Rahmetullahi Aleyh şöyle
der: 'Selefin geneli ve ilim erbabının
çoğu, kalbin işlediği günahlardan
Ötürü de kişinin sorumlu tutulacağına
delalet eden hadisler dolayısıyla Kadı Ebu Bekr'iiı serdettiği görüşe kail
olmuşlardır. Ancak onlar şöyle demişlerdir: Kötülüğe azmetme, bir günah olarak
yazılır, ama yapılması istenen kötülük nisbetinde bir günah olarak yazılmaz.
Çünkü o düşünceyi taşıyan kötülüğü henüz işlemiş değildir. Kendisini bundan
alıkoyan da, Allah korkusu ve O'na yönelme değil, başka bir sebep olmuştur.
Ancak kötülüğe ısrar ve azim, bizzat bir kötülüktür. Onun için kötülük olarak
yazılır. İşlediği zaman ise ikinci bir kötülük olarak yazılır. Ancak yapmak
istediği kötülükten Allah korkusu dolayısıyla vazgeçerse hadiste de
belirtildiği üzere bu, onun hakkında bir iyilik olarak yazılır. Nitekim hadiste
de: "Onu benim korkumdan terke tm iş tir" denilirken kulun, fenalığı
Allah korkusundan dolayı terketmesi, kötülükler emreden nefse karşı gelmesi,
hevasına isyan etmesi hususuna dikkat çekiliyor. Yazılmayan düşünceler ise,
kalbe yerleşmeyen, niyet ve azimle işlenilmesine karar verilmeyen
düşüncelerdir.
Kötülüğü Allah korkusuyla değil de
insanların korkusundan terkeden için sevab yazılıp yazılmayacağı hususunda,
bazı ke-lamcılar muhtalif görüşler beyan etmişler ve-böylesi için sevab
yazılmaz, çünkü; kötülüğü utancından dolayı terketmiştir, demişlerdir. Bu görüş
ise zayıftır.
Kişinin kalben azmettiği fenalıklardan
dolayı hesaba çekileceği üzerinde nasslar sabit olmuştur. Ayet-i kerime'de:
"îman edenle] arasında fenalıkların yayılmasını arzulayanlar var ya, onlar
için dünyada da ahirette de acıklı bir azab vardır" buyuruluyor. Yint bir
başka ayet-i kerimede: "Zanlann çoğundan kaçının, çünkü baz: zanlar vardır
ki günahtır" deniliyor. Bu konuda ayetler çoktur.
Hasedin, Müslümanları küçümsemenin,
kötülüğü arzula manın ve bunun gibi kalbe taalluk eden bazı işlerin haramlığı
hu susunda kesin şer'î nasslar bulunduğu gibi, ümmetin de icma vardır. En doğru
olanını ise ancak Allah bilir..
"Helak olmayı hakedenden
başkası Allah katında helak( uğratılmaz" ibaresinin açıklamasında Kadı
İvaz şöyle diyor 'Allahü Teala'nm rahmet ve keremi bütün kullarını kuşatmıştır
Kötülüğü işlemeyenin, bu niyetini iyiliğe çeviriyor. İşleyen içiı misliyle
günah yazıyor. İyilik düşünen için, işlemese de seva yazıyor. İşlediğinde on
kattan yediyüz katma kadar sevab yazıyor.
Artık kim bu keremden mahrum
kalırsa, kötülükler tek tek, iyilikler kat kat yazıldığı halde; kötülükleri
iyiliklerinden fazla gelirs bu, helaki haketmiş, mahrumiyet içinde bir
insandır. Çünkü iyili yapmayı aklına bile getirmemiştir. Kötülüklerden de hiç
geri durmamış, bu yüzden kötülükleri iyice artmış ve galib gelmiştir'.
İmam Ebu Cafer et-Tahavî: 'Bu
hadislerde, hafaza meleklerinin sadece zahirî- amelleri yazdığını ileri
sürenlerin görüşlerinin aksine, bu meleklerin kalbe ait âmelleri de yazdığına
delalet vardır1 diyor.
"Yediyüz kata, hatta daha
fazlasına kadar sevab yazılır" sözüyle ilgili olarak âlimlerin geçerli
olan görüşlerine göre; sevabın yediyüz katla sınırlı olmadığı ifade
edilmiştir. Ebu'l-Hasen el-Maverdî ise sözün, bu hadisin rivayetindeki bir
galat olduğunu ileri sürmüştür.
Bu babda yeralan hadisler, Allahü
Teala'mn bu Ümmete ne kadar büyük ihsanda bulunduğunu, bu Ümmeti ne derece
şereflendirdiğini ve kendinden önceki Ümmetlere karşılık bu Ümmetin yükünü ne
derece hafiflettiğini ortaya koymaktadır. Bu-, aradaki hadisler aynı zamanda
sahabenin şeriat esaslarına uymada birbirleriyle nasıl yarış ettiklerini de
açıklıyor.
Ebu İshak ez-Züccac diyor ki:
'Bakara suresinin son kısmında yeralan "Ey Rabbimiz, unutur veya hata
edersek, bizi hesaba çekme...ilh." duası Allahü Teala'mn Peygambere ve
Mü'minlere öğrettiği bir duadır. Peygamber Aleyhisselâm'dan, sahabeden sonra
gelenlerin de okuması için, bu duaya kitabında yer vermiştir. Bu ezberlenmesi
ve sık sık okunması gereken bir duadır'.
Bununla "Konuşmaz veya
yapmazlarsa Allahü Teala benim Ümmetimin kalbine gelen fena düşünceleri
mağfiret etmiştir" hadisine işaret ediyor. (Nevevî'nin şerhi'nden).
Allahü Teala: "Kim bir iyilik
getirirse ona on kat sevab yazılır" buyuruyor. Burada bahis edilen iyilik
işlenmiş olan iyiliktir. Kat kat sevab, işlenen iyiliğedir. İşlenmeden önce tek
sevab vardır.
Allahü Teala'nm azim olmadan da,
sadece iyilik düşüncesine sevab yazması muhtemeldir.
Sevab sadece iradeye de yazılır,
çünkü irade işlemeye sebeptir. Hayır istenmesi de bir hayırdır. Çünkü 'hayır
kalb amellerinden-dir1 denilmiştir.
Kişinin iyilik yapmaktan vazgeçmesi
de, bir engel dolayısıyla veya engel olmaksızın olabilir. Sevab da terketme
sebebine göre değişir. Dıştan gelen bir engel dolayısıyla terkedilmiş olabilir,
ama kişinin iyilik düşüncesi devam ederse sevab çok olur. Terketme sebebi
kişinin kendi fikri olursa, o zaman da sevab bir öncekinden daha az olur.
İyilik düşüncesinden
tamamıyla.vazgeçmesi halinde ise, bir sevab yazılmaz. Bilhassa düşündüğünün
tam aksini yaparsa sevabdan
tamamen mahrum kalır.
Bir dirhem sadaka
vermeyi düşünürken, bu bir dirhemi caiz olmayan bir şeye harcamak gibi.
Yapılan iyiliğe verilecek sevabın
derecesi de, kişinin ihlasmın, azimetindeki sadakatinin, kalb huzurunun ve
sağladığı faydanın dercesine göre değişir.
Kötülük düşünüp terkedenin durumuna
gelince;
Kadı el-Bakülanî ve daha başkaları
diyor ki; 'kişi kötülüğe kalben azmeder ve bu azmini nefsine yerleştirirse,
günah işlemiş olur. Hadiste sözü edilen af ise kötülüğü sadece hatırına getirip
azmetmeyen içindir.'
Maverdî diyor ki: 'Onun bu görüşüne
fakihlerden, muhaddis-lerden ve kelamcılardan birçokları muhalefet
etmişlerdir'. Maverdî bu konuda imam Şafii'nin açıklamasını naklediyor. Bu
açıklamaya Ebu Hureyre'nin Sahih-i Müslim'de geçen hadisinin zahirî de delalet
etmektedir. Orada: "Ben, işlemediği sürece o kötülüğü bağışlarım"
deniyor. Burada kastedilen amel, düşünülen kötülüğün bir âza ile icra
edilmesidir.1
Kadı Iyaz'da selefin genelinin
el-Bakıllanî'nin beyan ettiği görüşe kail olduklarım söylemiştir. Çünkü onlar,
kulun kalb amellerinden dolayı hesaba çekileceği üzerinde ittifak etmişlerdir.
Ancak şöyle demişlerdir: 'Kötülüğe azmetmekten dolayı mücerred olarak bir
fenalık yazılır. Yani yapmak istediği fenalığın günahı •yazılmaz. Tıpkı bir
fenaliğın işlenmesini emredip sonra onun işlenmesine sebep olmayan "gibi.
Bu, kötülükle emretmesinden dolayı günah işlemiş olur, ancak herhangi bir
kötülük yapmış olmanın günahını hak etmez.1
Sonuç olarak anlaşıldığına göre;
âlimlerin çoğu, kesin azmetmekten kulun hesaba çekileceğine kanidirler. Ancak
aralarında bazı görüş ayrılıkları da vardır. Bazılarına göre, üzüntü, keder ve
düşünce ile dünyada cezalandırılır. Bazılarına göre de, kıyamet gününde azab
edilmek suretiyle değil de hesaba çekilmek suretiyle cezalandırılırlar. Kişinin
düşüncesinden dolayı hesaba çekilmeyeceği görüşünde olan âlimler de, Mekke
hareminde kötülük düşünmeyi, azmetmek olmasa bile bundan istisna etmişlerdir.
Çünkü bu konuda Cenabı Allah şöyle buyuruyor: "Kim orada taşkınlık,
haksızlık arzularsa, ona acıklı azabdan tattırırız". Zira Harem, düşünce
itibariyle de ta'zim edilmesi gereken bir yerdir. Orada kötülük arzulayan,
hürmet Ölçüsünü aşarak vacib olana muhalefet etmiş olur. Bu yüzdendir ki,
Harem'de kötülük işlenmem başka yerlerde kötülük işlenmesinden çok daha fena
sayılmıştır.
Harem'in önemini küçümseyerek
kötülük işlemeyi düşünen isyankar olur, Allah'ın emirlerini basite alarak
Allah'a isyan etmeyi düşünen ise, kafir olur. Affedilen kötülük düşüncesi,
emri küçümseme kastıyla olmayan düşüncedir.
"Yahut Allah o kötülüğü
siler" yani tevbe, istiğfar veya ona keffaret olacak bir iyilik
dolayısıyla siler. Ayet-i kerime'de de: "İyilikler fenalıkları
giderir" buyuruluyor. Bir başka ayette de: "Nehyolunduklarmızm
büyüklerinden kaçınırsanız, seyyiat-1 arınıza karşılık olarak küçük ayak
sürçmelerinizi'bağışlarız ve sizi hoş bir mekana sokarız" buyuruluyor.
Kötülük düşüncesinde olduğu gibi,
bazıları, Mekke Harem'inde işlenen fenalıkları da oranın büyüklüğü dolayısıyla
müstesna tutmuşlardır. [24][24]
18- 'Allah Hakkında
Hüsnü Zan (İyizan) Üzere Bulunma' Konusu
45. Bu hadisi Buharı,
"Kitabu't-Tevhid'de "Allah Sizi Kendi Nefsinden Sakmdırmaktadır"
ve "(Ey Rabbim) Sen .Bende Olanı Bilirsin Ama Ben Sende Olanı
Bilemem" ayet-i kerimeleriyle ilgili babda rivayet etmiştir. C.9, s.120
Kastallanî Şerhi, C.10, s.381,
Umeru'bnu Hafs babasından, o da
el-A'meş'ten, o da Ebu Salih'ten, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den,
Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini rivayet etmiştir.
' "Allahü Teala buyurur ki
'Ben, kulumun Benim hakkımdaki düşüncesi üzereyim ve o Beni zikrettiği zaman
Ben omınlayım. O kendi nefsinde Beni zikrederse, Ben de kendi nefsimde onu
zikrederim. O Beni bir topluluk içinde anarsa, Ben de onu daha hayırlı bir
topluluk içinde anarım. O Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın
yaklaşırını. O Bana bir arşın yaklaşırsa, Ben ona bir kulaç yaklaşırım. O Bana
yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak giderim".
Buharı bu hadisi Kitabu't-Tevhid'de
muhtasar olarak da rivayet etmiştir. [25][25]
46. Müslim de Sahih'inde Ebu Hureyre'ye
dayanan üç ayrı senedle bu konuda hadis rivayet etmiştir.
Birinci senedle rivayet edilenin
lafzı Buharî'nin yukarıda geçen rivayetinin lafzına yakındır. Sadece Müslim'in
rivayetinde şöyle bir değişiklik vardır.
"O Beni zikrettiği zaman Ben
onunla beraber olurum. O Beni nefsinde zikrederse, Ben de onu kendi nefsimde
zikrederim. O Beni bir topluluk içinde zikrederse, Ben onu daha hayırlı
kimselerin oluşturduğu bir topluluk içinde zikrederim." (Burada manada değişikliğe
yolaçmayan bazı lafız farklılıkları vardır) [26][26]
47. ikinci ve üçüncü rivayetinde ise:
"O Bana bir arşın yaklaşırsa,
Ben ona bir kulaç yaklaşırım" ibaresini zikretmemiştir.
Üçüncü rivayeti ise şöyledir: Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh, Resulullah Aleyhisselâm'dan bize bazı hadisler rivayet
etti. Bunlardan biri şöyledir,
Resulullah Aleyhisselâm Allahü
Teala'mn şöyle buyurduğunu bildirdi: "Kulum Bana doğru bir karış
ilerlerse, Ben ona doğru bir arşın ilerlerim. O Bana doğru bir arşın ilerlerse,
Ben ona doğru bir kulaç giderim. O Bana doğru bir kulaç gelirse, Ben ondan daha
hızlı bir şekilde kendisine doğru giderim.[27][27]
48. Aynı konuda Tirmizî, Camiinde
'Allah Hakkında Güzel Zan Sahibi Olma' babında aşağıdaki hadisi rivayet
etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle söylemiştir:
"Allahü Teala buyurur ki, Ben,
kulumun Benim hakkımdaki zannı üzereyim. Ve kulum Bana dua ettiği zaman Ben de
onunlayım[28][28]
Tirmizî bu hadisin hasen ve sahih
olduğunu söylemiştir.[29][29]
49. Tirmizî bir başka yerde Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'ın Resulullah Aleyhisselâm'dan şöyle bir rivayette bulunduğunu
kaydetmiştir.
"Herşeyden müstağni olan Allah
buyurur ki, Ben kulumun, Benim hakkımdaki zannı üzereyim ve o Beni zikrettiği
zaman Ben deonunla beraberim. O Beni kendi nefsinde zikrederse, Ben de onu
kendi nefsimde zikrederim. O Beni bir topluluk içinde zikrederse, Ben onu daha
hayırlı bir topluluk içinde zikrederim. O Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona
bir arşın yaklaşırım, O Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak giderim.[30][30]
Tirmizî Rahmetullahi Aleyh bu
hadisin hasen ve sahih olduğunu söylemiştir.[31][31]
50. İbnu Mace Sünen'inde, C.2, s.218'de
'Zikrin Fazileti' babında aşağıdaki hadisi rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resutullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet edilmiştir.
Allah Azze ve Celle buyurur ki,
kulum Beni zikrettiği zaman ve dudakları Benim için kıpırdadığında Ben onunla
beraberim.[32][32]
51. Yine İbnu Mace, C.2, s.223'te
'Amelin Fazileti1 babında şöyle bir rivayette bulunmuştur:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyte buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Herşeyden müstağni olan Allah
buyurur ki, Ben kulumun Benim hakkımdaki zannı üzereyim ve Beni zikrettiği
zaman Ben onunla beraberim. O Beni nefsinde zikrederse, Ben de onu kendi
nefsimde zikrederim. O Beni topluluk içinde zikrederse, Ben de onu daha hayırlı
bir topluluk içinde zikrederim. O Bana bir karış yaklaşırsa, Ben ona bir arşın
yaklaşırım. O Bana yürüyerek gelirse, Ben ona koşarak giderim".[33][33]
"Ben kulumun Benim hakkımdaki
düşüncesi üzereyim". Yani eğer kulum Benim kendi amellerini kabul
edeceğime ve onlara karşılık sevab vereceğime, tevbe ettiği zaman kendini
bağışlayacağıma kanaat getirirse, onu bu kanaatinde doğru çıkarırım. Eğer
Benim bunları yapmayacağımı zannederse o zaman da zannettiği gibi yaparım.
Burada reca (ümid) tarafını havf
(korku) tarafına tercih etmeye işaret vardır.
Bazı tahkik ehli, bu düşüncenin ölüm
ânında olmasının gerektiğine kani olmuşlardır. Daha öncesi hakkında ise üç
görüş vardır:
En doğrusu orta yol üzere olmaktır.
Kişi için uygun olan Allah'ın vaadi gereğince amellerini kabul edeceğine ve
kendini bağışlayacağına inanarak ibadet görevlerini hakkıyla yerine getirmeye
çalışmaktır. Allah vaadettiğinin aksini yapmaz. Kim Allah'ın kendini
affetmeyeceğine inanır veya böyle bir zanna kapılırsa o, Allah'ın rahmetinden
ümid kesmiş olur ki, bu da büyük günahlardandır. Böylece bir inanç üzere ölen
kişi inancı ile başbaşa bırakılır.
İsyana devamla beraber,
bağışlanacağını zannetmek ise kupkuru cahillik ve kendini benlik içinde
görmekten başka bir şey değildir.
"Kulum Beni zikrettiğinde, Ben
onunla beraberim" sözünden kastedilen beraberlik, hususiyet itibariyledir.
Yani rahmetimle, tevfikimle, hidayetimle, "Her nerede olursanız O, sizinle
beraberdir" ayet-i kelimesindeki rivayetimle ve inayetimle, onunla beraberim,
demektir. Buradaki beraberlik; bildirilen beraberlikten farklıdır. Ayet-i
kerimedeki beraberliğin manası ilim ve kuşatma itibariyle beraberliktir.
"Ben onu daha hayırlı bir
topluluk içinde anarım',1 sözünden, meleklerin Ademoğullarmdan daha hayırlı
oldukları anlamı çıkmaz. Burada kastedilen mele-i a'la'dır ki, bu topluluğa
dahil olanlar arasında Peygamberler, şehidler gibi, zikrin geçtiği meclisde
yeralan kimselerden daha hayırlı olanlar mevcuttur. Bu topluluk sadece
meleklerden oluşan bir topluluk değildir.
Ayrıca buradaki hayırlıhk,
zikredenle topluluğu birlikte içine alır. Yüce Rabbin bulunduğu taraf şüphesiz
diğer taraftan daha hayırlıdır. Böylece bütün bir topluluk için hayırlıhk
yönünden üstünlük hasıl olmuş oluyor.
Hafız İbnu Hacer, hadiste geçen
'daha hayırlı topluluk' lafzmdaki hayırhlığın, sadece topluluk içinde söylenmiş
bir vasıf olduğunu belirtmektedir. el-Hattab; burada zikredenle topluluğun,
birlikte kastedilmiş olacağı görüşüne ihtimal vermiyor. En doğrusunu Allah
bilir.
"Bana yürüyerek gelen"
demekle kişinin az bir taatle Allah'a yaklaşması kastediliyor. Allah böyle bir
şeyi pek çok sevabla karşılayacağını bildirmek maksadıyla "Ben ona koşarak
giderim" buyuruyor. Kulun taatı arttıkça. Allah'ın sevabı artar. Kul
taatını yavaş yavaş artırsa da, Allah sevabını süratle artırır.
Burada yaklaşma ve koşma mecazi
anlamdadır. Yoksa esasında bu tür kelimelerin hakiki manaları Allahü Teala
hakkında kullanılmaz. Çünkü böyle şeyler Allahü Teala hakkında muhaldir.
Kadı Iyaz "Ben kulumun Benim
hakkımdaki düşüncesi üzereyim" sözünün manasının şu olduğunu söylemiştir:
'Bağışlama dilediğinde kendisini bağışlayacağımı, tevbe ettiğinde tevbesini
kabul edeceğimi, dua ettiğinde duasını kabul edeceğimi; Benden istediğinde
istediğini vereceğimi umarsa, umduğunu veririm.
Bundan kastedilenin ümid, af dileme
olduğu söylenmiştir, en doğrusu da budur. [34][34]
19-
"Allah'ın Salih Kulları İçin Hazırladığı Nimetler" Konusu
52. "Salih Kullarım İçin Hiçbir
Gözün Görmediği Nimetler Hazırladım" hadisi
Sahih-i Buharı 'Cennet Ehlinin
Sıfatı1 babından, C.4, s. 118,
Hemeydî, Sufyan'dan, ö da
Ebu'z-Zinad'dan o da el-A'rec'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Allah buyurdu ki, Ben salih
kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve hiçbir
beşerin hatırına gelmeyen nimetler hazırladım. İsterseniz: "Hiçbir nefis,
kendisi için gözlerden neler gizlendiğini bilemez" ayetini okuyun.[35][35]
53. Yine Buharî, Kitabu't-Tefcir, C.6,
s.ll5'te secde suresinin nüzul
sebebiyle ilgili olarak şu
hadisi rivayet etmiştir;
"Aliyyu'bnu Abdullah
Sufyan'dan, o da Ebu'z-Zenâd'dan, o da el A'reç'den, o da Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet
etmiştir:
"Allah Tebareke ve Teala
buyurdu ki, salih kullanın için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın
duymadığı hiçbir beşerin hatırına gelmeyen nimetler hazırladım". Ebu
Hureyre: İsterseniz, "Hiçbir nefis, kendisi için gözlerden neler
gizlendiğini bilemez" ayatini okuyun, dedi.[36][36]
54. Buharı bu hadisi aym babda, C.6, s.
116'da aşağıdaki lafızla rivayet etmiştir.
îshaku'bnu Nasr Ebu Usame'den, o da
el-A'meş'ten, o da Ebu Salih'ten, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allahü Teala buyurur ki, salih
kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir beşerin
hatırına gelmeyen nimetler hazırladım. Daha önce görmediğiniz, sizin için saklanılmış
olan hazineler, nimetler" Resulullah Aleyhisselâm daha sonra: "Hiçbir
nefis yaptıklarına karşılık olarak kendisi için gözlerden neler gizlendiğini
bilemez" ayetini okudu. [37][37]
55. Buharî'nin bir başka rivayetinde;
"Onları Geç, Bu Nimetlere Kendilerini Daha Önce Muttali Kılmadım" ibaresi
vardır.
Buharî, Katabu't-Tevhid, C.9,
s.l44'te yukarıdaki birinci rivayete-benzer bir rivayet kaydetmiştir. [38][38]
56. İmam Müslim de Sahih'inde 'Cennet
ve Oranın Nimetleriyle Oraya Girecek Olanların Sıfatı1 kitabında,
Kas-tailanî'nin hamişine göre, C40, s.282'de bu konuda baza hadisler rivayet
etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle söylemiştir:
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki, salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı ve
hiçbir beşerin hatırına gelmeyen nimetler hazırladım. Bunun delili de Allah'ın
kitabındaki şu ayettir: "Hiçbir nefis yaptıklarına karşılık olarak kendisi
için gözlerden neler gizlendiğini bilemez[39][39].
57. ikinci Bir Rivayetinde,
"Hiçbir beşerin hatırına
gelmeyen" ibaresinden sonra "Allah'ın size bildirmediği saklı
nimetler" ibaresini ilave etmiştir. [40][40]
58. Üçüncü Rivayetinde de,
"Allah'ın size bildirmediği
saklı nimetler" dedikten sonra şu kısmı ilave etmiştir: Sonra Resulullah
Aleyhisselam "Hiçbir nefis, kendileri için gözlemden nelerin gizlendiğini
bilemez" ayetini okudu. [41][41]
59. Dördüncü Rivayetinde de Şöyle Bir
Ziyade Vardın
Resulullah Aleyhisselam daha sonra
şu ayet-i kerimeyi okudu: "Yanları yataktan uzaklaşır (gece teheccüd
namazını kılmak için yanlarını yataklardan ayırıp kalkarlar), korkarak ve
umarak Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için
harcarlar. Yaptıklarına karşılık olarak onlar için gözlerden saklı tutulan
nimetleri kimse bilemez.[42][42]
60. İmam Tirmizî de, C.2,.s.225'te,
Vakıa Suresi" babında1 şöyle bir rivayette bulunmuştur.
Ebu Hureyre radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselam şöyle buyurmuştur:
"Allah buyurur ki, salih
kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın işitmediği hiçbir beşerin
hatırına gelmeyen nimetler hazırladım. isterseniz: "Yaptıklarına karşılık
olarak onlar için gözlerden saklı tutulan nimetleri kimse bilemez" ayetini
okuyun. Cennette bir ağaç vardır ki, binekli biri gölgesinde yüz yıl yol alsa
yine gölgesinin kenarına varamaz, isterseniz: "Uzun bir gölge"
ibaresinin geçtiği ayeti okuyun. Cennette bir kamçının kaplayacağı yer, dünya
ve içindekilerden hayırlıdır, isterseniz: "Ateşten uzaklaştırılıp cennete
sokulan kimse artık kurtulmuştur. Dünya hayatı zaten, sadece aldatıcı bir
geçinmeden ibarettir" ayetini okuyun.[43][43]
Ebu İsa et-Tirmizî bu hadisin hasen,
sahih olduğunu söylemiştir.[44][44]
61. İbnu Mace'nin, Sünen'inde C.2,
s.305'te "Cennetin Sıfata" babında şöyle bir rivayet vardır:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Allah Azze ve Ceüe buyurur ki,
salih kullarım için hiçbir gözün görmediği, hiçbir kulağın duymadığı, hiçbir
beşerin hatırına gelmeyen nimetler hazırladım". Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh dedi ki; bunlar Allah'ın sizi muttali kılmadığı şeylerdir, isterseniz:
"Yaptıklarına karşılık olarak onlar için gözlerden saklı tutulan nimetleri
kimse bilemez" ayetini okuyun.[45][45]
20-
'Allah'ın Kullarından, Kendisine Dua Etmelerini, Umutlu Olmalarını İstemesi
Konusu
"Rabbimiz, Dünya Göğüne İner*
hadisi:
62. Bahari, C.8, s.71’de,
Kitabu'd-Daavat, 'Gecenin Yarısında Dua* babında hadisini şöyle rivayet
etmiştir:
Abdulaziz ibnu Abdullah, Malik'ten,
o îbnu Şihab'dan, o da Ebu Abdullah el-E'azz'dan ve Ebu Seleme ibni
Abdurrahman'dan, onlar da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhis-selam'tn şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:
"Şanı pek yüce olan Rabbimiz,
her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya göğüne iner ve buyurur:
"Kim Bana dua eder, duasını kabul edeyim? Kim Benden ister, istediğini
vereyim? Kim Benden bağışlanma diler, kendisini bağışlayayım?[46][46]
63. Yine Buharı Kitabu's-Salat'ın son
kısmında, Kitabu't-Tevhid'de, c.9, s.143'te
"Allah'ın kelamını değiştirmek
istiyorlar" mealindeki ayetle ilgili babda, burada rivayet edilene veya
benzerlerine çok yakın bir hadis rivayet etmiştir.[47][47]
İmam Malik de, el-Muvatta'da
Buhari'nin rivayet ettiği lafızla bu hadisi rivayet etmiştir.[48][48]
64. Müslim, bu hadisi Sahih'inde
değişik rivayetler halinde vermiştir: Birincisi:
Buharî'nin yukarıda geçen rivayeti
gibidir. Ancak orada "iner" manasına "yetenezzelu" kelimesi
değil "yenzilu" kelimesi geçmektedir ki, Buharî'nin nüshalarından
birinde de böyledir. [49][49]
ikincisi:
65. Ebu Hureyre RadıyallahüAnh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Gecenin üçte biri geçtikten
sonra AHahü Teala dünya göğüne iner ve: "Ben her şeyin hakimiyim, Ben her
şeyin hakimiyim, kim Bana dua eder, duasını kabul edeyim? Kim Benden ister,
istediğini vereyim? Kim Benden bağışlama diler, kendisini bağışlayayım?"
diye^buyurur. Pecr vaktine kadar bu hal üzere devam eder.[50][50]
66. Üçüncü Rivayet:
Gecenin yarısı veya üçte ikisi
geçtikten sonra Allahu Teala dünya göğüne iner ve: "Sabah vakti girinciye
kadar Kendisine verilecek bir isteyici yok mu? Duası kabul edilecek bir dua
edici yok mu? Günahı bağışlanacak bir bağışlanma dileyen yok mu. üiye buyurur.[51][51]
67. Dördüncü Rivayet:
"Allahü Teala dünya göğüne iner
ve: "Kim Bana dua eder duasını kabul edeyim? Kim Benden ister istediğini
vereyim? diye buyurur"; sonra da: "Fakir ve mazlum olmayana kim borç
verir?" der.[52][52]
68. Beşinci Rivayette Şöyle Bir
Fazlalık Vardır:
"Sonra şanı pek yüce olan Allah
ellerini açarak: "Mazlum ve fakir olmayana kim borç verir?" diye
buyurur.[53][53]
69. Altıncı Rivayet
"Allah, gecenin ilk üçte biri
geçinceye kadar mühlet verdikten sonra dünya göğüne iner ve: "Bağışlama
dileyen yok mu, tevbe eden yok mu, dua eden yok mu?" diye buyurur ve fecr
vaktine kadar böyle devam eder.[54][54]
70 Ebu Davud da, bu hadisi c.l,s.364'te
'Gecenin Hangi Vakti Üstündür1 babında ve C.4, s.l83'te 'Rü'yet (Allah'ı
görme)' babında Buharî'nin rivayetinde geçen lafızla rivayet etmiştir'[55][55]
71. Tirmizi de, C.l, s.90'da, Ttabb
Azze ve Celle'nin Her Gece Dünya Göğüne inmesi1 babında bu hadisi aşağıdaki İn
fi ?! a rivayet etmiştir:
"Gecenin ilk üçte biri
geçtiğinde Allah dünya göğüne inerek: "Ben hükümdarım, kim Bana dua eder,
duasını kabul edeyim, kim Benden ister, istediğini vereyim, kim Benden
bağışlanma diler, kendisini bağışlayayım", diye buyurur ve şafak
sökünceye kadar bu hal üzere devam eder.[56][56]
Ebu İsa et-Tirmizî bu hadisin hasen,
sahih olduğunu söylenmiştir. [57][57]
Nevevî bu hadislerin şerhinde şöyle
diyor: Bu hadis sıfat hadisle-rindendir. Ve bunun hakkında âlimlerin iki meşhur
görüşü vardır ki bu görüşlerin açıklaması Kitabu'l-îman'da geçmiştir. Burada
da Özetleyecek olursak: Birincisi, selefin çoğunun ve bazı kelamcıların
görüşüdür. Bu görüşe göre, burada zikredilen fiillerin zahirî manasının Allah
hakkında sözkonusu olmadığı doğrudur. Bizimle ilgili olarak kastedilen de, bu
kelimelerin bilinen zahirî manası değildir. Allahü Teala'yı mahlukata ait
sıfatlardan, intikal ve hareketten ve yaratıklara ait diğer özelliklerden
münezzeh bilmekle beraber, bunların te'vili hakkında sözetmekten de kaçınırız.
İkinci görüş ise kelamcılarm çoğunun
ve seleften bazı cemaatlerin görüşüdür ki bu görüş, burada Malik ve Evzaî
tarafından beyan edilmiştir. Buna göre Allah hakkında muhal olan fiiller durumlarına
göre te'vil edilirler. Bu eses çerçevesinde yukarıda geçen hadis iki şekilde
te'vil edilmiştir:
Birincisi: Melik ibnu Enes
Radıyâllahu Anh'ın ve daha başkalarının te'vili. Buna göre Allah'ın inmesinden
maksat, O'nun rahmetinin, emrinin veya meleklerinin inmesidir".
ikinci te'vile göre, buradaki inme,
istiare (mecaz) manadadır. Bunun da anlamı, Allah'ın dua edenleri, icabet ve
lütuf ile karşılamasıdır.
Hadisin değişik rivayetlerinde
"gecenin son üçte biri kaldığında" olduğu söyleniyor. Yine Kadı Iyaz:
inişin, gecenin ilk üçte biri geçtiğinde, "kim dua eder.." diye
çağırışın da, son üçte biri kaldığında olmasının muhtemel olduğunu söylüyor.
Nevevî Açıklamasına devam ederek
şöyle diyor: Bana göre de muhtemeldir ki, Resulullah Aleyhisselâm'a bir
keresinde iki durumdan biri haber verilmiş, O da bunu bildirmiş, başka bir
vakitte de ikincisi haber verilmiş ve O da, onu bildirmiş olabilir. Ebu
Hu-reyre her iki rivayeti de ezberlemiş ve nakletmiştir. Ebu Saîd, el-Hudrî de,
gecenin ilk üçte birine dair rivayeti duymuş ve onu bildirmiştir. Müslim'in
son rivayetinde geçtiği üzere Ebu Saîd, el-Hudrî bu rivayeti Ebu Hureyre ile
birlikte nakletmiştir. Zahir olan budur.
Bu açıklamada Kadı lyaz'ın ilk üçte
bire dair rivayeti zayıf bulmasına red vardır. Nasıl zayıf sayabilir ki,
Müslim, Sahih'inde zayıf olmayan bir senetle Ebu Hureyre ve Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahu Anh'dan rivayet ediyor?
"Fecr vaktine kadar bu hal
üzere devam eder" sözü rahmet ve ihsan vaktinin fecr vaktine kadar
uzadığına delildir. Bunda, fecr vaktine kadar olan bu vaktin herhangi bir
ânında dua ve istiğfara teşvik vardır. Aynı zamanda gecenin son vaktinde
kılınan namaz, yapılan dua ve istiğfar v.s. ibadetlerin ilk vaktinde yapılandan
daha faziletli olduğuna dikkat çekilmektedir.
Hadiste geçen borçtan kasıt, ister
sadaka, ister namaz, ister oruç ister zikir ve daha başka iyi ameller olsun,
genel manada ibadet ve taattir. Allahü Teala kullarına olan güzel muamelesi dolayısıyla
ve onları iyiliğe teşvik için bunları borç olarak isimlendirmiştir. Borç, borç
alanın bildiği bir şeyden olur. Borç alanla veren arasında bir ünsiyet ve sevgi
teşekkül eder. Borç talebinde bulununca, kendine bu taleb arzedilen, kendinin
borç vermeye ehil görülmesine sevindiği için borç verir.
"Sonra Hak Teala ellerini
açar" denirken rahmetinin yayılmasına, ihsanının bolluğuna ve nimetinin
artırılmasına işaret ediliyor. [58][58]
21- Ey
Ademoğlu, Sen Bana Dua Ettiğin, Benden Recada Bulunduğun Sürece Seni Bağışlarım' Hadisi
72, Ebu İsa et-Tirmizi, Camiinde Tevbe
ve İstiğfarın Fazileti' babında hadisi şu şekilde rivayet etmiştir.
Enes' ibnu Malik Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
"Resulullah Aleyhisselâm'ın şu
şekilde söylediğini duydum: Allah buyurdu ki, ey Ademoğlu, sen Bana dua
ettiğin ve Benden ümitvar olduğun sürece, sen ne niyetle yapmış olsan da
aldırmaz ve günahlarım bağışlarım. Ey Ademoğlu, senin günahların gökyüzüne
kadar ulaşmış olsa da sen bağışlama dilesen, seni bağışlarım ve günahlarına
aldırmam. Sen Bana yeryüzünü dolduracak kadar günahla gelsen ve Bana ortak
koşmamış halde huzuruma çıksan, Ben seni aynı miktarda bağışlama ile
karşılarım.[59][59]
Hadisin manası şudur: Allahü Teala
buyurur ki; "Ey Ademoğlu günahlarına tevbe etmek, Allah'tan günahlarım
bağışlamasını dilemek ve Allah'ın kullarına vaadettiği üzere tevbe edenlerin
günahlarını bağışlayacağı hususunda hüsn-i zan'da bulunmak suretiyle dua
etmeye, günahların için bağışlama dilemeye ve duanın kabul edilmesi için ümitli
olmaya devam edersen, Allah senin bütün günahlarını bağışlar. Günah işlediğin vakitteki
durumun ne olursa olsun. îster gaflet, ister unutma dolayısıyla işlemiş ol.
Bana soru sorup, niye filancayı bağışladın, diyen hiç kimseye aldırış etmem.
Çünkü Ben yaptığımdan sorumlu tutulmam". Allahü Teala ayet-i kerimede
şöyle buyuruyor: "O Allah yaptıklarından sorumlu tutulmaz, onlar ise
sorumlu tutulurlar". Allah buyurur ki: Ben yüce kitabımda: "iyilikler
kötülükleri giderir" diye bildirdim. Sen günah işledin sonra Bana dönüp
bağışlama dilemedin. Bana dönmek ve bağışlanma dilemek ise iyiliklerin başında
gelir. Dolayısıyla bunlar kötülükleri giderir. (Nitekim Resulullah
Aleyhisselâm'da: "Kötülük işlediğin zaman arkasından onu silecek bir
iyilik yap" buyuruyor.).
Ey Ademoğlu, günahların büyüklük ve
çokluk itibariyle yerle göğün arasını doldurarak göğün kenarlarına ulaşmış olsa
da, ardından bağışlama dilesen ve yaptıklarına pişman olsan, günahlarına tevbe
etsen, kimseye aldırış etmem, kimse de Bana engel olamaz, Ben senin günahlarını
bağışlarım. Çünkü ben dilediğimi, yapanım. Ben kendi katımdan bir ihsan ve
rahmet olarak bunu vaadettim ve Ben vaadime muhalefet etmem.
Ey Ademoğlu sen Bana yer dolusu
günah ve hata ile gelir, bununla birlikte tevhid yolundan ayrılmamış olur,
bana herhangibir şeyi ortak koşmamış olursan, Ben de seni yerin dolusu kadarıyla
veya senin hata ve günahlarını karşılayacak miktarda bağışlama ile karşılarım
ki, Benim mağfiretim mizanda senin günahlarını kaplasın ve senin azab edilmeni
gerektirecek bir günahın kalmasın.
Bu hadiste büyük bir ümid, tevbe
edenler için bir müjde ve insanları tevbeye, güzel ümide ve tevhid inancına
yapışmaya teşvik vardırMümin için efdal olan genellikle havf (korku) tarafının
reca (ümid) tarafına, ihtiyarlık ve hastalık halinde ise reca tarafının havf
tarafına ağır basmasıdır.[60][60]
22- Şaban'ın
Onbeşinci Gecesi İle İlgili Rivayetler
73. İbnu Mace Sünen'inde C.l, s.
217'de, "Şaban'ın Onbe-şinci Gecesi île İlgili Rivayetler" babında şu
hadisi rivayet etmiştir:
Aliyyü'bnu Ebi Talib Radıyallahu Anh
Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
'Şaban'm onbeşinci gecesi
geldiğinde, o gecede ibadet ediniz, o gecenin gündüzünde de oruç tutunuz.
Allahü Teala o gün güneş batınca dünya göğüne inerek: Bağışlama dileyen yok mu,
kendisini
bağışlayayım, rızık isteyen yok mu,
kendisine rızık vereyim, belaya uğramış olan yok mu afiyete kavuşturayım, şu
yok mu, bu yok mu, diye şafak vaktine kadar sorar.[61][61]
ez-Zevaid'de bu hadisin senedinin
zayıf olduğu çünkü raviler-den, tam ismi, Ebu Bekr ibnu Abdullah ibni Muhammed
Ebi Busre olan Ebu Busre'nin zayıf biri olduğu ileri sürülmüştür. Ahmed ibnu
Hanbel ve îbnu Mu'in bu kişinin hadis uydurduğunu söylemişlerdir.[62][62]
Bu hadis Şaban'ın onbeşinci
gecesinin, bu gecede namaz kılmanın, o gecenin gündüzünde oruç tutmanın
faziletini ortaya koymaktadır. O gecenin gündüzünde oruç tutmak müstehabdır.
Bu hadis aynı zamanda Allahü
Teala'mn dua eden, mağfiret dileyen ve tevbe eden kullarına olan rahmet ve
ihsanının bolluğunu açıklıyor. Bu mübarek gece hayır zamanlarından bir zamandır,
bu gecede rahmet dalgaları yayılır. Kul için evla olan Allahü Teala'nm rahmet
dalgalarını dua, istiğfar ve günahlardan tevbe ile karşılanmasıdır. Allah bizi
razı olduğu işlere muvaffak kılsın. Amin.[63][63]
23- Allah'ın
Kuluna Sevgisi Ve Bunun Yaratılanlara Karşı Sevgideki Etkisi
"Allah Bir Kulu Sevdiğinde,
Cibril'i Çağırır..." hadisi
74. Buharı bu hadisi, Kitabu Bedul-Halk
C.4, s.111, "Meleklerin Zikri" babında rivayet etmiştir:
Muhammedu'bnu Selam, Mahled'den, o
îbnu Cureyc'den, o da Musa'bnu Ukbe'den, o da Nafı'den, o da Ebu Hureyre
Radıyallahii Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir (başka bir tarıkdan da, îbnu Cureyc'den Ebu Asım rivayette
bulunmuştur -diğer raviler ise aynıdır-:
"Allah bir kulunu sevdiğinde
Cibril'i Çağırır: 'Allah filancayı seviyor sen de onu sev' der. Cibril onu
sever ve bütün gök ehline seslenir: 'Allah filancayı seviyor siz de onu sevin'
der. Böylece gök ehli de onu sever ve onun için yeryüzü ehlinin kalbine bir
saygı yerleştirilir[64][64]
75. Buharî bu hadisi Kitabu'1-Edeb,
C.8, s.l4'te de "Allah'ın Sevgisi" babında rivayet etmiştir.
Buradaki lafiz da yukarıda
zikredilenin aynıdır. Ancak burada geçen "fı'1-ardi" ibaresinin
yerine "fi ehli'1-ardi" ibaresi geçmektedir. [65][65]
76. Hadis-i Şerif Kitabu'l Tevhid'de
Buharî tarafından aynen zikredilmiştir.
"Allah bir kulunu severse"
hadisinin metni yukarıdaki gibidir.[66][66]
77. İmam Müslim, Kitâbu'1-Birr
ve's-Sıla, C10 s.63'te (Kastallanî'nin Hamiş'ine göre) "Allah Bir Kulu
Severse Onu Kullarına Sevdirir" babında bu hadisi rivayet etmiştir.
Zuheyru'bnu Harb Cerir'den, o
Suheylu'bnu Ebi Salih'ten, o da babasından, o da Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah bir kulu sevdiğinde
Cibril'i çağırır ve: 'Ben filancayı seviyorum, sen de onu sev', diye buyurur.
Resulullah buyurdu ki, Cibril onu sever ve gökyüzünde seslenir: 'Allah
filancayı seviyor, siz de onu sevin' der. Bunun üzerine gök ehli de onu sever.
Sonra yeryüzündekilerin kalbine ona karşı bir yakınlık duygusu yerleştirilir.
Allah bir kula buğzettiğinde de Cibril'i çağırır: 'Ben filancaya buğzediyorum,
sen de ona buğzet' diye buyurur. Cibril ona buğze-der, sonra gök ehli arasında:
'Allah filancaya buğzediyor siz de buğzedin1 diye seslenir. Böylece gök ehli de
ona buğzeder. Sonra yeryüzündekiler arasında ona karşı bir düşmanlık duygusu
hakim olur.[67][67]
78. İmam Malik, el-Muvatta'da
'Mesabihu's-Sunne' hamişi'nin ikinci cüzünün 209. sayfasında, "Allah İçin
Sevişenler Hakkındaki Rivayetler" babında bu hadisi rivayet etmiştir:
Malik Suheylu'bnu Ebi Salih'ten, o
babasından, o da Ebu Hu-reyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah bir kulu sevdiğinde
Cibril'e: 'Ben filancayı sevdim sen de onu sev1 der. Böylece Cibril onu sever
ve gök ehli arasında: 'Allah filancayı sevdi siz de onu sevin1 diye seslenir.
Bunun üzere gök ehli de onu sever. Sonra bu kişi için yeryüzündekiler arasında
bir yakınlık duygusu yerleştirilir. Allah bir kula buğzettiğinde; tmam Malik
der ki, ezberimde değil, ama buğz eden hakkında da buna benzer bir şey
söylediğini sanıyorum.[68][68]
79-80. Bu hadisi Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh C.2, s,198'de Meryem Suresi' babında rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü. anh'den
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
"Allah bir kulu sevdiğinde
Cibril'i çağırarak: "Ben filancayı sevdim, sen de onu sev" diye
buyurur. (Cibril) gökte bunu bildirir, yeryüzü ehli arasına da buna karşı bir
sevgi indirilir. Bu mana Al-lahü Taalanın şu ayet-i kerimesinde mevcuttur:
"inanıp salın işler işleyenleri Rahman sevgili kılacaktır". Allah bir
kula buğzettiğinde de Cibril'i çağırarak: 'Ben filancaya buğzettim' buyurur.
(Cibril) bunu gökte bildirir, yeryüzüne de ona karşı bir kin indirilir. [69][69]
Ebu İsa et-Tirmizî bu hadisin hasen,
sahih olduğunu söylemiştir.[70][70]
Nevevî der ki;
'Âlimlerimiz derler ki, Allahü
Taâla'nın bir kulu sevmesi, onun için hayır ve hidayet dilemesi; ona olan nimet
ve rahmetini artırmasıdır. Böylece ona azab etmeyi ve onun şekavete düşmesini
murad etmez.
Cibril'in ve meleklerin sevgisi ise
iki şekilde olabilir: Birincisi: Onun için bağışlama dilemeleri, ona dua
etmeleri ve onu övmeleri.
ikincisi: Yaratıklar arasında bilinen
bir sevgi duymaları, yani kalben ona meyletmeleri gibi bir ruh haline kavuşmayı
arzulamaları. Onu bu şekilde sevmelerinin sebebi ise,; onun Allah'a itaatkâr
olması ve Allah katında sevilen biri olmasıdır.
"Yeryüzü ehli arasına da ona
karşı bir sevgi indirilir", yani insanların kalplerine, ona karşı bir
sevgi ve memnuniyet hissi yerleştirilir. Kalpler ona meyleder ondan memnun
olur.
Süheyl ibnu Salih'in şöyle söylediği
rivayet edilmiştir: 'Hacc mevsiminde Arafat'ta idik, Ömer ibnu Abdülaziz
yanımızdan geçti. İnsanlar kalkıp ona bakmaya başladılar. Ben: Babacığım,
babacığım ben Allahü Teala'nın Ömer ibnu Abdülaziz'i sevdiğini görüyorum,
dedim. Babam: Neden? diye sordu. Ben: insanların kalbinde ona karşı var olan
sevgiden dolayı dedim. Bunun üzerine: Anam babam feda olsun, ben Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'ın şöyle söylediğini işittim diyerek yukarıdaki hadisi rivayet
etti. [71][71]
24- Allahın
Veli Kullarına Düşman Olmanın Cezası Ve İnsanı Allah'a Yaklaştıran Amellerin En
Üstünü
'Kim Benim Bir Dostuma Düşmanlık
Ederse Ben Ona Savaş Açarım' Hadisi
81- Bu hadisi Buharî, C.8, s.lO5'te,
Tevazu' babında rivayet etmiştir:
Muhammedu'bnu Osman ibni Kerame,
Halidi'bini Mahled'den, o da Süleyman'ubnu Bilal'den, o da Şerîku'bnu
Abdullahi'bni Ebi Nemir'den, o da Atadan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleykisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir;
"Kim Benim bir dostuma (veli
kuluma) düşmanlık ederse Ben ona savaş açarım, kulum Bana kendine farz kıldığım
amellerden daha sevimli bir amelle yaklaşamaz. Kulum nafile amellerle de bana
yaklaşmaya devam ederse, ben onu severim. Onu sevdiğim zaman da, onun duyan
kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey istediğinde
istediğini veririm, Bana sığındığı zaman kendisini korurum, Mü'min bir kulumun
canını almakta tereddüt ettiğim kadar hiçbir şeyde tereddüt etmiş değilim. O
ölümü istemezken, Ben de fazla yaşlanarak fena duruma düşmesini arzulamam.[72][72]
Veli Allah'a ibadeti hakkıyla yerine
getiren ve ibadet arasında isyana düşmeden birbiri ardından ibadet vazifelerini
yerine getiren demektir. Bir kimsenin veli olması için hem kulluk vazifesini yerine
getirmesi hem günahlardan kaçınması şarttır.
Nasıl Peygamberlerin masum olması
gerekirse, velilerin de mahfuz olması gerekir. Şeriata bir itirazı olan ise
gurura kapılmış durumda ve kendini aldatmaktadır.
el-Kuşeyrî der ki, velinin mahfuz
olmasından maksat, ayağının sürçmesi veya hataya düşmesi halinde All-ahü
Teala'nın onu o hal üzere bırakmamasıdır. Hataya düşerse Allah ona tevbeyi
ilham eder, o da tevbe eder ve bu durum onun veliliğine bir halel getirmez.
Hadiste Allahü Teala'nın "harb
ilan ederim" sözü hakkında el-Fakihanî şöyle döyor: 'Burada beliğ bir
mecaz vardır. Çünkü Allah'ın sevdiğinden hoşlanmayan Allah'a muhalefet etmiş
olur, Allah'a muhalefet eden O'nunla karşı karşıya gelir. Allah, kendisiyle
karşı karşıya geleni ise helak eder.
Ayrıca, Allah'ın veli kullarına
düşman olanların, Allah'ın kendilerine düşman olmasını gerektirecek bir durum
içine düşmesi yani Allah'ın veli kullarını sevmenin Allah'ın sevgisini kazanmaya
sebep olduğunu gösterir.
Allahü Tela'nm "gözü, kulağı,
..vs., olurum" demesi mecazi anlamdadır. Yani Allahü Teala'nın kulunun her
azasına yardımcı olacağını, o kulun bütün azalarıyla Allah'ın yardımına
kavuşacağını ifade etmektedir.
Buradaki mananın şöyle olduğu da
belirtilmiştir: O kulum artık ancak Benim zikrimi duyar, Benim kelamımdan ve
kitabımı o-kumaktan tad alır, ancak Bana münacaatla huzur duyar, sadece Benim
melekutumun fevkelade durumlarına bakar, elini sadece Benim ra?ı olacağım
yerlere uzatır, ayağıyla sadece Benim rızama uygun olacak yerlere gider'. Bu
görüşü el-Fakihanî ileri sürmüştür.
el-îttihadiyye, bunun hakikat üzere
olduğunu söylemiştir. Cibril'in Dıhyetu'l-Kelbi'nin şekli üzere gelmesini
delil göstererek Hakk'ın kulun gözü olduğunu söylemiştir.
Kutbuddin el-Kastallanî bu görüşü
savunanların iddialarını çürütmek için çok beliğ bir risale yazmıştır. Allahü
Teala kendisine bol bol sevab versin.
Gönül ehlinin imamlarından Ebu Osman
el-Cîrî Beyhakî'ye isnad ettiği bir görüşünde bu hususu şöyle izah etmiştir:
Allahü Teala böyle buyurmakla kulunun ihtiyaçlarını kulağından daha çabuk
duyduğunu, gözünden daha çabuk gördüğünü, elinden daha çabuk tuttuğunu ve
ayağından daha çabuk o ihtiyaçlarına vardığını ve karşıladığını bildirmiştir.
Hadisin sonunda Yüce Allah'ın:
"Mü'min kulumun canını almakta tereddüt ettiğim kadar hiçbir şeyde
tereddüt etmedim. O Ölümü istemezken Ben de fazla yaşlanarak, fena durumlara
düşmesini arzulamadım" buyurması hakkında Cuneyd şöyle diyor: 'Mü'minin
rahatsızlığı, ölüm esnasında duyduğu acı ve ızdırab dolayısıyladır, yoksa bu
ibare "Ben Mü'min kuluma ölümü sevimsiz gösteririm" manasında
değildir. Çünkü ölüm insanı Allah'ın rahmet ve mağfiretine götürür. Başkaları
da, ruhun cesed-den ayrılmasının büyük bir acıya vesile olduğunu, Allahü
Teala'nın da Mü'min kulunun acı duymasından hoşnut olmadığını, dolayısıyla bu
hâdiseyi hoşnutsuzluk olarak adlandırdığını söylemişlerdir'.
Sevimsizliğin hayatın uzun sürmesine
nisbetle olması da muhtemeldir. Çünkü hayatın uzun sürmesi kişiyi düşkün
duruma, fena ve aciz insanların araşma düşürebilir.
Bu hadiste Allah'ın veli kullarının
şerefine ve onların derecelerinin yüksekliğine de delalet vardır. Öyleki,
Allahü Teala, ölümü kulları hakkında kesin bir hüküm olarak koymamış olsaydı,
veli kullarına ölümü tattırmayacaktı.
Tereddüt ibaresi de bu manayı ifade
etmektedir. Tıpkı bir kulun çok sevdiği biri hakkında, muhakkak yapması gereken
bir işten dolayı elem duyması gibi. Üzüntüsüne baktığı zaman o işten vazgeçmesi
gerekir, ancak elde edilecek fayda açısından da mutlaka yapması gerekir. Elde
edilecek fayda yönünü tercih etmektedir. İşte onun böyle bir iş karşısındaki
kalb hali, tereddütle açıklanabilir. Allahü Teala da, kullarının meseleyi
kavrayabilmeleri için onlara, onların anlayacağı bir dille konuşmuştur. Bununla
da, veli kulların kendi katındaki şereflerinin ve derecelerinin yüksekliğini
anlatmıştır.[73][73]
25-
'Allah'tan Korkmanın Ve Gazabından Sakınmanın, Günahların Bağışlanmasına Sebep
Olacağı Hakkındaki Rivayetler
"Ailesinden,
Ölümünden Sonra Kendisini Yakmalarını İsteyen Adam" Hakkındaki Hadis
82. Buharı bu hadisi Sahih'inde, Ki
tabu Bedu'1-Halk, C.4,s.l69'da 'İsrailoğulları Hakkında Söylenilenler' babında
rivayet etmiştir:
Musa'bnu İsmail'in Ebu Avane'den,
onun Abdulmelik'ten, onun da Rib'iyyu'bnu Hiraş'tan rivayetine göre Ukbetu'bnu
Amr Huzeyfe'ye:
. "Bize Resulullah Al eyhis
selâm 'dan duyduklarını bildirmez misin? diye sordu; o da dedi ki, 'Ben
Resulullah'ı şöyle söylerken işittim: Deccal ortaya çıktığında onunla birlikte
bir su ve bir ateş o-lacak. insanların ateş olarak gördükleri soğuk sudur.
İnsanların soğuk su olarak gördükleri de yakıcı ateştir. Sizden Deecal'la
karşılaşan1 ateş diye gördüğünü alsın, o tatlı, soğuk sudur. Huzeyfe dedi ki,
'ben Resulullah'ın şöyle söylediğini de işittim: Sizden öncekilerde bir adam
vardı, kendisine canını almak için ölüm meleği geldi. Adama: Bir hayır amel
işledin mi? denildi. Adam: Bilmiyorum, dedi. Adama: Bak, denildi. Adam: Ben bir
şey bilmiyorum, bildiğim sadece şudur ki, ben dünyada insanlarla alışveriş
yapardım, karşılık alırken zengine vakit tanır, fakirin borcunu bırakırdım,
dedi. Allah da o adamı cennete koydu'. Huzeyfe, Resulullah'tan şu hadisi
duyduğunu da söylemiştir: 'Adamın birine ölüm gelip çattı. Yaşamaktan ümidini
kesince ailesine ben öldüğümde çokça odun toplayın, üzerinde ateş yakın, o ateş
benim etimi yiyip kemiklerimi ortaya çıkarıncaya ve kızartıncaya kadar beni
orada yakın. Kemiklerimi de alıp Öğütün, ve rüzgarlı bir günü bekleyin, (Öyle
bir gün olunca) bunları rüzgara verin1 diye vasiy-yette bulundu. Ailesi adamın
dediği gibi yaptı. Allah o dağılan parçaları topladı ve: 'Niye böyle yaptın?'
diye sordu. Adam:'Senin korkun dolayısıyla' diye cevap verdi. Allah ta onu
bağışladı. Ukbe-tu'bnu Amr : 'Ben de böyle söylediğini duydum, adam kabir soyguncusu
idi', (dediğini hatırlıyorum)[74][74]
Deccalın su olarak gösterdiğinin
ateş, ateş olarak gösterdiğinin su olması, onun insanlar için bir fitne unsuru
olmasından dolayıdır. Allahü Teala sonunda onun acziyetini ortaya çıkaracak ve
onu rezil edecektir.
Ben derim ki; Deccal hadisleri
sahihtir, Resulullah Aleyhis-selâm sık sık Deccalin fitnesinden Allah'a
sığınırdı. Bizim bunu inkar etmemiz doğru olmaz, buna gayben inanır ve nasıl
bir şey olduğunu, ne zaman ortaya çıkacağı konusunu da Allah'a havale ediriz. [75][75]
83. Buharı, yine Kitabu'Bedu'l-Halk'ta,
c.4, s.l76'da bu konuda değişik rivayetlere yer vermiştir;
Ebu'l-Velid, Ebu Auane'den, o Ukbetu'bnu
Abdi'I-Ğafır'den, o da Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhis-selâm'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Sizden öncekilerde Allah'ın
kendisine bolca mal verdiği bir adam vardı. Kendisine ölüm yaklaşınca,
çocuklarına: 'Ben sizin için nasıl bir baba idim?1 diye sordu. Çocukları:
'Hayırlı bir baba idin' dediler. Adam: 'Aksine ben hiçbir hayırlı iş yapmadım,
Öldüğümde beni yakın, yanık parçalarımı iyice öğütün fırtınalı bir günde bu
parçalarımı savurun' dedi. Çocukları öyle yaptılar. Allah Azze ve Celle
parçalarını topladı ve: 'Seni böyle yapmaya yönelten ne oldu?' diye sordu.
Adam: 'Senin korkun' dedi. Allah da ona rahmetiyle muamele etti.[76][76]
84. Yine Buharî'den bir başka rivayet:
Musedded'in Ebu Avane'den, onun
Abdülmelik ibni Umeyr'den, onun Rib'iyyu'bnu Hiraş'tan rivayetine göre Ukbe
(îbnu Amr el-Ensarî) Huzeyfe'ye:
"Resulullah Aleyhisselâm'dan
duyduğunu bize bildirmez misin? diye sordu. O da dedi ki, ben Resulullah
Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken işittim: 'Adamın birine ölüm geldi, adam
hayattan ümidini kesince, ailesine Ben öldüğümde çokça odun yığın, sonra ateşi
tutuşturun, beni içine atarak etimi yiyip kemiklerimi ortaya çıkarmcaya kadar
yakın. Kemiklerimi de alıp Öğütün, bunu da sıcak -veya rüzgarlı- bir günde
denize savurun' diye vasiyyet etti. Allah onun parçalarını topladı ve: 'Niye
böyle yaptın?1 diye sordu. Adam 'Korkundan', diye cevap verdi. Allah da onu
bağışladı.[77][77]
85. Yine Buharî'den:
Abdullah ibnu Muhdmmed, Hişam'dan, o
Ma'mer'den, o ez-Zuhrî'den, o Humeyd ibnu Abdurrahman'dan , o da Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhis selâm'm şöyle söylediğini rivayet
etmiştir:
"Kendine haksızlık eden bir
adam vardı. Ölümü vakti geldiğinde oğullarına: 'Ben öldüğümde beni yakın, kalan
parçalarımı Öğütün ve bunu rüzgarda savurun. Vallahi eğer Rabbim bana azab
ederse, öyle azab edecektir ki, hiç kimseye öyle bir azab etmemiş olsun' diye
vasiyyet etti. Adam Öldüğünde söylediği gibi yapıldı. Allah yere emir verdi;
'içindeki o adama ait parçaları biraraya getir* diye buyurdu. Yer de topladı.
Adam kalkınca, Âllahü Teala ona: 'Seni böyle yapmaya yönelten neydi?' diye
sordu, adam: 'Ey Rabbim, senin korkun beni böyle yapmaya yöneltti' diye cevap
verdi. Allah da onu bağışladı[78][78].
Ebu Hureyre'den başka bir ravi
buradaki "haşyetuke" kelimesinin yerine "mehafetuke"
kelimesini kullanmıştır,[79][79]
86. Yine Buharî'de, C.9, s.145,
"Allah'ın Kelamım Değiştirmek İsteyorlar" babında yer alan rivayet:
İsmail Malik'ten, o Ebu'z-Zenad'dan,
o el-A'rec'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Hayatında hiç iyilik
yapmamıg^olan bir adam; öldüğünde kendisinin yakılmasını parçalarının ^arısını
karaya yarısını da denize savrulmasını; Allah'ın kendisine azab etmesi halinde
yaratıklardan hiçbirine yapmadığı azabı kendisine yapacağını, söyledi. Allah
denize içindeki o adama ait parçaları toplamasını emretti, o da topladı. Karaya
da aynı emri verdi, o da emri yerine getirdi. Sonra adama: 'Niye böyle yaptın?'
diye sordu. Adam: 'Sen de biliyorsun ki, Senin korkundan böyle yaptım' dedi.
Allah da onu bağışladı[80][80].
87. Yine Buharı, Ebu Saîd el-Hudrî'ye
ulaşan bir sened-le şu rivayete yer vermiştir:
Ebu Abdullah ibnu Ebi'l-Esved,
Mu'temir'den,,o Ebu Süleyman et-Teyyimî'den, o Katade'den, o Vkbetu'bnu
Abâülğafîr'den, o da Ebu Saîd Rahmetullahi Aleyh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Geçmiş Ümmetlerde bir adam
vardı, Allah ona mal ve evlat vermişti. Kendisine ölüm gelince oğullarına: 'Ben
sizin için nasıl bir baba idim?' diye sordu. Oğulları: 'Hayırlı bir baba idin'
dediler. Adam: 'Bilakis Allah katında hayır sayılacak bir işim olmadı. Allah
bu adamı ele alırsa ona azab eder. Bakın, ben öldüğüm zaman yakın, kömürleştiğimde
parçalarımı öğütün, şiddetli rüzgar esen bir gün geldiğinde bu parçalarımı o
rüzgarda savurun' diye vasiyy-et etti. Resulullah Aleyhisselâtü ve Sellem
buyurdu ki, 'Rabbime yemin olsun ki, adam bu konuda çocuklarından söz aldı.
Çocukları dediğini yaptılar, parçalarını da rüzgarda savurdular. Allah Azze ve
Celle ona: Ol (yeniden diril) diye emretti. Çok geçmeden o parçalar ayakta
duran bir adam oluverdi, Allahü Teala: Ey kulum, bütün bunları işlemeye seni
yönelten neydi? diye buyurdu. Adam: Senin korkun, yahut Senin gadabın, diye
cevap verdi, Allah burada ona ancak rahmetiyle muamele etti1. (Başka bir
keresinde de: Allah ona (rahmetten) başkasıyla muamele etmedi, diye
söyledi)".
Süleyman et-Teyyimî der ki, ben bu
hadisi Ebu Osman Abdur-rahman en-Nehdî'ye rivayet ettiğim zaman "Ben bu
hadisi Sel-man'dan da duydum, ancak o 'denize' -yani parçalarını denize savurdular-
şeklinde bir ilave yapmıştı" diye söyledi.
Musa, Mu'temir'den rivayetinde
"iyilik yapmadı" anlamında "lem yebteir" dedi. Halife'nin Mu'temir'den
rivayetinde ise bu kelime "lem yebteiz" olarak geçiyor. Katade bunu
"lem yeddehir-Önceden bir sevap hazırlamadı" şeklinde açıklamıştır. [81][81]
88. Bu hadisi Müslim de Sahih'inde,
Kastallanî'nin şerhine göre, CIO, s,184'te senediyle birlikte rivayet etmiştir.
Oradaki rivayet şöyledir:
Ebu Hureyre Radıyallahu Ânh,
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Adamın biri kendi nefsine
haksızlıkta ileri gitti. Ölüm gelince de oğullarına vasiyyette bulundu ve şöyle
dedi: Öldüğüm zaman beni yakın, kalan parçalarımı öğütün, bunları denize
savuran, Allah beni ele alırsa, bana, hiçbir kimseye yapmadığı şekilde âzab
edecektir, Oğulları dediğini yaptılar. (Allah) yere: Aldığını ver, diye
emretti. Birden adam ayağa kalkıverdi. Allahü Teala: Seni bu yaptıklarına
yönelten neydi? diye sordu. Adam: Senin korkun, ey Rabbim! diye cevap verdi,
(ravi burada haşyet ve mehafet kelimesinde tereddüt etmiştir ki, ikisi de
korku onlamma gelmektedir.) Allah da adamı bağışladı[82][82].
89. en-Nesâ! de, Sünen'inde C.4, s
J12-U3'te biri Ebu Hu-reyre diğeri Huzeyfetu'bnil-Yeman1 dan olmak üzere iki
ayrı rivayetle bu hadisi vermiştir. Ebu Hureyre Radıyal-lahü Anh'den rivayet
edilen şöyledir:
Ebu Hureyre Radıyatlahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken işittiğini bildirmiştir:
"Bir kul, kendi nefsine
haksızlıkta ileri gitmişti. Ölüm vakti gelince, ailesine: Ben öldüğümde beni
yakınız, sonra yanıklarımı da denizin üzerinde rüzgara veriniz. Vallahi, Allah
beni ele alırsa yaratıklarından hiçbirine yapmadığı azabı yapacaktır, diye
söyledi. Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki, ailesi bunu yaptı. Allah o adamın
parçalarından herhangi bir şey alan her varlığa: Aldığım ver, diye emretti. Bir
den adam ayağa kalkıverdi. Allahü Teala: Seni bu yaptığını yapmaya yönelten
neydi? diye sordu. Adam: Senin korkun, diye cevap verdi. Allah da onu
bağışladı.[83][83]
90. en-Nesâî'nin Sünen'inde
Huzeyfetu'bnu'l-Yeman'dan rivayeti ise şöyledir:
Huzeyfe Radıyallahü ^Anh Resulullah
Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Sizden öncekilerde,
işlediklerinden dolayı karamsar düşünen bir adam vardı. Kendine ölüm geldiği
zaman, ailesine: Ben olduğum zaman yakın,
ateşten, çıkan parçalarımı öğütün, sonra bunlan denizde savurun. Eğer
Allahü Teala beni ele alırsa bağışlamaz diye söyledi
Allahü Teala meleklere emir verdi; onun ruhu " nu huzura
getirdiler^ Allah ona: Seni yaphğına yönelten ney*? diye sordu Adam: Ey Rabbim, bunu ancak Senin korkun dolayısıyla yaptım, dedi.
Allah da adamı bağışladı.[84][84]
91. İbnu Mace Sünen'inde C.2,
s.292-293'te bu hadisi su şekilde vermiştir:
EbuHureyre Radıyallahü Anh, Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini
bildirdi:
Bir adam kendi nefsine haksızlıkta
ileri gitti. Ölümü vakti ge-imce oğullarına vasiyyette bulundu ve şöyle dedi:
Ben öldüğümde, Dem yakın, parçalarımı
iyice öğütün, sonra
bunları denizin üzerinde rüzgara
verin. Vallahi, eğer Allah beni ele alırsa, hiç Kimseye yapmadığı şekilde azab
edecektir. Resulullah buyurdu ki, ailesi adama dediğini yaptı. Allah yere:
Aldığını ver, diye buyurdu. Adam birden ayağa kalkıverdi. Allahü Teala adama:
Seni bu yaptıklarına yönelten neydi? diye sordu. Adam: Senin korkun, (ravi
Durada korku anlamına "haşyet" veya "mehafet"
kelimelerinden nangısının geçtiği hususunda tereddüt etmiştir) diye cevap
verdi.
Allah onu bu yüzden bağışladı.[85][85]
Hadiste, adamın "Allah katında
hayır sayılacak bir işim olmadı" dediği söylenirken tevhid dışındaki
hayırlar kastedilmektedir. Bunun için bağışlanabil mistir. Eğer tevhidden de
mahrum olsaydı, o zaman azab edilmesi kesin olurdu ve bağışlanmazdı.
îmam Müslim bu hadisin ardından, bir
kadının kediyi hapsetmesiyle ilgili hadisi rivayet etmiştir. Sonra Zührî'den
naklen bir not düşerek: Bir insanın Allah'ın affına güvenerek her şeyi bırakmaması,
bununla beraber ümidsizliğe de düşmemesi için, demiştir.
Oradaki ikinci hadisi de şöyledir:
Zührî Hamid'den, o da Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'de Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir: "Bir kadın hapsettiği bir kediden dolayı cehenneme girdi. Kediyi
içeri hapsetti, yemek te vermedi; yerin otlarından yemesi için dışarı da
salmadı, böylece kedi öldü."
Zührî der ki, bu iki rivayet bir
kimsenin, kadının kediye yaptığından dolayı başına gelenden korkarak
aldırmazlık yapmaması, Allahü Teala'nm daha önceki hadiste zikredilen adamı
bağışlamasını düşünerek Allah'ın mağfireti hakkında ümitli olması, ümitsizliğe
düşmemesi içindir. [86][86]
26- Adem
Aleyhîsselâm'ın Yaratılışı İle İlgili Rivayetler
"Adem Aleyhisselâm'ın
Yaratılışı" Hadisi
92. Hadisi Buharı, Ki tabu Bedi'1-Halk,
C.4, s.l31'de 'Adem'in Yaratılışı' babında rivayet etmiştir.
Abdullah ibnu Muhammed,
Abdurrezzak'tan, o Ma'mer'den, o Hemmam' dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'den Resulul-lah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah, Adem'i boyu altmış zira
olarak yarattı. Sonra: "Git, meleklerden şunlara selam ver, onların da
sana nasıl selam vereceklerini dinle, bu senin ve zürriyetinin selamı olacak'
diye buyurdu. Adem gitti: 'es-Selamu Aleykum' dedi. Onlar da: 'es-Selamü aleyke
ve rahmetu'llah' diye karşılık verdiler, "ve rahme tu'İlah" ibaresini
ilave ettiler. Cennete girecek her kişi Adem'in şekli üzere olacaktır.
Yaratıklar şimdiye kadar giderek hep küçülmüşlerdir.[87][87]
93. Yine Buharı, Kitabu'I-İsti'zan'da,
C.8,s.50'de 'Ezan'ın Başlangıcı' babında bu konuda şöyle bir rivayete yer vermiştir:
Yahya'bnu Cafer Abaurrezzak'tan, o
Ma'mer'deh, o Hemmam'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahil Anh'den Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah, Ademi kendi sureti
üzere yarattı. Boyu altmış arşın idi. Onu yarattığında kendisine: 'Git,
meleklerden şu oturan topluluğa selam ver, sana nasıl selam vereceklerine kulak
kesil, o senin ve neslinin selamı olacak' diye buyurdu. Adem: 'es-Selamu
aleykum' dedi. Melekler de: 'es-Selamu aleyke ve rahmetu'llah1 diye karşılık
vererek "ve rahmetu'llah" ibaresini ilave ettiler. Cennete her giren
Adem'in sureti üzere olacaktır. Yaratıklar şimdiye kadar devamlı suretle
küçülmüşlerdir.[88][88]
94. Bu hadisi İmam Müslim de
Sahih'inde, Kastallanî'nin Hamişine göre CIO, s.294'te 'Cennetin Sıfatının
Beyanı1 babında rivayet etmiş ve şöyle söylemiştir;
Muhammedu'bnu Rafi Abdurrezzak'tan,
o Ma'mer'den, o Hemmam îbnu Munebbih'ten rivayette bulunmuş ve bunlar bize Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh'ın Resulullah Aley his selâm'dan rivayet ettikleridir
demiş ve hadislerden bazılarını zikretmiştir. Bunlardan birinde Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Allah Azze ve Celle Adem'i
kendi sureti üzere yarattı boyu altmış zir'a idi. Onu yarattığı zaman 'Git,
meleklerden şu topluluğa selam ver. Onlar, meleklerden oturan bir topluluktur.
Sana nasıl selam vereceklerine de kulak kesil, bu, senin vp neslinin selamı
olacak1 diye buyurdu. Adem; 'es-Selamu Aleykum1 dedi. Melekler de: 'es-Selamu
aleyke ve rahmetu'llah' diye karşılık vererek "ve rahmetu'llah"
ibaresini ilave ettiler. Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki: Cennete her giren
Adem'in suretinde, boyu altmış zir'a olacaktır. Ondan sonra yaratıklar, şu ana
kadar devamlı küçülegelmişlerdir.[89][89]
Abdurrezzak'm Ma'mer'den rivayet
ettiği hediste "kendi sureti üzere yarattı" ibaresi geçmektedir.
Bundan kasıt Allahü Teala'nın, Adem Aleyhisselâm'ı hiçbir değişikliğe ve ana
rahminde cereyan eden gelişmelere maruz bırakmadan doğrudan yarattığı suret
üzere varettiğidir. Adem Aleyhisselâm'ın evlatları bu değişikliklere maruz
kaldıktan sonra belli bir,şekil almaktadırlar. Adem Aleyhisaelâm ise tam ve
kamil haliyle varedilmiştir.
Bir rivayette "Allah Adem'i
Rahman'ın sureti üzere yarattı" deniliyor. Burada Rahman'ın sureti
izafetinin kullanılması ona şeref ve üstünlük kazandırmak içindir. Çünkü Allahü
Teala, üstünlük ve güzellik bakımından ondan daha mükemmel bir şekle sahip
olanı yaratmamıştır.
Hadiste geçtiği üzere Hazreti
Adem'in meleklere selam vermesi onların da iadede bulunmaları selamın ilk şer'î
bir görev haline getirilmesi hadisesidir. Hadiste bu olayın özellikle anılması
ise, selamın sevgi kapısını açan, kardeşlerin kalpleri arasında ülfete vesile
teşkil eden ve imanın kemale erdirilmesini sağlayan bir unsur olması
dolayısıyladır. Nitekim Müslim'in Ebu Hureyre Radiyallahü Anh'den merfu olarak
rivayet ettiği bir hadiste şöyle denilmektedir: "iman etmedikçe cennete
giremezsiniz, birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız; yaptığınız
zaman birbirinizi sevmenize vesile olacak bir işi size Öğreteyim mi? Aranızda
selamı yayınız"
Cennete giren herkesin Hazreti
Adem'in şekli üzere olması hem güzellik, hem de boy itibariyledir. Onun sureti
üzere cennete giren kimsede karalık, yahut herhangi bir sakatlık hali olmaz.
İnsanların Hazreti Adem Aleyhisselâm'dan sonra devamlı eksilmeleri de yine
güzellik ve boy itibariyledir. Hadiste eksilmeden sözedilirken " şimdiye
kadar" denmesinin anlamı şudur: Eksilme durumu bu Ümmette sona ermiştir.
Bunlar cennete girdiklerinde güzellikleri ve boyları Hazreti Adem'in güzelliği
ve boyu ile aynı olur.
Tacuddin et-Tedemmurî'nin
Musîru'l-Garâm fî Ziyareti'1-Kuds ve'1-Halîl Aleyhi's-Salatu ve's-Selâm adlı
kitabında İbnu Ku-teybe'nin el-Ma'arif adlı kitabından nakille şöyle deniliyor:
"Adem Aleyhi&selâm sakalsız
ve bıyıklı bir haldeydi; sakal kendinden sonra çocuklarında ortaya çıktı. Adem
Aleyhisselâm aynı zamanda uzun boylu, çok kıvırcık saçb ve yaratıkların en
güzeli dir."
Bu babda geçen hadisin bir başka
rivayetine de Buharî, Kitabu'l Isti'zan'da, Müslim de, Kitabu Sıfati'l-Cenne'de
yer vermiştir tbnu Hibban da bu hadisin sahih olduğunu belirtmiştir. Aynı hadi
si el-Bezzar, et-Tirmizî, ve en-Nesâî, Saîd' el-Makberî tankıyla Ebı Hureyre
Radıyallahü Anh'den merfu olarak rivayet etmişlerdir:
"Allahü Teala Adem'i topraktan
yarattı. Onu önce çamur ha line getirdi, sonra o çamuru işlenebilen kara toprak
oluncaya ka dar bıraktı, öyle olunca ona şekil verdi, onu ateşte pişmiş gibi
kun çamur oluncaya kadar öylece bıraktı. İblis yanından geçerek "Büyük bir
şey için yaratıldın" diye söylenirdi. Sonra ona ruhun dan üfledi.
Vücudundan ilk ruh üflenen yeri geniz ile gözü araş idi. Bunun üzerine aksırdı
ve: el-Hamduli'llah, dedi. Allahü Teal da: Yerhamke Rabbuke: Rabbin sana
merhamet eylesin, diye bu yurdu..." hadis böyle devam ediyor.
Ebu Davud'un Ebu Musa'dan merfu
olarak rivayet ettiği ibn Hibban'ın da sahih olduğunu söylediği bir hadisi
şerifte de şöyl deniliyor: "Allahü Teala Adem'i dünyanın her tarafından
toj ladığı bir avuç topraktan yarattı. Ademoğulları da bütün düny doluşunca oldular".
Buna göre Allahü Teala Adem'i yaratmak v onu yokluktan varlık alemine çıkarmak
istediğinde altı dönemde geçirmiştir: Topraklık dönemi, şekillenme dönemi ki,
bu dönemd kuru çamur sertleştirilerek ondan kemik, et ve kan yaratılmıştı sonra
ruh üfleme dönemi.
Allahü Teala insanı dört şekilde
yaratmıştır: Anasız babasız o-larak, Adem Aleyhisselam'ın yaratılışı böyledir;
yalnız babadan, Havva Rahmetullahi Aleyha'nın yaratılışı da böyledir; baba olmaksızın
sadece anadan, Hazreti îsa Aleyhisselam'ın yaratılışı böyledir; ana ve babadan,
cinsel münasebet sonunda dünyaya gelen, bütün insanların yaratılışı da
böyledir. Bunlar erkeğin sulbünden ve ananın kaburga kemikleri arasından
çıkarlar. Bu son şekil üzere yaratılanlar da altı dönemden geçmektedirler:
Nufte (döllenmeyi sağlayan su), alka (embrio), yaratılış belli belir-sez bir
çiğnem et parçası, kemiklerin belirginleşmesi, kemiklere et giydirilmesi, ruh
üflenmesi.
Allah İnsanı diğer yaratıklar
üzerine şerefli kılmıştır. O, alemin bir özü, hülasası ve meyvesidir. Allahü
Teala Kur'an-ı Ke-rim'inde şöyle buyuruyor: "Biz Ademoğlumı mükerrem,
şerefli kıldık", bir başka ayet-i kerimede de: "Göklerde ve yerde her
ne yarattıysa onların hepsini sizin hizmetinize vermiştir" diye buyuruyor.
Üstün veya aşağı her ne yaratıldıysa
hepsinin insanın hizmetine verildiğinde şüphe yoktur. însan kendi dışındaki
yaratıkların hepsine karşı üstünlük giysisini giymek ve elleriyle yıldızların
çiçeklerini toplamak üzere yaratılmıştır. Allahü Teala üstün meziyetteki
melekler ile alt sınıfı oluşturan hayvanlar arasında insanı bir vasıta kıldığı
için, ona her iki tabakanın kuvvetini de vermiştir, bu yüzden de insanlar
arasından cennete gidecekler de cehenneme gidecekler de çıkmaktadır. însan
şehvetinde hayvanlar gibi, akıl, ilim ve ibadet bakımından da melekler
gibidir. Nübüvvet rütbesini de insana tahsis etmiştir. İlahi hikmet nübüvvet
sınıfının tek başına ayrı bir sınıf olmasını, insan ile melek arasında kendini
gösteren ve hem insanın hem meleğin bir yönden ortak olduğu bir nev'i olmasını
gerektirmiştir. Peygamber göklerin ve yerin sırları hakkında bilgi sahibi
olmada melekler gibi, yeme, içme ve benzeri işlerinde insanlar gibidir.
insan nefsanî ve bedenî
pisliklerinden arındırılıp Allah'ın yakınlığına eriştiği zaman meleklerden daha
üstün olacaktır. Allahü Teala Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurmuştur:
"(Cennetliklerin) Melekler her kapıdan yanlarına girip:
"Sabretmenize karşılık size selam olsun" derler". Hadis-i
şerifle de: "Melekler cennet ehlinin hizmetçileridir" diye
buyrulmaktadır.
Ibnu Kesir şöyle diyor: "Adem
Aleyhisselam'ın cennette çocuğunun olup olmadığı hususunda ihtilaf edilmiştir.
Bazıları olmadığım söylemişlerdir. Bazılarına göre ise oğullarından Kabil ile
kızkardeşi cennette iken doğmuşlardır. Her keresinde bir oğlan bir kız
çocuğunun doğduğu bildirilmiştir". Ibnu Cerir et-Taberî'nin Tarih
kitabında da şöyle deniliyor: "Havva Aleyhisselâm yirmi doğumda kırk çocuk
dünyaya getirdi. Her keresinde bir kız bir oğlan olmak üzere yüz yirmi kere
ikiz çocuk doğurduğu da söylenmiştir, ilk doğan çocukları ise Kabil ile onun
kızkardeşi Iklima idi.
Son çocukları ise Abdulmuğis ile
onun kızkardeşi Emetu'l-muğis'dir". Hazreti Adem Aleyhisselam'ın kendi
çocukları ile torunlarından dört yüz bin kişi görmeden ölmediği söylenmiştir.
Doğrusunu bilen Allah'tır. es-Suda îbnu Abbas Rahmetullahi Aleyh ve
başkalarından rivayetle şöyle söylemiştir: "Bir doğumda doğan erkek çocuk
başka doğumda doğan kızla evlendirilirdi. Habil Kabil'in kızkardeşini almak
istedi, Kabil bunu kabul etmekten kaçındı. Adem Aleyhisselâm ikisine de Allah
için bir kurban vermelerini istedi. Onlar da yaptılar. Gökten bir ateş inerek
Habil'in kurbanını yedi, Kabil'in kurbanım bıraktı. Kabil Habil'e:
"Kızkardeşimle evlenememen için seni Öldüreceğim1 dedi. Habil de:
"Allah ancak takva sahiplerinin iyiliklerini kabul eder" diye
söyledi. Kabil Habil'e vurarak onu öldürdü". Bunun kıssası Kur'an-ı
Kerim'de geçmektedir.
Adem Aleyhisselâm'n ömrü bin yıl
sürmüştür. Ibnu Cerir'in Ata el-Horasanî'den rivayet ettiğine göre Adem Aleyhisselâm
vefat ettiğinde bütün yaratıklar onun için yedi gün ağladı.
(Buraya kadar olan açıklama
Kastallanî şerhi C.4, s.320-32l'den alınmıştır).
Kastallanî, kitabu'l-Isti'zan'ın,
"Selamın Başlangıcı" babının şerhinde, (C.9,s.l30) şöyle diyor:
"Allah Ademi kendi sureti üzere
yarattı" denilirken "kendi" kelimesi ile Adem Aleyhisselâm
kastedilmektedir. Yani Allah, Adem'i nutfe, embrio, et parçası ve cenîn
dönemleri geçirmeden; çocukluktan büyüterek büyük adam haline getirmeksizin
doğrudan, tam, mükemmel bir surette yaratmıştır. Yaratılışı halinde tam idi ve
neslinin geçirdiği devreleri, o geçirmedi.
Bunda aynı zamanda dehriyyeden ibnu
Battal'ın bir insanın ancak nutfeden, nutfenin de ancak insandan meydana
geldiği iddiası çürütülmektedir.
Buharı el-Edebu'1-Mufred'de, imam
Ahmed de Musned'inde Ibnu Aclan tarikiyle Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den merfu
olarak şu hadisi rivayet etmişlerdir: "Bir kimse senin yüzünü ve yüzü
seninkine benzeyenlerin yüzünü çirkin kılsın, demesin. Allahü Teala Adem'i
sureti üzere yaratmıştır". Yani bu sözle kastedilen kimsenin yüzü de, Adem
Aleyhis selâm'in yüzüne benzemektedir. Bu mana, zamirden gayet açık bir şekilde
anlaşılmaktadır. Bazıları "Allah, Adem'i kendi sureti üzere yarattı"
sözündeki "kendi" sözünün Allah'a delalet ettiğini söylemişler ve
bazı rivayetlerde "Rahman'ın sureti üzere..." denmesini iddialarına
delil olarak göstermişlerdir. Bu durumda anlam, Allah'ın sıfatlarına hiçbir
şeyin sıfatı benzememekle beraber Adem'in ilim, hayat, görme, işitme gibi bir
takım sıfatlan taşıması itibariyle bu suret üzere yaratılmıştır, şeklinde olur.
et-Turbiştî der ki: Hak yolda
olanlar bu konuda ikiye ayrılmaktadırlar: Birinciler, Allah'a hiçbir şeyin
benzemediğine inanmakla beraber te'vil yoluna gitmeyenlerdir. Bunlar konunun ne
şekilde olduğunu, ilmiyle her şeyi kuşatmış olan Allahü Tea-la'ya havale
ederler. Yolların en selametlisi de budur.
İkinci gruptakiler "kendi
sureti" ibaresindeki izafetin şereflendirme ve üstün kılmak için olduğunu
söylerler. Bu durumda anlam şu olur: Allah Teala Adem Aleyhisselâm'ı öyle bir
şekil üzere yaratmıştır ki, ondan önce yarattıklarının hiçbiri güzellik,
üstünlük ve üstün meziyetler itibariyle ona denk değildir.
et-Tayyibî der ki, bu konuda te'vil
yoluna gitmek daha doğrudur, "uzunluğu" ibaresi "sureti"
ibaresini açıklamaktadır. Adeta şöyle denmiş olmaktadır: Allahü Teala Adem'i
şekil, güzellik, üstünlük ve uzun boyluluk bakımından tarif edildiği sıfatlarla
yaratmıştır. Hadiste uzun boyluluğundan özellikle s öz edilmiş tir, çünkü insanlar
arasında ondan daha uzunu yoktur. (Kastallanî'nin açıklaması burada bitti)
Ben derim ki: Bu tevili Yüce
Allah'ın Kur'an-ı Kerim'de insanlara olan ihsanını bildirmek için buyurduğu şu
sözü de te'yid etmektedir: "Allah size şekil verdi ve sizin şeklinizi
güzel yaptı"
En doğru olanını bilen Allah'tır. [90][90]
95. et-Tirmizî, Camiinde bu hadisi üç
ayrı yerde rivayet etmiştin C.2, s. 180'de 'A'raf Sûresi' babında geçen rivayet
Ebu
Hureyre Radıyallahu Anh'den
Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle
söylediği rivayet edilmiştir.
"Allah, Ademi yarattığı zaman,
sırtını sıvazladı ve sırtından onun neslinden geleceklerin hepsi düştü. Allah
bunları kıyamete kadar yaratacaktır. O insanlardan (Adem'in neslinden gelecek
insanlardan) herbirinin iki gözünün arasına bir ışık parıltısı yerleştirdi.
Sonra onları Adem'e takdim etti. Adem; 'Ey Rabbim, bunlar kimdir?' diye sordu.
Allahü Teala: 'Bunlar senin neslindir1 dedi. Adem Aleyhisselâm içlerinden
birini gördü, bunun gözlerinin arasındaki ışık parıltısı dikkatini çekti ve:
'Ey Rabbim onun Ömrünü ne kadar kıldın?' diye sordu. Allahü Teala: "Altmış
sene1 dedi. Bunun üzerine Adem: 'Onun ömrüne benim ömrümden kırk sene ilave et'
dedi. Adem'in ömrü tamam olunca ölüm meleği kendisine geldi. Adem Aleyhisselâm:
'Benim ömrümden daha kırk yıl kalmamış mıydı?1 diye sordu. Melek: 'Sen ömrünün
bu kadarını oğlun Davud'a vermemiş miydin?' diye karşılık verdi. Resulullah
buyurdu ki, Adem itiraz etti, nesli de itiraz etti, Adem unuttu, nesli de
unuttu, Adem hata etti, nesli de hata etti[91][91]
Ebu İsa et-Tirmizî bu hadisin hasen,
sahih olduğunu belirtmiştir.
96. Bir Diğer Rivayetinde de;
"Sonra Allahü Teala Adem'in
ömrünü bine, Davud'un ömrünü de yüze tamamladı" kısmı ilave edilmiştir. [92][92]
97. et-Tirmizî yine aynı babda şu
rivayete yer vermiştir-
Müslimu'bnu Yesar el-Cuhenî'den
rivayet edildiğine göre, bir gün Ömeru'bnu'l-Hattab Radıyallahü Anh'e
"Rabbin, Adem oğullarının bellerinden zürriyetlerini almış ve onları
kendilerine şahid tutarak: 'Ben sizin Rabbiniz değil miyim?' demişti. Onlar: 'Evet,
buna şahidiz' dediler. Kıyamet günü "Biz bundan habersizdik demeyiniz1
ayetinden soruldu; o da dedi ki, Resulullah Aleyhis-selâm'a soru soruldu, o da
şöyle buyurdu: Allah Adem'i yarattı sonra sırtını sağ eliyle sıvazladı. Ondan
bir nesil çıkardı ve: Bunları cennet için yarattım, onlar cennet ehlinin işini
işlerler buyurdu. Sonra tekrar sırtını sıvazladı ondan bir başka zürriyet
çıkardı ve: Bunları da cehennem için yarattım. Bunlar da cehennem ehlinin
işini işlerler, diye buyurdu. Bir adam: Ey Allah'ın Resulü, ameller ne için
yapılıyor? diye sordu. Peygamber Aleyhisselâm da: Allah, kulu cennet için
yarattıysa onu cennet ehlinin işine yöneltir. Ta ki, cennet ehlinin amelini
işler halde ölünceye kadar. Böylece onu cennetine sokar. Bir kulu cehennem için
yarattığında da, ona cehennem ehlinin işlerini kolaylaştırır. Ta ki, cehennem
ehlinin işini yapar halde ölünceye kadar. Böylece onu da cehennemmine sokar[93][93]
Ebu İsa et-Tirmizî bu hadisin hasen
olduğunu söylemiştir. Ravi Müslim'bnu Yesar Ömeru'bnu'l-Hattab Radıyallahü
Anh'den hadis duymuş değildir. Bazı muhaddisler bu hadisin senedinde Müslim
ibnu Yesar ile Ömeru'bnu'l-Hattab Radıyallahü Anh arasında tanınmayan bir
adamdan sözetmişlerdir. (Yani tanınmayan meçhul bir ravinin
Ömeru'bnu'l-Hâttab'dan bu hadisi aldığını söylemişlerdir). Ebu îsa et-Tirmizî
diyor ki: 'Ben derim ki, bu yoldan hasen li ğayrihi olur. (Yani Müslimu'bnu
Yesar, Ömer-,u'bnu'l-Hattab Radıyallahü Anh'den hadis duymuş olmamasına rağmen;
başka senedlerde arada bir başka ravi zikredildiği ve bu ravi meçhul olduğu
için hasen li ğayrihi olmaktadır). Allah Teala en doğrusunu bilir.[94][94]
98. Hadisi et-Tirmizî,
Kitabu't-Tefsir'in sonunda da, C.2, s.241'de başlıksız bir babda rivayet
etmiştir. Oradaki rivayet senedden sonra şöyledir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resulultah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
Aleyh
"Allah, Adem'i yarattığı ve
içine ruh üflediği zaman Adem aleyhisselâm aksırdı ve 'el-Hamduli'llah'
diyerek, Allah'ın izniyle Allah'a hamdetti. Rabbi ona: 'Rahimeke'llahu ya Adem'
(Allah sana rahmet eyledi, ey adem) diye karşılık verdi ve şöyle buyurdu: Şu
meleklerin arasına, onlardan oturanların yanına git ve: es-
Selamu Aleykum, de. (Adem öyle
yapınca) melekler: Ve Aleyke's-Selam ve rahmetu'llah, diye karşılık verdiler.
Sonra Adem Aley-hisselâm Rabbine döndü. Rabbi ona: Bu Senin ve neslinin aralarındaki
selamıdır, diye buyurdu. Allah ona, iki eli kapalı halde: Bunlardan hangisini
istersen seç, diye buyurdu. Adem Aleyhis-selâin Rabbimin sağ elini seçtim
-Rabbimin her iki eli de sağ ve Mübarektir- dedi. Adem Aleyhisselâm: Ey Rabbim,
bunlar ne? diye sordu. Allahü Teala: Bunlar Senin neslindir, buyurdu. (Adem
Aleyhisselâm baktı ki) her insanın iki gözünün arasına ömrü yazılı. İçlerinde
bir adam vardı ki, en çok ışık saçanıydı. Adem Aleyhisselâm: Ey Rabbim, bu kim?
diye sordu. Allahü Teala: Bu Senin oğlun Davud'dur. Onun için kırk yıl ömür
takdir ettim, diye buyurdu. Adem Aleyhisselâm: Ey Rabbim, onun ömrünü artır,
dedi. Allahü Teala: Onun için takdir ettiğim Ömür bu kadardır, diye buyurdu.
Adem Aleyhisselâm: Ey Rabbim, ben kendi Ömrümden altmış seneyi ona verdim,
dedi. Allahü Teala: istediğini verdim, buyurdu. Sonra Allahü Teala Adem'i
istediği kadar cennette oturttu. Sonra Adem Aleyhisselâm oradan çıkarıldı. Adem
ömrünü hesab ediyordu. Ölüm meleği kendisine geldi. Hazreti Adem Aleyhisselâm
ona: Acele ettin, Bana bin yıl ömür takdir edildi, dedi. Ölüm meleği: Doğru
söyledin, ama Sen ömrünün altmış yılını oğlun Davud'a vermiştin, dedi. Adem
itiraz etti, nesli de itiraz etti. Adem ununtu, nesli de unuttu, Resulullah
Aleyhisselâm buyurdu ki: O günden sonra anlaşmaların yazılması ve şahid
tutulması emredildi[95][95].
et-Tirmizî bu hadisin hasen, garib
olduğunu söylemiştir.[96][96]
27- Adem Aleyhisselâm'ın Yaratılışı
İle İlgili Olarak Tirmizî'de Geçen Rivayetlerin 27- Adem Aleyhisselâm'ın Yaratılışı
İle İlgili Olarak Tirmizî'de Geçen Rivayetlerin Şerhi (Hadis No: 95-98) 1
28- 'Ademoğlunun, Anasının
Karnındayken Yaratılışı İle İlgili Olarak Gelen Rivayetler 3
Sizden Birinin ilk Yaratılış Parçası
Anasının Karnında Şu Kadar Süre Bekletilir Hadisi 4
109-110. Hadislerin Şerhi: 7
29- Yüce Allah'ın Rahme Hitabı İle
İlgili Olarak Gelen Rivayetler 9
'Rahme Hitab' Hadisi 9
111-114 Hadislerin Şerhi 10
30- Namazla İlgili Rivayetler 11
Namazların Farz Kılınması ve İsra
Hadisi 11
115. Hadisin Şerhi 12
Sahîh-i Müslim'den Namazın Farz
Kılınmasına Dair Hadis 13
116. Hadisin Şerhi 15
117.
Hadis-i Şerifin Şerhi 17
118-119. Hadisin Şerhi 18
31- Beş Vakit Namazın Farz Olması Ve
Bunlara Devam Edilmesi Hakkındaki Rivayetler 19
32- Namazı Kulumla Kendi Aramda İkiye Ayırdım Hadisi 20
120-123. Hadislerin Şerhi 20
129. Hadisin Şerhi 23
33- Melekler Birbirleri Peşinde
Sizin Aranıza Girerler1hadisi 23
130-133. Hadislerin Şerhi 24
34- Duha (Kuşluk) Namazının Fazileti 25
134-135. Hadislerin Şerhi 25
'Kulun Kıyamet Gününde İlk Hesabını
Vereceği Şey Namazdır' Hadisi. 26
136-14L Hadislerin Şerhi 27
'Rabbim Bana En Güzel Suret Üzere
Geldi' Hadisi 28
142-144. Hadislerin Şerhi 29
Allahü Teala'nın 'Kullarıma Bakın
Bir Farzı Yerine Getirdiler, Diğerini Bekliyorlar' Sözü İle İlgili Hadis 31
145. Hadisin Şerhi 31
İnfak Ve Fazileti Hakkındaki
Rivayetler 31
Înfak Et Ey Ademoğlu Ki, Bende Sana Vereyim' Hadîsi 31
14615 Hadislerin Şerhi 33
•Allah Yeri Yarattığında Yer
Sallanmaya Başladı Hadisi 33
•Darul.-Hicret (Hicret)
Beldesi Hadisi 34
Haksızlık Ve Rüşvet Karşısında Katı
Davranmak"Lailgili Hadis 34
•Hayatında Biriktirip Ölümü Ânında
Dağıtmaktan Nehv Hadisi 34
•Malın Üçtebirinin Vasiyyet
Edilmesi1 İle İlgili Hadis 34
Şerhi (Hadis No: 95-98)
"Allah, Adem'i yarattığı zaman
sırtım sıvazladı" sözü için âlimler, iki ayrı görüş beyan etmişlerdir:
Birinci görüş: Bazıları sıvazlama (mesh) fiilini Allahü Teala'nm zatına layık
olacak şekilde te'vil ederek bundan kasdın, Allah'ın bir şeye "ol"
diye emretmesi onun da oluvermesi, görevli (müvekkel) meleklerine
adem-oğullarının ruhlarını getirmelerini amretmesi üzerine 'o meleklerin Adem
Aleyhisselâm'ın sırtını sıvazlamaları ve ondan bütün neslinin ruhlarını çıkarmalarının
olduğu'nu söylemişlerdir.
Allâme Ebu's-Suud,
"Rabb'in Ademoğullarmın bellerinden (sırtlarından) zürriyetlerini
almıştı.." mealindeki ayet-i kerimenin tefsirinde bu görüşe yer vererek
şöyle demiştir:
'Bu ifade hakikat manasına hamle di
İm iş tir. Nitekim Ibnu Ab-bas radıyallahü Anh'den şöyle bir hadis rivayet
edilmiştir: (Burada yukarıda geçen hadisi zikrediyor) Sonra şöyle diyor: Bu,
Adem Aleyhisselâm'm bütün neslini onun sırtından bizzat çıkardığı manasına
değildir. Onun sırtından kendi sulbünden gelecek olanların ruhlarını çıkarmış,
ve sonuna kadar bu şekilde devam etmiştir. "Rabb'in Ademoğullarından,
onların bellerinden zürriyetlerini almıştı" ayeti kerimesi de buna işaret
etmektedir."
Allame Ebu's-Suud Rahmetullahi Aleyh
sonra şöyle diror: 'Asıl ortaya çıkış yeri Adem Aleyhisselâm'm sırtı olduğu
için, hadis-i şeriflerde aradaki vasıtalar zikredilmeksizin her iki topluluğun
durumu da toplu halde zikredilmiştir. Bundan kasıt, herkesin nesebinin Adem
Aleyhisselâm'a çıktığının ifade edilmesidir.
Ayet-i kerime, Resulullah
Aleyhisselâm'm döneminde yaşamış olan kafirlere karşı bir delil ve onların
kendi müşrikliklerini babalarına nisbet etmelerinin bir fayda vermeyeceğini
ifade için bildirilmiş olduğundan durum, onların babalarının sırtlarından
çıkarılmaları haline nisbetlerini gerektirmiştir.... Ömer Radıyallahü Anh
hadisinde sözün alınışının açıklanmaması, olmadığına delil teşkil etmeyeceği
gibi, bağlayıcı da değildir.
Sözün alınmasındaki gayenin, onların
işin gerçeğinden habersiz olduklarını ileri sürerek mazeret beyan etmelerine
imkan bırakmamak olduğudur ve bu yolda onların görüşlerine itiraz etmek
içindir. Ayet-i kerimede de: "Bu, kıyamet günü 'Bizim bundan haberimiz
yoktu' dersiniz veya 'Daha önce babalarımız Allah'a ortak koşmuşlardı, biz de
onlardan gelen bir soyuz bizi boşa çalışanların yaptıklarından ötürü yok eder
misin?' dersiniz diyedir". Şeklinde buyuruluyor. Bu Ayet-i kerime
müşriklere karşı bir hüccet olsun diye bildirilmiş değildir; çünkü sorumluluk
dünyasında bununla onlara nasihat edilmesini gerektiren bir durum sözkonusu
değildir; zira insanlar arasından hiç kimse kendilerinden alınmış olan bu sözü
hatırlıyor değildir.
Bu iddiaya da ayet-i kerimedeki
cümle yapısından yola çıkılarak itiraz edilmiş ve şahid tutmanın da şahid
olmanın da korunan bir şey olduğu, bunların gizli bir eylem olarak bağlayıcılık
özelliğinin bulunduğu ileri sürülmüştür.
Anlam ise şöyledir: Biz sizin
verdiğiniz sözü anmak ve onu size hatırlatmakla yaptığımızı yaptık.
Peygamberimize indirdiğimiz kitapta onu size açıkladık. Küfür ehli, kıyamet
gününde "biz bundan, yani söz verme işinden habersizdik, sorumluluk
âleminde de bize bunu hatırlatan olmadı, eğer bize onu bir hatırlatan olsaydı
biz de gereğine göre davranırdık" demeyesiniz diye size bu gerçeği açıkladık.
İkincisi: Allame Ebu's-Suud bundan
önce ayetin manası üzerinde şöyle diyor: 'Bu açıklama insanlara, Allahü
Teala'nın yaratıştaki fıtrat prensibini temsil için yapılmıştır. Yüce Allah,
insanlardan kendi nefislerinde ve çevrelerindeki tevhid anlayışına ve İslam
inancına götüren pek çok delilden bunu anlamalarını istiyor. Peygamberimiz
Aleyhisselâm'da: "Her çocuk fıtrat üzere doğar..." diye buyurarak bu
hususu dile getirmiştir. Yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesinde de bu fıtrattan
sözedilmektedir: "Allah insanların yönünü, kendisine göre yarattığı
yaratma kanununa uygun olan dine çevirir, Allah'ın yaratması
değiştirilemez". Yani sizin yaratılışınızdaki temiz fıtratı
değiştirmeyiniz, Allah'ın sizi yaratışında koyduğu güzel fıtrata aykırı hareket
etmeyiniz".
Ebu's-Suud Rahmetullahi Aleyh sonra
şöyle döyor: "Buradaki Misalle Allahü Teala'nın, insanların ruhlarını sahi
tutmakla onlara kendi Rabb'liğini anlamaları için yeterli imkan vermesi temsil
edilmektedir. Şöyle ki Allahü Teala insanlara doğruyu kavraya-bilmeleri için
akıl ve basiret vermiştir, sonra akıl ve basiretlerini kullanarak hakka
ulaşabilmeleri için gerek kendi nefislerinden, gerekse çevrelerindeki âlemden
onlara ayetlerini, delillerini göstermiştir..."
Hadisin kalan kısmı Allahü Teala'nın
şu ayeti kerim e sindeki manaya uygundur: "Andolsun ki, cehennem için de
birçok insan yarattık. Onların kalpleri vardır ama anlamazlar, gözleri vardır
ama görmezler, kulakları vardır ama işitmezler. îşte bunlar hayvanlar gibi
hatta daha sapıktırlar. îşte bunlar gafillerdir".
Allame Ebu's-Suud bu ayetin
tefsirinde şöyle diyor:
"Yani onları cehenneme
girmeleri üzere yarattım, ama bu kendi iradeleri dışında bir zorlama neticesi
değildir. Ancak Allah onların hayatları boyunca Hak yolu hiç seçmeyeceklerini,
kendilerini zorlayan bir şey olmadığı halde daima batıl yolda ısrar
edeceklerini önceden bilmektedir. Bu itibarla Yüce Allah onları, cehenneme
dalacak insanlar olarak yarattı. Bir ayet-i kerimede şöyle buyuru-luyor:
"Ben cinleri ve insanları bana kulluk etsinler diye yarattım".[97][1]
99 İmam Malik'in Muvatta'ından "Adem
Aleynisselam’ın Yaratılışı" İle İlgili Hadis: İmam Malık Rahmetullahi
Aleyh bu hadisi Kader Hakfanda
Konuşmaktan Nehy' babında rivayet etmiştir.
Abdulhamid ibni Abdurrahman ıbnı,
Zeydı bnı l-Hattab dan rivaaye?eddiğine göre bir gün Hazreti Ömer Radıyallahü
Anh Rabbim, Adem oğullannm bellerinden zürrıyetUnm almış ve on-En kendilerine
şahid tutarak: 'Ben sizin Rabbınız degü mıyım TJşi Onlar: 'Evet, buna şahidiz dediler.
Kıyamet günü, biz İuTdan habersizdik demeyesiniz' ayet-i kerimesinden soruldu.
ömeru-bnul-Hattab Radıyallahü Anh'de Resulullah Aleyhıs-sZm-Ia beraberken de bu
ayetten sorulduğunu duydum, Pey-gamZrAleyhisselam bu konuda söyle
buyurdu," diye cevap verdi ve şu hadisi rivayet etti:
"Şanı pek yüce olan. Allah,
Adem'i yarattı, sonra sağ eliyle sırtını sıvazladı. Oyleki oradan bir zürriyet
çıkardı ve: Bunları cennet için yarattım, onlar cennet ehlinin amelini
işlerler, buyurdu. Sonra sırtını tekrar sıvazladı ve bir başka zürriyet çıkardı
ve: Bunları cehennem için yarattım, bunlar da cehennem ehlinin amelini
işlerler, buyurdu. Bir adam: Ey Allah'ın Resulü, peki-ameller ne için
yapılıyor? diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm da: Allah bir kulu cennet için
yarattıysa onu cennet ehlinin ameline yöneltir. Ta ki, cennet ehlinin
işlerinden bir iş üzere ölür, böylece Allah da onu cennete sokar. Bir kulu
cehennem için yarattığında da, ona cehennem ehlinin işlerini kolaylaştırır, ta
ki, cehennem ehlinin işlerinden bir iş üzere ölür, böylece Allah da onu
cehenneme sokar, diye buyurdu[98][2].
28-
'Ademoğlunun, Anasının Karnındayken Yaratılışı İle İlgili Olarak Gelen
Rivayetler
Sizden
Birinin ilk Yaratılış Parçası Anasının Karnında Şu Kadar Süre Bekletilir Hadisi
100. Bu hadisi Buharı Sahih'inin çeşitli
bölümlerinde rivayet etmiştir. Kitabu Bedu'1-Halk, C.4, s.lll'de 'Meleklerden
Sözedilmesi* babında, C.4, s.l33'te 'Adem'in Yaratılması1 babında,
Kitabu'l-Kader, C.8, s,122'de Kitabu't-Tevhid'de, C.9, s.l35'te, 'Peygamber
Kullarımız Hakkında Takdirimiz Daha Önce Kesinleşmişti" mealindeki ayetle
ilgili babda bu hadisi zikretmiştir. Aşağıda gelen metni Kitabu't-Tevhid'den
aldık;
Adem Şu'be'den, o el-A'meş'ten, o
Zeydu'bnu Vehb'den, o da Abdullah ibnu Mes'ud'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Sizden birinin ilk nutfesi
anasının karnında kırk gün kırk gece bekletilir. Bundan sonra bu kadar zaman
daha geçince bir kan pıhtısı haline gelir, daha sonra bu kadar bir zaman daha
geçince de bir et parçası haline gelir. Sonra Allahü Teala ona melek gönderir,
bu meleğe dört şeyi yazması üzere izin verilir (veya bu dört şeyi yazması
emredilir): Rızkını ve ecelini, amelini, cehennemlik (şaki) mi yoks'a
cennetlik (saîd) mi olduğunu yazar. Sonra Allah ona ruh üfler. Sizden biri
cennet ehlinin işini işler, öyleki cennet ile arasında bir arşın boyundan fazla
mesafe kalmaz, fakat yazgı Öne geçer ve cehennem ehlinin işini işlemeye başlar,
böylece cehenneme girer. Yine sizden birisi cehennem ehlinin işini işleye
durur, öyleki cehennem ile arasında bir arşından fazla mesafe kalmaz, ama
kader öne geçer ve cennet ehlinin işini işlemeye başlar, böylece cennete girer.[99][3]
101- Bazı Rivayetlerde de:
"Sizden birinizin"
ibaresinin başında "Allah'a yemin olsun ki" ibaresi ziyade
edilmiştir. Ayrıca "sizden birinizin" yerine de "bir adam"
ibaresi geçmektedir. Diğer bazı rivayetlerde de aradaki mesafe bir arşın
olarak değil de, iki arşın olarak zikredilmiştir. Birtakım rivayetlerde ise bu
mesafe bir kulaç olarak geçmektedir, [100][4]
102. Bu hadisi, İbnu Mace Sünen'inde,
CIO, s.20-21'de Ttader* babında, rivayet etmiştir. Orada senedini zikrettikten
sonra şöyle diyor:
"Abdullah ibnu Mes'ud der ki;
kendisi doğru sözlü olan ve söyledikleri de doğrulanan Peygamber Aleyhisselâm
bize şöyle bildirdi: ,
"Sizden birinin ilk nutfesi,
anasının karnında kırk gün bekletilir, sonra aynı şekilde bir kan pıhtısı
haline gelir, bu kadar zaman geçtikten sonra bir et parçası haline gelir. Sonra
Allahü Teala meleği gönderir. Ona dört kelimeyi (dört hususu) yazması emredilir.
Allah: Amelini, ecelini, rızkını ve cennetlik mi, cehennemlik mi olduğunu yaz,
diye buyurur. Nefsim elinde (kudreti altında) olan Allah'a yemin olsun ki,
sizden biriniz cennetle arasında bir arşından fazla mesafe kalmayıncaya kadar
cennet ehlinin işini işler, tam bu sırada yazgı öne geçer de bu kişi, cehennem
ehlinin işini işlemeye başlar ve cehenneme girer. Yine sizden biriniz cehennemle
arasında bir arşından fazla mesafe kalmayıncaya kadar cehennem ehlinin işini
işler, tam bu sırada kader öne geçer, bu kişi cennet ehlinin işini işlemeye
başlar ve cennete girer.[101][5]
îmam Müslim Sahih'inde bu hadisi
muhtelif rivayetlerle vermiştir. Bunlar İbnu Mes'ud'dan ve diğer bazı
sahabilerden gelen rivayetlerdir. Zikredilmesinde pek çok fayda gördüğümüz için
bu rivayetleri burada zikredeceğiz.[102][6]
103. Kastallanî'nin Hamiş ine göre C.10,
s.l9'de, geçen . "Ademoğlunun Ana Karnında Yaratılması Durumu" babında
yeralan rivayet:
Ebu Bekr ibnu Ebi Şeybe, Muaviye ve
Veki'den, yine Muhammed ibnu Numeyr el-Hemedânî babasından, ayrıca Muaviye'nin
babası ve Veki' ve ibnu Numeyr el-Hemedânî'nin babası el-A'meş'ten, o Zeydu'bnu
Vehb'den, o da Abdullah'dan -yani îbnu Mes'ud'dan-Radıyallahü Anhüm, doğru sözlü
ve doğrulanan, Resulullah Aley-
hisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir.
"Sizden birinin ilk nuftesi
anasının karnında kırk gün toplanır (bekletilir), sonra bu kadar bir zaman
sonunda bir kan pıhtısı haline gelir, sonra yine bu kadar bir zamanda da bir
et parçası şeklini alır. Sonra Allahü Teala ona bir meleği gönderir. Melek ona
ruh üfler ve kendisine dört hususu yazması emredilir: rızkını ecelini, amelini,
cennetlik mi cehennemlik mi olduğunu. Kendinden başka ilah olmayan Allah'a
yemin ederim ki, sizden biriniz cennetle arasında bir arşından fazla mesafe
kalmaymcaya kadar cennet ehlinin işini işler sonra yazgı öne geçer ve bu kişi
cehennem ehlinin işini işlemeye başlar, böylece cehenneme girer. Yine sizden
biriniz cehennemle arasında bir arşından fazla mesafe kal-mayıncaya kadar
cehennem ehlinin işini işler de sonra, kader öne geçer ve bu kişi cennet
ehlinin işini işlemeye başlar, böylece cennete girer.[103][7]
104. Veki'in Rivayetinde ise
"Sizden birinizin ilk nutfesi
anasının karnında kırk gece bekletilir" şeklinde geçmekte, Cerir ve
İsa'nın rivayetlerinde ise "kırk gün" olarak geçmektedir. [104][8]
105. Yine Muaz'ın Şu'be'den rivayetinde
de
"Kırk gün" yerine
"kırk gece" geçmektedir. [105][9]
106. Bu Hadisi Şerifte ise:
Muhammedu'bnu Abdullahı'bni Numeyr
ile Zuheyru'bnu Harb Sufyanu'bnu Uyeyne'den, o Amru'bnu Dinar'dan, o
Ebu't-Tufeyl'-den, o Huzeyfetu'bnu Ebu Esîd'den - yani Ebu Esîd el-Ğifarî- Peygamber
Aleyhisselâm 'dan gelen
rivayetlerle Rusulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Nutfe ana karnında kırk veya
kırkbeş gece bekledikten sonra melek, o nutfeye girer ve: Ey Rabbim, bu
cennetlik mi yoksa cehennemlik mi olacak? diye sorar. Aldığı cevabı kaydeder.
Sonra: Ey Rabbim, kadın mı yoksa erkek mi olacak diye sorar, Bununla beraber,
ameli, eseri, eceli ve rızkı yazılır. Sonra defterler dürülür. Buna bir şey
ilave edilmez ve bundan bir şey eksiltilmez.[106][10]
107. Yine Sahih-i Müslim'de,
Kastallanî'nin Hamiş ine göre C.10, s.74'te geçen rivayet:
Ebu Tahir Ahmedu'bnu Amri'bni
Serh'in İbnu Vehb'den, onun Amrubnu'l-Haris'ten, onun Ebu'z Zubeyr'il Mekkt'den
rivayetine göre Amiru'bnu Vasile Abdullahi'bnu Mes'ûd'un "Şaki
-cehennemlik- anasının karnında şaki olandır, saîd -cennetlik- başkasından
ibret alandır" diye söylediğini duydum demiş ye Resulullah Aleyhisselâm'ın
ashabından Huzeyfetu'bnu Esîd el-Gifarî adlı bir zata gelerek: Bir adam
herhangi bir amel işlemeden nasıl şaki -cehennemlik- olur? diye sormuştur.
Huzeyfe ona cevabında: Sen buna hayret mi ediyorsun, ben Resulullah
Aleyhisselâm'ın:
"Nutfenin ana karnına
konmasının üzerinden kırkiki gece geçtikten sonra Allah ona bir melek gönderir,
melek o nutfeye şekil verir, kulağım, gözünü, cildini, etini, kemiğini belirli
hale getirir, sonra: Ey Rabbim, erkek mi yoksa kız mı olacak? diye sorar.
Rab-bin dilediği gibi hükmünü verir, melek de kaydeder. Melek sonra: Ey Rabbim,
eceli ne kadar olacak? diye sorar. Rabbin dilediğini söyler, melek de kaydeder,
Sonra melek elinde sahife (kitap) ile ayrılır. Sonra buna birşey ilave edilmeyeceği
gibi bundan birşey de eksiltilmez, diye buyurduğunu duydum, demiştir.[107][11]
108. Müslim'in Bu Babdaki Bir Rivayeti
de Şöyledir:
Muhammedu'bnu Ahmedi'bni Ebi Halef,
Yahya'bnu Ebi Bu-keyr'den, o Zuheyr Ebu Hayseme'den, o Abdullahi'bnu Atadan, o
îkrimetu'bnu Halid'den Ebu't-Tufeyl'in şöyle dediğini bildirmiştir: Ebu Seriha
-yani Huzeyfetu'bnu Esîd el-Gifârî-nin yanına girdim, o
da bana Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle söylediğini; şu iki kulağımla duydum, dedi ve şu hadisi rivayet etti:
"Nutfe, ana rahminde kırk gece
bekler, sonra melek ona şekil verir". Ravi Zuheyr der ki: Zannederim bu
arada, "onu şekillendiren melek" dedi, hadisin devamı: Melek:
"Ey Rabbim, erkek mi yoksa kadın mı olacak? diye sorar. Allah onu erkek
veya kadın kılar. Sonra Melek: Ey Rabbim, düzgün mü yoksa sakat mı olacak? diye
sorar. Allah onu düzgün veya sakat kılar. Sonra melek: Ey Rabbim, rızkı ne
kadar olacak? eeeli ne zaman olacak? huyu nasıl olacak? diye sorar. Sonra Allah
onu şaki (cehennemlik) veya saîd (cennetlik) kılar.[108][12]
109. Huzeyfe'den Bir Rivayette de,
"Rahme müvekkel kılman bir
melek gönderilir. Allah bir şeyi yaratmak dilediği zaman, Allah'ın izniyle onu
kırk küsur günde (tamamlar)" kısmı ziyade edilmiştir. Bundan sonraki kısım
yukarıda geçen hadisin devamının aynıdır. [109][13]
110. Enes ibnu Malik'ten merfu olarak
rivayet edildiğine göre de, Enes ibnu Malik şöyle demiştir:
"Allahü Teala rahim için bir
meleği müvekkel kılmıştır. Bu melek Ey Rabbim, nutfe oldu , ey Rabbim, kan
pıhtısı oldu, Ey rabbim et parçası oldu, der. Allah da ondan bir insan yaratmak
dilediğinde emrini bildirir. Melek: Ey Rabbim, kadın mı erkek mi, şaki mi saîd
mi, rızkı ne kadar, eceli ne zaman? diye sorar. Bu hal üzere anasının
karnındayken bunları yazar[110][14]
"Cennetle arasında bir
zir'a (arşın) kalmış olur"
denirken arada kalan mesafenin çok kısa
olduğuna işaret edilmek istenmektedir.
Hadisi şeriflerden anlaşıldığına
göre amellerin görünen tarafları, sadece belli durumları ortaya koyan
işaretlerdir. İşlerin sonunda neye varacağı ise kaderde belirlenmiştir.
İmam Nevevî şerhinde: "Doğru
olan ve sözleri doğrulanan" sözünün manasının, kendisi daima doğru konuşan
ve vahiyle bildirdiklerinin doğru olduğu da zaman içinde ortaya çıkan,
şeklinde olduğunu belirtmiştir.
Hadisin muhtelif rivayetlerinde,
meleğin geldiği vakit hakkında değişik bilgiler var. Alimler bunları
birleştirmek için şöyle demişlerdir: Melek nutfenin ana rahmine girmesinden
itibaren ona müvekkel kılınır ve gelişmeleri gözetir, zamanı geldikçe Ey
Rabbim, mutfe oldu, pıhtı oldu, et parçası oldu, der. Allah'ın izniyle her ne
gelişme olursa onu vaktinde belirtir. Allahü Teala bütün olanları daha iyi
bilmektedir. Meleğin konuşması ve tasarrufla bulunması için belirli vakitler
vardır: Birincisi: Allahü Tea-la'nın nutfeyi yaratıp onu pıhtı haline dönüşür
kıldığı zaman. Melek ilk olarak bu zamanda, bir çocuğun teşekkül edeceği hususunda
bilgi sahibi olur. Çünkü her nutfeden çocuk olmamaktadır. Nutfenin sözü edilen
hale dönüşmesi ise kırk günden sonra olmaktadır, işte bu zamanda melek çocuğun
rızkını, ecelini, amelini, cennetlik veya cehennemlikliğini yazar.
Melek, bundan sonra ayrı bir zamanda
başka bir tasarrufta bulunmaktadır ki, bu da çocuğa şekil vermesidir, kulak,
göz, deri, kemik, erkeklik veya dişilik uzuvlarının şekillendirilmesi, meleğin
bu ikinci tasarrufudur. Bu ise üçüncü kırk günün içinde olmaktadır. Bu süre
de, pıhtının et parçası haline geldiği süredir. Üçüncü kırk gün tamam olmadan
ve içerisine ruh üflenmeden şekil verme işi tamam olur. Çünkü ruh ancak çocuğun
şekli tam belirginleştikten sonra üflenir.
Hadisin rivayetlerinden birinde:
"Nutfenin ana karnına konmasının üzerinden kırkiki gün geçtikten sonra
Allah ona bir melek gönderir. Melek o nutfeye şekil verir, kulağını, gözünü, cildini,
etini, kemiğini belirli hale getirir..." denmesi hususunda müfessir Kadı
Beyzavî ve başkaları şöyle diyorlar: 'Bunun, zahirî manasıyla alınmaması
gerekir. Zahirî manasıyla alındığı zaman doğru olmaz. Burada kastedilen mana,
kendisine ne tür bir şekil verileceğinin yazümasıdır. Sonra başka bir vakitte
bu yazılanlar yerine getirilir. Çünkü ilk kırk günden sonra çocuğa şekil
verilmediği âdeten bilinmektedir. Çocuğun şekli, ancak üçüncü kırk günün
içinde belirir. Bu ise nutfenin,
pıhtı halinden et parçası haline döndüğü süredir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de
şöyle buyurulu-yor: "Andolsun ki, insanı süzme çamurdan yarattık. Sonra
onu nutfe halinde sağlam bir yere yerleştirdik. Sonra nutfeyi kan pıhtısına
çevirdik, kan pıhtısını bir çiğnemlik et yaptık, bir çiğnemlik etten kemikler
yarattık, kemiklere de et giydirdir".
Dört ay tamamlanıp cenine ruh
üflendikten sonra melek ona yeni bir şekil daha verir.
Ruh üfleme işinin ancak dört ay
tamamlandıktan sonra olduğu üzerinde bütün ilim adamları ittifak etmişlerdir.
Buharî'nin Sahihinde yeralaû bir rivayette: "sizden birinin ilk nutfesi,
anasının karnında kır gün kırk gece bekletilir. Bundan sonra bu kadar zaman
daha geçince bir kan pıhtısı haline gelir, daha sonra bu kadar bîr zaman
içinde bir et parçası haline gelir. Sonra Allahü Tea-la ona bir melek gönderir,
bu meleğe dört şeyi yazması üzere izin verilir: Rızkını, ecelini, amelini,
cennetlik mi, yoksa cehennemlik mi olduğunu yazar. Sonra ona ruh üflenir"
deniyor. Burada "sonra" denmesinden anlaşıldığına göre meleğin sözü
edilen hususları yazması, üçüncü kırk gün geçtikten sonra olmaktadır. Diğer
rivayetlerden anlaşılan ise, bu yazma işinin birinci kırk günden sonra
gerçekleştiğidir. Buna cevap olarak denilmiştir: "Sonra melek
gönderilir..." kısmı, baştaki "anasının karnında kırk gün
bekletilir" ibaresine atfedil m iş tir. Kendisinden önceki cümleye matuf
değildir. "Sonra bu kadar zaman içinde kan pıhtısı olur..." kısmı ise
bir ara cümle (cumletun mu'terida) mahiyetindedir. Bu durum Arap dilinde çokça
görülür ve Kur'an-ı Kerim'de sahih hadislerde ve Araplar arasında dolaşan
sözlerde bunun örnekleri çoktur.
Kadı Beyzavî ve başka müfessirler
derler ki: Meleğin bu hususları yazmak üzere gönderilmesinin anlamı, o meleğin
bununla, sözü edilen şeyi yapmakla emrolunmasıdır. Yoksa esas itibariyle hadisi
şerif, meleğin zaten ana rahmine müvekkel kılınmış olduğunu gayet açık bir
ifadeyle bildiriyor. Nitekim bundan önce meleğin "Ey Rabbim nutfe oldu, ey
Rabbim pıhtı oldu" dediği bildiriliyor. Enes ibnu Malik Radıyallahü
Anh'ın rivayetinde: "Allah ondan bir insan yarattığı zaman emrini
bildirir. Melek: Ey Rabbim, kadın mı, erkek mi..." demesi bizim yukarıda
yaptığımız açıklamaya ters değildir. Burada meleğin böyle söylediği, pıhtının
da et parçası olduğu belirtildikten sonra zikrediliyor. Ama bununla yeni bir
konudan söz ediliyor olduğundan bu, sözün başlangıcı sayılır. Bununla ayrı bir
durumdan, ayrı bir gelişmenin başlangıcından söz ediliyor. Bu rivayette önce
nutfenin hangi halden hangi hale dönüştüğü sırayla anlatılıyor, ikinci kısımda
da Allah'ın nut-feyi pıhtı haline getirmek istemesi üzerine meleğin ne
konuştuğundan bahsediliyor. Ayrıca meleğin rızkı, eceli, cennetlik veya cehennemlik
olması, ameli, kadınlık veya erkekliği yazması, bu hususların kendine bildirilmesi,
gerekeni yapmak ve kendisine bildirilenleri yazmakla emroluinması neticesinde
gerçekleşmektedir. Allahü Teala'mn bu konudaki hükmü, ilmi ve iradesi ise bu
hâdiseden önce belliydi. Allah'ın ilmi, ezilidir.
Hadiste "sizden birinizin
cennetle arasında bir arşından fazla mesafe kalmaymcaya..." denirken o
insanın Ölüme çok yaklaştığı ve o-hali üzere ölmesi neticesinde cennete
girmesinin mümkün olduğu bir anda durumunun değişebileceği bildirilmektedir.
Arada bir arşından fazla mesafe kalmadığı belirtilirken dünyadaki herhangi bir
kişinin varmak istediği yerle arasında bir arşınhk mesafe kalması halindeki
yakınlığına benzediği ifade edilmektedir.
Bu hadisin söylenmesinden maksad,
sözü edilen durumun genel bir şey olmayıp insanlar arasında nadiren görülen
bir durum olduğunun ifade edilmesidir. İnsanların pek çok fenalık işledikten
sonra iyiliğe dönmeleri Allahü Teala'nın ihsanından ve rahmetinin
genişüğindendir. insanların hayır halinden şer haline dönmeleri ise çok nadir
ve son derece azdır.
"Rahmetim gadabımı geçti,
rahmetim gadabıma galib oldu" sözündeki mana da buna işaret ediyor.
insanın hayır halinden şer haline
dönmesi gerek küfür, gerekse günah işlemek suretiyle cehenneme girmeyi
gerektirecek bir ameli işlemekle olur. Ancak bu ikisinin durumu farklıdır.
Birisi cehennemde ebedî kalacak, diğeri ise cesazmı çektikten sonra çıkacaktır.
Küfür üzere ölen cehennemde ebedî kalacaktır. Allah'ın birliğini kabul eder
halde ölmesine rağmen; dünyadayken günahlar işlemiş olan ise, daha önce geçtiği
üzere cehennemde ebedî kalmayacaktır. Bu Hadiste kaderin hak olduğu açık
şekilde ifade edilmektedir. Ayrıca tevbenin daha önce işlenmiş günahları
sildiği bildiriliyor. Yine hadisten anlaşıldığına göre insan ne hal üzere
öldüyse o hale göre hüküm verilir. Ancak küfre düşmeden günah işleyenlerin azab
mı görecekleri yoksa mağfiret mi edilecekleri üzerinde hüküm verecek olan
Allah'tır. En doğrusunu Allah bilir.[111][15]
29- Yüce
Allah'ın Rahme Hitabı İle İlgili Olarak Gelen Rivayetler
111 Bu Hadisi Buharı,
kitabu't-Tefsir'de, Muhammed suresi konusunda, C.6,s.l34'te, "Akrabalık
Bağlarını Ko-panrsınız" mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babda rivayet
etmiştir.
Süleyman Muaviyetu'bnu Ebi
Muzerred'den, o amcası Saîd ibnu Yesâr'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'den Resulullah Âleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah yaratıkları yarattı.
Bunu bitirince akrabalık bağı, (rahm) kalkıp Rahman'ın eteğine yapıştı. Rahman:
'Bırak' dedi. Akrabalık bağı: 'Bu makam benimle ilişkinin kesilmesinden sana
sığınma makamıdır' dedi. Rahman: 'Senin hakkını yerine getirene,
(akrabalarıyla bağlarını koparmayana) Benim vasıl olmama, ona yardımcı olmama,
senin hakkını yerine getirmeyerek akra-basıyla ilişkiyi kesenle de Benim
ilişkiyi kesmeme razı değil misin?' diye sordu. Akrabalık bağı: 'Evet, razıyım
Ey Rabbim' diye cevap verdi. Rahman: 'Öyleyse, bu istediğini sana veriyorum'
diye buyurdu. Ebu Hureyre der ki: isterseniz "Demek, idareyi ve hakimiyeti
ele alırsanız hemen yeryüzünde fesat çıkaracak, akrabalık münasebetlerini bile
keseceksiniz öyle mi?" ayetini okuyun[112][16]
112. Bukarî'nin aynı babda senedi ebu
Hureyre'ye dayanan bir başka rivayetinde:
"Sonra Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'ın, Resulullah Aleyhis-selâm'ın, isterseniz "Demek idareyi ve
hakimiyeti ele alırsanız..." ayetini okuyun dediğini bildirmiştir."
denilmektedir. [113][17]
Yukarıdaki hadisi Buharı,
Kitabu't-Tevhid'de ve Kitabu'l-Edeb'de de rivayet etmiştir. Müslim de
kitabu'l-Edeb'de Nesâî ise Kitabu't-Tefsir'de rivayet etmiştir.[114][18]
113. Türmizî'iıiiı rivayetine göre de
Abdurrahmani'bnu Avf Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini duydu-ğunu
bildirmiştir:
"Allah buyurdu ki, Ben
Allah'ım, Ben Rahman'im, rahm'ı (akrabalık ilişkisini) yarattım ve onun için
kendi ismimden isim türettim, kim bunun hakkını yerine getirerek akrabalık
ilişkisini sürdürürse Ben de ona yakın olur; kendisine yardımcı olurum, kim de
akrabalık bağım koparırsa Ben de onunla ilişkiyi,keserim.[115][19]
Tirmizî bu hadisin hasen, sahih
olduğunu belirtmiştir.[116][20]
114. Yine Ebu Davud da, hadisi
Abdurrahmani'bnu Avf tan alarak onun şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Resulullah Aleyhisselâm'ı
şöyle konuşurken duydum: Allah buyurur ki, Ben Rahman'ım, rahm (akrabalık bağı) için de
kendi
ismimden bir isim türettim, kim
akrabalık ilişkisini sürdürürse Ben de onunla ilişkiyi sürdürür ona yardımcı
olurum, kim de akrabalık bağını koparırsa Ben de onunla ilişkiyi keserim.[117][21]
Ebu Davud bu hadisi, C.2, s.77'de
"Akrabalık ilişkisini Sürdürme" babında rivayet etmiştir.[118][22]
"Akrabalık bağı kalktı"
denirken bunun bir cisim gibi şekillendi-rildiği belirtiliyor.
"Rahman'm eteğine yapışır"
ifadesinin tefsirinde Kadı Beyzavî şöyle diyor: İnsanlar arasında yaygın adete
göre yardım dileyen, kendisinden yardım düenilenin eteğine veya ridasının bir
kenarına yapıştığı için bu ifade kullanılmıştır. Eteğine yapışmakla yardım
talebinde ısrar ettiğine işaret edilmiş olabilir. Yani âdeta muhatabından eteği
ile koruduğu şeyleri koruduğu gibi kendisini korumasını ve üzerindeki eziyeti
gidermesini istediğini işaret etmektedir. Onun eteğine yapışıp
bırakmamaktadır. İşte insanlar arasında yaygın olan bu durum akrabalık bağı
hakkında da mecazî olarak kullanılmıştır.
et-Tayyibî der ki: Burada mecazi
anlamda bir benzetme vardır. Şöyle ki akrabalık bağının ve onun ilişkinin
sürdürülmesine olan ihtiyacı, ilişkinin kesilmesinden kaçınmadaki durumu,
dilekte bulunduğu kimsenin eteğine yapışmış bir ihtiyaç sahibinin durumuna
benzetiliyor. Bu benzetmeden hareketle benzetilen için kullanılan ifade,
oradaki durumu çeşitli yönlerden ortaya koyması itibariyle benzetilen için de
aynen kullanılmıştır.
el-Kabisî der ki, Ebu Zeyd,
bazılarının anlamakta güçlük çekeceği için "Rahman'm eteği"
ibaresini söylemekten çekindi ve "bu ibare rivayette geçmekle beraber
Allah'ı tenzih için söylemiyorum" dedi.
Buradaki mana bir melek kalkıp onun
adına konuştu şeklinde 'muzaafın hazfı1 esasına da mebni olabilir. Ayrıca bir
örnek verme ve mecaz manası da taşıyabilir.
Hadisin tümünden anlaşılan mana ve
maksat; akrabalık bağının önemli bir şey olduğu, akrabalık ilişkilerini
sürdürenin faziletli, bu ilişkileri kesenin de günahkar olduğudur.
Allahü Teala'nm akrabalık bağlarım
sürdürene vasıl olması, onlara acıyıp merhamet etmesidir; akrabalarla ilişkiyi
kesenle ilişkiyi kesmesi ise, ona acımam ası dır.
Nevevî diyor ki: Akrabayla ilişkiyi
sürdürmek genel manada va-cibdir, ilişkiyi kesmek ise günahtır. İlişkiyi
sürdürmenin de dereceleri vardır. Bazı dereceler diğer bazılarından üstündür.
Ebu Bek-re Radıyallahü Anh'den merfu olarak rivayet edilen bir hadiste:
"Allah'ın, ahiretteki cezasını
saklamakla birlikte dünyadayken cezasını vermekte en çok acele ettiği günahlar,
taşkınlık ve akrabayla ilişkiyi kesmektir". Bu hadisi Ahmed ibnu Hanbel
rivayet etmiştir. Yine Ahmedu'bnu Hanbel'in Sevban'dan merfu olarak rivayet
ettiği bir başka hadis şöyledir: "Kimin ecelinin geciktirilmesi ve
ömrünün uzatılması hoşuna giderse akrabayla ilişkiyi sürdürsün". Her şeyin
en doğrusunu bilen Allah'tır. [119][23]
Namazların
Farz Kılınması ve İsra Hadisi
115. Bu hadisi Buharı, C.l, s.78-79'da,'
Namazlar İsra'da Nasıl Farz Kılındı?' başlıklı babda rivayet etmiştir:
Yahya'bnu Bukeyr, el-Leys'den, o
Yunus'tan, o İbnu Şi-hab'dan, o da Enesu'bnu Malik Radıyallahü Anh'den, Ebu Zer
Radıyallahü Anh'ın Resulullah Aleyhisselâm'dan şöyle bir hadis rivayet ettiğini
bildirmiştir:
"Ben Mekke'deyken evimin tavanı
yarıldı ve oradan Cibril Aley-hisselâm indi, göğsümü yardı, orasını zemzem suyu
ile yıkadı,sonra hikmet ve iman dolu altın bir testi getirdi, onu benim göğsüme
boşalttı, sonra orayı kapattı, sonra Benim elimden tuttu ve beni dünya göğüne
yükseltti. Dünya göğüne geldiğimde Cibrîl Aleyhi s selâm göğün kapıcısına: 'Aç'
dedi. Bekçi: 'Kim o?1 diye sordu. Cibrîl Aleyhisselâm: 'Cibril* diye cevap
verdi. Kapıcı: "Yanında kimse var mı?1 diye sordu. Cibrîl Aleyhisselâm:
'Evet, benimle birlikte Muhammed Aleyhisselâm var' dedi. Kapıcı: 'Ona elçi
gönderildi mi?' diye sordu. Cibril Aleyhisselâm: 'Evet' diye cevap verdi.
Kapıyı açınca dünya göğüne girdik. Orada oturan bir adam gördük, sağında da
solunda da birtakım insanlar vardı. Sağ tarafına baktığında gülüyor, sol
tarafına baktığında ağlıyordu. (Yanına varınca): 'Salih Peygambere ve Salih
evlada merhaba' dedi. Cibril'e: 'Bu kim?' diye sordum. "Bu, Adem Aleyhisselâm'dır.
Şu sağında ve solundaki insanlar ise onun evlatlarının ruhlarıdır. Sağda
olanlar cennetliklerdir, solunda yeralan şahıslar ise cehennemliklerdir. Bu
yüzden sağ yanma baktığı zaman güler sol yanına baktığı zaman da ağlar."
dedi. Bundan sonra ikinci göğe çıkarıldım. Cebrail oranın kapıcısına: 'Aç'
dedi. Bu göğün kapıcısı da birincinin söylediğini söyledi. Sonra kapıyı
açtı". Ravi Enes Radıyallahü Anh der ki: 'Peygamber Aleyhisselâm, göklerde
Adem, Idris, Musa, îsa ve îbrahim salavatullahi aleyhim ecmain Peygamberlerle
Karşılaştığını belirtti, ancak menzillerini tesbit etmedi. Sadece Adem
Aleyhisselâm'la dünya göğünde ibrahim Aleyhisselâm ile de altıncı gökte
karşılaştığını zikretti1. Enes Radıyallahü Anh, sözünün devamında şöyle diyor:
"Cebrail, Peygamber Aleyhisselâm ı Idris Aleyhisselâm in yanından geçirdiğinde
O: 'Salih Peygambere, salih kardeşe merhaba' dedi. Peygamber Aleyhisselâm
buyurdu ki, 'Cebrail'e: Bu kimdir? diye sordum. Cebrail Aleyhisselâm: Bu
Idris'tir, diye cevap verdi. Sonra Musa Aleyhisselâm'in yanından geçtim, O da:
"Salih, kardeşe, salih Peygambere merhaba" dedi. Cebrail
Aleyhisseîâm'a bu kimdir diye sordum. "Bu Musa'dır" dedi. Sonra İsa
Aleyhisselâm'ın yanından geçtim. O da: "Salih kardeşe, salih Peygambere
merhaba" dedi. Cebrâîl Aleyhisselâm'a: "Bu kimdir" diye sordum.
Ceb-râîl Aleyhisselâm: "Bu İbrahim Aleyhisselâm'dır" dedi'. 'Kavilerden
îbnu Şihab der ki: 'Bana ibnu Hazm, İbnu Abbas ile Ebu Hayye el-Ensarî'nin daha
sonra Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet, ettiklerini haber
verdi: 'Sonra yine yükseltildim, öyle bîr yere vardım ki, kalemlerin
gıcırtısını duyar oldum.' ibnu Hazm ve Enesu'bnu Malik Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini bildirmişlerdir: "Allah Azze ve Celle
Ümmetime elli vakit namazı farz kıldı. Böylece geri döndüm, Musa
Aleyhis-seîâm'ın yanından geçerken: "Allah senin Ümmetinin üzerine neyi
farz kıldı?" diye sordu. Ben de: "Elli vakit namaz" diye cevap
verdim. Musa Aleyhisselâm 'Rabbine dön, senin Ümmetin buna güç yetiremez',
dedi. Ben de geri döndüm, Rabbim bir cüz'ünü indirdi. Sonra tekrar Musa Aleyhi
s selâm'a geldim: "Rabbim benim için yansına indirdi" dedim. Musa
Aleyhisselâm: 'Rabbine dön, senin Ümmetin buna da güç yetiremez' dedi. Rabbime
döndüm, Rabbim bir cüz'ünü daha indirdi. Yine Musa'ya geldim, "Rabbine
dön, senin Ümmetin bu kadarına da güç yetiremez" dedi. Rabbime tekrar
gittim, Rabbim: "Onu beş vakite indirdim, ama bu beş vakit için elli vakit
sevabı var. Benim indimde söz değiştirilmez" diye buyurdu. Sonra tekrar
Musa Aleyhisselâm'a geldim. Yine "Rabbine dön" dedi. Ben de:
"Rabbimden haya ettim" diye cevap verdim. Sonra Cibril Benimle
beraber çıktı, benimle sidretü'l-Münteha (en son nokta)'ya kadar geldi. Orada
onu, ne olduğunu bilmediğim renkler kapladı. Sonra cennete alındım, baktım ki
içerde inciden boncuk dizileri var, toprağı ise misktendir[120][24]
Hadiste Resulullah Aleyhisselâm
"evim" diyerek hâdisenin vukua geldiği zamanda içinde bulunduğu evi
kendine nisbet etmiştir. Bu o anda o evde bulunması anlamı taşır. Çünkü en ufak
bir ilişki için bu nisbet sözkonusu olabilir. Esas itibariyle o anda Resulullah
Aleyhisselâm'm Ümmü Hani'nin evinde bulunduğu sabit olmuştur. Altın testinin
kullanılması Resulullah Aleyhisselâm'm kalbinin temizliği dolayısıyladır. Bu
hâdise Mekke'de altın eşya kullanılması haram edilmeden önce meydana gelmişti.
Testinin iman ve hikmet dolu olması, iman ve hikmete ulaştırması açısından,
sebebin müsebbible isimlendirilmesi olabilir. Ölümün alaca koç olarak
getirilmesi gibi, hissedilenle, ma'kul olanın inkişafı için yapılmış bir temsil
de olabilir.
Hikmek, Allah'ı biime (marifetullah)
ile ilgili hükümlere taalluk eden ilmi bilme, basireti geliştirme, nefsi
terbiye etme, hakkı görüp ona göre amel etme, nefsi boş arzulara ve batıl
şeylere takılmaktan alıkoyma anlamına kullanılan bir ibaredir. Buradaki
hikmetle Peygamberliğin kastedildiği de söylenmiştir. Aynı şekilde hikmetin
Allah'tan bahşedilen bir anlayış olduğu da söylenmiştir.
Cibril Aleyhısselam, iman ve; hikmet
dolu testiyi Resulullah Aleyhisselâm'ın göğsüne boşalttıktan sonra orayı
kapatmış ve dolu bir kabın mühürlenmesi gibi mühürlemiştir. Allahü Teala Onda
Peygamberliğin bütün yönlerini birleştirmiş ve Onu Peygamberlerin sonuncusu,
mührü kılmıştır. Onu mühürlemiş, düşmanları Ona ulaşmak için bir yol
bulamamışlardır. Çünkü mühürlü bir şey muhafaza altındadır. Bunu, Onda esma-i
hüsna'nm parıltısının en güzel şekilde belirmesi, kuvvetlenmesi ve Onun en
yüksek makamda sebat etmesi için yapmıştır. Melek, Cibril Aleyhisselâm'ın
Peygamber Aleyhisselâm, için: "Ona elçi gönderildi mi?" diye
sorarken, göklere yükselmesi için bir elçinin gönderilip gönderilmediğini
sormaktadır, yoksa Peygamberlik vazifesinin verilip verilmediğini sormamaktadır.
Adem Aleyhisselâm: "Salih
evlada merhaba" diyor. Merhaba kelimesi bir yerden geleni karşılarken
kullanılır. Adem Aleyhisse-lâm'ın; salih kelimesini kullanması da, bu kelimenin
diğer bütün güzel özellikleri de içine alan bir mana taşıması dolayısıyladır.
"Rabbim bir cüz'ün
indirdi" denirken namazın beş vaktini indirdiğini kastetmektedir, indirme
konusunda değişik rivayetlerde farklı bilgiler yerahyor. Bazı rivayetlerde
beşer beşer, bazı rivayetlerde onar onar indirildiği belirtiliyor. Sabit olan
rivayetlere göre beşer beşer indirildiği anlaşılmıştır.
Hafız ibnu Hacer der ki: "Onu
beş vakte indirdim fakat bu beş vakit için elli vakit sevabı var" cümlesi
"Kim bir iyilik getirirse ona on kat sevab vardır" mealindeki ayet-i
kerimeye uymaktadır.
Burada beş vaktin farz
kılınmasından, vitir namazı gibi beş vakitten fazla namazların farz olmadığına
delil getirilmiştir.
Hadisten, bir emrin, o emirle amel
edilmeden önce de neshedi-lebileceği anlaşılıyor. Mutezile ise bu görüşe itiraz
etmiştir. Ancak neshin tebliğden yani Peygambere bildirmeden önce gerçekleşmeyeceği
hususunda bütün ilim adamları ittifak etmişlerdir.
"Benim indimde söz
değiştirilmez" sözünün manası "Benim indimde kesinlik kazanmış bir
hüküm değiştirilmez" -dir. Muallakta olanlar ise böyle değildir. Allah
bunlardan istediğini siler, istediğini de kesinleştirir.
Peygamber Aleyhisselâm'ın namazın
azaltılması için Rabbine müracaat etmesi, birinci hükmün kesinlik kazanmış bir
hüküm olmadığım gösteriyor.^ Resulullah Aleyhisselâm "Rabbimden haya
ettim" demesi, bundan sonra yine indirilmesini istemesinin, bu beş vakiti
de tamamen kaldırmasını istemek olacağını düşünme-sindendir. Çünkü her
gidişinde beş vakit namaz indirilmiştir. Her keresinde beş vakit namaz
indirilince artık beş vakitten de indirilmesini nasıl isteyebilir. Özellikle
Allahü Teala:"Benira indimde hüküm değiştirilmez" diye duyurduktan
sonra.Sidretü'l-Münteha, göklerin en üstündedir. Meleklerin ilmi oradan Öteye
geçemediği için, münteha (bitiş yeri) olarak adlandırılmıştır. Resulullah
Aleyhisselâm'dan başkası oradan ileri geçememiştir. Yahut şehidlerin ruhları
oradan öteye geçemediği için bu adla adlandırılmış olabilir.
Cennetin toprağının miskten olması,
misk kokulu olması demektir.[121][25]
Sahîh-i
Müslim'den Namazın Farz Kılınmasına Dair Hadis
116. Hadis, Kastallanî'nin
Hamiş'ine göre C.2, s.53'te
'Resu-hıllah Aleyhîsselâm'ın İsra'sı
ve Namazın Farz Kılınması babında
geçmektedir.
Şeybanu'bnu Ferruh Hammadu'bnu
Selem'den, o Sabit el-Bunanî'den, o da Enesu'bnu Malik Radıyallahu Anh'den
Resulul-lah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bana "Burak1 getirildi ki
o, beyaz uzuneşekten iri, katırdan küçük bir hayvandır. Ayağını gözünün
görebildiği yere kadar atar. Ona binerek Beytu'l-Makdis'e geldim. Onu Peygamberlerin
bineklerini bağladığı halkaya bağladım. Sonra Mescide girdim, orada iki rek*at
namaz^ kıldım, sonra çıktım. Cibril Aleyhisselâm bir şarab bir de sijt kabı
getirdi, ben sütü tercih ettim. Cibril Aleyhisselâm 'Fıtratı, yani doğruluğu
tercih ettin' dedi. Sonra bizi göğe yükseltti. Cibril Aleyhisselâm kapının
açılmasını istedi. Kendisine: "Sen kimsin?" diye soruldu.
"Cibril" diye cevap verdi. "Beraberinde kim var?" denildi.
"Muhammed Aleyhisselâm" diye cevap verdi. "Ona elçi gönderildi
mi?" diye soruldu. "Gönderildi" diye cevap verdi. Bir de
teyzeoğulları îsa ibnu meryem Yahya ibnu Zekeriyya ile karşılaştım. Beni
güzelce karşıladılar ve benim için hayır dua ettiler. Sonra üçüncü kat göğe
yükseltildik. Cibril kapının açılmasını istedi. "Sen. kimsin?" diye
soruldu. "Cibril" diye cevap.verdi. "Beraberinde kim var?"
denildi. "Muhammed Aleyhisselâm" dedi. "Ona elçi gönderildi
mi?" diye soruldu. Cebrâîl Aleyhisselâm 'Elçi gönderildi' dedi. Kapıyı
bize açtı. Bir de Adem Aleyhisselâm ile karşılaştım. Beni güzelce karşıladı ve
Bana hayır dua etti. Sonra Cebrâîl bizi ikinci göğe yükseltti. Cibril
Aleyhisselâm, kapının açılmasını istedi. "Sen kimsin" diye soruldu.
"Cibril" diye cevap verdi. "Beraberinde kim var?" denildi. "Muhammed"
dedi. "Ona elçi gönderildi mi?" diye soruldu. "Gönderildi"
dedi. Kapıyı açtı. Bir de kendisine güzelliğin (insanların nasibi olan
güzelliğin tamamının) yansı verilen Yusuf ile karşılaştım. Beni güzelce
karşıladı ve Bana hayır dua etti. Sonra dördüncü kat göğe yükseltildik. Cibril
Aleyhisselâm kapının açılmasını istedi. "Kim o?" diye soruldu.
"Cibril" dedi. "Beraberinde kim var?" denildi.
"Muhammed" diye cevap verdi. "Ona elçi gönderildi mi?" diye
soruldu. "Elçi gönderildi" dedi. (görevli) bize kapıyı açtı. îdris
Aleyhisselâm ile karşılaştım. Beni güzelce karşıladı ve Bana hayır dua etti.
Allahü Te^la: "Onu yüce bir yere yükselttik" dedi. Sonra beşinci kat
göğe- yükseltildik. Cibril kapının açılmasını istedi. "O kim?" diye
soruldu. "Cibril" diye cevap verdi. "Yanında kim var?"
denildi. "Muhammed" diye cevap verdi. "Oha elçi gönderildi
mi?" diye soruldu. "Gönderildi" dedi. Görevli bize kapıyı açtı.
Orada da
Harun Aleyhi s s elam ile
karşılaştım. Beni güzelce karşıladı ve Bana hayır dua etti. Sonra altıncı kat
göğe yükseldik. Cibril Aley-hisselâm kapının açılmasını istedi. "O
kim?" diye soruldu. "Cibril" diye cevap verdi. "Yanında kim
var?" diye soruldu. "Muhammed" diye cevap verdi. "Ona elçi
gönderildi mi?" denildi. "Gönderildi" dedi. Görevli kapıyı açtı.
Orada da Musa Aleyhisselâm ile karşılaştım. Beni güzelce karşıladı ve Bana
hayır dua etti. Sonra yedinci kat göğe yükseldik. Cibril kapının açılmasını
istedi. "Beraberinde kim var?" diye soruldu. "Muhammed"
diye cevap verdi. "Ona elçi gönderildi mi?" denildi.
"Gönderildi" dedi. Orada da sırtını Beyt-i Ma'mur'a dayamış vaziyette
ibrahim Aleyhisselâm'ı gördüm. Her gün oradan yetmiş bin melek giriyor kendisine
geri dönmüyorlardı. Sonra (Cibril) Sidretü'l-Münteha'ya gitti.
Sidretü'l-Münteha ağacının yaprakları fillerin kulaklarına benziyordu,
meyveleri de küpler gibiydi. (Sidre'yi) Allah'ın emrinden her ne kapladıysa
kapladı, şekli değişti, o andaki güzelliğini Allah'ın yaratıklarından hiçbiri
anlatamaz. Rabbim orada Bana vah-yettiğini vahyetti. Bana bir gün ve gecede
elli namazı farz kıldı. Musa Aleyhisselâm'ın yanına geri indim, "Rabbin
Ümmetinin üzerine ne farz kıldı?" diye sordu. "Elli namaz"
dedim. "Rabbine dön azaltmasını iste, senin Ümmetin buna güç yetiremez,
ben israil oğul lan m imtihan ettim ve durumlarını gördüm" dedi. Rab-bime
döndüm: "Ey Rabbim, Ümmetime farz kıldığını hafiflet" dedim. Beş
namaz indirdi. Musa'ya vardım "Rabbim beş namazı indirdi" dedim
"Senin Ümmetin bu kadarına da güç yetiremez. Rabbine geri dön ve yine
azaltmasını iste" dedi. Böylece Rabbim Tebareke ve Teala ile Musa
Aleyhisselâm arasında gidip -geldim. Sonunda Hak Teala: 'Ey Muhammed, kılınması
istenen namaz, bir gün ve gecede beş namazdır. Her bir namaza on kat sevab verilir.
Böylece bu elli namaz yerine geçer. Kim bir iyilik düşünür de yapmazsa ona bir
iyilik sevabı yazılır. Kim de düşündüğü iyiliği yaparsa ona on kat sevab
yazılır. Kim de bir kötülük düşünür de yapmazsa, ona bir günah yazılmaz,
kötülüğü işleyene sadece (yaptığı kötülük mislinde) bir günah yazılır"
diye buyurdu. Sonra tekrar Musa Aleyhissalâm'ın yanına indim, durumu Ona bildirdim.
"Rabbine don, azaltmasını iste," dedi. Resulullah Aleyhisselatü ve
Sellem der ki, Ben: "Rabbime o kadar gittim ki, artık O'ndan haya ederim'
diye cevap verdim.[122][26]
Dil âlimleri derler ki, Burak
Resulullah Aleyhisselâm'ın Isra gecesi bindiği bineğin adıdır. et-Tahrir sahibi
kitabında, ez-Zebidî'de Muhtasaru'l-Ayn'da Burak'ın Peygamberlerin bindikleri
binek olduğunu söylemiştir. Nevevî bu bineğin hızlı olduğu için Burak olarak
adlandırıldığını söylemiştir. Parıltılı ve parlak olduğu için böyle adlandırıldığını söyleyenler de
olmuştur.
Hadiste geçtiği üzere Peygamberlerin
bineklerini halkaya bağlamalara, insanlara bu konuda örnek olmaları içindir,
ihtiyatlı hareket etmek ve sebeplere başvurmak hususunda insanlara örnek
olmaktadırlar. Böyle yapmak kişinin Allah'a tevekkül etmesine bir zarar
getirmez.
Hadiste geçen fıtrat, İslâm ve
doğruluk olarak açıklanmıştır. Süt de bunun sembolüdür. Temiz, içenler için
rahatlık verici ve içildikten sonra da bir kötülüğe yol açmayan bir içecek
olması itibariyle fıtrata benzetilmiştir. Şarap ise kötülüklerin anasıdır ve
fenalıklara yolaçar. (Buraya kadarki açıklamalar Nevevî şerhinden alınmıştır).
Cebrail Aleyhisselâm'ın içerideki
görevli meleğin "Kimsin" sorusuna "Cibril" diye cevap
vermesinde bir edep ölçüsü vardır. Birisi kapıyı çaldığı zaman "Sen
kimsin?" diye sorulursa, cevab verenin, ismini söylemesi en uygun
olanıdır. "Benim" diye cevap verilmemelidir. Hadis-i şerifte de bu
şekilde cevap vermekten menedil-mektedir. Çünkü bu tarz bir cevabın sorana bir
faydası yoktur. Hadisten anlaşıldığına göre bir yere girerken izin istemek de
müstehabdır.
Adem Aleyhisselâm'ın Resulullah
Aleyhisselâm'ı karşılarken 'merhaba' demesinde ve onun için hayır dua etmesinde,
fazilet sahibi insanları tatlılık ve güler yüzlülükle karşılamanın, onlarla güzel
konuşmanın ve onlar için dua etmenin gerektiğine işaret vardır. Haklarında dua
edilenler, dua edenlerden, daha hayırlı olsa da. Burada aynı zamanda, bir
kimsenin ucba ve diğer nefsanî kötülüklere kapılmayacağından emin olunduğu
zaman, onu yüzüne karşı övmenin caiz olduğuna işaret vardır.
"Sırtını Beyt-i Ma'mur'a
dayamış vaziyette İbrahim Aleyhisselâm'ı gördüm" ifadesini açıklarken
Kadı Beyzavî: Buradan anlaşıldığına göre kıble tarafına dayanmak ve sırtını
kıbleye çevirmek caizdir, diyor.
îbnu Abbas ve daha başka
müfessirler, Sidretü'l-Münteha'nın bu adla adlandırılmasının sebebinin,
meleklerin ilminin buradan öteye geçemeyişi ve Resulullah Aleyhisselâm'ın
dışında kimsenin
oradan ileri geçememiş olması,
olduğunu belirtmişlerdir. Abdullah ibnu Mes'ud'un da şöyle söylediği
bildirilmiştir: Üzerinden düşen her şey, o noktada durduğu, Allah'ın emriyle
altından yükselenler de o noktada kaldığı için, bu adı almıştır. (Nevevî şerhi'nden).
"Rabbime döndüm" sözünün
manası "ilk keresinde Rabbime münacaatta bulunduğum yere döndüm, orada
ikinci bir kez Rabbime münacaatta bulundum" dur. "Rabbimle Musa
Aleyhisselâm arasında gidip geldim" derken de Resulullah Aleyhisselâm,
Rab-bine münacaatta bulunduğu yerle Musa Aleyhisselâm arasında gidip
geldiğini,, kasdetmektedir.[123][27]
117. Sünenu'n-Nesâî'den Namazların Farz
Kılınması Hadisi, Kitabu's-Salat, C.1,S.217, Enesu'bnu Malik'in hadisinin
senedinde ravilerin ihtilaflarını zikrettikten sonra şöyle diyor:
Enesu'bnu Malik, Malik ibnu Sa'sa'a
Radıyallahü Anhuma'dan Resulullah Aleyhisselâm'in şöyle buyurduunu
bildirmiştir:
"Ben evde uyku ile uyanıklık
arasında idim, üç kişi ve onlardan da ortada duranı bana yaklaştı. Bana iman ve
hikmet dolu bir altın testi getirildi. (Cibril) boğazımdan karın boşluğuma
kadar göğsümü yardı. Kalbimi zemzem suyu ile yıkayıp iman ve hikmet ile
doldurdu. Sonra eşekten büyük katırdan küçük bir hayvan getirildi. Sonra
Cibril Aleyhisselâm ile birlikte çıktım. Dünya göğüne vardık. "O kim"
denildi. Cibril Aleyhisselâm: "Cibril" diye cevap verdi.
"Beraberinde kim var?" diye soruldu. "Muhammed" dedi.
"Ona elçi gönderildi mi? Merhaba ona, ne güzel geliş onun gelişi"
denildi. Adem Âleyhisselâm'ın yanma vardım, ona selâm verdim, "Peygamber
ve oğul olarak merhaba sana" dedi. Sonra ikinci göğe ulaştık, "Kim
o?" diye soruldu. Cibril Âleyhisselâm: 'Cibril' diye cevap verdi.
"Beraberinde kim var?" denildi. "Mühammed" diye cevap
verdi. Burada da aynı şeyler oldu. Oradan Yahya ve Isa Âleyhisselâm'ın yanına
gittim, kendilerine selam verdim. "Kardeş ve Peygamber olarak sana
merhaba" dediler. Sonra üçüncü göğe vardık. "Kim o?" diye
soruldu. Cibrîl Âleyhisselâm: "Cibril" diye cevap verdi.
"Beraberinde kim var?" diye soruldu. "Mühammed" dedi. Aynı
durum oldu. Burada Yusuf Âleyhisselâm'ın yanma gittim, kendisine selâm verdim.
"Kardeş ve Peygamber olarak merhaba sana" dedi. Sonra dördüncü göğe
vardık, aynı şeyler burada da oldu. Burada îdris Aleyhisselâm'la karşılaştım,
kendisine selâm verdim, o da: "Merhaba, ey kardeş ve Peygamber" dedi.
Sonra beşinci göğe vardık, aynı şeyler oldu. Burada Harun Aleyhis-selâm'ın
yanına gittim, kendisine selam verdim; o da: "Merhaba ey kardeş ve
Peygamber" dedi. Sonra altıncı göğe vardık, aynı şeyler oldu. Orada Musa
Âleyhisselâm'm yanına gittim, kendisine selam verdim, o da: "Merhaba, ey
kardeş ve Peygamber" dedi. Kendisinden ileri geçince ağladı, "Seni
ağlatan nedir?" denildi. "Ey Rabbim, Benden sonra gönderdiğin şu
delikanlının Ümmetinden cennete girecek olanlar, Benim Ümmetimden cennete
girecek olanlardan daha çok ve daha üstündür" diye cevap verdi. Sonra yedinci
göğe vardık, aynı şeyler oldu. Orada İbrahim Aleyhis-selâm'ın yanına gittim.
Kendisine selâm verdim, O da: 'Merhaba ey oğul ve Peygamber1 dedi. Sonra Beyt-i
Ma'mur yanıma yükseltildi. Orada hergün yetmiş bin melek namaz kılıyor, oradan
çıktıklarında bir daha oraya dönmüyorlar. Sonra Sidretü'l-Münteha Benim
yanıma getirildi. Meyveleri hecer küpleri gibi, yaprakları da fillerin
kulakları gibi idi. Altından dört ırmak akıyordu. Bunların ikisi gizli ikisi de
açık ırmaktı. Gizli olan iki ırmak cennetteydi. Açık olan iki ırmak ise Nil ile
Fırat. Sonra Bana elli namaz farz kılındı. Musa Aleyhissalâm'a geldim, "Ne
yaptın?" diye sordu. "Üzerime elli namaz farz kılındı" dedim;
"Ben insanları senden daha iyi tanırım. Ben îsrailoğuilannı pek şiddetli
bir imtihana tabi tuttum. Senin Ümmetin buna güç yetiremeyecek, Rabbine dön Sana
farz kıldığını azaltmasını iste", dedi. Rabbime döndüm, üzerime farz kıldığım
azaltmasını istedim. Kırk namaza indirdi. Sonra yine Masu Aleyhisselâm'a
döndüm. "Ne yaptın" diye sordu. Rabbim kırk namaza indirdi"
dedim. Bana ilk keresinde söylediklerine benzer şeyler söyledi. Rabbime döndüm,
Rabbim otuza indirdi,
Musa Aleyhisselâm'a geldim. Yine ilk
kez söylediklerinin benzerini söyledi. Rabbime döndüm, yirmiye indirdi, sonra
ona indirdi sonra da beşe indirdi. Sonra Musa Aleyhisselâm'a geldim. Yine ilk
kez söylediklerinin benzerini söyledi. Ben de: 'Ben tekrar Rabbime gitmekten
haya ederim' dedim. "Farzımı kesinleştirdim, kullarımın yükünü
hafiflettim. İyiliğe on kat sevab veririm" diye nida edildi". [124][28]
Resulullah Aleyhisselâm "üç
kişiden ortada duranı bana yaklaştı" diye buyuruyor. Resulullah
Aleyhisselâm'dan rivayet edildiğine göre: "Bana Cibril, İsrafil ve bir
melek daha geldi" diye buyurmuştur, işte bu hadiste sözü edilen üç kişi
bunlardır. Üçü de bir adam şekline bürünmüşlerdi, içlerinden biri Resulullah
Aleyhisselâm'in yanına yaklaşmıştı.
Bu rivayette Resulullah
Aleyhisselâm'ın Harun Aleyhisselâm ile beşinci kat gökte karşılaştığı
bildiriliyor. Bir başka rivayette ise Onunla dördüncü kat gökte karşılaştığı
ifade ediliyor. Ancak bu rivayet, yani Harun Aleyhisselâm ile beşinci kat
gökte karşılaştığını bildiren rivayet, daha sıhhatlidir. En doğrusunu Allah
bilir.
Hadiste Resulullah Aleyhisselâm'ın
iki gizli, iki de açık ırmak gördüğü bildiriliyor. Biz bunun zahirî manasına
inanır hakikatte ne olduğunu ise Allah Teala'ya havale ederiz. Özellikle şunu
deriz, su Allah'ın gökten indirdiği bir rahmetidir. Cennet de rahmet
mekanıdır. Yüce Allah ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: "Gökten suyu ölçülü
indirdik de, onu yerde durdurduk". En doğrusunu Allah bilir, hadis-i
şerifte bu iki nehrin havzalarında oturan insanların ileride Müslüman
olacaklarına ve onların vasıtasıyla islam'ın başka bölgelere yayılacağına
işaret edilmiş olabilir.[125][29]
118.
'Namazların Farz Kılınması Hadisini' en-Nesâî, CJ^221'de de şöyle
rivayet etmiştir:
İbnu Şihab, Enes ibnu Mâlik ile İbnu
Hazm Radıyallahü Anh'ın Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
ettiklerini söylemiştir:
"Rabbim elli namaz farz kıldı.
Bununla döndüm. Musa Aleyhis-selâm'ın yanından geçerken bana: "Rabbin
Ümmetine ne farz kıldı?" diye sordu. Ben de: "Onlara elli namaz farz
kıldı" dedim. Musa Aleyhisselâm Bana: "Rabbine dön, Senin Ümmetin
buna güç yetiremez" dedi. Rabbime döndüm, yarısını indirdi. Musa
Aleyhisselâm'a döndüm, durumu bildirdim. Yine: "Rabbine dön, Ümmetin buna
güç yetiremez" dedi. Ben de rabbime döndüm, en son: "istenen beş
namazdır, ancak bunun için elli namaz sevabı vardır. Benim indimde söz
değiştirilmez." diye buyurdu. Musa Aleyhisselâm'a döndüm. Yine:
"Rabbine dön" dedi. Ben de: "Ben artık Rabbimden haya
ederim" dedim.[126][30]
119. Yezîdu'bnu Ebî Mâlik Enes ibni
Mâlik'ten Resulul-lah Aleyfaisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Bana eşekten büyük katırdan
küçük bir hayvan getirildi. Adımı gözünün gördüğü mesafe kadardı. Cibrîl"
Aleyhisselâm ile birlikte ona bindim, yol aldık. Cebrâîl Bana: "in ve
namaz kıl" dedi. Dediğini yaptım. "Nerede namaz kıldığını biliyor
musun?" diye sordu ve kendisi, "Hicret yeri olan Taybe'de namaz
kıldın" dedi. Bir ara yine: "în ve namaz kıl" dedi. Namaz
kıldım. "Nerede namaz kıldığını biliyor musun? Musa Aleyhisselâm'ın
Allah'la konuştuğu yer olan Tur-i Seyna'da namaz kıldın" dedi. Sonra bir
ara yine "în ve Namaz kıl" dedi. îndim namaz kıldım. "Nerede
namaz kıldığını biliyor musun? îsa Aleyhisselâm 'm dünyaya geldiği Beyt-i
Lahm'da namaz kıldın" dedi Sonra Beytu'l-Makdis'e girdim. Orada
Peygamberler Benim için toplandı, Cibrîl Aleyhis-
selâm Beni öne geçirdi, Ben onlara
imamlık yaptım. Sonra dünya göğüne yükseltildim. Baktım orada Adem Aleyhisselâm
vardı. Sonra ikinci göğe çıkartıldım. Baktım ki, orada da teyzeoğulları îsa ile
Yahya Aleyhisselâm var. Sonra üçüncü göğe yükseltildim. Orada da, Yusuf
Aleyhisselâm vardı. Sonra dördüncü göğe yükseltildim. Orada Harun Aleyhisselâm
vardı. Sonra beşinci göğe yükseltildim. Orada îdris Aleyhisselâm vardı. Sonra
altıncı göğe yükseltildim. Orada Musa Aleyhisselâm vardı. Sonra yedinci göğe
yükseltildim, Orada ibrahim Aleyhisselâm vardı. Sonra yedi kat göğün üstüne
yükseltildim Sidretü'l-Mühteha'ya vardık. Orada Beni bir duman kapladı, hemen
secdeye vardım. Bana: "Ben gökleri ve yeri yarattığımda Senin ve Ümmetinin
üzerine elli namaz farz kıldım. Sen ve Ümmetin bu namazları kılın"
denildi. İbrahim Aleyhisselâm'a döndüm Bana bir şey sormadı, sonra Musa
Aleyhisseiâm'a geldim,: "Rabbin Sana ve Ümmetine ne kadar şeyi farz
kıldı?" diye sordu "Elli (vakit) namaz" dedim. Sen üe Ümmetin de
bunu yerine getirmeye güç yetiremezsiniz, Rabbine dön, azaltmasını iste"
dedi. Rabbime döndüm, on namaz azalttı. En son beş vakit namaza indirildi.
Sonra Musa Aleyhisselâm'a geldim; yine: "Rabbine dön, azaltmasını iste, O,
Israiloğullarına iki namaz farz kıldı da bunu yerine getiremediler" diye
söyledi. Rabbime döndüm, azaltmasını istedim, "Ben gökleri ve yeri yarattığım
zaman Sana ve Ümmetine elli namaz farz kıldım, beş namaz elli namaz yerinedir.
Sen ve Ümmetin bunu kılın", diye buyurdu. Bildim ki, bu artık Rabbimden
değiştirilmeyecek kesin karardır. Musa Aleyhisselâm'a geldim, Bana yine
"Dön" dedi, Bunun Allah'tan kesin karar olduğunu bildim ve dönmedim.[127][31]
Peygamber Aleyhisselâm'ın Ümmetinin
üzerindeki yükü hafifletmek istemesi, Musa Aleyhisselâm'ın da onu bu yönde
teşvik etmesi Peygamberlerin Ümmetlerine ne kadar şefkat gösterdiklerinin bir
delilidir. Musa Aleyhisselâm, Muhamed Aleyhisselâm Ümmetine acıyarak Peygamber
Aleyhisselâm'dan Rabbine dönerek Ümmeti üzerindeki yükü hafifletmesi için
münacaatta bulunmasını istiyor. Musa Aleyhisselâm'ın makamı İbrahim
Aleyhis-selâm'm ma-kamından daha aşağıdadır, çünkü Musa Aleyhisselâm Rabbiyle
konuşmuştur, vazifesi de
konuşmadır. İbrahim Aleyhisselâm
'Halil' yani Allah'ın dostudur, derecesi de teslimiyet derecesidir. Bunun için
oğlunu kurban etmek hususunda ve Allah yolunda ateşe atılırken Allah'a tam
teslimiyet göstermiştir. Allahü Teala ise her iki durumda da Ona acımış,
ihsanda bulunmuştur.
Cibril Aleyhisselâm'm muhtelif
yerlerde Resulullah Aleyhis-selâm'a "in, namaz kıl" demesinde
Mü'minin mukaddes yelerde namaz kılmasının müstahab olduğuna işaret vardır.
Hicret beldesi olan Taybe'de namaz kılması, o yerin daha sonra iman nurunun
yayılacağı bir merkez haline geleceğine işarettir. Aynı şekilde Turi Seyna ve
Beyt-i Lâhm'da namaz kılması da, bu yerlerin geçmişte iman nurunun yayıldığı
birer merkez olduklarına işarettir. Nitekim Hazreti Musa ve Hazreti îaa, bu
yerlerden iman nurunu yaymaya başlamışlardır. Onların, bizim Peygamberimiz ve
bütün Peygamberlerin üzerine en güzel şekilde salat ve selam olsun.
Bu Hadiste namazın, onar onar
indirildiği belirtiliyor. Böyle söylenmesi icmal dolayısıyladır. Sahih
rivayetlerden anlaşıldığına göre namazlar beşer beşer indirilmiştir. Daha önce
geçtiği üzere diğer rivayetler buna delil teşkil eder.[128][32]
31- Beş
Vakit Namazın Farz Olması Ve Bunlara Devam Edilmesi Hakkındaki Rivayetler
120. Sünen-i İbni Mace, C.l,s.22O de;
Enes ibnu Mâlik'ten rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Allah Ümmetime elli namaz farz
kıldı. Gelmek üzere döndüm. Musa Aleyhisselâm'm yanına geldim. Musa
Aleyhisselâm: 'Rabbin Ümmetine neyi farz kıldı?1 diye sordu. "Bana elli
namaz farz kıldı" dedim. "Rabbine don, Ümmetin bu kadarına güç
yetiremez, dedi. Rabbime döndüm, bir bölümünü indirdi. Musa'ya döndüm, durumu
bildirdim, yine: "Rabbine dön, Ümmetin bu kadarına da güç yetiremez"
dedi. Rabbime döndüm, Bana: "Farz kılınan namaz beştir, ama bunun için
elli namaz sevabı vardır. Benim indimde söz değiştirilmez" buyurdu.
Musa'ya döndüm. "Rabbine dön" dedi. Ben de: "Ben, artık
Rabbimden haya ederim" dedim.[129][33]
121. Yine İbnu Mace'nin kaydettiğine
göre Ebu Katade ibnu Rib'î Radıyallahü Anh Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allahü Teala buyurdu ki 'Senin
Ümmetine beş vakit namaz farz kıldım. Kendi kendime ahdettim ki, kim bu
namazları vaktinde kılarsa onu cennete koyarım. Kim de bunları kılmazsa onun
Ben de bir ahdi yoktur".[130][34]
Bu Rivayet, ibnu Mace7C.l,s.221'de
geçmektedir.[131][35]
122. Sünen-i ebu Davud, C.l,s.l23'te
"Namazları Vaktinde Kılma" babında şu rivayet geçmektedir:
Ebu Katade Rahmetullahi Aleyh
Resulullah Aleyhissetâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allahü Teala buyurdu ki, Ben
senin Ümmetine beş vakit namaz farz kıldım. Ve kendi katımdan bir ahid verdim
ki, kim onları vaktinde kılarsa, onu cennete sokarım. Kim de bunları
terkederse, onun benim katımda bir ahdi yoktur.[132][36]
32- Namazı
Kulumla Kendi Aramda İkiye Ayırdım
Hadisi
123. Hadisi İmam Müslim Sahihinde C.3,
s.l2'de Her rek'atta Fatiha Okumanın Vücubu' başlıklı babda rivayet etmiştir:
İshaku'bnu İbrahim el-Hanzali,
Sufyanu'fynu Uyeyne'den, o Alau'bnu Abdurrahman'dan, o babasından, o da Ebu
Hıtreyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
bildirmiştir:
"Kim bir namaz kılar da içinde
Kur'an'ın anasını (yani Fatiha suresini) okumazsa o namaz eksiktir. Resulullah
bu sözünü üç kere tekrar etti. Ebu Hureyre'ye: Biz imamın arkasında oluyoruz,
denildi. O da, kendi nefsinde oku, Ben Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle
söylediğini işittim: 'Allah buyurdu ki, Ben, namazı kulumla kendi aramda iki
kısma ayırdım, istekte bulunduğu kısım kulu-mundur. Kul "el-hamdü lillahi
Rabbi'l-âlemîn" dediğinde, Allah Azze ve Celle: 'Kulum Bana hamdetti'
buyurur. Kul: "er-Rahma-nirrahim" dediği zaman Allah: 'Kulum Beni
sena etti (övdü)' buyurur. Kul: "Mâliki yevmi'd-din" dediği zaman
ise Allah: 'Kulum Beni temcid etti' buyurur. Bir rivayette de "Kulum işini
Bana havale etti" diye buyurduğu bildirilmiştir. Kul: "lyyake
na'budu ve iyyake nesta'in" dediğinde Allah: Bu Benimle kulum arasındadır,
ve istekte bulunduğu kısım kulumundur, buyurur. Kul:
"îhdina's-Sırate'l-Mustakîm, Sıratellezine en'amte Aleyhim,
ğayri'l-Mağdubi Aleyhim vele'd-dâllîn" dediğinde, "Burası kulumundur,
istekte bulunduğu için kulumundur" diye buyurur.[133][37]
Namazda Fatiha suresinin okunmasının
vacib olduğu bu hadisten anlaşılmaktadır. Ancak imamın arkasında namaz
kılmanın durumu hakkında mezheb imamları ihtilaf etmişlerdir. Bu konu
Nevevî'nin Müslim şerhinde etraflıca anlatılmıştır. Oradaki açık-
lamaları aynen vermemiz mümkün
değildir. İsteyen oraya başvurabilir.
Bir rivayette Yüce Allah'ın
"Mâliki yevmi'd-din denildiğinde "Kulum işini Bana havale etti"
diye buyurduğunun bildirilmesi üzerine İmam Nevevî şöyle diyor: Böyle
buyurulmasının "Mâliki yevmi'd-din-Din gününün sahibi" ayet-i
kelimesindeki manayla ilişkisi şu bakımdandır: O günde mülk yalnız Allah'ındır.
Kulların hesabını o görecek, yaptıklarının karşılığını o verecektir, Kulun
Allah'ı ta'zim ve temcidden sonra bunu itiraf etmesi işlerini şüphesiz O'na
havale etmesi demektir.
'Bunlar kuîumundur' denirken
kastedilen, o okuduğu ayetlerdir.
Yüce Allah'ın "namazı kulumla
aramda ikiye böldüm" diye buyurmasını ilim adamları şöyle tefsir
ediyorlar. Burada namaz ile kastedilen fatiha süresidir. Böyle
isimlendirilmiştir, çünkü namaz fatiha suresi okunmaksızın sahih olmamaktadır.
Hadis-i şerifte de: "Hacc arefedir, yani Arefede vakfeye durmaktır"
diye buyurul-muştur. "Böldüm" denilirken de kastedilen, mana
itibariyle bölmedir. Çünkü ilk yansında Allahü Teala'ya hamdediliyor, O
tem-cid ediliyor, O sena ediliyor ve işler O'na havale ediliyor, ikinci yarıda
ise Allah'tan dilekte bulunuluyor, O'na tazarru ediliyor ve O'na olan ihtiyaç
dile getiriliyor. [134][38]
124. Hadis, İmam Malik'in Muvatta'mda,
Mesabihu's-Sunne'nin hamiş'ine göre C.l,s.43'te "İmamın Açıktan O-kumadığı
Yerde İmamın Arkasında Okumak" başlıklı babda geçmektedir:
Yahya Melik'ten, o el-Alau'bnu
Abdurrahman ibni Ya'kub'dan, o Hişamu'bnu Zuhre'nin azadlısı Ebu's-Saib'den, o
da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
bildirmiştir:
"Kim namaz kılar da içinde
Kur'an'ın anasını (yani Fatiha'yı) okumazsa o namaz eksiktir, o eksiktir, o
eksiktir, tamam değildir. Ravi (Ebu Saib) der ki, 'Ey Ebu Hureyre, ben bazen
imamın arkasında oluyorum' dedim, dirseğimi (ziraimi) tutarak: 'Onunla kendi
nefsinde (içinden) oku, ey Farisi, Ben Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle
söylediğini duydım: Allah Tebareke ve Teala buyurdu ki, namazı kendimle kulum
arasında, ikiye ayırdım. Yarısı banim, yarısı kulumundur, kuluma istekte
bulunduğu kadar lazımdır'. Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki: 'Okuyunuz, kul
"el-hamdü lillahi Rabbi'l-âlemm" der, Allah Tebareke ve Teala: Kulum
Beni övdü, der. kul: Mâliki yevmi"d-din"der Allah: Kulum Beni temcid
etti, buyurur. Kul: "îyyake naudu ve iyyake nesta'in" der. Allah: Bu
ayet kulumla Benim aramdadır, istekte bulunduğu kısım kulumundur buyurur. Kul:
"Ihdina's-Sırate'l-Mustekîm. Sıratellezine en'amte Aleyhim,
gayri'1-Mağdubi Aleyhim, vele'd-dâllîn" der. Allah: Bunlar kulumundur,
istekte bulunduğu yer ona aittir, buyurur.[135][39]
125. Bu hadîs Sahih-i Tirmizfde, C.2,
8.157'de 'Kitabu't-Tefcir Babları'nın Fatiha suresi inamında geçmektedir:
el-Alâu'bnu Abdurrahman babasından,
o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Kim Namaz kılar da içinde
Kur'an'm anasını (Fatihayı) okumazsa, o eksiktir, o eksiktir, tamam değildir.
Ravi (Abdurrahman) der ki: Ey Ebu Hureyre, ben bazen imamın arkasında oluyorum,
dedim. O da şöyle cevap verdi: Ey Farisîoğlu, sununla içinden oku, ben
Resulallah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini duydum: Allahü Teala buyurdu ki:
Namazı, kulumla kendi aramda ikiye ayırdım. Yarısı Benim, yarısı kulumundur.
İstekli bulunduğu kısım kulumundur. Kul: "el-hamdü lülahi
Rabbi'l-âlemîn" diye okur. Allah: Kulum Bana hamdetti, diye buyurur. Kul:
"er-Rahmanirrahim" der. Allah: Kulum Beni övdü, diye buyurur, kul:
"Mâlikî yevmi'd-din" der. Allah: Kulum Beni temcid etti. Şu da,
kulumla Benim aram d adı r: "îyyake na'budu ve iyyake nesta'in."
Surenin sonu da kulumundur, istediği kısımlar onadır, buyurur. Şu kısmı okur:
"İhdina's-Sırate'l-Mustakîm, sıratellezine en'amte Aleyhim,
ğay-ri'l,Mağdubi Aleyhim vele'd dallın[136][40]
Ebu Isa et-Tİrmizî bu hadisin hasen
olduğunu söylemiştir.[137][41]
126. Hadisin Sünen-i ebu Davud'da geçen
şekli, (C.l, s.228'de, "Namazda Kıraati Terkedenin Durumu" başlıklı
babdan).
el-Ka'nabî Malik'ten, o Alâu'bnu
Abdurrahman'dan, o Hişam-ibnu Zuhre'nin azadlısı Ebus-Saib'den, o da Ebu
Hureyre Radıyal-lahü Anh'den Resulullah Aleyhissetâm'm şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
"Kim namaz kılar da içinde
Kur'an'ın anasını (Fatihayı) okumazsa o eksiktir, o eksiktir, o eksiktir,
tamam değildir. Ravi (Ebu's-Saib) der: Ey Ebu Hureyre, ben bezen imamın
arkasında oluyorum, dedim. Ebu Hureyre, dirseğimi tutarak şöyle dedi: Bununla
içinden oku, ey Farisî, ben Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini
duydum: 'Allahü Teala buyurur ki; namazı Benimle kulum arasında ikiye ayırdım.
Yarısı Benim, yarısı da kulumun-dur, istekte bulunduğu kısım kulumundur'
Resulullah Aleyhis-selâm daha sonra buyurdu ki: Okuyunuz: kul, "el-hamdü
lillahi Rabbi'l-âlemîn" der, Allah Azze ve Celle: Kulum Bana hamdetti,
diye buyurur. Kul: "er-Rahmanirrahim" der. Allahü Teala: Kulum Beni
temcid etti, buyurur. Kul: lyyake na'budu ve iyyake nes-ta'in" der. Allahü
Teala: Bu Benimle kulum arasındadır, kulumun istediği de onadır, diye buyurur.
Kul: "Îhdina's-Sırate'l-Mustakîm, Sıratelle-zine en'amte Aleyhim,
ğayri'l-Mağdubi aleyhim" der. Allahü Teala: işte bunlar kulumundur,
istekte bulunduğu yer kulumundur buyurur.[138][42]
127. Bu hadis Sunen-i İbni Mace'de,
C.2^.217'de'Kur'an-'ın Sevabı' başlıklı babda geçmektedir:
Ebu Mervan Muhammedu bnu Osman
el-Osmanî Abdülaziz ibnu ebi Hazim'den, o el-Alâu'bnu Abdurrahman'dan, o
babasından, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den, Resulullak Aleyhis-selâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki, namazı Benimle kulum, arasında ikiye ayırdım, Yarısı Benimdir, yarısı
kulumun, kulumun olan kısım, istediğidir. Sonra Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: Okuyunuz, kul
"elhamd..." der, Allah Azze ve Celle: Kulum Bana hamdetti, der. kul:
"er-Rahman..." der. Allah: Kulum Beni övdü, istediği kulumundur,
buyurur. Kul: "Mâlik.." der. Al-lah:Kulum Beni temcid etti, der. Bu
kısım Benimdir. Şu ayet de Benimle kulum arasındadır; kul
"iyyake..." der. (yani bu ayet Benimle kulum arasındadır). İstediği
(yani istekte bulunduğu kısım) kulumundur. Surenin son kısmı kulumundur.
Kuh'îhdina ' der..[139][43]
128. Hadis Sünenu'n-Nesâî'de,
C.2,s.l35-136'da 'Fatiha Suresini Okurken Bismîllahırrahmanîrrahim'i Terkedenin
Durumu1 başlıklı babda geçmektedir:
Hişamu'bnu Zuhre'nin azadlısı
es-Saib, Ebu Hureyre Radıyal-lahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Kim namaz kılar da içinde
Kur'anın anasını (yani fatihayı) okumazsa o eksiktir, o eksiktir, o eksiktir,
tam değildir. Ravi der ki: Ey Ebu Hureye, ben bazen imamın arkasında oluyorum,
dedim. Kolumdan tûtta ve dedi ki: Sununla içinden oku, ey Farisî, Ben
Re-sulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini duydum: Allah Azze ve Celle
buyurur ki, namazı Benimle kulum arasında ikiye ayırdım. Yarısı Benim, yansı
kulumundur. Kulumun olan, istekte bulunduğu kısımdır. Resulullah Aleyhisselâm
buyurdu ki, Okuyunuz, kul "el-hamd..." der, Allah Azze ve Celle:
Kulum Bana hamdetti, der. Kul: "er-Rahman..." der. Allah Azze ve
Celle: Kulum Beni Övdü, der. Kul: "Mâliki..." der. Allahü Teala:
Kulum Beni temcid etti, buyurur. Kul: "lyyake..." der. Allahü Teala,
bu ayet kulumla Benim aramdadır, istekte bulunduğu kısım da kulumundur, buyurur.
Kul: "İhdina..." der. Allahü Teala: işte bunlar kulumundur, istekte
bulunduğu kısım kulumundur, buyurur.[140][44]
129. Yine Nesâî'nin Sünen'inde,
C.2,s.l39'da "Andolsun ki Sana Daima Tekrarlanan Yedi Ayetli Fatihayı ve
Kur'an-ı Azim'i verdik" mealindeki ayet-i kerimenin yorumuyla ilgili
babda şu rivayet vardır.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
Ubeyyu'bnu Ka'b Radıyallahü Anh'den rivayetine göre Resulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurmuştur:
"Allah ne Tevrat'ta ne de
İncil'de Kur'an'm anası Fatiha'mn bir benzerini indirmiştir. O, sebu'l-mesânî
(tekrarlanan yedi ayet) dir. (Allah): O Benimle kulum arasında bölünmüştür.
istekte bulunduğu kısım kulumundur, (diye buyurur).[141][45]
"Namazı böldüm" hadisi ile
ilgili rivayetler burada bitti. En doğrusunu Allah bilir.[142][46]
Kurtubi Fatiha suresi tefsirinde,
îmam Buharfnin rivayet ettiği şöyle bir hadise yer veriyor: Ebu Saîd
ibnu'l-Mu'alla'nm şöyle söylediği bildirilmiştir: Bir gün Mescid'de namaz
kılıyordum, Resulullah Aleyhisselâm beni çağırdı. Ben cevap vermedim. Sonra:
Ey Allah'ın Resulü, namazda idim
onun için Sana cevap veremedim, dedim. Resulullah Aleyhisselâm: Allahü Teala:
"Ey iman edenler, Allah ve Peygamber sizi hayat verecek şeye çağırdığı zaman
icabed edin" diye buyurmadı mı, dedikten sonra şöyle devam etti: Bu
Mescid'den çıkmandan önce sana Kur'an-ı Kerim'in en büyük surelerinden olan bir
sureyi öğreteceğim. Bunu dedikten sonra elimden tuttu. Çıkmak istediğinde:
"Sana Kur'an-ı Kerim'in en büyük surelerinden olan bir sure öğreteceğim,
dememiş miydiniz, diye hatırlattım. Resulullah Aleyhisselâm: "el-hamdü
lillahi Rabbi'l-âlemin", o tekrarlanan yedi ayettir. Ve Bana verilen
Kur'an-ı Azim'dir, diye buyurdu.[143][47]
33- Melekler
Birbirleri Peşinde Sizin Aranıza Girerler1hadisi
130. Hadîsi Buharı Kitabu's-Salat'm
'İkindi Namazının Fazileti" başlıklı babında ve C.4,s.ll3'te Kitabu
Bedu'l-Halk'ın " Meleklerin Zlkrf' babında rivayet etmiştir:
Ebu'l-Yeman Şu'ayb'dan, o
Ebu'z-Zinad'dan, o el-A'rec'den, o Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Melekler birbirleri ardından
gelirler. Gece melekleri ile gündüz melekleri fecir vaktinde ve ikindi vaktinde
karşılaşırlar. Sizinle geceleyenler yerlerine çıkarlar, Aliahü Teala
kullarının durumunu daha iyi bilmekle beraber: Kullarımı ne bal üzere
bıraktınız? diye sorar. Melekler de: Onları namaz kılar halde bıraktık, onlar
namaz kılarlarken geldik, derler".[144][48]
131. Buharî bu hadisi, C.I0, s.431'de,
Kitabu't-Tevhid'in "Rabbin Meleklerle Konuşması ve Meleklerin Nidası"
babında rivayet etmiştir.
İsmail Mâlik'ten, o Ebu'z-Zinad'dan,
o el-A'rec'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulyllah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Sizin içinizde gece melekleri
ile gündüz melekleri birbirlerini takib ederler, Bunlar ikindi ve sabah
namazlarında biraraya gelirler. Sonra sizinle birlikte geceleyenler,
yükselirler. Aliahü Teala sizin halinizi daha iyi bilmekle beraber: Kullarımı
ne hal üzere bıraktınız? diye sorar. Melekler de: Onları namaz
kılar halde
bıraktık, onlar namaz kılar
haldeyken geldik, derler.[145][49]
132. Hadisi en-Nesâî de, C.l,s.240'da '
Cemaatle Namaz Fazileti' babında rivayet
etmiştir:
en-Nesâî'nin bu riveyeti Buharî'nm
ikinci rivayetindeki lafzın aynısıdır.
"Ancak orada "ve huve
e'lemu bikum": "Sizi daha iyi bilmekle" yerine "ve huve
e'lemu bihim: onları -kullarını- daha iyi bilmekle" şeklinde geçmektedir.
Ayrıca sabah namazı da ikindi namazından önce zikrediliyor.[146][50]
133. Aynı şekilde İmam Malik de,
Muvatta'ında, "Camiu's-Salaf babında
"Onların -kullarının- Hallarini
Daha İyi Bilmekle" lafzıyla rivayet etmiştir. Orada aynı zamanda:
Melekler, ikindi ve akşam namazlarında biraraya gelirler, denilmektedir.[147][51]
Bu hadiste sözü edilen melekler,
âlimlerin ekserisine göre hafaza melekleridir. Ancak hafaza meleklerinin
insandan ayrıldığı ve gece hafaza melekleri ile gündüz hafaza meleklerinin ayrı
olduğu hakkında herhangi bir rivayet gelmemiştir.
Kas tali anî bu meleklerin,
insanların amellerini yazan melekleri koruyan melekler olduğunu söylüyor.
Hadiste gece meleklerinin
yükselmesinden sözediliyor. Gündüz meleklerinin yükselmesi ise zikredilmiyor.
Bunun sebebi, iki örnekten birini zikretmekle yetinilmesidir. Ayet-i kerime'de
de: "Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler vermiştir" deniliyor. Esas
itibariyle bunun manası; sizi sıcaktan ve soğuktan koruyacak elbiseler vermiştir,
şeklindedir. Ayrıca gündüzün iki yanı gecenin iki yanı ile bilinir.
Ebu Huzeyme'nin kitabında, Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh'dan merfu olarak rivayet edilen hadis, buradaki çeşitli
ihtimalleri ortadan kaldırıyor. Orada şöyle deniliyor: "Gece melekleri
ile gündüz melekleri sabah ve ikindi namazlarında biraraya gelirler. Sabah
namazında biraraya geldiklerinde gece melekleri yükselir gündüz melekleri
kalırlar, ikindi namazlarında birleştiklerinde, gündüz melekleri yükselir gece
melekleri kalır. Rabbleri kullarının durumunu daha iyi bilmekle beraber onlara
sorar."
Allahü Teala'mn insanların durumunu
meleklerden sorması Ademoğlunun üstünlüğünü ortaya çıkarmak içindir. Melekler
onlardan Övgüyle sözederek Allah Teala'mn sorusuna cevap verirler, bu da
Ademoğlu hakkında meleklerin şahitliği olur ki, bu onlar için bir şereftir.
Allahü Teala'nın lutfundan ve
kereminden bizi, meleklerin haklarında iyilik ve hayırla şahitlik ettiği
kullarından eylemesini, meleklerin kendileri için bağışlama dilediği, iman
sahibi kullarından eylemesini, dileriz. Meleklerin haklarında: "Ey
Rabbimiz, ilmin ve rahmetin herşeyi içine almıştır. Tevbe edip Senin yoluna
uyanları bağışla; onları cehennemin azabından koru. Ey Rabbimiz, onları ve
babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin
Adn cennetlerine koy; şüphesiz güçlü olan, Hakim olan Sensin. Onları
kötülüklerden koru, o gün kötülüklerden kimi korursan, ona şüphesiz rahmet
etmiş olursun. Bu büyük kurtuluştur" dediği kimselerden eylemesini
dileriz. [148][52]
34- Duha
(Kuşluk) Namazının Fazileti
134. Bu konudaki hadisi İ+9mam Tirmizî,
C.l,s.95'te,' Kuşluk Namazı1 babında rivayet etmiştir.
Ebu'd-Derda ve Ebu Zer Radıyallahü
Anh'ın rivayetlerine göre Resulullah Aleyhisseîâm Allah Azze ve Celle'nin şöyle
buyurduğunu bildirmiştir:
"Ey Ademoğlu Benim için günün
başlarında dört rek'at namaz kıl, gün sonuna kadar sana yardımcı olayım[149][53]
Tirmizî Rahmetullahi Aleyh bu
hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.[150][54]
135. Ebu Davud da Sünen'inde C.l, s.357'
de Kuşluk namazı babında şu rivayete yer vermiştir:
Davudu'bnu Reşid'in el-Velid'den, onun
Sa'tdu'bnu Abdü'l- Aziz'den, onun MekhÛl'den, onun Kesîru'bnu Murre'den
rivayetine göre Na'ımu'bnu Hemmâz Resulullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken
işittim, demiştir:
"Allahü Teala buyurur ki, Ey
Ademoğlu, günün başında Benim için kılacağın dört rekat namazı terketme; günün
sonuna kadar sana yeterim (yani her işinde sana destek ve yardımcı olurum)[151][55]
bu hadislerden, kuşluk namazının
müstehab olduğu anlaşılmaktadır. Bu namaz müekkede sünnettir. Şafii'ye göre en
azı iki rek'atür, en güzel olanı da sekiz rek'at kılınmasıdır. Oniki rek'at
olarak da kılınabilir, ancak efdali sekiz rek'at kılınmasıdır. Vakti ise güneşin
bir boyunduruk miktarı yükselmesinden (gün doğduktan kırkbeş dakida sonra)
zeval vaktine (güneşin tam tepeye gelmesine) kadar sürer. En güzel olanı günün
dörttebiri geçtikten sonra kılınmasıdır. Bununla günün her dörtte birinde namaz
kılınmış olur.
Yüce Allah'ın "günün sonuna
kadar" veya sonunda Sana yeterim" diye buyurmasının manası şudur:
"Âfetlerden, manevî serlerden Seni korurum". En doğrusunu Allah
bilir.
'Kulun
Kıyamet Gününde İlk Hesabını Vereceği Şey Namazdır' Hadisi.
136. Bu hadisi, Nesâî Sünen'inde CJ,
s.232'de 'Namazdan Hesaba Çekilme* babında rivayet etmiştir.
Hemmam'ın Katade'den, onun
el-Hasen'den, rivayetine göre Hureysu'bnu Kabîsa şöyle demiştir:
"Medine'ye vardam, Ey Allah'ım
bana salih bir arkadaş ver, diye dua ettim. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
yanma gittim. Ona: Ben Allah'tan bana salih bir arkadaş vermesini dilemiştim,
haydi bana Resulullah Aleyhisselâm'dan duyduğun bir hadisi bildir, olur ki
Allahü Teala ondan faydalanmamı nasib eder, dedim. O da şunu rivayet etti:
Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini duydum: Kulun ilk hesaba
çekileceği şey namazıdır. Kimin namazı düzgün çıkarsa o kurtuşmuş, necaha
kavuşmuştur, kimin de namazı bozuk çıkar sa, o kaybetmiş, hüsrana uğramıştır.
Hemmam bu kısmın Katade'ye mi ait, yoksa rivayetten mi olduğunu bilmiyorum
diyerek şu sözleri de ilave etmiştir: "Kişinin farz namazlarından bir şey
eksik çıkarsa, Allahü Teala: Bakın, kulumun nafile ibadeti var mı? diye
buyurur. Farzından eksik olanlar böylece tamamlanır. Diğer amelleri hakkında da
bu muamele yapılır.[152][56]
137. Yine Ebu Hureyre Radıyallahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kulun kıyamet gününde ilk
hesaba çekileceği şey namazdır. Tam bulunursa, tam diye yazılır. Bundan bir şey
eksik çıkarsa; Al-lahü Teala: Bakın, onun bir nafile ibadetini bulacak mısınız?
diye buyurur. Farzından kaçırdığı nafilesi ile tamamlanır. Diğer amelleri
hakkındaki muamele de bu hal üzere yürür.[153][57]
138. Yine Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini kaydetmiştir:
"Kulun ilk haseba çekileceği
şey namazdır. Eğer bunu tamam-lamışsa (bir şey yok), tamamlamamış olursa, Allah
Azze ve Celle: Bakın, kulumun nafilesi var mı? diye buyurur. Eğer nafilesi bulunursa,
"Onunla farzlarını tamamlayın" diye buyurur.[154][58]
Bu hadisi İbnu Mace de Sünen'in de
"Kulun tik Hesaba Çekileceği Şey Namazdır" başlıklı babda rivayet
etmiştir:
139. Temîm ed-Darî Radıyallahü Anh'tan
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Kulun kıyamet gününde ilk
hesaba çekileceği şey, namazdır. Onu tamamlamışsa nafileleri sevaba yazılır.
Farzları tamamla-mamışsa şanı yüce olan Allah meleklere: Bakın kulum için
nafile namaz bulabilecek misiniz? Onunla farzlardan kaçırdığını tamamlayın,
diye buyurur. Sonra bütün amelleri hakkında bu usul uygulanır.[155][59]
140. Ebu Davud da bu hadisi iki ayrı
rivayetle vermiştir. Birisi Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'dan, diğeri Temim
ed-Darî Radıyallahü Anlı'dan gelmektedir. Her ikisi de "Sahibinin Tamamlamadığı
Bütün Namazlar Nafilelerle TaTTianılflmr'' başlıklı babda yeralmaktadır:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
gelen rivayeti söyledin
Yakubu'bnu İbrahim'in İsmail'den,
unun Yunustan, onun el-Hasen'den rivayetine göre Enesu'bnu Hakim ed-Dabbî
Ziyad'dan veya Ziyad'ın oğlundan korkarak Medine'ye geldi. Orada Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'la karşılaştı. Der ki, o beni yanına aldı, ben de
kendisine bağlandım. Bana:
"Ey delikanlı, sana bir hadis
rivayet etmemi istemez misin? diye sordu. Ben: isterim Allah sana merhamet
eylesin, dedim Kavilerden Yunus der ki: Zannederim rivayetinde Resulullah'ın
buyurduğunu belirtti sonra şöyle söyledi: İnsanların kıyamet gününde
amellerinden ilk hesaba çekilecekleri şey namazdır. Rabbimiz Celle ve Azze
meleklere, kulunun durumunu daha iyi bilmekle beraber: Kulumun namazına bakın
tam mı kılmış yoksa eksiği var mı? diye buyurur. Tam kılmışsa tam diye yazılır.
Herhangi bir eksiği varsa, Yüce Allah: Bakın, kulumun nafilesi var mı? diye
buyurur. Nafilesi varsa, Allahü Teala: Kulumun farzlarının eksiğini nafilelerle
tamamlayın, diye buyurur. Sonra bütün ameller hakkında bu usûl uygulanır.[156][60]
14L Temim ed-Darî'nin rivayeti de
şöyledir:
Musa'bnu ismail Hammad'dan, o
Davudu'bnu Ebi Hind'den, o Zurare ibnu Ebi Evfâ'dan, o Temim ed-Darî
Radıyallahü Anh'den, o da Resulullah Aleyhisselâm'dan aynı manada bir hadis
rivayet etmiştir. Ancak o şöyle bir ilavede bulunmuştur:
"Sonra zekat için de böyle
yapılır, sonra diğer ameller de bu şekilde ele alınır".[157][61]
'
.
Hadiste kulun ilk olarak namazından
hesaba çekileceği belirtilirken zahiri ameller kastedilmektedir. Yoksa
esasında kul', ilkin imanından hesaba çekilir. Bu kalble ilgili bir ameldir.
Eğer kul iman yönünden kurtuluşa ererse, o zaman İslam'ın diğer esaslarından
hesaba çekilir ve ilkin namazdan başlanır. Çünkü namaz dinin direğidir. Onu
kılan dinini doğrultmuş, onu yıkan yani terk-eden dinini yıkmış olur. Aynı
zamanda namaz ömrün her gün ve gecesinde beş kere tekrar edilir. Diğer ameller
ise böyle değildir. Zekat insanların çoğuna farz değildir. Bunlar fakir
kimselerdir. Oruç senede sadece bir ay farz kılınmıştır. Hacc da sadece gücü yetenlere,
o da ömründe bir kere farz kılınmıştır.
Hadis-i şerif Yüce Allah'ın ihsan ve
lütfunun bolluğunu ortaya koyuyor. Çünkü kulun farzları eksik çıkınca Allahü
Teala onu nafilede tamamlıyor. Allah kulunun halini daha iyi bilmekle beraber
meleklere: Kuluma bakın; nafilesi var mı? diye buyuruyor. Nafilesi bulunursa
onunla farzlardan eksik çıkanı tamamlıyor. Bu eksiklik ister namazı terketmek
dolayısıyla olsun, isterse namazın bütün şartlarını hakkıyla yerine getirmemek
dolayısıyla olsun. Sonra kul zekat, oruç, hacc gibi diğer amellerimden de bu
tarz üzere hesaba çekilir. Yani farzı tam yerine getirmişse tamam, eksiği varsa
nafileleri ile tamamlanır.
Hadis farz amelleri eksiksiz yerine
getirmenin gerekli olduğunu
bildiriyor. Çünkü onların hesabında
hiçbir eksikliğe yer verilmeyecektir. Hadis aynı zamanda namaz olsun, zekat
olsun, oruç olsun, hacc olsun nafile amelleri çokça yapmanın faydalı olduğunu
bildiriyor. Böylece Allah'ın izniyle nafile ameller farz amellerin destekçisi
olur.
'Rabbim Bana
En Güzel Suret Üzere Geldi' Hadisi
142. Bu hadisi Tirmizî Camiinde,
C.2,s.214-215'te 'Sâd Suresi' babında rivayet etmiştir:
îbnu Abbas Radıyallahil Anh'dan
rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Rabbim bana en güzel suret
üzere geldi. Ravi der ki: Zannediyorum rüyada, diye söyledi, ravi Resulullah
Aleyhis selâm'in şöyle söylediğini bildiriyor: Sonra Rabbim bana: Ey Muhammed,
bilir misin mele-i a'la (yüksek mevkideki seçkin topluluk) ne üzere
tartışıyorlar? diye buyurdu. Ben: Hayır, dedim. Elini iki omuzu-mun arasına
koydu, öyleki soğukluğunu iki memenin arasında (ravi: veya gerdanımda, demiş
olabilir, diyor) hissettim. Bunun üzerine göklerde ve yerde olanı bildim. Yine:
Ey Muhammed, mele-i a'la'mn ne üzere tartıştıklarını bilir misin? diye sordu.
Ben. Evet, dedim. Sonra: Keffaretlerde, Kefîaretler de camilerde namazlardan
sonra oturmak, camilere yürüyerek gitmek, mekruhlardan uzak şekilde abdesti
güzelce almaktır. Kim bunları yaparsa hayır üzere yaşar, hayır üzere ölür,
anasından doğduğu gündeki durumu gibi hatalarından arındırılmış olur, dedi.
Sonra şöyle buyurdu: Ey Muhammed, abdest alırken "Ey Allah'ım senden
hayırlı işleri (yani hayırlı işlere beni muvaffak kılmanı), fenalıklarımı
terket-meme yardımcı olmanı, kalbime fakirlere karşı sevgi yerleştir-
meni diliyorum. Kulların için bir
fitne murad ettiğin zaman, beni fitne uğramamış olarak yanına al, diye dua et.
Sonra buyurdu ki: Selamı yaymak, insanlara yemek yedirmek, gece insanlar uykudayken
namaz kalmak, derecelerin artmasına vesiledir.[158][62]
Ebu Isa et-Tirmizî: Hadisin
senedinde Ebu Kullabe ile Ibnu Ab-bas arasında bir adamın adının zikre
dildiğini söylüyor. Ebu Kulabe senedde gecen ravilerdendir ve Ibnu Abbas
Radıyallahü Anh'dan önce zikredilen şahıstır.
143. İbmı Abbas Radıyallahü Anh'dan
gelen bir başka rivayete göre de Besulullah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğu
bildirilmiştir:
"Rabbim bana en güzel şekil
üzere geldi ve: Muhammed, diye buyurdu. Ben: Buyur Ya Rabbi, emret Ya Rabbi!
dedim. "Mele-i a'la ne için tartışırlar?" diye buyurdu.
"Bilmiyorum, Ey Rabbim" dedim. Elini iki omuzumun arasına koydu, öyleki
soğukluğunu iki mememin arasında hissettim. Bunun üzerine doğu ile batı
arasında olanları bildim. Rabbim: "Ey Muhammed" diye buyurdu. Ben:
"Emret ya Rabbi, buyur ya Rabbi" dedim. "Mele-i a'la ne üzere
tartışır?" diye sordu. Ben: "Derecelerde ve keffaretlerde, ayakları
cemaate gitmek için kullanmada, mekruhlardan arındırılmış şekilde güzelce
abdest almada, bir namazdan sonra diğer namazı beklemede, Kim bunlara dikkat
ederse hayır üzere yaşar, hayır üzere ölür, anasından doğduğu günkü gibi
günahlarından arındırılmış olur, dedim, [159][63]
Ebu Isa et-Tirmizî bu hadisin hasen,
garîb olduğunu söylemiştir.
Not: Ibnu Abbas'tan gelen ikinci
hadisin senedinde ravi Ebu Kullabe'nin Halidu'bnu Leclac'dan, onun Ibnu Abbas
Radıyallahü Anh'den rivayet ettiği zikrediliyor. Ebu Isa et-l^rmizî'nin birinci
hadisinin senedinde isminin amlmadığını söylediği ravi Halidu'bnu
'1-Leclac'dır. Bunu ikinci hadisin senedinden anlıyoruz.
144. Tirmizî Rahmetullahi Aleyh bir
başka senedle Muaz-ihnu Cebel Radıyallahü Anh'den hadisi rivayet etmiştir. O
rivayet şöyledir:
Muaz ibnu Cebel şöyle demiştir:
"Bir sabah Resulullah
Aleyhisselâm sabah namazı kıldırmak üzere yanımıza çakmadı, neredeyse güneş
doğmak üzereydi, çabucak çıktı. Hemen namaza çağırdı, Resulullah Aleyhisselâm
kısa surelerle hemen namazı acele ile kıldırdı. Selam verince bize seslenerek:
'Olduğunuz gibi saflarınızda durun' dedi. Sonra bize dönüp şöyle söyledi;'
şimdi size beni bu sabah alıkoyan neydi onu anlatacağım. Ben gece kalktım,
abdest aldım, takdir edildiği kadar namaz kıldım, namazımda uyku bastı, üzerime
ağırlık çöktü. Bir den Rabbim Tebareke ve Teala ile karşı karşıya geldim.
Rabbim en güzel suret üzere göründü. Bana: "Ey Muhammed" diye
buyurdu. "Buyur Ya Rabbi" dedim "Mele-i a'la ne üzere
tartışırlar?" diye sordu. "Bilmiyorum" dedim. Bunu üç kere
söyledi. Bir de gördüm ki, elinin içini iki omuzumun arasına koydu, Öyleki
parmaklarının soğukluğunu iki mememin arasında hissettim. O anda herşey bana
ayan oldu ve bildim. Rabbim: "Ey Muhammed" diye buyurdu. "Buyur
Ey Rabbim" dedim. "Mele-i a'la ne üzere tartışır?" diye sordu.
"Keffaretlerde" dedim. "Onlar nedir?" diye sordu:
"iyilikler için adım atmak, camilerde namazlardan sonra oturmak, hoş olmayan
hallerden arı, güzelce abdest almak," dedim. "(Darecelerin
yükselmesi) ne ile olur?" diye sordu. "Yemek yedirmekle, güzel
konuşmakla, geceleyin insanlar uykudayken namaz kılmakla" dedim.
"İste" diye buyurdu? Ben de: "Ey Allah'ım beni hayırlı işlere
muvaffak kılmanı, kötülükleri terketmemi sağlamanı, fakirlere karşı sevgi
yerleştirmeni, beni bağışlamanı, bana merhamet etme-
ni, bir topluluk için fitne murad
ettiğinde beni fitneye düşürmemeni istiyorum. Senden senin sevgini ve seni
sevenin sevgisini, senin sevgine yaklaştıracak işin sevgisini vermeni
diliyorum" dedim. Re-sulullafa Aleyhisselâm buyurdu ki: bu haktır, bunu
inceleyin sonra öğrenin[160][64]
Ebu İsa et-Tirmizî Rahmetuilahi
Aleyh bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.
Başta derim ki: Mü'min için ilk
gereken Rabbini yaratıklara mahsus sıfatlardan tenzih etmesidir. Yüce Allah:
"Hiçbir şey O'nun benzeri değildir. O duyandır, görendir" buyuruyor.
Ihlas suresinde de: "De ki, O Allah birdir, Allah her türlü ihtiyaçtan
müstağnidir, doğurmadı, doğurulmadı, hiçbir şey O'na denk değildir"
buyuruluyor. Bunun dışına çıkacak bir inanç imana zarar verir. Bütün İslam
âlimlerinin ittifak ettiğine göre, Kitab ve Sünnet'te zahiren Allah'ın
yaratıklara benzetilmesi manası veren ifadelerde asıl kastedilen, ibarenin
zahiri manası değildir, buna böyle inanmak gerekir. Genel anlamda bu tür
ifadelerin zahirde taşıdıkları anlamlarla Allahü Teala'nın vasfedilmesi doğru
olmaz.
islam âlimleri bu gibi hususlarda
ikiye ayrılmışlardır: Selef mezhebi ve halef mezhebi. Selef mezhebinden
olanlar, ibarenin zahiri anlamının, kastedilmediğine inanır ve hakikat yönünü,
ilm-î hakikisini Allah'a havale ederler. Bununla birlikte Allahü Teala'nın
yaratıklarına benzemediğine iman ederler, ifadeye belirli bir anlam da
vermezler. Onların inancı, meseleyi tümüyle Allahü Teala'nın ilmine havale
etmektir. Bunda Allahü Teala'nın: "O'nun tevilini Allah'tan başkası
bilmez" mealindeki ayet-i keri meşini esas alırlar. Sonra ayetin: "ilimde
derinleşmiş olanlar: "Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır, derler.
Bunu ancak akıl sahipleri düşünebilirler" kısmını okurlar.
Halef mezhebinden olanlar da Allahü
Teala'yı yaratıklara benzemekten tenzih ederler, ancak benzeme anlamı veren
ifadeyi de te'vil ederek bu lafzın Allahü Teala hakkında kullanılmasının imkansız
olmadığım belirtirler. Meselâ bu hadiste geçen: Rabbim bana en güzel suret
üzere geldi, ibaresinde, bir de, "En güzel suret üzere Rabbim Tebareke ve
Teala'yı gördüm" cümlesinde geçen 'suret' Kelimesini te'vil ederek, suret
ile Allah'a layik olan Celal ve Cemal sıfatlarının kastedildiğini belirtirler.
"Rabbi Resulullah Aleyhisselâm'a bu sıfatları ile tecelli etmiştir,"
derler.
Aynı şekilde Allah'ın Muhammed
Aleyhisselâm'ın iki omuzu arasına elini koymasını da, Hakk Teala'nın Peygamber
Aleyhis-selâm'ın kalbine ilim ve marifet elini yerleştirmesi, olarak te'vil
ederler. Çünkü kalb iki omuz arası hizasına gelmektedir, derler. Peygamber
Aleyhisselâm'ın: "Soğukluğunu iki mememin arasında hissettim" demesini
buna delil göstererek, bundan maksadın, kalbinin, tatmin olacak derecede ilimle
dolması olduğunu belirtir ler. Yakini bilgi, kalbi serinletir ve ibrahim
Aleyhisselâm'ın "kalbim mutmain olsun diye" sözünde de ortaya çıktığı
üzere bu tür bilgi, kalbi mutmain kılar, derler. Bunu Resulullah Aleyhisselâm'ın
daha sonra: "Bunun üzerine göklerde ve yerde ne varsa bildim" diye
buyurması da teyid ediyor. Bir rivayette de "doğu ile batı arasında ne
varsa bildim" diye geçmektedir. Bir başka riva yette de: "O zaman her
şey bana açık oldu ve bildim" diye geçiyor. Resulullah Aleyhisselâm'ın
kalbinin ilim ve marifet ile dolmasının sonucu Rabbinin "Mele-i a'la ne
üzere tartışır?" sorusuna cevap vermesi oldu. En doğrusunu Allah bilir.
Mele-i a'la ise göklerde bulunan
Arş'ın ve Kürsi'nin etrafında toplanmış, Arşın etrafını tavaf eden büyük
meleklerden oluşan bir topluluktur. Onların, sözü geçen konuda tartışmaları iki
yönden olabilir: Birincisi, onlar, hadiste belirtilen iyilikleri yapanların
sevaplarını yazmakta birbirleriyle yarış ediyor olabilirler. Yahut da, O
iyiliklere verilen sevaptaki sırrı anlamak için tartışıyor olabilirler.
Bazıları diğer bazılarından daha çok sevab belirliyor olabilirler. ikincisi,
sözü geçen amellerde birbirleriyle yarış etmek için dünya ehlinden olmayı
arzuluyor olabilirler. Çünkü onlar bu iyiliklere verilen sevapları yakinen
görüyorlar ve neticelerinin de hayra varacağını biliyorlar.
Hadisin bazı rivayetlerinde, hâdise
Özet olarak anlatılıyor. Diğer Üç ayrı rivayetten anlaşıldığına göre mele-i
a'la şu iki hususta tartışmaktadır: Keffaretlerde ve derecelerde. Yani hata ve
günahların bağışlanmasına sebep olan ameller ve kişinin derecelerinin
yükseltilmesine sebep olan amellerde. Sonra Resulullah Aleyhisselâm
keffaretlerin neler olduğunu açıklıyor, ve bunun gibi güzel ameller için
yürümek, namazları beklemek kastıyla camilerde oturmak, her türlü yanlışlıktan
uzak şekilde güzelce abdest almak.
Dereceler ise, yemek yedirmekle,
güzel konuşmakla, insanlar uykudayken; gece vakti namaz kılmakla yükseltiliyor.
En doğrusunu bilen Allah'tır.
Her türlü yanlışlıktan uzak olarak
güzelce abdest almaktan kastedilen, soğukta olsun diğer vakitlerde olsun
abdestte temizlenmesi gereken bütün azalan güzelce temizlemek ve bu işi
düzgünce yapmaktır.
Allahü Teala'nın
'Kullarıma Bakın Bir Farzı Yerine Getirdiler, Diğerini Bekliyorlar' Sözü İle
İlgili Hadis
145. Hadisi İbnu Mace, Sünen'inde,
Cl^s.l38'de,' Camilere Devam Etmek ve Namazı Beklemek* başlıklı babda rivayet
etmiştir:
Abdullahi'bnu Amr, İbnu'l-As Radıyallahü
Anh'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah Aleyhisselâm ile
birlikte akşam namazını kıldık. Sonra giden gitti kalan kaldı. Birden
Resulullah Aleyhisselâm hızla, nefes nefese, dizleri açılmış vaziyette-geldi ve
şöyle söyledi: Müjdeler olsun, sizin Rabbiniz, göğün kapılarından bir kapı
açtı, sizinle meleklerine övünüyor ve: Kullarıma bakın, bir farzı yerine
getirdiler diğerini bekliyorlar, diye buyuruyor[161][65]
Bu hadiste geçen "göğün
kapılarından bir kapı açtı" sözündeki kapılarla kastedilen, rahmet
kapılarıdır. Allahü Teala'nm hadiste belirtildiği üzere meleklerine
övünmesinden anlaşılıyor ki, bir namazı kıldıktan sonra diğerini beklemek
hayır ve rahmet kapılarının açılmasına vesiledir. Hadis aynı zamanda gelecek
namazı beklemek için camilerde oturmanın faziletini de ortaya koymaktadır.
Camiler en güzel yarlerdir. İnsan orada oturunca Allah'ın evinde bulunması
itibariyle Allah'tan başkasıyla ilişkisini keser. Camilerde oturanın buraların
adabına uyması ve bu yerlere gereken hürmeti göstermesi şarttır. Dolayısıyla bu
yerlerde eğlenceye dalmamak ve lüzumsuz söz konuşmamak gerekir.
İnfak Ve
Fazileti Hakkındaki Rivayetler
Înfak Et Ey
Ademoğlu Ki, Bende Sana Vereyim' Hadîsi
146. Bu hadisi Buharı, C.7,s.72'de Kitabu'n-Nafakat'ın,
'Nafakanın Fazileti' başlıklı babında rivayet etmiştir:
İsmail Malik'ten, o Ebu'z-Zenad'dan,
o el-A'rec'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullak Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Buyurdu ki; infak et (Allah yolunda sadaka
ver) ey Ademoğlu ki, Ben de sana vereyim[162][66]
147. Yine Buharı, C.7, (Kastallanî'nin
Hamişine göre s. 169'da) Kitabu't-Tefsir, Hud suresi tefsiri 'Onun Arşı Su
Üzerindedir'mealindeki ayetin tefeiriyle ilgili babda daha uzun bir lafızla
rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Allah Azze ve Celle buyurdu ki
"Sadaka ver (infak et) Ben de sana vereyim". Yine Resulullah buyurdu
ki "Allah'ın eli doludur, infak ondan bir şey eksiltmez. O gece-gündüz
cömerttir". Sonra şöyle devam etti: "Göklerin ve yerin yaratılışından
bu yana kimi gördünüz ki, infak etti de bu, onun elindekinden bir şey eksiltti.
O'nun arşı su üzerindedir. Elinde de terazi vardır". [163][67]
148. Buharı bu hadisi, Kastallanî'nin
Hamişine göre CIO, s.372'de, Kutabu't-Tevhid'in "Arşı Su Üzerinde
İdi" mealindeki ayet ile ilgili babında da rivayet etmiştir. Ancak orada
'İnfak Et Ki Ben De Sana Vereyim" kısmını zikretme-mişti. Oradaki
rivayetin lafzı ise şöyledir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Allah'ın sağ eli (veya eli)
doludur. înfak etmek ondan bir şey eksiltmez. Gökleri ve yeri yarattığından bu
yana ne kadar infak ettiğini gördünüz mü, sağ elindekinden bir şey eksilme
mistir. Arşı da su üzerindedir. Diğer elinde de feyz veya kabz vardır.
Dilediğini yükseltir, dilediğini düşürür.[164][68]
149. Bu hadis, buradaki rivayetle kudsî
hadislerden sayılamaz. Konunun tam anlaşılması için hadisin bu rivayetini de
verdik. Bu hadisi imam Müslim de, Sahih1 inde Kastallanî'nin Hamiş'ine göre
C.4,s.359'da, Kitabu'z-Ze-kat'ın "Infak Etmeye Teşvik Edene, İnfak Edene
Verilen Kadar, Nimet Bahşedileceğinin Müjdelenmesi" başlıklı babında
rivayet etmiştir. Senedden sonraki lafa şöyledir.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'dan şu hadisi rivayet etmiştir:
"Allah Tebareke ve Teala
buyurdu ki, Ey Ademoğlu, infak et ki, Ben de sana vereyim. Sonra Resulullah
Aleyhisselâm şöyle söyledi: Allah'ın eli doludur, cömerttir, gece ve gündüz de
sarfedilenler ondan bir şey eksiltmez.[165][69]
150. Müslim'in bir başka rivayetinde de
şöyle deniliyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh bize
Resulullah Aleyhisselâm'dan bazı hadisler rivayet etti; bunlardan birinde şöyle
dedi:
"Sadaka ver, Ben de sana
vereyim, Resulullah Aleyhisselâm daha sonra şöyle buyurdu: Allah'ın eli
doludur. Onu birşey azaltmaz. Gece gündüz verir. Gökleri ve yeri yarattığından
buyana ne verdiğini gördünüz mü? Bu O'nun elinde olandan bir şey eksiltmedi.
Arşı su üzerindedir. Diğer elinde de kabz vardır, dilediğini yükseltir,
dilediğini düşürür.[166][70]
Yüce Allah'ın "sadaka ver, Ben
de sana vereyim" diye buyurması, iyiliğe iyilikle karşılık verme
(müşakele) yönündendir. Aslında Allahü Teala'nın kullarına nimet vermesi O'nun
hazine lerinden bir şey eksiltmez. Nitekim hadisi şerifte: "Allah'ın eli
do ludur, kullarını beslemek ondan bir şey eksiltmez" diye buyurul-mustur.
Yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesi de bu manaya işaret etmektedir: "Sizin
katınızdaki tükenir, ama Allah'ın katındaki kalıcıdır" Allah'ın hazineleri
hiçbir zaman tükenmez. "Allah'ın eli doludur" denirken, O'nun
vermekle tükenmeyecek olan hazineleri kastediliyor.
Mizan (terazi) kelimesi ile Yüce
Allah'ın kulları arasındaki adaleti kastediliyor. (Kastallanî Şerhi, C.8,
s.220)
el-Mazerî hadiste geçen
"yemînullah-Allah'ın sağ eli" tabirinin te'vil edilmesinin
gerektiğini, çünkü buradan, Allah'ın sol eli anlamının da çıkarılabileceğini
söylemiştir. Böyle bir şey ise Allah hakkında sınır ve cisim düşünmek olur ki,
bu mümkün değildir. Allahü Teala böyle şeylerden münezzehtir. Yüce Allah burada
kullarına aralarında yaygın olan anlatım şekliyle hitab etmiştir. Şöyle ki,
ihsan ve iyilikten sözedilirken sağ elden bahsedilir. Bununla, aynı zamanda,
çok vermekle Allah'ın hazinelerin deki nimetin eksilmeyeceği, dolayısıyla
bolca ihsan etmekten çekinmeyeceği bildirilmiştir. "O'nun arşı su
üzerindedir" denilirken de, Allah'ın nimetlerini sürekli olarak birbiri
peşinde insanlara akıttığı bildiriliyor. "Diğer elinde de 'Kabz'
vardır" sözünün açıklaması da şöyledir: Allahü Teala'nm kudreti tek olsa
da, bununla çeşitli işler gerçekleştirmektedir. Bizde bu tasarrufun zuhuru için
iki ayrı el bulunduğundan, kudret de mecazî olarak bu iki elin tasarrufu ile
yorumlanmıştır. (Nevevî'nin Müslim Şerhi'nden)
•Allah Yeri
Yarattığında Yer Sallanmaya Başladı Hadisi
151. Bu hadisi Tirmizî, Camiinin
sonlarında C.2, s.241-242'de rivayet etmiştir:
Enesu'bnu Malik Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Allah yeri yarattığında yer
sallanmaya başladı, sonra dağları yarattı yerin üzerine yerleştirdi, yer sükûn
buldu. Melekler dağların gücüne hayret ederek: Ey Rabbimiz, yaratıkların
arasında dağlardan daha güçlü bir şey var mıdır? dediler. Allah Celle Celalühü:
Evet, demir, dedi. Melekler bu sefer: Ey Rabbimiz, yaratıkların arasında
demirden daha güçlüsü var mıdır? diye sordular. Allah: Evet, ateş, diye
buyurdu. Melekler de: Ey Rabbimiz, yaratıkların arasında ateşten daha güçlü bir
şey var mı? diye sordular. Allahü Teala: Evet, su, diye buyurdu. Melekler: Ey
Rabbimiz yaratıkların arasında sudan daha güçlüsü var mı? diye sordular. Allahü
Teala: Evet, rüzgar, diye buyurdu. Melekler: Ey Rabbimiz, yaratıkların arasında
rüzgardan daha güçlüsü var mı? diye sordular. Allahü Teala: Evet, sağ eli ile
verdiğini sol elinden gizleyen Ademoğlu, diye buyurdu.[167][71]
Ebu İsa et-Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh, bu hadisin senedinin hasen, garib olduğunu söylemiştir.
•Darul.-Hicret (Hicret)
Beldesi Hadisi
152. Bu hadisi Tirmizî, C.2,s.327'de
Kitabın sonlarında 'Medine'nin Fazileti" babında rivayet etmiştir:
Cerîru'bnu Abdullah Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhis-selâm'm şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Allahü Teala bana vahiyle
bildirdi ki, şu üç yerden hangisine gidersen orası senin hicret beldendir:
Medine, Bahreyn, Kınnisrîn".
Tirmizî, bu hadis garibdir, onun
el-Fadlu'bnu Musa'nın rivayetinden başka rivayetine rastlamadık. (Fadlu'bnu
Musa Senedde adı geçen ravilerdendir), diyor.
Haksızlık Ve
Rüşvet Karşısında Katı Davranmak"Lailgili Hadis
153. Bu hadisi, İbnu Mace Sünen'inde
C.2,s.26'da rivayet etmiştir:
Abdullah ibnu Mes'ûd Radıyallahu
Anh, Resulullah Aleyhisse-lâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Her kim insanlar arasında
hakimlik yaparsa, kıyamet gününde mutlaka bir melek ensesinden tutmuş olarak
gelir, sonra melek kafasını göğe kaldırır, eğer: "At" denirse, onu
kırk güz cehenneme atar.[168][72]
•Hayatında
Biriktirip Ölümü Ânında Dağıtmaktan Nehv Hadisi
154. Bu hadisi Nesâî rivayet etmiştir:
Busru'bnu Cehhaş Radıyallahü Anh'ın
şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Resulullak Aleyhisselâm ovucunun içine
tükürüp şehadet parmağını üzerine koyarak şöyle söyledi:
"Allah Azze ve Celle buyurur
ki, Ademoğlu Beni nasıl âciz kılar ki, seni şunun bir benzerinden yarattım.
Resulullah boğazını işaret ederek şöyle devam etti: Canın şuraya geldiğinde
tasadduk ediyorum dersin, nerde sadakanın vakti![169][73]
•Malın
Üçtebirinin Vasiyyet Edilmesi1 İle İlgili Hadis
155. Bu hadisi Nesâî "Vasiyyetf'
babında rivayet etmiştir:
Îbnu Ömer Radıyallahü Anh Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"(Allah buyurur ki) Ey
Ademoğlu, iki şey var ki, onlardan biri senin değildir. Boğazından tuttuğum
zaman seni temizlemek ve arındırmak. Ecelinin geçmesinden sonra kullarımın sana
dua etmeleri için malından sana bir nasib ayırdım.[170][74]
Oruç Ve Fazileti Hakkındaki Rivayetler 2
"Oruç Benim İçindir Ve Onun Karşılığını Ben
Veririm" Hadisi 2
160. Bir Başka Rivayet: 3
156-170. Hadislerin Şerhi 5
, Resulullah Aleyhisselâm'ın Arafat Gününde Ümmetine
Dua Etmesi Ve Kurban Bayramı Hutbesi İle İlgili Rivayetler 8
171. Hadisin Şerhi 8
172. Hadisin Şerhi 9
•Kurban Bayramı Hutbesi* İle İlgili Hadis 9
173. Hadisin Şerhi 9
Cihad,
Şehidlerin Fazileti Ve Cihadda İhlas Hakkındaki Rivayetler 10
174-176. Hadislerin
Şerhi 11
177-179. Hadislerin Şerhi 11
Sahih-İ
Müslim'den 'Allah Yolunda
Cihad Etmenin Fazileti1 İle
İlgili Hadisler 13
Resulullah
Aleyhisselam'ın Bedir'e Katılanlar Hakkında Söylediği: 'İstediğinizi Yapın Allah
Sizi Bağışlamıştır' Sözü İle İlgili Hadis 13
182. Hadisin Şerhi 14
Cabir'în
Babası Abdullah'ın Şehit)
Edilmesinden Sonra Konuşturulmasıyla
İlgili Hadis 16
183-184. Hadislerin Şerhi 16
•Allah'ın Şehidlere *Bir Şey Arzuluyor Musunuz?' Sözü
İle İlgili' Hadis 17
189. Hadisin Şerhi 18
'Kim Savaşa Çıkan Birinin Ailesine İhanet
Ederse...'Hadisi 19
190. Hadisin Şerhi 19
•Bir Adam Başka Bir Adamın Elinden Tutmuş Olarak
Gelir, Ey Rabbim Bu Beni Öldürdü, Der' Hadisi 19
19L Hadisin Şerhi 20
•Allah, Allah Yolunda Savaşa Çıkan Adama İmrenir1 Hadisi 20
192. Hadisin Şerhi 20
'Rabbimizin
Zincirle Cennete Götürülen Topluluğa Hayret Etmesi' İle İlgili Hadis 21
193. Hadisin Şerhi 21
Muhammed
Aleyhisselam'ın Ümmetinin Yaptığı İyiliklere Ecirlerin Kat Kat Verilmesi 21
'Yahudilerin, Hıristiyanların Ve Müslümanların Durumu
Hadisi 21
194-195. Hadislerin Şerhi 22
Peygamber Aleyhis Selam1 İn Tevrat'ta Zikredilen
Özelliği 23
Peygamber Aleyhîsselam'în Tevrat'ta Geçen Sıfatı"
İle İlgili Hadîs 23
196-197. Hadislerin Şerhi 24
MUSİBETE
SABRETMENİN KARŞILIĞI"GÖZLERİ
KAYBETMEYE SABIR" ILE İlglll
HADİS 25
198-200. Hadislerin Şerhi: 25
•Allah'ın Bir Kimsenin Evladını Alması Karşılığındaki
Sevab' İle İlgili Hadis 26
Nesâî DE, SÜNEKİNDE 'ÜÇ ÇOCUĞU VEFAT EDEN1 BABINDA ŞU
HADİSİ RİVAYET ETMİŞTİR: 26
Çocuk Düşmesi Musibetine Uğratılan Hakkındaki Rivayet
Başlıklı Babada Da Şöyle Diyor 26
•Çocuğun
(Ruhunun) Alınmasındaki Sevab* Hadisi 27
205. Hadisin Şerhi 27
•Rabbine Hamdeden Hastanın Fazileti1 İle İlgili Hadis 27
Humma Benim Ateşimdir, Onu Dünyada Mümin Kuluma
Musallat Ederim...1 Hadisi 28
Oku Ve Yüksel
Hadisî 28
•Kişinin,
Çocuğunun Kendisi İçin Bağışlama Dilemesiyle Cennetteki
Derecesi Yükselir" Hadisi 28
•Peygamberi Isıran Karınca' Île İlgili Hadis 28
210. Hadisin Şerhi 29
211-217. Hadislerin
Şerhi 30
Peygamber
Aleyhisselam'ın Ümmetine Olan Şefkati Ve Onlar İçin Duası 31
'Peygamber Aleyhîsselamın Ümmetine Duası Ve Onlara
Olan Şefkati Dolayısıyla
Ağlaması1 İle Îlgîll Hadls. 31
218. Hadisin Şerhi 31
"Allah Benim İçin Yeryüzünü Dürdü, Ben De
Doğusunu Batısını Gördüm" Hadisi 32
219-223.
Hadislerin Şerhi 34
Allah'ın Rahmetinin Gadabını Aştığına Dair Ve Allah'ın
Günahkarların Tevbelerin< Kabul
Etmesine Dair Rivayetler 35
"Rahmetim Gadabımı Aşıyor" Hasîsl 35
224-22a Hadislerin Şerhi 35
"BİR KUL
GÜNAH İŞLER SONRA
Trabbim GÜNAH İŞLEDİM1 DER" HADİSİ 36
229-23a
Hadislerin Şerhi 37
•Vallahi,
Allah Kulunun Tevbesiyle Ferahlanır.:." Hadisi 38
23L Hadisin Şerhi 39
'Cehenneme
Girenlerden İki Adamın
Bağırışları Şiddetlenir..."
Hadisi 40
232. Hadisin Şerhi 40
Oruç Ve
Fazileti Hakkındaki Rivayetler
"Oruç
Benim İçindir Ve Onun Karşılığını Ben Veririm" Hadisi
156 Sahih-i Buharı, O2, s.24,
"Kitabu's-Savm, Orucun Fazileti*1 babından:
Abdullah ibnu Mesleme Malik'ten, o
Ebu'z-Zinâd'dan, o el-A'rec'den, o da Ebu Hureyre, Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Oruç kalkandır, (oruçlu kimse)
sövmesin, cahillik etmesin. Bir kimse ona sataşırsa veya kötü söz söylerse iki
kere "Ben oruçluyum" desin. Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin
ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.
(Allah buyurur ki): Oruçlu yemesini, içmesini ve şehvetini Benim rızam için
terkeder, oruç Benim içindir, onun karşılığını Ben veririm, iyiliğin karşılığı
on katıyladır.[171][1]
157. Buharı C.7, s.l64'te,
Kitabu'l-Iibas, 'Misk Hakkında Zikredilen* başlıklı babda da şöyle bir rivayete
yer vermiştir:
Abdullahi'bnu Muhammed Hişam'dan, o
Ma'mer'den, o Zuh-rî'den, o İbnu'l-Museyyeb'den, oEbu Hureyre Radıyallahü'
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ademoğlunun her işi
kendinedir, oruç ise müstesna. O Benim içindir. Onun karşılığını Ben veririm.
(Yani Allah böyle buyuruyor). Oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk
kokusundan daha hoştur.[172][2]
158. Bu hadisi yine Buharı, C.9,
s.l43'te Kitabu't-Tev-hid'de rivayet etmiştir:
Ebu Nuaym, el-A'meş'ten, g Ebu
Salih'ten, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ten, Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Azze ve Celle buyurur
ki, oruç Benim içindir, onun karşılığını da Ben veririm. Kişi şehvetini,
yemesini, içmesini Benim için terkeder. Oruç kalkandır. Oruçlu için iki
rahatlık vardır: Biri iftar ettiği zaman, biri de Rabbine kavuştuğu zaman. Ve
oruçlunun ağız kokusu, Allah katında misk kokusundan daha hoştur"[173][3]
159. İmam Malik Rahmetullahi Aleyh,
el-Muvatta'da sJ24'te, 'Cami li's-Sıyam' başlıklı babda bu hadisi şöyle rivayet
etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Nefsim elinde olana yemin
ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha
hoştur." lö9
"Allah Azze ve Celle buyurur
ki: Oruçlu şehvetini, yemesini, içmesini Benim için terkeder. Oruç Benim
içindir, onun karşılığını da Ben veririm. Her iyilik için on kattan yediyüz
kata kadar karşılık verilir. Orucun durumu ise farklıdır, o Benim içindir, onun
karşılığım Ben veririm."]60
161. Müslim de Sahihinde, C.5, s. 132'de
ve sonrasında (Kastallanî'nin Hamis'ine Göre) Kitabu's-SıyanVın' Orucun
Fazileti' başlıklı babında bu hadisi şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahu Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken işittim demiştir:
169- Müslim: Siyam: 163 160-
Muvatta: Siyam: SS
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki, Ademoğlunun her işi kendinedir, oruç ise müstesna. O Benim içindir, onun
karşılığını Ben veririm. (Resulü 11 ah buyurdu ki): Nefsim elinde olana yemin
ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.[174][4]
162. Yine Müslim'in Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den bir başka rivayeti şöyledir:
Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
'Allah Azze ve Celle buyurdu ki,
Ademoğlunun her işi kendinedir. Oruç ise müstesna. O Benim içindir, onun
karşılığını Ben veririm. Oruç aynı zamanda kaljtandır. Sizden birinin oruçlu
günü olursa, o gün kötü söz söylemekten son derece kaçınsın, gürültü de
çıkarmasın. Birisi ona söver veya kendisine sataşırsa, ben oruçluyum desin.
Muhammed'in nefsi elinde olana yemin, olsun ki, oruçlunun ağız kokusu Allah
katında misk kokusundan daha hoştur. Oruçlu için iki rahatlık vardır: iftar
ettiği zaman iftarın rahatlığını duyar, Rabbine kavuştuğu zaman da orucun rahatlığını
duyar.[175][5]
163. Bir Rivayette de:
"Allah'a kavuştuğu zaman Allah
karşılığını verir, bunun rahatlığını duyar" deniyor. [176][6]
164. Tirmizîde, C.i,s.l47'de 'Orucun
Fazileti1 babında şöyle rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken işittiğini bildirmiştir:
"Rabbiniz diyor ki, her iyiliğe
on kattan yediyüz kata kadar karşılık verilir. Oruç ise Benim içindir, onun
karşılığını Ben veririm. Oruç ateşe karşı kalkandır. Oruçlunun ağız kokusu
Allah katında misk kokusundan daha hoştur. Sizden biri oruçlu iken bir kimse
kendisine karşı bilgisizlik ederse, ben oruçluyum, desin". [177][7]
Tirmizî bu hadisin hasen, garib
olduğunu söylemiştir,
165. Yine Tirmizî Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den Şöyle Bir Hadis Rivayet Etmiştir:
"Resulullah Aleyhisselâm
buyurdu ki, Allah Azze ve Celle şöyle buyurdu: "Kullarımın Bana en
sevgilisi iftarda acele edenidir".[178][8]
Tirmizî bu hadisin hasen, garib
olduğunu söylemiştir.
166. İbnu Mace, C.l^s.258'de 'Orucun
Fazileti1 babında bu hadisi şöyle rivayet ediyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Ademoğlunun her amelinin
karşılığı kat kat verilir. İyiliğe on kattan yediyüz kata ve bundan fazlasıyla,
Allah'ın dilediği miktara kadar karşılık verilir. Allah buyurur ki: Oruç
Müstesna, o Benim içindir, onun karşılığını da Ben veririm. Kişi Benim rızam
için şehvetini ve yiyeceğini terkeder. Oruçlu için iki rahatlık vardır: İftar
ettiği anda bir rahatlık ve Rabbine kavuştuğu anda bir rahatlık. Oruçlunun
ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.[179][9]
167. İbnu Mace, C.2, s.223'te 'Amelin
Fazileti' babında da bu hadisi
"şehvetini ve yiyeceğini
terkeder" kısmım ve sonrasını
zikretmeksizin muhtasar olarak rivayet etmiştir. [180][10]
168. Nesâî de, C.4, s.159 ve sonrasında
'Orucun Fazileti* babında bu hadîsin çeşitli r. vayetlerini vermiştir:
Birincisi:
Aliyyu'bnu Ebi Talib Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir;
"Allah Tebareke ve Teala
buyurur ki, Oruç Benim içindir, onun karşılığını da Ben veririm. Oruçlu için
iki rahatlık vardır, iftar ettiğinde ve Rabbine kavuştuğunda. Muhammed'in nefsi
elinde olana yemin ederim ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında miskten daha
hoştur".[181][11]
ikincisi*
169. Ebu Said el-Hudrî Radıyallahü Anh
Resulullah Aley-hisselam'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Allah Tebareke ve Teala
buyurur ki; oruç Benim içindir, onun karşılığını da Ben veririm. Oruçlu için
iki rahatlık vardır: iftar ettiğinde rahatlar, Rabbine kavuştuğunda Rabbi onun
amelinin karşılığını verir ve rahatlar. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin
olsun ki, oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur.[182][12]
Üçüncüsü:
170. Ebu Hureyre Radıyallahü Anlı,
ResuluUah Aleyhis-selâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki, Ademcğlunun her işi kendinedir. Oruç ise müstesna, o Benim içindir, onun
karşılığını da Ben veririm. Oruç kalkandır. Sizden birinin oruçlu günü olursa
kötü söz söylemesin (yani kötü söze kötü karşılık vermeye kalkışmasın),
gürültüye meydan vermesin. Birisi ona kötü söz söyler veya sataşırsa 'ben oruçlu bir adamım' desin. Muhammed'in
nefsi elinde olana yemin olsun kî,
oruçlunun ağız kokusu Allah katında misk kokusundan daha hoştur[183][13]
Nesâfnin diğer rivayetleri burada
verilenlere çok yakındır. Dolayısıyla burada verilmesine gerek yoktur. İsteyen
aslına bakabilir.
Sahih-i Buharî'de geçen hadisler
"Oruç kalkandır" yani
kötülüklerden alıkoyan bir koruyucu ve perdedir. Çünkü oruç şehveti kırmakta ve
onu zayıf düşürmektedir. Kalkan kelimesinin cehennem ateşine karşı bir perde
anlamına geldiği de söylenmiştir. Bu anlam Tirmizî'nin bazı rivayetlerinde
geçmektedir. Orada: "Oduç cehenneme karşı bir kalkandır" diye
geçiyor. Cehennemin etrafı şehvetlerle, nefsani arzularla çevrilidir. Aynı
şekilde Saîd ibnu Mansur ile Ahmed ibnu Hanbel'in Ebu Ubeyde ibnu'l-Cerrah'tan
rivayetlerinde "sahibi onu yarmadıkça oruç bir kalkandır" diye
geçiyor. Da-rimî'nin rivayetinde de: "gıybet ile onu yarmadığı
sürece" denilerek gıybet kelimesi ilave edilmiştir.
Kastallanî der ki: Bu cümlede iki
şeyin birbirini gerektirdiği anlamı var. Çünkü kişi dünyadayken kendini
kötülüklerden uzak tutarsa, böyle yapması onun için ahirette cehennem ateşine
karşı kalkan olmaktadır.
"Sövmesin" denilirken
çirkin şey söylemesin, "cahillik etmesin" denilirken de bağırmak,
alay etmek, biriyle dalga geçmek gibi cahillere mahsus işleri yapmasın, denmek
isteniyor. Saîdu'bnu Mansur'un rivayetinde ise: "Sövmesin, münakaşaya
girmesin" diye geçiyor. Bu mutlak olarak yasaktır. Yani oruçlu iken de
oruçsuz iken de. Ancak oruçlu iken yasakhğı diğer hallerden daha şiddetli
olmaktadır. Çünkü kişi orucu ile Allah'a ibadet etmektedir, ibadet halinde
isyan ise, hiçbir şekilde yakışmaz.
Buharî'nin rivayetinde "bir
kimse ona sataşırsa vaya kötü söz.
Söylerse ibaresi, öaıd ıbnu Mansur un rivayetinde "bir kimse ona söver
veya onunla münakaşaya girmek isterse" diye geçmektedir. Bununla bir
kimsenin onunla sözlü veya fiili kavgaya girişmek için hazırlanması durumu,
kastediliyor, "iki kere ben oruçluyum desin" tevsiyesi hakkında
Nevevî 'Kitabul-Ezkar'mda bunu diliyle söyler, demiştir. el-Mütveüî ise
kalbiyle söyleyebileceğini ifade etmiştir. er-Rafii'nin imamlardan rivayetine
göre kişi bu durumda diliyle iki kere 'ben oruçluyum, ben oruçluyum' diyerek
karşısındakini, yapmak istediği kötülükten alıkoymaya çıhşır, mümkün olmazsa
azar azar karşılık vererek onu başından savar.
Kitabul-Mesabîh'te de şöyle
deniliyor: ifadeden anlaşıldığına göre; bu söz karşısındakini engellemeye bir
sebeptir. Adeta bu haliyle: Ben oruçluyum, demekle, oruçluya gösterilmesi
gereken hürmet sınırını aşanın şiddetli bir cezaya çarptırılacağını,
karşısındakine hatırlatmış olmaktadır. Hadiste, aynı zamanda insanlarla
münakaşaya girmekle orucun sevabının azalacağı da haber verilmiş olmaktadır.
Yahut oruçla beraber yasağın şiddet kazandığını, kişi bu sözle nefsine
hatırlatmış olmaktadır. Bu da orucun kişiyi kendisine eziyet verecek durumlara
düşmekten koruyucu bir kalkan olduğu gerçeğini ortaya koyuyor.
"Oruçlunun ağız kokusu Allah
katında misk kokusundan daha .hoştur" sözünde geçen ağız kokusu ile,
oruçlunun dünyadaki ağız kokusunun mu yoksa ahiretteki ağız kokusunun mu
kastedildiği konusunda Ibnu's-Salah ile îbnu Abdi's-Selâm ihtilafa
düşmüşlerdir. Ibnu Abdi's-Selâm, bu kokunun ahiretteki ağız kokusu olduğunu
ileri sürmüş ve bu iddiasına Müslim ile Nesâî'nin rivayetlerini delil
göstermiştir.
Ebu'ş-Şeyh zayıf bir isnadia Enes
Radıyallahü Anh'den merfu olarak şöyle bir hadis rivayet etmiştir:
"Oruçlular kabirlerinden kalktıklarında ağızlarının kokusu ile tanınırlar.
Ağızlarının kokusu Allah katında miskten daha hoştur". Ibnu's-Salah ise bu
kokunun dünyadaki ağız kokulan olduğunu ileri sürmüştür. Bu iddiasına Cabir
Radıyallahü Anh'den merfu olarak rivayet edilen şu hadisi delil göstermiştir:
"ikincisi ise, onların akşam vaktinde ağız kokuları Allah katında miskten
daha hoştur". Burada müşkil bir durum var. Çünkü Allahü Teala koklamak ve
benzeri, sonradan olma sıfatlardan münezzehtir. Bu meseleye, hadiste bildirilen
şeyin mecazi manada ve istiare tarzında olduğu belirtilerek çözüm
getirilmiştir. Yani oruçlunun ağız kokusunun Allah katında hoş olması, onun
Allah'a yakın olması anlamındadır, denilmiştir.
Oruçluya ahirette miskten daha hoş
bir koku verilerek yaptığı amelin mükafatlandırılacağı da söylenmiştir. Yani
oruç dolayısıyla kendisinde akşama doğru ağız kokusu hasıl olan kişinin Allah
katında alacağı sevab, anirette kendisine miskten daha hoş bir koku
verilmesidir.
Kastallanî bu açaklamalan yaptıktan
sonra şöyle diyor:
Allah yolunda şehid edilen kimse,
canını tehlikeya attığı halde onun kanı misk gibi kokuyor da, neden oruçlunun
ağız kokusu miskten daha hoş oluyor? diye sorarsan sana şu cevabı veririm:
O-rucun etkisi cihadın etkisinden fazladır. Çünkü oruç "islam'ın beş
esasından biridir. Cihad ise farz-ı kifayedir. Oruç farz-ı ayndır. İmam Şafii
Rahmetullahi Aleyh'in de belirttiği üzere farz-ı ayn, farz-ı kifayeden
üstündür.
İmam Ahmed Rahmetullahi Aleyh,
Müsned'de şöyle bir hadis rivayet etmiştir: Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu: "Bir dinarı kendi ailene infak edersin. Bir dinar da Allah
yolunda harcarsın. Bunlardan üstün olanı, yani daha çok sevaba layık olanı
kendi ailen için harcadığın bir dinardır".
Burada meselemize delil teşkil
edecek yön şudur: Kendi ailene infakta bulunman farz-ı ayndır. Bu farz-ı kifaye
olan cihad mesab-esindeki Allah yolunda harcamada bulunmandan daha çok sevaba
layık olmaktadır*
Bu durum Ebu Davud et-Teyalisî'nin
Ebu Katade'den rivayet ettiği şu hadisteki mana ile çakışmamaktadır:
"Resulullah Aleyhisselâm hitabda bulundu (veya hutbe okudu) ve cihaddan
sözetti Onun farz namazların dışında bütün amellerden üstün olduğunu
bildirdi." Bu, orucun vacib ve farz kılınmasından önce olabilir.
Re-sulullah Aleyhisselâm amellerin en üstün olanını soran bir adama:
"Oruç tut, onun benzeri yoktur" diye cevap vermiştir.
"Oruç benim içindir", yani
oruç tutmada gösteriş payı yoktur. Oruç tamamen Benim rızam için yerine
getirilen bir ibadettir. Çünkü kul onunla Benden başkasına ibadet etmez. Yahut:
O Benimle kulum arasında bir sırdır, kulum o ibadeti yalnız Benim rızam için
ye nar.
"Onun karşılığını Ben
veririm" yani oruç tutanın sevabını Ben veririm. Biliriz ki, Kerim olan,
bir şeyin karşılığını vermeyi kendine has kılarsa vereceği karşılık, yapacağı
ihsan olur. Verilecek karşılık sayıya ve hesaba gelmeyecek derecede kat kat
olacaktır.
İlim adamları, kendilerine kat kat
sevab verilecek olanların, oruçlarına günah karıştırmamış kimseler olduğu
üzerinde ittifak etmişlerdir.
Bunun için: Oruçlu için iki rahatlık
vardır, denilmiştir. Birincisi iftar vaktinde, bu dünya zevklerinden hoşlanan
ruhun duyduğu rahatlık, diğeri Rabbine kavuştuğu andaki rahatlık, bu da rabbani
ruhun duyduğu rahatlıktır. Oruç kişiyi Rabbine kavuşma ve O'nu müşahede etme
nimetine ulaştırmaktadır. (Kastallanî'den).
Nevevî Rahmetullari Aleyh de Müslim
şerhinde şöyle diyor:
Kişi kötü konuşmaktan, cahillik
etmekten, başkasıyla münakaşaya girmekten, ona buna sataşmaktan sadece oruçlu
iken men edilmiş değildir. Herkes bu gibi kötülüklerden menolunmuştur. Ancak bu
yasak oruçlu hakkında daha da kuvvet kazanmaktadır.
"Yüce Allah buyurur ki:
Ademoğlunun her işi kendinedir, oruç ise müstesna, o Benim içindir"
sözüyle ne kastedildiği hakkında ilim adamları ihtilaf etmişlerdir. Çünkü bütün
taatler Allah için yapılır. Bazıları der ki: Oruç yalnız Allah için yapılan bir
ibadettir. Allah'tan başkası için oruç ile ibadet edilmiş değildir. Kafirler
tapındıkları şeylere secde, sadaka, zikir ve benzeri şeylerle tazim ettikleri
halde, hiçbir asırda oruç ile tazim etmiş değillerdir.
Bazılarının açıklamasına göre ise;
oruç gizli olduğu için riyadan uzak bir ameldir. Namaz, hacc, cihad, sadaka ve
benzeri ameller ise açıktan yapılır.
Bazıları da şöyle demişlerdir: Diğer
ibadetlerdekinden farklı olarak oruçlu için kendine ve nefsine bir pay yoktur.
(Yani dünyalık olarak).
Yine denilmiştir ki: Yeme ve içmeden
uzaklık, Allah'ın sıfatlarındandır. Kul da bu sıfata müteallik bir amel ile
Allah'a yaklaşmaktadır. Gerçekte ise Allah'ın sıfatlarına hiçbir kimsenin
sıfatı benzemez, yani Allah'ın sıfatları zatına mahsustur.
Bazılarına göre ise, "oruç
Benim içindir" sözünün manası "onun ne kadar bir sevaba layık
olduğunu yalnız Ben bilirim" dir. Diğer ibadetlerin sevaplarını ise Allahü
Teala bazı yaratıklarına açıklamıştır.
Ve yine denilmiştir ki: Oruç teşrif
için, yani şerefinin üstünlüğünün belirtilmesi için Allah'a nisbet edilmiştir.
"Allah'ın devesi" sözünde olduğu gibi. Esasında bütün âlem
Allah'ındır. Bu hadis orucun üstünlüğünü bildirmekte, ona teşvik etmekte ve
oruç için sabır göstermeye çağırmaktadır.
"Onun karşılığını Ben
veririm" sözü orucun üstünlüğünü ve sevabının çokluğunu bildirmektedir.
Çünkü kerim olan, bir şeyin karşılığını vermeyi kendi üzerine alırsa, bu
karşılığın pek büyük olacağı anlaşılır.
"Oruçlu için iki rahatlık
vardır". Oruçlunun Rabbine kavuştuğu andaki rahatlığı, yaptığı amele
verilen bolca karşılığı görmesi do-layısıyladır. İftar vaktindeki rahatlığı ise
ibadetini, onu bozacak şeylerden uzak halde tamama erdirmesinden duyduğu sevinç
ve karşılığında umduğu sevab dol ayı siyi adır. Ben derim ki: Daha önce yapması
yasak olan şeyleri yapabilmekten ve canının çektiği şeyleri alabilmekten
duyduğu rahatlık da buna ilave edilebilir.
, Resulullah
Aleyhisselâm'ın Arafat Gününde Ümmetine Dua Etmesi Ve Kurban Bayramı Hutbesi
İle İlgili Rivayetler
Peygamber Aleyhisselam'ın Arefe günü
akşamında 'Ümmetinin Bağışlanması İçin Dua Etmesi' ile ilgili hadis:
17L Bu hadisi İbnu Mace Rahmetullahi
Aleyh C.2, s.l23'te 'Arafat'ta Dua1 babında rivayet etmiştir.
Abdullah ibnu Kinane, îbni Abbas
ibni Mirdas es-Sulemi'nin babasından, onun da kendi babasından rivayetine göre
Resulullah Aliyhisselâm Arafe günü akşamında Ümmeti için, dua etti ve kendisine
Allah katından şöyle icbet edildi:
"Zalimlik yapanlar dışında Ben
onları bağışladım. Zalimden mazlumun hakkını alacağım. Resulullah Aleyhisselâm:
Ey Rab-bim, dilersen, mazluma cennetten lütfeder, böylece zalimi de
bağışlarsın, diye münacaat etti. O akşam kendisine icabet edilmedi. Ertesi gün
Müzdelife'de sabah oldu. Resulullah Aleyhisselâm duasını tekrarladı, istediğine
icabet edildi. Ravi der ki, Resulullah Aleyhisselâm güldü (veye tebessüm etti
demiş olabilir) Ebu Bekir ve Ömer Radıyallahü Anh kendisine: Anam babam sana
feda olsun, Allah dişlerine hep gülümseme bahşetsin, bu saatte gülmek senin pak
adetin değildir, seni güldüren nedir? diye sordular. Resulullah Aleyhisselâm
buyurdu ki: Allah'ın düşmanı îblis Allah'ın duama icabet ederek Ümmetimi
bağışladığını öğrenince toprak alıp başına saçmaya ah, vah ederek bağırmaya
başladı. Onun o haykırışlarını görmek beni güldürdü.[184][14]
Resulullah Aleyhisselâm'in gülmesi
tebessümden ibaretti. Dolayısyla hadiste geçen 'güldü' kelimesi "tebessüm
etti" anlamın dadır. Sözü edilen saat, yani Resulullah Aleyhisselâm'ın
hadis te belirtilen hâdiseden dolayı tebessüm ettiği saat, gecenin son
vaktidir. Bu vakit tazarru ve dua vakti olduğu için Hazreti Ebu Bekir ve
Hazreti Ömer Radıyallahü Anhüma: Bu saatte gülmek sizin pek adetiniz değildir,
demişlerdir. "Allah dişlerine hep gülümseme bahşetsin" sözü
de Ebu Bekir
ve Ömer Radıyallahü Anhüma hazretlerinin Peygamber
Aleyhisselâm iç in dualarıdır. Yani: 'Allah kalbine dudaklarındaki gülümsemeyi
devamlı kılacak bir sevinç ve sürür
versin' demektir.
172. Nesâî'nin Arefe Günü hakkındaki bir başka rivayeti de şöyledir:
Aişe Radıyallahü Anhüm Resulullah Aleyhisselâm'in şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Allah, arafe gününde
cehennemden azad ettiği kul kadar hiçbir günde azad etmez. Allah o günde
kendine Münacaat eden kullarına rahmetiyle yaklaşır ve o kullarıyla meleklerine
karşı övünür ve: Bunlar ne istiyor? diye sorar?[185][15]
Allah'ın Arefe gününde cehennemden
azad ettiği kullarının sayısı kadar, senenin diğer günlerinden herhangibirinde
azad etmemesi, Arefe gününün üstünlüğü ve bu günde Allah'ın rahmetinin
kullarına tecellisinin fazla olması dolayısıyladır, O günde rahmetini
kullarının üzerine bolca akıtır. Allahü Teala'nın kulları hakkında:
"Bunlar ne istiyor?" diye sorması soru maksadıyla değil, ailelerini,
vatanlarını terkederek, toz, toprak içinde yol meşakkatine katlanarak hacc
farizasını yerine getirmek için Mekke'ye gelen ve orada Allah'a yönelerek dua
eden, günahlarının bağışlanmasını, tevbelerinin kabul edilmesini isteyen,
bunları yaparken yalnızca Allah'ın rahmetine kavuşmayı amaç edinen, azabından
korkan kullarını övmek içindir. Allah kerimdir, rahmet sahibidir, kullarını bağışlar ve onlara
rahmet eder.
•Kurban
Bayramı Hutbesi* İle İlgili Hadis
173. Bunu da îbnu Mace, C.2, s.l29'da
"Kurban Bayramı Hutbesi" babında rivayet etmiştir.
Abdullah ibnu Mes'ud Radıyallahü
Anh, Resulullah Aleyhis-selâm'ın Arafat'ta alaca devesinin üstünde şöyle
buyurduğunu bildirmiştir:
"Bu günün hangi gün, ayın hangi
ay, bu beldenin hangi belde olduğunu biliyor musunuz? Oradakiler: Burası haram belde,
bu ay haram ay, bu gün haram gündür, dediler. Resulullah Aleyhis-selâm da:
Mallarınız, canlarınız, bu
ayınız, bu beldeniz, bu
gününüz gibi haramdır. îyi bilin,
ben hepinizden önce havzın başına varacak, orada sizin çokluğunuzla diğer
Ümmetlere Övüneceğim, benim yüzümü kara çıkarmayın. Bilin ki, ben şefaatimle
bazı kimseleri kurtarmaya çalışacağım, bazıları da benim şefaatimden mahrum
bırakılacak. Ben: Ey Rabbim, bunlar benim asbabımdır (benim yoluma
girenlerdir) derim. Hak Teala: Sen bunların senden sonra neler icad ettiğini
bilemezsin, der, diye buyurdu.[186][16]
Hadiste zikri geçen alaca deve,
Resulullah Aleyhisselâm'm 'Kusva' adı verilen devesidir. Resulullah
Aleyhisselam'ın; Bu günün hangi gün, bu ayın hangi ay, bu beldenin hangi belde
olduğunu biliyor musunuz? diye sorması orada bulunanlara, ayın ve beldenin
hürmetini ikrar ettirmek içindir. Bunu ikrar ettirmekle mallarının ve
canlarının birbirlerine haramhğımn derecesinin büyüklüğü ortaya konmuş oluyor.
Resulullah Aleyhisselâm: "Ben hepinizden önce havzın başına
varacağım" demekle, herkesten önce oraya varıp oranın suyundan içmeleri
için Ümmetine o yeri hazırlayacağını bildirmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm'dan sonra
bidatler çıkaranlar, Onun şefaatinden mahrum olacağı için Resulullah
Aleyhisselâm'm sünnetine iyi yapışmak gerekir. "Allah'tan nasıl korkulması
gerekiyorsa öylece korkunuz ve ancak Müslümanlar olarak ölünüz".
Cihad, Şehidlerin
Fazileti Ve Cihadda İhlas
Hakkındaki Rivayetler
174. Sahih-i Buharî'den 'Cihadın
Fazileti1 ile ilgili badis, Buharı, C.l^s.16, Kitabul-İman 'Cihad1 babından:
Haramiyyu'bnu Hafs Abdulvahid'den, o
Umare'den, o Ebu Zur'a ibnu Amr'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den,
Resulu Hah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Yüce Allah, kendisim iman ve
Peygamberlerimi doğrulamaktan başka bir şey sevketmeksizin yolumda cihada
çıkanı kazandığı ecir, veya elde ettiği ganimet ile geri çevirir yahut cennete
koyarım,
diye, kendi katında tekeffülde
bulunur. Eğer Ümmütime zorluk çıkarma korkum olmasaydı, hiçbir şeriyyenin
arkasında kalmayıp Allah yolunda öldürülmeyi sonra diriltilip tekrar
öldürülmeyi sonra diriltilip tekrar öldürülmeyi arzulardım.[187][17]
175. Buhari Rahmetullahi Aleyh,
Kastallanî'nin şerhine göre C.5,s.35-36'da Kitabu'l-Cihad'ın "İnsanların
En Üstünü Canıyla Malıyla Allah Yolunda Cihad Eden Mü'mindir" başlıkh
babında şöyle bir rivayete yer vermiştir:
Ebu'l-Yeman Şu'ayb'dan, o
ez-Zuhrî'den, o Saîdu'bnu'l-Musey-yeb'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aley-hisselâm'm şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Allah yolunda cihad edenin
örneği (kendi yolunda kimin cihad ettiğini ise ancak Allah bilir) oruç tutan,
namaz kılan kimsenin örneğidir. Allah mücahide, öldürülmesi halinde cennete
koymayı yahut sevab ve ganimetle birlikte, geri çevirmeyi taahhüd etmiştir.[188][18]
176. Yine Buharı, 0.4,8.85-86^3 Kitebu'l
Cihad ve's-Siyer'in, Kesulullah Aleyhisselâm'ın "Sizin İçin Ganimetler
Helal Kılındı" sözüyle ilgili babda şu hadisi rivayet etmiştir;
İsmail Mâlik'ten, o Ebu'z-Zinad'dan,
o el-A'rec'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kendisini Allah yolunda cihad
amacı ve Allah'ın vahyine olan inancından başka bir şey sevketmeksizin, kendi yolunda
cihada çıkanı Allah, cennete koymayı veya ecir ve ganimetle birlikte, çıktığı
meskenine geri döndürmeyi taahhüt etmiştir.[189][19]
Hadiste geçen iman ile kastedilen,
ihlastır. Yani kişi cihada çıkarken yalnız Allah'ın rızasını gözetmelidir.
Cihada çıkmasında Allah'ın vaadettiği nimetlere kavuşmaktan ve Allah'ın emrini
yerine getirmekten başka bir gaye gözetmemelidir. "Cennete koyarım"
sözünün anlamı: Şehid edilmesi halinde, hesapsız olarak Allah'a yakın
(mukarreb) kullarla beraber cennete koyarım'dır. Çünkü şehidlik günahların
kefîaretine vesiledir. Yüce Allah ayet-i kerimesinde:"Allah katında
diridirler ve rızıklan dinim aktadırlar" diye buyurarak şehidin ölümü
anından itibaren nimete kavuştuğunu bildirmektedir. (Kastallanî'den).
177. "Cihadın Fazileti"
Hadisini Nesâî de, C.l,s.l6'da rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken işittim demiştir:
"Allahü Teala, kendisini, iman
ve Benim yolumda cihad azminden başka birşey şevketmeksizin, Benim yolumda
cihada çıkanı, ya ister öldürülmek suretiyle, isterse başka şekilde ölmek
suretiyle dünyadan göçsün, onu cennete koymak üzere güvenceye alırım, veya elde
ettiği ecir ve ganimetle birlikte, çıktığı meskenine geri döndürürüm diye taahhütte
bulunmuştur.[190][20]
178. Yine Ebu Hureyre RadıyaUahü Anh,
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Kendisini, Allah yolunda cihad
azmi ve Onun vahyini tasdikten başka bir şey sevketmeksizin, kendi yolunda
cihad edeni Allah, ya cennete koymayı veya kazandığı ecir ve ganimet ile
birlikte, çıktığı meskenine geri çevirmeyi taahhüt etmiştir.[191][21]
179. Yine Buharî'nin Harekete Geçirilen
Seriyeyenin Sevabı" konusunda rivayet ettiği bir hadis de şöyledir;
îbnu Ömer RadıyaUahü Anh Resulullah
Aleyhisselâm'ın Rab-binden rivayetle şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Onu (cihad edeni) geri
çevirdiğim zaman, sevab ve ganimetle geri çevirmeyi, ruhunu aldığım zaman da
kendisini bağışlamayı ve kendisine rahmet etmeyi taahhüt ettim.[192][22]
Hadiste "ister öldürülmek
suretiyle olsun, ister başka şekilde
ölnek suretiyle olsun" denilirken başka şekilde Ölümden sefer, yai
cihada gidiş veya dönüş esnasındaki ölüm kas teli diliyor.
Hadisin zahirinden ganimetle evine
dönenin ecirden mahrum kalacağı manası çıkıyor. Gerçekte ise mücahid ihlas ile
cihad ederse, ister geri dönsün ister dönmesin mutlak suretle kendisine sevap
yazılır.
Bu mesele iki şekilde izah
edilmiştir:
Birincisi: Metinde geçen
"veya" anlamındaki kelime aynı zamanda "ve" anlamına
gelir. Bu durumda anlam şöyle olur; Evine dönerken eğer bir ganimet elde
edememişse o zaman sadece aldığı ecirle dönmüş olur. Ganimet elde ettiği
takdirde de hem aldığı ecirle hem de ganimetle dönmüş olur. Her iki halde de
sevab alması kesindir.
ikinci açıklama: Mücahidin aldığı
ecir, ganimet elde etmediği takdirde, Yüce Allah'ın mücahidlerden herbiri için
hazırladığı ecrin tamamıdır. Ganimet elde eden mücahidlerin ecirleri ise, ganimet
elde edemeyenlerinkinden az olmaktadır. Bu iddialarına Müslim'in Amr ibnu'1-As
Radıyallahü Anh'den rivayet ettiği şu hadisi delil göstermektedirler. O hadiste
Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle buyurduğu bildirilmektedir: "Allah
yolunda cihada çıkıp da ganimet elde eden her mücahid, ecrinin üçte ikisini
peşinen almış olur. Üçte biri kalmış olur. Ganimet elde edemeyenler ise
ecirlerinin tamamını ahirette alırlar." Bu hadisten hareketle şöyle
diyorlar: Bu hadis açıkça gösteriyor ki, ganimet alanın da ecrinin bir kısmı
ahirete kalmaktadır. Ganimet ise alınacak ecrin bir kısmına karşılık
olmaktadır. (Kastallanî'den) . Kastallanî Rah-metullahi Aleyh, sonra şöyle
diyor; "Ecrin üçte ikisini peşinen almış olur" sözünde ince bir
hikmet vardır. Allah mücahide üç nimet bahsetmiştir, bunlardan ikisi dünya ile
ilgili, diğeri ahiret ile ilgilidir. Dünya ile ilgili olanlar selamet (düşmanın
kötülüğünden korunma) ve ganimettir. Ahiret ile ilgili olan ise öldürülerek
olsun başka şekilde olsun dünyadan göç ettiğinde şehidlerle birlikte cennete
gitmektir. Mücahid salim ve ganimet elde etmiş olarak döndüğünde dünya ile
ilgili olan iki nimete kavuşmuş olmaktadır. Onun için, Allah katından üçüncü
nimet kalmaktadır. Fakat ganimet elde etmeden dönerse o zaman Allahü Teala
Buna karşılık olarak ona sevab yazmaktadır.
Hadiste kastedilen mana, hadisin
zahirinden çıkan ganimet elde edenin sevab alamayacağı manası değildir.
Bazıları hadiste geçen "veya" kelimesini "ve" manasına
almışlardır. Çünkü mücahidin her halde sevab alacağı kesindir. Bu konuda
Müslim'in bazı rivayetlerinde "ecir ve ganimet" şeklinde 've' ile
geçmesi delil gösterilmiştir.
Bazıları bu görüşe itiraz ederek
've' ile okunduğu zaman hadisin manası üzerindeki bazı problemler çözülse de,
yeni bir problem ortaya çıkmaktadır, çünkü böyle okunduğu zaman evine dönen her
mücahidin mutlaka ganimetle dönmesi gerekir. Böyle bir şey ise açıklanması zor
bir durumdur. Çünkü Allah'ın vaadi haktır, Allah vaadettiğini verir. Doğru
olan "ve" ile gelen rivayetlerin anlamlarını 'veya' ile gelen
rivayetlerin anlamlarına hamletmek, yani ikisini birlikte düşünerek anlam
çıkarmaktır, demişlerdir.
Bu itiraza, yukarıda geçen iki
açıklamadan biriyle cevap verilebilir. Yani ya 'veya' kelimesi, ganimet ile
ecrin birinin diğerini engellememesi anlamına alınır, o zaman ikisinin
birlikte hasıl olması mümkündür. Yahut da bir durumda ecrin tamamının
alınacağı, diğer durumda eksik alınacağı manası çıkarılır. O zaman ganimete
kavuşmayan ecrini eksiksiz alır, ganimete kavuştuğu zaman da kişinin elde
ettiği ganimete sevinmesi dolayısıyla bu ecir kısmen eksilir, en doğrusunu
bilen ise Allah'tır.
Hadiste de bildirildiği üzere
Resuluîlah Aleyhisselâm Ümmetine meşakkat olmasından çekinerek, her seriyye
ile birlikte çıkmamıştır. Ümmetine acımıştır. Çünkü Ümmetinden herkes onunla
birlikte her seriyye ile cihada çıkmaya güç yetiremez. Onun katıldığı
seriyyeye katılmamak ise kendilerine ağır gelirdi.
Bu mana Müslim'in rivayetinde açık
olarak belirtilmiştir. Nitekim orada şöyle deniliyor: "Müslümanlara
zorluk çıkarma korkum olmasaydı asla gazaya çıkan bir seriyyenin arkasında kalmazdım.
Ancak ben onların hepsini donatma imkanı bulamıyorum, onların da kedi
teçhizatları kendilerine güç gelir."
Resuluîlah Aleyhisselâm'ın Allah
yolunda tekrar tekrar öldürülmek istemesi Allah yolunda şehid olmanın
üstünlüğünü gösteriyor. Artık herkesin Şehadet nimetine kavuşmak için Allah
yolunda Öldürülmeyi istemesi gerekir.
Sahih-İ Müslim'den
'Allah Yolunda Cihad
Etmenin Fazileti1 İle İlgili Hadisler
180. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh,
Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştin
"Allah, evden çıkmasına sebep,
kendi yolunda cihad azmi ile vahyine olan inancından başka bir şey olmaksızın
yolunda cihad eden kimseyi, ya cennetine koymayı veya elde ettiği ecir ve
ganimetle evine geri döndürmeyi taahhüt etmiştir.[193][23]
181 Yİne Sahih-i Müslim'den bir başka
rivayet:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Allah, kendisini Benim yolumda
cihad azmi ve Bana imandan başka bir şey yola çıkarmaksızın, Benim yolumda
cihada çıkanı kesin olarak cennete koyar veya çıktığı evine, elde ettiği ecir
ve ganimetle birlikte geri döndürürüm, diye taahhütte bulunmuştur.
Mu-hammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, Allah yolunda açılan her bir
yara, kıyamet gününde açıldığı günkü haliyle, kan renginde ve misk kokulu
olarak gelir. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin ederim ki, Müslümanlara
zorluk çıkarma korkum olmasaydı, asla gazaya çıkan bir seriyyenin arkasında
kalmazdım. Ancak ben onların hepisini donatma imkanını bulamıyorum, onlar da
kendi teçhizatları için imkan bulamıyorlar, bu durumda onların benden geri
kalmaları kendilerine güç gelir. Muhammad'in nefsi elinde olana yemin ederim
ki, Allah yolunda savaşıp öldürülmeyi, sonra tekrar savaşıp öldürülmeyi
arzulardım.[194][24]
Resulullah Aleyhisselam'ın Bedir'e
Katılanlar Hakkında Söylediği:
'İstediğinizi Yapın Allah Sizi Bağışlamıştır' Sözü İle
İlgili Hadis
182. Bu hadisi Buharı C.5, s.l45'te,
"Fetih Gazvesi1 babında rivayet etmiştir:
Bu konu 'Fetih Gazvesi' hadisinde geçmekte,
Hatib ibnu Ebi Bal-taa'nın Mekke ahalisine gönderilerek onlara Resulullah
Aleyhis-selâm'ın Mekke'yi fethetmek için gazveye çıkacağını haber vermesinden
sözedilmektedir. Orada şöyle deniliyor: Resulullah Aleyhisselâm Hatib'e:
"Ey Hatib bu yaptığın ne? diye
sordu. Hatib: Ey Allah'ın Resulü, benim hakkımda acele etme, ben Kureyş'le
bağlantı içinde bir adamdım. Onlarla anlaşmalıydım (ilişkiliydim) ama onlardan
değildim. Seninle beraber hicret edenlerin, müşriklerin içinde yakınları vardı,
onlar bu kimselerin mallarını ve aile efradlannı koruyorlardı. Benim böyle
yakın çevrem olmayınca, içlerinden benim kimselerimi koruyacak bir el (yardım)
edinmek zorunda kaldım. Bunu dinimden dönmek veye Müslüman olduktan sonra küfre
rıza göstermek maksadıyla yapmadım. Resulullah Aleyhis-selâm da: O size doğru
olanı söyledi, diye buyurdu. Ömer Radıyallahü Anh: Acaba Allahü Teala Bedir
gazasında bulunanlar hakkında ne buyurur? diye sordu. Resulullah Aleyhisselâm;
Allahü Teala'nın: İstediğinizi yapın, ben sizi bağışladım, buyurduğunu
bildirdi.[195][25]
Bu hadis Sahih-i Buharî,
Kitabu'l-Cihad, Babu'l-Casus, (56/ 141)'de şu şekilde geçiyor: Hazreti Ali
Radıyallahü Anh'den rivayet edilmiştir. Buyurdu ki, Resulullah Aleyhisselâm
beni, Zubeyr ibnu Avvam'ı ve Mikdad ibnu Esved'i göndererek şöyle dedi: Ravzatu
Hah'a (Medine'ye oniki mil mesafede, Mekke ile Medine arasında bir yer)
gidiniz, orada devenin üzerinde, hevdece binmiş halde bir kadın vardır, (ibnu
Ishak'da geçtiğine göre bu kadının adı Sare idi, Vakidî'nin kaydettiğine göre
ise Kenud'dur). Onda bir yazı vardır, onu alınız.
Biz çıktık, atlarımız hızlı bir
şekilde bizi götürüyordu. Ravza'ya geldik. Orada deve üstündeki kadınla
karşılaştık. Ona: Yazıyı çıkar, dedik. Kadın: Bende yazı yok, dedi. "Ya o
yazıyı çıkarırsın yahut üstünü açar, yazıyı meydana çıkarırız" dedik.
Kadın yazıyı saçlarının arasından çıkardı. Onu Resulullah Aleyhi s s elam'a
getirdik. Baktık ki Hatib ibni Ebu Baltaa'dan Mekke'de oturan bazı müşriklere
yazılmış. Resulullah Aleyhisselâm'la ilgili bazı şeyleri onlara bildiriyor.
(Bazı müşriklerden kastedilen Safvan ibnu Umeyye, Süheyl ibnu Amr ve Ikrime
ibnu Ebi Cehl'dir). Resulullah Aleyhisselâm: Ey Hatib, bu yaptığın ne? diye
sordu, (hadisin devamı yukarıda geçtiği gibidir).
îbnu İshak'ta geçtiğine göre Hazreti
Ömer Radıyallahü Anh Resulullah Aleyhisselâm'a: Ey Allah'ın Resulü, bırak beni bu münafığın
boynunu vurayım, diye söyledi. Ömer Radıyallahü Anh'ın böyle söylemesinde,
anlaşılması güç olan bazı noktalar var. Resulullah Aleyhisselâm'm Hatib
hakkında: O, size doğru olanı söyledi,
demesinden sonra Ömer
Radıyallahü Anh'ın onu münafıklıkla itham etmesi müşkil bir
noktadır. Çünkü Hatib Resulullah Aleyhisselâm'a verdiği cevapta; kendisinin bu
işi küfür veya dinden dönme yahut İslam'dan sonra küfre rı£9 gösterme gayesiyle
yapmadığını bildirmişti. Resulullah
Aleyhisselâm'ın onun bu sözünü
doğrulaması, onun münafık
olmadığına şehadettir. Bu hususun açıklanması için şöyle söylenmiştir:
Ömei Radıyallahü Anh, dindeki
hamaseti ve bazı
münafıklarır. karşısındaki şiddeti dolayısıyla böyle söylemiş ve
Hatib'in yaptığ; işin onun Öldürülmesini gerektirecek bir iş olduğunu zannetmiştir. Ancak bunda kesin kararlı
davranmamış, bunun içir
öldürülmesi hakkında izin istemiştir. Hatib açığa vurduğunun ter si bir işi
gizlice yaptığı için onu münafıklıkla itham etmiştir. Resu lullah Aleyhisselâm
ise onu (Hatib'i) mazur görmüştür. Çünkü
bir te'vilde bulunmuştu ve yaptığından dolayı bir zarar hasıl ol mamıştı. Özellikle yazıda
Mekke ahalisini iyiliğe yönelten, Resu lullah Aleyhisselam'a uymaya sevkeden,
kurtuluş yollarının bı olduğunu belirten ifadeler bulunması mazur görülmesine
ve teşkil etmiştir.
Yahya ibnu Selam'ın tefsirinde
geçtiğine göre Hatib'in mektubı; nun metni şöyledir:
"Bundan sonra, Ey Kureyş
ahalisi, Resulullah Aleyhisselâr üzerinize sel gibi akan, gece gibi bir ordu
ile geliyor, (geldi). A lah'a yemin olsun O tek basma da gelse, size karşı
zafer elde ede ve Allah'ın ona vaadettiği gerçekleşir. Artık kendinizi kollayıi
Vesselam." Resulullah Aleyhisselâm, Hatib'i öldürme fikrinde vazgeçmesi
için Hazreti Ömer Radıyallahü Anh'e şöyle buyurdu: Bedir1 de bulundu. Ne
bilirsin, belki de Allahü Teala, Bedirde bul' nanlara muttali
olarak, onlara istediğinizi
yapın Ben si bağışladım diye buyurmuştur.
Kurtubî Rahmetullahi Aleyh der ki:
Bu hadisi şerif, Bedir'de bulunanlarda kendilerinin geçmiş günahlarının
bağışlanmasına vesile teşkil edecek bir halin ortaya çıktığını bildirir. Bu
hallerinden dolayı sonraki günahlarının bağışlanmasına da layık olmuşlardır.
Şu beyti söyleyen ne güzel söylemiştir:
Sevgili eğer bir hata işlerse
Binlerce iyiliği ona şefaatçidir.
Yukarıdaki açıklamaları veren
Kastallani daha sonra şöyle diyor: Allahü Teala, Resulullah Aleyhisselâm'ın
haklarında herhangi bir şey söylediği kimseler hakkında, bu sözlerin
doğruluğunu ortaya çıkarmıştır. Nitekim Bedir ehli cennetliklerin işlerini
işlemeye devam etmişlerdir. Birinden bir yanlışlık zuhur edecek olsa hemen
tevbe eder ve en doğru yolda yürümeye devam ederdi. Hadiste bildirilen
bağışlanma ise ahirette olacaktır. Eğer onlar, haddi aşacak bir iş yapmış
olsalardı şüphesiz Allah'ın koymuş olduğu kuralların uygulanması için onlara
ceza uygulanırdı.
Resulullah Aleyhisselâm Bedir
ehlinin faziletini bildirmek için Allah'ın onlar hakkında: "İstediğinizi
yapın, sizin için cennet hak oldu" yani sizi bağışladım diye buyurduğunu
bildirince Ömer Radıyallahü Anh-'ın- gözleri yaşardı ve: "Allah ve Resulü
daha iyi bilir" dedi. (Kastallani 'den).
Ömer Radıyallahü Anh'ın gözleri
nefsine acımasından dolayı yaşardı. Çünkü: Beni bırak boynunu vurayım, demişti.
Ağlamasının sevinçten dolayı olması da mümkündür. Çünkü Yüce Allah'ın Bedir
ehline verdiği yüce ihsanını öğrenmişti. Özellikle Ömer Radıyallahü Anh'ın da
Bedir ehlinden olması sevincini artırmıştır. Resulullah Aleyhisselâm'ın, Yüce
Allah'tan rivayetle Bedir ehlinin diğerlerinden daha çok mağfirete yakın olduklarını
bildirmesi üzerine, Hazreti Ömer Radıyallahü Anh'ın gözleri sevinçten
yaşarmıştır. Doğrusunu Allah bilir.
Şüphesiz Bedir savaşına katılanlar
canlarını Allah yolunda satanların ve halis niyetle Allah yolunda cihada
çıkanların ilkleridir. insan sayısı ve savaş teçhizatı itibariyle müşriklerin
Mü'min-lerden kat kat fazla olmalarına rağmen îslam, zaferi kazandı ve bunun
haberi bütün Arap yarımadasına yayıldı. Bunun üzerine Arap Yarımadasında oturan
bütün insanlar Mü'minleri büyük görmeye ve onlara hürmet etmeye başladılar.
Kendini beğenmişlik gözlerini kör eden ve "ben sizin komşunuzum"
diyen şeytanın sözüne kanarak, bununla rahatlık duyan ve onun peşinden giden
müşriklerin başlarına geleni görünce, ötekiler de meseleyi ciddi ciddi
düşünmeye, binlerce plan kurmaya başladılar, içlerinden bazılarının nefisleri
kendilerine gizlice baskınlar düzenlemeyi hoş gösterir oldu.
Bedir ehli aynı zamanda güzel bir
adet başlattı. Müslüman kardeşlerine büyüklük taslayanlarla vuruşmada sabır
göstermeyi ve müşriklerin hilelerini Önemsememeyi öğrettiler.
"İzzet ancak
Allah'ın, Peygamberinin ve Mü'minlerindir." "Müşrikler
hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, Peygamberini doğru
yol ve hak din ile gönderen Allah'tır". (Kastallanî Şerhi, C.6, s.387)
Cabir'în Babası
Abdullah'ın Şehit) Edilmesinden Sonra Konuşturulmasıyla İlgili
Hadis
183. Bu hadisi Tirmizî, 'Al-i Imran'
süresiyle ilgili babda rivayet etmiş ve senedi zikrettikten sonra şöyle
söyle-mistir.
Cabiru'bnu Abdillah Radıyallahü
Anh'den şöyle söylediği rivayet edilmiştir.
"Resulullah Aleyhisselâm
benimle karşılaştı ve: Neyin var, Ca-bir, üzgün halde oluğunu görüyorum? dedi.
Ben de: Ey Allah'ın Resulü, babam şehid edildi, Uhud günü öldürüldü, geride de
çoluk çocuk, borç bıraktı, dedim. Resulullah Aleyhisselâm: Allah'ın senin
babanı nasıl karşıladığı hakkında sana müjde vereyim mi? diye buyurdu. Ben:
"Evet, Ya Resulallah" dedim. O da: Allah bir kimseyle ancak bir perde
arkasından konuşur, ama senin babanı diriltti ona perde olmaksızın hitabda
bulundu ve şöyle söyledi: Ey kulum, Benden iste vereyim, Baban: Ey Rabbim, beni
diriltmeni ve senin yolunda ikinci kez öldürülmeyi istiyorum. Dedi. Rabb Teala:
Benim kesin olan hükmüm vardır, ölenler ikinci kez dünyaya dönmezler, buyurdu.
Bunun üzerine: "Allah yolunda öldürülenleri Ölüler sanmayınız..."
ayeti indirildi, diye cevap verdi.[196][26]
Tirmizî bu hnHisin haşen garib
olduğunu söylemiştir.
İbnu Mace de bu hadisi 'Cehmiyye'nin
înkar Ettikleri' ile ilgili babda Tirmizî'nin yukarıda verilen rivayetinde
geçen lafizdakine yakın bir lafizla rivayet etmiştir. Ancak orada
"Abdullah ibni Amr ibni Haram, Uhud gününde öldürüldüğünde Resulullah
Aleyhisselâm benimle karşılaştı" denilmektedir.
184. Yine İbnu Mace bu hadisi Sünen'inde
"Allah Yolunda Şehid Olmanın Fazileti" babında rivayet etmiştir:
Oradakj. rivayetin lafzı şöyledir:
"Cabiru'bnu Abdillah Radıy
allahü Anh'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Abdullahi'brfîı Amri'bni
Haram Uhud gününde öldürüldüğünde, Resulullah Aleyhisselâm bana: Ey Cabir,
sana Al-lahü Teala'nın babana ne söylediğini bildirmemi istemez misin? diye
buyurdu. Ben: Evet, (isterim), dedim. Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
Allahü Teala bir kimseye ancak perde arkasından hitab eder, senin babana ise
perde olmaksızın hitab etti ve: Ey kulum, Benden iste vereyim, dedi. Baban:.
Beni diriltmeni ve senin yolunda tekrar öldürülmeyi diliyorum, dedi. Allahü
Teala: Benim önceden verdiğim bir hükümdür, ölenler dünyaya geri döndürülmezler,
diye buyurdu. Baban: Geride kalanlara (durumumu) bildir, dedi. Allah Azze ve
Celle de şu ayet-i kerimeyi indirdi: "Allah yolunda öldürülenleri ölüler
sanmayın, onlar diridirler.[197][27]
"Allah senin babanla perde
olmaksızın konuştu" sözünü te'vil etmek gerekiyor. Çünkü Allahü Teala
yaratıklara benzemekten münezzehtir. Allahü Teala'nın konuşması ses ve harften
hâli bir konuşmadır. Musa Aleyhisselâm ile böyle konuşmuştur.
Allahü Teala Cabir'in babasından
dilekte bulunmasını isteyince o, Uhud'da şehid edilmekten dolayı aldığı ecre
ilaveten ikinci bir şehadet sevabı almak için, Allah'tan kendisini yeniden
diriltip, yeniden şehadet sevabına kavuşturmasını istiyor. O, şehidlerin
aldığı sevabın büyüklüğünü gördüğü için bu istekte bulunuyordu.
Hadisin her iki rivayetinde de
şehidlerin fazileti açıklanıyor. Başka hadislerde şehidlerin ruhlarının
cennette dolaşan yeşil kuşların kursaklarında olduğu bildiriliyor. Bu hadiste
de şehidlerin yeniden cihad edip şehid edilmek için dünyaya dönmek istedikleri
bildiriliyor. Bu hadis aynı zamanda şehidlerin diri olduğunu bildiren ayeti
açıklamaktadır. Şehidler gerçek bir hayatla hayat sürmektedirler. Ayetin
bildirdiği üzere Allah katından rızıklan dinliyorlar.
Hadisin bildirdiği üzere bir kere
ölen tekrar dünyaya geri döndürülemez. Ondan sonraki hayat ahiret hayatıdır. Bu
bütün yaratıklar hakkında geçerlidir. Allah'ın öldürdüğü bir kimseyi yüz yıl
sonra diriltmesi ise bu hükme ters değildir. (Kur'an-ı Kerim'de bir kişinin
Öldürüldükten yüz yıl sonra diriltildiği bildiriliyor. Mütercim). Bu Allah'ın
ölüleri diriltmeye kadir olduğunu göstermek için bir örnektir. Bunun için
ayet-i kerimede, öldürüldükten sonra diriltilen hakkında: "Bu ona apaçık
belli olunca, artık Allah'ın her şeye Kadir olduğuna inanmış bulunuyorum"
dedi, diye buyuruluyor.
•Allah'ın
Şehidlere *Bir Şey Arzuluyor Musunuz?' Sözü İle İlgili' Hadis
185. Bu hadisi İmam Müslim, Sahih'inde
'Fadlu'l-Cihad ve's-Siyer1 kitabının 'Şehidlerin Ruhlarının Cennette Oldu-ğu'na
dair babında üç ayrı senedle rivayet etmiştir:
Birincisi: Abdullahi'bnu Murre,
Mesruk'un şöyle söylediğini bildirmiştir: Abdullah'a (yani îbnu Mes'ud'a):
"Allah yolunda öldürülenleri
ölüler sanmayın, bilakis onlar diri olup Rabbleri katında
rızıklandırılmaktadırlar" ayet-i kerimesinden sorduk (veya sordum). O da
şöyle cevap verdi: Biz de bunun hakikatini sorduk, (Resulullah Aleyhisselâm):
"Onların ruhları yeşil kuşların kursakların d adır. Onlar için arşta
kandiller asılmıştır. Onlara Rabbleri bir nazar eder, "Bir şey arzuluyor
musunuz?" diye sorar. Onlar: Ne arzulayalım ki, cennette istediğimiz yerde
dolaşıyoruz, derler. Bu soru üç kere tekrarlanır, onlar kendilerine soru sorma
işinin bırakılmayacağını görünce: "Ey Rabbimiz, ruhlarımızı cesetlerimize
iade etmeni, böylece senin yolunda tekrar öldürülmemizi mümkün kılmanı
diliyoruz, derler. Hakk Teala onların bir ihtiyaçlarının olmadığını görünce
onlar da bırakılırlar, diye buyurdu.[198][28]
Bu rivayeti vermekle yetiniyoruz.
Çünkü bunun verilmesiyle artık diğerlerinin verilmesine ihtiyaç kalmamaktadır.
186. Bu hadisi Tirmizî de, Sahih'inde
Al-i İnıran süresiyle ilgili babda rivayet etmiştir:
Rivayete göre İbnu Mes'ud Radıyallahü
Anh'a:
"Allah yolunda Öldürülenleri
ölüler sanmayın, bilakis onlar diri olup Rabbleri katında
nzıklandmlmaktadırlar" ayetinden soruldu. O da şöyle söyledi: Biz de
bundan sorduk, bize onların (şehidlerin) ruhlarının yeşil kuşların
kursaklarında olduğu bildirildi. Cennette istedikleri yerlerde dolaşmakta, arşa
asılı kandillerin etrafına toplanmaktadırlar. Rabbin onlara bir kere nazar
edip: "Fazladan istediğiniz bir şey var mı artırayım, diye buyurdu.
Onlar: "Ey Rabbimiz, fazladan ne isteyelim ki, biz cennette istediğimiz
yerde dolaşmaktayız" dediler. Sonra ikinci kez nazar etti: "Fazladan
istediğiniz bir şey var mı, size olan nimetimi artırayım?" buyurdu.
Onlar, cevap vermeden bırakılmayacaklarını görünce: "Tekrar senin yolunda
öldürülebilmemiz için ruhlarımızı (cesetlerimize) iade etmeni ve dünyaya
dönmemizi mümkün kılmanı diliyoruz dediler.[199][29]
Tinnizî Rahnıctullahi Aleyh bu
hadisin hasen, sahih olduğunu söylemiştir.
187. İbnu Mace de bu hadisi Sünen'inde
'Allah Yolunda Şehid Olmanın Fazileti1 babında İbnu Mes'ud Radıyallahü Anh'den
Tirmizî'nin rivayetindeki lafıza yakın bir lafızla rivayet etmiştir. Ancak onun
rivayetinde şöyle bir farklılık vardır.
"(Allah Celle Celalühü):
"Arzuladığınızı Benden dileyin" buyurdu, (bir kere). Şehidlerin cevabında
da şöyle deniliyor: "Senden ne dileyelim, oysa biz cennetin her neresinde
istersek orasında dolaşıyoruz". Oradaki rivayette şöyle bir ziyade de var:
"(Allah) onların bir istekte bulunmadığını görünce, ancak onlar kendi
hallerine bırakıldılar.[200][30]
188. Nesâî de 'Cennet Ehlinin Temennide
Bulunduğu eyler1 babında şöyle bir hadis rivayet etmiştir.
Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'dan
Resulullah Aleyhisse-lam'ın şöyle söylediği rivayet edilmişitir:
"Cennet ehlinden bir adam
getirilir. Allahü Teala: Ey Ademoğlu, yerini nasıl buldun? diye sorar. Adam: Ey
Rabbim, yerlerin en iyisi, der. Allahü Teala: îste ve temenni et, der. Adam,
şehid olmanın üstünlüğünü gördüğü için: Beni dünyaya döndürmeni ve senin
yolunda on kere öldürülmeyi diliyorum, der[201][31]
189. Bu hadisi Nesâî, Sünen'inde
C.l,s.37'de 'Şehidliği İsteme1 babında rivayet ediyor:
Irbâdu'bnu Sariye Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhis-selâm'm şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:
"Şehidler ile yataklarında
ölenler, taun'dan ölenler hakkında münakaşa ederek Rabbimize başvururlar.
Şehidler: Kardeşlerimiz, bizim öldürülmemiz gibi öldürüldüler, derler.
Yataklarında ölenler: Kardeşlerimiz bizim ölüşümüz gibi öldüler, derler.
Rabbimiz: Yaralarına bakın, eğer yaraları öldürülenlerin yaralarına benziyorsa
onlar da öldürülenlerdendirler, buyurur. Bakarlar ki, yaralan gerçekten onların
yaralarına benziyor[202][32]
Bu hadisten anlaşıldığına göre Allah
yoluda şehid edilenler Taun'dan ölenlerin de kendileri gibi Allah Teala'nm
şehidler için hazırlamış olduğu sevaba kavuşmalarını isterler ve: Ey Rabbimiz,
bu kardeşlerimiz de, îlahi kadere sabrederek Allah'tan gelen taun hastalığı ile
öldüler, bu bakımdan onlar Senin yolunda Öldürülmüşlerdir. Şehidler nasıl
savaşta sabır gösterdilerse; onlar da hastalığa sabrettiler, dolayısıyla onlar
şehadet sevabı almayı ummaktadırlar, derler,
Taun'dan başka bir sebeple yatağında
Ölmüş olanlar da; Kardeşlerimiz bizim gibi yataklarında Öldüler, canlarını
Allah yolunda satarak O'nun yolunda öldürülen şehidlerin sevabına nasıl ulaşırlar,
derler. Allahü Teala hepsine: Taun'dan dolayı hasıl olan yaralarına bakın,
şehidlerin yaralarına benzerse, yani onların yaralan gibi rengi kan rengi,
kokusu misk kokusu ve kan akıtıyorsa onlar da şehidler dendirler, şehidlerle beraberdirler.
Yaralarına bakınca gerçekten şehidlerin kine benzediğini görürler. Bunlar sadece
ahiret şehidleri olarak adlandırılırlar. Dünyada, savaşta şehid olanlar
hakkında uygulanan, gaslin terki ve bazı imamlara göre cenaze namazının terki
gibi hükümler taun'dan ölenler için uygulanmaz. Bu hükümler savaşta şehid
edilenlere hastır. En doğrusunu Allah bilir.
'Kim Savaşa
Çıkan Birinin Ailesine İhanet Ederse...'Hadisi
190. Bu Hadisi Nesâî, Sünen'inde
"Savaşa Gidenin Ailesine İhanet Eden" başlıklı babda rivayet
etmiştir:
Süleyman ibnu Bureyde'nin babasından
rivayetine göre Resulul-lah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Cihada gidenlerin hanımlarının
gitmeyenlere haramlığı, analarının haramlığı gibidir. Bir kimse cihada gidenin
ailesine kefil olur da ihanet ederse ona kıyamet gününde: Bu senin ailene
ihanet etti, onun iyiliklerinden istediğin kadarım al, denir. Artık ne
düşünürsünüz[203][33]
Bu hadis cihada gidenlerin
hanımlarının ırzlarının korunması ve kendilerine bir fenalık dokunmaması için,
gözetilmeleri gerektiğini bildiriyor. Öyleki onların durumu, kişinin anasının
durumu gibi olmaktadır. Bu bakımdan bir mücahidin hanımına fenalık eden, çok
büyük bir günah işlemiş olmaktadır. Kıyamet gününde Allah onu rezil edecektir.
Onun hakkında bizzat mücahidi hakem kılacaktır ve: Bu senin hanımına hıyanet
etti, sen onun iyiliklerinden istediğin kadarını al, diye sorması, hıyanetin
fenalığının ve cezasının büyüklüğünün bildirilmesi içindir. Resulullah
Aleyhis-selâm'ın: "Artık ne düşünürsünüz" diye sorması da, hıyanetin
fenalığının ve cezasının büyüklüğünün bildirilmesi içindir. Yani: Artık
hanımına hıyanet eden kişiden kinini çıkarmak isteyen mücahidin, o an ne
yapacağını düşünürsünüz, beriki adamın bir iyiliği kalır mı? Sonra o günde bu
hainin halinin ne olacağım tahmin edersiniz? Rezil bir duruma düşmüştür,
iyilikleri elinden alınmaktadır. Öyleki bütün iyiliklerinin bile alınması için
müsaade edilmiştir. O da günahlarıyla cehennemi boylar. Hıyanetten Allah'a
sığınırız. Allah'tan dünyada da, ahirette de bizim avretlerimizi örtmesini,
ırzlarımızı fenalıklardan korumasını dileriz.
•Bir Adam
Başka Bir Adamın Elinden Tutmuş Olarak Gelir, Ey Rabbim Bu Beni Öldürdü, Der'
Hadisi
19L Nesâî bu hadisi, Sünen'inde' Kan
Dökmenin Büyüklüğü' babında rivayet etmiştir:
Abdullah ibnu Mes'ud Radıyallahü
Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur.:
"Bir adam bir başka adamın
elinden tutmuş olarak gelir, "Ey Rabbim, bu beni öldürdü" der. Allahü
Teala ona: "Niye öldürdün?" diye sorar. O da: "Yüceliğin
yalnızca sana ait olması için öldürdüm" diye cevap verir. Allahü Teala: O
Benim için, diye buyurur.
Sonra'bir başka adam yine bir adamın
elinden tutmuş olarak gelir: "Bu beni öldürdü" der. Allahü Teala:
"Niye öldürdün? " diye sorar. O da: "Yücelik filancanın olsun
diye öldürdüm" der. Bunun üzerine Allahü Teala: "O (yani izzet) onun
değildir" diye buyurur. Öldüren de öldürdüğünün günahını yüklenir.[204][34]
Bu hadis Allah'ın kelamının
yüceltilmesi, izzetin Allah'ın dinine ait olması için cihad edenin yaptığı
amelin makbul olduğunu bildirmektedir. Çünkü o, işi yerinde yapmıştır. İzzetin
Allah'ın dinine ait olması için adam öldürmüştür. Hayır yolundan ayrılmamış,
adalet çizgisini aşmamıştır.
Ancak bir kralın izzeti veya
herhangi bir liderin hatırı için adam Öldürenin yaptığı iş, haksız yere adam
öldürmedir. Bu, yoldan çıkmıştır. Esasında izzete hakkı olmayanın izzet
kazanması için iş yapmıştır. O doğru yolu bırakmıştır. Çünkü izzet ancak Allah'ındır.
Haksız yere adam öldüren, yaptığı işin günahıyla başbaşa kalır. Allah onu layık
olduğu cezanın en ağırı ile cezalandırır, öldürülenin derecesini de yükseltir.
•Allah,
Allah Yolunda Savaşa Çıkan Adama İmrenir1 Hadisi
192. Bu hadîsi Efou Davud, Sünen'inde
C.2,s.312'de' Nefsini Satan Adam* babında rivayet etmiştir:
Abdullah ibnu Mes'ud Radıyallahü
Anh, Resulullah Aleyhis-selâm'm şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Allahü Teala, Allah yolunda
cihad edip, hezimete uğraması halinde üzerine düşeni bilerek geri dönüp
(yeniden savaşa atılıp) kanı akıtılıncaya kadar savaşan adama imrenir ve
meleklerine: "Şu kuluma bakın, Benim katımdakilere rağbet ederek Benim
in-dimdekiue gönül bağlayarak savaş meydanına geri döndü, kanı akıtıhncaya
kadar savaştı" der.[205][35]
imrenme fiili zahiri anlamıyla Allah
Teala hakkında imkânsızdır. Çünkü imrenme bir kimsenin nefsine güzel görünen
şeyden duyduğu etkilenme halidir. Burada imrenme ile Allah'ın o fiilden razı
olduğu anlamı kastedilmektedir. Dolayısıyla Allah o fiile karşılık bolca sevab
verecektir. Çünkü Allah yolunda savaşa çıkan, sonra hezimete uğrayıp ölümden
kurtulmak için geri kaçan, sonra yeniden kendini toparlayıp canını Allah yoluna
vakfederek sırf Allah'ın rızasını kazanmak için ve Allah'ın dininin muzaffer
olması gayesiyle düşmanın üzerine atılan ve öldürülünceye kadar savaşan adamın
yaptığı işi, Allah boşa çıkarmaz. Bilakis Allah ondan razı olur ve kendisini
haklarında: "Allah karşılığında cennet olmak üzere Mü'minlerin canlarını
ve mallarım satın almıştır" diye buyurduğu şehidlerden kılar.
Bu kişi, Allah katındaki sevaba
itibar etmiş ve Allah'ın savaş meydanından kaçanlar için vaadettiği ağır
cezadan korkmuştur. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Tekrar
savaşmak için bir tarafa çekilmek veya bir başka topluluğa katılmak maksadı
dışında, o gün arkasını düşmana dönen kimse Allah'dan bir gazaba uğramış olur.
Onun varacağı yer cehennemdir, ne kötü bir dönüştür." işte hadiste sözü
edilen kişi bunun için geri dönmüş, canını vakfetmiş ve öldürülünceye kadar savaşmıştır.
Dolayısıyla Allah ondan razı olmuş ve onu hoşnut etmiştir.
'Rabbimizin Zincirle
Cennete Götürülen Topluluğa
Hayret Etmesi' İle İlgili Hadis
193. Bu hadisi Ebu
Davud Sünen'inde C.2,s.349'da "Bağlanan Esiz"
babında rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken işittim demiştir:
Rebbizim Azze ve Celle zincirlerle
cennete götürülen topluluğa imrendi.
imrenmekle kastedilen, rıza ve bol
sevab ile karşılık verme olduğu yukarıda geçti. Bu hadiste kastedilen topluluk,
mücahidlerin savaşta esir alıp zincire vurduğu, sonra da Allah'ın kendilerine
hidayet verdiği kimseler olabilir. Onlar islâm'a girmelerinden dolayı cennete
girmeyi hakediyorlar. Onların cennete girmelerine ise esir edilip zincire
vurulmaları sebep teşkil ediyor bir bakıma. Eğer ki, esir edilmemiş olsalardı,
belki de kâfir olarak öldürüleceklerdi. En doğrusunu ise Allah bilir.
Muhammed Aleyhisselam'ın Ümmetinin
Yaptığı İyiliklere Ecirlerin Kat
Kat Verilmesi
'Yahudilerin,
Hıristiyanların Ve Müslümanların Durumu Hadisi
194. Bu hadîsi Buharî C.3, s.90'da
Kitabu'l-İcare'nin "İkindi Namazına Kadar İcare" babında rivayet
etmiştir.
îsmailu'bnu Ebî Uveys Malik'ten, o
Abdullahi'bnu Ömer'in azadlısı Abdullahi'bnu Dinar'dan, o da Abdullah lbnu Ömer
ibni Hattab Radıyallahü Anh'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Sizin, yahudilerin ve
hristiyanların misali, işçiler istihdam eden bir adamın misalidir, Adam: Kim
bana yarım gün bir kırat ücretle çalışır? diye sorar. Yahudiler sadece bir
kırata çalıştılar, Hristiyanlar birer, birar kırata çalıştılar. Sonra siz
ikindi namazından güneş batma vaktine kadar ikişer ikişer kırata
çalışıyorsunuz. Yahudiler ve hristiyanlar bu duruma kızdılar ve: Biz daha çok
çalıştık daha az alıyoruz, dediler, işin sahibi: Sizin hakkınızı vermede bir
haksızlık yaptım mı? diye sordu, onlar: "Hayır" dediler, O da:
Öyleyse bu Benim ihsammdır, dilediğime veririm, diye cevap verdi[206][36]
195. Buharı bu hadisi, C.3, s.9Q'da (metin
ve şerh: C.4,s.l33) 'İkindiden Geceye Kadar İcare" başlıklı babda şu
şekilde rivayet etmiştir:
Muhammejdu'bnu'l-Alâ Ebu Usame'den,
o Bureyd Ebu Biir-de'den, o da Ebu Musa'l-Eş'arî'den Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Müslümanların, yahudilerin ve
hristiyanların durumu, bir grubu belli bir ücretle bir gün boyu geceye kadar
çalıştırmak üzere istihdam eden adamın durumuna benzer. Bunlar yarım gün
çalışıp bize şart koştuğun ücrete ihtiyacımız yok, yaptığımız iş de boştur, diyorlar.
İşin sahibi: Yapmayın, işinizin kalan kısmını da tamamlayın ve ücretinizi
eksiksiz olarak alın, diyor. Onlar bundan kaçınıyor ve işi bırakıyorlar. Bu
sefer işin sahibi başka kimseleri istihdam ediyor. Onlara: işin kalan kimsim
tamamlayın, öncekiler için şart koştuğum ücreti size vereceğim, diyor. Onlar
çalışıyorlar, ikindi vakti olunca: Sana yaptığımız iş boşa gitsin, bize tayin
ettiğin ücret de sana kalsın, diyorlar, iş sahibi: Yapmayın, işin kalan kısmını
da tamamlayın, zaten bir günün çok az bir kısmı kaldı, diyor. Sonra da adam
günün kalan kısmında çalıştırmak üzere bir grubu istihdam ediyor. Onlar kalan
vakitte, güneş batıncaya kadar çalışıyorlar. Böylece kendilerinden Önceki her
iki grubun ücretini de hakediyorlar. işte bu, onların durumu ve onların bu
nurdan ne kadar nasibdar oldukları üzerine bir örnektir.[207][37]
Bu hadisin muhtelif rivayetleri,
kitaplarındaki hükümler neshe-dilmeden önce bu hükümlerin gereklerine göre amel
eden ve bu hal üzere ölen yahudi ve hristiy ani arın durumlarını ortaya koymaktadır.
Yahudiler, Mesih Aleyhisselam gönderilinceye kadar kitapları Tevrat'a göre amel
ettiler. Hristiyanlar da Resulullah Aleyhisselâm gönderilmeden önce belli bir
müddet kitapları İncil'e göre amel ettiler. Bütün bunlar kitaplarına göre amel
etmelerinin karşılığı olarak ecirlerini birer birer kırat alacaklardır. Muham-med
Aleyhisselâm'm gönderilmesinden sonra da ona iman edenler ise ecirlerini
ikişer ikişer kırat oarak alacaklardır. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle
buyuruyor: "İşte onlara sabretmelerinden dolayı ecirleri iki kere
verilir". Yüce Allah'ın bu ayeti: "Kendilerine daha önceden kitap
verdiklerimiz buna da inanırlar" mealindeki Ayet-i Kerimeden sonra gelen
ayetin peşinden gelmektedir.
Resulullah Aleyhisselâm kendilerine
iki ker ecir verilecek olan üç kişiden birini "kendi Peygamberine
inandıktan sonra Bana da inanan ehli kitap" diyerek belirlemiştir.
Ecirlerini bir kere alacak olanlar da kitapları nesh olunmadan önce o kitaba
inanarak gereğine göre yaşayanlardır.
Hadis-i şerif, ayrı bir kitap
getiren Peygamber Aleyhisselâm'in şeriatıyla, kendi kitaplarının nesh olduğu
zamanı yaşayan kitap ehlinin durumunu temsil etmektedir. Onlar Peygamber
Aleyhis-selâm'ı ve getirdiği kitabı inkar ettiler. Yahudiler Efendimiz İsa
Aleyhisselâm'm zamanını da gördüler. O, kendilerine incil'i getirdi. Ve: Ben
size, üzerinize daha önce haram kılınmış bazı şeyleri helal kılmak için
gönderildim, dedi. Onlar ise !sa Aleyhisselâm'ı inkâr ettiler, İncil'i de
yalanladılar, âdeta Rabb'lerine 'artık bizim Senin tayin etmiş olduğun ecre
ihtiyacımız yok' demiş oldular.
Bunun gibi Peygamberimiz Muhammed
Aleyhisselâm zamana ulaşıp da Onu ve Allah Teala katından getirmiş olduğu
Kur'an-i Kerim'i inkar eden yahudi ve hristiyanlar âdeta: 'Şimdiye kadar senin
için yapmış olduklarımız boşa gitsin, bizim için tayin etmiş olduğun ecre de
artık ihtiyacımız yok1 demiş olmaktadırlar.
Buharî geçmiş şeriatları nesneden,
bir şeriat getiren Resulullah Aleyhisselâm'ı inkar eden hristiyan ve
yahudilerin küfrüne delalet eden bu ikinci hadisi de Kitabu's-Salat'ta, İkindi
namazından bir rek'ata kavuşanın durumu1 başlıklı babda rivayet etmiştir.
Kastal-lanî bu hadisten sonra şöyle diyor;
Bu, Allah'ın hidayetini ve
gönderdiği Peygamber Aleyhissalâm'ı kabul eden Müslümanlarla, Allah'ın
kendilerine emrettiği işi yapmaktan vazgeçen hristiyan ve yahudilerin durumunu
açıklamaktadır.
Kastallanî daha önce geçen îbnu Ömer
hadisinin şerhinde de şöyle diyor: Yüce Allah yahudileri günün başından
ortasına kadar istihdam etmiş, hristiyanlan da o vakitten ikindiye kadar
istihdam etmiştir, tki hadis arasında bir farklılık göze çarpmaktadır. Birinci
hadiste bildirilen durumun bir başka dinin ortaya çıkmasından öce olduğu için,
diğer dini idrak edemeyene nisbetle olduğu ifade edilmiştir. İkinci hadiste
açıklanan durumun ise, islam dininin zamanına yetişip de ona inanmayanlara nisbetle
olduğu belirtilmiştir. Burada iki husus ortaya çıkmaktadır. Bu iki husus
hakkında bazıları özetle şunları söylemişlerdir: Ibnu Ömer Radıyallahü anh,
hadisi, özürleri sebebiyle İslâm'a imandan mahrum kalanlar hakkında
söylenmiştir, demiştir, Ebu Musa Radıyallahü Anh ise hadisi, hiçbir özrü
olmaksızın bu imanı reddedenler hakkında söylenmiştir, demiştir. (Kastallanî,
Şerhi'nden)
Peygamber
Aleyhis Selam1 İn Tevrat'ta Zikredilen Özelliği
Peygamber
Aleyhîsselam'în Tevrat'ta Geçen Sıfatı" İle İlgili Hadîs
196. Bu hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh
C.6,s.l36'da Fetih Sûresi tefsirinin "Seni Şahid, Müjdeleyici ve Korkutucu
Olarak Gönderdik" mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babında rivayet
etmiştir:
Abdülaziz ibnu Ebu Seleme İbnu
Hilal'dan, o da Atau'bnu Ye-sar'dan Abdullah ibnu Amr ibni'l-As Radıyallahü
Anh'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kur'an-ı Kerim'deki 'Ey
Peygamber Biz seni, şahid, müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik"
ayeti, Tevrat'ta şu şekilde geçmektedir. "Ey Peygamber Biz seni şâhid,
müjdeleyici, korkutucu ve ümmileri, koruyucu olarak gönderdik. Sen kulum ve
Peygamberimsin, seni mütevekkil olarak adlandırdım, katı ve şiddetli değilsin,
çarşı pazarda gürültü edenlerden değilsin, kötülüğü kötülükle karşılamazsm,
bilakis affeder ve müsamaha gösterirsin. Allah onunla ( bu Peygamberle) doğru
yoldan çıkmış bir milleti "la ilahe illallah" diyerek düzelmelerini
sağlamadan, Onun ruhunu almayacaktır. Onunla görmeyen gözleri, duymayan
kulakları, kilitlenmiş kalpleri açar[208][38]
197. Bu hadisi yine Buharı
Kitabu'l-Büyü'ün başlarında şöyle rivayet etmiştir.
Atau'bnu Yesâr'm şöyle dediği
bildirilmiştir.
"Abdullah ibnu Amr ibni'l-As'la
karşılaştım ve ona: "Bana Re-sulûllah Aleyhisselâm'ın Tevrat'ta geçen
sıfatını bildir" dedim.
O da şöyle söyledi: Evet, vallahi O,
Tevrat'ta Kur'an'da geçen bazı sıfatlarıyla vasfedilmiştir: "Ey Peygamber
Biz seni şâhid, müjdeleyici ve korkutucu olarak gönderdik..." hadîs böyle
devam ediyor.[209][39]
Atau'bnu Yesâr'ın Abdullah ibnu Amr1
dan Resulûllah Aleyhisselâm'ın Tevrat'ta geçen sıfatını sorması, Abdullah ibnu
Amr'ın Tevrat'ı okumuş olması dolayısıyladır.
Şahid: Mü'minlerin kendini tasdik
ettiğine, kâfirlerin de inkâr ettiğine kıyamette şahitlik edici,
Müjdeleyici: Mü'minleri cennetle
müjdeleyici,
Korkutucu: Kâfirleri cehennemle
korkutucu,
Ümmileri koruyucu: Çoğunluğu okuma
yazma bilmeyen Arapları koruyucu,
Allah Teala Peygamberini mütevekkil
olarak adlandırmıştır. Çünkü az bir rızka kanaat ederek Allah'a tevekkül
ederdi, Allah'ın kendini zafere kavuşturacağı hususunda güveni vardı,
sıkıntıdan sonra Allah'ın genişlik vereceğine inanarak sıkıntılara sabreder-di,
en güzel ahlâk ile ahlâklanırdı ve Allah'ın vaadinin tam olarak
gerçekleşeceğine yakînen inanırdı. İşte bu yönleriyle O, Allah'a tevekkül
etmiş ve mütevekkil olarak adlandırılmıştı.
Resulûllah Aleyhisselâm'dan
Tevrat'ta: "katı ve şiddetli değil" şeklinde sözedilmesi Kur'an-ı
Kerim'in şu ayetindeki manaya uymaktadır: "Allah'ın rahmetinden dolayı,
ey Muhammed Sen, onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba ve katı kalpli
olsaydın, şüphesiz etrafından dağılır giderlerdi." Resulûllah Aleyhisselâm'ın
yumuşaklığı Mü'minlere karşıdır. Münafıklara ve kâfirlere karşı katı olmasını
ise Allahü Teala şu ayet-i kerimesinde emretmiştir: "Ey Peygamber,
kâfirlerle ve münafıklarla savaş,onlara karşı sert davran, Onların varacakları
yer cehennemdir, orası ne kötü dönüştür."
Kotulugu kötülükle karşı 1
amazsın sözü de şu ayet-ı kerimedeki
manaya uygun düşmektedir: "Kötülüğü en iyi olan ile sav".
"Bilakis affeder ve müsamaha
gösterirsin" yani Allah'ın koyduğu haram sınırları aşılmadığı takdirde,
affeder ve müsamaha gösterirsin.
Doğru yoldan çıkmış millet
denilirken İbrahim Aleyhisselâm'm milleti kastediliyor, Onlar fetret döneminde
yani Peygamber gönderilmeyen dönemde yoldan çıktılar hükümlerin bir kısmına
ilave yaptılar, bazılarını kaldırdılar. Böylece hak dini bozarak doğru yoldan
saptılar. Onların bu durumu Resulûllah Aleyhisselâm gönderilinceye kadar devam
etti. Resulûllah Aleyhisselâm, gönderildiği zaman Arapların içine düştüğü şirk
anlayışını görüp Allah'tan başka ilâh olmadığını itiraf etmelerini sağlamak
suretiyle, tevhid anlayışını hâkim kıldı.
'Görmeyen gözler' denirken hakkı
görmeyen gözler kastediliyor.
Kastallanî diyor ki: Bu hadîste
geçen anlam ile: "Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola
döndüremezsin" mealindeki ayet-i kerime arasında bir tenakuz yoktur. Çünkü
Resulûllah Aleyhisselâm'm görmeyen gözleri açması, ona bir sebep olmasıyla
sınırlıdır. Ayette kastedilenler ise hiçbir sebepten etkilenmeyecek derecede
körleşmiş olanlardır. Kur'an-ı Kerim'de "sen doğru yola yöneltirsin,
hidayet edersin" mealindeki ayet-i kerimede geçen hidayetin, Resulûllah
Aleyhisselâm'ın hidayete sebep olması manasında olduğu bildirilmiştir. (Kastallanî
Şerhi, C-4, s. 51-52)
MUSİBETE SABRETMENİN
KARŞILIĞI"GÖZLERİ KAYBETMEYE
SABIR" ILE İlglll HADİS
198. Bu hadîsi BuharîC.V^.lie'da,
Kitabu't-Tıb'm'Gözünü Kaybedenin Fazileti" başlıklı babında rivayet
etmiştir:
Abdullah ibnu Yûsuf el-Leys'den, o
İbnu'l-Had'den, o el-Muttalib'in azadlısı Amr'den, o da Enesu'bnu Mâlik
Radıyallahü Anh'den Resûlullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet
etmiştir.
"Allahü Teala buyurdu ki,
kulumun iki sevgilisini (gözlerim) aldığımda, o sabrederse, onlara karşılık
olarak cenneti veririm.[210][40]
199. Tirmizî de, C.2, s.64'te,
"Gözlerin Gitmesi Hakkındaki Rivayetle*" başlıklı babda şu rivayete
yer vermiştir:
Enesu'bnu Mâlik Radıyallahü Anh'den
Resûlullah Aleyhis-selâm'm şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
"Allah Teala buyurur ki,
kulumun dünyada iki kıymetli varlığını (gözlerini) alırsam, bunun benim
katımdaki karşılığı ancak cennet olur.[211][41]
Ebu İsa et-Tirmizî bu hadîsin hasen,
garib olduğunu söylemiştir.
Garib hadîs ise, hadîsin senedinin
bazı yerlerinde konular çeşitlense de sadece bir ravînin bulunmasıdır. Eğer
ravîler güvenilir ve sağlam (hıfz, zabt yönünden) kusursuz kimseler iseler,
hadîsin senedindeki gariblik hadisi zayıf yapmaz.
200. Bu hadîsi Tinnizî Ebu Hureyre
Radıyallahü Anb'den merfu olarak rivayet etmiştir. Orada şöyle deniliyor:
Allah Azze ve Celle buyurur:
"Kimin iki sevgilisini
(gözlerini) aldığımda sabreder, sevabını Allah'tan beklerse, onun için
cennetten başka sevaba razı olmam.[212][42]
Bu hadîsle ilgili olarak el-Feth'de
şöyle deniliyor:
Faydalı olan sabır, belanın ilk başa
geldiği andaki sabırdır. Kişi o anda işini Allah'a havale ederek O'na teslim
olmalıdır. Eğer ilk anda sabredemez sıkılır, sonra artık her şeyden ümit
kesince sabrederse istenilen karşılığa kavuşamaz.
Hadîsi şerifte şöyle deniliyor:
"Mü'minin; yorgunluk olsun hastalık olsun, düşünce olsun, üzüntü olsun,
hatta ayağına diken batması bile olsun, her ne musibet başına gelirse, Allah
ona karşılık günahlarını bağışlar".
Musibete karşılık alınacak ecir, ona
sabretmeye, Allah'ın hükmüne razı olmaya, Allah'ın emrine teslim olmaya ve
bela karşısında sızlanma nı ay a bağlıdır.
Belayı rıza ile karşılamayanın,
Allah'ın hükmüne teslim olmayanın ise alacağı bir ecir ve sevap yoktur. Doğru
olan iman ise, Allah'a, Meleklerine, Kitaplarına, Peygamberlerine, Kıyamet
Gününe, Kadere, Hayır ve Şerrin, Acı ve Tatlı her şeyin Allah'tan geldiğine
inanmaktır. Ey Allah'ım bize halis bir iman ver, kazanı
ve
kaderini bize tatlı göster, gizli ve
açık fitnelerin kötülüğünden bizi koru. Amin.
•Allah'ın
Bir Kimsenin Evladını Alması Karşılığındaki Sevab' İle İlgili Hadis
201. Bu hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh
C.7, s.90'da Kitabu'r-Rikak'ın "Allah Rızası İçin Yapılan İş"
başlıklı babında rivayet etmiştir:
"Ya'kubu'bnu Abdurrahman
Amr'dan (Muttalib'in azadhsı Ebu Amr'in oğlu) o Saîd'den, o da Ebu Hüreyre
Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet
etmiştir.
"Allahü Teala buyurur ki,
Mü'min kulumun, dünyadaki seçkin sevgililerinden birini aldığımda, o bana
sabredip sevap beklerse, onun alacağı karşılık, cennetten başkası
değildir," 2<>ı
Kastallanî Rahmetullahi Aleyh, bu
hadisin Buharî'nin müfred-lerinden olduğunu söylemiştir. Yani hadis Sahih-i
Müslim'de geçmemektedir.
Nesâî DE,
SÜNEKİNDE 'ÜÇ ÇOCUĞU VEFAT EDEN1 BABINDA ŞU HADİSİ RİVAYET ETMİŞTİR:
202. Ebu Hureyre Radıyallahü Anlı'dan
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Herhangi iki Müslümanın,
aralarında buluğa ermemiş üç çocukları vefat ederse, Allahü Teala onlara olan
ihsan ve rahmeti ile kendilerini cennete koyar. Çocuklara: Cennete girin,
denir. Onlar: Ana babalarımız girmeden girmeyiz, derler. Bu sefer (Allahü
Teala): Siz de ana babalarınızla girin cennete, diye buyurur.[213][43]
203. İbnu Mace de, Sünen'inde
"Musibete Sabır" hakkındaki rivayetler babında iki rivayet ediyor,
biri bütün musibetler hakkında genel mana ifade ediyor, diğeri de çocuk
düşmesiyle gelen musibetin sevabıyla ilgili, Çocuğun Ölmesi halindeki musibete
sabrın sevabı daha çok olacaktır. Bu konuda CJ^249'da şöyle deniliyor:
Ebu Umame Radıyallahü Anh Resulullah
Aleyhisselâm'in
şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Şanı yüce olan Allah buyurur
ki, ey Ademoğlu, belanın ilk vurduğu anda sabreder de sevab umarsan, senin
için cennetten başka sevaba razı olmam.[214][44]
Zevaid'de Ebu Umame hadisinin
isnadının sahih, ravilerinin de güvenilir kimseler olduğu belirtilmiştir.
Çocuk
Düşmesi Musibetine Uğratılan Hakkındaki Rivayet Başlıklı Babada Da Şöyle Diyor
204. Ali Radıyallahü Anh Resülullah
Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Düşük çocuk, ana babasını
cehenneme atması halinde Rabbiyle münakaşa eder, bunun üzerine: Ey Rabbiyle
münakaşa eden düşük, ana babanı cennete koy, denilir, O da, göbek bağıyla
onları cennete sokuncaya kadar çeker.[215][45]
(göbek bağı ile kastedilen, çocuk
doğunca göbeğine bağlı olarak bulunan sonra bağlanıp düşürülan şerittir).
•Çocuğun (Ruhunun)
Alınmasındaki Sevab* Hadisi
205. Bu hadisi Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh C.l, s,190'da 'Cenazeler* babında rivayet etmiştir:
Ebu Musa el-Eş'arî Radıyallahü
Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Kulun çocuğu öldüğünde Allah;
meleklerine; Kulumun çocuğunun canını aldınız öyle mi? der. Onlar: Evet,
derler. Allahü Teala: Gönlünün meyvesini aldınız öyle mi? der. Onlar: Evet,
derler, Allahü Teala: Peki ne söyledi? diye buyurur, onlar: Sana hamdetti ve
biz Allah'tan geldik tekrar Allah'a döneceğiz, dedi, diye cevap verirler,
Allahü Teala da: Kulum için cennette bir ev bina edin ve o evi hamd eVı olarak
isimlendirin, diye buyurur."
Ebu îsa et-Tirmizî bu hadisin hasen,
garib olduğunu söylemiştir. Garib hadis ise senedin herhangi bir halkasında
ravisi tek kalan hadistir. Bu ravi güvenilir biri olduğunda hadisin zayıf olmasını
gerektirmez. Bu bakımdan Tirmizî hadise hasen demiştir. [216][46]
Hadiste bildirildiğine göre Allahü
Teala'nın meleklerine soru sorması, onları daha sonraki duruma hazırlamak içindir.
Yoksa gerçek manada soru sorup cevap istemek maksadıyla değildir. Yüce Allah
Çocuğu alınan kulu için hazırladığı ecri meleklere bildirmek suretiyle;
kullarının kendi katındaki derecesini meleklere bildirmiş olmaktadır. Melekler
Hazreti Adem'in yaratılacağı kendilerine bildirildiğinde: "Sen orada
fesat çıkaracak ve kanlar dökecek birini mi yaratacaksın?" demişlerdi.
Çocuğu alman kula cennette
hazırlanan evin "Hamd evi" olarak adlandırılmasının sebebi, musibet o
kişinin başına geldiği zaman Allah'a sığınarak "Biz Allah'tan geldik, yine
O'na döneceğiz" de-mesindendir. Bu ismin verilmesi, o eve şeref
kazandırmak için de olabilir. Kâ'be'nin Allah'ın Evi olarak adlandırılması
gibi. Yüce Allah bize boyun eğme, kendine sığınma ve hükmüne razı olma anlayışı
kazandırsın. Amin.
•Rabbine
Hamdeden Hastanın Fazileti1 İle İlgili Hadis
206. Bu hadisi, İmam Malik, Muvatta'da
C.2,s.206'da Hastanın Fazileti He İlgili Rivayetler1 babında vermiştir:
Atau'bnu Yesâr'm şöyle söylediği
rivayet edilmiştir:
• "Bir kul hastalandığında
Allah ona iki melek gönderir ve: Bakın ziyaretçilerine ne diyor? diye buyurur.
Eğer o, ziyaretçileri geldiklerinde Allah'a hamdeder, O'nu sena ederse, -Allah
onun halini daha iyi bilmekle beraber- melekler durumu Allah'a haber verirler.
Allahü Teala: Bu kulumu öldürmem halinde cennete koymayı, ona şifa vermem
halinde de, etini daha hayırlı bir ete, kanını daha hayırlı bir kana çevirmeyi
ve günahlarını örtmeyi (veya hastalığını günahlarına keffaret saymayı)
üstleniyorum, diye buyurur.[217][47]
Humma Benim
Ateşimdir, Onu Dünyada Mümin Kuluma Musallat
Ederim...1 Hadisi
207. Bu hadisi İbuu Mace Sünen'inde
C.2,s.l82'de •Humma' babında rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resu-lullak Aleyhisselâm bir gün Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'le birlikte humma ateşine tutulmuş bir hastayı ziyaret etti.
Resulullah Aleyhisselâm hastaya şöyle dedi:
"Müjdeler olsun, Allah buyurur
ki, o (yani humma) Benim ateşinidir, ahiretteki cehennem ateşinden nasibini
karşılaması için onu dünyada mü'min kuluma musallat ederim.[218][48]
208. Bu Hadisi İbnu Mace Sünen'inde
C.2,s.217'de "Kur'an'm Sevabı1 babında rivayet etmiştir:
Ebu
Saîd el-Hudrt Radıyallahü Anh,
Resulullak Aleyhis-selâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir:
"Kur'an sahibine (Kur'an-i
Kerim'in tamamını veya bir kısmını ezbere bilene) cennete girdiği zaman: Oku ve
yüksel, denir. O da okur ve her okuduğu ayetle derecesi yükselir, tâki,
ezberindeki son ayeti okuyuncaya kadar [219][49] ,
•Kişinin, Çocuğunun
Kendisi İçin Bağışlama
Dilemesiyle Cennetteki Derecesi
Yükselir" Hadisi
209. Bu hadisi İbnu Mace Sünen'inde
C.2,s.203'te "Ana Babaya İyilik' babında rivayet etmiştin
Ebu Hurayre Radıyallahü Anh'ın
Resulullah Aleyhisselâm'dan rivayetine göre:
"Bir kıntar onikibin ukiyyedir.
Her bir ukiyye göklerle yer arasında olanlardan hayırlıdır. Resulullah
Aleyhisselâm buyurdu ki, Kişinin cennette derecesi yükseltilir, o da: bu
nereden geldi? diye sorar. "Çocuğunun senin için bağışlama
dilemesinden" denilir[220][50]
•Peygamberi
Isıran Karınca' Île İlgili Hadis
210. Sahih-i Buharı, C.4,s.62'den
Yahya'bnu Bukeyr'in Leys'ten, onun
Yunus'tan, onun lbnu Şihab'dan, onun da Saîdu'bnu'l-Museyyeb ve Ebu Seleme'den
rivayetine göre ebu Hureyre Radıyallahü Anh Resulullah Aleyhis-selâm'ı şöyle
söylerken işittim demiştir:
"Bir karınca Peygamberlerden
bir Peygamberi ısırdı. O da emretti, karıncaların köyü yakıldı, Allahü Teala
şöyle vahyetti: Seni bir karınca ısırdı, sen de Allah'ı teşbih eden bir
topluluğu yaktın[221][51]
Sahih-i Tirmizî'de hadiste sözü
edilen Peygamberin Musa Aley-hisselam olduğu bildiriliyor.
Bu hadisle zararlı hayvanların
yakılmasının caiz olduğuna delil getirilmiştir. Çünkü geçmiş şeriatlarda
geçerli olan bir hüküm, kaldırıldığına dair bir nass bulunmadıkça bizim
şeriatımızda da geçerlidir. Ancak bizim şeriatımızda ateş ile azab etmenin
yasak olduğuna dair nass varid olmuştur.Sadece belli şartlara bağlı olarak,
yalnızca kısasta bu azab uygulanabilir. Aynı şekilde karıncanın öldürülmesi
de, bir çok imama göre, bizim şeriatımızda caiz değildir.
Çünkü İbnu Abbas Radıyallahü Anh'den
rivayet edilen bir hadise göre, Resulullah Aleyhisselâm karıncanın
öldürülmesini yasaklamıştır.
Hadiste Geçen hâdisenin bir başka
hikayesi de rivayet edilmiştir, bu rivayete göre söz konusu Peygamber,
Allah'ın ahalisini günahlarından dolayı helak ettiği bir beldeden geçti, duruma
hayret etti ve: "Ey Rabbim, içlerinde günah işlememiş olan çocuklar ve
hayvanlar da bulunuyordu", dedi. Sonra bir ağacın altında dinlenmek üzere
yüklerini indirdi. Sonra hâdise yukarıda geçtiği şekilde devam ediyor.
Kastallanî bunu yazdıktan sonra şöyle diyor:
Sonuç olarak anlaşıldığına göre,
Allah'ın azabı umumîdir. Ancak itaat edenler için bu, rahmet olur, onları
temizler, isyan eden için de bela ve intikam olur. (Kastallanî Şerhi'nden
özetle)
21L Hadisi, Buharî, C.4,sJ29'da
'Canlılardan Beşinin Haremde Öldürülmesi' babında da rivayet etmiştir:
İsmail ibnu Ebu Uveys Malik'ten, o
Ebu'z-Zenad'dan, o el-A'rec'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Peygamberlerden bir Peygamber
bir ağacın altında oturdu, (yolculuk esnasında oraya uğrayıp dinlendi). Bu
sırada bir karınca onu ısırdı. Emir verdi eşyaları ağacın altından çıkarıldı.
Sonra karıncanın yuvası yakıldı. Allahü Teala'da: Seni ısıran karınca bir tane
değil miydi? diye vahyetti.[222][52]
212. Müslim de, C.9,s.89'da
"Karıncayı Öldürmeden Ne-hiy" babında şöyle rivayet etmiştir:
Muhammed ibnu Rafı' Abdurrezzak'tan,
o Ma'mer'den, o Hem-mam ibnu Münebbih'ten, o da Ebu Hureyre Radıyallahil
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivaye etmiştir:
"Peygamberlerden bir Peygamber
Aleyhisselâm, bir ağacın altında dinlenmeye kaldı, bu sırada bir karınca onu
ısırdı, emirverdi, eşyaları ağacın altından alındı sonra o (ağaç) ateşe verilip
yakıldı. Allahü Teala da: Seni ısıran bir tek karınca değil miydi? diye
vahyetti". [223][53]
213. Bu hadisi Müslim de, Buharî'nin
daha önce geçen iki rivayetindeki lafızlara benzer lafızlarla rivayet etmiştir.
Ancak o rivayetlerinden birinde şu ifadeye yer vermiştir:
(Alahü Teala şöyle vahyetti):
"Seni bir karıncanın ısırmasına
karşılık teşbihte bulunan topluluklardan bir topluluğu yok ettin mi?[224][54]
214. Hadisi, Nesâî de, Sünen'inde
C.7,s.210'da 'Karıncanın öldürülmesi' babında rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
Resulullah Aleyhisselâm'dan rivayetine göre bir karınca Peygamberlerden bir
Peygamberi ısırdı. O da emir verdi karıncalar köyü. olduğu gibi yakıldı. Allahü
Teala da:
"Seni bir karıncanın ısırmasına
karşılık teşbih eden topluluklardan bir topluluğu yok ettin, diye vahyetti.[225][55]
215. Ebu Davud da Sünen'inde
C.4,s.273'te (Zerkânî'nin Muvatta hamişine göre), "Küçük Karıncanın
Öldürülmesi" babında rivayet ediyor ve şöyle diyor:
Ebu Hureyre Radıyallahil Anh'den
rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Peygamberlerden bir Peygamber
bir ağacın altına eşyalarını indirip dinlenmeye kaldı, o sırda bir karınca
kendisini ısırdı. O da emretti, eşyaları ağacın altından alındı, sonra emretti
o (ağaç) yakıldı. Allahü Teala bunun üzerine: Seni ısıran karınca bir tane
değil miydi? diye vahyetti.[226][56]
216. Ebu Davud, bu hadisin başka bir
rivayetini de vermiştir. O rivayet, Ebu Hureyre RadıyallahÜ Anh'den gelmekte
ve Nesâî'nin rivayetine yalandır. Farklı olarak orada şu irade vardır:
"Peygamberlerden bir Peygamberi
karınca ısırdı, O da emir verdi karıncalar köyü tümülye yakıldı. Allahü Teala
da ona: Seni bir karıncanın ısırmasına karşılık teşbih eden topluluklardan bir
topluluğu yok ettin Öyle mi? diye vahyetti.[227][57]
Nevevî'nin Müslim Şerhi'nden:
İmam Nevevî şöyle diyor: Âlimler
derler ki, bu hadisin manasından anlaşıldığına göre; sözü edilen Peygamberin
şeriatında karıncanın öldürülmesi yasak değildi. Yine ateşle azab etmek de
caizdi. Bu yüzden Allahü Teala Onu, karıncayı öldürdüğü veya ateşle yaktığı
için değil de, kendini ısıran bir karıncanın dışındakileri de Öldürmesinden
dolayı azarlanııştır. Bizim şeriatımızda ise, birisini ateşte yakan için
uygulanacak kısas cezası dışında ateşle azab yasaktır. Karıncanın öldürülüp
Öldürülmeyeceği hakkında ise imamlar arasında farklı görüşler vardır.
Ateşle azab etmenin yasak olduğu şu
meşhur hadiste bildirilmiştir: "Ateş ile ancak Allahü Teala azab
eder":
imamlar, Ibnu Abbas Radıyallahü
Anh'm rivayet ettiği hadis gereğince şu dört hayvanı öldürmenin caiz olmadığına
hükmetmişlerdir: Karınca, arı, hüdhüd (çavuş kuşu), göçeğen kuşu. Bu konudaki
hadisi Ebu Davud; Buharı ve Müslim'in şartına göre sahîh olan senetle rivayet
etmiştir. (Nevevî'den).
Kastallani de şöyle diyor:
el-Hattabî yasağın büyük karıncaya has olduğunu küçük karıncayı öldürmenin ise
caiz olduğunu bildirmiştir. İmam Malik Rahmetullahi Aleyh, karıncayı öldürmeyi
mekruh görürdü. Ancak zararlı olan ve Öldürülmedikçe zararı savılamayan
karıncalar bundan müstesnadır.
ed-Dumeyri de, "Seni ısıran bir
tek karınca değil miydi?" ifadesinin zararlı hayvanları Öldürmenin caiz
olduğuna delalet ettiğini söylemiştir. Bir hayvanın, kendisinden sağlanacak
fayda veya ondan gelen bir zararın savılması için Öldürülmesinde ilim adamları
bir beis görmemişlerdir. (Kastallanî'den, C.5,s.314).
Peygamber Aleyhisselam'ın Ümmetine
Olan Şefkati Ve Onlar İçin Duası
'Peygamber
Aleyhîsselamın Ümmetine Duası Ve
Onlara Olan Şefkati Dolayısıyla Ağlaması1 İle Îlgîll
Hadls.
218. Bu hadisi Müslim, Sahihinde,
O.2,s.l79 da (Kastalla-ni'nin Hamişine göre), 'Kitabu'l-İman'da rivayet etmektedir:
Yunusu'bnu Abdu'l-A'la es-Sadafi
îbnu Veheb'den, o Amru'bnu'l-Haris'ten, o Bekri'bnu Sevade'den, o
Abdurrahman-i'bni Cubeyr'den, o da Abdullah ibnu Amr ibni'l-As'tan rivayet
etmiştir ki, Resulullah Aleyhiselam, Allahü Teala'nın Hazreti İbrahim
Aleyhisselâm hakkındaki şu ayetlerini okudu:
"Ey Rabbim o (putlar)
insanların çoğunun sapık yola girmelerine sebeptir, kim Benim yoluma girerse o
Bendendir..". îsa Aleyhisselam da şöyle söyledi:."Eğer onlara azab
edersen onlar senin kullarındır, eğer kendilerini bağışlarsan Sen izzet ve
hikmet sahibisin. Resulullah Aleyhisselâm de ellerini kaldırdı: Ey AUahım!
Ümmetim, Ümmetim... dedi ve ağladı. Allahü Teala: Ey Cibril, Muhammed'e git
-Rabbin daha iyi bilmekle beraber- ona sor, kendisini ağlatan neymiş, diye
buyurdu. Cibril Aleyhisselâm Peygamber Aleyhisselâma geldi. Ona durumu sordu.
Cibril, Resulullah Aley-hiselâm'ın söylediğini -Allah daha iyi bilmekle
beraber- O'na bildirdi. Allahü Teala da şöyle buyurdu:
Ey Cibril, Muhammed'e git ve ona:
'Ümmetin hakkında seni memnun edeceğiz ve üzüntüye sokmayacağız' de.[228][58]
Nevevî bu hadîsin çeşitli anlamlar,
faideler ihtiva ettiğini bildirmiştir. Hadîs, Resulullah Aleyhisselâm'm,
Ümmetine ne kadar acıdığını ve onların sonlarının hayırlı olmasını ne kadar çok
istediğini bildiriyor. Ayrıca hadîsten anlaşıldığına göre duada iki eli
yukarıya doğru kaldırmak müstehabdır. Çünkü Peygamber Aley-hisselâm öyle
yapmıştır. Bu hadiste, aynı zamanda Muhammed Aleyhisselâm Ümmeti için büyük bir
müjde vardır. Yüce Allah, Peygamberine vaadettiğinin bir gereği olarak,
Ümmetinin şerefini yüceltmiştir. Yüce Allah'ın Peygamber Aleyhisselâm'a:
"Ümmetin hakkında Seni memnun edeceğiz ve üzüntüye sokmayacağız"
diye buyurduğunu bildirmesi itibariyle bu hadîs, Muhammed Ümmetine ümid verici
hadislerin başında gelir.
Bu hadîs aynı zamanda Peygamber
Aleyhisselâm'm Allah katındaki mevkisinin ne derece üstün olduğunu ve Allahü
Tea-la'nın Ona olan lütfunun ne kadar büyük olduğunu bildiriyor. Cibril
Aleyhisselâm'ın gönderilmesindeki hikmet ise Peygamber Aleyhisselatü ve
Sellem'in şerefini açığa çıkarmak, Onun Rabbi katında en yüksek mevkide
olduğunu bildirmektir. Yüce Allah, Onun razı olmasını istiyor ve razı oluncaya
kadar kendisine ihsanda bulunuyor. Yani bu, 'mele-i a'la'nın şahitliği ile
olmaktadır. Cibril Aleyhisselâm mele-i a'la'yı bu durumdan haberdar ediyor. En
doğrusunu ise ancak Allah bilir.
Bu hadîs: "Rabbin Sana verecek,
Sen de razı olacaksın" mealindeki ayet-i kerimeye uymaktadır.
"Seni üzmeyeceğiz"
sözünün, Ümmetin hakkında Seni üzmeyeceğiz, manasında olduğu belirtilmiştir.
Çünkü rıza, Ümmetinden bazılarının affedilmesi ile tahakkuk eder, bu durumda,
kalanlar cehenneme .girebilir. "Seni memnun edeceğiz" yani Ümmetini
bağışlamak.suretiyle memnun edeceğiz ve Ümmetinin hepsini cehennemden
'kurtarmak suretiyle de Seni üzüntüden beri kılacağız.
Ey Allah'ım bir Peygamberin Ümmetini
en güzel şekilde nasıl mükafatlandırırsan bizi de Peygamberimizin Ümmeti olarak
öylece mükâfatlandır.
Ey Rabbimiz, bizi Peygamber
Aleyhisselâm'ın şeriatına tam olarak uyanlardan, Onun hidayetine ve sünnetine
yapışanlardan eyle. Bizi Peygamberler, sıddıklar, şehidler, salihler topluluğu
ile birlikte haşreyle. Bunlar pek güzel refiklerdir. Alemlerin Rabbi olan
Allah'a hamdolsun. Amin (Nevevî Şerhi)
"Allah
Benim İçin Yeryüzünü Dürdü, Ben De Doğusunu Batısını Gördüm" Hadisi
219. Bu hadîsi, İmam Müslim,
Kastallanî'nin hamişine göre C.10,s.340 ve sonrasında Kitabu'l-Fiten'den
rivayet
etmiştir:
Ebu Rebii'l-Ateki ile Kuteybetu'bnu
Sa'îd (hadisin lafzı Ku-teybe'ye aittir), Hammad'dan, o Eyyûb'dan, o Ebu
Kulabe'den, o Ebu Esma'dan, o da Seuban'dan, Resulullah Aleyhisselûm'ın şöyle
söylediğini rivayet etmişlerdir:
"Allah Benim için yeryüzünü
dürdü, ben de doğusunu batısını gördüm, Ümmetimin mülkü yeryüzünün benim için
dürülen mesafelerinde kadar ulaşacaktır. Bana iki hazine verildi: biri
kırmızı, biri beyaz, Ben Rabbimden, Ümmetimi umumî kıtlıkla helak etmemesini,
kendi dışlarından onların cemaatlerini darmadağın edecek düşmanı üzerlerine
musallat etmemesini diledim. Rabbim şöyle cevap verdi: Ey Muhammed, Ben bir
hüküm verdiğimde o geri çevrilmez. Ben senin için, Ümmetini genel kıtlık ile
helak etmeyeceğimi ve kendi dışlarından onların cemaatlerini dağıtacak bir
düşmanı üzerlerine musallat etmeyeceğimi bildiriyorum. Müslümanlar birbirlerini
Öldürmeye, birbirlerini esir etmeye kalkışmadıkları sürece bütün çevrenin
düşmanları biraraya gelseler onlara zarar veremezler.[229][59]
220. Mümlim'in ikinci bir rivayetinde de
şöyle deniliyor:
"Zuheyru'bnu Harb, İshaku'bnu
İbrahim, Muhammedu'bnu Müsenna ve îbnu Hişam Muazu'bnu Hişam'dan, o babasından,
o Katade'den, o Ebu Kulabe'den, o Ebu Esma er-Rahabî'den o da Sev-ban'dan
Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdin
Allahü Teala benim için yeryüzünü
dürüp doğusu ile batısını yaklaştırdı. Ve bana iki hazine verdi: Kırmızı ve
beyaz" (Ravi sonra yukarıda geçen Eyyûb'un Ebu Kulabe'den rivayet ettiği
hadisin aynısını rivayet etmiştir). [230][60]
22L Müslim'in üçüncü bir rivayetinde de
şöyle deniliyor;
"Ebu Bekr ibnu Şeybe Abdullah
ibnu Numeyr'den rivayette bulunmuştur, Yine ibnu Numeyr bizzat bize
babasından, o Osman ibnu Hâkim'den, o Amiru'bnu Saa'd'dan, o da babasından
şöyle rivayet etmiştir:
"Bir gün Resulullah
Aleyhisselâm, el-Âliye'den geldi, Bent Mu-aviye camisinin önünden geçerken
içeri girdi ve iki rek'at namaz kıldı, biz de onunla birlikte namaz kıldık.
Resulullah Aleyhisselâm Rabbine uzunca dua etti, sonra bize yöneldi ve şöyle
buyurdu: Rab-bimden üç şey istedim, birisini vermedi. Rabbimden ümmetimi
kıtlıkla helak etmemesini istedim, bu istediğimi verdi, ümmetimi boğulmak
suretiyle helak etmemesini istedim, bu istediğimi de verdi. O'ndan bir de
Ümmetimin musibetini kendi aralarındaki çekişmelerden vermemesini istedim bunu
kabul etmedi.[231][61]
222. Bu hadisi İbnu Mace de, Sünen'inde
C.2,s.242'de 'Ne Gibi Fitnelerin Olacağı" ile ilgili babda rivayet
etmiştir. Oradaki rivayetin lafzı Müslim'inkinden farklıdır. O rivayet
şöyledir:
"Resulullah Aleyhisselâm'm
azadlısı Sevban Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah
Aleyhisselâm şöyle
'Yeryüzü benim için dürüldü de, doğu
tarafları ile batı taraflarım gördüm. Bana aynı zamanda iki hazine verildi:
Sarı (veya kırmızı), beyaz, (yani altın, gümüş). Bana: Senin mülkün, senin için
dürülen yerlere kadar ulaşacaktır, denildi. Ben Allah Azze ve Celle'den üç şey
istedim: Ümmetimi açlık felaketine uğratarak hepsini birden öldürmemesini, onları
fırkalara ayırarak birinin hıncını diğerine tattırmamasını. Bana: Ben bir hüküm
verdiğimde o geri çevrilmez, Ben senin Ümmetini açlık felaketine uğratarak
onları bu felaketle Öldürmeyeceğim.............................................
Ümmetimin içinde kılıç kaldırılırsa
bu kıyamete kadar sallanmaya devam edecektir. Ümmetimin hakkında
korktuklarımdan biri sapık yöneticilerdir. Ümmetimden bazı topluluklar putlara
tapacaktır. Yine Ümmetimden bazı topluluklar müşriklere katılacaklar.
Kıyametten önce otuza yakın yalancı deccal ortaya çıkacaktır, bunların hepsi
kendilerinin Peygamber olduğunu zannedecek, Ümmetimden bir topluluk da daima
hak üzere muzaffer olacaklardır. Allah'ın emri gelinceye kadar kendilerine
muhalefet edenlerin onlara bir zararı dokunmayacaktır." [232][62]
223. Nesâî de Sünen'inde bu hadise yakın
bir hadis rivayet etmiştir. Onu "Gecenin İhyası" babında vermiştir.
Şöyle diyar:
Abdullahi'bnü Habbabi'bni Eret'in
Resulullah Aleyhisselâm'la birlikte Bedir savaşına katılmış olan babası
Habbab'dan rivayetine göre, Habbab bir gece boyunca Resulullah Aleyhisselâm'ı
gözetlemişti, sabah vakti olunca Resulullah Aleyhisselâm namazından selâm
verdiğinde Habbab yanma vardı:
"Ey Allah'ın Resulü, anam babam
sana feda olsun, bu gece bir namaz kıldın, daha önce öyle bir namaz kıldığını
görmemiştim, dedi. Resulullah Aleyhisselâm: Evet, o korku ve rağbet namazıdır,
o namazda Rabbimden üç şey istedim, ikisini Rabbim bana verdi, birini vermedi.
Rabbim Azze ve Celle'den: "Bizi daha önceki Ümmetleri helak ettiği gibi helak
etmemesini istedim, bu istediğimi kabul etti, Rabbim Azze ve Celle'den
dışımızdan bir düşmanı bize karşı üstün kılmamasını istedim, bu isteğimi de
kabul etti. Rabbimden sizi fırkalara ayırmamasını istedim, bunu kabul etmedi[233][63]
Bu hadis Peygamber Aleyhisselâm'm
mucizelerinden biridir. Çünkü Peygamberimizin bahsini ettiği
yerlere islam ulaşmıştır.
Alimler, hadiste geçen kırmızı ve
beyaz hazinenin, altın ve gümüş olduğunu söylemişlerdir. Kastedilen ise Irak ve
Şam diyarının kralları olan Kisra ve Kayser'in hazineleridir.
Bu hadiste islam Ümmetinin
topraklarının çoğunlukla doğu ve batı tarafına doğru genişleyeceğine işaret
vardır. Güney ve kuzey taraflarına doğru genişlemenin ise bunun kadar
olmayacağı anlaşılıyor. Böyle de olmuştur. Kendi hevasından konuşmayan doğru
sözlü Peygamber'e Salat ve Selam olsun. "Onun konuştukları bir vahye
dayanmaktadır".
Yüce Allah Peygamber Aleyhisselâm'a
Ümmetini genel kıtlık ile helak etmeyeceğini bildiriyor. Yani Ümmetin tamamını
helak eden bir kıtlık vermez. Kıtlık olunca belli bir kesimi kaplar. Bu husus
Ibnu Mace'nin rivayetinde tefsir ediliyor. Orada: "Ben, Ümmetini helak
edecek bir açlık felaketini onlara musallat etmeyeceğim" diye
buyuruluyor.
Resulullah Aleyhissalâm'ın, Ümmetinin
kendi içinden bir fitneye manız bırakılmaması, yolundaki isteğini Yüce Allah
bir ilahi hikmeti dolayısıyla kabul etmemiştir. Allahü Teala'mn bütün fiilleri,
hükümleri, kaderi tümüyle hikmettir.
Ibnu Mace'nin rivayet ettiği bir
hadiste geçen, saptırıcı Önderlerin çıkmasına,
putlara tapılmasma, bazı kabilelerin müşriklere katılmasına ve herbiri
kendini Peygamber zanneden otuz kadar deccalin çıkmasına dâir fitneler hakkında
Kastallanî şöyle diyor: Hadiste bildirilenler ortaya çıkmıştır. Peygamber
Aleyhis-selâin'dan sonra Peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkanları ve bunlara
uyan toplulukları sayarsak belirtilen sayıyı bulur. Bu deccal-larla büyük
deccal arasındaki fark ise, bunların Peygamberlik iddia etmeleri, büyük
deccalin ise ilahhk iddia etmesidir. Saptırmada ve Batıl yola çağırmada ise
hepsi aynıdır. Yüce Allah bizi bütün fitnelerden korusun. Amin. (Nevevi Şerhi,
Kastal-lanî'nin hamişine göre, C.Î0,s.34Ö)
Allah'ın
Rahmetinin Gadabını Aştığına Dair Ve Allah'ın Günahkarların Tevbelerin< Kabul Etmesine Dair Rivayetler
"Rahmetim
Gadabımı Aşıyor" Hasîsl
224. Bu hadisi Buharı, CStsA50fde
(Kastallanî'nin hamişine göre: C.10,s.38l), Kitabu't-Tevhid'in "Allah
Sizi Kendi Nefsinden Sakındırmaktadır" mealindeki ayet-i Kerime ile ilgili
babında rivayet etmiştir:
Abdan Ebu Hamza'dan, o el-A'meş'ten,
o Ebu Salih'ten, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah yaratıkları yarattığında
nefsi hakkında hükmetmiş olmakla kitabına da "rahmetim gadabımı
aşıyor" diye yazdı ki, bu arşa yazılmış vaziyettedir.[234][64]
225. Bu hadisi Bahrî, Kitabu't-Tevhid'ia
başka bir yerinde de rivayet etmiştir. Oradaki rivayet şöyledir:
(Resulullah Aleyhisselâm) buyurdu
ki:
"Allah yaratıkları yaratmaya
hüküm verince kendi katında arşının üzerine: "Rahmetim gadabımı aştı"
diye yazdı.[235][65]
226.Buharî bu hadisi, Kastallanî'ye göre
C.5»s.25i'de "Kitabu Bedul-Halk"da da rivayet etmiştir:
Oradaki rivayet de yine Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'dendir; şöyle deniliyor:
"Rahmetim gadabımı
aşmıştır". Orada da "Allah yaratıkları yaratmaya hükmedince"
deniliyor. [236][66]
227. Bu hadisi Müslim de,
Kitabu't-Tevbe'nin "Allah'ın Rahmetinin Genişliği" başlıklı babında
rivayet etmiştir. Nesâî ise Kitabu'n-Nuût'ta rivayet etmiştir. Kastallanî bu
hadisi Tirmizî'nin de şu lafızla rivayet ettiğini söylüyor;
"Allahü Teala nefsi hakkında şu
hükmü verdi: Rahmetim gada-bımı aşar[237][67]
Tirmizî bu hadisin hasen, sahih,
garib olduğunu söylüyor
. 228. İbnu Mace de bu hadisi şu lafızla
rivayet ediyor:
"Rabbiniz yaratıkları
yaratmadan önce kendi eliyle nefsi hakkında şu hükmü "Rahmetim gadabımı
aştı" hükmünü yazdı.[238][68]
Bu şerh» Kas tali anî'nin şerhinden
Kitabu't-Tevhid, CIO, s.381 den alınmıştır.
Hadiste Yüce Allah'ın "yazması"
ile, kaleme, sözkonusu şeyi yazmayı emretmesi kastedilmektedir.
"Arşa yazılmış
vaziyettedir" yani, diğer yaratıklara gizli ve kapalı vaziyettedir.
Yaratıkların idrakinden de yücedir.
Allahü Teala mekandan münezzehtir.
Allah'ın bir şeyi yazması (yani yazmakla emretmesi) de onu unutmamak için
değildir. Yüce Allah, unutma sıfatından münezzehtir. Yüce Allah'ın yaratıkları
yaratışının başlangıcında arş üzerine bunu yazması, o sözün yüceliğine işaret
içindir. Çünkü Levh-i Mahfuz arşın altındadır. Söz konusu hükümle ilgili yazı
ise arşın üzerine yazılmıştır. Belki de bundaki sır şudur: Levh-i Mahfuz'un
altındakiler sebepler ve müsebbebler âlemidir, Levh-i Mahfuz da, bunlarla
ilgili açıklamaları ihtiva etmektedir. Arşın üzerine yazılan yazı da Yüce Allah'ın:
"Rahmetim gadabımı aştı" sözünü ihtiva etmektedir. Ga-dabla
kastedilen, gadabın gereği olan azab ve cezalandırmadır. Yani kendilerine gadab
olunana azabın ulaştırılmasıdır. Çünkü bir şeyin birşeyi geçmesi ve ona galib
olması onun taalluk ettiği şeyle ilgilidir. Yani rahmetin bir şeye taalluk
etmesi, ona gadabın taalluk etmesinden önce gelir. Çünkü rahmet Yüce Allah'ın
mukaddes zatının gereğidir. Gadab ise sonradan yaratılan kulun işlediği bir
amel neticesinde kendini gösterir.
Kastallanî kitabu Bedu'l-Halk'da
et-Turbiştî'nin şu açıklamasına da yer yermektedir: "Yüce Allah'ın
rahmetinin gadabını aşması, insanların rahmetten nasiblerinin gadabdan
nasiblerin-den daha çok olduğuna delalet etmektedir. Aynı zamanda rahmet
onların bir kazana olmaksızın da kendilerine ulaşır. Gadab ise ancak kendi
kazançları neticesinde kendilerine ulaşır. Görmüyor musun ki, rahmet ana
rahminde, bebeklik devresinde, ufak çocukluk döneminde, gelişme çağında,
kendisinin Allah'a itaat cinsinden bir kazancı olmaksızın İnsanı kuşatır. Gadab
ise, insanın hakkı olarak, bazı muhalif işler işlemesi neticesinde ancak
insana ulaşır."
el-Mesabih'te de şöyle deniliyor:
Gadab birini cezalandırmayı irade etmektir, rahmet ise birini sevabiandırmayı
irade etmektir. Sıfatlar birbirine üstün gelmekle vasıflandırılamaz, birinin
diğerini geçmesi de sözkonusu değildir. Ancak bu ifadede istiare yoluyla
rahmetin gadabı geçtiği bildirilmiştir.
Rahmetin ve gadabın zati sıfatlardan
değil de, fiili sıfatlardan sayılmasında da bir mahzur yoktur. Rahmetten kasıt
sevab ve ihsandır, gadabdan kasıt intikam ve cezalandırmadır. Buradaki
üstünlük de, tahakkuk yönündendir. Yani Allah'ın rahmetinin tahakkuku
gadabının tahakkukundan daha çok olmaktadır.
et-Tayyibî de Yüce Allah'ın:
"Rabbiniz kendi nefsi için rahmet yazmıştır" sözünü açıklarken şöyle
diyor: Yani kullarına rahmet edeceğini bir vaad olarak bildirmiş, bunu gerekli
kılmıştır.
"BİR
KUL GÜNAH İŞLER
SONRA Trabbim GÜNAH İŞLEDİM1 DER" HADİSİ
229. Bu hadisi Buharı, C.9,s.l45'te
Kitabu't-Tevhid'in "Allah'ın
Kelamını Değiştirmek
İstiyorlar" mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babında rivayet etmiştir.
Şöyle diyor:
Ahmedu'bnu îshak Amru'bnu Asım'dan,
o Hemmam'dan, o îshaku'bnu Abdullah'tan, o Abdurrahmani'bnu Ebi Amra'dan, o da
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Bir kul günah işledi, "Ey
Rabbim bir günah işledim, beni bağışla, dedi, Rabbi: Kulum bağışlayan ve hasaba
çeken bir Rabbi-nin olduğunu bildi mi? Kulumu bağışladım, buyurdu. Sonra o kimse
Allah'ın dilediğince bir süre vakit geçirdi, sonra tekrar bir günah işledi: Ey
Rabbim, yine bir günah işledim, beni bağışla, dedi. Rabbi: Kulum günahı
bağışlayan ve hasaba çeken bir Rabbi-nin olduğunu bildi mi? Kulumu bağışladım,
diye buyurdu. Sonra o kişi Allah'ın dilediğince bir süre daha vakit geçirdi.
Sonra yine günah işledi bunun üzerine de, Ey Rabbim yine günah işledim beni
bağışla, dedi. Rabbi: Kulum günahı bağışlayan ve ondan dolayı hesaba çeken bir
Rabbinin olduğunu bildi mi? Kulumun üç günahını da bağışladım, dilediğini
yapsın, diye buyurdu[239][69]
230. Bu hadisi Müslim Sahih'inde,
Kastallanî'nin hamişine göre C.10,s.l88'de "Allah'ın Rahmetinin Genişliği
ve Rahmetinin Gadabını Aşması" başlıklı babda rivayet etmiştir:
Orada Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'e
ulaşan senedle Resulul-lah Ateyhisselâm'ın Rabbinden rivayetle şöyle söylediği
bildiriliyor:
"Bir kul bir günah işledi,:
"Ey Allah'ım günahımı bağışla" dedi. Allah Tebareke ve Teala: Kulum
günah işledi, günahını bağışlayan ve ondan dolayı hesaba çeken bir Rabbinin
olduğunu da bildi, diye buyurur. Sonra adam yine döndü bir günah daha işledi,
bunun üzerine de: Ey Rabbim, günahımı bağışla, dedi. Allah Tebareke ve Teala:
Kulum bir günah işledi, ve de günahı bağışlayan ve ondan dolayı hesaba çeken bir
Rabbinin bulunduğunu bildi, diye buyurdu. Kul sonra yine döndü ve bir günah
işledi bunun ardından da: Ey Rabbim, günahımı bağışla, dedi. Allah Tebareke ve
Teala: Kulum bir günah işledi, aynı zamanda günahını bağışlayan ve günahtan
dolayı hesaba çeken bir Rabbinin olduğunu da bildi, istediğini yap, seni
bağışladım, diye buyurdu." 23°
Ravilerden Abdu'1-A'la der ki:
"Dilediğini yap, diye üçüncüde mi?
yoksa dördüncüde mi? dediğini tam
hatırlayamıyorum."
Ebu'l-Abbas, el-Mufhim'de diyor ki:
Bu hadis istiğfarın faydasının büyüklüğüne, Allahü Teala'nın fazlının
çokluğuna ve rahmetinin, lütfunun, ihsanının genişliğine delalet etmektedir.
Ancak bu istiğfar, manası kalbde yer eden istiğfardır. Bu mana dilden
dökülürken ısrar düğümünü çözme ve pişmanlığa vesile olma durumunda olmalıdır.
Aşağıdaki hadis da buna delildir:
"Sizin hayırlılarınız günah
işleyip de tevbe edeninizdir". Yani günah işlediğinde hemen tevbe
edenlerdir.
Bu, diliyle "Allah'tan
bağışlama diliyorum" deyip de kalben yine aynı günahta ısrarlı olmak
değildir. Böyle bir istiğfar ayrı bir istiğfarı gerektirir.
Ibnu Ebu'd-Dunya, Ibnu Abbas
Radıyallahü Anh'den merfu olarak şöyle bir hadis rivayet ediyor:
"Günahından dolayı tevbe eden, hiç günah işlememiş gibidir. Günahta ısrar
edip de Allah'tan bağışlanma dileyen ise Rabbiyle alay etmiş gibidir".
Ancak bildirildiğine göre "günahta ısrar ..." kısmı mevkuftur, yani
merfu ve mevcut değildir.
îbnu Battal bu hadisin açıklamasında
şöyle diyor: Günahta ısrar edenin durumu, Allah'ın iradesine kalmıştır. Dilerse
azab eder, dilerse iyiliklerinin çokluğuna bakarak bağışlar, iyiliklerinin
çokluğu ise kendine azab edecek veya kendini bağışlayacak Yaratıcı bir
Rabbinin olduğuna inanmasıdır. Günahta ısrarla beraber Rabbinden bağışlanma
dilemesi böyle bir inancının olduğuna delil teşkil eder
Yüce allah'ın: "Kim bir
iyilikle gelirse ona on kat karşılık verilir" diye buyurması da buna
delil teşkil eder. Tevhidden daha büyük bir İyilik ise, asla olamaz
Eğer denirse ki, kişinin Allah'tan
bağışlanma dilemesi, Allah'a tevbe etmesi demektir, deriz ki: Allah'tan
bağışlanma dilemek sadece bağış talebinden ibarettir. Bu günahına ısrar edenin
de, günahından tevbe edenin de yapabileceği bir şeydir. Hadiste, Allah'tan
bağışlanma dileyenin, günahına tevbe etmiş sayılacağına delalet etmemektedir.
Çünkü tevbenin sınırı günahtan dönmek ve bir daha o günaha dönmemeye
azmetmektir. Sadece bağışlanma dilemekten, bu mana çıkmaz.
es-Subkî, el-Halebiyyat adlı
kitabında şöyle diyor: 'istiğfar dille veya kalble yahut her ikisi ile birlikte
bağışlanma dilemektir. Birincisinde bir fayda vardır, çünkü böylesi susmaktan
yani hiçbir şey istememekten hayırlıdır. Çünkü bağışlanma dileme iyi amelden
sayılır, ikincisi çok daha faydalıdır. Üçüncüsü ise en faydalı olanıdır. Ancak
tevbe olmadıkça bu ameller günahı temizlemezler. Çünkü günahında ısrar eden bir
günahkar da bağışlanma diler ve bu, tevbenin kabul olduğuna delalet etmez.
Benim burada istiğfar manasının
tevbe manası ihtiva etmeyeceğini söylemem ibarenin kullanılışı itibariyledir.
Ancak insanların çoğuna göre "Allah'tan bağışlanma diliyorum" sözü
aynı zamanda tevbe anlamına gelir. İbarenin bu manaya geldiğine inanan,
şüphesiz o sözüyle tevbeyi kasdetmiş olur.'
Sonra söyle diyor:
Bazıları, Yüce Allah'ın:
"Allah'tan bağışlanma dileyiniz sorna tevbe ediniz" buyurmasından
dolayı tevbenin ancak istiğfar ile tamam olacağını bildirmişlerdir.
Meşhur olan rivayete göre ise bu,
şart değildir. Bazıları, kişinin, kendisinden o günahın sadır olmasına pişmanlık
duymasının tevbe için yeterli olacağını söylemişlerdir. Bu o günahtan arınmayı
ve bir daha ona dönmemek üzere azmetmeyi gerektirir. Bu ikisi pişmanlık sonrası
ortaya çıkar. Esas itibariyle günahtan arınma ve bir daha dönmemeye azmetme,
pişmanlık ile birlikte tevbenin gerçekleşmesi için aranan temel şartlardan
değildir'.
Hadis-i şerifte de: "Pişmanlık
tevbedir" diye buyuruluyor. Bu hadisi Ibnu Mace îbnu Mes'ud'dan hasen
olarak rivayet etmiştir. Hakim en-Neysaburî de sahih olduğunu bildirmiştir.
Aynı hadisi Ibnu Hibban da enes ibnu
Malik'ten rivayet etmiş ve sahih olduğunu söylemiştir. (Bütün bu açıklamalar
Kastallanî şerhinden alınmıştır.) En doğrusunu bilen Allah'tır. (Kastallanî,
C.10,s.435)
en-Nevevî Rahmetullahi Aleyh'de
Müslim Şerhinde şöyle diyor:
İlim adamları, bütün günahlar için,
günahın hemen ardından tevbe etmenin vacib olduğu hususunda ittifak
etmişlerdir. Bu va-ciblik ise Ehli Sünnet'e göre şer'î, Mutezileye göre
aklîdir. Ancak Ehli Sünnet'e göre tevbenin bütün şartları mevcut da olsa; aklen
bunu kabul etmek Allah'ın üzerine vacib değildir. Ama Allahü Teala kendi ihsan
ve fazlından kabul eder. Biz de şeriatta bildirildiğine ve âlimlerin icmaına
göre Allah'ın tevbeyi kabul edeceğini biliriz.
Kişi şartları yerinde olan sahih bir
tevbe ile tevbe eder de sonra yine günaha dönerse kendisine ayrı bir günah
yazılır, bu günah önceki tevbesini iptal etmez. Bu Ehl-i Sünnet'in görüşüdür.
Tevbe ve günah tekrar ededurursa da bu böyledir. En doğrusunu ise ancak Allah
bilir.
•Vallahi, Allah
Kulunun Tevbesiyle Ferahlanır.:." Hadisi
231. Bu hadîsi İmam Müslim, Sahih'inde,
Kastallanî'nin Hamişine göre C.10,s.l7rde 'Kitabu't-Tevbe'de rivayet
etmiştir:
Suveydu'bnu Saîd Hafsu'bnu.
Meysere'den, o Zeydu'bnu Es-lem'den, o Ebu Salih'ten, o da Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir.
"Allah Azze ve Celle: Ben
kulumun Benim hakkımdaki zannı ü-zereyim, o Beni zikrettiğinde de Ben
onurdayım, diye buyurdu. Vallahi, Allahü Teala kulunun tevbesiyle, birinizin
çölde kaybettiği devesini bulduğu anda duyduğu ferahlık gibi ferahlık duyar.
Allah buyurur ki, kim Bana bir karış yaklaşırsa Ben ona bir kulaç yaklaşırım.
O Bana yürüyerek gelirse Ben ona koşarak giderim.[240][70]
Nevevî Rahmetullahi Aleyh şöyle
diyor:
Yüce Allah'ın: "Ben, kulumun
Benim hakkımdaki zannı üzereyim" buyurması hakkında Kadı Beyzavî şöyle
diyor: Yani kulum bağışlanma dilediğinde Benim onu bağışlayacağımı, tevbe
ettiğinde tevbesini kabul edeceğimi, dua ettiğinde duasını kabul edeceğimi,
dilekte bulunduğunda benim yeteceğimi umarsa, Ben de o ümidini veririm.
Bu sözden kasdın, kula reca ve af
ümidi kazandırmak olduğu da söylenmiştir ki, doğru olan budur.
"O Beni andığı zaman, Ben
onunlayım" diye buyurmakla Yüce Allah rahmeti, tevfiki, hidayeti, koruması
ve yardımı ile kulunun yanında olacağını bildiriyor. Yüce Allah'ın ayet-i
kerimede: "Her nerede olursanız O sizinledir" diye buyurmasının
anlamı ise ilim ve ihata ile Allah'ın, kulunun yanında olduğudur.
Hadisin sonunda zikredilen yaklaşmadan,
zahiri anlamın çıkarılmaması gerektiği hususu daha önce geçmişti. Bizim için gerekli
olan Allahü Teala'yı sonradan yaratılanlara ait sıfatlardan tenzih etmektir.
Yürümek, hareket etmek, bir yerden bir yere geçmek ve benzeri şeyler sonradan
olmaklığı ve değişmeyi gerektiren fiillerdir. Yüce Allah bunlardan
münezzehtir. Buradan şu mana anlaşılmalıdır: Kim itaat ile Bana yaklaşırsa, Ben
de ona rahmetimle, tevfikimle ve yardımımla yaklaşırım. Kim Bana olan itaatini
artmrsa, Ben de rahmetimi, tevfîkimi ve yardımımı kat kat artırırım. Yüce
Allah'ın kendisine yürüyerek gidene koşarak git-mesindeki kasıt, ona rahmetini
bolca akıtmasıdır. Kişinin yaptığı amelin karşılığı yaptığının kat kat
fazlasıyla verilir (Nevevî)
Âlimler derler ki, Allah'ın ferahlık
duyması, herhangi bir şey için razı olmasıdır.
el-Mazerî Rahmetullahi Aleyh'de
diyor ki: Ferahlık çeşitli şekillerde olmaktadır.
Sevinç, bunlardandır. Sevinildiği
zaman, sevince vesile olan şeyden de memnun olunur. Yani ona ihsanda bulunulur.
Hadiste geçen ifadeden kastedilen şudur ki, Allahü Teala'nın, kulunun
tevbesinden dolayı olan rızası, çölde devesini kaybedenin onu bulduğu andaki
rızasından daha fazladır. Hadiste Allah'ın rızası, duyanın kalbinde rıza
anlamına kuvvet kazandırmak, dinleyenin anlayacağı şekilde açıklamak ve
gerçekleşmesindeki kesinliği bildirmek için ferahlık kelimesi ile ifade
edilmiştir. (Nevevî, C.10,s.l72)
'Cehenneme Girenlerden
İki Adamın Bağırışları Şiddetlenir..." Hadisi
232. Bu hadisi İmam Ebu İsa et-Tirmizî
Rahmetullahi Aleyh C.2Ts.99'da 'Cehennem Ehlinin Sıfatlarından1 başlıklı babda
rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh Resulutah Aleyhisselâm'ın şöyle
söylediğini bildirmiştir:
"Cehenneme girenlerden iki
adamın haykırışları şiddetlendi, Rabbimiz Azze ve Celle: Onları çıkarın, diye
buyurdu. Çıkarıldıklarında onlara: Neden haykırışlarınız şiddetlendi? diye
sordu. Onlar: Bunu bize merhamet eylemen için yaptık, dediler. Hakk Teala:
Kalkıp kendinizi cehennemde daha önce bulunduğunuz yere atmanız halinde
rahmetim sizinledir, buyurdu. Birisi kendini attı. Allah Teala da yerini
kendisi için serin ve güvenli bir yer yaptı. Diğeri kalktı, kendini atmadı.
Rabb Azze ve Celle ona: Seni, arkadaşın gibi kendini atmaktan alıkoyan neydi?
diye sordu. O da: Ey Rabbim, beni oradan çıkardıktan sonra tekrar oraya
döndürmemeni diliyorum, dedi. Rabb Teala da ona: Dileğin kabul edilmiştir,
dedi ve her ikisi de Allah'ın raîımetiyle cennete girdiler.[241][71]
Ebu Isa et-Tirmizî Rahmetullahi Aleyh:
Bu hadisin senedi zayıftır. Çünkü Rüşdeyn ibnu Saad'dan rivayet edilmiştir,
Rüşdeyn ibnu Saad ise hadis mütehassısları nazarında zayıf biridir, diyor.
Rüşdeynu'bnu Saad de, ibnu Ebi Nu'm
el-Ifrikî'den rivayette bulunmuştur ki, el-lfrikî de hadis mütehassısları
nazarında zayıf biridir, diyor. Bu durumda senedde iki zayıf ravi
bulunmaktadır; çünkü Rüşdenynu'bnu Saad ve ibnu Ebi Nu'm bu hadisin senedinde
isimleri geçen ravilerdendir.
Hadiste sözü edilen cehenneme girmiş
iki adamın tevhid ehlinden olması muhakkaktır. Müşriklerden değildirler. Çünkü
cennet Allah'a ortak koşanlara haram kılınmıştır. Allahü Teala ayet-î kerimesinde:
"Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunun dışındaki günahları
dilediği için bağışlar" diye buyuruyor. Yine bir başka ayet-i kerimede:
"Her kim Allah'a ortak koşarsa, Allah ona cenneti haram kılmıştır. Onun
varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur" diye
buyuruyor.
Hadisten kastedilen manaya göre
Allahü Teala bu iki adama rahmet etmiş ve onları cehennemden çıkarmıştır. Çünkü
Hakk Teala onları imtihan ediyor, birincisi Allah'ın emrini hemen yerine
getirerek gecikmeden kendini cehenneme atıyor. Emri te'vil yoluna gitmiyor.
Allah da onun için cehennemi kendi fazlından ve ihsanından soğuk ve selamet
kılıyor. İkincinin ise Allah'ın rahmetine olan,ümidi ağır basmıştır. Nitekim
Allah'ın rahmeti de gada-bını aşmıştır. Ona da Allah'ın rahmeti ulaşıyor.
Buradan, herkesin bu duruma güvenip ameli terkedeceği anlamı çıkarılmamalıdır.
Hadiste kastedilen mananın, Allah'ın rahmetinin ne kadar geniş olduğunu
bildirmektir. Allah rahmetini kullarından dilediğine mahsus kılabilir. Bu iki
adam hakkındaki muamelesi gibi. Allah'tan her şeyi kuşatan rahmetinden bizi de
nasibdar etmesini diliyoruz. Amin.
Nezrin, Cimriyi Malını Vermeye Zorlaması Ve Allah'ın
Kazasının Geri Çevrilmeyeceği Hakkında Gelen
Rivayetler 2
Bir Kimsenin "Ben Filandan Hayırlıyım"
Demesinin Doğru Olmayacağı Hakkındaki Hadis 2
233-235. Hadîslerin Şerhi 2
Bir Kulun "Ben
Yunusu'bnu Metta’dan Daha Üstünüm' Demesi
Yaraşmaz' Hadisi 3
236 - 238. Hadislerin
Şerhi 4
İyiliğe
Teşvik Ve Kötülükten
Alıkoymak Hakkındaki Rivayetler
Zor Durumda Olan Birindeki Alacağını
Geciktirmenin Fazileti İle İlgllt
Hadîs 4
239 ■ 244. Hadislerin Şerhi 6
"Kim Zor
Durumda Olanın Borcunu Bekletirse" Hadisi 6
245 - 249.
Hadislerin Şerhi 7
•Fenalıktan
Alıkoymak1 İle İlgili
Hadis 8
250-258.
Hadislerin Şerhi 10
Bir "Not 11
Allah İçin Birbirlerini Sevenler1 İle İlgili Hadis 11
Yüce
Allah'ın "Hastalandım Beni
Ziyaret Etmedin" Diye Buyurması
İle İlgili Hadis 14
265. Hadisin Şerhi 14
Yüce Allah'ın "Ey Kullarım Ben Zulmü Kendi
Nefsime Haram Kıldım". Diye Buyurması İle İlgili Hadis 15
267. Bir Başka Rivayette: 16
266-269. Hadislerin Şerhi 16
"Kibriya Benim Ridamdık, Azamet İse
İzarımdır"Hadisi 18
270 - 273. Hadislerin Şerhi 18
'Musa Aleyhisselam'ın
Hızır Aueyhisselâm'la Buluşma İsteği' İle İlgili Rivayetler: 19
274-27a Hadislerin Şerhi 20
İntihar Etmenin Cezası Cehennemdir 23
277. Hadisin Şerhi 23
Kimse Allah'ın Fazlından Müstağni Kalamaz 23
278 - 280. Hadislerin Şerhi 24
Eşlem Kabilesini Allah Selamete Kavuşturdu 25
281 - 282. Hadislerin Şerhi 25
Kur'an Okumayı Kolaylaştırma Kur'an Okurken
Zorlanmayıp Rahat Okumak, Gece Kur'an Okumak, Kevser Suresinin İndirilmesi,
Resulullah Aleyhîsselam'a Salat Getirmenin Fazileti, Hazret! Hatice 26
Radıyallahü Anka'nın Üstünlüğü Ve Onun Cennette Bir Ev
Île Müjdelenmesiyle İlgili Rivayetler 26
283. Hadisin Şerhi 26
"Üç Kişi Vardır Ki, Onları Allah Sever"
Hadisi. 27
284. Hadisin Şerhi 28
Bir Kimsenin "Ben Filandan
Hayırlıyım" Demesinin Doğru Olmayacağı Hakkındaki Hadis
233. Buharı Rahmetullahi Aleyh, nezir
hadisini C.8,s.l25-te, Kitabu'l-Kader'in 'Nezrin Kulu Kadere İlkası' başlıklı
babda rivayet etmiştir
Ebu Nu'aym'ın Sufyan'dan, onun
Mansur'dan onun da Abdul-lahi'bnu Mürre'den rivayetine göre Abdullah ibnu Ömer
Radıyallahü Anh şöyle söylemiştir:
"Resulullah Aleyhisselâm
nazirden nehyetti ve: "O bir şeyi geri çevirmez, onunla cimriden hak
alınır" buyurdu"[242][1]
234. Yine Buharı şöyle bir rivayete yer
vermiştir:
Bişru'bnu Muhammed Abdullah'tan, o
Ma'mer'den, o Hemmamu'bnu Munebbih'ten, o da Ebu Hur&yre Radıyallakü
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Nezir Ademoğluna bir şey
sağlamaz. Benim takdir etmediğim vuku bulmaz. Ancak ona kaderde olan gelir. Onu
kendisi için mukadder kılmışımdır. Ancak nezirle cimriden malını çıkarırım,
(sadaka vermeyen cimrinin malından bu yolla sadaka hakkını çıkarırım)."[243][2]
235. Bu hadisi İbnu Mace de şu lafızla
rivayet etmiştir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Nezir Ademoğluna kendisi için
takdir olunandan fazla bir şey sağlamaz. Ancak onun için kader galabe eder ve
kendisi için takdir olunan verilir. Nezir ile de cimrinin malndan gereken
çıkarılır. Kendisi için daha Önce kolaylaştırılmamış olan o halde
kolaylaş-tırılır. Allahü Teala: İnfak et, Ben de sana vereyim, buyurdu."[244][3]
Birinci hadisin kudsî hadis olduğunu
gösterecek herhangi bir delil ve işaret yoktur. O normal bir hadisi nebevidir.
Aynı hadisi Müslim, Ebu Davud, Nesâî ve tbnu Mace de rivayet etmiştir,
Müslim'in rivayetinde şöyle
deniliyor: "Nezirde bulunmayın, nezir kaderden bir şey değiştirmez.
"Buradaki anlam şudur: Allah'ın hakkınızda mukadder kıldığını bertaraf
etmek niyetiyle yahut Allah'ın sizin için mukadder kılmadığı bir şeye
kavuşacağınız ümidiyle nezirde bulunmayın.
"Onunla cimriden hak
alınır". Yani cimri bir kimse kendine ulaşacak bir karşılık olmaksızın
sadaka vermezken, nezirde bulunur, nezrettiği şey de kendisi için takdir olana
denk gelebilir ve böylece onun vermek istemediği şey ondan alınır.
"Hak alınır" sözü
nezredilenin yerine getirilmesinin vacib olduğuna delalet etmektedir.
Nehyedilen nezir ise, kaderde olanı
değiştireceğine inanılan nezirdir. Niceleri böyle inanmaktadır. Nezir ile bir
çok dileğin yerine geldiğini görünce bu şekilde inanmaktadırlar.
Ama kişi. zararı da faydayı da
verenin Allah olduğuna, kaderde olanı da hiçbir şeyin değiştirmeyeceğine,
nezrin ancak bir vesile teşkil edebileceğine inanarak nezirde bulunursa, yasak
bir iş yapmış olmaz. Bilakis bu bir taattır ve nezredileni yerine getirmeyi
gerektirir.
ikinci hadis ise, zahiren hadis-i
kudsîdir. Çünkü hadiste "Nezir Ademoğluna bir şey sağlamaz, benim takdir
etmediğim vuku bulmaz" diye buyuruluyor. Fiiller kimin hakkında takdir
olunmuş ise ona nisbet edilir. Gerçekte, yaratan Allah'tan başkası değildir.[245][4]
Bir
Kulun "Ben Yunusu'bnu
Metta’dan Daha Üstünüm' Demesi
Yaraşmaz' Hadisi
236. Bu hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh
Kitabu't-Tev-hid'in 'Peygamber Aleyhisselâm'uı Zikri ve Rabb'inden Rivayeti11
başlıklı babında C.9,s.l57 rivayet etmiştir:
Hafsu'bnu Ömer Şu'be'den, o da
Katade'den rivayet etmiştir. Ayrıca Halife, Yezidu'bnu Zurey'den, o Sa'îd'den,
o da Katade'den; Katade ise Ebu'l-Aliye'den, o Abdullah ibni Abbas Radıyallahü
Anh'ten, o da Peygamber Aleyhisselâm'ın, Rabb'inden rivayetle şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Bir kulun 'O, Yunusu'bnu
Metta'dan daha üstündür', demesi yaraşmaz. Peygamber Aleyhisselâm bu şekilde
babasının adını a-narak Metta oğlu Yunus diye söyledi" [246][5]
237. Bu hadîsi Müslim Sahih'inde 'Musa
Aleyhisse-lâm'in Üstünlükleri" başlıklı babda rivayet etmiştir:
Ebu Bekru'bnu Ebi Şeybe,
Muhammedu'bnu Musenna'dan ve Muhammedu'bnu Beşşar'dan bu ikisi Muhammedu'bnu
Cafer'den, o Şu'be'den, o Sa'd ibni İbrahim'den, o Hamidu'bnu
Abdur-rahman'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Allahü Teala buyurdu ki: Bir
kulun, Benim için (İbnu Müsenna burada benîm için kelimesinin geçmediğini,
sadece 'bir kulun1 dendiğini bildirmiştir): Benim Yunusu'bnu Metta'dan daha
üstün olduğumu söylemesi yaraşmaz".[247][6]
238. Bu hadisi İbnu Ebi Şeybe de
Muhammedu'bnu Ca fer'den o Şu'be'den (sonraki raviler yukarıda geçtiği gibi)
rivayet etmiştir:
Muhammedu'bnu Musenna ve îbnu Beşşar
(aşağıdaki metin Muhammed ibnu
Musenna'nın rivayet ettiği metindir) Muham medu'bnu Cafer'den rivayet
etmişlerdir, o Şu'be'den, o Katade'den o Ebu'l-Âliye'den, o Peygamber
Aleyhisselâm'ın amcasının oğlu îbnu Abbas Radıyallahü Anh'den şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Bir kulun 'Ben Yunusu'bnu
Metta'dan daha üstünüm' demesi yaraşmaz", Bu şekilde babasının adını
anarak bildirdi. [248][7]
Bu hadisin metnine göre, "bir
kimsenin, benim Yunusu'bnu Metta'dan daha hayırlı olduğumu söylemesi
yaraşmaz" veya "Ben Yunusu"bnu Mettadan daha üstünüm, demesi
yaraşmaz" anlamı çıkar. Birinci durumda Resulullah Aleyhisselâm kendini
kastetmiş olmaktadır. Bu durumda, Resulullah bu hadisi, tevazu için veya
kendisinin diğer bütün Peygamberlerden üstün olduğunun bildirilmesinden önce
söylemiş olabilir.
Hadisin rivayetlerinin çoğunda,
"Resulullah Aleyhisselâm Allahü Teala'mn şöyle buyurduğunu bildirdi"
veya "Resulullah Aleyhisselâm, Rabb'inden rivayetle bildirdi ki"
ifadesi bulunmaktadır. Sefası diyor
ki, 'Rivayetlerin çoğunda
"Resulullah Aleyhisselâm
Rabb'inden rivayetle bildirdi ki" ifadesi bulunmaktadır. Eğer Mahfuz ise
bu Resulullah Aleyhisselâm'dan başkasmdandır'.[249][8]
Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi'nden
hadisin açıklaması:
Alimler diyorlar ki: Bu hadisin
açıklaması iki türlüdür. Birincisi: Resulullah Aleyhisselâm bu hadisi,
kendisinin Yunu-su'bnu Metta'dan hayırlı olduğunu bilmesinden önce söylemiş, bu
kendisine bildirilince de "Ben bütün Ademoğlunun efendisiyim"
demiştir. İkincisi: Cahillerin Yunus Aleyhisselâm'm mertebesinin düştüğüne
dair herhangi bir iddiaya kapılmalarının önüne geçmek için böyle söylemiştir.
Alimler diyorlar ki: Yunus Aleyhisselâm'm başından geçen hâdise, Onun
Peygamberlik mertebesinden bir zerre ağırlığınca bir düşüklüğe sebep
olmamıştır. Kur'an-ı Kerim'de onun başından geçen hâdiseden sözedildiği için
Peygamber Aleyhisselâm da bilhassa onu anmıştır.
Ayrıca cümledeki zamir Peygamber
Aleyhisselâm için de olabilir, bizzat sözü söyleyen için de olabilir. Zamirin
bizzat söyleyen için olması halinde hadisin anlamının, Resulullah
Aleyhisselâmm, bir kimsenin ibadet ve ilimde üstün dereceler kazanması halinde,
kendisini Yunus Aleyhisselâm'dan üstün görmeye kal kısmamasını istemesi,
olmaktadır. Çünkü insan ne kadar üstün dereceler kazansa da Peygamberlik
derecesine ulaşamaz. "Bir kulun: Ben Yunusu'bnu Metta'dan daha üstünüm,
demesi yaraşmaz" ifadesi de bu manayı kuvvetlendiriyor. En doğrusunu
ise ancak Allah bilir.
239. Bu hadisi Müslim,
"Kitabu'l-Musakat ve'1-Muza-raa'da rivayet etmiştir. (Kastallanî'nin
Hamişine göre C.6,s.435).
Ahmedu'bnu Abdullahi'bni Yûnus
Zuheyr'den, o Mansur'dan, o Rib'iyyi'bni Hiraş'tan, o Huzeyfe Radıyallahü
Anh'den Resulul-lah Aleyhisselâm'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Sizden önce gelenlerden bir
adamın ruhu ile melekler karşılaştılar. Ona: iyilik adına bir iş işlemedin mi?
diye sordular. O da: Hayır, dedi. Onlar: İyi düşün bakalım, dediler. O da:
insanlara borç verirdim ve adamlarıma zor durumda olanının vereceğini geciktirin,
durumu iyi olanın vereceğini de bırakın, derdim, diye cevap verdi. Yüca Allah
da : Onu bırakın, diye buyurdu.[250][9]
240. Müslim'in Rib'iyyi'bni Hiraş'dan
gelen bir başka rivayetinde şöyle denilmektedir:
"Huzeyfe ile Ebu Mes'ud
biraraya geldiler. Huzeyfe şöyle söyledi: Bir adam Rabbi Azze ve Celle'nin
huzuruna çıkarıldı. Ona: Ne işledin? diye sordu. Adam: Hayır adına bir iş
işlemedim, ancak ben mülk sahibi bir adamdım, insanlar benim bu mülkümden
is-" terlerdi. Geri verirken de imkanları ölçüsünde verebileceklerini
kabul eder, zorlanarak vereceklerini bırakırdım, dedi. Yüce Allah:
Kulumu bırakm,buyurdu.Bunun üzerine
EbuMes'ud Radıyallahü Anh: Ben de Resulullah Aleyhisselâm'dan böyle duydum
diye söyledi.[251][10]
241. Müslim'in üçüncü bir rivayetine
göre yine Rib'iy-yu'bnu Hiraş Huzeyfe Radıyallahü Anh'in şöyle söylediğini
bildirmiştir:
"Yüce Allah kullarından
hayatında kendisine mal mülk verdiği bir kulunu huzuruna çıkarır. Ona: Dünyada
ne işledin? diye sorar. Huzeyfe Yüce Allah'ın: "O günde kimse Allah'tan
bir söz gizle-meyez" diye buyurduğunu bildirerek şöyle devam etti: Adam:
Ey Rabbim bana malını verdin, ben de insanlarla alış-veriş ederdim. Benim bir
adetim vardı, ödenmesi mümkün olan için kolaylık gösterir, zor olanı ise
bekletirdim, diye söyledi. Yüce Allah: Kulumu bırakın, diye buyurdu.[252][11]
Ukbetu'bnu Amir el-Cuhennî ve Ebu
Mes'ud el-Ensarî Radıyallahü Anhuma da: Biz de bu hadisi Resulullah Aleyhisselâm'dan
aynen böyle duyduk demişlerdir.
242. Müslim'in dördüncü rivayetinde de
ebu Mes'ud el-Ensarî Radıyallahü Anh'a ulaşan bir senedle şöyle bildirilmiştir:
"Resulullah Aieyhisselâm
buyurdu ki, Sizden öncekilerden bir adam hesaba çekildi, herhangi bir iyiliğine
rastlanılmadı. Ancak o insanlarla ilişkilerde bulunur, onlara kolaylık
gösterirdi, adamlarına da zor durumda olanların vereceklerinden vazgeçmelerini
söylerdi. Yüce Allah onun hakkında: îşe (yani zor durumda olan bir kimseye
müsamaha göstermeye) Biz daha layıkız, onu bırakınız, diye buyurdu".[253][12]
243. Yine Müslim, ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den şöyle rivayette bulunmuştur:
"Resulullah Aieyhisselâm
buyurdu ki, bir adam insanlara borç verir ve kölesine, 'zor durumda birine
gidersen ona müsamaha göster, borcunu bırak, olur ki Allahü Teala da bizi
bağışlar' derdi. Adam Allah'ın huzuruna çıktığında, Yüce Allah onu bağışladı.[254][13]
Müslim, bir başka senedle de, yine
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den bu hadisi rivayet ediyor.
244. Bu hadisi Nesâî de, Sünen'inde
"Güzel Muamele ve Alacaklarını İstemede Kolaylık Gösterme" babında
rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
rivayetine göre Resulullah Aieyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Bir adam vardı, hiçbir iyilik
yapmamıştı. Sadece insanlara borç verir ve gönderdiği adamına, durumu iyi
olanın vereceğini al, zor durumda olanınkini bırak, derdi. Olur ki Allahü
Teala'da bizi bağışlar, diye söylerdi. Öldüğünde Yüce Allah Ona: Hiçbir iyilik
yaptın mı? diye sordu. Adam: Hayır, ama benim bir kölem vardı, bir de insanlara
borç verirdim, onu borç almaya gönderdiğimde "durumu iyi olanın borcunu
al, zor durumda olanınkini bırak, olur ki Allahü Teala da bizi bağışlar"
derdim, diye cevap verdi. Yüce Allah da : Ben de seni bağışladım, diye buyurdu.[255][14]
Nevevî'nin Müslim Şerhi, "Zor
Durumda Olanın Borcunun Bekletilmesi" başlıklı babdan hadisin açıklaması:
Bu hadisler zor durumda olanın
borcunun bekletilmesinin sevab olduğunu göstermektedir. Bu da, ya borcun
tamamını bekletmekle veya az ya da çok bir kısmını bekletmekle olur.
Aynı şekilde ister zor durumda
olsun, ister durumu iyi olsun, borcu alırken müsamahakar davranmanın sevab
olduğu da anlaşılmaktadır, iyiliklerden hiçbir şey küçük görülemez. Olur ki, bu
iyilik mutluluk ve rahmete vesile olur.
Hadis aynı zamanda, kölelerin vekil
tayin edilmesinin ve tasarruf için görevlendirilmesinin caiz olduğunu
gösteriyor. Bu hüküm "Bizden öncekilerin şeriatı bizim için de şeriattır
(yani bizim şariatımız da neshedilmiş değilse) diyenlere göredir".
245. Müslim, "Zor Durumda Olanın
Borcunu Bekletmek ve Borç Alırken Bazriarınınkini Bırakmak" başlıklı babda
bu manada bir hadis rivayet etmiştir. Bu hadisin Kudsî Hadis olduğunu
gösterecek herhangi bir yönü olmamakla birlikte konuyla ilgisi dolayısıyla
burada zikrediyoruz. Hadis şöyledir:
Muhammed ibnu Musenna, Muhammedu'bnu
Cafer'den, o Şubeden, o Abdülmelik
ibni Umeyr'den, o
Rib'iyyu'bnu Hiraş'dan, o da
Huzeyfe Radıyallakü Anh'den Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Adamın biri öldü ve cennete
girdi, ona: Sen ne iş yapardın? diye soruldu. O da: Ben insanlarla alış veriş
yapardım, zor durumda olanın vereceğini bekletirdim. Çok sıkışanların borcunu
da bırakırdım,, diye cevap verdi. Onun da günahları bağışlandı.[256][15]
(Metinde aynen böyle geçmektedir.
Ancak hadisin tümünden anlaşıldığına göre "Sen ne iş yapardın?"
sorusu adama cennete girmeden önce hesaba çekilmesi esnasında sorulmuştur. Yani
hadisin manası şöyle anlaşılmalıdır: 'Adamın biri öldü ve cennete jirdi Cennete
girmesinin sebebi ise şu idi. Hesaba çekilmesi esnasında ona, "Sen ne iş
yapardın?" diye soruldu...'-Mütercim).
Ebu Mes'ud Radıyallahü Anh, bu
hadisi 'ben de Resulullah Aleyhisselâm'dan duydum1 demiştir.
"Kim Zor Durumda Olanın Borcunu Bekletirse"
Hadisi
. 246. Buharı, Kitabu'1-Büyü "Zor
Durumda Olanın Borcunu Bekleten" başlıklı babda, C.4,s.2rde bu konuyla
ilgili bir hadise yer vermektedir. Bu rivayetin hadis-i kudsî olduğunu
gösterecek açık bir ifade yoktur. Ancak hadis-i kudsî obuası da muhtemeldir,
orada şöyle deniliyor.
Ahmedu'bnu Yunus Zuheyr'den, o
Mansur'dan, o Rib'iyyu'bnu Hiraş'dan, o da Huzeyfe Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleyhis-selâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Melekler Sizden öncekilerden
bir adamın ruhuyla buluştular. Ona: Hayır adına herhangi bir şey yaptın mı?
diye sordular. O da: Adamlarıma zor durumda olanların vereceklerini
bekletmelerini veya tamamen bırakmalarını söylerdim, diye cevap verdi. Melekler
de onu bıraktılar. Yani Allahü Teala'nın kendilerine böyle emretmesi
dolayısıyla onu bıraktılar. Doğrusunu ise Allahü Teala bilir.[257][16]
247. Ebu Malik'in Rib'iyy'den rivayetine
göre, adam cevabında:
"Biraz sıkıntıda olanın işini
kolaylaştırır, çok zor durumda olanın vereceğini ise bekletirdim, diye
söylemiştir." [258][17]
Ebu Avane'nin Abdulmelik'ten onun da
Rib'iyv'den rivayetine göre ise: "Sıkınuda olanın borcunu bekletir, çok
zor durumda olanınkini ise bırakırdım", demiştir.
248. Buharı Rahmetullahi Aleyh daha
sonra : "Zor Durumda Olanın Borcunu Bekletenin Fazileti" başlıklı
babda şöyle diyor:
Hişam îbnu Ammar Yahya'bnu
Harazadan, o ez-Zebidî'den, o
ez-Zuhrî'den, o Ubeydullahi'bnu
Abdullah'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivvayet etmiştir:
"Bir tüccar vardı, insanlara
borç verirdi, zor durumda olanı gördüğünde adamlarına, onu bırakın olur ki
Allahü Teala'da bizi bağışlar, derdi. Allahü Teala da onu bağışladı.[259][18]
249. Yine Buharî, Benî İsrail ile ilgili
babda Huzeyfe Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Sizden öncekilerden bir adama,
canını almak üzere melek geldi. Adama: Hayır namına bir iş yaptın mı? diye
soruldu. Adam: Bilmiyorum, dedi. "îyi düşün" diye hatırlatıldı. Adam
bu sefer: Bir şey bilmiyorum, ama ben dünyada insanlarla alış veriş yapardım*
onlara kolaylık gösterirdim, biraz sıkıntı içinde olanların vereceğini
bekletirdim, çok zor durumda olanın vereceğini ise bırakırdım, diye söyledi.
Allahü Teala da onu cennetine koydu.[260][19]
Kastallanî'nin şerhinde geçen
rivayetlerle ilgili açıklamalar:
Yüce Allah, zor durumda olan kimse
karşısında sabırlı olunmasını emrederek "Borçlu darda ise eli genişleyene
kadar ona mühlet verin" diye buyurdu. Cahiliye zamanındaki âdetleri yasakladı.
Onlar» borcun zamanı geldiğinde borçluya: 'Ta borcunu ödersin ya da faizini
artırırsın" derlerdi.
Hak sahibi borçlunun darda olduğunu
bilirse, borcunu istemesi helal olmaz. Eğer ki, darda olduğu hakim indinde kesinlik
kazanmamış olsa bile.el-Kurafî ve başkaları bildirdiler ki, darda olanın
borcunu bağışlama bekletmekten daha faziletlidir. Darda olanın borcunun
bekletilmesi vacib, bağışlanması ise müstehab olmakla birlikte, bu durum
"farz nafileden üstündür" hükmünden müstesna tutulmuştur.
Dolayısıyla darda olanın borcunun bağışlanması bekletmekten daha faziletlidir.
İmam Ahmed bin Hanbel Rahmetullahi Aleyh'in rivayet ettiği şu hadis de darda
olanın borcunu bekletmenin fazileti hakkındadır: "Kim darda olan birinin
borcunu bekletirse, her gün için ona sadaka yazılır". Bekleten alacaklı,
her gün yeni bir karşılık elde etmektedir.
•Fenalıktan Alıkoymak1
İle İlgili Hadis
250. Bu hadisi Müslim, Kastallanî'nin
Hamişine göre C.9,s.458'de "Fenalıktan Alıkoymak" başlıklı babda
rivayet
etmiştir;
Kuteybetu'bnu Sa'îd Malik ibnu
Enes'den (kendisine okunması ve onun da bu hadisin kendinden olduğunu tasdik
etmesi demek olan kıraat usulüyle) rivayet etmiştir. Malik ibnu Enes ise
Sehl'den, o babasından, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Cennetin kapıları pazartesi ve
perşembe günleri açılır ve Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmayan herkesin
günahları affedilir. Ancak kendisiyle kardeşi arasında bir husumet, düşmanlık
olan adamın günahları affedilmez, onlar hakkında: bu ikisini barışmcaya kadar
bekletin, bu ikisini banşıncaya kadar bekletin, bu ikisini banşıncaya kadar
bekletin, denilir[261][20]
251. Bu hadisi Müslim Başka bir yoldan
da rivayet etmiştir. Ancak orada:
Ubeyde Radıyallahii Anh'den rivayet
edilmekte ve :
"Birbirine küserek,
birbirlerini terkeden iki
kişi" diye geçmektedir.
Kuteybe Radıyallahü Anh'de:
"Birbirine küserek,
birbirlerini terkeden iki kişi" diye zikretmiştir. [262][21]
252. Yine Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den merfu olarak rivayet edildiğine göre
şöyle söylenmiştir:
"Ameller pazartesi
ve perşembe günleri arzedilir. Yüce Allah,
kendisine ortak koşmayan her kişiyi
bağışlar. Ancak kendisiyle kardeşi arasında bir husumet bulunan adamın günahını
bağışlamaz. "Bu ikisini banşıncaya kadar bekletin" diye söylenir.[263][22]
253. Bir başka rivayette de Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini bildirmiştir.
"İnsanlann amelleri her cuma
Öncesinde (yani her hafta) iki kere arzedilir: Pazartesi ve perşembe günleri.
îman sahibi her kul bağışlanır. Ancak kendisiyle kardeşi arasında bir husumet
bulunan kimse bağışlanmaz. "Bu ikisini üzerlerine düşeni yerine getirinceyei
kadar bekletin" denilir.[264][23]
254. İmam Malik Rahmetullahi Aleyh bu
hadisi el-Muvat> ta'da iki ayrı rivayet halinde vermiştir. Birinci rivayeti
Müslim'in ikinci rivayetinin aynısıdır. [265][24]
255. ikinci rivayeti ise Müslim'in
yukarıda verilen birinci rivayetinin aynısıdır. Ancak orada
"Bu ikisini banşmcaya kadar
bekletin" sözü tekrar edilmemekte sadece bir kere geçmektedir.[266][25]
256. Bu hadisi Ebu Davud Raknıetullahi
Aleyh Sünen'inde C.4,s.218'de "Müslüman Kardeşini Terkeden" başlıklı
babda vermiştir.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Her pazartesi ve perşembe
günleri cennetin kapıları açılır. Bu I iki günde Allahü Teala'ya herhangibir
şeyi ortak koşmayan her Ikulun günahı bağışlanır. Ancak kendisiyle kardeşi
arasında bir
husumet bulunan kimse müstesna tutulur. Bunlar
hakkında
(yani Yüce Allah tarafından) : Bu
ikisini barışıncaya kadar bekletin, diye buyurulur[267][26]
Ebu Davud diyor ki 'eğer terk, yani
o kimseden uzaklaşma Allah için olmuşsa o buna dahil değildir'.
257. Buharı Rahmetullahi Aleyh bir
kimsenin Müslüman kardeşini küsmek dolayısıyla terketmesine dair hadisleri,
Kastallanî'nin Hamiş'ine göre C.9,s.52'de Kitabu'l-Edeb'in "Arkadaşı
Terkin Zemmi" başlıklı babda rivayet etmiştir:
Oradaki rivayetlerin birine göre Ebu
Eyyûb el-Ensarî Radıyallahü Anh Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini
bildirmiştir:
"Bir adamın kardeşini üç günden
fazla terketmesi helal olmaz. Bu ikisi buluşurlar, biri yüzünü bir tarafa
çevirir, öbürü de diğer tarafa. Bu ikisi içinde hayırlı olan önce
selam'verendir. [268][27]
258. Yine Buharî, Peygamber
Aleyhisselâm'ın hanımı Hazreti Aişe Radıyallahü Anha'nın anadan kardeşi (yani
Ümmü Ruman bintu Amir
el-Kinaniye'nin oğlu) Avfu'bnu MalikiToni Tufeyl (yani İbnul-Haris) Radıyallahü
Anlı'e ulaşan bir senedle rivayet etmiştir ki:
"Hazreti Aişe Radıyallahü
Anha'ya kendisinin bir alış verişinden veya bir hediyesinden dolayı Abdullah
ibnu'z-Zubeyr'in: Ya o bu işten vazgeçer veya onu bundan alıkoyacağım, dediği
bildirildi. Hazreti Aişe Radıyallahü Anha: "O, gerçekten böyle söyledi
mi?" diye sordu. "Evet" dediler. Bunun üzerine Aişe Radıyallahü
Anha: Allah'a- andolsu ki, bir daha katiyen Îbnu'z-Zübeyr'le konuşmaya-cağım,
diye söyledi. Hazreti Aişe'nin terki uzun sürünce Îbnu'z-Zübeyr birisini araya
sokarak arabuluculuk etmesini istedi. Hazreti Aişe Radıyallahü Anha: Vallahi,
onun hakkında kimsenin arabuluculuğunu kabul etmem ve andımı da bozmam, dedi.
Bu iş iyice uzayınca Îbnu'z-Zübeyr, Benu Zuhre kabilesinden el-Misveru'bnu
Mahzeme ile Abdurrahman ibnu'l-Esvedi'bni Abdi Yeğus'a giderek onlara: Allah
için sizden rica ediyorum, beni Aişe'nin yanına götürün, onun benimle ilişkiyi
kesmek için andetmesi helal olmaz, dedi. el-Misver ve Abdurrahman onu
ridalarının arkasına gizleyerek önüne düştüler. Aişe Radıyallahü Anha'nın
yanına girmek üzere izin istediler. "Allah'ın selâmı, rahmeti ve berekâtı
üzerine olsun, girebilir miyiz?" dediler. Aişe Radıyallahü Anha: Giriniz,
dedi. onlar: Hepimiz mi? diye sordular. Aişe Radıyallahü Anha: Evet, hepiniz
giriniz, dedi. Bunu söylerken Îbnu'z-Zübeyr'in de beraberlerinde olduğunu
bilmiyordu, içeri girdiklerinde İbnu'z-Zübeyr örtüye büründü, Aişe Radıyallahü
Anha'yı kucakladı (Hazreti Aişe Radıyallahü Anha, Abdullah ibnu'z-Zübeyr
Radıyallahü Anh'ın teyzesidir. Çünkü Abdullah Radıyallahü Anh'ın anası esma
Radıyallahü Anha Hazreti Ebu Bekri's-Sıddık Radıyallahü Anh'ın kızıdır. -
Mütercim-) ve ağlayarak yalvarmaya
başladı. Misver ve Abdurrahman Radıyallahü Anhuma da onu kabul etmedikçe ve
kendisiyle konuşmadıkça katiyen razı olmayacakları üzere kendisinden ricada
bulunmaya başladılar. Bu sırada Resulullah Aleyhisselâm'm da; yaptığı işten
menettiğini, bir kimsenin Müslüman kardeşini üç geceden fazla terketmesinin
helal olmayacağını bildirdiğini kendisine hatırlattılar, iyice yalvarıp
yakarmaları üzerine, Hazreti Aişe Radıyallahü Anha ağlamaya başladı ve: Ben
andettim ve andım pek kuvvetlidir, diye hatırlattı. Ancak onlar
Ibnu'z-Zübeyr'le konuşmadıkça kendisini bırakmadılar. O da bu andından (nezrinden)
dolayı kırk köle azad etti. Ondan sonra da her ne zaman bu andını hatırlasa,
gözyaşlarmdan başörtüsü ıslanıncaya kadar ağlardı.[269][28]
Kastallanî Rahmetullahi Aleyh diyor
ki:
Nezrin yemin hükmünde olup olmadığı
hakkında ihtilaf edilmiştir. Mesala bir kimse: "Eğer filanca ile
konuşursam Allah için bir köle azad etmek benim üzerime borç olsun" derse
onun bu nezri yemin hükmündedir. Çünkü bununla kendi nefsini bir işden
ohkoymayı kasdetmiştir. Eğer o işi yaparsa yemin keffareti gerekir. Selefin
çoğu ve Şafii Rahmetullahi Aleyh bu görüştedir ve buna nezru'l-Lucâc adı
verilir.
Malikîler derler ki: Nezir, köle
azad etmek gibi Allah'a itaat yönü olan bir şeyle olursa tahakkuk eder. Bu
durumda, Hazreti Aişe Radıyallahü Anka'nın, Ibnu Zübeyr hakkındaki küskünlüğe
götüren nezri, haram veya mekruh olan bir fiile yolaçmaktadır.
Bu hâdise şöyle izah edilmiştir:
Aişe Radıyallahü Anha, îbnu Zübeyr'in "ya da onu bundan alıkoyacağım"
demekle büyük bir hata işlediğini gördü. Çünkü bu ifadede kendini küçümseme ve
kendini tasarruftan alıkoymaya varan bir aşırılık anlamı bulunmaktadır.
Üstelik Hazreti Aişe'nin Mü'minlerin annesi ve îbnu'z-Zübeyr'in de teysezi
olması dolayısıyla bu aşırılık daha da şiddet kazanmaktadır. Bütün bunlardan
dolayı Hazreti Aişe Radıyallahü Anha ondan sadır olan bu hareketin bir nevi
isyankarlık olduğuna kanaat etmiş ve Resulullah Aleyhisselâm'm Müslümanları,
Ka'bu'bnu Malik ve iki arkadaşıyla
konuşmaktan menetmesini mesned edinerek Ibnu'z-Zübeyr'le ilişkiyi kesmeye
nezretmiştir.
Nevevî'nin Sahih'î Müslim Şerhinden
bu hadisin şerhi:
"Cennetin kapıları pazartesi ve
perşembe günleri açılır".
Kadı Rahmetullahi Aleyh el-Bacî'nin
şöyle söylediğini bildirir: Cennetin kapılarının açılmasının anlamı, af ve
mağfiretin, derecelerin yükseltilmesinin çok olması ve bolca sevab
verilmesidir.
el-Kadî Rahmetullahi Aleyh diyor ki:
bu ifade zahiri anlamda da olabilir. Kapıların açılması buna alamettir.
257 ve 258 nolu hadislerin tamamı
kudsî hadisler cümlesinden sayılmamaktadır.
Bu iki hadis, üç geceden fazla bir
Müslümana dargın durmanın haram olduğunun ve bunun ise; dargınlığın ve
konuşmayı kesmenin Allah için değil başka bir şey için olması halinde gerçekleştiğinin
bildirilmesi için zikredilmiştir. Hazreti Aişe Radıyallahü Anha'nın îbnu
Zübeyr'e karşı yaptığı ise, Allah Teala içindi. îbnu Zübeyr, Mü'minlerin
annesine karşı gösterilmesi gereken hürmeti, üstelik annesi Esma binti Ebi
Bekri's-Sıddık Radıyallahü Anha'nın kızkardeşi olmasına rağmen, göstermediği
için bu muameleyi yapmıştır.
Allah İçin Birbirlerini Sevenler1
İle İlgili Hadis
259. Bu Hadisi Müslim, Kastallanî'nin
Hamişine göre C.9,s.460!da, Kitabu'l-Fedaü'in "Allah için Sevmenin Fazileti"
başlıklı babında rivayet etmiştir.
Kuteybetu'bnu Sa'ld, Maliku'bnu
Enes'den kıraat yolu ile, o Ab-dullahi'bnu Abdurrahman ibni Ma'tner'den, o
ebu'l-Hubab'dan, o Sa'ldu'bnu Yesar'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Re-sulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Yüce Allah kıyamet gününde:
Benim rızam için birbirlerini sevenler nerededirler? Bugün onları, Benim gölgemden başka gölgenin bulunmadığı
günde, kendi gölgemde gölgelendireceğim, diye buyur.[270][29]
260. Yine İmam Müslim, 'Allah İçin
Sevmenin Fazileti' babında şöyle bir rivayete yer vermiştir.,
Abdu'L-A'lâ ibnu Hamfnad,
Hammadu'bnu Seleme'den, o Sa-bit'ten, o Ebu Rafi'den, o Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'den, o da Resulullah Aleyhisselâm'dan rivayet etmiştir ki,
"Bir adam başka bir köyde
bulunan bir kardeşim ziyarete gitti. Yüce Allah onun geçeceği yola bir melek
gönderdi. Melek adama: Nereye gidiyorsun? diye sordu. Adam: Şu köydeki
kardeşimi ziyaret etmek istiyorum? dedi. Melek: Onun sana yaptığı bir
iyilikten dolayı kendisine minnet borcunu mu yerine getirmek istiyorsun? diye
sordu. Adam: Hayır, ama ben onu Allah içn sevdim, diye cevap verdi. Bunun
üzerine melek: Ben, senin onu Allah için sevdiğin gibi Allah'ın da seni
sevdiğini bildirmek üzere Yüce Allah tarafından sana gönderilmiş bir
elçisiyim, diye buyurdu.[271][30]
26L Allah .için birbirlerini sevenlerle
ilgili olarak, Müslim'in yukarıda
verdiğimiz birinci hadisini Tm^m Malik de el-Muvatta'da rivayet etmiştir.
Ancak Müslim'de geçen "bi
celâli" ibaresi yerine Muvatta'da "H celâli" kelimesi
geçmektedir. Diğer kısımlar Müslim'dekinin aynısıdır. [272][31]
262. İmam Malik, bu konuda Muaz ibnu
Cebel'den rivayet edilen bir başka hadise de yer veriyor. Bu rivayete göre Muazu'bnu
Cebel Resulullah Aleyhisselam'ın şöyle buyurduğunu haber vermiştir:
"Yüce Allah Tebareke ve Teala
buyurdu ki, Benim rızam için birbirlerini sevenleri, Benim için birbirlerini
ziyaret edenleri, benim rızam için birbirlerine iyilikte ve ihsanda bulunanları
Benim de sevmem gerektir[273][32]
263. Bu hadisin Muvatta'da güzel bir
hikayesi vardır ki o da şöyledir:
Malik'in Ebu Hazimi'bnu Dinar'dan
rivayetine göre Ebu îdris el-Haulanî şöyle söylemiştir.
"Dımeşk camiine girdim, baktım
içerde parlak dişleri olan bir genç var, etrafında da birtakım insanlar
toplanmış (Bir rivayette beraberinde yirmi sahabî vardı, bir başka rivayette de
otuz şahabı vardı diye geçmektedir). Ona isnad ettikleri ve onun sözünden çıkardıkları
bir meselede ihtilafa düşmüşlerdi. Onun kim olduğunu sordum. Bu Muazu'bnu
Cebel'dir, dediler. Ertesi gün olunca erkenden gittim. Baktım o benden daha
erken gelmiş. Gittiğimde kendisi namaz kılıyordu. Namazını bitirinceye kadar
bekledim. Sonra önüne vardım, selam verdim, ve: Allah'a yemin olsun ki, ben
seni Allah için seviyorum, dedim. "Allah'a yemin eder misin?" dedi.
"Allah'a yemin ederim" dedim. Tekrar "Allah'a yemin olsun
mu?" dedi. Ben: "Allah'a yemin olsun" dedim. Yine "Allah'a
yemin olsun mu?" dedi. Ben: "Allah'a yemin olsun" dedim. Bunun
üzerine ridamm eteğinden tutup beni kendine doğru çekti ve: "Müjdeler
olsun, ben Resulullah Aleyhisselâm1 in şöyle buyurduğunu duydum: Allah
Tebareke ve Teala buyurdu ki, Benim için birbirlerini ziyaret eden, Benim için
birbirlerine iyilik ve ihsanda bulunanlara sevgim vacib oldu, diye rivayette
bulundu". (Muvatta’dan)-[274][33]
Teberanî buna: "Benim için
birbirlerine karşı doğru olanlar" şeklinde bir ibare eklemiştir.
ez-Zerkanî'nin kitabında da bu
hadisin sahih olduğu belirtilmektedir. Hakim en-Neysaburî de, hadisin Buharı
ve Müslim'in şartlarına göre sahih olduğunu belirtiyor.
Ibnu Abdi'1-Berr de: Bu hadisin
isnadı sahihtir, demiştir. "Benim için birbirlerine iyilik ve ihsan
edenler" ibaresinin manası : Canlarını ve mallarını Benim yolumda feda
edenler, şeklindedir.
264. Bu hadisi Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh "Allah İçin Sevgi1 babında Muazu'bnu Cebel Radıyallahü Anh'den rivayet
ediyor. Oradaki rivayetin metni şöyledir:
Muazu'bnu Cebel der ki,
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini işittim:
"Benim rızam için birbirlerini
sevenlerin nurdan minberleri (kürsüleri) olacaktır. Peygamberler ve şehidler onlara gıpta edeceklerdir.[275][34]
Tirmizî bu hadisin hasen, sahih
olduğunu belirtiyor. C2,&63. 259-264. Hadislerin Şerhi
Bu hadis Allahü Teala hakkında "Allah
diyor ki" demenin caiz olduğunu göstermektedir. Doğru olan da budur ve
âimlerin hemen hepsi de bu görüş üzeredirler. Ancak daha önce Kitabu'l-Imân'da
da açıkladığımız üzere Seleften bazıları böyle denilmesini uygun görmeyerek
Allahü Teala hakkında ancak "Allah dedi ki" diye söylenilebileceğini
ileri sürmüşlerdir. Ancak daha önce de belirttiğimiz üzere Allahü Teala
hakkında "Allah diyor ki" ifadesini kullanmanın caiz olduğu Kur'an-ı
Kerim'in ifadesinden de anlaşılmaktadır. Yüce Allah: "Allah doğru olanı
söyler ve doğru yola iletir" diye buyuruyor. Ayrıca bu mevzuda bir çok
hadis rivayet edilmiştir.
"Benim celalim (rızam) için
birbirlerini sevenler" yani dünyalık için değil, Benim yüceliğime hürmet
ve Bana itaat için birbirlerini sevenler.
"Hiçbir gölgenin olmadığı günde
Benim gölgemde gölgelendiririm" ibaresinin
açıklamasında el-Kadî Rahmetullahi Aleyh şöyle diyor: İbarenin zahirî
anlamından anlaşıldığına göre, o kişi, günün sıcağından, güneşinden,
kargaşasından ve insanların nefeslerinin oluşturduğu havadan korunmak üzere
gölgeye alınacaktır. Çoğunluğun görüşü de budur.
îsa ibni Dinar da diyor ki: Bunun
anlamı, Yüce Allah'ın o kimseyi hoşlanmayacağı durumlardan koruması, ona
ihsanda bulunması, kendi örtü ve korumasına almasıdır. "Sultan yeryüzünde
Allah'ın gölgesidir" sözü ile kastedilen anlam da budur.
Ayrıca burada gölgeden kastedilenin,
rahatlık ve nimet olabileceği de söylenmiştir. Araplar arasında "filanca
gölgede bir hayat sürüyor" denildiğinde, onun rahat bir hayat sürdüğü
kastedilir.
îkinci hadisin şerhinde (260) Nevevî
şunları söylüyor:
Âlimler diyorlar ki, Allahü Teala'mn
kulunu sevmesi, ona rahmetini ulaştırması, ondan razı olması, onun için hayır
dilemesi ve seven birinin yaptığı iyiliği ona ulaştırmasıdır.
Kullar hakkında sevginin aslı,
kalbin sevilen şeye meyletmesi-dir. Allahü Teala ise bundan münezzehtir.
,I}u hadis Alah için sevmenin
üstünlüğünü ve bu sevginin Allan fm da kulu sevmesi neticesine götürdüğünü
bildiriyor. Hadis aynı zamanda, salih kimseleri ve arkadaşları ziyaret etmenin
faziletli, çok sevab bir iş olduğunu ortaya koyuyor.
Hadisten anlaşıldığına göre
insanların, melekleri görmeleri mümkündür. Yani melekleri insan suretinde
görebilirler.
"Benim için birbirlerini
sevenleri, Benim de sevmem gerekti", yani dünya için olan bir maksatla
değil de, Allahü Teala'ya itaat, iyilik ve takva yolunda yardımlaşma
gayeleriyle birbirlerini seven-, leri Allah da sever. Ayrıca bu amaçla olan
sevgi, ulaşıldıktan sonra, sevginin sona ermesine yolaçacak olan dünyalık bir
gaye için olan sevgi gibi değildir. Çünkü Allahü Teala hiç ölmeyen, daima diri
olduğundan. O'nun rızası için olan sevgi de devamlıdır. Dünyevî gayelerle olan
sevgiler koparlar. Hatta bu tür gayelerle birbirlerine yakın
dost olanlar kıyamet
gününde birbirlerinin düşmanı
olacaklardır. Nitekim Yüce Allah ayet-i kerimede şöyle buyuruyor: "O
günde, takva sahipleri hariç, yakın dostlar birbirlerine düşman
olacaklardır".
"Benim rızam için birlikte
oturanlar" sözüyle gerek zikir için, gerek Kur'an okumak veya ilim
öğrenmek, va'z dinlemek, irşad hizmetinde bulunmak, ferde ve cemeate yararı
olacak dünyevî konular üzerinde nasihatleşmek üzere biraraya gelen ve bununla
yalnız Allah'ın rızasını arayanlar kastedilmektedir.
."Benim rızam için birbirlerine
iyilikte bulunanlar" denilirken kastedilenler, Allah rızası için
canlarıyla, mallarıyla ihsanda bulunanlar, canlarıyla, mallarıyla birbirlerine
yardım edenlerdir.
Tebaranî'nin ilavesindeki
"birbirlerine karşı doğru olma" durumuna gelince: Bu Allah için olan
samimi sevgi ve dostluğun gereklerindendir. Eğer her türlü hile, aldatmaca
ikiyüzlülük ve yağcılıktan uzak, doğruluk üzere oturmuş bir sevgi olmazsa bu,
gerçek manada Allah için bir sevgi olamaz.
"Allah için birbirlerini
sevenlere nurdan minberlerin verilmesi" kıyamet gününde, mahşerde,
insanların son derece izdiham içinde, şiddetli sıcak altında ve sıkıntılı
olduğu zamanda olacaktır. Nitekim Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:
"O en büyük korku (mahşer gününün korkusu) onları asla tasalandırmaz".
Peygamberlerin onlara gıpta etmesi
ise, onların derece itibariyle Peygamberlerden ve şehidlerden üstün olduğunu
göstermez. Bunların dereceleri onlarınkinden daha üstündür ve bunlarda başka
kimsede bulunmayan üstünlükler vardır.
Allahü Teala bize de, kendi rızası
için sevmeyi nasib etsin ve en çok sevdiği kulu Efendimiz Muhammed
Aleyhisselâm'm şefeatine kavuştursun. [276][35]
Yüce Allah'ın
"Hastalandım Beni Ziyaret
Etmedin" Diye Buyurması İle
İlgili Hadis
265. Bu hadisi İmam Müslim Rahmetullahi
Aleyh C.9,s.463'de, (Kastallanî'nin Hamişine göre), Kitabu'1-Birr ve's-Sıla
ve'1-Edeb'in "Hasta Ziyaretinin Fazileti" başlıklı babda rivayet
etmiştir.
Muhammedu'bnu Hatimi'bni Meymun,
Behz'den, o Ebu Rafi'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'tan Resulullak
Alay-hisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Azze ve Celle kıyamet
gününde: Ey Ademoğlu, Ben hastalandım, Beni ziyaret etmedin, diye buyurur.
Kul: Ey Rabbim, ben sem nasıl ziyaret ederim ki, sen bütün alemlerin Rabbisin,
der. Yüce Allah: Bilmez misin ki, filanca kulum hasta oldu ama sen onu ziyaret
etmedin, bilmez misin ki, eğer sen onu ziyaret etmiş olsaydın, Beni onun
yanında bulurdun, diye buyurur. Ve yine buyurur: Ey Ademoğlu, Ben senden
yiyecek istedim, ama sen Bana yiyecek vermedin! Kul: Ey Rabbim, ben sana nasıl
yiyecek veririm ki, Sen bütün alemlerin Rabbisin, der. Yüce Alllah: Bilmez
misin ki, filanca kulum senden su istedi de, sen ona su vermedin, oysa sen ona
su vermiş olsaydın, o verdiğini Benim katımda bulurdun, diye buyurur.[277][36]
Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi'nde:
Hadisi şerifte bildirildiği üzere,
Yüce Allah'ın kulunu kastederek "hastalandım, Beni ziyaret etmedin"
diye buyurmasının, gerçekte kulun şeref ve üstünlüğünü göstermek için olduğu
âlimlerimiz tarafından ifade edilmektedir. Ayrıca bununla kulun Allah'a
yakınlığı da bildirilmiş olmaktadır.
"Beni onun yanında
bulurdun" denilirken "Benim sevabımı onun yanında bulurdun; ihsanımı,
rahmetimi onun yanında bulurdun" manası kastedilmektedir. Hadisin
devamında "eğer sen ona yiyecek vermiş olsaydın, o verdiğini Benim katımda
bulurdun" denmesi de bu manayı kuvvetlendirmektedir. Yani bu verdiğin şeylerin
sevab ve karşılığım Allah katında bulurdun, denilmektedir.
En doğrusunu bilen Allah'tır.
Bu hadis aynı zamanda, hasta
ziyaretinin, ihtiyaç içinde olana yiyecek vermenin, su içirmenin faziletini
bildiriyor. Şüphesiz bütün bu işler ahlaki üstünlüklerdendir, islam da bu
ahlaki üstünlüklere çağırmaktadır. Nitekim Peygamberimiz Aleyhisse-lâm da, bu
ahlaki üstünlükleri tamamlamak üzere gönderilmiştir.
Müslim, ilgili bölümde bu hadisten
önce hasta ziyaretinin fazileti ile ilgili olarak başka hadisler de rivayet
ediyor. Onlardan birinde "kim hasta ziyaret ederse dönünceye kadar cennet
meyvelerinden toplamaya devam eder" denilmektedir. Nevevî diyor ki: Bu,
kişinin cennete girmesi ve meyvelerinden toplaması ile te'vil olunmaktadır.
Sa'îd der ki: Ebu İdris el-Havelanî
bu hadisi rivayet ederken iki dizi üzerine oturdu.
Yüce Allah'ın "Ey Kullarım Ben
Zulmü Kendi Nefsime Haram Kıldım". Diye Buyurması İle İlgili Hadis
266. Hadisi, İmam Müslim, Kastallanî'nin
Hamişine göre C.lO.s.8 ve sonrasında "Zulmün Haram Kılınması" babında
rivayet ediyor:
Abdullahi'bnu Abdurrahmani'bni Behrami'd-Dârimî,
Mer-van'dan -yani îbnu Muhammed ed-Dımeşkt den, o Sa'ld'bnû Abdülaziz'den, o
Rebi'a ibnu Yezid'den, o, Ebu îdris el, Hevlâni'den, o da Ebu Zer Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu bildirdiğini
rivayet etmiştir:
"Ey kullarım, Ben kendi zatıma
zulmü haram ettim, onu sizin aranızda da haram kıldım, ey kullarım birbirinize
zulmetmeyin, Benim doğru yola eriştirdikleri m dışında hepiniz yanlış yoldasınız.
Benim sizi doğru yola eriştirmemi isteyiniz ki, Ben de sizi doğru yola
eriştireyim. Ey kullarım, Benim kendilerine nimet verdiklerimin dışında
hepiniz açsınız, Benden rızık isteyiniz ki, Ben de sizi rızıklandırayım. Ey
kullarım, Benim giydirdiklerim dışında hepiniz çıplaksınız. Benden giyecek
isteyiniz ki, sizi giydireyim. Ey kullarım, siz gece ve gündüz hata işlersiniz,
Ben de bütün hatalarınızı bağışlarım. Benim sizi bağışlamamı dile'yiniz ki,
Ben de
sizi bağışlayayım. Ey kullarım, siz
Bana zarar verecek herhangi bir fenalık yapamazsınız. Aynı şekilde Bana fayda
sağlayacak bir iyilik de yapamazsınız. Ey kullarım, eğer sizin baştan sona hepiniz,
insanlarınız, cinleriniz, içinizden en takva sahibi kulun hali üzere olsanız,
bu Benim mülkümden birşey artırmaz. Ey kullarım, eğer siz baştan sona hepiniz,
insanlarınız ve cinleriniz, içinizden en fena kalpli kulun hali üzere olsanız
bu durum, Benim mülkümden bir şey eksiltmez. Ey kullarım, eğer sizin baştan
sona. hepiniz, insanlarınız ve cinleriniz, bir hal üzere olup Benden dilekte
bulunsalar, Ben de hepinizin dilediğini versem, bunun Benim mülkümden
eksilteceği, bir iğnenin denize sokulup çıkarılması halinde alacağı sudan fazla
değildir. Ey kullarım, yaptıklarınızı sizin hesabınıza kaydediyorum, sonra
bunların karşılıklarını size vereceğim. Kim bir iyilik bulursa, Allah'a
hamdetsin, kim de bir fenalık bulursa
nefsinden başkasını kınamasın[278][37]
Resulullah Aleyhisselâm Rabbinden
rivayetle buyurdu ki:
"Ben zulmü kendi nefsime haram
kıldım, aynı şekilde kullarıma da haram kıldım, birbirlerine
zulmetmesinler...." deniliyor, ve sonra hadisin devamı bildiriliyor. [279][38]
Ancak başta zikrettiğimiz Ebu Idris
rivayeti buradakinden daha kapsamlıdır.
268. Ebu İsa et-Tirmizî Rahmetli 11 ah i
Aleyh bu hadisi Ebu Zer Radıyallahü Anh'den Müslim'in verdiğinden daha değişik
bir metinle rivayet etmektedir. Oradaki rivayet şöyledir:
Ebu Zer Radıyallahü Anh'den rivayet
edildiğine göre Resulullah hilâ
buyurdu ki:
"Yüce Allah şöyle buyurur: Ey
kullarım Benim doğru yola erdirdiklerim dışında hepiniz yanlış yoldasınız.
Benden doğru yola eriştirmemi isteyin ki, Ben de sizi doğru yola eriştireyim.
Benim zengin kıldıklarım dışında hepiniz fakirsiniz, Benden isteyin ki sizi
rızıklandırayım, Benim koruduklarım dışında hepiniz günaha dalarsınız. Kim
Benim günahlarını bağışlamaya gücümün yettiğini bilir de Benden bağışlama
dilerse onu bağışlarım, hiç aldırış etmem. Eğer sizin baştan sona hapiniz,
ölünüz - diriniz, kurunuz-yaşımz, kullarımdan en takva sahibi bir adam gibi
olsalar, bu durum Benim mülkümde bir sineğin kanadından fazla bir şey
arttırmaz. Aynı şekilde eğer sisin baştan sona hepiniz, ölünüz ve diriniz,
yaşınız ve kurunuz, kullarımdan en fena halde olanın durumu üzere olsalar, bu
da Benim mülkümden bir sineğin kana* dmdan fazla birşey eksiltmez. Yine eğer
baştan sona hepiniz, diriniz ve ölünüz, yaşınız ve kurunuz, bir yerde
toplansanız ve her insan bütün umduklarını Benden istese, Ben içinizden her
istek sahibinin istediğini versem, bu Benim mülkümden, birinizin denizin
yanından geçerken oraya bir iğne daldırıp çıkarması halinde denizden alacağı
su miktanndan fazla bir şey eksiltmez. Çünkü Ben cömertim, fazilet sahibiyim.
Dilediğimi yaparım, Vermem de, azad etmem de, bir söz iledir. Benim bir şey
istemem halinde yaptığım, ona: "Ol" demektir, o da oluverir.[280][39]
Ebu İsa et-Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh bu hadisin hasen olduğunu söylemiştir.
269. İbnu Mace de, Sünen'inde bu hadisi
et-lirmizî'nin rivayetindeki metne yakın bir metinle rivayet etmiştir. Onun
rivayetinde bazı kısımlar burada geçtiği yerden önce zikredilmiş, bazı kısımlar
da burada geçtiği yerden sonra zikredilmiştir.
Ayrıca orada "ölünüz, diriniz,
kurunuz, yaşınız kullarımdan en takva sahibi adamın hali üzere
toplansalar" ibaresi ile "azab etmem söz iledir" ibaresi
geçmemektedir. Bunun dışında Tirmizî'nin rivayeti ile aynıdır. [281][40]
Yüce Allah'ın "Ben kendi zatıma
zulmü haram ettim" diye buyurması hakkında ilim adamları diyorlar ki:
Bunun manası "Ben böyle birşeyden münezzeh ve uzağım" şeklindedir.
Zulüm Allah için muhal olan bir şeydir. Çünkü zulüm sınırı aşmak ve başkasının
mülkünde tasarrufta bulunmak anlamındadır. Allah'ın sınırı aşması nasıl
düşünülebilinir ki, O'nun üstünde itaat edilmesi gereken bir şey yoktur. Bütün
kainat O'nun mülkü ve O'nun hükmü altında olduğuna göre, Allahü Teala'nın
başkasının mülkünde tasarrufta bulunması da düşünülemez.
Bir şeyi haram kılmanın sözlükteki
asıl anlamı; yasaklamaktır. Aslen yok olan bir şey yasak edilmiş olana
benzediğinden, Allahü Teala zulmü kendi hakkında haram kılınmış olarak
isimlendirdi.
"Benim doğru yola
eriştirdikleri m dışında hepiniz yanlış yoldasınız" sözünün anlamı
hakkında el-Mazerî, Rahmetullâhi Aleyh şöyle diyor: Bu sözün zahirî anlamından
anlaşıldığına göre insanlar ellerinden tutan olmadıkça sapıtmaya elverişli bir
tabiat üzere yaratılmışlardır, ancak Allah'ın hidayete erdirdikleri müstesnadır.
Meşhur bir hadiste: "Her çocuk fıtrat üzere doğar" denilmektedir. Bu
durumda bir tenakuz ortaya çıkmaktadır. Bu meseleye şöyle cevap verilmiştir:
Birinci hadisle, insanların Peygamber Aleyhisselâm gönderilmeden önceki
özellikleri kastedilmiş olabilir. Yahut, eğer insanlar başıboş bırakılırsa
tabiatlanndaki şehvete ve rahata düşkünlük, aldırmazlık özellikleri dolayısıyla
sapıtabilirler. Bu ikinci anlam daha kuvvetli görünmektedir.
Bu aynı zamanda bizim mezhebimizin
ve diğer ehli sünnet mezheplerinin "gerçek anlamda doğru yolu bulabilenin
ancak Allah'ın doğru yola eriştirdiği kinişe olduğu" tarzındaki görüsüne
delil teşkil etmektedir. Buna göre kişi, Allah'ın hidayet vermesiyle doğu yolu
bulur ve bu da Alahü Teala'nm onun için hidayeti dilemesiyle olur.
Allahü Teala bir kısım kullarının
doğru yolu bulmalarım diledi, onlar doğru yolu buldular. Diğerleri için böyle
irade etmedi, eğer irade etseydi onlar da doğru yolu bulurlardı. Bu görüş
mutezilenin: "Allah herkesin hidayet bulmasını diledi" tarzındaki
görüşüne muhaliftir.
Allahü Teala, olmayan bir şeyi
dilemekten veya dilemediği bir-şeyin O'nun mülkünde gerçekleşmesi halinden
münezzehtir. Çünkü: "Allahü Teala'nın dilediği gerçekleşti; dilemediği
ise gerçekleşmedi",
"Bu benim mülkümden, bir
iğnenin denizden eksilttiğinden fazla bir şey eksiltmez" sözü hakkında
âlimler şöyle diyorlar: Bu ifade insanların meseleyi anlaması içindir, yoksa
eses itibariyle Allah'ın mülkünden bir şey eksilmez. Nitekim diğer hadisi
şerifte de: "Allah'ın eli cömerttir, vermek ondan bir şey eksiltmez"
deniliyor. Çünkü Allah katında olana eksiklik gelmez. Eksiklik sınırlı ve geçici
olana gelir. Allah'ın vermesi kendi rahmet ve ihsanmdandır. Bu ikisi ise
Allah'ın ezelî iki sıfatıdır. Bunlara asla eksiklik gelmez.
İğnenin denizden aldığı ile.örnek
verilmesi ise, bu örnekle verilende eksilme hâdisesinin his s e dilemeyecek
derecede olması do-layısıyladır. Amaç ise, görülen ile mukayese etmek suretiyle
meselenin zihinlerde anlaşılmasını sağlamaktır. Deniz, gözle görülen şeylerin
en büyüklerinden, en genişlerindendir. îğne de eyşanın en küçüklerin dendir.
Üstelik iğnenin madeni, denize daldırılınca su tutmaz. En doğrusunu bilen
Allah'tır.
"Vermem de, azab etmem de bir
söz iledir" ifadesi "dilediğimi yaparım" ifadesini açıklamak
içindir. Bu da Allahü Teala'nın dilediğini çok kısa bir anda gerçekleştirdiğini
bildirmek içindir. Burada kastedilen sözün kendisi değildir. Söz burada
temsili anlamdadır ve insanların zihinlerinin
bunu kavrayabilmeleri için böyle
bildirilmiştir. Yani Allah'ın bir
şeyi dilemesi, o şeyin, ânında olmasını gerektirir. (Nevevî Şerhi,
Kastallanî'nin hamişine göre, C.lO.s.8)
"Kibriya Benim Ridamdık, Azamet
İse İzarımdır"Hadisi
270- Hadisi, Müslim, Sahih'inde,
Kastallanî'nin
Hamişine göre C.10,s.53'de
"Kibirlenmenin Haramlığı" babında Ebu Hureyre ve Ebu Sa'îd el-Hudrî Radıyallahü
Anhuma'dan rivayet etmiştir.
Bu ikisinin rivayetine göre
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu:
"izzet, yücelik Allah'ın
iz'arıdır, kibriya, büyüklük de ridasıdır. (Allah buyurur ki): Kim bunlarda
Benimle bir münakaşaya girerse ona azab ederim.[282][41]
271. Bu hadisi Ebu Davud, Sünen'inde
C.4,s.50'de "Kibir Hakkındaki Rivayetler" babında veriyor:
Musa'bnu İsmail Hammadu'bnu
Seleme'den, o Muhamme-du'bnu Ziyad'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resu-lullah Aleyhisselâm'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki: Büyüklük Benim ridamdır, yücelik de iz'arımdır. Bunlardan birisi hakkında
Benimle münakaşaya giren olursa onu cehenneme atarım[283][42]
272. İbnu Mace, Sünen'inde C.2,s.282'de
"Kibirden Sakınmak ve Tevazu" başlıklı babda bu hadisi senediyle
birlikte veriyor:
Oradaki hadis Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den rivayet edilmiştir ve metni Ebu Davud'un rivayetindeki
metnin aynısıdır.
Ancak Ebu Davud'un rivayetinde geçen
attım anlamındaki "kazeftu" kelimesinin yerine burada
"elkaytu" kelimesi kullanılıyor, yine Ebu Davud'un rivayetinde yer
alan cehennem anlamındaki "en-nar" kelimesinin yerine burada
"cehennem" deniliyor. [284][43]
273. İbnu Mace bu hadisi aynı şekilde
İbnu Abbas Radıyallahü Anh'den de rivayet ediyor.
Bu rivayet Ebu Davud'da geçen
rivayetin metninin aynısıdır.
Yani yukarıda zikredilen
farklılıklar burada yoktur. [285][44]
Nevevî'nin Sahih'i Müslim Şerhi,
C.10,s.53'den.
Hadiste anılan sıfatlarda, Allah'la
münakaşaya girmenin anlamı, bu sıfatlan edinmeye kalkışmak; izzet ve yücelik
taslamaktır. Bu hadisde kibirlenenlere şiddetli bir azab vaadedilmekte ve
hadisi şerif kibrin, kendini büyük görmenin kesinlikle haram olduğunu
bildirmektedir.
izzet ve yüceliğin Allah'ın iz'arı
ve ridası olarak adlandırılması mecazî anlamdadır. Mesela Araplar bir kimse
hakkında: "Zühd onun gömleği, takva da kaftanıdır" derler. Bununla o
kimsenin elbisesi kastedilmez. Bu söz ile ifade edilmek istenen zühd ve takvanın,
o kimsede çok bariz şekilde kendini gösteren iki özellik olduğu, bu iki
özelliğin hiçbir zaman kendisinden
ayrılmadığıdır. İzzet ve yüceliğe en layık olanın Allahü Teala olması ve
bu iki özelliğin O'nun zatına yakışması itibariyle bu şekilde örneklendirilmiş
tir. Araplar arasında meşhur olan bir söz vardır: "Filanca geniş
ri-dalıdır veya bol elbiselidir" derler. Bu sözle o kimsenin, çok cömert,
iyilik sahibi bir kimse olduğu kastedilir. (Nevevî Şerhinden alınan açıklama
bitti).
Biz de deriz ki:
Kur'an-ı Kerim'de kibirden söz
edilmiş ve kibirlenenler şiddetli azabla korkutulmuşlardır. Allahü Teala,
kibiri, sahibinden iyilik ve başarıyı engelleyen bir sebeb olarak göstermiştir.
Bir ayet-i kerimesinde şöyle buyuruyor: "Yeryüzünde haksız yere büyüklük
tas-layanları, ayetlerimden uzaklaştıracağım" Bir başka ayet-i kerimesinde
de: "Kibirlenenler için cehennemde bir yer yok mudur?" diye
buyuruyor. Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyuruyor: "Bugün yeryüzünde
haksız yere büyüklük taslamanızın ve yoldan çıkmanızın karşılığında alçaltıcı
bir azab göreceksiniz". Bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyurulüyor:
"Bugün Allah'a karşı haksız yere söylediklerinizden, O'nun ayetlerine
karşı büyüklük taslamanızdan ötürü alçaltıcı bir azabla
cezalandırılacaksınız". Allahü Teala'dan bizim nefislerimizi kibirden
temizlemesini ve bize tevazu nimetini bahşetmesini diliyoruz. Amin.
'Musa Aleyhisselam'ın
Hızır Aueyhisselâm'la Buluşma İsteği' İle İlgili Rivayetler:
274. Buharı, Hızır Aleyhisselâm'm Musa
Aleyhisselâm ile buluşmasıyla ilgili hadisi C.4,s.l54'de vermiştir:
Aliyyu'bnu Abdillah, Süfyan'dan, o,
Amru'bnu Dinar'dan, o, Sa'îdu'bnu Cubeyr'den rivayet etmiştir, Sa'îdu'bnu
Cubeyr der ki:
"ibnu Abbas Radıyallahü Anh'a,
Nefv el-Bikâlî, hızırla buluşan Musa'nın Beni israil'e gönderilen Musa
olmadığını, Onun başka bir Musa olduğunu sanıyor, diye söyledim. Ibnu Abbas
şöyle söyledi: Allah'ın düşmanı yalan söylüyor, Übeyyu'bnu Kaab'm Re-sulullah
Aleyhiss elam 'dan bize rivayet ettiğine göre Musa Aleyhis-selâm bir gün Benî
israil içinde bir konuşma yapmaya durdu, ona: İnsanların içinde en bilgilisi
kimdir? diye soruldu. O da: Benim, dedi. Yüce Allah, asıl ilim sahibinin Hakk
Teala olduğunu zikretmediği için onu azarladı ve ona: Hayır,iki denizin
buluştuğu yerde benim bir kulum vardır, o senden daha bilgilidir, diye buyurdu.
Musa Aleyhisselâm: Ey Rabbim, beni ona kim ulaştırabilir? diye sordu. -Hadisin
ravüerinden Şüfyan der ki: Ben ona nasıl ulaşabilirim?" diye söylemiş de
olabilir- Yüce Allah: Bir bahk alırsın, onu bir zenbile koyarsın, nerede balığı
kaybedersen bil ki orası onun yeridir, diye buyurdu. Musa Aleyhisselâm zenbilin
içine balğı koydu., Sonra adamı Yuşa'du'bnu Nün ile birlikte yola koyuldular.
Bir kayaya geldiklerinde, başlarını o kayaya koyup dinlendiler... hadisin
devamı hayli uzundur.[286][45]
275. Buharî Rahmetullahi Aleyh bu hadisi
C.6,s.88'de 'Kehf Suresi'nin Tefsiri1 ile ilgili babda, Cenab'ı Hakk'ın:
"Hani Musa Adamına Demişti ki..." sözü ile ilgili kısımda rivayet
etmektedir:
Orada şöyle deniliyor:
"Allahü Teala kendisine
vahyetti ki, Benim, iki denizin buluştuğu yerde bir kulum vardır, o senden
daha bilgilidir. Musa Aleyhisselâm: Ey Rabbim, ben ona nasıl ulaşabilirim?
diye sordu. Cenabı Hakk: Yanma bir balık alırsın," onu bir zenbile
koyarsın, nerede o balığı kaybedersen bil ki, orası onun yeridir, diye
buyurdu... hadis bu şekilde devam ediyor". [287][46]
276. Buharî, aynı babda bu hadisi farklı
bir şekilde de rivayet etmektedir. O rivayette şöyle deniliyor:
Cenabı Allah, ilmi Allahü Taala'mn
zatına nisbet etmediği için onu azarladı. Kendisine: Hayır, denildi. Musa
Aleyhisselâm: Ey
Rabbim, benden daha bilgilisi
nerede? diye sordu. Hakk Teala: iki denizin kavuştuğu yerde, diye buyurdu. Musa
Aleyhisselâm: Ey Rabbim, bana bir işaret göster, onun yerini bu işaretle
bileyim, dedi. Amr'ın rivayetine göre Hakk Teala: Balığın seni terkettiği
yerdir, diye buyurdu. Ya'la'mn rivayetine göre ise Cenabı Allah: Kendisine ruh
üflenecek ölü bir balık al, diye buyurdu. Musa Aleyhisselâm da balığı aldı....
hadis bu şekilde devam ediyor." [288][47]
Buharı, bu babda hadisi daha önce
verdiğimiz metne yakın bir metinle vermektedir. En doğrusunu Allahü Teala
bilir.
el-Kastallanî Rahmetullahi Aleyh
C.7,s.22l'de Kehf Suresi ile ilgili bölümde: Bu hadis Kitabu'l-îlm'de geçti,
müellif Rahmetullahi Aleyh bu hadisi, kitabı el-Cami'de (yani
el-Cami'u's-Sahih'de) ondan fazla yerde zikretmektedir, diye kaydetmektedir.
îbnu Abbas Radıyallahü Anh'ın Nevf
el-Bikâlî hakkında "Allah'ın düşmanı yalan söylüyor" demesi, ona
şiddetle karşı çıkması, bunda mübalağa etmesi ve ona son derece hiddetlenmesi
dolayısıyla idi. Yoksa böyle biri olduğuna inanması sebebiyle değil.
iki denizin buluştuğu yerle
kastedilen, Doğudaki Fars denizi ile Rum denizinin buluştuğu yerdir.
"O senden daha bilgilidir"
yani özel bir şeyde, özel bir konuda. (Kitabın
metin kısmında Musa
Aleyhisselâm ile Hızır Aleybisselâm arasında geçen hâdise ile ilgili
hadisin baş tarafı verilip "devam hayli uzundur" denilerek kesiliyor.
Ancak şerhte hadisin devamı Sahih-i Buharî'den alınarak açıklamalı şekilde
veriliyor. Aşağıda hadisin devamım
şerhteki açıklamalarıyla birlikte-tercüme ettik. -Mütercim-):
"Sözkonusu kayaya başlarını
koyunca Musa Aleyhisselâm uykuya daldı. Bu esnada balık canlanmaya başladı.
Çünkü Cenabı Allah'ın hikmet ve kudreti ile balığa hayat verildi. Zenbilden
çıkarak, denize döştü. Sonra da denizin içinde yolu tutup gitti. Allahü Teala,
balığın geçtiği yerde suyun akışını durdurdu, böylece su üzerinde kemer gibi
bir iz kaldı. Musa Aleyhisselâm ile Hızır Aleyhisselâm in bir mucizesi olarak
orası bir kemer gibi kaldı.
Uyanınca, gecenin kalan kısmında ve
ertesi gün bir miktar daha yürümeye devam ettiler. Ertesi gün biraz geçince,
Musa Aleyhisselâm yanındaki adamına "Şu azığımızı getir, bu yolculuğumuzdan
dolayı hayli yorgun düştük" dedi.
Allah'ın emrettiği yeri geçinceye
kadar Musa Aleyhisselâm kendinde yorgunluk hissetmedi. Adamı: "Gördün mü,
o kayada dinlendiğimiz esnade ben balığı unutmuşum (yani balığın canlandığını,
suya dalıp orada bir kemer gibi iz bıraktığını sana haber vermeyi unutmuşum)
Bana onu hatırlamamı unutturan ancak şeytandır. (Akla durgunluk veren, ilahi
kudretin yüceliği ile meydana gelen o hadise olunca birden sana söylemeyi
unuttum). Balık şaşılacak şekilde denizde yolunu tutup gitmiş." dedi. Şaşılacak
durum, balığın gittiği yolda bir boşluk oluşmasıdır.
Musa adamına: "Bizim de
istediğimiz zaten buydu" dedi. Hemen geldikleri yoldan kendi izlerini
takib ederek geri döndüler. O, dinlenmiş oldukları kayaya gelince Hızır
Aleyhisselâm'ı araştırmaya başladılar. Baktılar ki, bir adam elbisesine
bürünmüş uyuyor. Musa Aleyhisselâm ona selam verdi. Hızır Aleyhisselâm da
selâmını aldı ve: Senin ülkende selam var mıdır? diye sordu. (Bir rivayete göre
de, "benim yaşadığım bu ülkede selam var mıdır?" diye sordu). Musa
Aleyhisselâm: Ben Musa'yım dedi. Hızır Aleyhisselâm: Israiloğlu Musa mı? diye
sordu. Musa Aleyhisselâm: Evet, dedi. Sonra: Sana öğretilenden bana hayra
götüren bilgi öğretmen için geldim, diye söyledi. (Kendisine din konusunda bir
bilgi öğretmesini istediğine dair herhangi bir. rivayet gelmiş
değildir. Çünkü Peygamberler
Ümmetlerinin ibadet düzenini ihtiva eden dinleri hakkında yeterince bilgiye
sahiptirler).
Hızır Aleyhisselâm: Ey Musa, ben
Allah'ın bana öğrettiği ama senin bilmediğin bir bilgiye sahibim. Sen de,
Allah'ın sana öğrettiği amaç benim bilmediğim bir bilgiye sahipsin. (Yani ben
senin bildiklerinin hepsini bilmem, sen de benim bildiklerimin hepsini
bilemezsin), dedi. Musa Aleyhisselâm: Ben sana uyabilir miyim? diye sordu.
Hızır Aleyhisselâm: Sen benim yaptıklarıma dayanamazsın, dedi. (Çünkü Musa
Aleyhisselâm kendi şeriatına aykırı bir şey gördüğü zaman, ona karşı çıkmadan
duramazdı).
Sonra, Hızır Aleyhisselâm:
"Bütün inceliklerini bilginle kavra-yamadığın bir şeye nasıl dayanabilirsin"
diye söyledi. (Yani sen bir Peygamber olarak, dış görünüşü itibariyle kabul
edilemeyecek, batini inceliklerini de senin bilmediğin işlerime nasıl
sabredebilirsin?). Sonra Musa Aleyhisselâm: İnşallah sabrettiğimi göreceksin,
sana hiçbir işde baş kaldırmayacağım, dedi. Musa ve Hızır Aleyhisselâm deniz
sahili boyunca yürüyerek birlikte yola çıktılar.(Yaniarında Yuşa da
bulunuyordu). Yanlarından bir gemi geçti, gemi dekil erden kendilerini gemiye
almalarını istediler. Onlar Hızır'ı tanıdıklarından berikileri ücretsiz olarak
gemiye aldılar. Gemiye bindiklerinde bir serçe gelip geminin kenarına kondu ve
bir iki kere gagaladı. O zaman Hızır Aleyhisselâm: Ey Musa, benim ve senin
ilmin Allah'ın ilminden, şu kuşun denizden eksilttiği kadar bir şey eksiltmiş değildir,
diye söyledi.
(Burada eksiltme sözü zahirî
anlamında değildir. Bu sözün anlamı şudur: Benim ve senin ilmin Allahü
Teala'nm ilmine oranla bu kuşun denizden aldığı suyun bütün denize oranı
gibidir. Bu da zihinlerin meseleyi kavrayabilmesi için yapılan bir benzetmedir.
Esas itibariyle Allah'ın ilmi sonsuz, deniz ise sonludur.)
Birara Hızır eline balta alıp,
denizin üstünde giden geminin tahtalarından bir tahtayı söktü. Musa
Aleyhisselâm işin şaşkınlığını üzerinden atana kadar Hızır Aleyhisselâm tahtayı
ayağıyla attı.
Musa Aleyhisselâm yapılana itiraz
edecek: Sen ne yaptın? Bunlar bizi ücretsiz olarak gemilerine aldılar, sen se
onu delerek içindekileri batırmaya çalışıyorsun, dedi. (Çünkü açılan delikten
gemiye su dolacak, bu da içindekilerle beraber geminin batmasına yol
açabilecek).
Musa Aleyhisselâm Hızır'a: Sen çok
garib bir iş işledin, diye söyledi. Hızır Aleyhisselâm Musa Aleyhisselâm'm
başta kabul etmiş olduğu şartı kendisine hatırlatarak: Ben sana; benim
yaptıklarıma dayanamazsın dememiş miydim? diye söyledi. (Bur-daki soru onun
yaptığının doğru olmadığını bildirmek içindir). Musa Aleyhisselâm Hızır
Aleyhisselâm'a: Unuttuğum için bana çıkışma (bunu unutarak yaptığından dolayı
özür diliyor veya şarta uymamasının unutmak dolayısıyla olduğunu bildiriyor).
Gücümün yetmediği şeyden beni sorumlu tutma, dedi. (Musa Aleyhisselâm'm bu ilk
itirazı unutmak sebebiyle olmuş oldu).
Gemiden inince çocuklarla oynayan
bir erkek çocuğu gördüler. Hızır Aleyhisselâm onun başından tutarak şöylece
bedeninden ayırdı. -Ravilerden Süfyan parmaklarıyla bir şeyi koparır gibi
işaret etti-. Musa Aleyhisselâm bu sefer ona: Bir cana karşılık olmaksızın
masum bir cana mı kıydın? Doğrusu pek kötü bir şey yaptın, dedi. Hızır
Aleyhisselâm; Tekrar: Ben sana, sen benimle sabredemezsin dememiş miydim? diye
hatırlattı. Musa Aleyhisselâm da: Bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık
benimle arkadaş olma, o zaman benim tarafımdan mazur sayılırsın, dedi. Tekrar
yola koyuldular. Sonunda vardıkları bir kasaba halkından yiyecek istediler (Onların
kendilerini misafir etmelerini istediler). Kasaba halkı bu ikisini misafir
etmek istemedi. Şehrin içinde yıkılmağa yüz tutan, eğilmiş halde bir duvar
gördüler. Hızır Aleyhisselara onu doğrulttu. -Ravilerden Süfyan, bir şeyi
yukarı doğru düzeltir gibi eliyle işaret etti.-
Musa Aleyhisselâm: Adamlara geldik,
bizi misafir etmek istemediler, bize yiyecek vermediler; sen tuttun onların
yıkılmak üzere olan duvarlarını doğrulttun, İsteseydin bunun karşılığında bir
ücret alabilirdin, diye söyledi. Bu sefer Hızır Aleyhisselâm: "işte-bu,
seninle benim ayrılmamı gerektiriyor, dayanamadığın işlerin yorumunu sana
bildireceğim, diye söyledi. Yani dış görünüş itibariyle yanlış olduğunu
sandığın bu işlerin, bilmediğin taraflarını ve hikmetlerini sana
bildireceğim".
(Hâdisenin bundan sonraki kısmı,
tercümesini yaptığımız kitapta yer almıyor. Ancak biz, hâdisenin devamını
Kur'an-ı Kerim'de geçen şekliyle vermeyi uygun gördük -Mütercim).
"(Hızır dedi ki) : Gemi,
denizde çalışan birkaç yoksula aitti: Onu kusurlu kılmak istedim. Çünkü
peşlerinde her sağlam gemiye zorla el koyan bir hükümdar vardı. Oğlana
gelince, onun ana, babası Mü'min kimselerdi.Çocuğun onları azdırmasından ve
inkâra sürüklemesinden korkmuştuk. Rabblerinin o çocuktan daha temiz ve onlara
daha çok merhamet eden birini vermesini istedik. Duvar ise; şehirde iki yetim
erkek çocuğa aitti. Duvarın altında onların bir hazinesi vardı; babaları da iyi
kimseydi. Rabb'in onların erginlik çağına ulaşmasını ve Rabb'inden bir rahmet
olarak hazinelerini çıkarmalarım istedi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım.
İşte day anam adı ğın işlerin içyüzleri bunlardır".
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:
Dilerdik ki Musa sabret-seydi de, Allahü Teala onların hikayelerini bize
bildirseydi.
Ravi Süfyan der ki: Resulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu: Allah Musa'ya rahmet eylesin. Sabretmiş olsaydı Allahü Teala onların
hikayelerini bize bildirirdi.
Yine Ritabu't-Tefsir'de el-Hamîd'in
Süfyan'dan rivayeti ile gelen bir hadis-i şerifte Resulullah Aleyhisselâm in
şöyle buyurduğu bildiriliyor: isterdik ki, Musa sabretseydi de, Allahü Teala
onların hikayelerini bize bildirseydi. (Kastallanî Şerhi, C.5,s.381)
Her şeyin en doğrusunu bilen
Allah'tır.
İntihar Etmenin Cezası Cehennemdir
277, Elini bıçak ile kesip de ölen
adamla ilgili hadis. Bu hadisi Buharı, c.4,sll80'de "Benî İsrail'den
Sözetme" başlıklı babda rivayet etmektedir:
Muhammed'in Haccac'dan, onun da
Cerir'den rivayetine göre el-Hasen şöyle söylemiştir: Cundebu'bnu Abdullah bize
şu mescidde rivayette bulundu. Rivayette bulunduğu günden bu yana
söylediklerini unutmuş değiliz, Cundeb'in Allak Resulü Aleyhisselâm'a yalan
isnad etmiş olacağı yolunda bir endişemiz de yoktur. O, Resulullah
Aleyhisselâm'in şöyle buyurduğunu bildirdi:
"Sizden öncekilerde, bir adam
vardı. Bir yarası çıkmıştı. O yara dolayısıyla çok acı çekti. Bunun üzerine bir
bıçak aldı ve onunla elini kesti. Kanama durmadı ve adam bu yüzden öldü. Yüca
Allah da: "Kulum kendi nefsinde Benim hükmüme karşı çıktı, Ben de ona
cenneti haram kıldım" diye buyurdu.[289][48]
"Sizden Öncekiler"
denilirken kastedilen, îsrailoğullan veya başka bir topluluk olabilir. Ancak
îsrailoğullan olması ihtimâli kuvvetlidir.
Hadiste sözü edilen, intihar eden
adamın ebediyen cehennem azabını haketmesi, kendisini öldürmesi dolayısıyla
değil, Allah'ın hükmüne karşı çıkarak küfre düşmesi dol ayı siy ladır. Yahut bu
adam, esasında kâfir birisi idi, kendini de öldürünce yaptığı kötülük için
küfründen dolayı çekeceği azaba ilave olarak, bu azabı haketmiş oldu.
"Kulum kendi nefsinde Benim
hükmüme karşı çıktı" yani "Benim hükmüm ona ulaşmadan, o kendisini
öldürdü" sözünde müşkil bir durum bulunmaktadır. Çünkü bu sözün zahirî anlamına
göre öldürülen kimse, eceli gelmeden ölmektedir. Oysa her.hangi sebeple olursa
olsun bir kimse, eceli gelmeden önce ölmez, ayrıca Aîlahü Teala onun anılan
sebepten dolayı öleceğini bilmektedir. Allahü Teala'mn ilminde değişme olmaz.
Bu meselenin cevabında denildi ki:
Allah o kimseyi kendi ilmine muttali kılmış değildir, O kimsenin kendini
öldürmek suretiyle Allah'ın hükmüne karşı çıkmak istemesi, kendi irade ve
arzusuyla olmuştur. O kendisini öldürme yolunu seçti, böylece âdeta Allah'ın
hükmünün ona ulaşmasından önce o, kendi hakkında hüküm vermek istemiş gibi
oldu. Bu karşı çıkışı ile de cezayı haketti.
Hadis cana kıymanın ne kadar büyük
bir günah olduğunu bildirmektedir, însan ister kendi canına kıysın, ister bir
başkasının canına kıysın. Çünkü kendi canı da; onun mülkü değildir. Bilakis
onun canı Allahü Teala'mn mülküdür. Doğru olanı Allah bilir. (Kastallanî
Şerhinden).
Kimse Allah'ın Fazlından Müstağni
Kalamaz
278. TSyyûb Aleyhisselâm'ın Yıkanması ve
Üzerine Altın Çekirge Konması1 ile ilgili hadis. Bu hadisi Buharı, C.l,s.64'te
Kitabu'l-Gusl'un "Çıplak Halde Gusletmenin Durumu" başlıklı babında
rivayet etmiştir:
f
îshaku'bnu Nasr Abdurrezzak'tan, ö
Ma'mer'den, o Hemma-mu'bnu Münebbih'ten, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Re-sulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Eyyûb Aleyhisselâm çıplak
olarak guslediyordu. Bu sırada bir altın çekirge üzerine kondu.
Eyyûb'Aleyhisselâm hemen elbisesi-nebüründü. Rabbi ona: Seni gördüğün her
şeyden müstağni kılmamış mıydım? diye buyurdu O da: Evet, izzetin hakkı için
Öyledir, fakat senin verdiğin bereketten de müstağni kalamam, dedi.[290][49]
279. Buharı bu hadisi, C. 4, s. 151'de,
Kitabu'l Badu'l-Halk'ın, "Eyyûb de: Başıma Bir Bela Geldi (sana
sığındım)..., Diye Nida Etmişti" ayet-i kerimesi ile ilgili babında da
rivayet etmiştir. Ayrıca C.9,s.l43'de Kitabu't-Tevhid'in, "Allah'ın Sözünü
Değiştirmek İstiyorlar" ayet-i kerimesi ile ilgili babında da bu hadise
yer vermiştir.
Ancak bu iki rivayette yukarıdaki
rivayett ekin den farklı olarak, "üzerine altın çekirgeler sürüsü
kondu" denilmektedir. [291][50]
280. Nesâî de, bu hadisi C.l,s.20rde,
"Guslederken Bir Perdenin Arkasına Geçmek" başlıklı babda rivayet
ediyor.
Buradaki rivayetin metni de
Buharfnin Kitabu'1-Gusl'de geçen rivayetindeki metnin aynısıdır. Ancak
Buharî'nin rivayetinde tekil olarak geçen bereket kelimesi, burada
"berekât" şeklinde çoğul olarak geçmektedir. [292][51]
Kastallanî diyor ki: Eyyûb
Aleyhisselâm'm üzerine atlayan çekirgenin altından, ama ruh sahibi bir çekirge
mi yoksa, ruhu olmayıp çekirge şekli taşıyan altından bir şey mi olduğu
anlaşılmıyor. Şerhu't-Takrib'de ikincisinin daha kuvvetli ihtimal olduğu belirtiliyor.
Allahü Teala'nın Eyyûb
Aleyhissalâm'a nida etmesi, Musa Aleyhisselâm ile konuşması gibi konuşma veya
meleklerden bir melek vasıtasıyla nidasını bildirmesi olabilir.
Kastallanî daha sonra şöyle diyor:
Eyyûb Aleyhisselâm'ın bu malı, dünya sevgisi ile almış olması mümkün değildir.
Ancak, onun kendi nefsi hakkında bildirdiği gibi, Rabb'inin katından bir
bereket olması dolayısıyla almıştır. Öyleki O, Allahü Teala'nın yakın zamanda varettiği
bir şey, yahut alışılanın üstünde bir özelliğe sahip, yeni bir nimet olması
itibariyle kabule şayan görülmüştür. Bunda, Allahü Teala'ya şükür, O'nun
şanının yüceliğinin ifadesi anlamı vardır. Reddinde ise nimeti inkar ve Allah'tan
gelen nimeti red anlamı vardır.
Hadisten anlaşıldığına göre çıplak
olarak banyo yapmak caizdir. Çünkü Allahü Teala Eyyûb Aleyhisselâm'ı, çıplak
olarak banyo yapmasından dolayı azarlamadı. Allah'ın hitabı, çekirgeleri toplaması
dolayısıylaydı. (Kastallanî'den açıklama bitti).
Ben derim ki: Rivayet edildiğine
göre Musa Aleyhisselâm çıplak olarak yıkanıyordu, bir taş elbisesini aldı. Ona
vurarak iki kere, "elbisem, elbisem ey
taş" dedi. (Kastallanî
Şerhi C.l,s.333)
Eşlem Kabilesini Allah Selamete
Kavuşturdu
28L Bu hadisi Müslim, Kastallanî'nin
Sahih-i Buharı Ve yazdığı hamişine göre Ç.9,s.407'de Kitabu'l-Fadâil'in
"Gıfar ve Eşlem Kabilelerinin Üstünlükleri" başlıklı babda rivayet
etmiştir:
Huseynu'nu Harb, el-Fadlu'bnu
Musa'dan, o Haysemu'bnu İrak'dan, o babasından, ö da Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Eşlem kabilesini Allah
selamete kavuşturdu, Gıfar kabilesini de Allah mağfiret eyledi. Bunları ben
söylemedim, bilakis Allah Azze ve Celle söyledi.[293][52]
282. Müslim, "Eslem'i Allah
Selamete Kavuşturdu" hadisini, Ebu Bekre Radıyallahü Anh'a ulaşan bir
senedle yukaridakinden daha uzun bir rivayetiyle de zikretmektedir. Bu
rivayette, senedin Muhammedu'bnu Ya'kub'a kadar olan kısmı zikredildikten
sonra şöyle deniliyor:
Muhammedu'bnu Ya'kub der ki, ben
Abdurrahmani'bnu Ebi Bekre Radıyallahü Anh'dan duydum. O da babasından
rivayetle bildirdi ki, el-Ekrau'bnu Habis Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek:
Eşlem, Gıfar ve Muzeyne kabilelerinden hacıları soyan hırsızlar gelip şana
bey'at ettiler, diye söyledi. Resulullah Aleyhisselâm'da:
"Ne dersin, Eşlem, Gıfar ve
Muzeyne kabileleri, Benî Temim, Benî Âmir, Esed ve Gatafan kabilelerinden daha
üstün olurlarsa bunlar hüsrana uğrar ve kaybederler mi? diye sordu. el-Akra:
Evet, dedi. Resulullah Aleyhisselâm: Nefsim elinde olana yemin ederim ki, onlar
bu berikilerden daha üstündürler, diye buyurdu[294][53]
Hadisteki "Eşlem kabilesini
Allah selamete kavuşturdu..." ifadesinin onlar için dua anlamı taşıdığı söylenmiştir.
Ve yine bu ifadenin onların durumlarından sözedici bir ifade olduğu da bildirilmiştir.
el-Kadî, el-Meşarık'ta diyor ki: Bu
söz sözlerin en güzellerin-. dendir. Birinde hoş olmayan bir şey görmeyince
"onunla müsâ-leme, ettim" dersin. Bu ifâde de aynı kökten alınmıştır.
Adeta Resulullah Aleyhisselâm, zikri geçen kabilelerin durumlarına uygun olanı
Allah'ın vermesi için onlara dua etmiş olmaktadır.
Bunun gibi Ğıfar kabilesini de Allah
mağfiret eyledi, sözü de Cenabı Allah'ın o kabileye layık olanı yapması için
bir dua sözü olabilir.
Ve yine şöyle demiştir: Gıfar
kabilesi için övgü olarak Ebu Zer el-Gıfarî'nin kendilerinden olması
yeterlidir, ilk Müslüman olanlar arasında idi. Onun Müslüman olmasıyla ilgili
olarak meşhur bir hikaye vardır Bununla ilgili hadis, Sahih-i Buharı,
Kitabu'l-Menakıb'da geçmektedir. (Nevevî'nin, Şahih-i Müslim Şerhinden)
Radıyallahü Anka'nın Üstünlüğü Ve
Onun Cennette Bir Ev Île
Müjdelenmesiyle İlgili
Rivayetler
283. Birinci Olarak: "Allah Azze ve
Celle Kur'an'ı Yedi Harf Üzere Okutmanı Emrediyor..." hadisi. Bu hadisi
Nesâî, Sünen'inde "Kiır'an'la İlgili Rivayetler" babında rivayet
etmiştir.
Ubeyyu'bnu Ka'b Radıyallahü Anh'ın
rivayetine göre Resulullah Aleyhisselâm Benî Gıfar gölünün kenarında idi. O
sırada Cibril Aleyhisselâm geldi ve:
"Allah Azze ve Celle sana
Kur'an'ı Ümmetine bir harf üzere okutmanı emrediyor" diye bildirdi.
Resulullah Aleyhisselam: Allahü Teala'dan af ve mağfiret diliyorum, Ümmetim
buna güç yeti-remez, dedi. Sonra ikinci kez tekrar geldi ve: Allah Azze ve
Celle, Kur'an'ı Ümmetine iki harf üzere okutmam emrediyor, diye bildirdi.
Resulullah Aleyhisselâm: Allah1 dan af ve mağfiret diliyorum, Ümmetim buna güç
yetiremez, diye buyurdu. Sonra üçüncü kez tekrar geldi ve: Allah Azze ve Celle
Ümmetine Kur'an'ı üç harf üzere okutmanı emrediyor, diye buyurdu. Resulullah
Aleyhisselâm: Allah'tan affını ve mağfiretini diliyorum, Ümmetim buna güç
yetiremez, diye buyurdu. Sonra dürdüncü kez tekrar geldi ve: Allah Azze ve
Celle Kur'an'ı Ümmetine yedi harf üzere okutmanı emrediyor, bu yedi harften
hangisine göre okurlarsa doğru okumuş olurlar, diye bildirdi.[295][54]
Harf denilirken kastedilen, i'rab,
yani Kur'an'm harekelenme-sinde izlenen yoldur. Resulullah Aleyhisseîâm'ın,
Kur'an'm birden fazla i'rab şekli üzere okunabilir olmasını istemesi, ümmetinin
zorluğa düşmemesini arzulaması dolayısıyladır.
Burada yedi harf denilirken
kastedilen, bir harfe yedi okuyuşun geçerli olması değildir. Kur'an'm tümü
üzerindeki farklı okuyuş şekillerinin bu sayıda olmasıdır.
Kur'an-ı Kerim'in okunuşunda izlenen
yolların farklılığında şu gibi durumlar sözkonusuduf: Mana ve yazılışta fark
olmaksızın sadece hareke değişik okunur: 'Buhl' ve 'Bini' gibi. Yahut anlamda,
tümden bir değişme ve tamamen zıt bir anlam ortaya çıkmaksızın küçük bir
farklılık olabilir. Mesela Bakara suresi, 37. ayet-i kerimesinin ilk cümlesi
bir kıraatte "fe telekkâ Âdemu min Rabbihi kelimâtin" diye
okunmaktadır. Bu okuyuşa göre bu cümlenin anlamı "Adem Rabbinin kendisine
ilhamı ile, birtakım kelimeler, tevbe istiğfar sözleri aldı" olur. Bir
başka kıraatte bu cümle "fe telekkâ Ademin Rabbihi kelimâtun"
şeklinde okunmaktadır. Bu okuyuşa göre de cümlenin anlamı, "Adem'e
Rabb'inden birtakım kelimeler, tevbe ve istiğfar sözleri geldi" olur.
Değişiklik bazen harekede olmayıp, harfte olur ve anlamda yukarıdaki gibi ufak
bir değişikliğe yolaçabilir. 'Teblû ve tetlû1 kelimelerinde olduğu gibi. Bazen
anlam değişikliğine sebep olmayacak harf değişikliği de olabilir. es-Sırat
kelimesinin sin ve sad ile okunuşu gibi. Harflerin öncelik ve sonralığmda
değişiklik olabilir. Bazen de kelimelerin öncelik sonralığmda değişiklik
olabilir: "fe yektûlûne ve yuktelûne" kelimeleri bu şekilde okununca'
"öldürür ve öldürülürler" anlamı vermektedir. Bir başka kıraatte ise
"fe yuktelûne ve yektûlûne" diye okunmaktadır ki bu zaman da,
"öldürülür ve öldürürler" anlamına gelir. Bu değişiklik ise ibarenin
tümünde bir değişikliğe sebep olmamaktadır. Bazen de harflerin sayısında
ziyadelik noksanlık olabilir. "Evsâ" ve "vessâ" kelimesindeki
durum gibi. Bu iki kelimenin her ikisi de aynı anlama gelmektedir. Ancak
birinde elif ziyade edilmiştir. Diğerinde bu anlam şedde ile sağlanmaktadır.
Te'cvid ilminin teferruatına giren
konulardaki ihtilaf ise, lafız ve manada
değişikliğe yolaçan ihtilaflardan sayılmamaktadır.
Çünkü bu
farklılıklar kelimenin yapısında
bir değişikliğe yolaçmıyor.
(Kastallanî Şerhi, c.5,s.271).
Kastallanî, C.7,s.45l'de Kur'an'm
Üstünlükleri bölümünde, "Kur'an, Yedi Harf Üzere İndirilmiştir"
başlıklı babda da şöyle diyor:
Diller arasındaki farklılığın
zarureti ve insanların başka dilleri konuşmakta zorluğa düşmeleri sebebiyle bu,
insanlara bir kolaylık olması için verilmiş ve işin başında kendileri için yol
geniş tutulmuştur. Herkese kendi okuyuş üslubuyla, dillerini alıştırma yaparak,
herkesin tek bir yol üzere okumasının mümkün olacağı vakte kadar, insanların
kendi dil özellikleri üzere Kur'an okumalarına izin verilmiştir.
Ancak bu izin, insanların zevklerine
göre okumaları için verilmiş bir izin değildir. Yani insanlar okumakta zorluk
çektikleri zaman, kendi dillerindeki karşılıklarıyla denk gelen harflerle
telaffuz ederler. Burada esas olan Resulullah Aleyhisselâm'dan duyulan
şekildir. Nitekim Hazreti Ömer ve Hişâm Rahmetullahi Anhuma'mn "Resulullah
Aleyhisselâm bana böyle okuttu" diye söylemeleri de bunu gösteriyor.
"Üç Kişi Vardır Ki, Onları
Allah Sever" Hadisi.
284.
Bu hadisi Nesâî Sünen'inde, C.3,s.207'de 'Yolculukta Gece Namazı Kılmanın
Fazileti" babında rivayet
etmiştir:
Ebu Zer Radıyallahü Anh, Resulullah
Aleyhisselâm'in şöyle buyurduğunu bildirmiştir:
"Üç kişi vardır ki onları Allah
Azze ve Celle sever: Bir topluluğa gidip onlardan, aralarındaki yakınlık
hürmetine değil de, Allah rızası için talepte bulunan adama, o topluluğun bir
şey vermemesi üzerine, kendilerinden gizli olarak ve yaptığı iyiliği Allah'tan
başka kimsenin bilmeyeceği şekilde, onlara ihsanda bulunan kimse. Bir de şu
adam ki, bir topluluk içinde bulunur, o topluluk gece yol alır, sonra öyle bir
hal olur ki, yorgunluk dolayısıyla uykuyu, karşılığında verilecek her şeye
tercih ederler ve bineklerinden iner, başlarını yere koyup uyurlar, Bu adam ise
kalkıp bana (yani Al-lahü Teala'ya) niyazda bulunur ve ayetlerimi okur. Bir de
bir askerî grubun içinde bulunup, o grupla beraber düşmanla karşı karşıya
gelen, içinde bulunduğu grup, düşman karşısında hezimete uğrayıp dağıldığı
halde; kendisi kaçmayıp ölünceye veya zafer elde edinceye kadar Allah için
çarpışmaya devam eden adam,[296][55]
Bu hadiste, Allahü Teala'nm
kendilerine olan sevgi ve merhametinin arttığını bildirdiği üç kişiden söz
ediliyor. Bununla aynı zamanda bu üç kişinin ahlakıyla ahlaklanmaya teşvik
ediliyor. Bu üç kişi şunlardır:
Birincisi: Yalnız Allah'ın rızasını
gözeterek gizlice sadaka veren kimse, Bu adamın verdiği sadakadan yalnız Allahü
Teala'nm ve sadakayı alan adamın haberi vardır. "Allahü Teala yedi sınıf
insanı, kıyamet gününde kendi gölgesinde gölgelendirir..." hadisi de bu
anlamı te'yid etmektedir. Çünkü orada sayılanlar arasında, "sağ elinin
verdiğini sol elinden gizleyecek kadar gizlice sadaka veren adam" da
geçiyor. Bu ifade sadakayı çok gizlemekten kinayedir.
İkincisi: Kendisiyle beraber
yoluculuk edenlerin dahi haberi olmayacak şekilde insanlardan gizli olarak
gece kalkıp ibadet eden, Allah'ı zikreden, namazda veya namaz dışında Kur'an
okuyan kimse. Özellikle, çok yol yürümekten dolayı yorgun bir halde iken ve
arkadaşları yorgunluktan uyuyakalmışken.
Üçüncüsü: Arkadaşlarının
dağılmasından sonra düşmanın üzerine atlayan ve öldürülünceye veya savaşı
kazanmcaya kadar mücadeleye devam eden. Şüphesiz böyle bir hareket Müslümanların
gayret ve azimetim artırır. Dağılanların yeniden cesaretlenerek, tekrar savaş
alanına dönmelerine vesile olur. Bunun tersi durum ise, azimetlerini kırar ve
henüz dağılmamış olanların da dağılmalarına sebep olur.
Kevser Suresinin Nüzul Sebebi" İle İlgili Hadis.................................... 1
285. Hadisin Şerhi......................................................................... 2
"Namazın Ve Resulullah
Aleyhisselâm'a Selâm (Selevât)
Okumanın Fazileti" İle İlgili Hadis................................................................... 2
286. Hadisin Şerhi......................................................................... 2
Mü'minlerin Annesi Hazretı
Hatice Radıyallahü Anha'nın Cennette
Bir Ev İle
Müjdelenmesi Hadisi...................................................... 3
287 ■ 28a Hadislerin Şerhi............................................................. 3
Hazreti Hatice Radıyallahü Anha'ya Müjde Verilmesi............................ 3
Amelde İhlas, Riyanın Kötülenmesi
Ve Kötülükten Alıkoyma Görevinin Terki".......................................................................................... 5
İle İlgili Rivayetler.......................................................................... 5
"Ben Ortakların Ortaklığından En Uzak Olanım" Hadîsi........................ 5
291. ikinci Rivayet:........................................................................ 5
289 - 29L Hadislerin Şerhi.............................................................. 5
Yüce Allah'ın "Beni Aldatmaya Mı Çalışıyorlar, Yoksa Bana Karşı
Cür'et Mi Gösteriyorlar11............................................................................. 6
Sözü İle İlgili Hadis........................................................................ 6
292 - 29a Hadislerin Şerhi.............................................................. 7
Yüce Allah'ın "Ben Kendisinden Sakınjlmaya Layık Olanım" Sözü
İle İlgili Hadis........................................................................................... 7
294. Hadisin Şerhi......................................................................... 8
"Kıyamet Gününde Hesabı Görülen İlk Adam" Hadisi........................... 8
295 297. Hadislerin Şerhi............................................................. 10
Yüce Allah'ın Kıyamet Gününde "Kötülüğü Gördüğünde Ona Karşı Çıkmanı
Alıkoyan Ne Oldu'............................................................ 11
Diye Buyurarak Kulu Sorguya Çekmesiyle
İlgili Hadis........................ 11
"Allah Kıyamet Gününde Yaratıkları Topladığında Muhammed Ümmetine
Secde Etmesi İçin İzin................................................................... 11
Verir"Hadisi................................................................................ 11
298 - 300. Hadislerin Şerhi........................................................... 12
Kim Allah'a Kavuşmayı Arzularsa Allah Da Ona Kavuşmayı Arzular...... 12
Ölüm. Meleğinin Musa Aleyhısselam*A Gönderilmesi......................... 12
Ölüm Meleğinin Musa Aleyhisselâm'a
Gönderilmesihadisi................. 16
308 - 310. Hadislerin Şerhi........................................................... 18
Haşr Ve Korkulu Halleri................................................................ 20
"Siz Yalınayak, Çıplak Ve Sünnetsız Olarak Haşrolunacaksınız"
Hadisi.. 20
311 314. Hadislerin Şerhi.............................................................. 21
"Kullar Haşrolunur, Rabbleri: 'Ben Melikim' Diye Nida Eder"
Hadisi...... 22
315. Hadisin Şerhi....................................................................... 22
Kıyamet Gününde Adem Aleyhısselam'a 'Zürriyetinden Cehennemljklerî Ayır' Denmesine Dair Hadis........................................................... 24
316 - 318. Hadislerin Şerhi........................................................... 25
Kevser Suresinin Nüzul Sebebi"
İle İlgili Hadis
285. Bu hadisi Nesâî, Sünen'inde
C^,sJ33'de 1TBismillahir-'i Okumak" babında rivayet etmektedir:
Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'ın
şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
"(Resulullah Aleyhisselâm'ı
kasdederek) Bir gün O aramızdayken, kendisini hafif bir uyuklama aldı. Sonra
gülerek başını kaldırdı. Kendisine: Seni güldüren ne oldu, ey Allah'ın Resulü?
diye sorduk. Cevabında: Bana az önce bir sure indi diye buyurarak,
Bismillahirrahmanirrahîm: Innâ A'teyna ka'1-kevser.. Ey Peygamber, Biz sana
kevser'i verdik. Artık Rabbin için namaz kıl, ve kurban kes. Seni nesli
kesilmişlikle itham edenin asıl kendisi nesli kesilmişlerdendir" sûresini
okudu ve sözüne şöyle devam etti:
"Siz Kevser'in ne olduğunu
bilir misiniz?". Biz: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. Resulullah
Aleyhisselâm: O, cennette, Rabbi-min bana va'dettiği bir nehirdir. Etrafına
dizilen kapların sayısı yıldızların sayısından fazladır. O nehrin başında
Ümmetim bana gelir. İçlerinden bir kul alınıp çıkarılır. Ben: Ey Rabbim, o
benim Ümmetim dendir, derim. Hakk Teala: Onların senden sonra neler
çıkardıklarını sen bilmezsin, der, diye buyurdu.[297][1]
. Hadiste geçtiği üzere Resulullah
Aleyhisselâm'ın Kevser sûresini Besmele ile okumasını bazı âlimler,
Besmele'nin sureden olduğuna delil göstermişlerdir.
"Namazın Ve
Resulullah Aleyhisselâm'a Selâm (Selevât) Okumanın Fazileti" İle
İlgili Hadis
286. Bu hadisi Nesâî, Sünen'inde,
C.4,s.44'tet "Resulullah ALeyhisselâm'a Selam Getirmenin Fazileti"
başlıklı babda rivayet etmiştir:
Abdullah ibnu Ebi Talha'nın babası
Ebu Talha Radıyallahil anh'den rivayetine göre, Resulullah Aleyhisselâm bir gün
neşeli bir halde çıkageldi. (Ravi der ki), biz: Yüzünü neşeli görüyoruz, dedik.
Resulullah da buyurdu ki:
"Bana melek geldi ve "Ey
Muhammed, sana bir salât okuyana
Benim on salat okumama, sana bir
selam getirene Benim on selam getirmeme razı olmaz mısın?" diye
söyledi" [298][2]
Resulullah Aleyhisselâm neşeli
olduğu zaman, yüzünde ay gibi parlayan bir ışık belirirdi. Sahabe Radıyallahü
Anhum kendisine, hadiste geçtiği üzere, neşeli olmasının sebebim sorunca
onlara; kendisine meleğin geldiğini, Allahü Teala katından kendisine "Ey
Muhammed, Sana bir salât okuyana Benim on salat okumama, sana bir selam
getirene Benim on selam getirmeme razı mısın" diye bildirdiğini haber
verdi,
Bu karşılığı hakedenler, Resulullah
Aleyhisselâm'm Ümmetinden kendisine salât ve selâm getirenlerdir. Karşılığında
on salât ve selâm getirilmesinin anlamı ise ecrinin, sevabının on kat verilmesidir.
Melek bunu Ona, Yüce Allah'ın
"Rabb'in sana verecek, sen de razı olacaksın" mealindeki ayet-i
kerimede Resulullah Aleyhis-selâm'a vaadedilenin gerçekleştirilmesine dair
müjdeyi bildirmek için söylemiştir.
Biz de diyoruz ki: "Efendimiz,
sevgilimiz, şefaatçimiz, habibi-miz, Muhammed Aleyhisselâm'a, Onun âline,
ashabına ve sevenlerine salât ve selâm olsun. Ey Rabb'imiz Onu bize şefaatçi
eyle, Onun şefaati ile bizi cehennem azabından kurtar. Amin".
Mü'minlerin Annesi
Hazretı Hatice Radıyallahü Anha'nın Cennette
Bir Ev İle
Müjdelenmesi Hadisi
287. Bu hadisi Buharı Rahmetullahi
Aleyh, C.9,s.l44'te, Kitabu't-Tevhid'in 'Allah'ın Sözünü Değiştirmek İstiyorlar1
mealindeki ayet-i kerimeyle ilgili babında rivayet
etmiştir.
Zuheyru'bnu Harb, îbnu Fudayl'dan, o
Ebu Umare'den, o Ebu Zur'a'dan, d da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den şu hadisi
rivayet etmiştir:
"Şu Hatice, içinde yiyecek veya
içecek bulunan bir kapla sana geliyor, Ona Rabbinin selamını söyle ve
kendisini, içinde gürültü ve karışıklık bulunmayan inciden bir ev ile müjdele.[299][3]
288. Bu hadisi yine Buharî Rahmetullahi
Aleyh, Kitabu'lr Menakıb'ın, "Resulullah Aleyhisselâm'm Hazreti Hatice
Radıyallahü Anha'yı Nikahlaması ve Onun Fazileti" başlıklı babında rivayet
etmiştir:
Kuteybetu'bnu Sa'td, Muhammedu'bnu
Fudayl'dan, o Uma-re'den, o da Ebu Zur'a'dan, Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Cibril Aleyhisselâm Resulullah
Aleyhisselâm'a gelerek şöyle söyledi: Ey Allah'ın Resulü, şu Hatice, içinde
katık veya yiyecek yahut içecek bulunan bir kapla sana geliyor. Yanına
geldiğinde kendisine Rabbinden ve benden selam söyle ve kendisini, cennette
gürültü ve karışıklıktan uzak, inciden bir ev ile müjdele.[300][4]
Buharî, Hazreti Hatice Radıyallahü
Anha'nın Menkıbeleri ve "Cennette Bir Ev île Müjdelenmesi" başlıklı
babda, bu hadisin Hazreti Aişe Radıyallahü Anha'ya varan senedle iki ayrı
rivayetini vermiştir.
Ayrıca Ebu Evfa Radıyallahü Anh'dan,
selamı zikretmeksizin sadece cennette ev ile müjdelenmesi kısmını rivayet
etmiştir.
Hazreti Hatice Radıyallahü Anha'ya
Müjde Verilmesi
Hazreti Hatice Radıyallahü Anha
cennette, içinde gürültü ve yorgunluk bulunmayan inciden bir ev ile
müjdelenmiştir. Çünkü, Resulullah Aleyhisselâm insanları İslam'a davet ederken
o, hiçbir itirazda bulunmaksızın ve problem çıkarmaksızm bu dini kabul
etmiştir. Bilakis Resulullah Aleyhisselâm'm bütün yorgunluklarını gidermiş,
yalnızlıkta Ona arkadaş olmuştur. Dolayısıyla cennetteki evi, taşıdığı sıfata
münasip düşen özelliklerde olmuştur. (Kastallanî şerhi, C.10,s.435, Suheylî'den
naklen)
Kastallanî , Resulullah
Aleyhisselâm'm Evlenmesiyle ilgili babda da diyor ki:
Taberanî'nin bildirdiğine göre,
Resulullah Aleyhisselâm'a Cibril Aleyhisselâm'm bu haberi getirmesi Hira
mağarasında olmuştur. Hadiste geçen "yiyecek veya içecek"
ifadesindeki şüphe ravidendır.Yani ravi, yiyecek mi içecek mi dendiğini tam
hatırlayamadığı için böyle söylemiştir.
Taberanî sözü geçen rivayetindeki
ilaveye göre, Hazreti Hatice Radıyallahü Anha'ya bu selâm bildirildiğinde
"Selâm O'dur, Selâm O'ndandır. Cibril'e de selam olsun" demiştir.
Nesâî'nin rivayetinde yeralan
ilaveye göre de; "Ey Allah'ın Resulü, sana da Allah'ın selamı, rahmeti ve
berekâtı olsun" demiştir.
Hazreti Hatice Radıyallahü Anha,
Hakk Teala'nm selâmım iade ederken, O'na sena etmiş; sonra Hakk Teala için
kullanılması gereken ifade ile, O'ndan başkası için kullanılması gereken
ifadeyi birbirinden ayırmıştır. Bu da, gayet açık bir şekilde, onun bilgi ve
anlayıştaki üstünlüğünü ortaya koyuyor.
Resulullah Aleyhisselâm'a hiçbir
zaman bir serkeşlik yapmamış, ve Onu hiç kızdırmamış olması Hazreti Hatice
Radıyallahü Anha'mn öz e İliklerin dendi. Bu bakımdan onun için cennette
vaadedilen ev de, kendisinin fiillerine münasip düşecek özelliklerde
kılınmıştır.
Kastallanî Rahmetullahi Aleyh diyor
ki: Bu hadis mürseldir, yani sahabe m ürs eli erindendir. Çünkü Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh Hazreti Hatice'yi görmemiş ve onun dönemine yetişmemiştir.
(Mürsel hadis: Hadisi Resulullah Aleyhisselâm'dan ilk duyan ravi olan sahabe
atlanarak direkt Resulullah Aleyhisselâm'dan duyulmuş gibi, nakledilen hadise
denir. Sahabe mürseli ise, bir sahabi-den duyduğu hadisi bir başka sahabinin
direkt Resulullah Aleyhisselâm'dan duymuş gibi ilk ravi'nin ismini anmaksızm
rivayet etmesidir. Burada Ebu Hureyre îladıyallahü Anh, Hazreti Hatice
Radıyallahü Anha zamanına yetişmiş olmadığından, bu hadisi bir başka sahabiden
almış olması gerekmektedir) -Mütercim).
Sahabe mürselleri makbuldür. Çünkü
genellikle bir başka sahabiden alınmış olmaktadır.
Hazreti Aişe Radıyallahü Anha'mn
şöyle söylediği rivayet edilmiştir:
"Peygamber Aleyhisselâm
hakkında Hazreti Hatice Radıyallahü Anha'yı kıskandığım kadar hiçbir kadım
kıskanmadım. O, Peygamber Aleyhisselâm benimle evlenmeden önce vefat etmişti.
Peygamber Aleyhisselâm'dan, onun durumuyla ve Allahü Teala'nın kendisinin
cennette inciden bir evle müjdelenmesi üzere emir vermesiyle ilgili haberleri
duydukça (kıskanırdım).
ikinci Rivayet
Hazreti Aişe Radıyallahü Anha dedi
ki: "Resululah Aleyhis-selâm'm kendisini çokça anması sebebiyle Hatice
Radıyallahü Anha'yi kıskandığım kadar Resulullah Aleyhisselâm hakkında hiçbir
kadını kıskanmış değilim. Resulullah Aleyhisseiâm beni onun vefatından üç sene
sonra aldı. Cibril Aleyhisselâm kendisinden, Hatice Radıyallahü Anha'yı
cennette inciden bir ev ile müjdelemesini istedi".
Abdullah ibnu Ebî Evfâ'nm rivayeti
de şöyledir:
İsmail ibnu Halid der ki: Abdullah
ibnu Ebî Evfâ Radıyaîlahü Anh'a: Resulullah Aleyhisselâm, Hazreti Hatice
Radıyallahü Anha'yı müjdeledi mi? diye sordum. "Evet. îçinde gürültü ve
yorgunluk bulunmayan inciden bir ev ile" diye cevap verdi.
Kastallanî diyor ki, bu hadis umre
bablannda daha uzun olarak rivayet edilmektedir.
Amelde İhlas, Riyanın Kötülenmesi Ve Kötülükten
Alıkoyma Görevinin Terki"
"Ben Ortakların Ortaklığından
En Uzak Olanım" Hadîsi
289. Bu hadisi İmam Müslim, Sahih'inde,
Kastallanî'nin Hamişine göre C.10,s.443'te, "Riyanın Haram Kılınması"
babında rivayet etmiştir:
Züheyru'bnu Harb, îsrnailu'bnu
İbrahim'den, o Rûhu'bnu'l-Kasım'dan, o el-Atâu'bnu Abdurrahman ibni Yakub'dan,
o babasından, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aley-hisselâm'm
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allah Tebareke ve Teala
buyurdu ki, Ben ortakların ortaklığından en uzak olanım. Kim Benim için bir
amel işler de, ona Benden başkasını ortak koşarsa, kendisini ortak koştuğuyla
başbaşa bırakırım".[301][5]
290. Hadisi, İbnu Mace Sünen'inde,
C.2,s.285'te, "Gösteriş ve Duyurma Arzusu" babında iki ayrı rivayette
vermiştir:
. Birincisi: Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'ın rivayetine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki, Ben ortakların ortaklığından en uzak olanım. Kim bir amel işler de, Benden
başkasını, o amelde Bana ortak koşarsa, Ben ondan beriyim. Yaptığı da ortak
koştuğunadır". [302][6]
Sahabeden olan Ebu Sa'di'bni Ebî
Fadale Radıyallahü Anh'ın rivayet ettiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
"Yüce Allah, gerçekleşeceğinde
hiçbir şüphe bulunmayan kıyamet gününde öncekilerle sonrakileri biraraya
getirdiğinde, bir münadî şöyle bağırır: Kim Allah için işlediği bir amele
Allah'tan başkasını ortak koştu ise yaptığının sevabım da Allah'tan
başkasından istesin. Allah, ortakların ortaklığından en uzak olandır. [303][7]
Yüce Allah'ın kulun amelinde ortak
kabul etmemesinin anlamı şudur ki, kim Allah ve beraberinde başkası için bir
amel işlerse Allah onu kabul etmez. Onu ötekine bırakır. Nitekim:
"Yaptığının sevabını da Allah'dan başkasından istesin" diye
buyuruluyor.
Burada kastedilen şudur: Gösteriş
için yapanın yaptığı boştur, karşılığında bir sevab alamaz. Bilakis günah
işlemiş olur. Çünkü yaptığını ihlas ile yapmıyor. İbadette ise ihlas şarttır.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde: "Oysa onlar, doğruya yönelerek, dini
yalnız Allah'a has kılarak O'na kulluk etmek, namazı kılmak ve zakatı vermekle
emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan din de budur" diye buyuruyor.
Amelde gösteriş yapmak ise gizli
şirktir. Onunla şeytan, ameli boşa çıkarmaya ve sahibini sevabdan mahrum
bırakmaya yol bulur.
îhlas ibadetin ruhudur. îhlastan
mahrum olan ibadet, ruhunu kaybetmiş beden gibi olur. Ruhsuz beden ise, çirkin
kokusuyla insanları rahatsız eden kokuşmuş cîfe olmanın ötesinde bir yarar
sağlamaz.
Amel ihlas ile arındırılır ve temiz
kılınır. Bu yolla sahibi meyvesini görür. Öyleki bir amel, kişinin yüzünda
parıldayan bir ışık olur. Tatlılığı sahibinin konuşmasında hissedilir. Sözleri
dinleyenleri etkiler. Dinleyenler onun söyledikleri ile amel ederler. Yoldan
çıkmışlar böylece doğru yolu bulurlar. Çünkü söz, konuşanın kalbinden gelirse,
dinleyenlerin kalplerine ulaşır. Ama gösteriş maksadıyla sadece dilden,
gelirse, dinleyenlerin kulaklarından kalplerine geçemez. Bilakis ancak, çıkış
yerine denk gelen yere kadar Ulaşır. Kulak dilin hizasmdadır. Yani dilden çıkan
kulaklara kadar ulaşır. Ama kalplerden çıkan,, kalplere kadar ulaşır. Çünkü
çıkış yeri kalplerdir, dolayısıyla onun. hizasına gelen yere kadar
ulaşabilmektedir. Çıkış noktasının hizasına gelen yerden yukarıya ancak bir
başka yükseltici vasıtasıyla ulaştırılabilir. Allahü Teala bize sözde de, işte
de ihlas versin. Amin. :
(Nevevî'nin Müslim Şerhinden).
Yüce Allah'ın "Beni Aldatmaya
Mı Çalışıyorlar, Yoksa Bana Karşı Cür'et Mi Gösteriyorlar11
292. Bu hadisi İmam Tirmizî Sünen'inde,
C.2,s.65(te, Kitabul-Fiten'de başlıksız olarak rivayet etmektedir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
rivayetine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Kıyamete yakın zamanlarda bir
takım insanlar ortaya çıkar, din adına dünyalık elde ederler. İnsanlara karşı
yumuşak koyun derisi giyerler, dilleri şekerden tatlıdır, kalpleri ise
kurtların kalpleri gibidir. Allah Azze ve Celle onlar için: Beni aldatmaya mı
kalkışıyorlar yoksa Bana karşı cür'et mi gösteriyorlar? Kendi zatıma yemin,
ederim ki, onları kendi içlerinden fitneye maruz bırakacağım, öyleki başlarına
gelen belanın şiddetinden yumuşak tabiatlı bir insan hayret içinde kalacak.[304][8]
Tirmizî Rahmetullahi Aleyh bu
hadisin sıhhati konusunda herhangi bir açıklama yapmıyor.
293. Tirmizî Rahmetullah, bu hadisin
Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü Anh'den gelen bir başka rivayetini de veriyor ve
şöyle diyor:
Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü
Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Yüce Allah buyurdu ki: Ben
birtakım insanlar yarattım, dilleri baldan tatlıdır, kalpleri ise sabir otundan
acıdır. Kendi zatıma yemin ettim, onları Öyle bir fitneye maruz bırakacağım
ki, içlerinden yufka yüreklileri hayret içinde kalacak. Onlar Beni aldatmaya mı
kalkışıyorlar, yoksa Bana karşı cür'et mi gösteriyorlar?[305][9]
Tirmizî Rahmetullahi Aleyh bu
hadisin hasen garib olduğunu belirtiyor.
"insanlara karşı yumuşak koyun
derisi giyerler" denilirken, bu insanların görünüş itibariyle çok yumuşak
ve tatlı olacakları, içlerinin ise fenalık düşüncesiyle dolu olacağı
bildirilmektedir. Bu kimselerin kalplerinde Allah'ın kullarına karşı bir sevgi
yoktur. Sadece kendi nefislerini severler. Sevgi ve tatlılık göstererek insanları
aldatmaya çalışırlar. Bunu yaparken maksatları kendi dünyalık çıkarlarını elde
etmektir. Aynı zamanda görünüşlerini güzelleştirmekle insanların kendilerine
hürmet etmelerini isterler.
"Beni aldatmaya mı
kalkışıyorlar?" sözünün anlamı şudur: Benim onlara merhamet ederek,
azablarını geciktirmemden dolayı cesaret mi kazanıyorlar? Oysa Ben Cebbâr'ım,
azabım şiddetlidir, intikam sahibiyim, yani kötülük yapanların kötülüklerini
yanlarına bırakmam, cezalandırdığım zaman çok şiddetli şekilde cezalandırırım.
Benim onlara dünyada mühlet vermem ve azablarını geciktirmem kendilerini
aldatmasın. Onların bundan dolayı cür'etkârlık ederek haksızlık etmeleri
yanlarına kalmayacaktır.
Yüce Allah'ın: "Kendi zatıma
yemin ederim" sözü "Kendi birliğime yemin ederim ki, bu yemine
Benden başkası layık değildir" anlamındadır. Bunun gibi, insanlar katında
değerli, mukaddes dahi olsa bir kimsenin, Allah'tan başkasının adına yemin
etmesi doğru değildir. Nitekim Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyuruyor:
"Ey insanlar! Babalarınızın adına yemin etmeyiniz. Kim yemin edecekse
Allah adına yemin etsin veya yemin etmekten kaçınsın."
ikinci rivayette bildirildiğine
göre; Hakk Teala, sözü edilen insanları, yaptıkları fenalıklarından dolayı,
içlerinden yufka yüreklilerini hayret içinde bırakacak bir fitneye duçar
edeceğini bildiriyor. Yani fitnenin şiddetinden ve çarpıcılığından dolayı ince
kalpliler hayrete düşacektir. İşledikleri fenalıklardan dolayı Allahü
Tea-la'nın kendilerini delalette bırakacağı, yaptıklarının- meyvelerini de bu
şekilde toplayacakları bildiriliyor. Eğer Allah için ihlas sahibi olsalardı
Cenabı Hakk onları doğru yola iletirdi. En doğru olanı bilen Allah'tır.
Yüce Allah'ın "Ben Kendisinden
Sakınjlmaya Layık Olanım" Sözü İle İlgili Hadis
294. Bu hadisi İbnu Mace Sünen'inde
"Kıyamet Gününde Allah'ın Rahmetinden Dilenen" başbkh babda rivayet
etmiştir:
Enesu'bnu Malik Rahmetullahi
Aleyh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm:
"O kendisinden sakmılmaya layık
olandır ve O, mağfiret sahibidir" ayetini okuduktan sonra şöyle buyurdu:
"Allah Azze ve Celle buyurdu ki, Ben kendisinden sakmılmaya layık olanım.
Benim yanımda başka birisi ilah edinilemez. Kim Benim yanıma başkasını ilah
edinmekten sakınırsa, Ben onu mağfiret ediciyim.[306][10]
Hadiste bildirildiğine göre
Resulullah Aleyhisselâm önce: "O, kendisinden sakmılmaya layık olandır ve
O, mağfiret sahibidir" mealindeki ayet-i kerimeyi okuyor. Yani Allahü
Teala, şiddetli azab sahibi, Cebbar ve Kahhâr'dır. Dilediğini yapmaya kadirdir.
Bunun için, kendisinden sakmılmaya, korkulmaya en layık olan O'dur.
Allah'ın azabından ve gazabından
sakınmak ise, kendisini O'nun azabından ve gazabından koruyacak bir koruyucu
edinmekle olur. Bu koruyucu ise tevhid inancı, Allah'a ihlasla ibadet etmek,
yalnız O'na gönül bağlamaktır. Buradaki hadisi şerifte bildirildiği üzere
Cenabı Hakk, "Ben kendisinden sakmılmaya layık 'olanım, Benim yanımda bir
ilah edinilemez" diye buyuruyor. Allah'ın azabından sakınılması, ancak,
Cenabı Allah'ın birliğine inanılması ve bu inancın tasdiki ile olur. Allah
kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunun dışındaki günahları dilediği anda
bağışlayabilir.
Bunun için Yüce Allah: "Kim
Benim yanımda başkasını ilah edinmekten sakınırsa Ben onu mağfiret
ediciyim" diye buyuruyor. Yani: Kim Benim yanımda başkasını ilah edinmemek
suretiyle, kendini azabdan koruyacak bir koruyucu edinirse, Benim bağışlamamı
hak etmiş olur. Ben onu bağışlayıcıyım. Çünkü Ben, iyilik ve kerem sahibiyim,
kitabımda da: "İyiliğin karşılığı yalnız iyilik değil midir?" diye
bildirdim.
Allah günah işleyenlerin günahlarım
bağışlayıcıdır. Bağışlayıcıhk Allah'ın sıfatlanndandır. Çünkü bağışlama iyilik
ve rahmetin en üstünüdür.
O'nun rahmeti gazabını
geçmiştir.
O'ndan bizim de günahlarımızı
bağışlamasını, ayıplarımızı Örtmesini, kötülüklerimizi kapatmasını diliyoruz.
Aynı zamanda, Peygamberler, sıddıklar, şehidler, salihler ve Allah'ın
kendilerine nimet verdikleri ile beraber olabilmemiz için bize, ömrümüzü iman
ile tamamlamayı nasib etmesini diliyoruz. Âlemlerin Rabb'i olan Allah'a
hamdolsun, efendimiz Muhammed'e ve Onun âline, Ashabına salât ve selam olsun.
"Kıyamet Gününde Hesabı Görülen
İlk Adam" Hadisi
295. Bu hadisi İmam Müslim Sahihinde,
Kitabul-Cihad'ın "Kim Gösteriş ve Duyurmak İçin Cihad Ederse Cehennemi
Hak Eder" başlıklı babında rivayet etmiştir:
Yahya ibnu Habib el-Harisi'nin Halid
ihnu'l-Haris'ten, onun îbnu Cureyc'den, onun Yunus ibnu Yusuf tan, onun da
Süleyman ibnu Yesar'dan rivayetine göre Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
etrafındaki cemaat (onu dinledikten sonra) dağıldı. Şam (Suriye) ahalisinden
bir kişi öne geçprek: Ey Şeyh, Resulullah Aleyhis-silâm'dan duyduğun bir hadisi
bana bildir, dedi. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh şöyle söyledi: Evet, Resulullah
Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini duydum:
"Kıyamet günü hakkında hüküm
verilecek ilk kişi, şehid edilerek Ölmüş olan bir adamdır. Getirilir,
kendisine nimetler anlatılır, o da bu nimetleri bilmiş olur. Hakk Teala: Sen bu
nimetler için ne yaptın? diye buyurur. Adam: Senin yolunda şehid oluncaya kadar
savaştım, der. Cenabı Hakk: Hayır, yalan söylüyorsun, sen hakkın-
da "bu adam çok cesaretlidir"
densin diye savaştın, hakkında da, böyle söylenildi, diye buyurur. Sonra emir
verir, adam yüzü üstüne süründürülerek cehenneme atılır. Yine ilim öğrenmiş ve
öğretmiş, Kur'an okumuş bir adam, ilk hesaba çekilenlerdendir. O adam da
getirilir,' Hakk Teala ona nimetlerini tanıtır, adam da bunları tanır. Yüce
Allah: Bunlar için ne yaptın? diye sorar. Adam: ilim öğrendim ve öğrettim,
senin rızan için Kur'an okudum, diye cevap verir. Hakk Teala: Yalan
söylüyorsun, sen ilmi, sana âlim desinler diye öğrendin, Kur'an'ı da hakkında
"şu adam çok Kur'an okur" desinler diye okudun, hakkında da bunlar
söylendi, diye buyurur. Sonra emir verilir, yüzü üstüne süründürülerek
cehenneme atılır. Yine dünyadayken kendisine Allahü Teala'nın geniş rızık verdiği,
her çeşit maldan ihsan ettiği bir adam getirilir. Allahü Teala ona nimetlerini
tanıtır, o da tanır. Hakk Teala: Bunlar için ne amel işledin? diye sorar. Adam:
Senin infakta bulunulmasını sevdiğin yollardan hiçbirim bırakmaksızın hepsi
üzere infakta bulundum, der. Hakk Teala: Yalan söylüyorsun, sen ancak hakkında
"bu adam cömerttir" denmesi için infakta bulundun, hakkında da böyle
denildi, diye buyurur. Sonra emir verilir, adam yüzü üstüne süründürülür ve
sonra cehenneme atılır.[307][11]
Müslim, bu hadisin Süleyman ibnu
Yesar'dan bir başka rivayetini de vermiştir. Ancak bu ikinci rivayette, Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh'ın 'etrafındaki cemaat dağıldı1 yerine, açıldı, çekildi
manasına gelen bir kelime kullanılmaktadır. Ayrıca birinci rivayette geçen
"natilu ehli'ş-Ş.am" ibaresinin yerine "natilu'ş-Şam"
deniliyor. Diğer kısımları ise aynıdır.
296. Neşâî, bu hadisi Sünen'inde
"Bu Adamlar Cesaretlidir Denmesi İçin Savaşanın Durumu" başlıklı
babda, Süleyman ibnu Yesar tarikiyle Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Müs-
lim'de geçen metne yakın bir metinle
rivayet ediliyor.
Ancak onun rivayetinde, Müslim'de geçen 'natilu
ehli'ş-Şam' ifadesinin yerine 'kailun min ehli'ş-Şam diyor ki, bu da yaklaşık
aynı manayı vermektedir.
Ayrıca Nesâî'nin rivayetinde
hadis,
"Kıyamet gününde insanlar
arasından ilk hesaba çekilecek olanlar üç kişidirler: Birincisi şehid olmuş
olan bir adam..." diye başlıyor ve devam ediyor.[308][12]
îmam Nevevî Rahmetullahi Aleyh diyor
ki: Şam ahalisinden biri öne geçerek sordu, denirken kastedilen kişi Natilu'bnu
Kays el-Huzama'ş-Sami'dir. Filistin ahalisindendir. Kendisi tabiin'dendir,
babası ise sahabe'dir. Natil kavminin ileri gelenlerinden biridir.
297. Tirmizî de Sahih'inde,
"Gösteriş ve Duyurma" babında bu hadisi rivayet ediyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
rivayet ettiğine göre Resulul-lah
Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet günü olunca Allah
Tebareke ve Teala, kulları arasında hüküm vermek üzere, (adalet sıfatı ile)
nüzul eder. Her Ümmet diz çökmüş vaziyettedir. îlk hesaba çağrılan kimseler,
Kur'an'ı toplamış (hıfzetmiş) bir adam, Allah yolunda öldürülmüş bir adam ve
çok mal sahibi olmuş bir adamdır. Allah çok Kur1 an okuyana: 'Ben Peygamberime
indirmiş olduğum kitabı sana Öğretmedim mi?' diye sorar. Adam: 'Evet, ey
Rabbim' der. Allahü Teala:'Peki öğrendiğinle ne yaptın?' diye sorar. Adam: 'Ey
Rabbim, gecenin ve gündüzün etrafında, öğrendiğim Kur'an'la namaz kılardım'
der. Hakk Teala: "Yalan soyledin"der. Melekler de "yalan
söyledin" derler. Allahü Teala: Sen, hakkında "şu adam çok Kur'an okur"
denmesini arzuladın, öyle de denildi, diye buyurur. Arkasından kendisine bol
mal verilmiş olan getirilir. Allahü Teala ona: Ben, senin rızkını kimseye
ihtiyaç duymayacağın kadar geniş tutmadım mı? diye buyurur. Adam: Evet, Ey
Rabbim, der. Hakk Teala: Peki, sana verdiğimle ne iyilik yaptın? diye sorar:
Adam: Akrabalarla ilişkide bulunur, sadaka verirdim, der. Allahü Teala: 'Yalan
söyledin1 der. Melekler de adama: 'yalan söyledin" derler. Allahü Teala:
Bilakis sen, hakkında "bu adam cömerttir" denmesini arzuladın, öyle
de denildi, diye buyurur. Sonra Allah yolunda öldürülen getirilir. Cenabı Allah
ona: 'Ne için öldürüldün?' diye sorar. Adam: 'Senin yolunda cihad ile
emrolundum, bunun için çarpıştım ve öldürüldüm' der. Allahü Teala: 'Sen hakkıda
"bu adam cesurdur" denmesini istedin, öyle de denildi' diye buyurur.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh der ki;
Sonra Reşulullah Aleyhis-selâm benim dizlerime vurarak: Ey Ebu Hureyre, bu üç
adam kıyamet gününde, Allah'ın yaratıkları içinde kendileriyle cehennemin
kızdınlacağı ilk kimselerdir, diye buyurdu.[309][13]
Tirmizî Rahmetullahi Aleyh bu
hadisin hasen, garib olduğunu belirtiyor.
Hadiste, gösteriş ve duyurmak için
savaş eden kişinin durumu-bildiriliyor. Hayatu'l-Kulub adındaki kitapta şöyle deniliyor:
"Biliniz ki, riyanın esası, ibadetlerle ve güzel işlerle, insanların
kalplerinde bir derece kazanma isteğidir. Bu ise kalbe ait fenalıklardandır.
İbadetlerde bu düşünce olursa bir bakıma Allah ile alay edilmiş olur."
Riyanın, yani gösterişin zıddı
ihlastır. Bu ise, yaptıkları ile yalnız Alah'ın rızasını gözetmektir.
el-Hamevî'nin Şerhu'l-Eşbâh adlı
kitabında şöyle deniliyor: "İh-las seninle Rabb'in arasında bir sırdır.
Herhangi bir melek ondan haberdar olamaz ki, yazsın. Şeytan da onu bilemez ki,
yok etsin. Nefsin hevası da aynı şekilde ondan habersiz olduğu için
meyledemez."
Bazı büyükler dediler ki: îhlas
sahibi insan, yaptığı işlerden dolayı insanların kendisini övmesini
arzulamayan kimsedir.
Nevevî Rahmetullahi Aleyh de şöyle
diyor: Hadiste gösterişin (riyanın) şiddetle haram edildiğine dair delil
vardır. Cezanın şiddeti de kıyamet gününde görülecektir. "Hadiste aynı
zamanda, amellerde ihlash olmaya teşvik de vardır. Nitekim Yüce Allah:
"Oysa onlar, dini yalnız Allah'a has kılarak, O'na ihlas ile ibadet
etmekten başkasıyla emrolunmamışlardı." diye buyuruyor. Bu hadisten
anlaşıldığına göre, cihadın faziletiyle ilgili haberde bildirilen genel
vaadler, yaptığında ihlas ile Allah'ın rızasını gözetenler içindir. Ve yine
ilim sahipleri ve muhtelif iyilik yollarına harcama yapanlar hakkındaki
övgülerin hepsi, yaptığını ihlas ile ve sırf Allah rızası için yapanlar
içindir.
îmam Gazali Ihya'da şöyle diyor:
"Bil ki riya haramdır, gösteriş
için iş yapan da, Allah'ın ga-dabına layıktır. Bunun böyle olduğunu çeşitli
ayetler, hadisler ve büyüklerin sözleri göstermektedir. Ayetlerden delil, Yüce
Allah'ın şu sözüdür: "Vay o namaz kılanların haline ki, onlar kıldıkları
namazdan habersizdirler. Onlar gösteriş için ibadet yaparlar. En ufak bir
yardımı esirgerler".
- Hadislerden delil ise şudur:
Resuhıllah Aleyhisselâm, kendisine bir adam : Ey Allah'ın Resulü, kurtuluş
nedir? diye sorduğu zaman şöyle cevap verdi: Kulun, insanları isteyerek Allah'a
itaat etmemesinde (yani Allah için yaptığı ibadet ve iyiliklerde insanların
teveccühünü istememesinde) dir.
Büyüklerin sözlerine gelince:
Rivayet edilir ki, Hazreti Ömer Radıyallahü Anh, boynunu eğen, yani kendini
huşu sahibi göstermek için boynu eğik halde duran bir adam gördü ve şöyle
söyledi: Ey boyun sahibi, boynunu dik tut. Huşu boyunlarda değil kalplerde
olur.
Ali Radıyallahü Anh'da şöyle
söyledi: Gösterişçinin üç alameti vardır: Yalnız olduğu zaman tembellik eder,
insanların araşır, da iken canlılık kazanır. Övüldüğü zaman amelini artırır.
Zemmedil-diği, kötülendiği zaman ise amelini azaltır.
Hikmet erbabından bazıları şöyle
demişlerdir: Riya, kişinin, insanların hakkında gösterişçi demelerinden
korkarak ameli terket-mesidir. insanlar için amel etmek (yani Allah için
yapılması gereken amelleri, insanların teveccühünü kazanmak için yapmak) ise
şirktir.
Yüce Allah'ın Kıyamet Gününde
"Kötülüğü Gördüğünde Ona Karşı Çıkmanı Alıkoyan Ne Oldu'
Diye Buyurarak Kulu Sorguya
Çekmesiyle İlgili Hadis
298. Bu hadisi İbnu Mace, "Ey İman
Edenler, Siz Kendi Nefislerinizden Sorumlusunuz11 mealindeki ayet-i kerime ile
ilgili babda rivayet ediyor:
Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü
Anh'den rivayet edildiğine göre, Resulullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken
işittim demiştir:
"Allahü Teala kıyamet gününde,
kulu sorguya çekerek, "kötülüğü gördüğünde ona karşı çıkmana engel teşkil
edecek ne oldu?" diye buyurur. Allah Teala, kula delilini ilham edince de
kul: 'Ey Rabbim seni arzuladım ve insanlardan uzaklaştım, yani insanlardan
korktum1 der.[310][14]
299. Yine Ebu Saîd Radıyaîlalıü Anh'den
rivayet edildiğine göre demiştir ki, ResululLah Aleyhisselâm şöyle söyledi:
"Biriniz nefsini küçük
düşürmesin, Oradakiler: Ey Allah'ın Resulü, birimiz nefsini nasıl küçük
düşürür? diye sordular. Resulul-lah Aleyhisselâm buyurdu ki: Yüce Allah'ın,
hakkında bir şey söylenilecek bir emri ile kendini karşı karşıya görür, sonra
bir şey söylemez. Allah Azze ve Celle kıyamet gününde: Şu hususta şöyle şöyle
konuşmaktan seni alıkoyan ne oldu? diye sorar. O kimse: İnsanlardan korkmam
mani oldu, der. Allahü Teala: 'Benden korkman daha yerinde olurdu' buyurur.[311][15]
Bu hadisi de, İbnu Mace rivayet
etmiştir.
"Allah Kıyamet Gününde
Yaratıkları Topladığında Muhammed Ümmetine Secde Etmesi İçin İzin
300. Ebu Bürde babasından Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Allahü Teala kıyamet gününde
bütün yaratıkları topladığında Muhammed Ümmetine secde etmesi için izin verir.
Onlar Allah için uzun süre secde ederler. Kendilerine sonra; başlarınızı
kaldırın, sürenizi cehennemden azad olmanız için fidye kıldık, denilir. [312][16]
Bu hadislerden anlaşıldığına göre,
insanlardan korkması dolayısıyla iyilikle emr ve kötülükten men vazifesini
terkeden kişi azarlanacaktır. Allahü Teala kendisinden korkulmaya en layık
olandır.Çünkü O'nun azabı şiddetlidir. Bunun için kulun insanlar dan korkması
sebebiyle iyilikle emir ve kötülükten men vazifesini
terketmesi doğru olmaz. Bilakis,
Allah'tan korkarak iyilikle emretmesi, kötülükten alıkoyması gerekir. Böyle
yapmalıyız ki, zalimler için vaadedilen azab bize gelmesin. Yüce Allah ayet-i
kerimesinde: "Aranızdan yalnız zalimlere erişmekle kalmayacak olan
fitneden sakınınız" diye buyuruyor. Bir başka ayet-i kerimede: "Ey inananlar
siz kendi nefsinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar
veremez" diye buyuruluyor. Ancak iyilik tavsiye etme ve kötülekten
alıkoyma görevini yerine getirirsek işte o zaman, sapıtanm sapıklığı bize zarar
vermez. En doğrusunu Allah bilir.
Kim Allah'a Kavuşmayı Arzularsa
Allah Da Ona Kavuşmayı Arzular
Ölüm. Meleğinin Musa Aleyhısselam*A
Gönderilmesi
301. Bu hadisi Buharı
Kitabu't-Tevhid'de, Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den, lafzı Cenab'ı Allah'a
nisbet edilir şekilde rivayet etmiştir. Böyle obuası hadisin kudsî olduğuna
delil teşkil etmektedir. Rivayette sened zikredildikten sonra şöyle deniliyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Allah Azze ve Celle buyurdu
ki, kulum Bana kavuşmayı arzu-larsa Ben ele ona kavuşmayı arzularım. O, Bana
kavuşmaktan hoşlanmazsa Ben de ona kavuşmaktan hoşlanmam.[313][17]
302. Bu hadisi Buharı, Kastalianî'ye
göre C.9, sJ95'te, Kita-bu'r-Rikak'ın "Kim Allah'a Kavuşmaktan Hoşlanırsa
Allah da Ona Kavuşmaktan Hoşlanır" başlıklı babında da rivayet ediyor:
Haccac, Hemmam'dan, o Katade'den, o
Enes'den, o da Ubade' ibnu's-Samit Radıyallahü Anh'dcn Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
ediyor:
"Kim Allah'a kavuşmaktan
hoşlanırsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanır. Kim de Allah'a kavuşmayı hoş
görmezse, Allah da ona kavuşmayı hoş görmez. Aişe Radıyallahü Anha veya Resulullah
Aleyhisselâm'ın zevcelerinden birisi: 'Biz hiçbirimiz, ölümden hoşlanmayız'
dedi. Resulullah Aleyhisselâm: Kastedilen bu değildir, ancak Mü'mine ölüm
geldiğinde Allah'ın rizası ve ihsanı ile müjdelenir, o anda onun için önündeki
ölümden daha sevimli bir şey yoktur. Bunun için Allah'a kavuşmayı arzular,
Allah da ona kavuşmayı arzular, Ancak kafire ölüm geldiğinde, Allah'ın azabı ve
cezası kendisine haber verilir. Bu durumda onun için önündeki ölümden daha
sevimsiz bir şey yoktur. Dolayısıyla Allah'a kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da
ona kavuşmaktan hoşlanmaz.[314][18]
Sonra Buharî diyor ki, bu hadisi Ebu
Davud ve Amr yani İbnu Merzuk, Şu'be'den daha muhtasar olarak rivayet
etmişlerdir. Saîd de rivayetinde: Katade, Sa'd'dan, o Aişe Radıyallahü Anha'dan,
o da Resulullah Aleyhisselâmdan rivayet ediyor.
303. Buharî, daha sonra bu hadisi, Ebu
Musa el-Eş'arî Radıyallahü Anh'e ulaşan senediyle rivayet ediyor:
Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir.
"Kim Allah'a kavuşmaktan
.hoşlanırsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanır, kim de Allah'a kavuşmaktan
hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.[315][19]
Bu iki rivayette, hadiste geçen
ifade Allahü Teala'ya nisbet edilmiyor. Bundan da anlaşılan, hadisin kudsî
olmadığıdır.
Müslim de sahih'inde,
Kitabu'd-Daavat'm "Kim Allah'a Kavuşmaktan Hoşlanırsa Allah da Ona
Kavuşmaktan Hoşlanır" başlıklı babında bu hadisin birkaç değişik rivayetini
veriyor:
304. Ebu Musal-Eş'arî Radıyallahü Anh'e
ulaşan senedle, hadisin yukarıda geçen ve Buharî'nin Ebu Musa'l-Eş'arî'den
rivayet ettiği muhtasar şeklini veriyor. Müslim de, Ebu Hu-reyre Radıyallahü
Anh'den de bu şekilde muhtasar olarak hadisi rivayet etmiştir. Hadisin Hazreti
Aişe Radıyallahü Anha'dan da üç ayır rivayetini veriyor. Orta olanı şöyledir:
Şureyh ibnu Hânî'nin Aişe
Radıyallahü Anha'dan rivayetine göre
Resulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurmuştur:
"Kim Allah'a kavuşmaktan
hoşlanırsa, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanır. Kim de Allah'a kavuşmayı hoş
görmezse, Allah da ona kavuşmayı hoş görmez. Ölüm ise, Allah'a kavuşmadan
öncedir[316][20]
305. Müslim'in birinci rivayetinde, Sa'd
ibnu Hişam'dan naklen şöyle deniliyor:
Aişe Radıyallahü Anha'dan rivayet
edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu:
"Kim Allah'a kavuşmayı
arzularsa, Allah'da ona kavuşmayı arzular. Kim Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa
Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz. Aişe Radıyallahü Anha der ki: Ben: Ey
Allah'ın Resulü, bununla kastedilen Ölümden hoşlanmamak mıdır? Hiçbirimiz
ölümden hoşlanmayız, dedim. Resulullah Aley-hisselâm bunun üzerine şöyle
buyurdu: Durum böyle değildir. Ancak Mü'min, Allah'ın rahmetiyle, rızasıyla ve
cennetiyle müjdelenince Allah'a kavuşmayı arzular. Allah da ona kavuşmayı
arzular. Kafir ise, Allah'ın azabıyla ve gadabıyla müjdelenince, Allah'a
kavuşmaktan hoşlanmaz, Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz.[317][21]
306. Müslim'in üçüncü rivayetinde de,
Şureyh'in Ebu Hu-reyre Radıyallahü Anh'den rivayetiyle şöyle deniliyor:
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki
"Kim Allah'a kavuşmayı
arzularsa Allah da ona kavuşmayı arzular. Kim de Allah'a kavuşmaktan
hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz."306
Ravi Şureyh der ki; "Ben bunu
duyunca Aişe Radıyallahü Anha'ya gittim ve: Ey Mü'minlerin annesi, Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'm Resulullah Aleyhisselâm'dan bir hadis rivayet ettiğini
duydum, eğer böyleyse hepimiz mahvolduk, dedim. Aişe Radıyallahü Anha: Mahvolan
Resulullah Aleyhisselâm'm sözünden mahvolan kimsedir, diyerek, nedir mesele?
diye sordu. Dedim ki: Ebu Hureyre, Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini
söylüyor: Kim Allah'a kavuşmayı arzularsa Allah da ona kavuşmayı arzular, kim
de Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz! Oysa
bizden hiç kimse ölümden hoşlanmaz. Bunun üzerine Aişe Radıyallahü Anha şöyle
söyledi: Resulullah Aleyhisselâm bu sözü söyledi. Fakat senin anladığın gibi
değildir. Şu var ki, gözler açıldığı, göğüs çarpmaya başladığı, derinin tüyleri
dikildiği, parmaklar çekildiği zaman, işte bu zaman kim Allah'a kavuşmayı
arzularsa, Allah da ona kavuşmayı arzular. Kim de Allah'a kavuşmaktan hoşlanmazsa
Allah da ona kavuşmaktan hoşlanmaz"
Kastallanî Rahmetullahi Aleyh diyor
ki: Bu babda geçen hadisi, Müslim Kitabu'd-Daavat'ta, Tirmizî Kitabu'z-Zühd ve
Kitabu'l-Cenâiz'de, Nesâî de yine Kutabu'l-Cenâiz'de rivayet ediyor.______
306- Müslim: Zikr: 17; Tirmizt:
Cenâiz: 67; Zühd:6; Nesâî: Cenâiz:lO; Ibnu Mace: Zühd:35
307. Bu hadisi İmam Malik de
aşağıdaki metinle, Muvat-ta'da rivayet etmektedir:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm buyurdu ki:
"Allah Tebareke ve Teala şöyle
buyurdu; kulum Bana kavuşmayı arzularsa, Ben de ona kavuşmayı arzularım. Kulum
Bana kavuşmaktan hoşlanmazsa Beri de ona kavuşmaktan hoşlanmam." 307
Kitabu'l-Cenâiz'den.
301 - 307. Hadislerin Şerhi
Hadiste, "Kim Allah'a kavuşmayı
arzularsa, Alah da ona kavuşmayı arzular" diye buyuruluyor.
el-Hattabî diyor ki: Kulun Allah'a
kavuşmayı arzulaması, ahire-ti dünyaya tercih etmesi, dünyada uzun süre kalmayı
arzu etmemesi ve ahiret yolculuğu için hazırlanmasıdır.
Kavuşma çeşitli şekillerde olur;
yani hadiste geçen kavuşma (lika) kelimesinin çeşitli anlamları vardır:
Görmek bu manadadır. Ayrıca lika,
(kavuşma) kelimesi ahirette
307- Muvatta: Cenâiz: 50
yeniden dirilme anlamına gelir.
"Allah'a kavuşmayı inkar edenler, hüsrana uğramışlardır" mealindeki
ayet-i kerimede kavuşma kelimesi yeniden diriliş anlamındadır. Kavuşma kelimesi
bu anlamdadır.
Îbnu'1-Esir diyor ki: Kavuşma ile
kastedilen ahiret evine yönelme ve Allah katında olanı arzulamadır. Yoksa
bununla kastedilen ölüm değildir. Çünkü hiç kimse ölümden hoşlanmaz. Kim
dünyayı bırakır ve ondan hoşlanmazsa Allah'a kavuşmayı arzular. Kim de, dünyayı
tercih eder ve ona bağlanırsa, Allah'a kavuşmaktan hoşlanmaz.
Allahü Teala'nm kuluna kavuşmayı
arzulaması ise, onun için hayır dilemesi ve ona nimet vermesidir.
el-Kevakib adlı kitapta şöyle
deniliyor:
Eğer, 'şart cezanın sebebi değildir,
bilakis iş tam tersidir' dersen, derim ki: Bunun benzeri haberler te'vil
edilir. Yani kim Allah'a kavuşmayı arzularsa, Allah ona, kendine kavuşmayı
arzuladığını bildirir. Hoşlanmama durumu da bunun gibidir.
Hazreti Aişe Radıyallahü Anha veya
Resulullah Aleyhis-selâm'm zevcelerinden (Radıyallahü Anhunne) biri (Saîd ibnu
Hişam kendi rivayetinde bu sözü Hazreti Alişe Radıyallahü Anha'nm söylediğini
bildirmiş ve tereddüt etmemiştir): Resulullah Aleyhisselâm'a: Biz, hiçbirimiz
ölümden hoşlanmayız, diye söyledi. Bu sözün zahirinden anlaşıldığına göre,
Alah'a kavuşma ile kastedilen ölümdür. Ancak hakikatte böyle değildir. Çünkü Allah'a
kavuşma hâdisesi ölümden farklıdır. Bir başka rivayette yer-alan: "Ölüm
Allah'a kavuşmadan Öncedir" sözü buna delalet edi^ yor. Ancak Ölüm Allah'a
kavuşmaya bir vesile olduğu için, Allah'a kavuşma hâdisesi de ölümle ifade
edilmiştir. Çünkü ölüm olmadan bu neticeye ulaşılamaz.
Hassan ibnul-Esved diyor ki: Ölüm,
sevgiliyi sevgiliye kavuşturan bir köprüdür.
Resulullah Aleyhisselâm Hazreti Aişe
Radıyallahü Anhamn yukarıda geçen sözüne cevabında şöyle buyurdu: Öyle değil,
ama Mü'mine ölüm geldiğinde Allah'ın rızası ve ihsanı ile müjdelenir.
O anda onun için önündekinden (yani
ölümden) daha sevimli bir şey yoktur. Bu zaman Allah'a kavuşmayı sever, Allah
da ona kavuşmayı sever.
Abdurrahman ibnu Ebi Leyla'nın
rivayetinde ise şöyledir: "Ölüm geldiğinde, insan eğer Allah'a
yaklaştırılanlardan (mukar-reblerden) ise, ona rahatlık, güzel rızık ve nimet
cenneti vardır. (Kendisine bunun müjdesi verilince), Allah'a kavuşmayı sever.
Allah ise ona kavuşmayı daha çok sever". Bu hadisi Ahmed ibnu Hanbel,
kuvvetli senedle rivayet etmiştir. Hadisi rivayet eden sa-habinin bilinmemesi,
kuvvetine bir zarar dokundurmaz, (ibnu Ebi Leyla'nın rivayetinde, hadisi
rivayet eden sahabinin ismi geçmemekte ve "Filan oğlu Filan Resulullah
Aleyhis selâm'dan şöyle duyduğunu rivayet etti" denilmektedir.)
Hadis şöyle devem ediyor:
"Kafire ise ölüm geldiğinde, Allah'ın azabı ve cezası ile müjdelenir. O
anda onun için önündekinden (ölümden) daha sevimsiz bir şey .yoktur, O Alah'a
kavuşmaktan hoşlanmaz Allah'ta ona kavuşmaktan hoşlanmaz".
Abd ibnu Humeydin Hazreti Aişe
Radıyallahü Anha'dan merfu olarak rivayet ettiği hadis-i şerifte ise şöyle
deniliyor: "Allahü Teala bir kulu için hayır dilediğinde, ona ölümünden
bir yıl önce bir yardımcı melek gönderir. Bu melek onun yanlışlıklarını düzeltmesine
ve iyiliklerde başarılı olmasına yardım eder. Ta ki: Tuttuğu hayır yolu üzere
öldü, denilir.Ölüm gelip de, sevablarını gördüğünde nefsi (Ölümü) arzular.
îşte bu an, Allah'a kavuşmayı arzuladığı; Allah'ın da kendisine kavuşmayı
arzuladığı andır. Allah bir kulu için şer dilediğinde de, ölümden bir yıl önce
bir şeytanı başına musallat eder. Bu onu sapıtır, fitneye düşürür. Ta ki: Tuttuğu
şer yolu üzere öldü, denilir. Kendisine ölüm geldiğinde, Allah'ın kendisi için
hazırlamış olduğu azabı görünce, nefsi feryat etmeye başlar. îşte bu an, onun
Allah'a kavuşmayı arzulamadığı, Allah'ın da ona kavuşmayı arzulamadığı
andır". (.Buraya kadar ki açıklamalar Kastallanî Şerhi, Kitabu'r-Rikak,
C.9,s.495'ten alınmıştır.)
Nevevî'nin sahih-i Müslim şerhinde
de şöyle deniliyor (Kastallanî1 nin hamişine göre, C.10,s.118):
Bu hadisin sonu başını açıklamakta
ve "Allah'a kavuşmayı seven, Allah'a kavuşmaktan hoşlanmayan"
şeklinde mutlak manada gelen hadislerdeki maksadın ne olduğunu bidirmektedir.
Hadisten anlaşıldığına göre esas
olan hoşlanmama hali, tevbe-nin ve pişmanlığın kabul olunmayacağı, can çıkma
anındaki hoşlanmamadır. Bu anda her insan sonrasının ne olacağından, ve
Allah'ın kendisi için ne hazırladığından haberdar edilir. Önündeki perde
kalkar. Saadet ehli olanlar, Allah'ın kendileri için hazırlamış olduğu
nimetlere kavuşmak için ölümü ve Allah'a kavuşmayı arzularlar. Allah da onlara
kavuşmayı arzular. Yani onlara çokça iyilik ve ihsanda bulunur.
Şekavet ehli, yani kötülük üzere
ölenler, varacakları yerin fena olacağım bildiklerinden Allah'a kavuşmaktan
hoşlanmazlar. Alah da onlara kavuşmaktan hoşlanmaz. Yani onları rahmet ve ihsanından
uzaklaştırır. Onlar için rahmet dilemez. îşte Allahü Teala'nm onlara kavuşmayı
arzulamamasımn anlamı budur.
Bu hadisin anlamı, Allah'ın onlara
kavuşmayı arzulamamasımn, bizim bildiğimiz anlamda bir hoşlanmama hali olduğu,
berikilere kavuşmayı arzulaması da bizim bildiğimiz anlamda bir arzu
olduğı şeklinde değildir. Bu haller
insanların sıfatıdır.
Not: Bu hadisin Buharî'nin
Kitabu't-Tevhid'inde ve îmam Ma-lik'in Muvatta'mda yer alan rivayetlerinde,
mana Allahü Teala'ya nisbet edildiğinden kudsî olduğu açık olarak ifade
edilmektedir. Diğer rivayetlerinde ise böyle bir nisbet sözkonusu olmadığından
kudsî hadis olduğu açıkça ortaya konmamıştır. Dolayısıyla bu rivayetler kudsî
hadis olarak ele alınamaz. Ancak biz, konunun tam olarak anlaşılması için bu
rivayetleri de vermeyi uygun gördük. (Kastallanî Şerhi, C.9,s.495r
Kitabu'l-Rikak)
Ölüm Meleğinin Musa Aleyhisselâm'a Gönderilmesihadisi
308. Bu hadisi Buharı, c.5 Kastaîlanî'ye
göre s.387'de, Kita-bu Bedu'l-Halk'ın "Musa Aleyhisselâm'ın Vefatı"
başlıklı babında rivayet etmektedir:
Yahya ibnu Musa Abdurrezzak'tan, o
Ma'mer'den, o İbnu Tavustan, o da babasından ebu Hureyre Radıyallahü. Anh'ın
şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Ölüm Meleği Musa
Aleyhisselâm'a gönderildi. Melek ona geldiğinde, meleği geri itti. Melek
Rabbine dönerek: Beni, ölümü istemeyen bir kula gönderdin, dedi. Rabbi: Ona
geri dön ve kendisine, elini bir öküzün sırtına koymasını söyle, elinin.
kapattığı bölgedeki her kıl için onun ömrü bir yıl uzatılacaktır, buyurdu. Musa
Aleyhisselâm: Ey Rabbim, ondan sonrası ne? diye sordu. Hakk Teala: Ölüm, dedi.
Musa Aleyhisselâm: Öyleyse şimdi olsun, dedi. Sonra Musa Aleyhisselâm Allahü
Teala'dan kendisini mukaddes toprağa yani Kudüs'e bir taş atımlık mesafe yaklaştırmasını
diledi. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh der ki: Burada Resulullah Aleyhisselâm:
Eğer orada olsaydım size mezarım gösterirdim. Yolun kenarında kırmızı kum yığınının
altındadır, diye buyurdu.[318][22]
Abdurrezzak Ma'mer'den, o da
Hemmam'dan rivayetle der ki, Ebu Hureyre Radıyallahü anh bize Rusulullah
Aleyhisselâm'dan bu hadisin bir benzerini rivayet etti ve bu rivayetinde hadisi
açıkça Resulullah Aleyhisselâm'a nisbet etti. Diğer bütün rivayetlerde ise,
hadis merfu olarak "Ebu Hureyre şöyle söyledi" şeklinde rivayet
edilmiş, sadece son kısımda "Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki: Eğer
orada olsaydım, size mezarını gösterirdim, Yolun kenarında kırmızı kum
yığınının altındadır" deniliyor.
Bu hadisi Buharî ayrıca,
Kastallanî'ye göre C.2,s.435'de Kita-bu'1-Cenâiz'in "Kutsal Toprakta
-Beyt-i Makdis'de- Defnolunmak isteyen" başlıklı babında rivayet etmiştir.
O rivayette şöyle deniliyor: Mahmud, Abdurrezzak'dan, ö Ma'mer'den, o Ibnu
Tavus'tan (yani Abdullah), o da babasından Jübu Hureyre Radıyallahü Anh'm şöyle
söylediğini bildirmiştir: Ölüm meleği Musa Aleyhisselâm'a gönderildi, Musa
Aleyhisselâm onu geri itti. Melek Rabbine dönerek: Beni, ölümü istemeyen bir
kula gönderdin, dedi. Allahü Teala onu tekrak göndererek buyurdu ki; Ona dön ve
elini bir öküzün sırtına koymasını
söyle. Elinin kapattığı alandakiher bir
kıl için kendisinin ömrü bir yıl
uzatılacaktır. Musa Aley his selâm: Ey Rabbim, sonra ne olacak? dedi. Yüce
Allah: Ölüm, diye buyurdu. Musa Aleyhisselâm: Öyleyse şimdi olsun, dedi. Bunun
üzerine Hakk Teala'dan kedisini mukaddes toprağa (Beyt-i Makdis) bir taş
atımlık mesafe yaklaştırmasını istedi. Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki: Eğer
orada olsaydım, size kabrini gösterirdim. Yolun kenarında kırmızı kum yığınının
altındadır."
309. Bu hadisi Müslim, Kastallanî'nin
Hamişine göre C.9,s.224'te,"Musa Aleyhisselâm'm Faziletlerinden Bazıları"
başlıklı babda rivayet etmiştir. Orada şöyle döyon
Muhammed ibnu Rafı ile Abd ibnu
Humeyd, Abdurrezzak'tan o Ma'ner'den, o îbnu Tavus'tan, o da babasından Ebu
Hureyre Radıyallahii Anh'ın şöyle söylediğini
rivayet etmişlerdir:
ölüm meleği Musa Aleyhisselâm'a gönderildi.
Melek ona varınca, geri itti ve gözünü çıkardı. O da Rabbine dönerek: Beni
ölümü istemeyen bir kula gönderdin, dedi. Allah ona yeniden göz verdi ve: Ona
yine git ve elini bir öküzün sırtına koymasını söyle, elinin kapattığı alandaki
her bir kıl için ömrü bir yıl uzatılacaktır, diye buyurdu. Musa Aleyhisselâm:
Ey Rabbim, ondan sonra ne olacak? diye sordu. Allahü Teala: Sonra yine ölüm,
diye buyurdu. Musa Aleyhisselâm: Öyleyse şimdi olsun, dedi. Allahü Teala'dan
kendini kutsal beldeye bir taş atımlık mesafe yaklaştırmasını istedi. Burada
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki: Eğer orada olsaydım, kabrini size
gösterirdim, yolun kenarında kırmızı kum yığınının altındadır.[319][23]
310. Müslim bu hadisin başka bir
rivayetini de veriyor ve şöyle diyor.
Muhammed ibnu Rafi',
Abdurrezzak'tan, o Ma'mer'den, o Hemmam ibnu Münebbih'ten rivayetle bunlar, Ebu
Hureyre Radıyallahii Anh'ın bize Resulullah Aleyhisselâm'dan bildirdikleridir,
diyerek bazı hadisler zikretti. Bunlardan birinde de şöyle söyledi:
"Ölüm meleği Musa
Aleyhisselâm'a geldi, kendisine: Rabbinin davetine icabet et, dedi. Musa
Aleyhisselâm ölüm meleğinin gözüne vurdu ve onun güzünü çıkardı. Melek Allahü
Teala'ya dönerek: Sen beni ölümü istemeyen bir kula gönderdin, o da benim
gözümü çıkardı, dedi. Allahü Teala ona yeniden göz verdi ve: Kuluma git,
yaşamak mı istiyorsun, diye sor ve de ki, eğer yaşamak istiyorsan elini bir
öküzün sırtına koy, elinin altına ne kadar kıl gelirse bunların her biri
karşılığında bir sene yaşayacaksın de, diye buyurdu. Musa Aleyhisselâm: Sonra
ne olacak? dedi. Hakk Teala: sonra Öleceksin, buyurdu. Musa Aleyhisselâm bunun
üzerine: Şimdi hemen yakından daha iyi, Ey Rabbim, kutsal beldeye bir taş
atımlık yakınlıkta canımı al, dedi. Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:
Vallahi, eğer ben orada olsaydım yolun yanındaki kırmızı kum yığınının altında
bulunan kabri size gösterirdim[320][24]
Müslim sonra şöyle diyor: Ebu Ishak
Muhammed ibnu Yahya'dan, o Abdurrezzak'tan, o da Ma'mer'den bu hadisin bir
benzerini daha rivayet etti.
Bu hadisi, Nesâî de, C.4,s.H8'de
Ta'ziye babında rivayet ediyor. Onun rivayetinin metni de Müslim'in buradaki
ikinci rivayetinin metnine yakındır.
"Ölüm meleği Musa
Aleyhisselâm'a gönderildi". Yani Allahü Teala, ölüm meleğini bir insan
şeklinde Ona gönderdi. Musa Aley-hisselâm'm bu zaman yaşı 120 idi. Melek bu
şekilde kendisine gelince, Musa Aleyhisselâm onu, kendisinden izinsiz olarak
evinin duvarına tırmanmış ve bir fenalık yapma düşüncesinde olan bir insan
zannetti. Böyle zannedince de, insan suretine girerken kendisine verilen
gözüne vurdu. Bu göz kendisinin asıl sureti olan melek suretinden ayrıydı. O
gözünü çıkardı.
Ahmed ibnu Hambel'in rivayetinde
şöyle deniliyor: "Ölüm meleği insanlara açıktan gelirdi. Musa
Aleyhisselâm'a gelince, ona vurup gözünü çakardı. Melek Rabb'ine döndü:
"Ey Rabb'im beni ölümü istemeyen bir kula gönderdin" dedi."
Denildi ki: Burada göz çıkarma
hâdisesi mecazî anlamdadır. Yani, Musa Aleyhisselâm onunla münakaşa etti, ona
karşı çıktı ve münakaşada ona üstün geldi. Araplar arasında, biri münakaşada
muhatabına üstün gelir ve daha kuvvetli deliller ortaya koyarsa "filanca
filancanın gözünü çıkardı" denilir. Bu hadiste de "Allah gözünü ona
iade etti" denilmesi de bu manayı kuvvetlendirmektedir.
Hadiste de geçtiği üzere, melek daha
sonra tekrar gönderiliyor, Musa Aleyhisselâm en sonunda ölümün geleceğini
anlayınca o an ölmeyi tercih ediyor ve kendisinin, Beyt-i Makdis'e yaklaş
tinim asını istiyor.
Musa Aleyhisselâm o zaman sahrada
idi, kendisinin Beyt-i Makdis'e yaklaştınlmasını istedi. Ancak bizzat Beyt-i
Makdis'in içini istemedi. Çünkü kabrinin meşhur olmasından ve insanların o
kabir dolayısıyla fitnelere düşmelerinden korktu.
İbnu Abbas Radıyallahü Anh dedi ki:
Eğer yahudiler Musa Aleyhisselam ile Harun Aleyhisselâm'm kabirlerinin
yerlerini bilselerdi, onları kendilerine Allah'dan gayri iki ilah edinirlerdi.
Musa Aleyhissselâm'm kabri olarak,
Eriha'da, kırmızı kum yığınının yanında bir yer meşhur olmuştur. Eriha ise,
Filistin'de mukaddes topraklar üzerindedir.
Mukaddes kabrinin üzerinde değişik
şekillerde, kubbe tarzında görüntülerin
bulunduğuna dair söylentiler vardır.
Kastallanî diyor ki: Ancak
Şeyhu'l-İslam Burhanu'd-din ibnu ebi Şerif bana dedi ki: Orada hoş olmayan bir
fiil işlendiğinde bir karanlık ve çalkantı oluyor ve o iş bırakılmcaya kadar
devam ediyor, sonra açılıyor.
Vehb ibnu Münebbih'den rivayet
edildiğine göre, Musa Aleyhis-selâm'ı melekler defnettiler ve namazını da onlar
kıldılar. (Buraya kadarki açıklamalar, Kastallanî şerhi, C.5,s.387'den
alınmıştır).
Kastallanî, Kitabu'l-Cenâiz'in
"Mukaddes Beldede Defnedilmeyi İsteyen" başlıklı babında şöyle diyor:
Vehb'den rivayet ediliyor ki, Musa Aleyhisselâm bazı ihtiyaçları için çıktı,
giderken kabir kazan bir melekler topluluğuna uğradı. Ondan daha güzel bir şey
görmemişti. "Bu kabri kimin için kazıyorsunuz?" diye sordu,
"senin için olmasını ister misin?" dediler. "IstTİm" dedi.
Bunun üzerine melekler: "İçine gir, uzan ve Rabb'ine yönel" dediler.
Musa Aleyhisselâm da öyle yaptı, sonra oldukça rahat bir nefes aldı, Allahü
Teala da ruhunu aldı. Sonra melekler üzerine toprak örttüler.
Yine denilmiştir ki: Ölüm meleği ona
cennetten bir elma getirdi, Musa Aleyhisselâm o elmayı kokladı ve ruhu alındı.
Kastallanî yine Kitabu'l-Cenâiz'de
şöyle diyor:
Yüce Allah, Musa Aleyhisselâm Onu
imtihan etmek için ölüm meleğini bir insan şeklinde gönderdi. Ölüm meleği bu
şekilde geünce Musa Aleyhissselâm onu, kendine bir fenalık yapmak amacıyla
izinsiz olarak evinin duvarına tırmanmış gerçek bir insan sandı. Yanına kadar
çıkınca ona vurdu ve girdiği insan sureti üzerinde bulunan gözünü çıkardı.
Bü,melek suretine bağlı değildi.
Musa Aleyhisselâm'm onun ölüm meleği
olduğunu bilmiş olması ve kendisini sözkonusu vuruşla savunmuş olması da muhtemeldir.
Birinci anlam ise daha kuvvetlidir. Meleğin öldürmek üzere gelmiş olması ve kendini
muhayyer bırakmaması durumu da bu manayı kuvvetlendiriyor. Çünkü Musa
Aleyhisselâm'a, kendisinin isteği sorulmadan öldürülmeyeceği bildirilmişti.
Bunun içindir ki, melek ikinci gelişinde isteğini sorunca "Şimdi
öldür" diye söyledi. (Kastallanî şerhinden alman açıklama tamam oldu).
Biz diyoruz ki: Bu doğru olursa,
"Burada söz mecazî anlamdadır, gerçekte bir göz çıkarma hâdisesi yoktur,
bununla kastedilen delillerle üstün gelmesidir" diyenlerin açıklaması
doğru olmaktadır. Çünkü Musa Aleyhisselâm münakaşa etmiş ve : Beni muhayyer
bırakmadan canımı nasıl alırsın? demiştir. Peygamberlerin ölümden önce
muhayyer kılındıkları bilinince Musa Aleyhisselâm in delili üstün gelmiştir.
Hadis'in, Nevevî'nin Müslim
Şerhindeki açıklaması, (Kastal-lanî'nin Hamişine göre, c.9,s.224:
Musa Aleyhisselâm'm Beyt-i Makdis'e
yaklaştırılmak istemesi, oranın şerefi ve orada Peygamberler ve ilim adamları
gibi üstün meziyetteki insanların defnolunmuş olması dolayısıyladır.
Bazı ilim adamları dediler ki: Musa
Aleyhisselâm Beyt-i Makdis'e yaklaştırılmayı istemekle beraber, kabrinin
meşhur olmasından ve insanların onunla fitneye düşmelerinden korktuğu için
bizzat Beyt-i Makdis'in içini istemedi.
Burada aynı zamanda, kıymetli ve
mübarek topraklara, salih kimselerin kabirlerinin bulunduğu mevkiye
defnolunmayı istemenin müstehab olduğuna işaret vardır. Doğru olanı Allah
bilir.
el-Maferî diyor ki: Bazı mülhidler
bu hadisi ve ondaki tasavvuru inkâr ettiler. "Musa'nın Ölüm meleğinin
gözünü çıkarması nasıl sözkonusu
olabilir?" dediler, ilim
adamları bu soruya
çeşitli
şekillerde cevap vermişlerdir:
Birincisi: Musa Aleyhisselâm'a Allah
tarafından bu şekilde vurması için izin verilmiş olması imkânsız değildir. Bu
kendisine vurulan için bir imtihan olabilir. 'Allah yaratıkları hakkında dilediğini yapar, onları
dilediği şekilde imtihan eder.
İkincisi: Bu vurma mecazî anlamdadır.
Kastedilen ise, Musa Aleyhisselâm'm onunla münakaşa ettiği ve delilleriyle ona
galib geldiğidir. Birisinin bir konudaki delilleri muhatabınmkinden üstün
çıkarsa "filan filanın gözünü çıkardı" denilir. Aynı şekilde bir şeye
noksanlık getirilince "şunu şaşı yaptım" denilir.
Ancak bu durumda "Allah güzünü
iade etti" sözünde bir zayıflık olmaktadır. Çünkü eğer bununla delilim
iade etmesinin kastedildiği söylenirse, böyle bir şey uzak bir ihtimal olur.
Üçüncüsü: Musa Aleyhisselâm'm, onun ölüm
meleği olduğunu bilememiş olması, kendi nefsine kasteden bir insan olduğunu zannetmiş
ve bu yüzden nefsini savunmak istemiş olması mümkündür. Bu savunmada da güzünü
çıkarmak istememesine rağmen, kazayla gözünü çıkarmış olması sözkonusu
olabilir. "Onu geri itti" sözü bu ihtimali kuvvetlendiriyor. Bu
sonuncu açıklama Ebu Bekir Ibnu Huzeyme ve ilk dönem âlimlerinden daha başkalarının
da cevabıdır. el-Mazerî ve kadı Iyaz bu açıklamayı yerinde bulmaktadırlar.
Hadiste, Musa Aleyhisselâm'm muhatabının gözünü çıkarmak kastıyla vurduğuna
dair bir ifade yok. Eğer "Musa Aleyhisselâm, ikinci gelişinde onun ölüm
meleği olduğunu itiraf etti" denirse, cevap şu olur: ikinci gelişinde, melek,
ölüm meleği olduğunu ortaya koyacak bir işaretle birlikte geldi. Musa
Aleyhisselâm da, bu kez birincisinin aksine teslim oldu. ( Bu şerh Nevevî'nin
şerhinden alman açıklamalardır)
"Siz Yalınayak, Çıplak Ve
Sünnetsız Olarak Haşrolunacaksınız" Hadisi
31L Bu hadisi Buharı, Kastallanî'ye
göre C.5,s.342'de, Kita-bu Bedu'l-Halk'ın; Yüce Allah'ın "Allah İbrahim'i
Kendisine Dost Edindi" sözü ile ilgili babında rivayet ediyor:
Muhammed ibnu Kesir, Sufyan'dan, o
el-Muğire ibnu'n-Nu'man'dan, o Saîd ibnu Cubeyr'deh, o da îbnu Abbas
Radıyal-lahü Anhuma'dan rivayet
ediyor ki; Resululiah Aleyhisselâm:
"Siz yalınayak, çıplak ve
sünnetsiz olarak haşrolunacaksınız" diye buyurdu. Sonra: "Yaratmaya
ilk başladığımız gibi -katımızdan verilmiş bir söz olarak- onu (göğü) tekrar
varedeceğiz. Doğrusu Biz dilediğimizi yaparız," mealindeki ayet-i
kerimeyi okudu. Sonra şöyle buyurdu: "Kıyamet gününde ilk giydirilecek
olan İbrahim Aleyhisselâm'dır. Ashabımdan bazı kimseler sol tarafa alınırlar.
Ben: Ashabım, ashabım, diye nida ederim. "Bunlar, sen onları terkettikten
sonra hep topukları üzere geri dönmüş halde yaşadılar" denir. Ben de;
salih kulun dediği gibi: "Aralarında bulunduğum müddetçe onlar hakkında
şahiddim, beni aralarından aldığında onlar üzerine sen gözleyici oldun. Sen her
şeye şahidsin. Onlara azab edersen, doğrusu onlar senin kullarındır. Onları
bağışlarsan, güçlü olan, hakim olan şöphesiz ancak sensin" derim.[321][25]
312. Bu hadisi Buharı, Kitabu'r-Rikak'm
"Haşır Nasıldır?' başlıklı babında da şu şekilde rivyet ediyor;
İbnu Abbas Radıyallahü Anhuma'nın
şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Resulullah Aleyhisselâm bize hitabetmeye
durdu ve buyurdu ki:
"Siz yalınayak çıplak ve
sünnetsiz olarak haşrolunacaksınız... (hadisin devamı aynıdır.) [322][26]
Buharî bu hadisi, Kitabu't-Tefsir ve
Kitabul-Enbiya'da rivayet ediyor.
313. Bu hadisi Müslim de, Kastallanî'nin
Hamişine göre CJ,s.31Tde kıyametin özelliği ile ilgili babda rivayet ediyor.
Orada senedi verdikten sonra şöyle diyor:
İbnu Abbas Radıyallahü Anhuma'nın
şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resulullah Aleyhisselâm bize hitaben
nasihatta bulunmaya başladı ve buyurdu ki:
"Ey insanlar, siz Allah'ın
huzuruna yalınayak, çıplak ve sünnetsiz olarak çıkarılacaksınız... hadis bu
şekilde yukarıdaki gibi devam ediyor[323][27]
314. Tlrmizî bu hadisi, c.2, s,199'da
Müslim'in rivayetindeki metne yakın bir metinle rivayet ediyor ve basen, sahih
olduğunu söylüyor[324][28]
"Çıplak olarak hasrolunma"
ile kastedilen, bazılarının çıplak bazılarının giyinik olarak hasrolunması
olabilir. Çünkü Ebu Davud'un Saîd Radıyallahü Anh'den rivayet ettiği, îbnu
Hibban'm da sahih olduğunu- bildirdiği ve merfu olarak rivayet ettiği bir başka
hadiste şöyle Duyuruluyor: "Ölü, içinde öldüğü elbiseleriyle birlikte
diriltilir"
Kastallanî, "Kıyamet gününde
ilk giydirilecek olan ibrahim Aleyhisselâm'dır" sözünden sonra şöyle
diyor: Yani insanların hepsinin çıplak olarak veya bazılarının çıplak
bazılarının giyinik hasrolunmalarından yahut kabirlerinden kalkarken içinde
öldükleri elbiselerle kalkıp ilk hasrın başlamasıyla birlikte bunları saçmaları
sebebiyle, hepsinin çıplak olarak hasrolunmalarından sonra ilk giydirilecek,
olan ibrahim Aleyhisselâm'dır. Peygamber Aleyhisselâm: Cennetten getirilen bir hülle
giydirilir. Sonra bir kürsü getirilir, arşın sağ yanına konulur. Sonra ben
getirilirim, cennetten getirilen ve insanoğlunun elde etmesinin mümkün olamayacağı
bir hülle giydirilirim, diye buyurdu.
Yüce Allah'ın "yaratmaya ilk
başladığımız gibi onu tekrar var-edeceğiz" sözünde, insanların yalınayak,
çıplak ve sünnetsiz haşro-lunacaklarma delil vardır. Yani insanlar analarından
doğdukları hâl üzere haşrolunurlar. Şüphesiz her çocuk yalınayak, çıplak ve
sünnetsiz doğar.
Sonra denildi ki: ibrahim Aleyhisselâm'm
ilk giydirilen kimse olmasındaki hikmet, onun ateşe atılırken elbiselerinin
çıkarılmış olmasından ileri gelmektedir. Yani böyle bir uygulamaya maruz
kalması, onun, Allah'a ve tevhid inancına çağırması sebebiyle idi.
ilim adamları dediler ki: ibrahim Aleyhisselâm'm
burada ilk giydirilen kimse olması, onun Peygamberimiz Hazreti Muhammed
Aleyhisselâm'dan daha üstün ve yüksek derecede olduğunu göstermez,
Peygamberimiz Aleyhisselâm'a kendinden öncekilere verilmeyen nice üstünlükler
tahsis edilmiştir. Bu üstünlüklerde kimse onunla aynı derecede değildir. Eğer
en büyük şefaat sahibi olmasının dışında bir şey verilmemiş olsaydı bile bu,
Ona yeterdi.
"Ashabımdan bazı kimseler sol
tarafa alınırlar" yani cehennem tarafına alınırlar. "Ben ashabım,
ashabım" derim, yani "bunlar benim ashabımdır" derim. Bir
rivayette, ashabı (ashabım) kelimesi sayılarının azlığına işaret için
"useyhabî" şeklinde tasgir sigası ile kullanılmıştır. Kelimenin
tekrar edilmesi, te'kid içindir.
Denildi ki, bunlarla kastedilen
Resulullah Aleyhisselâm'm vefatından sonra, dinden dönen ve Ebu Bekir
Radıyallahü Anh'a karşı savaş açanlardır.
Bu söz dolayısıyla Resulullah
Aleyhisselâm'm tanınmış ashabı ta'n edilemez. Ashab kelimesinin, muhacirin ve
ensardan Resulullah Aleyhisselâm ile birlikte bulunmuş, onun hizmetinde olmuş
kimseler için kullanılması yaygın olduğu gibi, Resulullah Aleyhisselâm
zamanına yetişmiş, hayatında bir kez olsa dahi onu görmüş kimseler için
kullanımı da yaygındır. Hadiste geçen "ashabım" kelimesi bu ikinci
manaya alınabilir.
Resulullah Aleyhisselâm zamanına
yetişmiş olanlardan imanları tam kalplerine yerleşmeyen birçok kimse Onun
vefatından sonra dinden dönerek Ebu Bekir Radıyallahü Anh'a karşı savaş açtı.
Bunlardan bir kısmı yeniden islam'a dönerek, bu dine yardımcı oldu, bir kimi da
irtidad üzere, yani dinden dönmüş halde öldü. Böyle bir sonuçtan Allah'a
sığmızır.
Hadiste Resulullah Aleyhisselâm'm
"ben de salih kulun dediği gibi derim" sözüyle kasdettiği salih kul,
Isa Aleyhisselâm'dır. (Kastallanî, C.5, s.342)
"Kullar Haşrolunur, Rabbleri:
'Ben Melikim' Diye Nida Eder" Hadisi
315. Bu hadisi Buharî,
Kitabu't-Tevhid'de, Kastallanî'ye göre CIO, s.249'da rivayet ediyor. ;
Ebu Abdullah Mu hanime d ibnu İsmail
el-Buharî, Yüce Allah'ın: "Allah'ın Katında, Kendisine İzin Verilenden
Başka Kimse Şefaat Edemez. Sonunda Gönüllerindeki Korku Giderilince
Birbirlerine: 'Ttabbiniz Ne Söyledi?1 Diye Sorarlar; "Hak Söyledi"
Derler. O Yücedir, Büyüktür" sözü ile ilgili babda şöyle diyor:
Cabir (yani îbnu Abdullah
el-Ensarî) Radıyallahü Anhjbnu Uneys Radıyallahü
Anh'ın Resulullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken duyduğunu rivayet
ediyor:
" Allah kulları hasreder, sonra
içlerinde: "Ben Melik'im, Ben mutlak kudret sahibiyim" diye öyle bir
sesle nida eder ki, yakın olan işittiği gibi uzak olan da işitir.[325][29]
Bu hadiste Yüce Allah'ın sesle nida
edeceği bildiriliyor. Bu sesle kastedilen Allah'ın zatına ait olmayan
yaratılmış (mahluk) bir ses olabilir. Yahut Allahü Teala'nm bir sesleniciye
emretmesi ve onun seslenmesi anlamında da olabilir.
el-Buheykî diyor ki: Söz, konuşanın
diliyle ifade ettiği şeydir. Bu söz aynı zamanda kişinin zihninde bir yer
edinmiş yani orada teşekkül etmiştir. Nitekim 'Sakîfa1 hadisinde Hazreti Ömer
Radıyallahü Anh'm "Kendi nefsimde bir söz hazırlamıştım" diye
buyurması bu anlamdadır. Yani Ömer Radıyallahü Anh zihninde teşekkül eden şeyin
daha konuşulmadan önceki halini söz olarak isimlendirmiştir.
Eğer sözü söyleyen, mahreç sahibi
ise, yani sözü belli bir ahenge göre telaffuz edecek organlara sahipse,
konuştuğu şey harfler ve mahreçler halinde işitilir.
İbnu Uneys'in rivayet ettiği hadise
gelince, hadis hafızları, Ibnu Ukeyl'in hıfzında (ezber gücünde) ki zayıflığı
dolayısıyla onun rivayeti ile delil getirmek hususunda ihtilafa düşmüşlerdir.
Onun dışındakilerin rivayet ettiği merfu ve sahih hadisde "ses"
ibaresi sabit değildir. Eğer sabit olsaydı îbnu Mes'ud'un rivayetine ulaşırdı.
Yani melekler, vahyi, oluşumu
esnasında ses olarak duyarlar. Bu ses, gökyüzünde, ses veya vahiy getiren meleğin
sesi yahut meleklerin kanatlarının sesi
olabilir.
Bu ihtimale göre, meselede kesin
nass olmaz. Yahut ravi "nida eder" deyince bunu açıklamak için
"sesle" kelimesini kullanmış olabilir.
el Feth'de deniyor ki: buna göre
Allahü Teala, meleklerinden veya Peygamberlerinden herhangi birine sözünü
duyurarak bildirmiş değildir, ancak o kelamı onlara ilham etmiştir.
Ses mahreçsiz de olabilir, tıpkı
görmenin, ışınların görülen şeyin üzerine vurmaksızın gerçekleştiği gibi ki,
bunun olabileceği kesin olarak ortaya çıkmıştır. Bunu kabul ederiz, ancak
sözkonusu kıyası ve yaratıcının sıfatının yaratılanların sıfatıyla
kıyaslanmasını kabul edemeyiz.
Sonuç olarak, eğer buradaki sahih
hadislerde "ses" kelimesi geçiyorsa buna iman etmek, durumun
hakikatinin ne olduğunu Alah'a havale etmek veya te'vil yapmak gerekmektedir.
"Yakın olan işittiği gibi uzak
olan da işitir" yani yakın olan da uzak olan da aynı derecede işitir.
Burada bilinen seslerdeki âdeti aşan bir durum vardır. Çünkü bu sesleri
işitmede, yakın olan ile uzak olan arasında
farklılık bulunur.
Duyulan şeyin Allah'ın kelamı olduğu
bilinsin, Allahü Teala, Musa Aleyhisselâm'a kelam ettiği zaman da, Musa
Aleyhisselâm bu kelamı her cihetten duyuyordu. (Bu açıklamalar Kastallanî
şerhinde yer almaktadır. C.10, s.429).
Biz diyoruz ki; Bu durum Kastallanî
ve ona yakın ilim adamlarının zamanında harikulade bir şey sayılabilirdi.
Fakat günümüzde radyo ve benzeri aletlerin çıkmasından sonra uzak olanın yakın
olanla aynı derecede bir sesi duyması artık garibsene-cek bir şey değildir.
Allahü Teala'nm sıfatları ise sonradan olanların sıfatları ile kıyaslanamaz.
el-Feth müellifinin ve daha başkalarının söylediği de böyledir. Resulullah
Aleyhisselâm'dan sahih olarak rivayet edilene inanmak gerekir. Keyfiyeti,
durumu üzerinde ise söyleyeceğimiz, hiçbir şeyin Allah'ın benzeri olmadığı ve
O'nun her şeyi görücü, işitici olduğudur.
"Ben Melik'im"- yani
"Ben mülkün, bütün kainatın sahibiyim". "Ben mutlak kudret
sahibi (Deyyân) yim" yani "mülkün Benden başka sahibi yoktur, iyilik
ve kötülüğün karşılığını veren Benden başka bir varlık ta yoktur".
el-Huleymî diyor ki: Bu ifade Yüce
Allah'ın Kur'an-ı Kerim'deki
"Din gününün sahibi"
sözünün açıklamasıdır. Yani: Yapılanların karşılığını veren, hesaba çeken,
hiçbir amel sahibinin amelini boşa çıkarmayan.
el-Kevakib'de şöyle deniliyor: Bu
ibareyi seçmesi, bunda Yüce Allah'ın yedi sıfatına işaret olduğu içindir. Bu
sıfatlar: Hayat (daima diri ve'var olma), ilim (bütün herşeyi bilme), irade,
kudret, duyma, görme ve kelam. Genel şeylerin ve tek tek şeylerin, söz ve fiil
olarak karşılığının verilmesi imkan dahilindedir. (Kastallanî Şerhi, aynı yer).
Bir Açıklama:
Buheykî'nin yukarıda iktibas edilen
açıklamasında işaret ettiği, meleklerin vahyi duymalarına dair Ibnu Mes'ud
Radıyallahü Anh'dan rivayet edilen hadis, Buharî'nin Sahihinde buradaki hadisten önce
yer almaktadır. Hadis şöyledir:
Mesruk îbnu Mes'ud'dan, şöyle
söylediğini rivayet etmiştir. "Allah vahyi bildirdiğinde gök ehli, bir şey
duyarlar." Buheykî bu konuda şöyle diyor: Gök ehli boşlukta zincir
çekilmesi halinde çıkan ses gibi hafif bir çıngırak sesi duyarlar. Bunun
üzerine bağırırlar ve Cibrîl Aleyhisselâm kendilerine gelinceye kadar öylece
devam ederler. Cibrîl Aleyhisselâm gelince kalplerine korku salar. "Kalplerine
korku salınca ve ses susunca (bir başka nüshada 'ses sabit olunca1 diye
geçmektedir) bunun Rabb'leri katından hak olduğunu anlarlar. Rabbiniz ne
söyledi? derler". Çünkü bir ses duymuş, ancak korkuya kapılmalarından
dolayı anlamını anlayamamışlardır. "(Sorulanlar): Hak, söyledi
derler." (Ahmed ibnu Hanbel'in rivayetine göre ise: Ey Cibrîl Rabb'iniz ne
söyledi? derler. O da: Hak söyledi, der. Bunun üzerine diğer melekler: Hakk,
hakk, diye nida ederler). (Burada tırnak içine alman kısımlar hadisin metni, diğer
yerler şerhtir. Mütercim)
Kıyamet Gününde
Adem Aleyhısselam'a 'Zürriyetinden
Cehennemljklerî Ayır' Denmesine
Dair Hadis
316. Bu hadisi Buharı, C.7 s.97'de Hacc
suresi tefsiriyle ilgili babda, 'İnsanları Sarhoş Gibi Görürsün..."
mealindeki ayet-i kerimenin tefsirinde rivayet ediyor:
Umer ibnu Hafs babasından, o
el-A'meş'ten, o Ebu Salih'ten, o da Ebu Salih el-Hudrî'den Resulullah
Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Kıyamet günü Allah Azze ve
Celle: Ey Adem, der. Adem Aley-hisselâm: Buyur ey Rabbimiz, emret, der. Yüce
Allah seslice: Allah sana zürriyetinden cehenneme gidecek olan kısmı çıkarmanı
(ayırmanı) emreder, diye nida eder. Adem Aleyhisselâm: Cehenneme gidecek kısım
nedir? diye sorar. Hakk Teala: Her bin kişiden, -Ravi burada tereddüt ederek:
Zannediyorum- dokuz yüz doksan dokuz kişi, diye söyledi, diyor. O esnada,
hamile kadın karnındakini düşürür,
çocuğun saçı ağarır, insanları
sarhoş gibi görürsün,
gerçekte ise sarhoş değildirler, ama
Allah'ın azabı şiddetlidir. Bu husus, oradaki insanlara çok ağır geldi,
yüzlerinin rengi değişti. Resulullah Aleyhisselâm: Ye'cuc ve Me'cuc'dan olanlar
dokuz yüz doksan dokuz kişi nisbetinde olacak, siz ise bir kişi nisbetinde olacaksınız.
Sonra siz, beyaz bir öküzün yan tarafında bulunan tek bir siyah tüy gibisiniz,
yahut siyah bir öküzün yanındaki beyaz bir tüy gibisiniz. Ben sizin cennet
ehlinin dörtte birini oluşturacağın ızı umarım, dîye buyurdu. Biz tekbir
getirdik. Sonra, cennet ehlinin üçte biri, dedi. Biz tekbir getirdik. Sonra,
cennet ehlinin yarısı, dedi. biz yine tekbir getirdik,[326][30]
Bu hadisi Buharı yine,
Kitabu'l-Enbiya'da Ye'cüc ve Me'cüc kıssasından sonra ve Kitabu'r-Rikak'm son
kısmında rivayet ediyor. Müslim de "Bu Ümmetin Cennet Ehlinin Yarısı
Olmasının Bildirilmesi" başlıklı babda, Buharî'nin verdiği metne yakın bir
metinle rivayet etmektedir.
317. Tirmizî de, C.2, s.l99-200'de
hadisin iki ayrı rivayetini vererek şöyle diyor:
îmran ibnu Huseyn Radıyallahü
Anh'den rivayet edildiğine göre: "Ey insanlar, Rabbinizden sakının,
doğrusu kıyamet gününün sarsıntısı büyük şeydir. Kıyameti gören her emzikli
kadın emzirdiğini unutur, her hamile kadın çocuğunu düşürür. İnsanları sarhoş
gibi görürsün, oysa sarhoş değildirler, fakat bu sadece Allah'ın azabının
şiddetli olmasındandır" mealindeki ayet-i kerime Resulullah Aleyhisselâm'a
nazil olduğunda Resulullah Aleyhisselâm
seferde idi.
"Bu günün -yani ayete
bildirilen günün- hangi gün olduğunu bilir misiniz?" diye sordu.
Yanındakiler: Allah ve Peygamberi daha iyi bilir, dediler. Resulullah
Aleyhisselâm buyurdu: Bu öyle bir gündür ki, bu günde Allahü Teala Adem'e:
"Cehenneme gidecek olanları gönder" der. Adem Aleyhisselâm: "Ey
Rabbim, cehenneme gidecek olanlar nelerdir?" diye sorar. Allahü Teala:
"Dokuz yüz doksan dokuz kişi cehenneme, bir kişi de cennete
gidecektir"
diye buyurur. Müslümanlar bunu
duyunca ağlamaya başladılar. Resulullah Aleyhisselâm da şöyle buyurdu: Mukayese
edin ve düzgün hesap yapın, her ne zaman bir Peygamberlik olsa, Onun öncesinde
mutlaka cahiliyet olur. Cahiliye ehlinden olanlar belli bir sayıyı bulurlar,
onlarla sayı tamam olmayınca münafıklarla tamamlanır. Sizin diğer Ümmetlere
kıyasla durumunuz, bir hayvanın bileğindeki şişlik misali veya devenin
yanındaki ufak ben (a-lacalık) misalidir. Sonra: Ben sizin cennet ehlinin üçte
biri olmanızı umarım, diye buyurdu. Oradakiler tekbir getirdiler. Sonra da:
Ben sizin cennet ehlinin yarısını teşkil edeceğinizi umarım, dedi. Oradakiler
tekbir getirdiler. Ravi der ki, üçte ikisini söyleyip söylemediğini hatırlamıyorum.[327][31]
Tirmizî bu hadisin hasen, sahih
olduğunu rivayet etmiştir. 318. Tirmizı'nin ikinci rivayeti de söyledin
îmran ibnu Huseyn Radıyallahü Anh'ın
şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Bir yolculukta Resulullah Aleyhisselâm ile
birlikte idik. Ashabdan bazıları yürüyüşte yavaş davranır oldular. Resulullah
Aleyhisselâm yüksek sesle şu iki ayet-i kerimeyi okudu. (Burada meali yukarıda
geçen ayetleri okuyor). Ashabı bunları duyunca yürüyüşlerine hız kattılar ve
Rusulullah Aleyhisselâm'in birşeyler söylemek üzere olduğunu anladılar.
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki:
"Bu ayetlerde sözü edilen gün
öyle bir gündür ki, o günde Allahü Teala Adem'e seslenir, Rabbi ona şöyle der:
Ey Adem, cehenneme gidecek olanları gönder, Adem: Ey Rabbim, cehenneme gidecek
olanlar nelerdir? diye sorar. Allahü Teala: Her bin kişiden dokuz yüz doksan
dokuz kişi cehenneme, bir kişi de cennete gidecektir, diye buyurur. Oradakiler
bunu duyunca iyice mahzun bir hale geldiler, Öyle ki kendilerinde hiç bir
gülücük görünmüyordu. Resulul-lah Aleyhisselâm ashabının bu durumunu görünce:
Çalışın ve sevinin. Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki, siz öyle
iki 'toplulukla birlikte olacaksınız ki, onlar, herhangi bir topluma
kanşsalar çoğunluğu oluştururlar.
Bunlar Ye'cüc ve Me'cüc'dür. Ademoğuîlarmdan ölenler ve iblis evladından
ölenler (hepsi birlikte haşrolunacaklar). Ravi diyor ki: Bunun üzerine
halktaki hüzün kısmen geçti. Sonra Peygamber Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
Muhammed'in nefsi elinde olana yemin olsun ki, siz diğer Ümmetlere nisbetle bir
devenin yanındaki ufak bir alacalık veya bir hayvanın ayağındaki şişlik
misalisiniz.[328][32]
Tirmizî bu hadisin Hasen, sahih
olduğunu söylüyor.
"Haşr Nasıldır?" başlıklı
babda Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den merfu olarak şu hadis rivayet ediliyor:
"Kıyamet gününde ilk çağrılacak olan Adem Aleyhisselâm'dır. Evlatları ona
bakakalırlar. "Bu sizin babanız Adem'dir", denilir. Adem Aleyhisselâm:
Emret Ey Rabb'im, Buyur Ey Rabb, der. Hakk Teala Ona: Neslinden cehenneme
gidecek bir grup çıkar, diye buyurur.." hadîs bu şekilde devam ediyor.
Ye'cüc ve Me'cüc hikayesinde Ebu
Saîd'in rivayet ettiği metinde fazlalık var; orada Adem Aleyhisselâm'm:
"Emret Ey Rabb'im, Buyur Ey Rabb'im, hayrın tamamı senin elindedir"
dediği bildiriliyor. Burada "hayrın tamamı senin elindedir"
denilerek özellikle hayrın Allah'ın elinde olduğunun söylenmesinde, O'nun merhametine
sığınma ve edebi gözetme durumu vardır. Yoksa esas itibariyle fenalık da ancak
Allah'ın dilemesiyle ve O'nun takdir etmesiyle husule gelir.
Adem Aleyhisselâm'm "cehenneme
gidecek olanlar nelerdir?" diye sorması "cehenneme gidecek olanların
miktarı, sayısı ne kadardır?" manasınadır. Buradaki rivayetlerde Yüce
Allah'ın Adem Aleyhisselâm'a cevabında "her bin kişiden dokuz yaz doksan
dokuz kişi cehenneme gidecektir" diye cevap verdiği bildiriliyor.
Kastal-lanî'nin kaydettiğine göre "Haşr Nasıldır?"- başlıklı babda
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den merfu olarak rivayet edilen hadiste ise
"her yüz kişiden doksan dokuz kişi" olarak geçmektedir. Buna göre her
bin kişiden on kişi müstesna kılınmış olmaktadır. Bu babdaki hadiste de bin
kişiden bir kişi müstesna kılmıyor. Hüküm ise fazla olana göredir. Yahut bu babda verilen hadis, Adem Aleyhis-
selâm'm bütün evlatları, Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'ın rivayet ettiği hadis ise; Ye'cüc ve Me'cüc çıkarıldıktan sonra kalanlar hakkında
söylemiş olabilir. (Kastallanî şerhi, C.7, s.245)
Kastallanî bir başka konuda da şöyle
diyor: Buradaki rakamlarla kastedilenler inkarcıların tamamı ile, Allah'a
isyan ettiği, emri yerine getirmediği için cehenneme atılanların tamamı
kastedilmiş olabilir. Buna göre her bin kişiden dokuzyüz doksandokuz kişi isyankarlığından
dolayı cehenneme atılan olur. (Kitabu'r-■ Rikak'dan).
Hadiste bildirildiği üzere, hamile
kadının çocuğunu düşürmesi, küçük çocuğun saçlarının ağarması, meselenin
anlaşılması için verilmiş Örnek ve temsildir. Yani aşırı üzüntüler insanlardaki
kuvvetleri zayıflatır ve saçın ağarmasını çabuklaştırır. Bu hadislerin gerçek
manada olması da mümkündür. Çünkü herkes öldüğü hal üzere diriltilecektir: Eğer
bir kadın hamile olarak öldüyse öylece diriltilecek tir. Aynı şekilde emzikli
kadın emzikli olarak, çocuk çocuk olarak diriltilecektir. Kıyamet kopunca ve
Adem Aley-hisselâm'a sözügeçen emir verilince insanlar dehşete kapılacaklar ve
hamile kadın çocuğunu düşürecek, çocuğun saçları ağaracak, emzikli kadın
çocuğunu unutacak. Hafız Ebu'1-Fadl Ibnu Hacer bu şekilde açıklama yapmaktadır.
Resulullah
Aleyhisselâm'ın"Ye'cüc ve Me'cüc1 dan olanlar dokuzyüz doksan dokuz kişi
nisbetinde olacak, siz ise bir kişi nisbe-tinde olacaksınız" sözünün
anlamı şudur: Ye'cüc ve Me'cüc ile, onlar gibi şirke sapanlar, küfür yolunu
seçenler dokuz yüz doksan dokuz kişi nisbetinde olacak, siz ve sizin gibi iman sahipleri
de bir kişi nisbetinde olacaksınız. "Ibnu Mes'ud Radıyallahü Anh'm hadisinde
geçen "cennete Müslüman nefısden başkası giremez" sözü de bu anlama
işaret etmektedir.
îbnu Mes'ud Radıyallahü Anh'den yine
aynı babda rivayet edilen hadiste şöyle deniliyor: Biz deriden bir gölgeliğin
altında Resulullah Aleyhisselâm ile birlikte kırk kişi idik. Resulullah
Aleyhis-selâm: Cennet ehlinin dörtte biri olmaya razı mısınız? diye buyurdu.
Biz: Evet, dedik. Sonra: Cennet ehlinin üçte birini oluşturmaya razı mısınız?
dedi. Evet, dedik. Sonra: Cennet ehlinin yarısı olmaya razı mısınız? dedi. Biz: Evet, dedik.
es-Sefaksî diyor ki: Burada müjdeyi
tam zihinlere yerleştirmek için soru yolunu seçiyor. Aynı zamanda sevincin
büyük olması için tedricilik yolunu
seçiyor.
imam Ahmed'in oğlu Abdullah'ın
ilavelerinde ve Taberanî'nin Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den rivayetinde:
"Siz cennet ehlinin üçte ikisisiniz" şeklinde bir ziyade vardır.
Ayrıca Tirmizî'nin Bureyde'den merfu
olarak rivayet ettiği ve sahih olduğunu söylediği bir hadiste: "Cennet
ehli yüz yirmi saftır, benim Ümmetim bunların seksen safını oluşturur"
denilmektedir.
Kastallanî Rahmetullâhi Aleyh diyor
ki:
Bunlardan anlaşıldığına göre,
Resulullah Aleyhisselâm Cenab-ı Hakk'ın rahmetinden, Ümmetini cennet ehlinin
yarısı kılmasını diledi, Hakk Teala da kendi ihsanından ona dilediğinden
fazlasını verdi.
Yani yarıdan fazla eyledi ve Hazreti Muhammed
Aleyhisse-lâm'ın Ümmetinden olanlar üçte ikilik oranı buldu. Bu da Allahü
Teala'nm: "Rabb'in sana. verecek ve sen razı olacaksın" sözündeki
vaadin gerçekleşmesidir. Resulullah Aleyhisselâm'm: "Ümmetimden bir kişi
cehennemde oldukça razı olmam" diye buyurduğu bildirilmiştir. Allahü
Teala'nm salat ve selamı efendimiz, sevgilimiz Muhammed Aleyhisselâm'ın
üzerine olsun. Bir Peygambere Ümmetinden dolayı en güzel şekilde nasıl karşılık
verirse, bizden dolayı Ona öylece karşılık versin. Bizi şefaatine layık
olanlardan ve havzıha varanlardan eylesin. Amin, Duamızın sonu "Alemlerin
Rabb'i olan Allah'a
hamdolsun"dur.
'Allah Yeri Dürer... Sonra: 'Ben
Melikim' Diye Buyurur' Hadisi 1
319-327. Hadislerin Şerhi 3
Şefaatle İlgili Hadisler
Buharî'nîn Rivayetleri 7
328. Hadisin Şerhi 7
329. Hadisin Şerhi 11
330. Hadisin Şerhi 12
33L Hadisin Şerhi 14
332. Hadisin Şerhi 18
Şefaat Hadislerinin
Buharîde Geçen Rivayetleri 19
333
334. Hadislerin Şerhi 21
Buhariden Diğer
Şefaat Hadiseleri 22
335. Hadisin Şerhi 24
336. Hadisin Şerhi 26
337.
Hadisin Şerhi 28
338. Hadisin Şerhi 29
'Allah Yeri Dürer... Sonra: 'Ben
Melikim' Diye Buyurur' Hadisi
319. Buharı bu hadisi, C.6,8J26'da
Kitabu't-Tefsir, Zümer suresi, 'Onlar Allah'ı Gereği Gibi Tanıyamadılar' mealindeki
ayet-i kerimenin tefsirinde rivayet ediyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm'ı şöyle söylerken işittiğini
bildirmiştir:
"Allahü Teala yeri toplar ve
sağ eliyle gökleri dürer. Sonra: Ben Melik'im, yüryüzünün kralları
nerede?" diye buyurur[329][1]
Buharı, bu hadisi aynı şekilde, yine
Ebu Hureyre'den Kitabu'r-Rikak'da da rivayet etmiştir.
320. Buharı, bu hadisi,
Kitabu't-Tevhid'de de Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü Anhuma'dan rivayet ediyor.
Oradaki rivayetin metni şöyledir-,
Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü
Anhuma'dan rivayet edilmiştir:
"Allahü Teala yeri veya yerleri
toplar. Gökler de sağ elinâe olur. Sonra: "Ben Melik'im" diye
buyurur.[330][2]
Buharı, yine Kitabu't-Tevhid'de bu
hadisin Abdullah ibnu Mes'ud'dan gelen iki ayrı rivayetini vermektedir. O
rivayetlerden birinde:
"... sonra onları sallar,
sonra: "Ben Melik'im., Ben Melik'im'1 diye buyurur." denilmektedir.
321- Kitabu't-Tefsir, Zümer suresi
tefsirinde, yukarıdaki-lerin hepsinden uzun bir rivayeti vardır:
Adem Seyhan'dan, o Mansur'dan,
o İbrahim'den, o da Ubeyde'den,
Abdullah Radıyallahü Anh'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Yahudi bilginlerden biri
Resulullah Aleyhisselâm'a gelerek: Ey Muhammed, biz okuruz ki, Allah gökleri
bir pamakta, yerleri bir parmakta, ağaçları bir parmakta, su ve toprağı bir
parmakta, diğer yaratıkları da bir parmakta kılacak. Sonra da: "Ben Melik'im"
diye söyleyecek, dedi. Resulullah Aleyhisselâm, yahudi bilginin söylediğini
tasdik anlamına, Ön dişleri görünürcesine güldü. Sonra şu ayet-i kerimeyi
okudu: "Onlar Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar. Bütün yeryüzü kıyamet
günü O'nun avucundadır; gökler O'nun kudretiyle durulmuş olacaktır. O,
putperestlerin ortak koşmalarından yüce ve münezzehtir" dedi[331][3]
322. Müslim, yahudi hahamla ilgili
hadisi, irKıyamet, Cennet ve Cehennemin Özelliği" başlıklı babda da
rivayet etmiştir. Oradaki rivayette şöyle denilmektedir:
"Haham Resulullah'a: Ey
Muhammed veya Ey Eba'l-Kasım, Allah, kıyamet gününde gökleri bir parmakta
tutacaktır... sonra onr lan silkeleyecek ve 'Ben Melik'im, Ben Melik'im1 diye
söyleyecek" ibaresine kadar devam ediyor.[332][4]
323. Sonra Müslim, bu hadisin başka bir
rivayetini de veriyor:
"Ancak onda 'sonra onları
silkeler1 ibaresini zikretmiyor. Sonra diğer rivayetlere yakın metinlerle
veriyor.
Bazı rivayetlerinde: "Peygamber
Aleyhisselâm'm, bu sözü duyunca azı dişleri görünürcesine güldüğünü
gördüm" ibaresinden sonra "onun sözünü tasdik ve söylediğine hayret
dolayısıyla" ibaresi ziyade edilmektedir, Müslim daha sonra, Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'ın rivayet ettiği hadisi, Buharî'nin verdiği ve yukarıda
zikredilen şekliyle vermektedir. [333][5]
324. Müslim, daha sonra bu hadisin bazı
ilavelerle birlikte değişik rivayetlerini vermektedir. Bu Rivayetler Abdullah
ibnu Mes'ud'dandır.
Ebu Bekir ibnu Şeybe, Ebu Usame'den,
o Umer ibnu Ham-za'dan, o Salim ibni Abdullah'dan, o da Abdullah ibnu Ömer
Radı-yallahü anhuma'dan Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini rivayet
etmiştir:
"Allah Azze
ve Celle kıyamet gününde gökleri dürer, sonra onları sağ eline alır.
Sonra "Ben Melik'im,
zorbalar nerede,
büyüklenenler nerede?" diye
buyurur. Sonra yeri sol eliyle dürer. Sonra yine: Ben Melik'im, zorbalar
nerede, büyüklenenler nerede?" diye buyurur.[334][6]
325. Yine Müslim şöyle diyor:
Saîd ibnu Mansur, Yakub'dan -Yani
îbnu Abdurrahman'dan-o, Ebu Hazim'den, o Ubeydullah ibnu Mukassim'den, rivayet
eder ki, Ubeydullah ibnu Mukassim, Resulullah Aleyhisselâm'ın nasıl
bildirdiğini öğrenmek için Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü anhu-maya baktı,
şöyle söyledi:
"Allahü Teala gökleri ve
yerleri iki eliyle dürer, sonra: Ben Allah'ım, diye buyurur. -Resulullah
parmaklarım toplayıp açıyordu-Ben Melik'im, diye buyurur. (Abdullah ibnu Ömer
Radıyallahü Anhuma der ki): Bu esnada minbere baktım, ta en altından sallanıyordu.
Öyleki ben: "Bu minber Resulullah Aleyhisselâm'la birlikte devrilecek
mi?" diye söyler oldum.[335][7]
326.
Müslim'de yer alan ve Abdullah
ibnu Ömer Radıyallahü
Anhuma'nın rivayet ettiği ikinci hadisi İbnu Mace aşağıdaki metinle rivayet
etmektedir:
Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü
Anhuma'nın şöyle söylediği rivayet edilmiştir: Resulullah Aleyhisselâm'ın
minberde iken şöyle konuştuğunu
duydum:
"Mutlak hakimiyet sahibi olan
Allah, gökleri ve yerleri bir eliyle alır, onları bir eliyle tutar. Bu elini
açıp kapamaya başlar. Sonra şöyle buyurur: Ben mutlak hakimiyet sahibiyim,
yeryüzünde hakimiyet taslayarak, baskı yapanlar nerede? Büyüklenenler
nerede?" CRavi İbnu Ömer Radıyallahü Anhuma der): Resulullah
Aleyhis-selanı sağıyla soluyla (sağ ve sol elleriyle) söylediklerini temsil ediyordu.
O esnada minbere baktım, ta en altından sallanıyordu. Öyleki: Ey Allah'ın
Resulü, şu minber yıkılacak mı?" diye sordum.[336][8]
(İbnu Mace'nin Sünen'inden C.l,s.45,
"Cehmıyyenin inkar ettik-, leri hakkında" başlıklı babdan).
327. Bu hadisi, Ebu Davud da,
Sünen'inde, C.4, s.l83'te, Rü'yet babında şu şeklide rivayet ediyor:
îbnu
Ömer Radıyallahü Anh 'den
rivayet edildiğine göre Re-sulullah
Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Allah kıyamet gününde gökleri
dürer, sonra onları sağ eline alır. Sonra: Ben Melik'im, zorbalar nerede?
Büyüklük taslayanlar nerede? diye buyurur. Sonra yerleri dürer. Sonra onları
alır. Îbnu'1-Alâ der ki: Burada "diğer eliyle" diye söyledi- Sonra:
Ben Melik'im. Zorbalar nerede? Büyüklük
taslayanlar nerede?" diye buyurur.[337][9]
Yahudi bilginin Resulullah
Aleyhissselâm'a gelmesiyle ilgili hadisin şerhi:
Hafız tbnu Hacer, bu bilginin ismine
dair.bir kayda rastlamadığını bildiriyor.
"Biz okuyoruz ki..." yani
"Tevrat'ta okuyoruz".
Resulullah Aleyhisselâm an sözkonusu
ayeti yahudi bilgine okumasının sebebi, bu ayette onun söylediğini doğrulayan
bilgi olmasıdır. Aynı şekilde gülmesi de onun sözünü doğrulaması manasınadır.
(Kastallanî şerhi, c.7,s.32O)
Hadiste, yahudi bilginin gökleri bir
parmağında, yerleri de bir parmağında... tuttuğuna dair soru sormasıyla ilgili
olarak Kastallanî şu açıklamaları yapıyor:
Burada anlaşılması zor bir konu
vardır. Bazıları bu sözler, ya-hudileri Allah'ı cisimle teşbih ettikleri,
kendilerine indirilen ayetleri, teşbihe (yaratılanlara benzetmeye) giren
sözler sandıkları, Müslümanların söyledikleri gibi söylemedikleri, manasına
almışlardır. el-Hattabî böyle diyenlerdendir.
el-Hattabî şöyle diyor: Bu hadisi
Abdullah ibnu Mes'ud'dan Ubeyde tankı ile birden fazla kimse rivayet etmiş ve
"bilginin sözünü doğrulamak anlamına" ibaresine yer vermemişlerdir.
Olur ki bu ifade, ravinin zan ve düşüncesine dayanarak söylediği sözdür. Resulullah
Aieyhisselâm'm gülmesi yahudinin yalanma hayret manasınadır. Ravi de, bu
hayreti onu doğrulamak anlamına zannetmiştir. Oysa gerçekte böyle değildir.
Kastallanî, Kitabu't-Tevhid'de Yüce
Allah'ın "O yaratıcıdır, varedicidir, şekil vericidir" buyurması ile
ilgili babda hadisi şerhederken el-Hattabî'nin yaptığı açıklamalara işaret
ederek şöyle diyor:
el-Hattabî parmak meselesini
zikrediyor ve bunun Kur'an'da da, kesin sahih olduğu bilinen bir hadiste de
geçmediğini belirterek şöyle diyor: Kesin olarak anlaşılmıştır ki, Allah'a
nisbet edilen el, bir uzuv mahiyetindeki el değildir ki, Allah'a el nisbet
edilmesinden, parmakların da olacağı manası çıkarılsın. Bilakis şeriat sahibinin
nisbet ettiği bir şeydir, keyfiyeti anlaşılmaz ve cisme de benzetilmez.
Parmakların anılması, yahudilerin karıştırmasından ibarettir. Yahudiler teşbih
yoluna gitmişler, yani Allah'ı cisme benzetmişlerdir. "Onu doğrulamak
manasına" diyen ravinin bu sözü ise, kendi zannından ibarettir. Abdullah
ibnu Mes'ud'un arkadaşlarından birden fazla kimse, bu hadisi rivayet etmiş ve
"onu doğrulamak manasına" diye söylememişlerdir.
Kastallanî yine aynı babda hadisin
şerhinde Kurtubî'nin bir açıklamasına yer veriyor:
Kurtubî el-Mufhim'de diyor ki:
Resulullah Aleyhisselâm'm gülmesi, yahudinin bilgisizliğine hayret etmesinden
dolayıdır. Bunun için: "Onlar Allah'ı gereği gibi tanıyamadılar"
mealindeki a-yet-i kerimeyi okumuştur.
Bu hâdiseyle ilgili rivayetin sahih
olduğu kesindir. "Onu doğrulamak manasına" diyen ravinin bu sözü ise,
hadisten olmayıp kendi açıklaması olduğu için, bir şey ifade etmez ve
geçersizdir. Çünkü Resulullah Alehisselâm muhal (imkansız) olanı doğrulamaz.
Allahü Teala hakkında bu sıfatlar ise muhaldir. Çünkü eğer, parmakları, eli ve
uzuvları olsaydı, bizden biri gibi olurdu. Böyle olması halinde ise ilah olması
muhal olurdu. Yahudinin sözü muhaldir ve yalandır. (el-Mufhim'deı iktibas edilen
açıklama tamam oldu).
Kastallanî daha sonra şöyle diyor:
Bazıları bundan başka da, birtakım hadis-i şeriflerde parmaklardan sözedilmesi
sebebiyle onun açıklamalarına itiraz etmişlerdir. Bu hadislerden biri Müslim'in
Sahih'inde rivayet ediliyor. Orada: "Ademoğlunun kalbi RaV man'ın
parmaklarından iki parmak arasındadır" deniliyor. Ancak bu ona cevap
olamaz. Çünkü o, buradaki kesinliği reddediyor.
Evet, Şehy Ebu Amr ibnu's-Salah
Buharı ile Müslim'in birlikte rivayet ettikleri hadislerin mütevatir
derecesinde olduğu, sağlam ravileri tenkide ve sabit haberleri redde kalkmanın
doğru olmayacağı görüşündedir.
Durum ravinin zannettiğinin aksine
olsaydı, Resulullah Aleyhisselâm'm yahudiyi batıl inancında ikrar etmiş olması
veya onun batıl iddiası karşısında susmuş olması sözkonusu olurdu ki, böyle bir
şeyi ileri sürmekten Allah'a sığınırız.
îbnu Huzeyme, Resuluîlah
Aleyhisselâm'm sözü geçen gülmesini, söyleneni inkar anlamında alanlara
şiddetle karşı çıkıyor, sahihinin Kitabu't-Tevhid bölümünde bu hadisi rivayet
ettikten sonra şöyle diyor:
"Yüce Allah, Peygamberini,
kendi zatına yakışmayacak bir sıfatla kendini vasfetme hatasına düşürmekten ve
böyle yanlış bir vasfetme halinde inkar ve kızma yerine, gülme tarzında bir
tepki göstertmekten pek yücedir. Resulullah Aleyhisselâm'm peygamberliğine
inanan Onun hakkında böyle bir şey düşünemez. (Kastal-lanî, Kitabu't-Tevhid,
C.lO,s.388).
Kastallanî Kitabu't-Tefsir'de de,
el-Hattabî ve Kurtubî'nin söylediklerini naklettikten sonra şöyle diyor:
"Şüphe yok ki, saha-biler ne rivayet ettiklerini gayet iyi biliyorlardı.
Resulullah Aleyhis-selâmın gülmesinin söyleneni tasdik anlamında olduğunu
söylemişlerdi. Müslim'in Sahih'inde de Resulullah Aleyhisselâm'm: "Hiçbir
kalb yoktur ki, Rahman'm parmaklarından iki parmak arasında olmasın" diye
buyurduğu sahih hadisle sabit olmuştur.
İbnu Abbas Radıyallahü Anh'm rivayet
ettiği ve "Rabb'im bu gece bana en güzel suret üzere geldi..." diye
başlayan hadiste de Resulullah Aleyhisselâm'm: "Elini iki omuzum arasına
koydu" diye buyurduğu bildirilmektedir.
Yine Muaz Radıyallahü Anh'm
rivayetinde: "Gördüm ki, elini iki omuzum arasına koydu, Öyle ki
parmaklarının soğukluğunu iki memem arasında hissettim" diye buyurduğu
bildiriliyor. Bunlar parmakların zikriyle ilgili olarak birbirini destekleyen
rivayetlerdir.
Buharı ve Müslim'in ittifakla
rivayet ettikleri ve tenkid ilmini iyi bilen ve bu konuda gayet itina gösteren
ilim adamlarının kitaplarında yer alan bir hadis, sıhhati yönünden nasıl
tenkid edilebilir. Özellikle Îbmı's-Salah'm, Buharî ile Müslim'in ittifakla
rivayet ettiklerinin mütevatir derecesinde olduğunu söylediğini düşünmek
gerekir. Peygamber Aleyhisselâm'm Rabb'inin kabul edilemeyecek bir şekilde
vasfedilmesi halinde güleceği, ve onu şiddetle reddetmeyeceği nasıl
düşünülebilir? Bunu söylemekten Allah'a sığınırız.
Bu hadisin sıhhati kesihleşince, bu
ifade de diğer bir takım rivayetlerde geçtiği gibi müteşabih cümlelerinden olur.
Allah Teala1 ya nisbet edilen yüz, eller, ayak, bacak, yan ibarelerinde olduğu
gibi. Ayet-i kerimede; insan nefsinin "Allah'ın yanında kusur edişimden
dolayı vah bana" diyeceği bildiriliyor.
Bu konuda ilim adamlarımız, bu gibi
müşkil şeyleri te'vil mi edelim yoksa, bunlardan kastedilen manayı Allah'a
havale ederek susmayı mı tercih edelim diye ihtilafa düşmüşlerdir. Ancak bu
konuların tafsilatı hakkında bilgi sahibi olmayışımızın bunlardan kastedilen
manaya inancımızda herhangi bir noksanlığa sebep olmaması gerektiği hususunda
ittifak halindedir.
Kastedilen mananın ne olduğunu
Allah'a havale etmek selefin yoludur ve bu en güvenli yoldur. Te'vil yolu ise
halefin yani sonraki âlimlerin yoludur. Bu ise daha geniş bilgi sahibi olmayı
gerektirir. Burada parmak, Allahü Teala'mn gücü, kudreti olarak te'vil edilir. Bundan
bilinen azaların anlaşılması
ise imkansızdır.
"Arapların en güzel konuşanı
güldü ve hayret etti. Çünkü o, 'söylenilenden beyan âlimlerinin anladığından
başka bir şey anlamış değildi. Bu sözle O, bilinen parmak ve uzuv tasavvuruna
gitmedi. Bunda şaşılacak bir şey yoktur. Ancak o, sözün başında her şeyin
üstündeki kudrete delalet eden manayı akladı".
îbnu Fevrek de diyor ki; Parmak ile
bazı yaratıkların parmaklan kastedilmiş olabilir.
Buharı ve Müslim'in Ebu Hureyre ve
Abdullah ibnu Ömer Radıyallahü Anhum'den rivayet ettikleri hadisin şerhi:
"Allahü Teala yeri toplar ve
sağ eliyle gökleri dürer". Burada dürme, kağıt katlama gibi toparlama,
katlama anlamına olabilir. Ayet-i kerimede de : O gün göğü, kitapları dürer
gibi düreriz" buy-uruluyor. Aynı şekilde yok etme anlamına da gelebilir.
Araplar "filancayı kılıcımla dürdüm" dediklerinde bu, onu yok ettim
anlamına alınır.
Kadı Iyaz diyor ki: Bu Allahü
Teala'mn gölgelikleri ve güneşlikleri yok etmesi ve üstün kudretiyle, onları
insanlar için sığınak, mesken olmaktan çıkarması anlamım ifade eder. Bütün
büyük işler Allah'ın üstün kudreti için gayet kolaydır. O'nun gücü karşısında
bütün güçler, kudretler yok olur, zihinler, düşünceler bunu tahayyül etmek ve
örneklendirmek te hayrete düşerler. "Sonra Allahü Teala: "Ben
Melik'im, yeryüzünün kralları nerede?" diye buyurur".
Müslim'in îbnu Ömer Radıyallahü
Anhuma'dan merfu olarak rivayet ettiği hadisde de, göklerle yer arasındaki
derece farkına ve kademeye işaret ve bu hususun anlaşılmasını sağlamak için:
"...gökleri dürer, sonra onları sağ eline alır. Sonra: Ben Melik'im,
zorbalar nerede, büyüklenenler nerede? diye buyurur. Sonra yeri sol eliyle
dürer. Sonra yine: Ben Melik'im, zorbalar nerede, büyüklenenler nerede? diye
buyurur" deniliyor.
Müslim ve îbnu Mace'nin îbnu Ömer
Radıyallahü Anhuma'dan rivayet ettikleri ve minberin sallanmasına dair hadisin
şerhi:
Bu şerh, Nevevî'nin Sahih-i Müslim
şerhinden (Kastallanî'nin hamişi, C.lO,s.548) alınmıştır.
Alimler dediler ki: Hadiste
'parmaklarını toplayıp açıyor' denilirken kastedilen, Resulullah
Aleyhisselâm'dır. Bunun için, îbnu Mukassim, Resulullah Aleyhisselâm'm nasıl
bildirdiğini öğrenmek için îbnu Ömer'e bakıyordu' denilmiştir.
Allahü Teala'ya iki el nisbet
edilmesi ise, güç ve kudret ile te'vil edilmiştir. O'nun gücü, kudreti iki el
ile izah edilmiştir. Çünkü bizim fiillerimiz ellerimizle gerçekleşir. Mesele
bize anlayabileceğimiz bir tarzda izah edilmiştir. Zihinlerde daha açık ve
daha kuvvetli bir anlam oluşması için böyle söylenilmiştir. Mananın daha açık
olarak ortaya çıkması bakımından sağ ve sol el de ayrıca zikredilmiştir. Çünkü
biz, değer verdiğimiz şeyleri sağ elle, pek değer-vermediğimiz şeyleri sol elle
alırız. Ayrıca bizim hakkımızda sağ el, sol elin yapamadığını yapar.
Bilindiği üzere gökler yerden
üstündür. Bu bakımdan gökler sağ ele, yerler de sol ele nisbet edildi.
İstiaredeki benzetmenin tam anlaşılması için böyle söylenildi. Gerçekte ise,
Alan için bir şeyin başka bir şeyden ağır veya hafif olduğu söylenemez. Bu
açıklama el-Mazerî'nin bu hadisle ilgili olarak söylediklerinin özetidir.
"Minber sallanıyordu" yani
Resulullah Aleyhi s selam'm hareketinden dolayı alttan üste doğru hareket
ediyordu.
Kadı Iyaz diyor ki: Biz Allah'a ve O'nun
sıfatlarına inanırız. Hiçbir şeyi O'na benzetmediğimiz gibi, O'nu da hiçbir
şeye benzetmeyiz. Hiçbir şey O'nun benzeri değildir. O, duyandır, görendir.
Resulullah Aleyhisselâm'm
söyledikleri de haktır, doğrudur. Biz onun gerçeğini anlayabilmiş değiliz.
Allahü Teala'nm ihsanı ile, bizden gizli kalanlara da inanırız, ilmini ise
Allahü Teala'ya havale ederiz. Lafzını da Araplar arasında yaygın olan manaya
göre muhtemel olan manaya hamlederiz. Allah'ı sonradan olanlara benzemekten
tenzih ettikten sonra, ibarelerin iki anlamdan birini kesin olarak ifade
ettiğini söylemeyiz. En doğru olanı ise ancak Allah bilir.
Sonuç olarak Allah'ın sıfatları ile
ilgili ayet ve hadislerin tümüne inanmamız ve onlardan Allah katında kastedilen
mananın her türlü tereddütten uzak şekilde doğru olduğuna iman etmemiz
gerekir. Bunlar hakkında selefin söylediğini söyleriz ki, o da, Allahü Teala'nm
yaratıklara benzemekten münezzeh olduğuna iman ve sözkonusu ibarelerin anlamını
Allah'a havaledir. Yahut sonraki âlimlerin söylediklerini söyleriz ki, o da,
bu ibareleri te'vil etmek ve Yüce Allah'ın şanına, azametine yakışacak bir
anlam vermektir. Biliniz ki, halefin, yani sonraki âlimlerin yolunda yürümek
için, çok geniş bilgiye ihtiyaç vardır. En güzeli selefin yoludur. Çünkü bu yol
tehlikeye düşmek karşısında daha emniyetlidir. Bu ibarelerin, Allah tarafından
kastedilmiş olması mümkün olmayan manalara hamledilmesi ise son derece büyük
bir tehlikedir.
Allahü Teala bizi kendine ve
sıfatlarına iman etmeye muvaffak kılsın, hataya düşmekten, ayağımızın
kaymasından korusun, şüphe ve tereddütlerden salim eylesin. Amin, ya
Rabbe'l-Alemin.
Şefaatle İlgili Hadisler
Buharî'nîn Rivayetleri
328. Sahin-i Buharî, C.4, s.134, Kitabu
Bedu'1-Halk, "Milletine Can Yakıcı Bir Azab Gelmezden Önce Onları Uyar,
Diye Nuh'u Milletine Gönderdik11 mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babda
yeraîan rivayet:
îshak ibnu Nasr'ın Muhammed ibnu
Ubeyd'den, onun Ebu Hayyân'dan, onun da Ebu Zur'a'dan rivayetine göre Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh şöyle söylemiştir:
"Resulullah Aleyhisselâm ile
birlikte bir ziyafette idik. Hayvanın bilek kemiği Resulullah Aleyhisseîâm'a
takdim edildi. Bu kısım Onun hoşuna giderdi. Ondan bir parça alıp, buyurdu ki:
Ben kıyamet gününde insanların efendisiyim. Ne ile biliyor musunuz? Allah, o
gün öncekilerle sonrakileri düz bir yerde toplar. Bakan onları görür, çağıran
onlara sesini duyurur. Güneş yakınlaşır. İnsanlardan bazıları: Ne hale geldiniz
görmüyor musunuz? Başınıza neler geldi? Rabbiniz katında size şefaatçi olacak
birine bakmaz mısınız? der. Diğer bazıları: Babamız Adem'dir. Ona gidelim,
derler. Ona giderler, ey Adem, sen insanlığın babasısm, seni Allah kendi eliyle
yarattı, sana kendi ruhundan üfledi, meleklere emretti onlar da sana secde
ettiler, seni cennetine koydu, Rabbin katında bizim için şefaatçi olmaz mısın?
Bizim içinde bulunduğumuz hali ve başımıza geleni görmez misin? derler. Adem
Aleyhisselâm: Rabbim öyle gadablandı ki, daha önce benzer şekilde
gadablanmamıştı, aynı şekilde bundan sonra da gadablanmaz, O beni ağaca yaklaşmaktan
menetti, ben se O'na isyan ettim. Ben nefsimle uğraşıyorum, nefsimle. Siz
benden başkasına gidin, Nuh'a gidin, der. Nuh Aleyhisseîâm'a giderler. "Ey
Nuh, sen insanlara Resul sıfatıyla gönderilenlerin ilkisin, Allahü Teala seni
"şükreden kul' olarak adlandırdı. İçinde bulunduğumuz hali görmez misin?
Başımıza geleni görmez misin? Rabbinin katında bizim için şefaatte bulunmaz
mısın? derler. Nuh Aleyhisselâm: Rabbim bugün öyle gadablandı ki, daha önce
benzer şekilde gadab-lanmamıştı, bundan sonda da o şekilde gadablanmaz, ben
nefsimle uğraşıyorum, nefsimle. Nebi Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e gidin, der.
Bana gelirler, ben arşın altında secde ederim. "Ey Mu-hammed, başım
kaldır, şefaat et, şefaatin kabul edilecektir, iste isteğin verilecektir"
denilir.
Ravi Muhammed ibnu Ubeyd :
"Hadisin kalan kısmı ezberimde değildir" demiştir.
328
,
Bu hadisin şerhi Kastallanî
şerhinden alınmıştır.
Resulullah Aleyhisselâm bilek
kemiğinin etini severdi, çünkü bu kısım çabuk pişer, mideyi yormaz, çabuk
hazmedilir ve bunun-
328. Buharî: Enbiya: 3 (Sözkonusu bab
Kitabu'l Bedul-Haîkda değil, Kitabu'l Enbiya'da geçmektedir)
la birlikte tadı da güzeldir.
"Kıyamet gününde ben insanların
efendisiyim" yani kıyamet gününde insanların sıkıntılarını gidermek ve
içine düştükleri fena hallerden kurtulmak için etrafına toplanacakları
efendisiyim. Re-sulullah Aleyhisselam burada bilhassa kıyamet günündeki efendiliğini
dile getiriyor, çünkü o günde üstünlükleri daha açık olarak ortaya çıkacak ve bütün
insanlar Onun üstünlüklerini kabul edecekler. Kıyamet gününde insanların
efendisi olunca dünyada da böyle olması evleviyetle mümkündür.
Resulullah Aleyhisselam'm bir
hadis-i şerifinde "Peygamberler arasında ayırım yapmayınız" diye
buyurmasının anlamı "birbirine noksanlık nisbet etmek tarzında bir ayırım
yapmayınız" dır. Buradaki sözünde de kendisinin dışındaki Peygamberlere
noksanlık atfedecek bir anlam yoktur. Yahut "ayırım yapmayınız"
sözünün anlamı "Peygamberlik itibariyle ayırım yapmayınız" olabilir.
Peygamberlik makamı Allah'ın kullan arasında dilediğine imtihan için verdiği
bir makamdır. Cenab-ı Hakk Peygamberlerini günah işlemekten korur, vahiy ile
onları üstün kılar. Bu bakımdan peygamberlik üzerine, Onun dışındaki bir beşerî
makam ile üstünlük sağlanamaz.
Daha sonra Peygamber Aleyhiselâm
kıyamet gününde insanların efendisi obuasının sebebini açıklıyor.
"Bakan onları görür" çünkü
üzerinde bulundukları yer düzdür ve arada bir perde yoktur. "Çağıran
onlara duyurur". Çünkü bu günde gözlerin görme kabiliyeti, kulakların
duyma kabiliyeti güçlenecektir. Ayet-i kerimede de: "Biz senin gözünden
perdeyi kaldırdık, bugün artık gözün keskindir" diye buyuruluyor. Yüce
Allah bir başka ayet-i kerimede de şöyle buyuruyor: "O gün insanlar o
çağrıyı gerçek olarak duyarlar. îşte bu dirilip çıkış günüdür." Yine bir
ayet-i kerimede: "Boyunlarını çağırana doğru uzatmış halde..."
deniliyor. Yani çağıranın peşinde boyunlarını eğip koşar halde.
"însanlar'dan bazıları başımıza
neler geldi görmüyor musunuz?" derler. Yani Allahü Teala onlara bu
şekilde ilham eder. Çünkü kendilerine şefaat edecek olanın üstünlüğünü ve
Peygam-. ber Aleyhisselâm'm seyyidliğini, yüksek mevki sahibi olduğunu or-
taya çıkarmak için bunda büyük
hikmet vardır. Sonra "Rabbiniz katında size şefaatçi olacak birine bakmaz
mısınız?" derler. Yani olur ki, bu şefaatçi uzun uzun beklemekten
kendilerini kurtarır, hesaplarım verir ve o günün dehşetinden kurtuluşa
ermelerini sağlar diye ümid ediyorlar. O günün dehşeti pek şiddetlidir. Ayet-i
kerimede de: "Biz çok asık suratların bulunacağı bir gün dolayısıyla
Rabb'imizden korkarız" diye buyuruluyor.
Sonra Allahü Teala, onlara Adem
Aleyhisselam'a doğru gitmelerini ilham eder. Bazı insanlar "Babanız
Adem'dir" derler. Yani O, Rabb'iniz katında sizin için şefaatçi olabilir.
Adem Aleyhis-selâm'a gidip "Ey Adem sen insanlığın babasısm" derler,
yani senin şefaatin kabul edilebilir. Sonra ona şefaatinin kabul edilmesine
vesile teşkil etmesinin umulacağı ve Allah katından kendisine verilmiş olan
nimetleri sayarlar. "Allah seni kendi eliyle yarattı" yani ana ve
babadan olmaksızın kendi kudreti ile vasıtasız olarak yarattı, sana kendi
ruhundan üfledi, diğer yaratıklar bu nimete kavuşmuş değildirler, Allah
müvekkel meleğe emreder, o melek ana rahminde iken çocuğa ruh üfler. "Ve
meleklere emretti sana secde ettiler" yani seni kıble edinip sana
yönelerek Allah'a secde ettiler, seni kıble edinmeleri seni yüceltmeleri
sebebiyle idi. "Seni cennetine koydu", 'yasak ağaçtan yemenden önce
Allah katından bir lütuf olarak bu nimete kavuştun' Sonra, yasak ağaçtan
yiyince büyük bir hikmet için Allah Onu cennetten çıkardı.
Adem Aleyhisselâm'a üflenen ruhun
Allah'a nisbet edilmesi Onun şerefi, yüceliği ve Ona has kılınması
sebebiyledir. Yani bu, Allah'ın vasıtasız yarattığı ve sırlarına dair bilgiyi
kendine has kıldığı ruhtur.
Sonra insanlar, Adem Aleyhisselâm'a
Rabb'in katında bizim için şefaatçi olmaz mısın? Bizim içinde bulunduğumuz hali
vt başımıza geleni görmez misin? dediler. Böyle söylemeleri Adem Aleyhisselâm'm
kendilerine acımasını istemeleri sebebiyledir. Bel ki isteklerini kabul eder de
şefaatçi olur diye. Adem Aleyhisselam da, şefaatte bulunmaktan kaçınmasının
sebebini söylüyor "Rabb'im öyle gadablandı ki, daha önce benzer şekilde
gadablan mamıştı". Çünkü, dünya günleri, insanlara mühlet verildiği vt
olur ki günahlarından dönerler ve tevbe ederler diye bekletildikler günlerdir,
"bundan sonra da aynı şekilde gadablanmaz". Çünki insanlar arasında
hüküm verildikten sonra artık herkesin yeri bel
li olur, herkes kendi yerinde karar
kılar. Bir topluluk cennette'bir topluluk da cehennemde olur.
Gadabın Allahü Teala'ya nisbet
edilmesiyle kastedilen bunun gereğidir. O da, kendisine gadablamlan kimseye
ceza verilmesidir.
Nevevî Rahmetullahi Aleyh diyor ki:
Kasteliden, Allah'ın intikam için ortaya koyduğu durum ve daha önce görülmemiş
olan, daha sonra da görülmeyecek olan ve o gün müşâhâcL/ edilen dehşetli
hallerdir.
"Allahü Teala beni ağaçtan
menetti" yani onun meyvesinden yemekten menetti. "Bense O'na isyan
ettim". Bun yüzden şefaat için ileri geçmem mümkün değildir. Bilakis
Allahü Teala'nın beni bağışlamasını, bu günahımı affetmesini diliyorum.
"Ben nefsim-leyim, nefsimle" yani ben nefsimin kurtuluşunu istiyorum.
Deriz ki;
Allahü Teala Adem Aleyhisselâm'm
ağaçtan yemesini isyan o-larak isimlendirdi ve "Adem Rabb'ine isyan etti
ve yolunu şaşırdı" diye buyurdu. Ancak bu ayetin devamında "Sonra
Rabb'i onu seçti, tevbesini kabul etti, doğru yola iletti" diye buyuruyor.
Bakara suresinde de: "Adem Rabb'inden kelimeler aldı, onları yerine
getirdi, Rabb'i de bunun üzerine tevbesini kabul etti." diye buyuruyor Bu
ayette kastedilen kelimelerin A'raf süresindeki şu ayette geçen kelimeler
olması mümkündür: "(Adem ile Havva) dediler: Ey Rabb'imiz biz kendimize
zulmettik, eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan muhakkak ziyana uğrayanlardan
oluruz".
Allahü Teala' Adem Aleyhisselâm'm
tevbesini kabul etmiş ve Onu, seçmiş, Peygamberlikle şereflendirmiş olmakla
birlikte, O kıyamet gününde Allah'tan çok korkacaktır. Bunun gibi Allah'a yakın
(mukarreb) kullar da o günde Allah'tan çok korkacaklardır. Adem Aleyhisselâm
şiddetli korkusundan dolayı şefaat için öne geçmek istemeyecek ve "nefsim,
nefsim" diyecektir. Yani benim nefsim bizzat şefaat istemeye müstehaktır.
Saîd ibnu Mansur'un rivayitinde sabit olduğu üzere Adem Aleyhisselâm: "Ey
Rabb'im ben Firdevs cennetinde iken hata ettim, bugün eğer beni bağışlarsan bu
bana yeter" diyecektir.
Nuh Aleyhisselâm hakkında Adem
Aleyhisselâm'm "O, yeryüzü ehline Resul sıfatıyla gönderilenlerin
ilkidir" demesi konusunda bir müşkil durum söz konusudur. Çünkü Adem
Aleyhisselâm evlatlarına gönderilmiş bir Peygamberdi. Aynı şekilde îdris Aleyhisselâm
da bir Peygamberdi ve bunlar Nuh Aleyhisselâm'dan önce idiler.
Bu meselede şöyle denilmiştir: Onun
Peygamberliğinin önceliği "yeryüzü ehline" sözü ile kayıtlıdır. Yani
o Allahü Teala'nın, kendilerini şirk inancından tevhid inancına çekmesi için
putlara tapan topluluğa gönderdiği ilk Peygamberidir. Adem Aîeyhisse-lâm'ın
oğullan ise şirke sapmamışlardı. Adem Aleyhisselâm'm peygamber olarak
gönderilmesi ise, onlara dinin kurallarını bildirmek içindi. Tufan'dan sonra
Nuh Aleyhisselâm'm zürriyetinden başkası kalmadı. Ayet-i kerimede de:
"Sadece onun zürriyetini (geride bıraktık) sürekli kıldık" diye
buyuruluyor.
"Şükredici kul", Allah'ın
verdiği nimetlere şükür, her halde O'na harhd için uzun süre kıyamda bulunan.
"Nebi Aleyhisselâm'e
gidin" yani Muhammed Aleyhisselâm'a gidin. Bilinen meşhur rivayetlere
göre, Adem Aleyhisselâm insanları, Nuh Aleyhisselâm'a, O İbrahim Aleyhisselâm'a,
O Musa Aleyhisselâm'a, O îsa Aleyhisselâm'a, O da Muhammed Aleyhisselâm'a
göndermiştir. Ancak diğerleri burada zikredilmemiş. Çünkü ravilerden biri olan
Muhammed ibnu Ubeyd hadisin tamamının ezberinde olmadığını söylüyor. Bunlarla
ilgili kısım da onun ezberinde olmayan kısım olabilir. En doğrusunu Allah
bilir.
329. Bu hadisi Buhari, C.6, s.l7-18,'de,
Kitabu't-Tefsir'in, "Adem'e Bütün İsimleri Öğretti" mealindeki ayet-i
kerimenin tefeiriyle ilgili babında rivayet etmiştin
Müslim ibnu ibrahim, Hişam'dan, o
Katade'den, o da Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'in
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir. (Hadisin bir başka rivayetinde Buharı
Rahmetullahi Aleyh Halifeden, o Yezid ibnu Zuray'dan, o Saîd'den, o Enes
Radıyallahu Anh'den, o da Resulullah Aleyhisselâm'dan rivayet
etmiştir):
"Kıyamet gününde Mü'minler
biraraya gelirler ve "keşke birini Rabbimiz katında şefaatçi edinsek"
derler. Adem Aleyhisselâm'a gelirler: Sen insanlığın babasısın, seni Yüce Allah
kendi eliyle yarattı, sana meleklerini secde ettirdi, sana her şeyin ismini
öğretti, bize Rabbin katında şefaatçi ol, ta ki bizi, buradaki şu yerimizde
rahata kavuştursun, derler. O: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim, der ve
günahlarını sayar. Şefaat taleb etmekten utanır ve: Nuh'a gidin. O, Allahü
Tealâ'nın Resul sıfatıyla insanlığa gönderdiği Peygamberlerinin ilkidir, der.
Mü'minler bu sefer ona giderler, O da: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim,
der ve Yüce Allah'tan bilmeksizin bir talebde bulunduğunu hatırlatır. Şefaat
talebinde bulunmaktan utanır ve: Allah'ın dostu ibrahim Aleyhis-selam'a gidin,
der. Ona giderler. O da: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim, siz Musa
Aleyhisselâm'a gidin. O Allah'ın kendisiyle-kelam ettiği kuludur ve ona
Tevrat'ı vermiştir, der. Ona giderler. O da: Ben sizin istediğiniz mevkide
değilim, der ve herhangi bir cana karşılık olmaksızın bir kişiyi öldürdüğünü
hatırlatır. Rabb'inden utanır: "Siz Allah'ın kulu ve Resulü İsa'ya gidin.
O aynı zamanda Allah'ın kelimesi ve ruhudur" der. Ona giderler. O da: Ben
sizin istediğiniz mevkide değilim. Muhammed Sallallahu Aleyhi ve Sel-lem'e
gidin. O, Allah'ın Önceki sonraki günahlarını bağışladığı kuludur, der. Bana
gelirler. Ben çıkarım, Rabb'imi görünce secdeye kapanırım. Allahü Teala beni
dilediği kadar bir süre o hal üzere bırakır. Sonra: Başını kaldır ve iste,
istediğin verilecektir, söyle söylediğin dinlenecektir, şefaatte bulun şefaatin
kabul edilecektir, denilir. Başımı kaldırırım. Hakk Teala'ya bana öğretiği
şekilde hamdederim. Sonra kimler hakkında şefaatte bulunacağım bana bildirilir
ve onlar hakkında şefaatte bulunurum. Onları cennete sokarını. Sonra yine
Rabb'imin katına dönerim. Rabb'imi gördüğümde secdeye kapanırım. Sonra benim
için bir sınır konuluncaya kadar şefaatte bulunurum. Onları cennete sokarım.
Sonra üçüncü kez tekrar Rabb'imin katına dönerim. Sonra dördüncü kez giderim.
"Kur'an'm tuttukları ve kendileri hakkında ebedi cehennemde kalma hükmü
verilmiş olanların dışında cehennemde kim kaldıysa hepsini istiyorum"
derim". [338][10]
Ebu Abdullah el-Buharî Rahmetullahi
Aleyh der ki: "Kur'an'ın tuttukları" denilirken kastedilen, Yüce
Allah'ın "onlar orada sonsuza kadar kalıcıdırlar" diye buyurduğu
kimselerdir.
Bu hadisin şerhi Kas.tallanî
şerhinden alınmıştır:
"Kıyamet gününde Mü'münler
biraraya gelirler". Bu söz insanlara şefaat konusunu hatırlatanların
Mü'minler olduğuna delalet etmektedir. Şefaat talabiyle Peygamberlere gidenler
de onlar olacaklardır.
"Şu yerimizde rahata
kavuştursun" sözü, bu şefaatin insanlar arasında hükmün verilmesi için
istendiğine delalet etmektedir.
"Nuh Aleyhisselâm, Yüce
Allah'tan bilmeksizin bir talebde bulunduğunu hatırlatır". Bu taleb
Kur'an-ı Kerim'in ayetlerinde bildirilen talebdir: "Nuh dedi ki: Ey
Rabb'im oğlum benim ailemden-dir. Senin sözün elbette haktır ve Sen hakimlerin
hakimisin". Yani Sen bana ailemi tufandan kurtaracağını vaad etmiştin.
Oğlum da benim ailemdendir. Aliahü Teala Onun bu isteğine karşı şöyle buyurdu:
"Ey Nuh o senin ailenden değildir. Onun yaptığı fena iştir.
Bilmediğin bir şeyi benden
isteme". Yani senin ailen denirken kastedilen güzel amel işleyenlerdir.
Oğlun ise senin Peygamber olarak bildirdiğine inanmadı ve güzel amel yapmadı.
Bilakis yaptığı fena işti.
"Allah onun Önceki ve sonraki
günahlarını bağışlamıştır" sözü Resulullah Aleyhisselâm'm günaha düşmekten
korunduğu manasına kinayedir.
"Kimler hakkında şefaatte
bulunacağım bana bildirilir". Yani mesela "namazda hata edenler
hakkında şefaatin kabul olunur", veya "namazı geciktirenler hakkında
şefaatin kabul edilir" ve bunun gibi genel işlerle ilgili olarak belli
bir topluluk tayin edilir.
Kastallanî diyor ki:
Bu hadisin siyakında ne hakkında
şefaat istendiği ve husule gelen durum arasındaki ilişkide müşkil bir mesele
var. Çünkü şefaat insanların kıyamet gününde uzun süre beklemek dolayısıyla maruz
kaldıkları sıkıntıdan kurtulmaları ve rahata kavuşmaları için istenmektedir,
cehennemden çıkarılmak için değil.
Buna cevap olarak denilmiştir ki:
Rahatlatma hikayesi "bana izin verilir" sözünde bitiyor, bundan
sonra, buna ilave olarak ayrı bir konu anlatılıyor. Bu açıklama Kirmanı'nin
sözüdür.
Futuhû'l-Gayb'da ise şöyle
deniliyor: Bir hikaye çeşitli makamlarda, değişik ibarelerde ve çeşitli
yönlerden ele alınmaktadır. Yoksa konuda bir değişme ve zıtlık sözkonusu
değildir. Bu açıklama tarzı ise Resulullah Aleyhisselâm'm fesahat ve
belagattaki üstün kabiliyetinin bir nişanesidir. Bu dili kullanma da mucizevi
kabiliyete sahib olanlara ait bir özlü anlatım tarzıdır. Bunu anlamak için
başvurulacak bir kurala ihtiyaç vardır. Bu da anlatımda muhtelif şeylerin özet
olarak farklı şekillerde verilmesidir. Bunun bir esası bulunur. Onunla
bağlantılı olan ifadelerin anlamları ondan bir şey eksiltmezler. En doğru olanı
bilen Allah'tır.
330. Bu hadisi Buharî, Ç.8, s.ll6'da,
Kitabu'r-Rikak'ın, "Cennet ve Cehennemin Özelliği" başlıklı babında
da rivayet etmiştir. Orada ebu Abdullah el-Buharî Rahmetullahi Aleyh şöyle
diyor.
Musedded, Ebu Avane'den, o
Katade'den, o da Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhissilâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Kıyamet gününde Allahü Teala
insanları biraraya getirir. Onlar: "Rebbimiz katında birini şefaatçi
edinelim de, Rabbimiz bizi bu yerimizde rahata kavuştursun" derler, Adem
Aleyhisselâm'a gelirler: "Sen Allahü Teala'mn kendi eliyle yarattığısın.
Sana Hakk Teala kendi ruhundan üfledi" Meleklere emretti, sana secde
ettiler. Rabbimiz katında bize şefaatçi ol" derler. Adem Aleyhisselâm: Ben
sizin istediğiniz mevkide değilim, der ve işlediği hatayı hatırlatır. "Siz,
Allah'ın insanlığa Resul sıfatıyla gönderdiği ilk Peygamberi olan Nuh'a
gidin" der. Nuh Aleyhisselâm'da: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim
diyerek işlediği hatayı hatırlatır ve: Siz Allah'ın kendisini halil (yakın
dost) edindiği İbrahim'e gidin, der. Ona giderler, O da: Ben sizin istediğiniz
mevkide değilim, diyerek, işlediği hatayı hatırlatır ve: Siz Allah'ın kelimesi
olan Musa'ya gidin, diye söyler. Ona giderler,,O da: ben sizin istediğiniz
mevkide değilim, diyerek işlediği hatayı hatırlatır ve : Siz İsa'ya gidin, diye
söyler. Ona giderler. O da: Ben sizin istediğiniz mevkide değilim, siz Yüce
Allah'ın önceki ve sonraki bütün günahlarım bağışladığı Muhammed Aleyhisselâm'a
gidin, der. Bana gelirler. Ben, Rab-bime münacaat üzere izin isterim. O'nu
gördüğümde secdeye kapanırım. Allah Teala beni dilediği kadar bir süre o hal
üzere bırakır. Sonra: Başını kaldır, iste istediğin verilecektir, söyle
söylediğin dinlenecektir, şefaatte bulun şefaatin kabul edilecektir, denilir.
Ben başımı kaldırırım, Rabb'ime bana öğrettiği şekilde hamdederim. Sonra
şefaatte bulunurum. Rabbim bana kimler hakkında şefaatçi olacağımı bildirir.
Sonra onları (haklarında şefaatte bulunduklarımı) cehennemden çıkarırım ve
cennete koyanm. Sonra tekrar RaBb'imin huzuruna varır, aynı şekilde secdeye
kapanırım. Üçüncü, dördüncü kez böyle olur. Öyleki, Kur'an'm tuttukları dışında
cehennemde kimse kalmaz.[339][11]
Ebu Abdullah el-Buharî Rahmetullahi
Aleyh der ki: "Katade bü sonuncu hakkında yani "Kur'an'm
tuttukları" hakk'.nda, "bunlar haklarında ebedî cehennemde kalma
hükmü verilmiş olanlardır" derdi."
Bu hadiste İbrahim Aleyhisselâm'm da
şefaatte bulunmayı kabul etmeyeceği bildirilerek "Ben sizin istediğiniz
mevkide değilim,der ve işlediği hatayı hatırlatır" deniliyor. Hadisin bir
başka rivayetinde ise İbrahim Aleyhisselâm'm "Ben üç yerde yalan
söyledim" diyeceği bildiriliyor. Süfyan'm rivayetindeki ilavede de
bildirildiğine göre bu yalan sözleri: Müşriklerin bayramlarına katılmamak için
"Ben hastayım" demesi. Müşriklerin putlarını kendi eliyle kırdıktan
sonra, onların "Bu putlarımıza bu işi kim yaptı?" diye sormaları
karşısında, büyük putu göstererek "İşte şu büyükleri yapmıştır"
demesi. Hanımına "Melek bana, senin benim kardeşim olduğunu bildirdi"
demesi. Bu üç yalanın da şer'î bir sebebi vardı. Ancak bu sözler yalan ifade
ettiği için, bundan dolayı kendi nefsi hakkında endişeye kapılırdı.
Kastallanî diyor ki: Yüce Allah
insanlara ilk olarak Adem'e gitmelerini ilham ediyor ve Peygamberimiz Hazreti
Muhammed Aleyhisselâm'a gitmelerini ilham etmiyor. Oysa onların içinde
Re-sulullah Aleyhisselâm'ın bu hadisini duymuş olanlar bulunur. Bu şekilde
Resulullah Aleyhisselâm'ın üstünlüğünün, derecesinin yüksekliğinin, Allah'a
yakınlığının ve bütün yaratıklara üstünlüğünün anlaşılması bakımından bu
şefaatin Ona has olduğu ortaya çıkar. (Kastallanî, Kitabu'r-Rikak, C.9, s.317)
33L Buharı Rahmetullahi Aleyh, C.8,
s.118 ve sonrasında, Kitabu'r-Rikak'ın "Sırat Cehennem Köprüsüdür"
başlıklı babında şöyle bir hadis rivayet ediyor:
Ebu'l-Yeman, Şu'ayb'dan, o
ez-Zuhrî'den, o Saîd ve Ata ibnu
Yezid'den, o ikisi Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den, o da Resulullah Aleyhisselâm'dan rivayet etmiştir. Ebu
Abdullah el-Buharî Rahmetullahi Aleyh bu hadisin başka bir senedini de vererek
şöyle diyor: Mahmud Âbdurrezzak'tan, o Ma'mer'den, o ez-Zuhrî'den, o Ata ibnu
Yezid el-Leysî'den Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'm şöyle söylediğini rivayet
ediyor:
"Bazı insanlar, "Ey
Allah'ın Resulü, kıyamet gününde Rabb'imizi görecek miyiz?" diye sordular.
Resulullah Aleyhisse-lâm: Bulutsuz bir günde, güneşi görmekte hiç zorlanıyor
musunuz? diye sordu. Oradakiler: Hayır, dediler. Resulullah Aleyhisse-lâm;
Ondördüncü gecede, bulutsuz bir havada ayı görmekte hiç zorlanıyor musunuz?
diye sordu. Oradakiler: Hayır, Ya Resulallah, dediler. Resulullah Aleyhisselâm
bunun üzerine şöyle buyurdu: İşte siz de, Rabbinizi, kıyamet gününde bu
şekilde göreceksiniz. Allahü Teala insanları biraraya toplar, "Kim her
neye kulluk ediyor idiyse, onun peşinden gitsin" diye buyurur. Bunun
üzerine güneşe tapanlar güneşin peşine takılır. Aya tapanlar ayın peşine
takılır. Tağutlara tapanlar onların ardına takılır. Geriye bu Ümmet kalır.
Münafıkları da içlerinde olur. Allahü Teala onlara bildiklerinden başka bir
suretle tecelli eder: Ben sizin Rabb'inizim, der, Onlar: Biz senden Allah'a
sığınırız, Rabb'imiz bize tecelli edinceye kadar biz bu yerimizde bekleyeceğiz,
Rabb'imiz tecelli ederse biz Onu tanırız, derler. Bu kez Allahü Teala onlara,
bildikleri sureti ile tecelli eder: "Ben sizin Rabb'inizim" diye
buyurur. , Onlar: "Sen bizim Rabb'imizsin" derler ve O'na uyarlar.
Cehennemin üzerine bir köprü kurulur. Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki: Bu
köprüyü ilk geçen ben olurum. O günde Peygamberlerin duası: Ey Rabbim, kurtar,
selamete kavuştur, şeklindedir. Orada (yani cehennemde veya cehennemin üzerine
kurulan köprünün üzerinde) hurma dikenine benzer sert dikenler vardır. Siz
hurma dikenini görmediniz mi? Oradakiler: Evet, gördük Ya Resulallah, dediler.
Resulullah Aleyhisselâm sonra şöyle devam etti: îşte o dikenler de hurma
dikenleri gibidir, ama onların büyüklüğünün ne kadar olduğunu ancak Allahü
Teala bilir. İnsanlara amelleri dolayısıyla batarak onları tutar, onların
içinde ameli dolayısıyla iyice perişan olan vardır, çarpılanlar, azaba uğratılanlar
vardır. Bu ikinciler azablarını çekince kurtulur. Allahü Teala kulları arasında
hüküm verme işini bitirince ve Allah'tan başka ilah olmadığına şehadet edenler
arasından dilediklerini cehennemden çıkarmak istediğinde, meleklerine onları
cehennemden çıkarmalarını emreder. Melekler onları, üzerlerindeki secde izlerinden
tanırlar. Allahü Teala, cehenneme, Ademoğlunun secde izlerini yemesini (yani
yakmasını ) yasak etmiştir. Bunlar yanmış, kararmış halde cehennemden
çıkarılırlar. Üzerlerine su dökülür.
O suya "hayat suyu" adı
verilir. Sonra bunlar selin getirdiği toprağın üzerinde biten taneler gibi
biterler. Yüzü cehenneme dönük olan bir adam kalır. "Ey Rabbim, onun
rüzgarı beni iyice kızdırdı, alevleri beni yaktı. Benim yüzümü cehennem
yönünden başka bir yöne çevir" der. Bu şekilde dua etmeye devam edip
durur, sonunda Allahü Teala: "Sen, bu istediğini sana verirsem başka bir
istekte bulunacaksındır" diye buyurur. Adam: Hayır, izzetine yemin olsun
ki, başka bir şey istemeyeceğim, der. Sonra Allahü Teala, onun yüzünü cehennem
yönünden başka bir yöne çevirir. Bu sefer adam: Ey Rabbim, beni cennetin
kapısına yaklaştır, diye dilekte bulunur. Allahü Teala: Sen, Benden başka bir
istekte bulunmayacağını zannetmemiş miydin? Yazık san'a ey Ademoğlu, sen ne kadar
da vefasızsın, sözünde durmazsın! diye buyurur. Adam dua etmeye devam edip
durur. Sununda Allahü Teala: Sana bu istediğini verirsem, sen başka bir
istekte bulunacaksındır, der. Adam: Hayır, izzetine yemin olsun ki, başka bir
istekte .bulunmayacağım, der. Başka bir istekte bulunmayacağına dair Allahü
Teala'ya kesin sözler verir, ahidde bulunur. Allah da onu cennetin kapısına yaklaştırır.
İçindekileri görünce, Allahü Teala'mn dilediği kadar bir süre susar. Sonra: Ey
Rabbim, beni cennete koy, der. Bunun üzerine Aîlahü Teala: Sen Benden başka bir
istekte ulunmayacağım sanmamış miydin? Yazık sana ey Ademoğlu, ne kadar da
sözünde durmazsın, der. Adam: Ey Rabbim, beni yaratıklarının en fenası eyleme,
der. Öylece dua etmeye devam edip durur. Sonunda Allahü Teala ona güler. Ona
güldüğünde, cennete girmesine izin verir. Oraya girdiğinde kendisine: Şu şeyden
sana verilmesi için temennide bulun, denir. O da temennide bulunur. Oyleki
sonunda bütün istekleri biter. Hakk Teala kendisine: Şu ve bir o kadarı seıiin
olsun" diye buyurur.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh der ki:
bu adam cennete en son girecek olan adamdır.
Müellif der ki: ebu Hureyre
Radıyallahü Anh bu hadisi rivayet ederken Ebu Saîd el-Hudrî de yanında
oturuyordu. Ebu Saîd, "Şu ve bir o kadarı senin olsun" sözüne
gelinceye kadar Ebu Hureyre nin rivayetinden hiçbir şeye itirazda bulunmadı. Bu
son sözü.söyleyince Ebu Saîd: Ben Resululiah Aleyhisselâm "m: "Şu ve
on kan kadarı senin olsun" dediğim duydum dedi. Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh da: "Ben, 'bir o kadarı'
şeklinde ezberledim" dedi. :J3!
Bu hadisin şerhi, Kastallanî şerhi,
C.8, s.330 ve sonrasından alınmıştır:
"...görmekte zorlanıyor
musunuz?" yani güneşi ve ayı perdesiz olarak görmeniz halinde birbirinize
zararınız dokunuyor mu, biri sizi engelliyor veya siz birilerini engelliyor
musunuz? Bu görmede birbirinizle münakaşaya, anlaşmazlığa, yalanlamaya,
daralmaya, zorlanmaya düşüyor musunuz?
Bir rivayette de bu manaya
kullanılan "hel tudârrûne" kelimesinin yerine "rıel tudâmmûne"
kelimesi kullanılıyor. Bu ise izdiham, kalabalık oluşturuyor musunuz? anlamına
gelir. Yani nasıl dünyada güneşin ve ayın görülmesi insanlar için gayet kolay
olduğundan bir izdiham oluşmuyor, herkes bulunduğu yerde zahmetsiz olarak
onları görüyorsa ahirette de Hakk Teala'nm görülmesinde durum böyle olacak.
Bir başka rivayette ise "hel
tudâmûne" şeklinde mim şeddesiz olarak bildiriliyor ki, "birbirinizi
tahkir ediyor musunuz?" an-lammadır. Yani, bunları görmede aranızda
münakaşa çıkarıp birbirinizi tahkir etmezsiniz.
Bir rivayette de "lâ
tudâhûne" şeklinde olumsuz siga ile ve "ha" ile bildiriliyor. Bu
da: "görmekte şüpheye düşmesziniz, birbirinize itiraz etmezsiniz. Hepiniz
Rabb'inizi gördüğünüze yakmen inanırsınız" anlamın.^ gelir.
Yine bir rivayette "hel
tumârrûne" deniliyor ki bu ' da "birbirinizle münakaşaya münazaraya
girer misiniz?" anlamına gelir.
"Siz de Rabb'inizi kıyamet
gününde bu şekilde göreceksiniz?" denilirken güneşi ve ayı gördüğünüz
gibi göreceksiniz denilmek istenmiyor.Hiçbir şey Allahü Teaİa'ya henzctilemez.
Nitekim ayel-i kerimede "Hiçbir şey onun benzeri değildir"
Duyuruluyor. Burada arılatılmak istenen görme hâdisesinin bunun gibi, gayet
açık ve her türlü şüpheden, tereddütten uzak olarak gerçekleşeceğidir.
Buna göre: Hakk Teala rim görülmesi
gerçek bir görme (rü'yet)
olacaktır. Nasıl herhangi bir perde
bulunmadığı zaman güneş ve ayın görülmesinde şüphe ve tereddüde düşülmüyorsa,
aynı şekilde Hakk Teala'yı görmede de şüphe ve tereddüde mahal kalmayacaktır.
Tağutlar grubuna şeytanlar, putlar,
insanları kendilerine tapmaya çağıran sapık insanlar girmektedir.
"Allahü Teala gelir, tecelli
eder" sözünün ve bunun gibi sözlerin açıklamasında, daha önce de geçtiği
üzere selef âlimlerinin ve halef âlimlerinin yolları farklıdır. Selefin yolu
daha emniyetlidir. Çünkü onlar, Allah'ın yaratıklara mahsus şeylere
benzemekten, bu tür sıfatlardan münezzeh olduğunu bilmekle beraber, müteşabih
ayet ve hadislerde de bildirilenlere inanır ve onlardan ne kastedildiğini
Allah'a havale ederler. "Bunun hakikatini en doğru şekilde Allah
bilir" derler.
Halef âlimleri ise, kelimenin
teşbihe götürecek zahiri anlamını te'vil ederek onu, Yüce Allah'ın şanına ve
azametine layık bir mana ile açıklarlar.
Burada Allahü Teala'nm gelmesi ile
kastedilen, zatını, mahiyet bakımından anlamaksızm ve ihata etmeksizin kulların
görmesi için tecelli etmesidir, derler. Muvahhid Mü'min kulların bildiği görme
(rü'yet) işte budur. O zaman Mü'minler: Sen bizim Rabb'imizsin, derler. Hadiste
bildirildiği üzere Mü'minlerin kabul etmeyeceği birinci rü'yet (görme) hakkında
Kadı Iyaz şöyle diyor: Burada izafet (tamlama) vardır ve muzaaf hazfedilmiştir.
Buna göre ibarenin anlamı, "Rabb'lerinin meleklerinden biri gelir"
olur. Bunun için "bildiklerinden başka bir suretle tecelli eder"
deniliyor. Yani dünyadayken bildikleri sıfatlarından başka sıfatla. Mü'minler
bu zaman kabul etmezler. Kendilerinin de Mü'minlerle birlikte olduklarını ileri
süren münafıklar orada belli olur. Böylece ilk tecelli, münafıkları ortaya
çıkarmak için olmuş olur. Çünkü münafıklar Allahü Teala'yı görme nimetine
kavuşmayı hakedemezler. Nitekim ayet-i kerimede: "Hayır, doğrusu o gün
onlar, Rabb'lerini görmekten mahrum olacaklardır", buyuruluyor.
Peygamber Aleyhisselâm Sırat'm
üzerinden ilk geçen olur. Ne-vevî Rahmetullahi Aleyh Resulullah Aleyhisselâm'm
"Ben ve Ümmetim Sırat'ın üzerinden
ilk geçenler oluruz" diye buyurduğuna işaret ediyor.
"Cehennemde sert dikenler
olur". Bu dikenler, cehennemin etrafını saran şehvetlerdir. Nitekim
hadis-i şerifte "cehennemin etrafı şehvetlerle çevrelenmiştir"
Duyuruluyor. Bu dikenler, yani şehvetler insanları amellerine göre tutarlar.
Kim dünyadayken bu şehvetlere uymuş ise, onu oradaki dikenler kapar ve o da
cehenneme düşer. Bu dikenlerin büyüklüğünün ne kadar olduğunu yalnız Allahü
Teala bilir.
"Onlardan amelleri dolayısıyla
perişan olanlar vardır" yani dünyada işledikleri sebebiyle tamamen helak
olurlar ki, bunlar kafirlerdir.
"Çarpılanlar" yani belli
bir süre azab gördükten sonra kurtulacak olanlar ise isyankar Mü'minlerdir.
İbnu Mace'nin merfu olarak rivayet
ettiği bir hadiste şöyle deniliyor: "Sonra insanlar geçmek isterler,
hiçbir şey (azab) görmeden kurtulan Müslüman vardır, biraz yaralar alarak
kurtulan vardır, bir süre azabda tutulduktan sonra kurtulan vardır, azaba
atılıp öylece bırakılan vardır".
"Hayat suyu", yani,
üzerine dökülen kimsenin hayatiyetine sebep olan su. Hadiste bildirildiği üzere
cehennemden çıkarıldıktan sonra üzerlerine hayat suyu dökülenler bir tanenin
sadeliği gibi sade
ve arındırılmış olarak biterler.
Tıpkı sahrada selin getirdiği yığının arasında bulunan bir tanenin bitmesi
gibi. Selin getirdiği yığınların arasında bir tane bulunur. Bu tane vadinin
kenarına yerleşir, hemen o gün yerden bitiverir. İşte bu tane böyle hızlı şekilde
bittiği için ve gayet sade, güzel bir görüntüsü olduğu için, üzerlerine hayat
suyu döküleceklerin bitmesi de buna benzetilmiştir.
Cennetin kapısına getirilen
sözkonusu kişinin, cennetin içini görmesi, aradaki duvarın, içinden dışı,
dışından da içi görünen şeffaf bir duvar olması sebebiyle olabilir. Yahut bu
görme ile bilme kastedilmiş olabilir. Yani mesela güzel kokulu bir rüzgarın
esmesi, ışıkların, aydınlatıcı nurlarının görünmesi yoluyla cennetin içindeki
nimetler hakkında bilgi sahibi olur. Nasıl daha önce, cehennemin dışında
olmasına rağmen oradan esen sıcak rüzgarlar
kendisini rahatsız ettiği gibi.
"Allahü Teala'nın dilediği
kadar bir süre susar". Yani uzun bir süre suskun durur ki, bunun miktarını
ve sınırını yalnız Allahü Teala bilir. Susması Allah'tan haya etmesi sebebi
iledir. Çünkü Allah'a bir daha kendisinden bir istekte bulunmayacağı üzere soz
vermiş, kuvvetli ahidlerde bulunmuştur. Ancak sonuı^J^ sözünden dönmüş ve
Allahü Teala'dan istekte bulunmuştur. Zira Allah'ın affına, ihsanına ve fazlına
olan ümidi ağır basar. Bunun için "Ey Rabb'im beni yaratıklarının en
fenası eyleme" der. "Yaratıklarının en fenası eyleuıe" sözü ile
kasdettiği ise, cennete koyduğun kullarının en fenası anlamıdır. Bu söz, özel
anlam kastedilen genel mahiyette bir sözdür. Eğer, cennetin dışında kalırsa
cennete girenlerin en fenası olur. En fena olma hali, ötekiler cennetin içinde
iken kendisi dışarıda kaldığı sürece, açıkça ortadadır.
"Sonunda Allahü Teala
güler" sözü hakkında Kastallanî şöyle diyor: Bu mecazî anlamdadır, bununla
gülmenin gereği, yani Allah'ın ondan razı olması kastedilmiştir. Yani sonunda
Allah ondan razı olur. Razı olduğu zaman da cennete girmesine izin verir.
"Şu şu şeyleri temenni et
sözünden anlaşılması gereken şudui ki: Allahü Teala cennet nimetlerinin
çeşitlerini'' ona bildirir. O d£ bunları isteyedurur. Rabb'i de ona hatırlatır.
Sonunda o kişinin is tt'jeceği bir şey kalmaz, yani arzulamayı düşünebileceği
her şey biter
Ahmet ibnu Hanbel'in Ebu Saîd
el-Hudrî Radıyallahü Anh'dei rivayetine göre şöyle deniliyor: "Adam dünya
günleriyle üç gün ka dar sürecek bir müddet ister ve temennide
bulunur". -
Ebu Huyreyre Radıyallahü Anh bu
hadisi (bu babda verilen hadisi) rivayet ederken Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü
Anh yanında hv lunuyordu. "Bu ve bir o kadarı senin olsun" sözüne
gelinceye kada itiraz etmedi. Bu sözde ise Resulullah Aleyhisselâm'dan kendisi
nin "Bu ve on katı kadarı senin olsun" diye buyurduğum hatırlattı.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'da "Ben 'bir o kadar diye ezberledim"
dedi. Bu ikisi arasındaki farklılığı birleştirme için denilmiştir ki: Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh bu hadisi Resi lullah Aleyhisselâm'dan daha önce
duymuş; ve Resulullah Ale? hisselam aynı hadisi daha sonra Ebu Saîd'in duyduğu
gibi bildiri
miş olabilir ki, bu ikincisinde
Allahü Teala kendi fazlından miktarın fazlalığım Resulüne bildirmiştir. En
doğru olanı bilen Allah'tır.
332. Şefaatle ilgili hadisi. Buharı,
C.9, s.121, Kitabu't-Tevhid'de, Yüce Allah'ın "İki Elimle
Yarattığımda..." sözü ile ilgili babda şu şekilde rivayet etmektedir.
Muaz ibnu Fudale, Hişam'dan, o
Katade'den, o da Enes ibnu Malik'ten Resulullah Aleyhisselânı'ın şöyle
buyurduğunu rivayet etti:
"Allahü Teala kıyamet gününde
Müminleri bu şeklide biraraya getirir. "Rabbimiz katında birini şefaatçi
edinsek de, bizi bu yerimizde rahatlatsa" derler. Adem Aleyhisselâm'a
gelirler: "Ey Adem! İnsanları görmüyor musun? Ailahü Teala seni kendi
eliyle yarattı, ' sana meleklerini secde ettirdi, sana herşeyin ismini öğretti,
Rabbimiz katında bizim için şefaatçi ol da, Rabbimiz bizi şu yerimizde rahata
kavuştursun, derler. Adem Aleyhisselâm: Ben bu mevkide değilim, der ve işlemiş
olduğu hatayı hatırlatır. Sonra: Ancak siz Nuh'a gidin, O Allahü Teala'mn
yeryüzü ahalisine Resul sıfatıyla gönderdiği ilk elçisidir, diye söyler. Nuh
Aleyhisselâm'a gelirler. O da: Ben bu mevkide değilim, der ve işlemiş olduğu
hatayı hatırlatır. Sonra: Ancak, siz İbrahim'e gidin, o Rahman'm dostudur,
diye söyler. İbrahim Aleyhisselâm'a gelirler. O da: Ben bu mevkide değilim, der
ve işlemiş olduğu hataları hatırlatır. Sonra: Ancak siz, Musa Aleyhisselâm'a
gidin, o Allah'ın kendisine Tevrat'ı verdiği, kendisiyle konuştuğu bir kuldur,
der. Musa Aİeyhisselâm'a gelirler. O da: Ben bu mevkide değilim, der ve işlemiş
olduğu hatayı hatırlatır. Sonra: Ancak siz İsa'ya gidin, O Allah'ın kulu,
Resulü, kelimesi ve ruhudur, der. İsa Aleyhisselâm'a gelirler. O da Ben bu
mevkide değilim, ancak siz Mu-hâmmed Sallallahu Aleyhi ve Sellem'e gidin. O,
Allah'ın kendisinin önceki ve sonraki günahlarını bağışladığı kuludur, der.
Bana gelirler. Ben çıkarım, Rabb'ime münacaat için izin isterim. Bana izin
verilir. Rabb'imi gördüğümde secdeye kapanırım. Allahü Teala beni dilediği
kadar bir süre bu hal üzere bırakır. Sonra bana: "Kalk, Muhammed, söyle, söylediğin
dinlenecek, iste, istediğin verilecek, şefaatte bulun, şefaatin kabul
edilecek" denilir. Ben Allahü Teala'nın bana öğretmiş olduğu övgülerle
Rabb'imi över, O'na hamdederim. Sonra şefaatte bulunurum, Hakk Teala kimler
hakkında şefaatte bulunabileceğimi bana bildirir. Onları cennete sokarım. Sonra
tekrar varırım. Rabbimi gördüğümde secdeye kapanırım. Rabb'im dilediği kadar
bir süre beni o hal üzere bırakır. Sonra: "Başını kaldır, ey Muhammed!
Söyle söylediğin dinlenecek, iste istediğin verilecek, şefaatte bulun şefaatin
kabul edilecek" denilir. Ben Rabb'imin bana öğrettiği övgülerle Allahü
Teala'yı över ve O'na hamdederim. Sonra şefaatte bulunurum, Hakk Teala kimler
hakkında şefaatte bulunacağımı bana bildirir. Onları cennete sokarım. Sonra
tekrar varırım. Rabbimi gördüğümde secdeye kapanırım, Allahü Teala dilediği
kadar bir süre beni o hal üzere bırakır. Sonra: "Kalk Muhammed, söyle,
söylediğin dinlenecektir, iste, istediğin verilecektir, şefaatte bulun,
şefaatin kabul edilecektir, denilir. Ben Rabb'imi, Rabb'imin bana öğrettiği
övgülerle över, O'na hamdederim. Sonra şefaatte bulunurum, Hakk Teala bana
kimler hakkında şefaatte bulunacağımı bildirir. Onları cennete sokarım. Sonra
döner ve :'Ey Rabbim, Kur'an'm tuttukları ve kendileri hakkında ebedî olarak
cehennemde kalma hükmü verilenler dışında cehennem de kimse kalmadı' derim.
Peygamber Aleyhisselâm buyurdu ki:
"Allah'tan başka ilah yoktur" diyen ve kalbinde bir arpa tanesi
ağırlığında iyilik bulunan herkes cehennemden çıkar. Sonra "Allah'tan
başka ilah yoktur" diyen ve kalbinde bir zerre miktarında iyilik bulunan
herkes cehennemden çıkarılır[340][12]
"Allahü Teala kıyamet gününde
Mü'minleri bu şekilde birarays getirir" sözü Kitabu't-Tefsir'de yeralan
rivayetteki "Kıyamet gününde Mü'minler bu şekilde biraraya gelirler"
sözünü açıklamak tadır. Bu da Kitabu'r-Rikak'da geçen rivayetteki: "Allah
insanlar kıyamet gününde biraraya getirir. "Rabbimiz katında bir şefaatç
edinsek" derler" sözünün açıklamasıdır. Bütün bunlardan anlaşı lan
mana şudur: Allahü Teala kıyamet gününde, Mü'miniyle kafi riyle bütün insanları
biraraya getirecektir. İçlerinden Mü'minle: "Rabb'imiz katında şefaatçi
edinsek" diyeceklerdir. Çünkü Mü' minler düşünce ve akıl sahibidirler.
Dolayısıyla kıyamet günüc deki uzun süre beklemeden, insanların kurtuluşunun
nasıl müm kün olacağı ve insanlar arasında hüküm işleminin başlamasını]
vesilesi üzerinde düşünürler. Sonra adı geçen Peygamberlere gide rek, Allahü
Teala'nın aralarında hüküm vermesi ve, kendilerini: de beklemenin sıkıntısından
kurtulmaları için onlardan şefaat t£ leb ederler. Peygamberler de belirtilen şekilde mazeretler iler; sirerler.
Peygamberlere nisbet edilen o hataların anılması bir tevazu niteliği taşır.
Ayrıca avamın iyilerinin iyilikleri, Allah'a yakın kullar nazarında günahlardan
sayılır. Yoksa Peygamberler -Allah'ın salatı ve selamı üzerlerine olsun- günah
işlemekten ve hatalardan korunmuşlardır. Çünkü onlarda emanet (doğruluk) sıfatının
bulunması gerekir. Bu ise dışlarının ve içlerinin haramdan, mekruhtan ve
en küçük .muhalefetten korunmasıdır.
Peygamberimiz Aleyhisselâm'ın ilk
izin talebi, insanlar arasın-ua hüküm verilmesi için şefaatte bulunmak üzere
olur. işte bu sare Peygamberimiz Hazreti Muhammed Aleyhisselâm'a has
kılınmıştır. Allahü Teala'mn Muhammed Aleyhisselâm'a vaadet-tiği makam-ı mahmud
işte budur.
Sonra Peygamberimiz Aleyhisselâm'ın
başka şefaatleri olur. Aynı şekilde diğer Peygamberlerin de şefaatleri olur.
Allah'ın salat ve selamı hepsinin üzerine olsun.
Hadiste Peygamberimiz
Aleyhisselâm'ın "Allah birdir O'ndan başka ilah yoktur; Muhammed O'nun
kulu ve Peygamberidir" deyip buna inanan herkesi cehennemden çıkarmak
üzere şefaatte bulunacağına dikkat çekilmiştir. Önce belli bir topluluk
belirlenir. Bunlar, kalplerinde bir arpa tanesi ağırlığında iman bulunanlardır.
Sonra ikinci kez şefaat eder. Bu kez birincilerden daha az imana sahip olan bir
topluluk belirlenir. Bunlar kalplerinde buğday tanesi ağırlığında imana sahip
olanlardır. Sonra üçüncü kez şefaatte bulunur. Bu kez Allahü Teala, kalplerinde
zerre mik-tarınca, yani küçük karınca ayağının ağırlığında iman bulunar; bir
topluluk tayin eder. Hadis-i şerif Peygamberimiz Aieyhis-selâzn'm ve Onun
Ümmetinin üstünlüğünü ortaya koymaktadır. Bu hadis aynı zamanda, büyük günah
işleyenler için şefaat olmayacağını ileri süren mutezileye cevap mahiyeti
taşımaktadır.
Ey
Allah'ım Peygamberimiz Hazreti
Muhammed Aleyhis-selâm'ı bizim
için şefaatçi eyle. Amin.
Şefaat Hadislerinin
Buharîde Geçen Rivayetleri
333. Ebu Abdullah el-Buharî Rahmetullahi
Aleyh, C.9, s.l27ıde,Kitabu't-TevhidTin"O Günde Bazı Yüzler Nurlu O-larak
Rabb'lerine Bakacaklardır" mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babında
şöyle bildiriyor.
Abdet ibnu Abdullah, Buseyn
el-Cu'fî'den, o Zaide'den, o Beyan ibnu Bişr'den, o Kays ibnu Ebi Hazim'den, o
da Cerir el-Beceli Radıyallahü Anh'den
rivayet eder. Cerir dedi ki:
"Resulullah Aleyhisselâm
ayın ondördüncü gecesi yanımıza geldi
ve şöyle buyurdu: Siz şunu (yani ayı) gördüğünüz gibi kıyamet gününde Rabbinİzi
göreceksiniz. Bunu görmekte hiç zorlanmıyorsunuz"[341][13]
334. Yine Buharı Rahmetullahi Aleyh
bildiriyor:
Abdulaziz ibnu Abdullah İbrahim ibnu
Sa'd'dan, o îbnu Şihab dan, o Ata ibnu Yezid el-Leysi'den, o da Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den rivayet eder ki, birtakım insanlar Resulullah
Aleyhis-selâm'a: Ey Allah'ın Resulü, kıyamet gününde Rabb'imizi görecek
miyiz? diye sordular.
Resulullah Aleyhisselâm:
"Ayın öndördüncü gecesinde, ayı
görmekte zorlanıyor musunuz? diye sordu. Soruyu soranlar: Hayır, Ey Allah'ın
Resulü, dediler. Resulullah Aleyhisselâm: Önünde bulut bulunmadığı zamanda
güneşi görmekte zorluk çekiyor musunuz? diye sordu. Onlar yine: Hayır, Ey
Allah'ın Resulü, diye cevap verdiler. Resulullah Aleyhisselâm da bunun üzerine
şöyle buyurdu: îşte siz de bu şekilde O'nu görürsünüz. Kıyamet gününde Allahü
Teala insanları biraraya getirir ve: "Kim her neye kulluk ediyor idiyse
ona uysun" diye buyurur. Bunun üzerine güneşe kulluk edenler, güneşe, aya
kulluk edenler aya, putlara kulluk edenier de putlara uyarlar. Geriye,
içlerinde şefaatçileri de -Kavilerden İbrahim ibnu Sa'd burada Resulullah
Aleyhisselâm'm "şefaatçileri" mi, yoksa "münafıkları" mı
dediğinde tereddüt ettiği için 'yahut münafıkları' diye bildirmiştir- olmak
üzere bu Ümmet kalır. Allahü Teala onlara tecelli ederek: Ben sizin
Rabbinizim, diye buyurur. Onlar: Rabb'imiz bize tecelli edinceye kadar bu
yerimizde duracağız, Rabbimiz tecelli ettiğinde biz Onu tanırız, derler. Bunun
üzerine Allahü Teala onlara bildikleri sureti üzere tecelli eder: "Ben
sizin Rabb'inizim" diye buyurur. Onlar: Sen bizim Rabbimizsin, derler ve
O'na tabi olurlar. Cehennemin üzerine sırat (köprü) kurulur. Ben ve Ümmetim
oradan ilk geçenler oluruz. O günde Peygamberlerden başkası konuşmaz. Peygamberlerin
duası da: "Ey Allah'ım kurtar, selamete eriştir" duasıdır. Cehennemde
deve dikeni gibi dikenler vardır. Ancak o dikenlerin büyüklüğünün ne kadar
olduğunu Allah'tan başkası bilmez. İnsanları amellerine göre tutar. Onlardan
ameli dolayısıyla tamamen helak olan vardır, amelinden dolayı belli bir süre
azab edilmek üzere tutulanlar vardır, çarpılanlar, yani yaptıklarının
karşılığını çekenler vardır, yahut bunun gibi olanlar vardır, bunlar azablarını
çekince kurtulurlar. Yüce Allah kullan arasında hüküm vermeyi tamamlayıp,
cehennemliklerden istediği kimseleri buradan çıkarmayı irade edince meleklere,
Allah'a herhangi bir şeyi ortak koşmayıp Allah'tan başka ilah olmadığına
şehadet edenler arasından Hakk Teala'nın kendilerine rahmet eylediklerini
çıkarmalarını emreder. Melekler onları cehennemde üzerlerindeki secde
izlerinden tanırlar. Cehennem ateşi Ademoğlunun üzerindeki secde izlerinin
dışında her tarafını yer (yakar). Bunlar ciltleri ateşin yanıkları dolayısıyla
buruşmuş, kavrulmuş vaziyette cehennemden çıkarlar. Üzerlerine hayat suyu
dökülür. Onun altından, selin getirdiği toprakta biten tane gibi biterler.
Allahü Teala bütün kulları arasındaki hükmünü tamamlar. Bunlardan yüzü
cehennem tarafına dönük bir adam kalır. Bu cehennem ehlinden cennete girecek olanların
sonuncusudur. Bu adam: Ey Rabbim, benim yüzümü cehennem tarafından başka
tarafa çevir, onun rüzgarı beni kavurdu, ve alevi beni yaktı, der. Allah'ın
dilediği kadar bir süre bu şekilde Allah'a dua eder. Sonra Allahü Teala: Sana
bu istediğini verirsem, daha başka bir şey ister misin? diye buyurur. Adam:
Hayır, izzetine yemin olsun ki, senden başka bir şey istemem, der. Allah'ın
dilediği şekilde O'na söz verir, ahdeder. Allahü Teala onun yüzünü cehennem tarafından
başka tarafa çevirir. Adam cennet tarafına yönelip onu görünce Allahü Teala'nın
dilediği kadar bir süre susar, sonra: Ey Rabbim, beni cennetin kapısına
yaklaştır, der. Allahü Teala: Sana verilenden başka bir daha ebediyen, bir şey
istemeyeceğin hususunda söz verip ahidde bulunmamış miydin? Yazık sana ey Ademoğlu,
sen ne kadar da vefasız, sözünde durmazsın, diye buyurur. Adam, "Ey
Rabbim" der ve böyle dua edip durur. Sonunda Allahü Teala: Sana bu
istediğin verilirse sonra bir şey ister misin? diye buyurur. Adam: Hayır,
izzetine yemin olsun ki, Senden, bundan başka bir şey istemeyeceğim, der ve
Allahü Teala'ya O'nun istediği şekilde söz verip ahidde bulunur, Hakk Teala da
onu cennetin kapısına yaklaştırır. Cennetin kapısına yaklaşınca, cennetin manzaraları
ona görünür, böylece içerdeki mutluluk ve hoşnutluğu görür. Allahü Teala'nın
dilediği kadar bir süre suskun kalır. Sonra: Ey Rabbim, beni cennete sok, der.
Allahü Teala: Sana verilenden başka bir şey istemeyeceğin üzere söz verip
ahidde bulunmamış miydin? Yazık sana ey Ademoğlu, ne kadar da vefasız, sözünde
durmazsın! diye buyurur. Adam: Ey Rabbim, yarattıklarının en fenası ben
olmayayım, der. Dua etmeye devam edip durur. Ta ki, Allahü Teala ona güler. Ona
güldüğünde de: Cennete gir, diye buyurur. Adam cennete girdiğinde Allah Celle
ve Ala: Dile, diye buyurur. Adam Rabbinden ister, temennide bulunur.
Hatta Allahü Teala ona hatırlatmada
bulunur ve "şunları şunları dile" diye buyurur. Sonunda
isteyebileceği her şey biter Allahü Teala: Bu ve bir o kadarı senin olsun,
diye buyurur".
Ata ibnu Yezid dedi ki: Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh bu hadisi rivayet ederken Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh
yanındaydı. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh "bu ve bir o kadarı senin
olsun" sözüne gelinceye kadar Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh hadisten
herhangi bir şeye itiraz etmedi. Burada ise Ebu Saîd Radıyallahü Anh: Ey Ebu
Hureyre, on katı, diye söyledi. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh ise: Bu ve bir o
kadarı senin olsun'dan başkasını ezberlemedim, dedi. Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahü Anh: Şehadet ederim ki, ben Resulullah Aleyhisselâm'dan "bu ve
on katı kadarı senin olsun" diye ezberledim, dedi. Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh ayrıca şöyle söyledi: "Bu adam cennete son girecek olandır.[342][14]
"Resulullah Aleyhisselâm ayın
ondördüncü gecesi yanımıza geldi ve: Siz, şunu gördüğünüz gibi kıyamet gününde
Rabb'inizi göreceksiniz, diye buyurdu" şeklinde başlayan rivayet, rü'yetle
ilgili olarak bilgi vermek üzere, ilkin Resulullah Aleyhisselâm'm söze
başladığını göstermektedir. Yani kendisine soru sorulmadan bu konuda bilgi
vermeye başladığını ifade ediyor. Diğer rivayetlerde ise sahabilerin soru
sordukları ve Resulullah Aleyhisselâm'ın da, onların sorularına bildirildiği
şekilde cevap verdiği ifade ediliyor. Bu rivayetler, rü'yet (Allah'ı girme) ile
ilgili olarak birden fazla yerde muhtelif vesilelerle konuşma geçtiğini
gösterir. Bazı kereler sahabiler Resulullah Aleyhisselâm'a bu konuda soru
sormuşlar O da cevap vermiştir. Bazı kereler de onlar herhangi bir soru sormadan
bu konuda bilgi vermiştir. Bunun böyle olmasına engel bir durum sözkonusu
değildir. En doğrusuma bilen Allah'tır.
"Bunu görmekte hiç
zorlanmıyorsunuz". Yani bunu görmek için kalabalıklar oluşturmuyorsunuz.
Ayın ilk hilalini görmekte gösterdiğiniz dikkat dolayısıyla meydana gelen
durumda olduğu gibi birbirinizi itip kakmaya vesile olacak bir izdiham teşekkül
etmiyor. Ayın ondördüncü gecesi olunca ay artık iyice belirgin şekilde ortaya
çıktığı için, herkes bulunduğu yerden
görebiliyor.
"Siz de Hakk Teala'yı bu
şekilde görürsünüz" yani gayet açık şekilde zorlanmadan, izdiham
oluşturmaksızm ve şüpheye mahal bırakmayacak şekilde görürsünüz. Görmekte
meşakkate düşmeyeceğiniz gibi görülüp görülmediği hususunda aranızda ihtilaf
da olmaz. Buradaki benzetme görme hadisesi ile ilgili benzetmedir; yani ayın
görülme sindeki açıklığa ve şüpheye mahal bırakmayacak duruma benzetme
yapılmıştır. Çünkü Allahü Teala, sonradan olanlara benzemekten münezzehtir.
Hiçbir şey O'nun benzeri değildir. O, duyucudur, görücüdür.
"Geriye bu Ümmet kalır".
Yani görünüşte dahi olsa davete icabet edenlerin oluşturduğu Ümmet kalır.
"İçlerinde şefaatçileri veya münafıkları da olmak üzere".
Şefaatçileri Ümmet içinde şefaat yetkisi verilecek olanlardır. Bu iki kelimeden
hangisi olduğunda ravi tereddüt etmiştir. İbnu Hacer, birincisinin rivayet
olarak daha üvenilir olduğunu söylüyor.
"Allah onlara tecelli
eder" yani dünyadayken bildikleri sıfattan ayrı sıfatla onlara tecelli
eder. Yahut kelimenin mecazî anlamda kullanıldığı farzedilerek bu sözden Hakk
Teala'nm meleklerinden bir meleğin görüleceği anlaşılabilir. Mesela, "Emir
hırsızın elini kesti" denilir. Burada esasında hırsızın elini kesen emirin
görevlisidir. Ama bu iş için emri veren Emir (devlet başkanı) olduğundan söz
mecazîanlamda ona atfedilir.
Bunun için Mü'minler:
"Rabb'imiz bize tecelli edinceye kadar bu yerde duracağız, Rabb'imiz
tecelli ettiğinde biz O'nu tanırız" derler. Yani sen bizim Rabb'imiz
değilsin. Bizim Rabb'imiz yaratılmışlara benzemeyen yüce sıfatları ile bize
tecelli ederse biz O'nu biliriz. "Allahü Teala onlara bildikleri sureti
üzere tecelli eder". Yani sevdiği kullarına, onların dünyadayken
bildikleri sıfatları ile tecelli eder. Bu ise yaratıklara benzemekten münezzeh
olmasıdır. Onların Rabb'lerini tanımalarını sağlayacak alamet budur. Yani
Allahü Teala zatını onlara bu yolla bildirir ve gözlerinden engelleri kaldırır.
el-Mesabih'de şöyle deniliyor:
bildikleri sureti üzere, Allahü Teala'nm kullarının kendini tanımalarına delil
teşkil edecek, ve zatı ile yaratıkları arasında, ayrımı ortaya koyacak alamet
ile, demektir. Burada delil ve alamet olacak şey mecazî anlamda suret o-larak
isimlendirilmiştir. Araplar da
bu manada: Senin işinin
sureti şöyledir, sözünün sureti
şöyledir, derler. Esasında işin ve sözün sureti olmaz. Onlar bu ifadelerle işin
ve sözün hakikatini kas de tm ektedirler. Yine fakihlerin dillerinde de bu
kelime çok dolaşır. Mesela: Bu meselenin sureti şöyle şöyledir, derler. (Buraya
kadarki açıklamalar, Kastallanî şerhinden alınmıştır).
'Yaratıklarının en fenası ben olmayayım"
yani tevhid ehlinin en fenası ben olmayayım, et-Tayyibî diyor ki: Bu adam âdeta
şöyle demiş olmaktadır: Ey Rabb'im, ben sana söz vermiş, kuvvetli ahidde
bulunmuş isem de senin ihsanını, bağışlamanı ve rahmetini ümid ediyorum.
"Allah'ın rahmetinden ümid kesmeyin; kafirler topluluğundan başkası
Allah'ın rahmetinden ümid kesmez" diye buyurdun. Bildim ki, ben senin
rahmetinden ümid kesen kafirler topluluğundan değilim. Senin ihsanına ve
rahmetine tamah ettim. Senden bunu istedim". Allahü Teala da onun bu sözü
dolayısıyla kendisinden razı oluyor, bu rızasını belli ediyor. "Dua etmeye
devam edip durur. Sonunda Allahü Teala güler" denirken de Allahü Teala'nm,
rızasını belli e*tmesi kastediliyor. En doğrusunu bilen Allah'tır.
Buhariden Diğer
Şefaat Hadiseleri
335. Buharî R. ahmetuliahi Aleyh, C.9,
s.129 ve sonrasında, Yine Kitabu't-Tevhid'in, "O Günde Bazı Yüzler Parlak
Olarak Rabblerine Bakacaklardır" mealindeki ayet-i kerime ile ilgili
babında şu rivayete yer veriyor:
Yahya ibnu Bukeyr, el-Leys ibnu Sa'd
dan, o Hadid ibnu Yezîd'den* o Saîd ibnu Ebi Hilalden, o Zeyd ibnu Eşlem'den, o
Ata ibnu Yesar'dan, Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Peygamber Aleyhisselâma: Ey
Allah'ın Resulü, kıyamet gününde Rabb'imizi görecek miyiz? diye sorduk. Buyurdu
ki: Havanın açık olduğu zamanda güneşi veya ayı görmekte zorlanıyor musunuz?
Biz: Hayır, dedik. Bunun üzerine şöyle buyurdu: Siz ki, nasıl ayı ve güneşi
görmekte zorlanmıyorsanız, o günde Rab'inizi görmekte zorlanmayacaksınız. Sonra
şöyle buyurdu: Bir münâdi: Her topluluk ibadet ettiği şeye gitsin, diye
seslenir. Bunun üzerine haçlılar haçın peşine takılırlar. Puta tapanlar
putların peşine takılırlar. Allah'tan başka kendilerine ilah edinenlerin hepsi,
taptıkları şeylerin peşine takılırlar. Sonunda salihleriyle, günahkarlarıyla,
Allah'a kulluk edenler, ve ehl-i kitaptan geriye bırakılanlar kalırlar. Sonra
cehennem getirilip âdeta bir serap gibi arzedilir. Yahudilere: Siz neye
tapıyordunuz? denilir. Onlar: Biz Allah'ın oğlu Uzeyr'e tapıyorduk, derler.
Onlara: Yalan söylediniz, Alah'm ne bir eşi, ne de çocuğu oldu, denilir ve: Siz
ne istiyorsunuz? diye sorulur. Onlar: Bizi sulamanı istiyoruz, derler.
"İçiniz" denilir ve bu söz üzerine yahudiler birbiri ardından cehenneme
dökülürler. Sonra hristiyanlara: Siz neye tapıyordunuz? diye sorulur. Onlar:
Allah'ın oğlu Mesih'e tapıyorduk, derler. Onlara da: Yalan söylediniz, Allah'ın
ne eşi, ne de çocuğu oldu, denilir ve: Siz ne istiyorsunuz, diye sorulur.
"Bizi sulamam istiyoruz" derler, "içiniz" denilir ve
hristiyanlar da birbiri peşinden cehenneme dökülürler. Geriye sadece günahkar
olsun salih olsun yalnız Allah'a kulluk edenler kalır. Onlara: İnsanlar gitti,
sizi tutan nedir? denilir. Onlar: Biz onları bu günkünden daha çok kendilerine
ihtiyacımız olduğu günde bıraktık, kendilerinden ayrıldık; ayrıca biz bir
münâdinin: Her topluluk kime kulluk ediyor idiyse ona uysun, dediğini duyduk.
Biz Rabbimizi bekliyoruz, derler. Hakk Celle ve Ala hazretleri onlara, ilk
keresinde gördüklerindekinden farklı bir suretle tecelli eder ve: "ben
sizin Rabb'inizim" diye buyurur. Onlar da: Sen bizim Rabb'imizsin, derler.
O'nunla sadece Peygamberler konuşurlar. Hakk Teala: Sizinle Rabbiniz arasında
O'nu tanımanıza yardımcı olacak bir deliliniz var mıdır? diye buyurur. Onlar:
"Sâk -bacak-" derler. Bacağını gösterir. Her Mü'min O'na secde eder.
Allah'a gösteriş ve duyurmak için secde edenler ise oldukları gibi kalırlar.
Bunlar secde etmek isteyecekler; ancak omurga kemiklerinin eklem yerleri bitiştiği
için secdeye varamayacaklar. Sonra sırat köprüsü getirilip cehennemin üstüne
konacak.
Ravi der ki; Biz: Ya Resulallah,
köprü nedir? diye sorduk. Resu-lullah Aleyhisselâm: Kaygan, sallantılı mekan,
üzerinde kancalar, kerpetenler, deve dikenleri gibi dikenli olan ağaçlar var.
Mü'minler köpüyü derecelerine göre kimisi gözün bakışı gibi, kimisi yıldırım
gibi, kimisi rüzgar gibi, kimisi hızlı koşan atlar gibi geçerler. Kimisi bunlar
gibi selametle geçerler, kimisi az sıyrıklarla kurtulur, kimisi de cehennem
ateşine yuvarlanır, Nihayet en sonuncuları sürüklene sürüklene geçer. Siz
hakkı benden çok arıyor değilsiniz. Cebbar olan Allah'a o gün kim gerçekten
i-nanmışsa, göreceksiniz. Cennete giren Mü'minler saraylarına yerleştikten
sonra, Müslüman kardeşlerinin bir kısmını göremeyince: Ya Rabbi, onlar bizimle
beraber namaz kılar, oruç tutar, bizimle beraber hareket ederdi, diyecekler.
Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: Gidin kalbinde dinar miktarı kadar imanı olanları
cehennemden çıkarın buyuracak. Allah bu Mü'minlerin vücutlarını cehenneme haram
kılar. Mü'minler cehennemde yanan kardeşlerinin yanına gelirler. Bakarlar ki
bunların kimi topuklarına kadar, kimi bacaklarına kadar, cehennem ateşine
dalmış haldedir. Onlardan tanıdıklarını tutup çıkarırlar, sonra dönüp giderler.
Cenab-ı Hakk: Haydi gidin, kalbinde yarım dinar kadar imam olanları çıkarın,
buyurur. Cennetteki Mü'minler gelip tanıdıklarını çıkarıp dönerler. Yine
Cenab-ı Hakk: Haydi gidin, kalbinde zerre kadar imanı olanları çıkarın,
buyuracak. Onlar da gelip tanıdıklarını çıkaracaklardır."
Ravi Ebu Saîd el-Hudrî der ki:
"Bana inanmıyorsanız şu ayeti okuyun: "Allah zerre "kadar
haksızlık etmez, zerre kadar bir iyilik olsa, onu kat kat yapar, ve kendi
katından büyük mükafat verir".
Peygamberler, Melekler, Müminler
şefaat ederler. Bundan sonra Cebbar olan Allah : Şimdi sıra Benim şefaatimde,
der ve cehennemden bir avuç (kabza) alır. Buradan vücutlarının tamamı yanmış
insanları çıkarır. Sonra bunlar cennetin dışında bir nehre daldırılırlar. Bu
nehre hayat suyu denir. Onlar selin getirdiği yığınlar arasında kalan yabani
reyhan tohumları nasıl hızla biterse, öyle bitecekler. Bu yabani reyhan
otlarını bir kaya ile bir ağaç arasında görmüşsünüzdür. Bu otun güneşe bakan
tarafı yeşil, gölgeye bakan tarafı beyazdır, işte nehre daldırılan bu kimseler
çıkarılırlarken beyazlık ve parlaklık bakımından sanki mercan gibi
parıldamaktadırlar, onların boyunlarına gerdanlıklar takılır. Böylece cennete
girerler. Cennetlikler bunlar hakkında: "Bunlar Rahman olan Allahü Teala'mn
azadlı kullarıdır, bunların işlemiş oldukları bir amel, göndermiş oldukları bir
hayır olmaksızın Allah onları cennetine koymuştur" derler. Bunlara:
"Gördükleriniz ve bir o kadarı sizindir" denilir. [343][15]
Yahudilerin "Biz Allah'ın oğlu
Uzeyr'e tapıyorduk" diye söylemeleri üzerine onlara "yalan
söylediniz" denmesi, "Uzeyr'in Allah'ın oğlu olduğunu ve onun ibadete
layık olduğunu ileri sürmekte yalan söylediniz" manasınadır. "Şu
halde siz gerçek manada kulluk etmiş olmazsınız, bilakis siz apaçık bir
sapıklık üzereydiniz".
"Biz onları bu günkünden daha
çok kendilerine ihtiyacımız olduğu günde bıraktık" sözü Nisa suresi
tefsirindeki rivayette "Biz dünyada insanları kendilerine en çok
ihtiyacımız olduğu bir zamanda terkettik" olarak geçmektedir. Anlamı ise
şudur: Biz dünyada akrabalarımızı ve arkadaşlarımızı, geçim için kendilerine
son derece ihtiyacımız olduğu halde Ey Rabb'im, Sana düşmanlıkları dolayısıyla
terkettik, kendilerinden uzak durduk. Dünyadayken onlara ihtiyacımız bu
günkünden fazlaydı. Biz inançlarını sevmediğimiz için onları dünyâdayken dost
edinmediğimiz gibi bugün, ahirette
de dost edinmeyiz. Üstelik bugün
bizim onlara ihtiyacımız da yok. Artık onlardan ebediyen bir fayda da umulmaz.
(Kastallanî şerhinden, özetlenerek).
"Hakk Teala : Sizinle Rabb'iniz
arasında O'nu tanımanıza yardımcı olacak bir deliliniz var mıdır? diye buyurur.
Onlar : Sâk -bacak- derler". Hakk Teala'mn mukaddes zatı tecelli eder.
îbmı Abbas Radıyallahü Anh: "O günde baldır (bacak) açılır" mealindeki
ayet-i kerimenin tefsirinde şöyle diyor: Bu işin oldukça dehşetli olmasıdır.
Araplar, savaş şiddetlendiği zaman, "savaş baldır üstüne geldi"
derler. Bunun da aslı şuraya dayanıyor ki: Örtülerini muhafaza eden bekar
kızlar, büyük bir sıkıntıyla, şiddetli bir durumla karşılaştıkları zamaa
baldırlarım açarak kaçarlar; bu manada baldırlarım açmaları insanların
dikkatini çekmek, durumun vahamet ve şiddetim göstermek için bir işaret, kinaye
olur.
Ebu Musa el-Eş'arî Radıyallahü Anh
da şöyle diyor: Baldır, nur ve Mü'minler için tekerrür edip duran Rabbani
faydaları ve lütufları ifade eder, îbnu Fevrek de bu açıklamayı yapmaktadır.
Yahut el-Muhelleb'in dediği gibi Mü'minler için rahmet diğerleri için gadab
anlamı taşır. (Kastallanî şerhinden).
Hadisten anlaşıldığına göre
Mü'minlerin sırattan geçmedeki dereceleri farklıdır, kimisi gözün bakışı gibi,
kimisi yıldırım gibi vs. geçer. Ayrıca oradan geçerken bazıları hiç yara
almadan kurtulur, bazıları biraz yara alır, yani orada bulunan dikenlerin
ilişmesi dolayısıyla vücudunda yaralar meydana gelir, kimisi ameli dolayısıyla
cehenneme düşer. En sonuncuları, yani kurtulanların en sonuncuları ise sürüne
sürüne geçer. "Siz hakkı benden çok arıyor değilsiniz, Cebbar olan Allah'a
o gün kim gerçekten in-anmışsa göreceksiniz" sözünün anlamı şudur: Ey
Mü'minler, siz dünyada hakkı aramak hususunda benim kadar uğraşıyor değilsiniz.
Ahirette, sizin durumunuz ortaya çıktığında, cehennemde azab gören
kardeşlerinizin kurtuluşu için Allah'dan taleb-de bulunacağınız gibi, ben bu
dünyadayken, nasıl sizden çok bu konuda itinalı isem, ahirette de
Müslümanların kurtarılması hususunda sizden çok ilgi gösteririm".
Mü'minlerin bir kısmı kendilerinin kurtuluşa erdiğini, kardeşlerinin ise
cehennemde azabda olduklarını görünce Allahü Teala'dan kardeşlerinin de
kendileri gibi kurtarılmasını dilerler. "Ey Rabb'imiz bu kardeşlerimiz,
dünyadayken bizimle beraber namaz kılardı, bizimle beraber oruç tutarlardı,
bizimle beraber bütün iyilikleri işlerlerdi," yani "Ej
Rabb'imiz, bizi kurtardığın gibi kendi
fazl ve ihsanınla onları da cehennemden kurtarmanı diliyoruz" derler. Bu
zaman onlara: "Gidin, kalbinde dinar miktarı kadar imanı olanları
cehennemden çıkarın" denilir.
Bundan anlaşıldığına göre, Allahü
Teala, onların kardeşleri hakkındaki şefaatlerini kabul eder ve onlara
kardeşlerini üç mertebede cehennemden çıkarmalarım emreder.
Birinci mertebede kalplerinde bir
dinar ağırlığınca iman olanları çıkarırlar. İkinci mertebede, kalplerinde
yarım dinar ağırlığınca iman olanları çıkarırlar. Üçüncü derecede, kalplerinde
bir zerre miktarınca iman bulunanları çıkarırlar. Allahü Teala onların
yüzlerini, şekillerini cehenneme haram kılmıştır. Bunları o şekillerinden
tanırlar. Bazılarının ayaklan ateşe gömülmüştür, bazılarının baldırlarına kadar
ateş çıkmıştır.
Cehennemden en son çıkarılacakların
kalplerinde bir zerre miktarınca iman bulunanlar olduğu bildirilince Ebu Saîd
el-Hudrî Radıyallahü Anh, buna Kur'an-ı Kerim'den bir delil getirdi ve isterseniz
şu ayeti okuyun, diyerek: "Allah kimseye bir zerre ağırlığınca haksızlık
etmez. Eğer iyilik olursa onu kat kat eyler" mealindeki ayeti okudu.
Bu hadis gösteriyor ki, kalbe ait
ameller de, Ölçülüp tartılabilen hissedilir şeyler gibi tecelli edecektir. îman
dinar miktarı, yarım dinar miktarı, zerre miktarı olarak tesbit
edilebilecektir. En doğrusunu bilen
Allahü Teala'dır.
"Peygamberler, Melekler,
Mü'minler şefaat ederler. Cebbar olan Allah "Şimdi sıra Benim
şefaatimde" diye buyurur".
Bundan kastedilen mana şudur: Allahü
Teala yaratıklarından kendi katında mevki ve derece sahibi olan kullarının
şefaatlerini kabul ettikten sonra "geriye Benim şefaatim kaldı" diye
buyurur. Cehenneme düşenlerin Allah'ın emri ile oradan çıkarılmasına şefaat
isminin verilmesinde, anlaşılması zor olan bir durum sözkonusudur. Burada
kastedilen ise: Yaratılanlardan birinin şefaati olmaksızın Allah'ın cehenneme
düşenlerden bazılarını, o-radan çıkarması durumudur. Bunlara işaret için
"cehennemden bir avuç alır" deniliyor. Yani cehennemde hâla azab
görmekte olan
Mü'minlerden bir avuç alır. Bunlar
ise iman dışında hiçbir iyilikleri bulunmayan Mü'minlerden birtakım
topluluklardır. Onlar için hiçbir kimsenin şefaatine izin verilmemiştir. Allahü
Teala onları, kimsenin şefaati olmaksızın kendi fazlı ile cehennemden çıkarır.
Resulullah Aleyhisselâm en son
çıkarılanların cehennem dışında bir ırmağa atılmaları ve orada bitmeleri
hadisesini dünyada hissedilir şeylere temsil ederek "yabani reyhan
otlarını bir kaya ile bir ağaç arasında görmüşsünüzdür..." diye buyuruyor.
"Onların boyunlarına
gerdanlıklar takılır". Yani bu, onların tanınması için bir alamet olur.
Bunun için cennettekiler onlara: "Bunlar Rahman olan Allahü Teala'nın
azadh kullarıdır" derler. Cennete girip orada çok şey gördüklerinde
kendilerine "gördükleriniz ve bir o kadarı sizindir" denilir. Allah
Her şeyin en doğrusunu bilendir. Ey Allah'ım bizi affmla ve rahmetinle cennetine
koy. Amin. (Kasallanî şerhinden).
336. İmam Ebu Abdullah el-Buharî
Rahmetullahi Aleyh Sahih'inde C.9, s.131 ve sonrasında yine Kitabu't-Tevhid'de
"O Günde Bazı Yüzler Parlak Olarak Rabblerine Bakacaklardır"
mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babda şöyle bir rivayete yer veriyor:
Haccac ibnu Minhal der ki, Hemmam
ibnu Yahya Katade'den, o da Enes ibnu Malik Radıyallahil Anh'den Resulullah
Aleyhis-selâm'm şöyle buyurduğunu
rivayet etti:
. . .
"Kıyamet gününde Mü'minler
bekletilirler, öyleki bundan rahatsız olmaya başlarlar. Sonra; Birini
Rabb'imiz katında şefaatçi edinsek de, Rabb'imiz bizi bu yerimizde rahatlatsa,
derler. Adem Aleyhisselâm'a gelirler: "Sen Adem'sin, insanların babasısın,
Allah seni eliyle yarattı, seni cennetinde oturttu, meleklerini sana secde
ettirdi, sana her şeyin ismini öğretti, Rabbin katında bize şefaatçi olsan da,
bizi bu yerimizde rahatlatsa, derler. Adem Aley-hisselam : Bu makamda değilim,
der ve işlediği hatasını, kendisine yasak kılman ağaçtan yediğini hatırlatır
ve: Siz Nuh'a gidin, O Allah'ın yeryüzü ehline gönderdiği ilk nebisidir, diye
söyler Nuh Aleyhisselâm'a gelirler. O da : Ben bu mevkide değilim, der ve
işlediği hatasını, bilmeksizin Rabb'inden istekte bulunmasını hatırlatır ve :
Siz Halilu'r-Rahman'a gidin, diye söyler. İbrahim Aleyhisselâm'a gelirler. O da
: Ben bu mevkide değilim, der ve üç yerde yalan söylediğini hatırlatır:
"Ancak, siz Musa'ya gidin, Allah'ın kendisine Tevrat'ı verdiği,
kendisiyle konuştuğu ve münacaatta kendisine yaklaştırdığı kuldur, diye söyler.
Musa Aleyhisselâm'a gelirler. O da : Ben bu mevkide değilim, der ve işlemiş
olduğu hatasını, bir kişiyi öldürmesini hatırlatır: "Ancak siz, Allah'ın
kulu ve Resulü, ruhu ve kelimesi isa'ya gidin" diye söyler. Isa
Aleyhisselâm'a gelirler. O da : Ben bu mevkide değilim, ancak siz, Allah'ın
önceki ve sonraki günahlarını bağışladığı Mu-hammed Sallallahü Aleyhi ve
Sellem'e gidin, diye söyler. Bunun üzerine bana gelirler. Ben Rabb'imin
makamında O'nunla münacaatta bulunmak üzere izin isterim. Bana bunun için izin
verilir. O'nu gördüğümde hemen secdeye kapanırım. Allah dilediği kadar bir
süre beni bu hal üzere bırakır. Sonra: Kalk ey Muhammed, söyle dinlenecek,
şefaat et, şefaatin kabul edilecek, iste verilecek, diye buyurur. Ben başımı
kaldırırım, Rabbimi bana öğrettiği şekilde över (sena eder) ve O'na hamdederim.
Sonra şefaat ederim. Rabb'im benim kendileri için şefaatte bulunacağım bir topluluk
belirler. Sonra çıkar, onları cennete sokarım. -Ravi Katade der ki: Onun aynı
şekilde şöyle dediğini duydum: Sonra onları cehennemden çıkarır ve cennete
sokarım.- Sonra döner, Rabb'imin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. Bana izin verilir. O'nu gördüğümde derhal secdeye kapanırım.
Allahü Teala dilediği kadar bir süre beni o hal üzere bırakır. Sonra: Kalk ey
Muhammed, söyle dinlenecek, şefaat et şefaatin kabul edilecek, iste verilecek,
diye buyurur. Sonra şefaat ederim, Hakk Teala benim için haklarında şefaatte
bulunacağım bir topluluk belirler. Onları cehennemden çıkarır, cennete
sokarını. Sonra üçüncü kez dönerim, Rabb'imin huzuruna çıkmak üzere izin
isterim. Bana izin verilir. O'nu gördüğümde derhal secdeye kapanırım. Allahü
Teala dilediği kadar bir süre beni bu hal üzere bırakır. Sonra: Kalk ey Muhammed,
söyle dinleneceksin, şefaat et, şefaatin kabul edilecek iste istediğin
verilecek, diye buyurur. Başımı kaldırırım, Rabb'imi bana öğrettiği
övgülerle över ve O'na aynı şekilde hamdederim. Sonra şefaatte bulunurum. Hakk
Teala benim kendileri hakkında şefeatte bulunacağım bir topluluk belirler.
Çıkar onları cennete sokarım. 'Ravi Katade der ki: Onun şöyle söylediğini de
duydum: Çıkar, onları cehennemden çıkarır cennete sokarım1 Sonunda cehennemde
Kur'an'm tuttukları yani kendileri hakkında ebedî azab hükmü verilenler dışında
kimse kalmaz. Sonra şu ayet-i kerimeyi okudu: "Olur ki Rabb'in seni
övülmüş bir makama yükseltir", işte bu a-yet-i kerimede sözü edilen, Peygamberimiz
Aleyhisselâm'a vaadedilen 'övülmüş makam1 budur".[344][16]
Adem Aleyhisselâm yasak kılınan
ağaçtan yediğini hatırlatıyor. Bu yasak Kur'an-ı Kerim'de şöyle bildiriliyor:
"Ama şu ağaca yaklaşmayın yoksa zalimlerden olursunuz".
Nuh Aleyhisselâm'm bilmeksizin
Rabb'inden istekte bulunması ise "Ey Rabb'im oğlum benim âilemdendir"
demesidir.
ibrahim Aleyhisselâm'm üç yerde
yalan söylemesi : Birincisi Müşriklerin bayramına katılmamak için "Ben
hastayım" demesi, ikincisi : Putları kırdıktan sonra "olur ki şu en
büyükleri kırmıştır" demesi, üçüncüsü de hanımı Sare hakkında "o
benim kızkar de simdir" demesi. Bu sözler esasında doğrudan yalan olmayıp,
sözün değişik manada kullanılması, yani karşısındakinin kötülüğünden kurtulmak
için ayrı bir anlam kastedilerek kullanılmasıdır ama, yalan gibi görünen
sözlerdir. Ancak görünüşte yalan mahiyeti taşıdığı için İbrahim Aleyhisselâm
nefsi hakkında endişeye düşüyor. Bir kul Rabb'ini ne kadar iyi tanırsa O'ndan
korkmada, diğerlerine göre o derece ileride olur.
"Ben Rabb'imin makamında O'na
münacaat için izin isterim" yani sevdikleri için mesken kıldığı cennette.
Bu makam, şerefi itibariyle O'na izafe edilmiştir. (Kastallanî şerhinden).
Bu, cami için "Allah'ın
evi" yine Ka'be için "Allah'ın evi" denmesi gibidir. Bu ifade o
yerlerin şeref ve üstünlüğünü bildirmek için kullanılır. Yüce Allah Kur'an-ı
Keriminde : "İbrahim ve İsmail'e : 'Tavaf edenler, ibadete kapananlar,
rüku ve secde edenler için ev'imi temizleyin1 diye emretmiştik"
buyuroyar.
Yüce Allah Kur'an-ı Keriminde
"O'nun izni olmadan kendisinin katında kim şefaat edebilir" diye
buyurduğundan Resulullah Aleyhisselâm'da şefaatte bulunmak üzere Hakk Teala'dan
izin isteyecektir. Bunun için Resulullah Aleyhisselâm kendisine şefaat için
izin verildikten sonra Allah için secdeye kapanır, O'nu sena eder. ve O'na hamdeder. Bunları şefaat öncesinde yapar.
"Sonra bana izin verilir",
yani şefaatte bulunmama izin verilir. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de: O'nun izni
olmadan O'nun katında kim şefaat edebilir" buyuruluyor. Bir başka ayet-i
kerimede de: "Göklerde nice melek vardır ki, Allah dilediğine izin
vermedikçe ve razı olmadıkça, onların şefaati hiçbir işe yaramaz"
buyuruluyor.
"Kur'an-m tuttukları" yani
ebedî olarak cehennemde kalmaları gerekenler. Bunlar ise kâfirlerdir. Allahü
Teala onlar hakkında: "Onlar ebedî olarak cehennemde kalıcıdırlar"
buyuruyor. Bunlar bağışlanmaya da hak kazanamazlar. Çünkü Allahü Teala:
"Allah kendisine ortak koşulmasını nsla bağışlamaz. Bunun dışındaki
günahları dilediği için bağışlayabilir" buyuruyor. Bundan dolayı kâfirler
hakkında şefaatte bulunmak için kimse cür'et gösteremez. Çünkü onlar için
şefaatçi yoktur. Yüce Allah ayet-i kerimesinde: "Zalimlerin ne dostu ne de
sözü dinlenecek şefaatçisi olur" buyuruyor. Bu onlar hakkında şefaati
esas itibariyle nefy etmektedir. Farzı muhal, onlar için biri şefaatte bulunmak
istese de faydası olmaz. Çünkü kendisine şefaat izni verilmemiş olur. Yüce
Allah onlar hakkında: "Onlara şefaatçilerin şefaati de fayda vermez"
buyuruyor.
"Sonra şu ayet-i kerimeyi
okudu" sözünden anlaşıldığına göre ayet-i kerimeyi okuyan Resulullah
Aleyhisselam'dır. (Kastallanî Şerhinden).
337. İmam Buharı Rahmetullahi Aleyh,
C.9, s.146 ve sonrasında, Kitabu't-Tevbid'in 'Ttabb'in Kıyamet Gününde Peygamberlerle
Konuşması" başlıklı babında şöyle bir rivayete yer veriyor:
Yusuf ibnu Raşid, Ahmed ibnu
Abdullah'dan, o Ebu Bekr ibni Ayyaş'dan, o Humeyd'den, o da Enes Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir.
"Kıyamet günü olunca bana
şefaat etme yetkisi verilir. Ben: Ey Rabb'im kalbinde bir hardal miktarınca
imanı olanı cennete koy, derim. Onlar girerler. Sonra : Ey Rabbim, kalbinde en
küçük bir madde miktarınca imanı olanı cennete koy, derim. Enes Radıyallahü Anh
dedi ki: Ben âdeta Resulullah Aleyhisselâm'm parmaklarına bakıyor gibiyim,[345][17]
En küçük madde miktarınca iman ile
kastedilen, insanın kal-'bindeki inancın, onu Mü'min yapacak derece ve miktarda
olmasıdır. Yani kalbinde o kimseyi iman sınırından içeri sokacak kadar bir
inancın bulunmasıdır.
Enes Radıyallahü Anh: 'Ben âdeta
Resulullah Aleyhi s selâm'ın parmaklarına bakıyor gibiyim' diyor. Yani
Resulullah Aleyhisselâm ren küçük bir madde miktarınca' derken, parmağının ucunu
işaret ediyor ve küçüklüğünü ifade etmeye çalışıyor. Kastaüani diyor ki:
Hadisin diğer rivayetlerinde, Cenab-ı Hakk'ın Resulullah Aleyhisselâm'a,
kalbinde arpa tanesi miktarınca, hardal tanesi miktarınca vs. iman bulunanı
çıkarmasını emredeceği bildiriliyor. Burada ise Resulullah Aleyhisselâmın böyle
bir talebde bulunacağı ifade ediliyor. Bu farklılığın birleştirilmesi için:
Önce Resulullah Aleyhisselâm burada bildirildiği şekilde dilekte bulunur,
sonra Hakk Teala ona diğer rivayetlerde bildirildiği şekilde cevap verir,
denilmiştir. En doğru olanını Allah bilir. (Kastallanî şerhi).
338. imam Ebu Abdullah el-Buharî
Rahmetullahi Aleyh, C.9, s.l46'da, Kitabu't-Tevhid'in 'Kıyamet Gününde Rabb
Azze ve Celle'nin Peygamberlerle ve Diğerleriyle Konuşması' başlıklı babında şu
hadisi rivayet ediyor.
Süleyman ibnu Harb, Hammad ibnu
Zeyd'den, Ma'bed ibnu Hilal el-Anezl'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:
"Basra ahalisinden bazı kimseler
biraraya gelip Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'ın yanına gittik. Beraberimizde
Sabit el-Bunanî'yi de onun yanına götürdük. O bizim için şefaat hadisinden
soracaktı. Kendisini meskeninde bulduk. Vardığımızda kuşluk namazını
kılıyordu. îzin istedik. Yatağının üzerinde olaraktan bize izin verdi. Sabit'e
: Ona şefaat hadisinden önce herhangi bir şey sorma, diye söyledik. Sabit : Ey
Ebu Hamza, bunlar senin Basra ahalisinden kardeşlerin, sana şefaat hadisinden
soruyorlar, dedi. Enes Radıyallahü Anh de dedi ki: Muhammed Aleyhisselâm bize
şöyle söyledi: Kıyamet günü olunca insanlar birbirlerine karışırlar. Adem
Aleybisselâm'a gelirler. Ona: Bize Rabbin katında şefaat eyle, derler. O: Ben
bu durumda değilim, ancak siz İbrahim'e gidiniz, O Rahman'ın yakın dostudur,
der. İbrahim Aleyhisselâm'a gelirler. O da: Ben bu durumda değilim, ama siz
Musa'ya gidin, O Allah'la konuşandır, der. Musa Aleyhisselâm'a gelirler: O da:
Ben bu durumda değilim, ancak siz İsa'ya gidin, o Allah'ın ruhu ve kelimesidir,
der. İsa Aleyhisselâm'a gelirler. O da: Ben bu durumda değilim, ancak siz
Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e gidin, der. Bana gelirler, "ben bu
mevkideyim" derim ve Rabb'imin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. îzin
verilir. O zamanda bana, şu anda bilmediğim birtakım hamd sözleri ilham
edilir, ben bu hamd sözleriyle Rabb'ime hamdederim. O'na secde ederim. "Ey
Muhammed, başını ,kaldır, söyle söylediğin dinlenilecek, iste istediğin
verilecek, şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecek", denilir. Ben: Ey
Rabbim, Ümmetimi istiyorum, Ümmetimi istiyorum, derim. Hakk Teala: Ey Muhammed,
çık, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca imanı bulunan herkesi oradan (yani
cehennemden) çıkar, diye buyurur. Ben de çıkar ve bildirileni yaparım. Sonra
tekrar döner, aynı hamd sözleriyle O'na hamdederim. Sonra secdeye kapanırım.
"Ey Muhammed, başını kaldır, söyle söylediğin dinlenecek, iste istediğin
verilecek, şefaatte bulun şefaatin kabul edilecek", denilir. Ben : Ey
Rabbim, Ümmetimi istiyorum, Ümmetimi istiyorum, derim. Hakk Teala : Çık,
kalbinde zerre miktarınca yahut hardal tanesi büyüklüğünde iman bulunan herkesi
oradan (cehennemden) çıkar, diye buyurur. Ben de çıkar, söylenileni yaparım.
Sonra yine dönerim, aynı hamd sözleriyle O'na hamdederim. Sonra secdeye
kapanırım. Hakk Teala: "Ey Muhammed, başını kaldır, söyle söylediğin
dinlenecek, iste istediğin verilecek, şefaat et, şefaatin kabul olunacak"
diye buyurur. Ben: Ey Rabbim, Ümmetimi istiyorum, Ümmetimi istiyorum, derim.
Hakk Celle ve Âla : Çık, kalbinde bir hardal tanesinden çok çok çok küçük
miktarca iman bulunan herkesi çıkar, onları cehennemden çıkar, diye buyurur.
Ben de çıkar bunu yaparım". Kavi der ki: Enes Radıyallahü Ânh'ın yanından
çıktığımızda arkadaşlarımdan bazılarına : el-Hasen'e de uğrasak, o ebu
Halife'nin evine kapanıp duruyor, diye söyledim. Ona Enes ibnu Malik
Radıyallahü A rıh'm bize rivayet ettiği hadisi bildiririz. Yanma vardık, selam
verdik, bize izin verdi. Kendisine: Ey Ebu Saîd, sana kardeşin Enes ibnu
Malik'in yanından geldik, onun şefaat hakkında bize rivayet ettiğinin benzerini
duymamıştık, diye söyledik. "Onu okuyun bakalım" dedi. Hadisi
kendisine bildirdik. Burada zikredilen yere kadar okuduk. O, "okuyun
bakalım" dedi. Biz "bundan fazla bir şey söylemedi" dedik. Bunun
üzerine: "O, yirmi sene önce bu hadisin tamamını bana bildirmişti,
bilmiyorum unuttu mu yoksa usanırsınız diye tamamını okumaktan çekindi mi"
diye söyledi. Biz: "Sen bize bildir" dedik. Güldü ve şöyle söyledi:
insan aceleci o-larak yaratılmıştır. Bunu hatırlatmaktaki maksadım size rivayet
etmekti. Bana da size rivayet ettiği gibi rivayet etti ve sonra şöyle devam
etti: "Sonra dördüncü kez dönerim, aynı hamd sözleriyle O'na hamdederim.
Sonra O'na secdeye kapanırım. "Ey Muhammed, başını kaldır, söyle
söylediğin dinlenecek, iste istediğin verilecek, şefaat et şefaatin kabul
edilecek" denilir. Ben: Ey Rabbim, la ilahe illallah: Allah'tan başka ilah
yoktur, diyen herkes için bana izin ver, derim. Hakk Teala: izzetime, Celalime,
Yüceliğime ve Büyüklüğüme yemin olsun ki, Allah'tan başka ilah yoktur, diyen
herkesi oradan (cehennemden) çıkaracağım, buyurur".[346][18]
"Kıyamet günü olunca insanlar
birbirlerine karışırlar" yani, bu günün şiddeti dolayısıyla birbirlerine
girerler.
Buradaki rivayette Adem
Aleyhisselâm'ın: "Siz İbrahim'e gidin" diyeceği bildiriliyor. Diğer
rivayetlerde ise Adem Aleyhis-selâm'm insanları Nuh Aleyhisselâm'a göndereceği
bildiriliyor. Biz deriz ki: Olur ki Adem Aleyhisselâm : Nuh'a veya ibrahim'e
gidin, diyecektir. Raviler hadisi özet halinde verdikleri için burada Nuh
Aleyhisselâm'm ismini zikretmemişlerdir. Yahut raviler unutarak Nuh
Aleyhisselâm'ı atlamış olabilirler. En doğrusunu Allah bilir.
"Rabb'imin huzuruna çıkmak üzere izin isterim" yani
şefaat talebi amacıyla böyle bir izin isterim. Bu şefaat insanlar arasında
hüküm verilmesini istemek içindir. Bu konuda daha önce yeterli açıklama
yapıldı. el-Bezzar Müsned'inde Resulullah Aleyhis-selâm'ın "Ey Rabb'im
yaratıkların hesabını hızlandır" diyeceği bildirilmektedir.
Sonra her Ümmet kime kulluk ediyor
idiyse onunla birlikte gider. Sonra cehennem getirilir, mizanlar (hesab
terazileri) konur, sahifeler dağıtılır, Sırat
yerleştirilir, bunun gibi bütün dehşetengiz işler olur. isyankârlar
cehenneme girer.
Resulullah Aleyhisselâm müteakib
sözlerinde diğer şefaatlerini açıklam ak tadır.
"Çok çok çok küçük iman".
Bazı nüshalarda buradaki çok kelimesi iki kere tekrar ediliyor. Kuşmeyhenî'nin
rivayetinde ise üç kere tekrar edilmektedir. Kastallanî diyor ki: Tekrarın
faydası azlığı te'kiddedir. Bununla çok çok az imana sahib olana bile Resulullah
Aleyhisselâm'm şefaat edeceği bildirilmiş oluyor. Çok çok az iman ise sadece,
Resulullah Aleyhisselâm'm bildirdiklerini doğrulamaktan ibaret olup amelle
desteklenmeyen imandır.
Rivayette Hasan-ı Basri'nin ebu Halife'nin
evine kapandığı bildiriliyor. Burada adı geçen ebu Halife, ebu Halife
et-Taî'dir. Hasan-ı Basri Rahmetullahi Aleyh'in onun evine kapanması ise
Haccac-ı Zalim'den korkması sebebiyledir.
"Allah'tan başka ilah yoktur
diyen herkes" denilirken "Muhammed O'nun Peygamberidir" sözüyle
birlikte diyenler kastediliyor. Resulullah Aleyhisselâm'm : "Ey Rabb'im,
Allah'tan başka ilah yoktur diyen herkes için bana izin ver" demesi
karşısında Cenab-ı Hakk'ın : "izzetime, Celalime, Yüceliğime ve
Büyüklüğüme yemin olsun ki, Allah'tan başka ilah yoktur" diye buyurmasının
anlamı şudur: Bunu yapacak olan sen değilsin, yani senin şefaatinle değil, bu
işi kendi zatım olarak yaparım. Kendi ismimin yüceliği ve birliğimin şanı
adına bunu yaparım.
"Allah'tan başka ilah yoktur"
diyenin cehennemden çıkarılması, bu söylediğini kalbi ile de tasdik etmesi
halindedir. Bu sözü diliyle söyleyip kalbiyle inanmayan münafık, bu nimete
kavuşamaz. Bunun için Resulullah Aleyhisselâm : "Kıyamet gününde insanlar
içinden şefaatim ile en çok mutlu olacak olan; inanarak ve kalbiyle tasdik
ederek "Allah'tan başka ilah yoktur" diyen kimsedir" diye
buyuruyor. Allahü Teala'nın ilâhi lütfuna mazhar olacak olanlar da, bu sözü
kalbiyle inanarak söyleyenlerdir. Bu inancı ameller ile meyvesini vermiş olmasa
da. Resulullah Aleyhisselâm'm şefaatinden yararlanacak olan ise, inancı, iyi
amel ile meyvesini vermiş olanlardır. Bu husus Şerhu'l-Mişkât'ta bildiriliyor.
En doğru olanı bilen Allah'tır. (Kastallanî
şerhinden).
Şefaat
Hadîslerinin Sahih-İ Müslim'de
Geçen Rivayetleri 2
339. Hadisin
Şerhi 3
341 Hadis-i
Şerif İse 5
34L Hadisin
Şerhi: 7
342. Hadisin
Şerhi: 8
34a Hadisin
Şerhi: 10
344 - 345.
Hadislerin Şerhi: 11
346. Hadisin Şerhi 13
Sünen-İ Nesâîden
Şefaat Hadisi 13
347. Hadisin
Şerhi: 14
SÜNEN-İ Tirmizrden
ŞEFAAT HADİSİ 15
348. Hadisin
Şerhi: 16
İmam Ibnu
Mace'nin Sünen'ınden Şefaat Hadisi 16
349. Hadisin
Şerhi: 17
350. Hadisin
Şerhi: 18
Kulun
Kıyamet Gününde Rabb'inin Huzurunda Durması
İle İlgili Rivayetler 18
Peygamberlere
Tebliğin Sorulması 18
351 - 352.
Hadislerin Şerhi: 19
"Mü'min
Rabbine O Kadar Yaklaşır Ki Üzerine Örtüsünü Veya Rahmetini Koyar" Hadisi 20
353. Hadisin Şerhi 20
354-356.
Hadislerin Şerhi: 22
"Kıyamet
Gününde Ademoğlu Getirilir Allahü Taala'nın Huzurunda Durdurulur..."
Hadisi 23
357. Hadisin
Şerhi 23
"Kur'an
Ve Benim Zikrimin, Kendisini Benden İstekte
Bulunmaktan Alıkoyan İnsan..."Hadisi 23
"Nuh
Aleyhısselam'a 'Tebliğ Ettin Mı?1 Diye
Sorulması 24
359 36L Hadislerin Şerhi: 25
Cennet Kafirlere
Haram Kılınmıştır, Yakınlık
Da Onlara Fayda Vermez İbrahim Kıyamet Gününde Azer İle Buluşur1 Hadîsi 25
362. Hadisin
Şerhi 25
363-367.
Hadislerin Şerhi: 27
Cennet Ve
Cehennemin Münakaşası Cehennemin Şikayeti 28
368 - 377.
Hadislerin Şerhi: 30
"Cehennem Rabb'ine
Şikayette Bulundu..." Hadisi 33
378 378.
Hadisin Şerhi: 33
Resulullah Aleyhisselam'ın Havzı
İle İlgili Rivayetler Havz Hadîsi 33
379 - 384.
Hadislerin Şerhi: 35
Kıyamet
Gününde Ölümün Kesilmesi Sırat Üzerinde
Ölümün Kesılmesînî Bildiren hadîs 39
385 - 386.
Hadislerin Şerhi: 39
"Allahü
Teala: 'Kimin Kalbinde Bir
Hardal Tanesi Ağırlığında İman
Bulunursa Onu Çıkarın1 Diye
Buyurur..." Hadisi. 40
387 - 388.
Hadislerin Şerhi: 40
Cennet Ve
Cehennemin Etrafını Saranlar
Ve Cehennem Ehlinin Yiyeceği 41
"Cennet
Nefse Hoş Gelmeyen Şeylerle,
Cehennem De Nefsin Hoşlandığı Şeylerle 41
Çevrilmiştir...1'
Hadisi . 41
389-390.
Hadislerin Şerhi: 42
"Cehennem Ehlinde
Bir Açlık Görülür..." Hadisi 43
39L Hadisin
Şerhi: 44
Mü'minuerin
Kabe'lerini Görmesi Ve
Allahu Teala'nın Cennet Ehline
Hitabı 45
Mü'mınlerin
Ahırette Rabb'lerlnl Göreceklerinin Îsbatı1 Île İlgili Hadîs 45
392 - 395.
Hadislerin Şerhi: 46
'Allahü
Tealanın Cennet Ehline Hitabı İle İlgili Hadis 46
396-397.
Hadislerin Şerhi: 47
'Cennet
Ehlinden Bazılarının Ekim İçin Kabe'lerinden İzin İstemelerine Dair' Hadis 48
39a Hadisin
Şerhi: 48
Cennet
Pazarı Hadisi 48
399 - 400.
Hadislerin Şerhi: 50
Şefaat Hadîslerinin Sahih-İ
Müslim'de Geçen Rivayetleri
339. Kastallanî'nin hamişine göre,
C.2,s.lO7!de, "Mü'min-lerin Ahirette Rabbleri Sübhanehu ve Teala'yı
Görmelerinin İsbaü" başlıklı babada geçen rivayet:
Zuheyr ibnu Harb Yakub ibnu İbrahim
den, o babasından, o îbnu Şihab'dan, o Ata ibnu Yezid el-Leysî'den, Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'ın şöyle bildirdiğini r ivayet etmiştir:
"Birtakım kimseler Resulullah
Aleyhisselâm'a : Ey Allah'ın Resulü, kıyamet gününde Rabb'imizi görür müyüz?
diye sordular. Resulullah Aleyhisselâm'da: Ondördüncü gecesinde ayı görmekte
zorlanıyor musunuz? diye buyurdu. Soranlar: Hayır, Ey Allah'ın Resulü, dediler.
Resulullah Aleyhisselâm: Önünde bulut olmadığı bir zamanda güneşi görmekte
zorlanıyor musunuz? diye buyurdu. "Hayır" dediler. Bunun üzerine Resulullah
Aleyhisselâm şöyle buyurdu: Siz de işte
O'nu bu şekilde görürsünüz. (Yani nasıl ayı ve güneşi sözkonusu zamanlarda
görmekte zorlanmıyorsanız,, Al-lahü
Teala'yı kıyamet gününde görmekte de zorlanmayacaksınız). Cenab-ı Hakk: Kim
herhangi bir şeye kulluk ediyor idiyse, ona uysun, diye buyurur.
Bunun, üzerine kim güneşe tapıyor idiyse, güneşe uyar, kim aya tapıyor
idiyse aya uyar, kim de tağutlara tapıyor idiyse putlara uyar. Ortada,
içlerinde münafıkları da bulunmak üzere sadece bu Ümmet kalır. Allah Tebareke
ve Teala bildiklerinden farklı bir
suretle onlara tecelli
eder: "Ben sizin Rabb'inizim" diye buyurur. Onlar:
"Biz senden Allah'a sığınırız, Rabb'imiz bize tecelli edinceye kadar biz
burada bekleyeceğiz, Rabb'imiz tecelli ettiğinde biz O'nu tanırız",
derler. Bundan sonra . Allah,
bildikleri suret üzere
onlara tecelli eder:
"Ben sizin
Rabb'inizim" der. Onlar da: "Sen bizim Rabb'imizsin" derler ve
O'na uyarlar. Cehennemin üzerine sırat adlı köprü kurulur. Ben ve Ümmetim o
köprüden ilk geçenler oluruz. O günde Peygamberlerden başkası konuşmaz.
Peygamberlerin o gündeki duaları da: "Ey Allah'ım kurtar, kurtar"
şeklindedir. Cehennemde büyük kan-calak vardır. Siz deve dikeni (se'dân) gördünüz
mü? Oradakiler: "Evet, Ey Allah'ın Resulü" dediler. Resulullah
Aleyhisselâm şöyle devam etti: îşte o kancalar deve dikeni (se'dân) gibidir.
Ancak onların büyüklüğünün ne
kadar olduğunu ancak
Allah bilir, insanları
amellerine göre kapar. Bunlardan amelinden dolayı kalan bağlılar vardır.
Amelinden dolayı ceza çekip kurtulacak olan vardır. Yüce Allah kulları
arasındaki hükmünü tamamlayıp kendi rahmeti ile cehennemliklerden bazılarını
oradan çıkarmak istediğinde, meleklere Allah'a herhangi bir şeyi ortak
koşmayanlardan Allah'ın kendilerine rahmet etmek istediklerini çıkarmalarını
emreder. Bunlar 'Allah'dan başka ilah yoktur' diyenlerdendirler. Melekler
onları cehennemde tanırlar, onları üzerlerindeki secde izlerinden
tanırlar. Cehennem ateşi Ademoğlunun
secde izleri dışındaki her yerini yer (yakar). Allah cehennem ateşine secde izlerini
yemesini haram kılmıştır. Bunlar ciltleri kavrulmuş bir halde cehennemden
çıkarılırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür. Selin getirdiği yrğmlardaki
tanenin bitmesi gibi, bunlar, onunla (hayat suyuyla) biterler. Sonra Allahü
Teala kulları arasındaki bütün hükümlerini tamamlar. Bundan sonra yüzü
cehenneme dönük bir adam kalır. Bu, cennet ehlinden, cennete girenlerin en
sonuncusudur. Adam: Ey Rabb'im yüzümü cehennem yönünden başka bir yöne çevir,
rüzgarı beni kavurdu ve ateşi beni yaktı, der. Allah'ın dilediği kadar bir süre
bu şekilde Allahü Teala'ya dua eder. Sonra Allah Tebareke ve Teala: Senin için
bunu yaparsam, Benden başka bir istekte bulunur musun? diye buyurur. Adam:
Senden başka bir şey istemem, der ve Rabb'ine kesin sözler verir, Allah'ın
dilediği şekilde ahidlerde bulunur. Allahü Teala da onun yüzünü cehennem
yönünden başka bir yöne çevirir. Cennet tarafına dönüp onu görünce Allah'ın
dilediği kadar bir süre suskun kalır. Sonra: Ey Rabb'im, beni cennetin kapısına
yanaştır, der. Bunun üzerine Allahü Teala: Sen Benim sana verdiğimden başka
bir şey istemeyeceğin üzere kesin
söz verip, ahidde bulunmamış
miydin? Yazık sana ey Ademoğlu, ne
kadar da sözünde
durmazsın! diye buyurur. Adam "Ey Rabbim" der ve Allah'a dua
eder. Sonunda Allahü Teala: Sana bu istediğini de verirsem başka bir şey ister
misin? diye buyurur. Adam: İzzetine yemin olsun ki, hayır, der. Rabb'ine
istediği şekilde kesin sözler verir ve ahidlerde bulunur. Allah da onu cennetin
kapısına yanaştırır. Adam cenne-1 tin kapısında durunca cennetin bütün
güzellikleri ona görünür.
İçindeki hayır ve neşeyi görür.
Allah'ın dilediği kadar bir süre suskun kalır. Sonra : Ey Rabb'im beni cennete
sok, der. Allah Teba-reke ve Teala ona: Sen, sana verdiğimden başkasını Benden
istemeyeceğine dair kesin söz verip ahidde bulunmamış miydin? Yazık sana ey
Ademoğlu, ne kadar da sözünde durmazsın! diye buyurur. Adam: Ey Rabb'im,
yaratıklarının en fenası ben olmayr-ayım, der ve Allahü Teala'ya dua edip
durur. Öyleki sonunda Al-lahü Teala ona güler, Allahü Teala ona güldüğünde
kendisine: Cennete gir, diye buyurur. Cennete girdiğinde Allahü Teala ona:
Dilekte bulun, der. Adam Rabb'inden ister ve dilekte bulunur. Hatta Allahü
Teala, şunlardan şunlardan iste diye ona hatırlatma yapar. Öyleki adamın
istekleri sona erince Allahü Teala ona: Bütün bunlar ve bir o kadarı senindir,
buyurur.
Ravi Ata ibnu Yezid der ki: Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh bu hadisi rivayet ederken Ebu Saîd Radıyallahü Anh'da
yanındaydı. Ebu Hureyre Radıyallahü Anh Allahü Teala bu adama: 'Bir o kadarı
da senindir' diye buyurdu" sözüne gelinceye kadar Ebu Saîd Radıyallahü anh
onun hiçbir sözüne itiraz etmedi. Bu söze gelince ise: "On katı kadarı, ey
ebu Hureyre" diye söyledi. Ebu Hureyre: "Bu ve bir o kadarı
senindir" sözünden başkasını ezberlemiş değilim, dedi. Ebu Saîd
Radıyallahü Anh: Şehadet ederim ki, ben Resulullah Aleyhisselâm'dan "bu ve
on katı kadarı senindir" sözünü ezberledim, dedi. Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh aynı zamanda şöyle dedi: Bu adam cennetlikler arasından cennete en son
giren adamdır.[347][1]
Bu hadisin şerhi Nevevî'nin, Sahih-i
Müslim Şerhinden alınmıştır, (C.2,s.lO8).
"Tağutlar" hakkında
el-Leys, Ebu Ubeyde, Kisâî ve bazı dil bilginleri diyorlar ki: Tağut,
Allah'dan başka kendisine tapınılan her şeyi ifade eder. Ibnu Abbas, Mukâtil ve
el-Kelbî ise: Tağut, şeytandır, demişlerdir. Tağutların putlar olduğu da
söylenmiştir. Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: "Hakem
olarak tağuta başvurmak istiyorar. Oysa kendilerine onu inkar etmeleri emredilmişti.
"Burada tağut tekil anlamdadır. Çoğul anlamda da kullanıldığı olmuştur.
"Küfredenlere gelince onların dostları tağutlardır. Bu tağutlar onları
aydınlıktan karanlığa götürürler" mealindeki ayet-i kerimede ise çoğul
anlamdadır.
"Ortada içlerinde münafıkları
da bulunmak üzere sadece bu Ümmet kalır". Alimler diyorlar ki: Münafıklar
ahirette, hesaptan önce Mü'minlerin arasında yer alacaklardır, çünkü
dünyadayken Mü'minlerin arasında kendilerini gizliyorlardı. Ahirette de aynı
şekilde Mü'minlerin arasında gizlenecek, onların gittiği yola gidecekler.
Onların topluluğuna katılacaklar, onlara uyacaklar, onların nurlarına
girecekler. Ama sonra aralarına kapısı bulunan bir duvar konacak. Bu duvarın iç
kısmı rahmet, dış kısmı ise azab olacaktır. Münafıklar dışarıda kalacak,
Mü'minlerin nuru da onlardan ayrılacaktır. Bazı âlimler diyorlar ki:
Resulullah Aleyhis-selâm'm havzmdan kovulanlar işte bunlardır. Kendilerine
"uzak durun, uzak durun" denilecek. En doğru olanı bilen Allah'tır.
(Cenabı Allah'ın sureti ve tecellisi
konusuyla ilgili olarak kitabın burasında, selef ve halef âlimlerinin görüşleri
açıklanmaktadır. Aynı açıklamalar daha önceki hadislerin şerhinde geçtiği için
burada yeniden verilmesine
gerek görmüyoruz - Mütercim).
"Sen bizim Rabb'imizsin, derler
ve O'na uyarlar". Yani cennete girmeleri üzere kendilerine verdiği emre
uyarlar. Yahut, kendile rini cennete götürecek olan meleklerine uyarlar.
"Cehennemin üzerine sırat adlı
köprü kurulur". Bu sözden Sırat'ın kesin kurulacağı anlaşılmaktadır.
Ehlu'1-Hakk (Ehli Sünnet) mezhebi de bu inanç üzeredir. Selef Sırat'ın
kurulacağı üzerine icma etmiştir. Bu ise cehennemin üzerine kurulan bir
köprüdür. Bütün insanlar bunun üzerinden geçerler. Mü'minler hallerine göre
kurtulurlar. Yani derecelerine göre farklı şekillerde kurtulurlar. Diğerleri
cehenneme düşerler. Yüce Allah lütfuyla, keremiyle, insanıyla bizi böyle bir
sonuçtan korusun. Amin
"O günde Peygamberlerin duaları:
"Ey Allah'ım kurtar, kurtar" şeklindedir". Böyle söylemeleri son
derece şefkatli olmalarından ve insanlara acımalarmdandır. Buradan anlaşılıyor
ki, dualar yapıldığı yere göre farklılık arzeder, her mevkide, oranın yapısına
uygun dua yapılır.
"İnsanları amellerine göre
kapar". Yani kötü amellerine göre, yahut ameldeki derecelerine göre kapar
(yakalar, yakar).
"Cehennem ateşi Ademoğlunun
secde izeri dışındaki her yerini yer". Bu sözün zahirî anlamına göre,
cehennem ateşi, insanın yedi secde azasını yemez. Bazı âlimler de böyle
söylemişlerdir. Kadı Iyaz ise bu görüşe itiraz ederek: Secde izinden kastedilen
sadece alındır, demiştir.
"Sonunda Allahü Teala ona
güler", âlimler dediler ki: Allah'ın ona gülmesi, ondan razı olması,
nimetlerini vermesi ve duasını kabul etmesi anlammadır.
"Allahü Teala 'şunlardan
şunlardan iste' diye hatırlatma yapar". Yani Cenab-ı Hakk ona
nimetlerinin çeşitlerini sayar, şu şeyden şu şeyden dile, diye kendisine
bildirir.
340. Muhammed ibnu Rafı,
Abdurrezzak'tan, o Ma'mer-'den, Hemmam ibnu Münebbin'in; 'Bunlar Bize Ebu
Hureyreduğunu bildirdi. Bunlardan biri şöyledir:
Resulullah ALeyhisselâm buyurdu ki:
"Sizden birinin cennetteki en
aşağı mevkisi, ona (Cenab-ı Hakk'ın); Dilekte bulun" demesidir. O dilekte
bulunur, dilekte bulunur. Sonunda (Hakk Teala): "Dilekte bulundun
mu?" diye sorar O: "Evet" der. (Cenab-ı Allah) :
"Dilediklerinin hepsi ve bir o kadarı senindir" diye buyurur.[348][2]
Suveyd ibnu Saîd, Hafs ibnu
Meysere'den, o Zeyd ibnu Es-lem'den, o Ata ibnu Yesar'dan, o da Ebu Saîd el-
Hudrî'den rivayet eder ki, Resulullah
Aleyhisselâm zamanında bazı kimseler:
"Ey Allah'ın Resulü, kıyamet
gününde Rabb'imizi görür müyüz? diye sordular. Resulullah Aleyhisselâm'da:
Evet, deyip, "Gündüzün öğle vaktinde, hava açık, gökyüzü bulutsuz olduğu
bir zaman güneşi görmekte zorlanıyor musunuz? Aynı şekilde ondördüncü
gecesinde, hava açıkken gökyüzü bulutsuz olduğu bir zaman da ayı görmekte
zorlanıyor musunuz?" diye sordu. Oradakiler: "Hayır, Ey Allah'ın
Resulü", dediler. Bunun üzerine Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
İşte bunlardan birini görmekte nasıl zorlanmıyorsanız, Allah Tebareke ve
Teala'yı görmekte de aynı şekilde zorlanmayacaksınız. Kıyamet günü olunca bir
çağına: "Her topluluk kime tapıyor idiyse ona uysun" diye çağırır.
Putlara olsun, dikili taşlara olsun, Allah'tan başka herhangi bir şeye
tapanlardan hiçbiri ortada kalmaksızın hepsi birbiri ardına cehenneme dökülür.
Sonunda iyisi olsun, günahkarı olsun, yalnız Allah'a kulluk edenlerle ehl-i
kitabın artakalanları meydanda kalır. Daha sonra yahudiler çağrılır;
kendilerine: 'Siz neye tapıyordunuz?' diye sorulur. Onlar: 'Allah'ın oğlu
Uzeyr'e tapardık' derler. 'Yalan söylediniz, Allah'ın ne bir eşi ne de bir
çocuğu vardı, siz ne istiyorsunuz?' denilir. Onlar: 'Susadık, ey Rabb'imiz,
bizi sula' derler. Onlara işaret edilir, 'Oraya varmaz mısınız?' denilir.
Cehenneme üşüşürler. Orası bir serap gibidir.
Birbirlerini iteklerler. Peşpeşe
cehenneme dökülürler. Sonra hristiyanlar çağrılır. Kendilerine: 'Siz neye tapıyordunuz?'
denilir. 'Biz Allah'ın oğlu Mesih'e tapardık' derler. Kendilerine: 'Yalan
söylediniz, Allah ne bir eş ne de bir çocuk edindi' denilir. Sonra: 'Siz ne
istiyorsunuz?' diye sorulur. Onlar: 'Ey Rabb'imiz, susadık, bizi sula1 derler.
Onlara işaret edilir. 'Oraya varmaz mısınız?' denilir. Bir serap görmüşcesine
cehenneme üşüşürler, birbirlerini iteklerler. Sonra peşpeşe cehenneme
dökülürler. Iyisiyle günahkârıyla ortada, Allah'tan başkasına kulluk
etmeyenlerin dışında kimse kalmayınca, alemlerin Rabb'i Subhanehu ve Teala,
onlara gördükleri suretin en ednâsıyla tecelli eder: 'Siz neyi bekliyorsunuz?
Her topluluk taptığı şeye uyuyor' diye buyurur. Onlar: 'Biz dünyada kendilerine
en çok muhtaç olduğumuz zamanda bu insanlardan ayrıldık, onlarla dostluk
kurmadık' derler. Hakk Teala: 'Ben sizin Rabb'inizim' der Onlar: 'Biz senden
Allah'a sığınırız, biz Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayız' diye iki veya üç
kere söylerler. Sonunda içlerinden bazıları değişecek gibi olur. Cenab-ı Hakk:
'Sizinle O'nun arasında, kendisini tanımanıza yardımcı olacak bir işaret var
mıdır?' diye buyurur. Onlar: 'Evet1 derler. Bacağım açar. Dünyadayken
içtenlikle ve gönülden kim secde edivor idiyse, bunların hepsinin orada da
secde etmesine Allah izin verir, hepsi secdeve varır. Dünyadayken onun bunun
korkusuyla veya gösteriş için secde edenlerin ise, hepsinin sırtındaki kemiklerini
Allahü Teala bir tabaka haline getirir, her ne zaman secde etmek isteseler
enselerinin üzerine düşerler. Secde edenler daha sonra başlarını kaldırırlar, o
zaman Allahü Teala'nm tecellisi ilk gördükleri surete dönmüştür. Hakk Teala:
'Ben sizin Rabb'inizim' diye buyurur. Onlar: 'Sen bizim Rabb'imizsin' derler.
Sonra cehennemin üzerine bir köprü kurulur ve şefaat yetkisi verilir (Şefaat
edenler): 'Ey Allah'ım kurtar, kurtar' derler. Resulullah Aleyhisselâm'a:
'Köprüden kastedilen nedir?' diye soruldu. Resulullah Aleyhisselâm da şöyle
buyurdu: 'O, gevşek, kaygan bir şeydir. Üzerinde mengeneler, kerpetenler
türünden bir takım şeyler vardır. Ayrıca Necd bölgesinde yetişen ve Se'dân adı
verilen dikenli ağaçlara benzer dikenleri vardır. Mü'minler oradan , göz bakışı
gibi veya yıldırım gibi, yahut rüzgar gibi, yahut kuş gibi, yahut iyi koşucu
at gibi, yahut binek atı gibi geçerler. Onlardan bir kısmı selametle kurtuluşa
erer, bir kısmı birtakım yaralar alarak geçer, bir kısmı da cehennem ateşine
düşer. Nefsim elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizden birinin dünyadayken
bir hakkının alınması veya kapalı meselenin açığa çıkması için Allah'a dua ve
niyazda bulunması, kıyamet gününde cehenneme girmiş olan Mü'minlere şefaatçi
olmak için Allahü Teala'ya dua ve niyazda bulunmasından daha şiddetli ve
ısrarlı değildir.' Mü'minler kardeşleri için: "Ey Rabb'imiz, onlar bizimle
beraber oruç tutar, namaz kılar, hacc ederlerdi" derler. Onlara:
"Gidin tanıdıklarınızı çıkarın" denilir. Bunların derileri cehennem
ateşine haram kılınır. (Yani bunlar kardeşlerini çıkarmak üzere cehenneme girdiklerinde
cehennem ateşi onları yakmaz). Pek çok insanı oradan çıkarırlar. Cehennem ateşi
bunların baldırlarının yarısına ve dizlerine kadar ulaşmıştır. Sonra: "Ey
Rabb'imiz, kendileri hakkında bize emir buyurduklarından cehennemde kimse
kalmadı" derler. Hakk Teala: 'Tekrar gidin, kalbinde bir dinar ağırlığında
hayır bulduklarınızı çıkarın' diye buyurur. Kalabalık bir topluluğu çıkarırlar.
Sonra: 'Ey Rabb'imiz, haklarında bize emir buyurduklarından kimse bırakmadık'
derler. Sonra Yüce Allah: 'Tekrar gidin, kalbinde bir dinarın yarısı
ağırlığında hayır bulduklarınızı çıkarın1 diye buyurur. Kalabalık bir topluluk
daha çıkarırlar. Sonra: 'Ey Rabb'imiz, orada iyilik sahibi hiçbir kimse
bırakmadık' derler. Ebu Saîd Radıyallahü Anh dedi ki; Eğer siz beni bu hadis
hususunda doğrulamıyorsanız, isterseniz şu ayeti okuyun "Allah bir zerre
ağırlığınca bile zulmetmez, eğer iyilik olursa onu kat kat yapar, ve kendi,
katından büyük bir karşılık verir". Allah Azze ve Celle bütün bunlardan
sonra: 'Melekler şefaat etti, Peygamberler şefaat etti, Mü'minler şefaat etti,
sadece rahmet edicilerin en merhametlisinin şefaati kaldı' diye buyurur. Bundan
sonra cehennemden bir avuç (Kabza) alır, oradan hiç hayır nedir bilmeyen bir
topluluk çıkarır. Bunlar kömürleşmiş bir haldedirler. Bunları cennetin
girişlerinde bir nehire atar. O nehire 'hayat nehri1 denilmektedir. Selin
getirdiği yığındaki tanenin çıkması gibi oradan çıkarlar. Görmez misiniz, taşın
veya ağacın güneş yönüne gelen tarafı hafif sararmış ve yeşilimsi olarak
görünür. Gölge tarafına gelen kısmı ise beyaz olur. Oradakiler: 'Ey Allah'ın
Resulü, sen âdeta, sahrada çobanlık yapmış gibisin1 dediler. Resulullah
Aley-hisselâm sözüne şöyle devam etti: İnci gibi çıkarlar. Boyunlarında
mühürler vardır. Cennet ehli onları tanır. Bunlar Allah'ın azadlılarıdır,
işledikleri bir amel olmaksızın, önden gönderdikleri bir hayır bulunmaksızın
Allah onları cennete koymuştur. Sonra Cenab-ı Allah onlara: 'Cennete girin,
gördükleriniz sizindir1 diye buyurur. Onlar: 'Ey Rabb'imiz, alemlerden kimseye
vermediklerini bize verdin' derler. 'Size Benim katımda bundan daha üstünü
vardır' denilir. Onlar: 'Ey Rabb'imiz, bundan daha üstün ne olabilir' derler.
Yüce Allah: 'Rızam, artık bundan sonra Ben ebediyen size kızmam' diye buyurur"
Bir rivayette "Hiçbir amel
işlemeksizin, hiçbir hayır göndermeksizin Allah bunları cennetine koydu.
Onlara: 'Bu gördükleriniz ve bir o kadarı sizindir' denilir" diye ilave
vardır. [349][3]
"Orası bir serap gibidir.
Birbirlerini iteklerler". Yani kafirler susamış vaziyette cehenneme
gelirler. Onu su zannederler, içine atlarlar. Oranın ateşinin şiddeti
dolayısıyla birbirlerini iterler.
"Alemlerin Rabb'i onlara
gördükleri suretin en ednâsıyla tecelli eder". Suret, sıfat anlammadır.
"Gördükleri" ise bildikleri anlamına gelmektedir. Yani Mü'minlerin
dünyadayken bildikleri sıfatlar kastediliyor. Allahü Teala hiçbir şeye
berîzetilemez. Hiçbir şey O'nun benzeri değildir. Mü'minler kıyamette önce Hakk
Tea-la'nm, bildikleri sıfatının dışında bir sıfatla tecelli ettiğini (veya daha
önce geçtiği gibi meleklerinden birinin tecelli ettiğini) görürler. Bu yüzden
ondan Allah'a sığınırlar ve iki ya da üç kere: Biz Allahü Teala'ya hiçbir şeyi
ortak koşmayız, derler.
"Bacağını açar". îbnu
Abbas ve dil âlimlerinin geneli buradaki "bacak" kelimesini 'şiddet'
olarak tefsir etmişlerdir. Yani şiddet ve korkulu durum ortaya çıkar. Bu
Arapların şiddetli durumlar için kullandığı bir darb-ı meseldir. Bunun için:
"Savaş bacak üstüne koptu" derler. Bunun da aslı şudur: İnsan
şiddetli bir durumla karşılaşınca, sıkıntılı bir durum görünce, kollarını sıyırır
ve baldırlarını açar.
"Bir kısmı selametle kurtulur,
bir kısmı birtakım yaralar alarak geçer, bir kısmı da cehennem ateşine
düşer". Yani oradan (sırattan) geçenler üç derece olurlar: Bazıları
hoşlanmayacakları bir durumla karşılaşmaksızm selametle geçerler, bazıları birtakım
yaralar alır sonunda geçer ve kurtuluşa ererler, bazıları da kapılıp cehennem
ateşine atılır.
"Sizden birinin dünyadayken bir
hakkının alınması veya bir kapalı
meselenin açığa çıkması içi Allahü Teala'ya dua ve
niyazda bulunması, kıyamet gününde cehenneme girmiş olan Mü'minlere
şefaatçi olmak için Allahü Teala'ya dua ve niyazda bulunmasından daha şiddetli
ve ısrarlı değildir." Yani sizden birinin dünyadayken başına bir iş
geldiğinde veya bir durum anlaşılmaz hâl aldığında bunun açığa çıkması,
haklının haksızın belli olması için Allah'a dua eder ve bunu çok ileri götürür.
Ancak kıyamet gününde, birinizin cehenneme girmiş olan Mü'min kardeşlerine
şefaatte bulunmak için ettiği dua ve niyaz bundan daha ileri derecede ve daha
ısrarlı olacaktır.
Bu hadisin diğer rivayetlerinden
bazılarında ise bu mesele, insanın dünyadayken hakkım almak için gösterdiği
ısrar ile temsil ediliyor. Bu rivayetlerde geçen şekli ile ise, ibarenin manası
şöyle olmaktadır: Dünyadayken sizden birinin birinde hakkı olduğu zaman bunu
almakta son derece ısrarlı davranır ve gayet çok uğraşır. Ama kıyamet gününde
cehenneme girmiş olan kardeşlerine şefaat için Allah'a dua ve niyazda bulunması
bundan daha ısrarlı ve şiddetli olacaktır. (Nevevî'nin Sahih-i Müslim
Şerhinden).
"Cehennemden bir avuç
alır", Yani cehennemde azab görenlerden bir topluluğu biraraya getirir,
onları cehennemden çıkarır. Bunlar iman etmekle birlikte hiçbir hayırlı amel
işlememiş olanlardır.
' "Oradakiler: "Ey
Allah'ın Resulü sen adeta sahrada çobanlık yapmış gibisin, dediler". Yani
Resulullah Aleyhisselâm sahranın bitkilerini ve diğer şeylerini o kadar güzel
vasfediyordu ki, âdeta sahrada bulunmuş, oraları çok iyi incelemiş bir kimse
zannedilirdi.
"Boyunlarında mühürler
vardır". Et-Tahrir müellifi diyor ki: Burada mühürler ile kastedilenler,
onların tanınması için boyunlarına asılan şeylerdir. Sadelikleri,
temizlikleri, yüzlerindeki sevinç ve güzellik dolayısıyla da "inci
gibi" olarak vasfedilmişlerdir. Çünkü artık üzerlerinde ateş ve yanık izi
kalmayacaktır. En doğru olanı Allah bilir.
"Bunlar Allah'ın
azadlılarıdırlar". Yani bir kimsenin şefaati ile olmaksızın, Allahü
Teala'nm kendi fazlı ve ihsanı ile çıkarılan bu kimselere cennettekiler
"Bunlar Allah'ın azadlılandır" derler.
"İşledikleri bir amel, önden
gönderdikleri bir hayır olmaksızın Allah onları cennete koymuştur". Yani
Allahü Teala, onları sadece imanları dolayısıyla, iman dışında hiçbir güzel
amelleri-bulunmamasına rağmen cennete koymuştur.
"Şu gördüklerinizin hepsi
sizindir". Yani gördüklerinizin mülkiyeti ve ondan istifade hakkı size
aittir. Onlar sadece kendilerine ayrılan nimetleri göreceklerdir.
"Ey Rabb'imiz alemlerden
kimseye vermediklerini bize verdin". Yani cehennemliklere vermediğini bize
verdin. Ama kendilerinden önce cennete girmiş olan cennetlikler, elbette
onlardan daha çok nimete sahip olurlar. Onlar bu sözü zan üzere de söylemiş
olurlar. Çünkü o anda kendilerine verilen şey gözlerine büyük görünür.
"Size benim katımda bundan daha
üstünü vardır" sözünü duyunca, kendilerine verilenin üstünde, hissedilir
bir nimet nasıl olur diye hayret ederler. Allahü Teala da, kendilerinden razı
olduğunu ve bir daha ebediyen onlara gazab etmeyeceğini bildirir. Elbetteki
Allahü Teala'nın rızası nimetlerin en büyüğüdür. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de de:
"Allah'ın onlardan razı olması ise hepsinden büyüktür. îşte büyük
kurtuluş budur" diye buyuruyor. (Ne-vevî'nin Sahih-i
Müslim Şerhi).
342. İmam Müslim, Kastallanî'nin
Hamişine göre C.2, s.l28'de, "Şefaatin İsbatı ve Tevhid Ehlinin
Cehennemden Çıkarılması" başlıklı babda şöyle demektedir:
Harun ibnu Saîd el-Eyll, Abdullah
ibnu Vehb'den, o Malik ibnu Enes'den, o Amr ibnu Yahya ibni İmare'den, o
babasından o da Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhis-selâm'm şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Allahü Teala cennet ehlini
cennete sokar, dilediğini de kendi rahmeti ile sokar. Cehennem ehlini de
cehenneme sokar. Sonra: "Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığında iman
bulduğunuzu (cehennemden) çıkarın" diye buyurur. Bunlar kömürleşmiş,
kavrulmuş bir vaziyette çıkarılırlar. Hayat ırmağına atılırlar. Selin kenarındaki
tanenin bitmesi gibi orada biterler ( hayat bulurlar ) Onu görmediniz mi nasıl
sarı kıvrak bir şekilde çıkar".[350][4]
Şefaatin Hak Olması ve Tevhid İnancına
Sahip Olanların Cehennemden Çıkarılması Hakkındaki Şerh (Nevevî'nin Sahih-i
Müslim Şerhinden)
îmam Nevevî Rahmetullahi Aleyh şöyle
diyor: Kadi Iyaz Rahmetullahi Aleyh diyor ki; ehli sünnet mezhebine göre Şefaat
aklen mümkündür, sem'î delillerle (yani Kur'an ve sünnette yer alan deliller)
de hak olduğu kesindir. Bu Yüce Allah'ın şu ayet-i kerimesinde gayet açık
olarak bildiriliyor: "O gün Rahman'm izin verip sözünden hoşlandığı
kimseden başkasının şefaati fayda vermez".
Yine şu ayet-i kerime de şefaatin
hak olduğunu bildirmektedir-."Allah'm razı olduğundan başkasına şefaat
edemezler" Bunun örneklen çoktur. Resulullah Aleyhisselâm'dan doğru ve hak
olarak rivayet edilen haberler şefaatin olacağını bildiriyor. Resulullah
Aleyhisselâm'dan şefaatle ilgili olarak rivayet edilen hadisler sayı itibariyle
tevatür derecesine ulaşacak miktardadır. Şefaat Mü'minlerin günahkarları için
olacaktır. Selef âlimleri de, halef âlimleri de onlardan sonra gelen diğer
ehl-i sünnet âlimleri de şefaatin hak olduğu üzerinde icma etmişlerdir.
Hariciler ile mutezileden bazıları
ise şefaati kabul etmemektedirler. Onlar kendi mezheplerince büyük günah
işleyenlerin ebedî cehennemde kalacaklarını ileri sürmüşlerdir. Bu iddialarında
ise "Onlara şefaatçilerin şefaatleri de fayda vermez" mealindeki
ayet-i kerimeyi delil göstermektedirler. Delil olarak gösterdikleri bir diğer
ayet-i kerime de: "Zalimlerin ne bir dostları ne de iteat edilir bir
şefaatçileri olur" mealindeki ayet-i kerimedir. Bu ayetler ise kâfirler
hakkındadır. Şefaatle ilgili hadisleri asıl anlamından son derece
uzaklaştırarak te'vil etmeleri ise, batıldır, yanlıştır. Bu kitapta ve daha
başka kaynaklarda geçen hadis-i şerifler onların mezheblerinin batıl olduğunu
ve Allah'a ortak koşmayarak, küfre düşmeyerek iman üzere ölenin cehennemden
çıkarılacağını göstermektedir.
Ancak şefaat beş kısımdır:
Birincisi: Bizim Peygamberimiz Muhammed
Mustafa Aleyhis-selâm'a has kılınmış olan şefaattir ki, o da mahşerde insanlar
arasında hüküm verilmesi, insanların uzun süre beklemekten dolayı içine
düştükleri sıkıntıdan kurtarılmaları ve hesapta acele edilmesi için olacaktır.
ikincisi: Bazı toplulukların hesapsız olarak
cennete girmesi için olan şefaat. Bu şefaatin de Peygamberimiz Aleyhisselâm'a
ait olduğu bildirilmiştir. Bununla ilgili hadis Sahih-i Müslim'de geçmektedir.
Üçüncüsü: Cehenneme girmelerine hüküm
verilmiş olanlar hakkında olan şefaat. Bunun için Peygamberimiz Aleyhisselâm
şefaat edeceği gibi, salih kullar içinden Allahü Teala'mn dilediği kimseler
de şefaat edebileceklerdir.
Dördüncüsü:
Günahkarlardan cehenneme girmiş
olanlar hakkındaki şefaat. Burada geçen hadisler, bu kimselerin Peygamberimiz
Aleyhisselâm'm, meleklerin ve salih Mü'min kardeşlerinin şefaati ile bunların
cehennemden çıkarılacaklarını bildirmektedir. Sonunda Allahü Teala
"Allah'tan başka ilah yoktur" diyerek buna inanan herkesi cehennemden
çıkaracaktır. Hadiste bildirildiği gibi orada kâfirlerden başkaları
kalmayacaktır.
Beşincisi: Cennete girenlerin oradaki
derecelerinin yükseltilmesi için olan şefaat. Bu şefaati ve haşr esnasında
olan şefaati mutezile inkâr etmemektedir.
Kadı Iyaz diyor ki: Selef-i
salihinden bildirilen pek çok haberden anlaşıldığına göre, onlar, Peygamberimiz
Aleyhisselâm'm şefaatini dilemişler ve bunu arzuladıklarını ifade etmişlerdir.
Bu bakımdan: "Bir kimsenin Allahü Teala'dan Muhammed'in şefaatini dilemesi
mekruhtur. Çünkü bu şefaat günahkarlar için olacaktır." diyenin sözüne
itibar edilmez. Çünkü onun şefaati aynı zamanda, hesabın kolay olması,
cennetteki derecelerin arttırılması için de olacaktır. Ayrıca her akıl sahibi,
günahlarını itiraf eder, mağfirete ihtiyacı olduğunu bilir, amellerine güvenmez
ve helake uğrayanlardan olmaktan korkar, [351][5]
343. Müslim, Kastallanî'nin Hamişine
göre, C.2, s,131'de, yine aynı babda şu hadise yer veriyor:
îmanı Müslim Rahmetullahi Aleyh der
ki: Nasr ibnu Ali el-Cehdemî, Bişr yani ibnu Mufaddal'dan, o Ebu
Mesleme'den, o Ebu Nadla'dan, o da Ebu Saîd Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhiselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Cehennemin sürekli kalıcıları
olanlara gelince onlar, orada ne ölürler ne de yaşarlar. Ancak günahları
sebebiyle cehenneme düşmüş olan insanları, cehennem ateşi bir ölümle öldürür,
ta ki kömür haline geldiklerinde şefaat için izin verilir. Onlar, ölüler halinde
getirilirler, Cennetin ırmaklarına atılırlar. Sonra: Ey Cen- net ehli, onların
üzerine akıtın, denilir, onlar selin getirdiği yığında bulunan tanenin bitmesi
gibi biterler. Bir adam dedi ki: Re-sulullah Aleyhisselâm Bunları anlatırken
âdeta sahrada gibiydi (yani sahra ahalisi gibi her şeyi gayet güzel
örneklendirerek ve sahradaki benzerleri ile açıklayarak anlatıyordu). [352][6]
"Cehennemin sürekli kalıcıları
orada ne Ölürler ne de yaşarlar." Bunun manası şudur: Cehennem ehli olan
ve orada sürekli kalmayı haketmiş olan kafirler, onlar orada ebediyen ölmezler,
ancak bununla beraber kendilerine fayda sağlayacak ve rahatlık verecek bir
hayrat ile de yaşamazlar. Nitekim Yüce Allah Kür'an-ı Ke-rim'de: "Onlara
orada ne ölümle hükmedilir ki Ölsünler ve ne de onlardan cehennem azabı biraz
hafifletilir. îşte Biz her nankör kafiri böyle cezalandırırız." Bir başka
ayet-i kerimede de: "Orada ne ölür, ne de yaşar" diye buyuruluyor.
Ehl-i hak mezhebine göre, cennet ehlinin
nimetleri devamlıdır, sonsuza
kadardır. Cehennemde sürekli kalmayı haketmiş olanların azabı da aynı
şekilde devamlıdır.
"Ancak günahları sebebiyle
cehenneme düşmüş olan insanları..." Bunun manası şudur: Mü'minlerin
günahkarları Allah'ın dilediği kadar bir süre azab gördükten sonra, Allahü
Teala onları öldürür. Bu öldürme gerçek manada bir öldürmedir. Bu ölümle
duyguları da gider. Azablan günahları miktarınca olur. Sonra Allah onları
öldürür. Sonra hiçbir şey hissetmez halde cehennemde tutulurlar. Allah'ın
dilediği kadar bir süre bu halde kalırlar. Sonra cehnnemden ölü olarak,
kömürleşmiş vaziyette ve grup grup çıkarılırlar. Cennetin nehirlerine
atılırlar. Üzerlerine hayat suyu dökülür. O su ile hayata kavuşurlar, selin
artığındaki tanenin bitmesi gibi, hızlı bir şekilde ve zayıf halde biterler.
Bu taneden biten bitki, zayıflığı sebebiyle sarı ve kıvrak olur. Onlar aynen
böyle olurlar. Sonra güç ve kuvvetleri artar ve cennetteki evlerine giderler,
durumları düzelir. Hadisin zahirî anlamından anlaşılan budur.
Kadı Iyaz buradaki ölüm hakkında iki
durumdan sözetmiştir. Birincisi, bu ölümün gerçek manada bir ölüm olduğu;
ikincisi ise, bu ölümün gerçek manada bir ölüm olmayıp, duyguların kaybolması
sebebiyle, acıların hissedilmemesi halidir. Acıların hafiflemesi de söz konusu
olabilir, diyor. Bu hadisin şerhini yapan Nevevî ise; gerçek manada ölümün
olması daha kuvvetli ihtimaldir, diyor. Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhinden
344. İmam Müslim, Kastallanî'nin
Hamişine göre, s. 133'de yine aynı babda şöyle diyor:
Osman ibnu Ebi Şeybe ve İshak ibnu
İbrahim el-Hanzalî her ikisi birden Cerir'den rivayet etmişlerdir. Osman der
ki: Cerir bize Mansur'dan, o İbrahim'den, o Abideden, o da Abdullah ibnu Mes'ud
Radıyallahü Anh'den rivayet etti. Bunların rivayetlerine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
"Ben cehennemden en son çıkacak
kişiyi ve cennete en son girecek kişiyi bilirim. Cehennemden en son çıkacak
olan, sürünerek o-radan çıkar. Âllahü Teala ona: Git, cennete gir, der. Bu kişi
cennete gelir, orasını dolmuş zanneder. Geri döner. "Ey Rabb'im, orasını
dolmuş halde buldum, der. Allahü Teala bu kez; Git, cennete gir, senin için
dünya kadarı ve onun on katı yahut dünyanın on katı kadarı vardır, der. Adam:
Benimle alay mı ediyorsun, veya, bana gülüyor musun? Oysa Sen mülkün gerçek
sahibisin, der. Ravi der ki: Resulullah Aleyhisselâm'm bu sözle birlikte ön
dişleri
görünürcesine göldüğünü gördüm.
Sonra buyurdu ki: Bu cennetin en aşağı derecesidir, denilirdi". [353][7]
345. İbnu Mes'ud'un bir başka
rivayetinde şöyle deniliyor:
"(baş kısım söylendikten sonra)
: En son çıkan adam, yüzüstü sürünerek oradan çıkar. Ona: Çık, cennete gir,
denilir. Adam gider, cennete girer, insanların hepsinin bir mesken tutmuş
olduklarını görür. Ona: Orada bulunduğun zamanı hatırlıyor musun? denilir.
Adam: Evet, der. "Dile" denilir. Adam diler, kendisine:
"Dilediğin ve dünyanın on katı kadarı senindir" denilir Adam:
"Mülkün sahibi olan sen, benimle alay mı ediyorsun?" der. Ravi der
ki, Resulullah Aleyhisselâm'm bu sözde azı dişleri görünürcesine göldüğünü
gördüm[354][8]
"Benimle alay mı ediyorsun,
veya, bana gülüyor musun?". Buradaki tereddüt ravidendir. Yani bu iki
ifadeden hangisinin söylendiğinde tereddüt ettiği için her ikisini de
söylemiştir. Ancak her ikisi de aynı manayı ifade etmektedir. Çünkü alay eden,
güler.
Gülmek, yerine göre alay etmek
manasına kullanılır. Ancak "Alay mı ediyorsun?" sözü hakkında üç ayrı
görüş ileri sürülmüştür:
Birincisi: O cümle, lafizsız olarak, söz
anlamında bir mukabele olarak ağızdan çıkıvermiştir. Çünkü, birkaç kez Allahü
Teala'ya kendine verilenden başka bir şey istemeyeceği üzere söz vermiş, sonra
sözünde durmamıştır. Onun bu sözünde durmaması, alay yerine konmuş, alayın
cesazı da alay olarak isimlendirilmiş, bunun için adam "benimle alay mı
ediyorsun?" yani "beni nimetlerine tama ettirerek mi
cezalandırıyorsun?" demiştir.
İkincisi: Bunun anlamı Allah Teala hakkında
alayın mümkün olamayacağının ifadesidir. Adam bir bakıma "Biliyorum ki,
Sen benimle alay etmezsin, çünkü Sen âlemlerin Rabb'isin, bana verdiklerinin
hepsi haktır. Ancak hayreti gerektiren bir şey ki, ben bunları lıaketmiş
değilken, Sen bana bu nimetleri verdin." demiş olmaktadır. .
Üçüncüsü: Bu görüş Kadı Iyaz'm ortaya attığı
görüştür. Şöyle diyor: Bu sözün o adam tarafından söylenmiş olması, kendisinde
meydana gelen sevincin en güzel ifadesidir. Sevincinin çokluğu sebebiyle ne
diyeceğini şaşırıyor, sevinç ve hayret içinde bu sözü söylüyor. Yoksa esasında
bu sözün anlamına kendisi de inanıyor değildir. Dünyadayken insanlarla
konuşması esnasındaki âdeti üzere dilinden bu söz çıkmıştır. Bu, âdeta
Resulullah Aleyhis-selâm'm başka bir hadisinde, bir başka adamın, sevincinden
ne diyeceğini şaşırıp "sen benim kulumsun, ben senin Rabb'inim" demesi
hakkında bildirildiğine benzemektedir. En doğru olanını bilen ise ancak Allah'tır.
Hadiste bildirildiği şekilde
Resulullah Aleyhisselâm'm gülmesi, bazı yerlerde gülmenin caiz olduğunu
göstermektedir. Ancak bu gülme, kişinin şahsiyetine dokunmayacak, hakir duruma
düşürmeyecek derecede olmalıdır. Alışılmış bir sınırı aşmamalıdır.
"Senin için dünya kadarı ve
onun on katı yahut dünyanın on katı kadarı vardır" ifadesi bir başka
rivayette "Sana istediğin ve dünyanın on katı vardır" olarak geçiyor.
Bu iki rivayetteki ifadeler aynı anlamdadır. Bunlardan biri diğerini tefsir
etmektedir. Kastedilen anlam ise çok çok nimetin verileceğidir. Dilcilerin
ifade ettiği üzere, bir şeyde şu kadar katı denildiği zaman bu, genelde o şeyin
çokluğu manasına kullanılır.
Buradaki çokluk, yani nimetin
çokluğu, hadisin diğer rivayetlerinde daha farklı şekillerde ifade
edilmektedir. Ancak hepsindeki mana aynıdır. (Nevevî'nin Sahih-i Müslim
Şerhinden).
346 Sahih-i Müslim'deki, şefaat
hadisi ve cennete en son girecek olanla ilgili rivayetlerin devamı olan bir
başka hadiste İmam Müslim Rahmetullahi Aleyh şöyle diyor:
Ebu Bekir ibnu Şeybe Hammad ibnu
Seleme'den, o Sabit'ten, o Enes'ten, o da Abdullah ibnu Mes'ud Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle
söylediğini bildirmiştir:
"Cennete en son giren kişi,
bazen yürüyen bazen tökezleyip düşen bir adamdır. Bunu bazen ateş sarar, onu
geçince, o tarafa doğru bakıverir: "Şanı yüce olan Allah beni senden
kurtardı, Allah öncekilerden ve sonrakilerden kimseye vermediğini bana
verdi" der. Onun önüne bir ağaç çıkarılır. "Ey Rabb'im beni bu ağaca
yaklaştır, onun gölgesinde gölgeleneyim, suyundan içeyim," der. Allah
Azze ve Celle: Ey Ademoğlu, olur ki Ben sana bunu verirsem, sen başka bir şey
istersin, diye buyurur. Adam: Hayır, Ey Rabb'im, der ve kendisinden başka bir
şey istemeyeceğine dair Allah'a ahid verir. Allahü Teala da, onda bu şeye karşı
sabır olmadığını bildiği için, onu mazur
görür.- Onu o ağaca
yaklaştırır, gölgesinde
gölgelenir, suyundan içer. Sonra önüne bir başka ağaç çıkarılır. Bu birinciden
daha güzeldir, "Ey Rabb'im beni bu ağaca yaklaştır, suyundan içeyim,
gölgesinde gölgeleneyim. Senden başka bir şey istemeyeceğim" der. Allahü
Teala: "Benden başka bir şey istemeyeceğine dair ahid vermemiş miydin?
Olur ki, seni ona yak-laştırırsam Benden başkasını istersin" diye buyurur.
Rabb'i Teala, onda ona karşı sabır olmadığını bildiği için, kendisini mazur
görür ve istediği ağaca yaklaştırır. Gölgesinde gölgelenir, suyundan içer.
Sonra cennet kapısı yakınında ona karşı bir ağaç çıkarılır. Bu ilk ikisinden
daha güzeldir. Adam: "Ey Rabb'im beni ağaca yaklaştır, gölgesinde
gölgeleneyim, suyundan içeyim, Senden başka bir şey istemeyeceğim" der.
Yüce Allah: Ey Ademoğlu, Benden, başka bir şey istemeyeceğin üzere ahid
vermemiş miydin? diye buyurur. Adam: Evet, Ey Rabb'im, ama bunu istiyorum,
başka şey istemeyeceğim, der. Rabb'i Teala, onda ona karşı sabır olmadığını
bildiği için, kendisini mazur görür, onu o ağaca yaklaştırır. Ağaca
yaklaşınca, cennettekilerin seslerini duyar. "Ey Rabb'im beni oraya sok"
der. Yüce Allah, bunun üzerine şöyle buyurur: Sen benden daha ne kadarını
istiyorsun? Sana dünyayı ve bir o kadarım versem, seni memnun eder mi? Adam: Ey
Rabb'im, benimle alay mı ediyorsun, Sen ki bütün âlemlerin Rabb'isin, der. Ravi
îbnu Mes'ud burada güldü ve : Niçin gültüğümü sormuyor musunuz diye söyledi?
Oradakiler : Niye güldün? diye sordular. Şöyle cevap verdi: Resulullah
Aleyhisselâm da böyle göldü ve "Ne için gülüyorsun, Ey Allah'ın
Resulü?" diye sordular. "Kulun 'Sen bütün âlemlerin Rabb'i iken
benimle alay mı ediyorsun?' demesi üzerine âlemlerin Rabb'inin gülmesine
gülüyorum" diye buyurdu.
Hakk Teala şöyle buyurur: Ben
seninle alay etmiyorum, sana ben istediğim her şeyi yapmaya kadirim".
Ben derim ki: Buraya kadar, imam
Müslim'in Sahih'ine aldığı rivayetlerin önemli bir kısmını naklettim. Geriye
daha pek çok rivayet kaldı. Bunların büyük bir kısmı burada naklettiklerime
göre pek önemli bir farklılık ihtiva etmiyorlar. Dolayısıyla bu kadarını
vermekle yetiniyorum.
Burada verdiklerimde birtakım
ilaveler ve uslub açısından farklılıklar bulunmaktadır ki, diğer rivayetlerin
verilmesiyle bunlar ortaya çıkmaz. Bunu bildiğimiz için bu konudaki
rivayetleri böyle çok verdik.
Yalnız burada zikretmediğimiz bazı
rivayetlerde bir fazlalık bulunmaktadır ki, onu burada vermek gerekmektedir. O
da şöyledir:
Buyurdu: "Sonra evine girer.
Yanma hûr-i îyn'den iki eşi girer. "Seni bizim için yaşatan ve bizi senin
için yaşatan Allah'a hamdol-sun" derler. Adam da şöyle der: Bana verilen
gibisi bir kimseye verilmiş değildir".[355][9]
Gülme fiilinin Hakk Teala'ya nisbet
edilmesi konusunda da, önceki hadislerin şerhinde yeterince açıklama
yapılmıştı. Bilindiği üzere bununla kastedilen, Hakk Teala'nm kullarından
rahmete mazhar kılmak dilediğine rahmet etmesi, ondan razı olması ve onun için
hayır dilemesidir.
"Seni bizim için yaşatan ve
bizi senin için yaşatan Allah'a hamd olsun". Yani: Seni bizim için, bizi
de senin için yaratan, sonra bizi, içi sürekli neşe ve sevinçle dolu olan bu
evde birleştiren Allah'a hamdolsun. (Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi'nden).
Sünen-İ Nesâîden
Şefaat Hadisi
347. 'İman'da Fazlalık" babı
Ebu Saîd el Hudrî Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini
bildirmiştir:
"Sizden birinizin dünyada hak
için. mücadelesi, Mü'minlerin kıyamette, cehenneme giren kardeşlerinin oradan
çıkarılması için, Rabb'leri indindeki tazarru ve niyazlarından daha şiddetli ve
ısrarlı olamaz. Mü'minler: "Ey Rabb'imiz, kardeşlerimiz, bizimle beraber
namaz kılarlardı, oruç tutarlardı. Bizimle haccederler di. Onları cehenneme
koydun" derler. Yüce Allah: 'Gidin, onlardan tanı diki arınızı çıkarın'
diye buyurur. Onlar oraya varırlar, onları sımalarından tanırlar. Onlardan
bazılarının baldırlarının yarısına kadar ateş ulaşmıştır. Bazılarının
topuklarına kadar ulaşmıştır. Onları çıkarırlar. "Ey Rabb'imiz, haklarında
bize emir buyurduklarını çıkardık" derler. Allahü Teala: "Kalplerinde
bir dinar ağırlığında iman bulunanları da oradan çıkarın" diye buyurur.
Sonra "Kalbinde yarım dinar ağırlığında iman bulunanları çıkarın"
diye buyurur. En sonunda "Kalbinde bir zerre miktarınca iman, bulunanları
da çıkarın" diye buyurur. "Ebu Saîd Radıyallahü Anh dedi ki:
İnanmayan şu ayeti okusun:
"Allah kendisine ortak
koşulmasını bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği için bağışlar. Allah'a ortak
koşan kimse şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur.[356][10]
"Sizden birinizin dünyada hak
için mücadelesi, Mü'minlerin kıyamette cehenneme giren kardeşlerinin, oradan
çıkarılması için Rabb'leri indindeki tazarru ve niyazlarından daha şiddetli olamaz".
Yani, sizden birinin dünyada bir hakkı olursa, bu kesin olarak
ortaya çıkarsa onu almak için mutlaka uğraşır, hasmına karşı savunmada
bulunur, o hakkını alıncaya kadar uğraşır.
/ Mü'minler de, cehennemden
kurtulmalarına rağmen; Mü'min kardeşlerinden bazıları cehennemde kalınca,
Rabb'lerinden onların da kurtarılmasını dilerler. "Ey Rabb'imiz bunlar
bizim kardeşlerimizdir, bizim gibi Mü'min idiler, bizimle birlikte namaz kılar,
oruç tutar, haccederler di, Ey Rabb'imiz Senin rahmetin her şeyi kuşatmıştır.
Şu kardeşlerimize rahmet eyle" derler.
îşte Mü'minin dünyada hak almak için
verdiği mücadele, ahi-rette Mü'minlerin, cehennemde kalan Mü'min kardeşlerinin
çıkarılması için verdikleri uğraşıdan daha ısrarlı olamaz. Bilakis ahiretteki
uğraşı ve mücadele daha ısrarlı olur.
Bu olayla da, Allahü Teala'nın
Mü'min kulları üzerindeki fazlının çokluğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü Mü'min
kullarına, azabdaki kardeşlerinin kurtarılması için bir ümit ve aşk ateşi vermiştir.
Mü'minler reca kapısının açık olduğunu yakînen bildikten sonra, ancak
sö'zkonusu uğraşılarına başlarlar. Yani onların Mü'min kardeşlerine şefaat için
kendilerine izin verileceği muhakkaktır. Hakk Teala ayet-i kerimesinde :
"O'nun katında O'nun izni olmadan kim şefaat edebilir" diye buyuruyor.
Bu hadis; aynı zamanda Mü'minlerin
birbirlerine karşı son derece merhametli olacaklarına işaret ediyor. Çünkü
Mü'minlerden kurtulanlar azabda olanlara acıyacaklardır.
Ey Allah'ım bizim için Peygamberimiz
Muhammed Aleyhis-seiâm'ı şefaatçi kılmam ve bizden razı olmanı diliyoruz. Amin.
(Nevevfnin Sahih-i Müslim
Şerhinden).
SÜNEN-İ Tirmizrden
ŞEFAAT HADİSİ
348.
Şefaatle ilgili rivayetler babı, C.2, s.80 ve sonrası
Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edilmiştir:
"Resulullah Âleyhisselâm'a et
yemeği getirildi, ön ayak kısmı Ona takdim edildi, onu yedi. Bu kısım
kendisinin hoşuna giderdi, iştahla yedi. Sonra şöyle buyurdu: Ben kıyamet
gününde insanların efendisiyim. Bunun neden olduğunu biliyor musunuz? Allah
öncekileriyle sonrakilefiyle bütün insanları bir meydanda toplar. Çağıran
sesini onlara duyurur. Göz onları bütünüyle görür. Güneş onlara yaklaşır.
Üzüntü ve kederleri güç yetiremeyeçekleri bir dereceye ulaşır. İnsanlar
birbirlerine: 'Başınıza gelenleri görmüyor musunuz? Rabbiniz katında sizin için
şefaatte bulunacak birini araştırmaz mısınız?' derler. Sonra yine
birbirlerine: 'Adem Âleyhisselâm'a gidin' derler. Adem Âleyhisselâm'a gelirler:
'Sen bütün insanlığın babasısm, Allah Seni kendi eliyle yarattı, sana kendi
ruhundan üfledi, meleklere emir verdi sana secde ettiler, Rabb'in katında bize
şefaatçi ol.içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun? Başımıza gelen hali
görmüyor musun?' derler. Adem Aleyhisselâm: 'Rabb'im bu günde öyle gadablandı
ki, bundan önce benzer şekilde gadablanmış değildir, bundan sonra da benzer
şekilde gadablanmaz. O beni ağaca yaklaşmaktan menetti, ben se ona isyan
ettim.. Ben nefsimin derdindeyim, nefsimin der-dindeyim, nefsimin derdinde. Siz
benden başkasına gidin. Nuh Aleyhisselâm'a gidin' der. Nuh Aleyhisselâm'a
gelirler: 'Ey Nuh, sen yeryüzü ahalisine Resul sıfatıyla gönderilenlerin
ilkisin. Allah seni 'çok şükreden kul' olarak isimlendirdi. Rabb'in katında
bize şefaatçi ol. içinde bulunduğumuz durumu görmüyor musun? Başımıza geleni
görmüyor musun?' derler. Nuh Aleyhisselâm da: 'Rabb'im bu günde öyle gadablandı
ki, bundan önce benzer şekilde gadablanmış değildir, bundan sonra da benzer
şekilde gadablanmaz. Benim kavmim hakkında bir duam oldu. Ben nefsimin derdindeyim,
nefsimin derdindeyim, nefsimin derdinde. Siz benden başkasına gidin. Ibrahime
gidin' der. ibrahim Aleyhisselâm'a gelirler: 'Ey îbrahim, sen Allah'ın
Peygamberi ve yeryüzü ehli içinden yakın. dostusun. Rabb'in katında bizim için
şefaatçi ol. içinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?' derler. îbrahim
Aleyhisselâm da: 'Rabb'im bu gün Öyle gadablandı ki, bundan Önce benzer şekilde
gadablanmış değildi, bundan sonra da benzer şekilde gadablanmaz. Ben üç yerde
yalan söyledim -bunları, Ebu Hayyân, hadisinde bildirmiştir-. Ben nefsimin
derdindeyim, nefsimin derdindeyim, nefsimin derdinde. Siz benden başkasına
gidin, Musa'ya gidin' der. Musa Aleyhisselâm'a gelirler: 'Ey Musa, sen Allah'ın
Resulüsün. Allah, seni Peygamberlik vermek ve seninle konuşmak suretiyle diğer
insanlara üstün kıldı. Rabb'in katında bizim için şefaatçi ol. içinde
bulunduğumuz hali görmüyor musun?' derler. Musa Aleyhisselam'da: 'Rabb'im
bugün öyle gadablandı ki, bundan önce benzer şekilde gadablanmış değildi,
bundan sonra da benzer şekilde gadablanmaz. Ben öldürmekle emrolun-madığım
halde bir kişiyi öldürdüm. Ben nefsimin derdindeyim, nefsimin derdindeyim,
nefsimin derdinde. Siz benden başkasına gidin, İsa'ya gidin' der. Isa
Aleyhisselâ'a gelirler: 'Ey İsa, sen Allah'ın Resulü ve Meryem'e ilka ettiği
kelimesisin ve O'ndan bir ruhsun, insanlarla beşikte iken konuştun. Rabb'in
katında bizim için şefaatçi ol. içinde bulunduğumuz hali görmez misin?' derler.
Isa Aleyhisselâm da: 'Rabb'im bugün öyle gadablandı ki, daha önce benzer
şekilde gadablanmış değildi, bundan sonra da benzer şekilde gadablanmaz' der.
Bir hatasını hatırlatmaksizm: 'Ben nefsimin derdindeyim, nefsimin derdindeyim,
nefsimin derdinde, siz benden başkasına gidin, Muhammed Aleyhisselâm'a gidin' der.
Peygamber Aleyhisselâm sözüne şöyle devam etti: Sonra, Mu-hammed'e gelirler:
'Ey M-uhammed, sen Allah'ın Resulüsün, Peygamberlerin sonuncususun. Senin
hatalarından öncekiler ve sonrakiler bütünüyle bağışlandı. Rabb'in katında
bizim için şefaatçi ol. İçinde bulunduğumuz hali görmüyor musun?' derler. Ben
çıkar, Arş'm altına gelirim. Rabb'im için secdeye kapanırım. Sonra Allahü Teala
bana güzel hamd ve övgü sözlerinden bazılarını bildirir. Bunları" benden
önce kimseye öğretmemiştir. Sonra: "Ey Muhammed, başım kaldır, iste
istediğin verilecek, şefaat et şefaatin kabul edilecek" denilir. Başımı
kaldırırım; "Ey Rabh'im, Ümmetimi istiyorum. Ev Rabb'im Ümmetimi
istiyorum. Ev Rabb'im Ümmetimi istiyorum" derim. Allah Teala da: "Ey
Muhammed, Ümmetinden hesapsız bir topluluğu cennet kapılarından sağ kapıdan
girdir. Onlar diğer kapılarda da, bütün diğer insanlara ortaktırlar. (Yani
Ümmetinin birtakım fertleri de bu kapılardan gireceklerdir), denilir. Sonra
Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu: Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin
ederim ki, cennet kapılarının iki kanadının arası Mekke ile Himyer arası veya
Mekke ile Busrâ arası kadardır. [357][11]
Tirmizî bu hadisin
hasen, sahih olduğunu söylüyor.
Bu hadis-i şerifte Nuh
Aleyhisselâm'm "benim kavmim hakkında bir duam oldu" şeklinde
mazeret beyan edeceği bildiriliyor. Diğer rivayetlerde ise "Ben Rabb'imden
bilmeyerek bir istekte bulundum" diye mazeret beyan edeceği ifade
edilmekte. Nuh Aleyhisselâm'm bunların her ikisini de söylemesi muhtemeldir.
Raviler ise burada, birinin rivayeti diğerininkini nefy etmeyecek şekilde
özetleme (iktisar) yapmış olabilirler.
En doğrusunu Allah bilir.
İmam Ibnu
Mace'nin Sünen'ınden Şefaat Hadisi
349. iman babı . Birinci cüz, s.16.
Ebu
Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah
Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Sizden birinizin dünyadayken
bir kardeşindeki hakkını almadaki mücadelesi, ahirette Allahü Teala'mn
Mü'minleri cehennemden kurtarıp emin kılmasından sonra, bunların,
günahlarından dolayı cehenneme atılan Mü'min kardeşlerinin oradan kurtarılması
için Rabb'leri indindeki tazarru ve niyazlarından daha şiddetli ve ısrarlı
değildir. Bunlar kardeşleri hakkında: 'Ey Rabb'imiz, kardeşlerimiz bizimle
beraber namaz kılar, oruç tutar, haccederlerdi; onları cehenneme attın' derler.
Hakk Teala: 'Gidin, onlardan tanıdıklarınızı çıkarın' diye buyurur. Giderler,
onları simalarından tanırlar. Cehennem ateşi onların simalarını yemez (yakmaz).
Onlardan bazılarının baldırlarının yarısına kadar ateş ulaşmıştır. Bazılarını
topuklarına kadar ateş almıştır. Onları çıkarırlar ve :. "Ey Rabb'imiz,
haklarında bize emir buyurduklarının hepsini çıkardır" derler. Sonra
Allahü Teala: "Kalbinde bir dinar ağırlığında iman bulunanları
çıkarın" diye buyurur. Sonra: "Kalbinde yarım dinar ağırlığında iman
bulunanları çıkarın" der. Sonra: "Kalbinde bir hardal tanesi
ağırlığında iman bulunanları çıkarın" diye buyurur.
Ebu Saîd Radıyallahü Anh dedi ki: Kim
beni doğrulamazsa şu ayeti kerimeyi okusun: "Allahü Teala bir zerre
miktarmca kimseye zulmetmez. Eğer iyilik olursa onu kat kat yapar ve kendi
katından büyük bir karşılık verir". [358][12]
"Onları simalarından tanırlar,
Cehennem ateşi onların simalarını yemez". Bu cümlenin zahiri anlamına
göre burada kastedi-len,~~yuzun tamamıdır. Çünkü insanın siması (sureti)
yüzüdür. Ateş secde yerlerini yemez. Alın bunlardandır. Allahü Teala yüzün
tamamına ihsan eder ve Ateş böylece yüzü yakmaz. Çünkü yüzün tamamı Allah'a
secdede yere kapanır. Ibnu Mace'nin rivayet ettiği bu hadis, yüzün tamamının
ateşten korunacağı konusunda bildirilenleri
kuvvetlendirmektedir.
350.
İbnu Mace, C.2, s.302-303'de şu rivayete yer veriyor:
Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah
Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Mü'minler kıyamet gününde
toplanırlar. Kendilerine ilham edilir -veya düşünürler, burada Saîd Radıyallahü
Anh tereddüı etmiştir- "Rabbimiz katında birini şefaatçi edinsek, bizi
yerimizde rahata kavuştursa, derler. Adem'e gelirler: "Sen ey Adem, insanların
babasısın, Allahü Teala seni kendi eliyle yarattı. Sana melekleri secde
ettirdi. Rabb'in katında bize şefaat eyle, bizi yerimizde rahata
kavuştursun" derler. Adem Aleyhisselâm: Ben bu mevkide değilim, der
kendilerine hatırlatmada bulunur ve işlemiş olduğu hatasından şikeyetçi olur.
Bundan dolayı haya eder. "Siz Nuh'a gidin, o Allah'ın yeryüzü ahalisine
Resul sıfatıyla gönderdiklerinin ilkidir" der. Ona gelirler. O da:
"Ben bu mevkide değilim" der, bilmek sizin Rabb'inden bir talebde
bulunmasından söz eder ve bundan dolayı haya eder. "Ancak siz Rahman'm
yakın dostu İbrahim'e gidin" der. Ona gelirler. O da: "Ben bu mevkide
değilim, ancak siz Allah'ın kendisiyle konuştuğu, kendisine Tevrat'ı verdiği
kul olan Musa'ya gidin" der. Ona gelirler O da: "Ben bu mevkide
değilim" der ve bir can karşılığı olmaksızın bir kişiyi öldürmesini
hatırlatır ve "Ancak siz, Allah'ın kulu, Peygamberi, kelimesi ve ruhu olan
İsa'ya gidin" der. Ona gelirler. O da: "Ben bu mevkide değilim, ancak
siz Allah'ın önceki ve sonraki hatalarının tamamını bağışyladığı kul olan
Muhammed Sallallahü Aleyhi ve Sellem'e gidin" der. Bana gelirler, ben
çıkarım. Mü'minlerden iki dizi (saf) arasında yürürüm. Rabb'imin huzuruna
çıkmak (yani O'na münacaatta bulunmak üzere belirli bir yere çıkmak) üzere izin
isterim. İzin verilir. O'nu gördüğümde secdeye kapanırım. Allah dilediği kadar
bir süre Beni o hal üzere bırakır. Sonra: "Kalk ey Muhammed, söyle
dinlenecek, iste verilecek, şefaat et şefaatin kabul edilecek" denilir.
Ben, Bana öğrettiği şekilde O'na hamdede-rim. Sonra şefaat ederim. Hakk Teala
benim için bir topluluk belirler. Onları cennete sokar sonra ikinci kez tekrar
giderim. Rabb imi gördüğümde secdeye kapanırım. Allah dilediği kadar bir süre
beni o hal üzere bırakır. Sonra: "Kalk ey Muhammed, söyle dinlenecek, iste
verilecek, şefaat et şefaatin kabul edilecek" denilir. Ben kafamı
kaldırırım. Bana öğrettiği şekilde O'na hamdederim. Sonra şefaat ederim.
Rabb'im benim için bir topluluk belirler onları cennete koyar sonra üçüncü kez
tekrar dönerim. Rabb'imi gördüğümde secdeye kapanırım. Allah dilediği kadar
bir süre beni o hal üzere bırakır. Sonra: "Kalk ey Muhammed, söyle
dinlenecek, iste verilecek,şefaat et şefaatin kabul edilecek" denilir.
Başımı kaldırırım. Bana öğrettiği şekilde O'na hamdederim. Sonra şefaat ederim.
Rabb'im benim için bir topluluk belirler, onları cennete koyar sonra dördüncü
kez tekrar dönerim ve : Ey Rabb'im Kur'an'm tuttukları dışında kimse
kalmadı" derim. [359][13]
Bu hadiste geçen müşkil
(anlaşılması, zor) ifadelerin açıklaması daha önce geçti. Tekrarına gerek yok.
Bütün hadis alimlerinin şefaat ile
ilgili hadisi rivayette icma etmesi, şefaatin kesin olduğu hususunda açık
delildir. Hatta bu konudaki rivayetler tevatür derecesine ulaşıyor
denilebilir. Bu kadar rivayet şefaati inkâr edene tam bir cevap olur.
Kulun Kıyamet Gününde Rabb'inin
Huzurunda Durması İle İlgili
Rivayetler
Peygamberlere Tebliğin Sorulması
351. Sahih-i Buharı, C.2, s.109,
Kitabu'z-Zekat "Redden Önce
Sadaka" babı:
Abdullah ibhu Mukammed, Ebu Asım
en-Nebil'den, o Sa'dan-ibnu Bişr'den, o Ebu Mucahid'den, o da Muhill ibnu
Halife et-Tâi'den Adiyy ibnu Hatim Radıyallahü Anh'ın şöyle söylediğini
rivayet etmiştir:
"Ben Resulullah Aleyhisselâm'm
yanında idim, iki adam geldi. Birisi yoksulluktan, diğeri de yol kesilmesinden
şikayet etti. Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu: Yol kesilmesi hususunda
derim ki, pek fazla zaman geçmeden, Mekke tarafına bekçisiz bir kervan
çıkacak. Yoksulluğa gelince, sizden birinin, sadakasıyla dolaşıp onu kabul
edecek birini bulamayacağı zaman gelmeden kıyamet kopmaz. Sonra sizden biriniz,
arada bir örtü veya tercüman bulunmaksızın Allah'ın huzurunda durur. Sonra Hakk
Teala: Ben sana mal vermedim mi? diye sorar. Kul: Evet, verdin, der. Hakk
Teala: Sana bir elçi göndermedim mi? der. Kul: Evet, gönderdin, der. Bunun
üzerine sağ tarafına bakar ateşten başka bir şey göremez, sol tarafına bakar
yine ateşten başka bir şey göremez. Sizden biri yarım hurma ile de olsa
cehennem ateşinden korunsun, bunu da
bulamazsa güzel bir söz ile
korunsun". [360][14]
352. Bu hadisi, Buharı Kitabu
Bedu'l-Halk'da İslam'da Peygamberliğin İşaretleri1 başlıklı babda şöyle rivayet
ediyor:
Muhammed ibnu'l-Hakem, en-Nadr'dan,
o İsrail'den, o Sa'dun et-Tâi'den, o Muhiti ibnu Halife'den Adiyy ibnu Hatim
Radıyallahil Anh'ın şöyle söylediğini rivayet etti:
"Ben Peygamber Aleyhisselâm'm
yanında iken, Ona bir adam geldi. Kendisine yoksulluktan şikayette bulundu.
Sonra bir başkası geldi. O da yolunun kesilmesinden şikayette bulundu.
Resulullah Aleyhisselâm: Ey Adiyy, Hiyere'yi gördün mü? diye sordu.
"Görmedim ama haberini duydum" dedim. Sonra şöyle buyurdu: Eğer ömrün
uzun olursa, bir kadının devesinin hevcesine binip Hiyere'den yola çıkarak,
Allah'dan başka kimseden korkmaksızm Kabe'ye kadar gelerek tavafta bulunduğunu
göreceksin. Ben kendi kendime: Beldeleri fenalıklarla, ateşlerle dolduran yol
kesiciler nerdeler? dedim. Resulullah Aleyhisselâm sözüne şöyle devam etti:
Eğer ömrün uzun olursa, görürsün, Kisra'mn hazineleri açılacak (yani
Müslümanların eline geçecek)tir. Ben: Hürmüz'ün oğlu Kis-ra mı? diye sordum.
"Hürmüz'ün oğlu Kisra, dedi. Yine buyurdu: Ömrün uzun olursa yine
göreceksin, bir adam avucu dolusu altun veya gümüşle çıkar, onu kendisinden
kabul edecek birini arar da, kabul edecek bir kimse bulamaz. Sizden biri,
Allah'a kavuştuğu gün, Allah'ın huzuruna çıkacak, aralarında Hakk Celle ve
Alâ'nm sözünü kendisine iletecek bir tercüman bulunmaksızın, Cenab-ı Allah
kendisine: Ben sana bir elçi göndermedim mi ve o. elçi sana Benim emirlerimi
bildirmedi mi? diye soracak. Kul: Evet, diyecek. Hakk Teala: Ben sana mal ve
çocuk vermedim mi ve sana ihsanda bulunmadım mı? diye buyuracak. Kul: Evet,
diyecek. Sonra kul sağ yanma bakar cehennemden başka bir şe göremez, sol
yânına bakar yine cehennemden başka bir şey göremez. Adiyy Radıyallahü Anh dedi
ki: Resulullah Aleyhrsselâm'ın şöyle söylediğini işittim: Bir hurmanın yarısı
ile de olsa cehennem ateşinden sakınınız. Bir hurmanın yarısını da
bulamazsanız, tatlı bir söz ile olsun,
cehennemeden sakınınız."
Adiyy Radıyallahü Anh dedi ki:
"Devesinin hevdecine binmiş bir kadının, Hiyere'den yola çıkarak Allah'tan
başkasından kork-maksızm Kâ'be'ye vararak tavafta bulunduğunu gördüm. Hürmüz
oğlu Kisra'nın hazinelerini açanlar (fethedenler) arasında ben de vardım. Ağer
ömrünüz uzun olursa, Peygamber Ebu'l-Kasım Aleyhisselâm'm haber verdiği, bir
adamın avucu dolusu altun veya gümüş çıkarıp kabul edecek birini bulamaması
hâdisesini de görürsünüz". [361][15]
"Yol kesilmesi" Eşkiyalar
tarafından yoldan geçenlerin önünün kesilmesidir. Birtakım insanlar pusulara
gizlenerek, mal almak veya insanları öldürmek için, yahut insanlar arasında
korku salmak için kendi güç ve kuvvetlerine dayanarak yolcuların önüne
çıkarlardı. Çünkü bu insanlar yardım alınacak yerlerden uzakta bulunurlardı.
"Sonra sizden biriniz arada bir
örtü veya tercüman bulunmaksızın Allah'ın huzurunda durur." Bu açıklama
bir temsil mahiyetindedir. Çünkü Allahü Teala'yı hiçbir şey ihata edemez ve
O'nun önünde herhangi bir şeye karşı örtü bulunmaz. Bizim gözlerimize perde
konduğu için dünyada iken O'nu görme ve idrak etmeden aciz olduğumuz için O,
bizim gözlerimizden gizlidir. Ahi-ret olduğu zaman gözlerimizdeki perdeler
kaldırılacak ve görme gücümüz de artacak. "Biz senin gözünden perdeni
açtık, bu gün gözün keskindir" mealindeki ayet-i kerime de buna işaret
etmektedir.
Hiyere, o zamanda Fars
împaratorluğü'na bağlı, Arap kralların yönetiminde olan bir belde idi.
"Eğer Ömrünüz uzun olursa bunu
da, yani bir adamın avucu dolusu altun veya gümüş çıkarıp da onu kabul edecek
bir adam bulamama hâdisesini de görürsünüz". Çünkü bir zaman gelecek insanlar
içinde fakir kalmayacak. Bu zamanın İsa Aleyhissalâm'ın yeniden yeryüzüne
indirileceği zaman olduğu söylenmiştir, el-Beyhakî de diyor ki: Bu durum Halife
Ömer ibnu Abdülaziz zamanında gerçekleşti. Çünkü Ömer ibnu Useyyid ibni
Abdurrah-man ibni Zeyd ibni'l-Hattab bildiriyor ki: "Ömer ibnu Abdülaziz
otuz ay halifelik yaptı, o daha ölmeden önce, bir adam bize yüklü bir mal
getirir: 'Şunu fakirlerden dilediğiniz kimselere dağıtın' derdi. Ama adam
malını geri götürmek zorunda kalırdı. Bu malı kime vereceğimiz hususunda
aramızda konuşup müzakere ederdik, ama verecek kimse bulamazdık. Ömer
Rahmetullahi Aleyh, insanları ihtiyaçtan berî etmişti" Bu gerçeği Beyhakî
rivayet etmektedir. Bu rivayetle Adiyy ibnu Hatem'den rivayet edilen hadisteki
bilgiler de doğrulanmaktadır. (Kastallanî Şerhi)
"Mü'min Rabbine O Kadar
Yaklaşır Ki Üzerine Örtüsünü Veya Rahmetini Koyar" Hadisi
353. Bu hadisi Buharı, C.6, s.74'te,
Kitabu't-Tefsir'in Hud Aleyhisselâm suresi tefsiri ile ilgili bölümde rivayet
etmiştir:
Musadded, Yezid ibnu Zurey'dan, o
Saîd ve Hişam'dan, o ikisi Katade'den, Safvan ibnu Muhriz'in şöyle dediğini
rivayet etmişlerdir:
"îbnu Ömer Radıyallahü Anhuma
tavaf ederken bir adam önüne çıkıp: Ey Ebu Abdurrahman, -yahut, îbnu Ömer- diye
seslendi. Peygamber Aleyhisselâm'm kıyamet gününde Mü'minlerin Cenab-ı Hakk'la
konuşmaları ile ilgili bir şey söylediğini duydun mu? diye sordu. îbnu Ömer
Radıyallahü Anh'da şöyle cevap verdi : Peygamber Aleyhisselâm'm şöyle
söylediğini duydum: Mü'min Rabb'ine o kadar yaklaştırılır ki, (ravilerden Hişam
burada -Yaklaşır ki- ifadesini kullanmıştır), örtüsünü (veya rahmetini) üzerine
koyar, günahlarını ona itiraf ettirir. Şu günahım biliyor musun? diye sorar.
Mü'min kul: Biliyorum, der, sonra iki kere "biliyorum, ey Rabb'im"
der. Hakk Teala: Onu dünyadayken örttüm, bugün de bağışlıyorum, diye buyurur.
Sonra iyiliklerini ihtiva eden sahifesi ortaya açılır. Başkalarına -yahut
kafirlere- gelince, onlar için ru'ûsu'l eşhâd'a: "Bunlar 'Rabb'leri
hakkında yalan söyleyenlerdir, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir."
diye seslenir.
Kastallanî Rahmetullahi Aleyh diyor
ki: Buharî bu hadisi Kita-bu'1-Mezalim'de, Kitabu'l-Edeb'de, ve
Kitabu't-Tevhid'de de rivayet etmiştir. Ayrıca Müslim Kitabu't-Tevhid'de,
Nesâî, Kitabu't-Tefsir ve Kitabu'r-Rekaik'de, îbnu Mace de Kitabu's-Sunne'de
rivayet etmiştir.
Bu hadisin şerhi, Kastallanî Şerhi,
Ki tabu'1-Mezalim, C.4, s.354 ve Kitabu't-Tefsir, Hud Suresi tefsiri, C.7,
s-181'den alınmıştır.
Burada Mü'minin Rabb'ine yaklaşması
ve Rabb'inin, örtüsünü onun üzerine koyması, mecazî anlamdadır. Kastadilen ise,
onun hatalarını örtmesi ve rahmetini ona ulaştırmasıdır. Yani mahşerde
toplananlar onun hatalarını görmesinler diye onu bunlardan saklar. Hakk Teala,
onlara, onları dünyadayken örttüğünü ve orada
da bağışlayacağını bildirir.
Bu hadisten anlaşıldığına göre,
Cenabı Allah'ın ahirette örtüsü, günahlarını dünyada açığa vurmayıp, allah'ın
gizlemesini nimet bilip saklayanlar içindir. Ama dünyadayken açıktan günah
işeyen veya günahını açığa vuranlar ahirette de Allah'ın örtüsüne layık
olamayacaktır.
Ey Allah'ım senden, fazlınla
kereminle dünyada da ahirette de günahlarımızı örtmeni diliyoruz. Amin Ya
Kerim.
354.
"Kul Rabb'i ile buluşur, Allah 'Ey Fülan, Sana İhsanda Bulunmadım
mı?1 Diye Sorar..." hadisi:
Muhammed ibnu Ebi Umer, Sufyan'dan,
o Süheyl ibnu Ebi Salih'ten, o da babasından Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın
şöyle söylediğini rivayet etti:
"Ey Allah'ın Resulü, kıyamet
gününde Rabb'imizi görür müyüz? diye sordular. Resulullah Aleyhisselâm;
Gündüzün öğle vaktinde bulut yokken güneşi görmekte zorlanıyor musunuz? diye
sordu. "Hayır" dediler. "Ondordüncü gecesinde bulut yokken ayı
görmekte zorlanıyor musunuz" diye sordu. "Hayır" dediler. Resulullah
Aleyhisselâm şöyle buyurdu: Nefsim elinde olana yemin ederim ki, bu ikisinden
birini görmekte nasıl zorlanmıyorsanız, Rabb'inizi görmekte de aynı şekilde
zorlanmayacaksınız. Kul Rabb'ine kavuşur. Rabb'i ona: Ey filanca, Ben sana
ihsanda bulunmadım mı, seni başkaları arasında mevki sahibi kılmadım mı, sana
evlilik nasib etmedim mi, sana at, deve vermedim mi, seni başkalarına başkan
eylemedim mi, bu mevkiin sebebiyle mülk edinir, itaat görür olmadın mı? der.
Kul: Evet, der. Bu zaman Rabb'i: Sen Bana kavuşacağını, Benim huzuruma
çıkarılacağını düşündün mü? diye sorar. Hakk Teala daha sonra : Sen nasıl Beni
unuttu isen Ben de seni unutuyorum, diye buyurur. Sonra ikinci bir kişi Hakk
Teala'nm huzuruna çıkar. Hakk Teala ona da: Ey filanca Ben sana ihsanda
bulunmadım mı, seni başkaları arasında efendi kılmadım mı, sana evlilik nasib
etmedim mi, sana at, deve vermedim mi, seni başkalarına başkan eylemedim mi, bu
mevkiin sebebiyle mülk edinir, itaat görür olmadın mı? der. Kul: Evet, Ey
Rabb'im, der. Bu zaman Rabb'i : Sen Bana kavuşacağını, Benim huzuruma
çıkarılacağını düşündün mü? diye sorar. Kul : Hayır, der. Hakk Teala da : Sen
nasıl Beni unuttu isen, Ben de seni unutuyorum, diye buyurur. Sonra üçüncü
kişi Hakk Teala'nm huzuruna çıkarılır. O: Ey Rabb'im Ben sana iman ettim,
kitabına ve Peygamberlerine inandım, namaz kıldım, oruç tuttum, sadaka (zekat)
verdim, der ve bütün gücüyle iyiliklerini saymaya çalışır. Cen-ab-ı Hakk ona:
Öyleyse sen şöyle dur, der. Sonra ona: Senin üzerine şahidimizi gönderiyoruz,
denilir. Adam kendi kendine : Acaba kim benim üzerime şahidlik edecek, der. Bu
zaman ağzına mühür vurulur. Uyluğuna, etine, kemiğine 'konuşun' denilir.
Uyluğu, eti, kemiği, yaptıkları hakkında konuşmaya başlarlar. 'Bu söyledikleri
kendine mazeret bulmak içindir, bu münafıktır, bu Allah'ın kendisine
gadablandığı kimsedir1 derler".[362][16]
355. Bu hadisi Müslim, Enusu'bnu Malik
Rahmetullahi Aleyh'den de rivayet etmiştir. Orada şöyle diyor:
Ebu Bekir ibnu nadr ibni ebu'n-nadr,
ebu'n-Nadr Haşim ibnu
Ebi'l-Kasım'dan, o Ubeydullah
el-Eşcai'den, o Sufyanu's-Sevrî'den, o Ubeyd el-Mekteb'den, o FudayV dan, o da
eş-Şa'bî'den Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'ın
şöyle söylediğini rivayet etmiştir:
"Resulullah Aleyhisselâm'm
yanında bulunuyorduk, bir ara güldü ve : Ne için güldüğümü biliyor musunuz?
diye sordu. Biz: Allah ve Resulü daha iyi bilir, dedik. Bunun üzerine şöyle
buyurdu: Kulun Rabb'i Azze ve Celleh ile konuşmasına. Kul: Ey Rabb'im beni
zulümden kurtarmamış miydin? der. Hakk Celle ve Âla: Evet, diye buyurur. Kul:
Ben bugün nefsim üzerine ancak kendimden bir şahid kabul ediyorum, der. Hakk
Teala: Bugün kendi nefsin ve amellerini yazan kerem sahibi melekler üzerine
şahid olarak yeterlidirler, diye buyurur. Resulullah Aleyhisselâm sözüne şöyle
devam etti: Bunun üzerine adamın ağzı mühürlenir. Azalarına:
"Konuşun" denilir. Azaları amelleri hakkında konuşurlar. Sonra
kendisinin azaları ile konuşmasına müsaade edilir. Bu zaman azalarına:
Yazıklar olsun size, kahrolasımz, ben sizi savunuyordum, sizi kurtarmaya
çalışıyordum, der".[363][17]
356. Bu hadisi, Tirmizî de Camii'nde Ebu
Hureyre ve Ebu Saîd el-Hudri Radıyallahü Anhuma'dan rivayet etmiştir. An-scak
onun rivayeti Müslim'in burada geçen her iki rivayetinden de daha kısadır.
Tirmizî'nin rivayeti şöyledir:
Ebu Hureyre ve Ebu Saîd Radıyallahü
Anhuma'dan rivayet edilmiştir: Resulullah Aleyhisselâm buyurdu
ki:
"Kıyamet gününde kul getirilir.
Allahü Teala ona: Ben sana göz ve kulak; mal ve çocuk vermedim mi, hayvanları
ve ekinleri senin hizmetine sunmadım mı, seni başkalarına başkanlık eder ve bundan
dolayı itaat görür, mal toplar kılmadım mı? Peki sen, bu günde
Benim huzuruma çıkarılacağını
düşündün, hesaba kattın mı? diye sorar. Kul: Hayır, der. Allah da ona: Nasıl
sen Beni unuttu isen, Ben de seni unutuyorum, diye buyurur". [364][18]
Ebu Isa et-Tirmizî bu hadisin,
sahih, garib olduğunu söylüyor,
"Sen nasıl Beni unuttu isen,
Ben de seni unutuyorum". Yani sen nasıl dünyada Bana itaat etmekten
kaçındı isen, Ben de seni rahmetimden mahrum bırakıyorum. Sen Bana itaat etmeyi
terket-tiğin gibi, bugün rahmet ve merhametten uzak kalırsın.
Cenab-ı Allah'ın, dünyadayken
münafık olarak yaşayıp da kıyamet gününde: Ben sana iman ettim, kitabına ve
Peygamberlerine inandım, namaz kıldım, ..." diyen kimse için "Sen
şöyle dur" diye buyurmasının anlamı şudur: Bu esasında yalan söylüyor ve
söylediği yalanın kendini kurtaracağını sanıyor.
Bu gibi münafıklar hakkında Allahü
Teala Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: "Allah onların hepsini tekrar
dirilttiği gün, dünyada size yemin ettikleri gibi, O'na da yemin edip Müslüman
olduklarını söyleyecekler ve kendilerinin bir şey üzerinde bulunduklarını,
yalan yere yemin etmenin kendilerine bir fayda sağlayacağını sanacaklardır, iyi
bilin ki onlar yalancıdırlar."
işte bu gibi münafıklar hakkında
Allahü Teala: "Öyleyse sen şöyle dur" diye buyuracak. Yani : Senin
inkarcılığın ve ne oduğun hakkında kendi uzuvların şahidlik edinceye kadar
şöyle bekle. Aî-lahü Teala: Şu an senin üzerine şahidimizi gönderiyoruz, diye
bu-yurunca adam kendi uzuvlarının aleyhine şahidlik edeceğini bilmediği için
kendi kendine: Acaba kim benim üzerime şahidlik edecek? diye söylenir. Sonra
ağzına mühür vurulur ve uzuvları konuşmaya başlar. Bu husus Yüce Allah'ın
Kur'an-ı Kerim'inde şöyle bildiriliyor: "O gün ağızlarım mühürleriz,
elleri bize söyler, ayaklan yaptıklarına şahidlik eder".
Adam uzuvlarına "ben sizi
savunuyordum, sizi kurtarmaya çalışıyordum" der. Yani sizi kurtarmak için
inkâr ettim, nasıl bana karşı şahidlik edersiniz? Şimdi azabı çekecek olan sizlersiniz.
Ancak her şeyi konuşturan Allah
onlan da konuşturur.
Allah'tan bizim hatalarımızı
örtmesini, günahlarımızı bağışlamasını ve kendi insanıyla, fazlıyla cennetine
sokmasını diliyoruz. Amin.
"Kıyamet Gününde Ademoğlu
Getirilir Allahü Taala'nın Huzurunda Durdurulur..." Hadisi
357. Bu hadisi Tirmizî, Camii'nde,
C.2,s.69'da "Haşr Hakkındaki Rivayetler" babında vermiştir:
Enes Radıyallahü Anh'den rivayet
edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu:
"Kıyamet gününde Ademoğlu âdeta
bir kuzu gibi getirilir. Al-lahü Teala'nın huzurunda durdurulur. Allahü Teala
ona: 'Sana verdim, ihsanda bulundum, nimet verdim, sen bütün bunlarla ne
yaptın?' diye sorar. Kul: 'Ey Rabb'im onları biriktirdim, nemâlan-dırdım, elde
ettiğimden daha fazla olarak sonrakilere bıraktım. Beni geri gönder, onları
sana getireyim1, der. Bu kul, önceden bir iyilik göndermemiş
ise cehenneme atılır". [365][19]
Tirmizî Rahmetullahi Aleyh bu hadisi
vasfederken şöyle diyor:
Bu hadisi, hadisin senedinde geçen
adamlardan biri olan el-Hasen'den birden fazla kimse rivayet etmiştir. Ancak
ona isnad etmemişlerdir. Hadisi el-Hasen'den rivayet eden ravilerden biri
İsmail ibnu Müslim'dir. Onun hıfzmdaki zaaf dolayısıyla bu hadis, zayıf
olmaktadır.
Bu hadis gösteriyor ki, kul elinde
olandan ahireti için önceden bir şey göndermezse, elinde tuttuğu Allah katında
bir değer ifade etmez. Yüce Allah buyuruyor: "O gün kişi elleriyle
sunduğuna -yani elleriyle işleyip Önceden gönderdiğine- bakar".
Akıllı olanın çok şey biriktirmiş
olmakla övünmemesi gerekir. Ancak hayır yolunda harcadığı ile huzur bulur.
Böyle yapmalı ki, pişmanlığın fayda vermediği günde pişman olmasın. Allahü
Teala buyuruyor: "Onlardan birine Ölüm gelince: Rabbim, beni geri çevir,
belki yapmadan bıraktığımı tamamlar, iyi iş işlerim, der."
Allah, bizi ahiret için çalışmaya
muvaffak kılsın. Amin.
"Kur'an Ve Benim Zikrimin,
Kendisini Benden İstekte Bulunmaktan
Alıkoyan İnsan..."Hadisi
358. Bu hadisi Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh Camii'nde, C.2, s.l52'de, Kitabu't-Tefeir bablarmda rivayet etmektedir:
Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü
anh'den rivavet edildiğine göre. Resulullah Aleyhisseiâm şöyle
buyurdu:
"Rabb Azze ve Celle buyurur ki:
Kimi Kuran ve Benim zikrin Benden istekte bulunmaktan alıkoyarsa, isteyenlere
verdiğimde] daha üstününü ona veririm. Allah'ın sözünün diğer sözler üstünlüğü,
Allah'ın, yarattıklarına olan
üstünlüğü gibidir.[366][20]
Ebu îsa et-Tirmizî bu hadisin hasen,
garib olduğunu bildiriyor.
"Nuh Aleyhısselam'a 'Tebliğ
Ettin Mı?1 Diye Sorulması
359. Bu hadisi Buharı Rahmetullahi aleyh
C.4, s.l34'de, Kastallanî'ye göre, C.5, s.338'de, Kitabu'l-Enbiya'nın "Biz
Nuh'u Kendi Kavmine 'Kavmini Allah'ın Azabı ile Korkut1 Diye Gönderdik"
mealindeki ayet-i kerime ile ilgili babında rivayet etmiştir:
Musa ibnu İsmail, Abdulvahid ibni
Zeyyâd'dan, o el-A'meş'ten, o Ebu Salih'ten, o da Ebu Saîd el-Hudrl Radıyallahü
Anh'den Resu-lullah Aleyhisselâm'in
şöyle söylediğini bildiriyor:
"Nuh ve Ümmeti gelir. Allahü
Teala (Nuh'a hitaben): Tebliğ ettin mi? diye sorar. Nuh Aleyhisselâm: Evet, Ey
Rabb'im, der. Ümmetine: Size tebliğ etti mi? diye sorar. Onlar: Hayır, bize herhangi
bir Peygamber gelmedi, derler. Nuh: Senin için kim şahidlik eder? diye buyurur.
Allah Nuh'a: MuhammedSallallahü Aleyhi ve Sellem ve Ümmeti, der. Biz se Onun
tebliğ ettiğine şahidlik ederiz. Bu ise Allahü Teala'mn şu sözünde
bildirilmektedir: "Böylece sizi-insanlara şahid ve örnek olmanız için tam
ortada bulunan -orta yolu takib eden.
doğru çizgide- bir Ümmet kıldık,[367][21]
Bu hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh
aynı şekilde, C.6, s.31'de, Kitabu't-Tefsir'in Bakara suresi tefsiriyle ilgili
babında da, buradaki metne yakın bir metinle rivayet etmiştir.
360. Tirmizî de, yine Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahü Anh'den buradaki metne yakın bir metinle rivayet etmiştir. Ancak
orada şöyle bir farklılık vardır:
Nuh
Aleyhisselâm'm kavmi:
"Bize bir korkutucu gelmedi,
bize bir gelen olmadı, derler. Nuh Aleyhisselâm'a da: Şahidlerin kimlerdir?
denilir... hadis aynen devam ediyor". [368][22]
Tirmizî bu hadisin hasen, sahih
olduğunu söylüyor.
361. Bu hadisi de İbnu Mace, C.2,
s.297'de, "Muhammed Aleyhisselâm Ümmetinin Özelliği" başlıklı babda
rivayet ediyor:
Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü
Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
"Yanında iki kişi bulunarak
Peygamber gelir, yine yanında üç veya daha az yahut daha çok kimse bulunaraktan
Peygamber gelir. Kendisine: 'Kavmine tebliğ ettin mi?' denilir. O da: Evet,
der. Kavmi çağrılır: 'Size tebliğ etti mi?' diye sorulur. "Hayır"
derler. Peygambere: 'Sanin için kim şahidlik eder?' denilir. "Muhammed ve
ümmeti" derler. Muhammed ve Ümmeti çağrılır: 'Bu Peygamber tebliğ etti
mi?' diye sorulur, onlar: 'Evet1 derler. "Bunu nerden biliyorsunuz?' diye
sorulur. "Bizim Peygamberimiz, geçmiş Peygamberlerin kavimlerine
kendilerine bildirileni tebliğ ettiklerini haber verdi, biz de Onun bu sözünü
doğruladık" derler. Peygamber Aley-hisselâm sonra şöyle söyledi: Bu husus
Yüce Allah'ın şu sözünde bildirilmiştir: "Böylece sizi insanlara şahid ve örnek
olmanız için tam ortada bulunan (orta yolu takib eden) bir Ümmet kıldık". [369][23]
"Tebliğ ettin mi?" sorusu
sadece Nuh Aleyhisselâm'a has değildir. Bütün Peygamberler Ümmetleri hakkında
bu soruya mu-hatab olacaklardır.Ümmetleri itiraz edecekler, Peygamberler de,
Muhammed Aleyhisselâm'm Ümmetinin şahidliğini isteyecektir. Muhammed Aleyhi s s
elam'm Ümmeti şehadet edecek,Muhammed Aleyhisselâm da, onların şehadetini
doğrulayacaktır. Kur'an-ı Ke-rim'de: "Peygamber sizin üzerinize şahid olur"
buyuruluyor. Yani sizin şahidliğinizin doğruluğuna şahid olur. Ümmetinin
şahidli-ğinin hak olduğunu ve onların adil şahidler olduğunu bildirir.
Yüce Allah bir Peygambere Ümmeti
hakkında en güzel şekilde nasıl karşılık verirse Muhammed Aleyhisselâm'a da, bizim
hakkımızda öylece karşılık versin ve Onu bizim için şefaatçi eylesin. Amin.
Velhamdu lillahi Rabbi'l-alemin.
362. Bu hadisi Buharı Rahmetullahi
Aleyh, C.4,8.139'da, Kitabu Bedu'l-Halk'ın 'Allah İbrahim'i Kendine Dost
Edindi1 mealindeki ayeti kerime ile ilgili babında rivayet etmiştir:
İsmail ibnu Abdullah kardeşi Abdülhamid'den, o Ibnu Ebi Zi'b'den, o Saîd
el-Makburî'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle
söylediğini bildirmiştir:
"İbrahim, kıyamet gününde
babası Azer'le buluşur. Azer'in yüzünde siyahlık ve toz vardır. İbrahim ona;
Ben sana, bana karşı gelme dememiş miydim? der. Babası: Bugün sana karşı
gelmem, der. İbrahim: Ey Rabb'im sen, insanların diriltildiği günde beni
utandırmayacağını vaadetmiştin. Rahmetten son derece uzak bırakılmış babadan
daha çok utandırıcı ne olur? der. Allahü Teala da: Ben cenneti kâfirlere haram
kıldım, diye buyurur. Sonra: Ey İbrahim, ayaklarının altındaki ne? denilir.
Bakar, birden kanlar içinde bir sırtlan görür. Bu sırtlanın ayaklarından
tutulup cehenneme atılır". [370][24]
Bu hadisi Buharî aynı şekilde, C.6,
s.Ul'de, Kastaüanî'ye göre C.7, s.378'de, Kitabu't-Tefsir'in Şuara Suresi
tefsiriyle ilgili bölümünde daha
kısa olarak vermektedir.
İbrahim Aleyhisselâm'm "Ben
sana bana karşı gelme dememiş miydim?" sözünde şu ayet-i kerimeye işaret
vardır: (İbrahim Aley-hisselâm babası Azer'e dedi ki): Ey babacığım, doğrusu
sana gelme yen bir ilim bana geldi Bana uy, seni doğru yola eriştireyim. Babacığım,
şeytana tapma; çünkü şeytan Rahman'a baş kaldırmıştır"
Babası o gün, "bugün sana karşı
gelmem" der. İbrahim Aleyhisselâm da: "Ey Rabb'im Sen, insanların
diriltildiği günde beni
utandırmayacağını vaadetmiştin" der. Yani O, bu sözüyle duada
bulunur. O duasından isyana gitmez, ancak Rabb'inden icabet edeceğini
ummaktadır.
"Rahmetten son derece
uzaklaştırılmış bir babadan daha çok utandırıcı ne olur". Fasık kimse
rahmetten uzak kalır, kafir ise rahmetten bütünüyle uzak ve mahrum kalır. Yüce
Allah ayet-i kerimede: "Allah'ın rahmeti iyilik sahiplerine
yakındır" buyuruyor.
Yüce Allah İbrahim Aleyhissalâm'a
cevabında: "Ben cenneti kafirlere haram kıldım" buyuruyor. Yani:
'Senin baban kafirdir, cennet ona haramdır'
"Sonra Ey İbrahim, ayaklarının
altındaki ne? diye sorulur". Onun ilgisini Azer'den başka bir yöne çekmek
için böyle soru sorulur.
İbnu'l-Munzir'in rivayetinde
deniliyor ki, babasını o hal üzere görünce (yani, ayaklarının altına bakar
kanlar, içinde bir sırtlan görür...), o zaman ondan berî olur ve: "Sen
benim babam değilsin" der. Onun diğer hayvanlardan herhangi birine değil
de, sırtlana tahvil edilmesindeki hikmet, sırtlanın hayvanların en ahmağı olmasındandır.
Bu hayvan ahmaklığı sebebiyle uyanık olunması gereken yerde, gafil bir halde
bulunur. Azer de, kendine en çok merhamet eden bir insanın nasihatini kabul
etmeyince bu hayvana benzetilmiştir. Bu hadis gösteriyor ki, baba Müslüman
olmayınca oğulun üstünlüğü babaya bir yarar sağlamıyor. Aksi de sözkonusudur.
Nuh Aleyhisselâm'm oğlundaki durum gibi. (Kas-tallanî Şerhi, C.5, s.343).
363. "Cehennemde En Az Azab Görene
Denir ki..." hadisi: Bu hadisi Buhari Rahmetullahi Aleyh C.4, s.l34'te,
Kastal-lanî'nin şerhine göre C.5, s.324 ve sonrasında, Kitabu Bedu'l-Halk'm
"Hazreti Adem'in Yaratılışı" başlıklı babında rivayet ediyor.
Kays ibnu Hafs, Halid
ibnu'l-Haris'den, o Şu'bç'den, o Ebu İmran el-Cevnî'den, o da Enes Radıyallahü
Anh'den Merfu olarak bildirmiştir:
"Yüce Allah Cehennemliklerin en
az azab görenine: Eğer yeryüzünde bulunanlar hep senin olsaydı onları bu az ab
dan kurtulmak için feda eder miydin? diye sorar. O da: Evet, der. Cenab-ı
Allah o zaman şöyle buyurur: Adem'in sulbünden gelen biri olarak senden, bu
söylediğinden daha azını istedim, o da bana hiç bir şeyi ortak koşmamandı, ama
sen bunu kabul etmekten kaçındın.[371][25]
364. Bu hadîsi Buharı Rahmetullahi
aleyh, ayrıca, Kastal-lani'ye göre C.9, s.321'de, Kitabu'r-Rikak'ın
"Cennet ve Cehennemin Özelliği" babında şu metinle rivayet ediyor:
Muhammed ibnu Beşşar, Gunder'den, o
da Şu'be'den Ebu îmran -yani el-Ceunî-nin şöyle söylediğini bildirmiştir: Enes
ibnu Malik Radıyallahü Anh'ın Resulullah Aleyhisselâm'dan şu hadisi rivayet
ettiğini duydum:
"Allahü Teala cehennem ehlinin
en az azab görenine kıyamet gününde: Eğer yeryüzünde olanların hapsi senin
olsaydı, feda eder miydin? diye buyurur. O: Evet, der. O zaman Allahü Teala
şöyle buyurur: Sen Adem'in sulbûndenken, senden, bundan daha azını istedim,
Bana hiçbir şeyi ortak koşmamanı istedim, ama sen, Bana bir şeyi ortak koşmama
sorumluluğunu kabul etmekten kaçındın". [372][26]
365. Bu hadisi İmam Müslim Rahmetullahi
Aleyh, Kastal-lanî'nin hamişi'ne göre, CJO, s.264'te, KeffareÜer babında rivayet
ediyor:
Ubeydullah ibnu Mu'az el-Anberî,
babasından, o Şu'be'den, o Ebu îmran el-Cevnî'den, o da Enes ibnu Malik
Radıyallahü anh'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet etti:
"Allah, cehennem ehlinin en az
âzab gönenine : Dünya ve içindekiler senin olsaydı, feda eder miydin? diye
sorar. Adam: "Evet" der. Bu zaman Hakk Teala şöyle buyurur: Sen
Adem'in sulbünden iken, senden, bundan daha azını, Bana bir şeyi ortak
koşmamanı istedim -ravi der ki: Zanediyorum burada "bunu kabul edersen
seni cehenneme koymam; dedi, ama sen yasak oalarak şirkten başka bir şey kabul
etmekten kaçındın (şirk dışındaki diğer
yasaklaırımı çiğnedin)", diye
sölyedi". [373][27]
366. Hadisi Müslim, bir başka senedle
Enes ibnu Malik Radıyallahü Anh'den rivayetle Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle
buyurduğunu kaydediyor. Kıyamet gününde kâfire:
"Ne dersin, dünya dolusu altun
olsa »hapsini feda eder misin? denilir. O da: Evet, der. O zaman şöyle denilir:
dünyada iken senden, bundan daha az şey istenmişti".[374][28]
367. Yine Müslim'in bir başka
rivayetinde şöyle deniliyor:
"Bunun üzerine ona şöyle
denilir: Yalan söylüyorsun, senden bundan daha az şey istenmişti[375][29]
Yüce Allah'ın burada
"istedim" diye buyurması "emrettim, ta-leb ettim"
anlamındadır. Ahl-i hakk mezhebine göre Allah'ın irade ettiği şey mutlaka vuku
bulur. Onun için burada irade, emir manasınadır.
Ehl-i hak mezhebine göre Allah
Kainatta olan her şeyin iyisini, kötüsünü irade eder. İman da küfür de, O'nun
iradesi ile gerçekleşir, Allahü Teala, Mü'minin imanını irade ettiği gibi kafirin
de küfrünü irade eder. Mutezile ise böyle dememektedir: Onlara göre Allah,
'kafir olanın imanını irade etmiştir, küfrünü irade etmemiştir. Allah onların
batıl sözlerinden pek yücedir' Onların bu iddiaları, Allah hakkında acziyeti
gerektirir, aynı zamanda bu iddia Hakk Teala'nın mülkünde, O'nun iradesi
olmadan hâdiselerin vuku bulabildiği anlamına da gelir ki, yanlış bir kanaattir.
Hadisin te'vili hakkında daha Önce
yeterince açıklama yapılmıştı.
Buradaki "Yalan söyledin"
ifadesinin zahirî anlamı şudur: Adama,
"eğer sen dünyaya döndür üls ey din ve dünyanın
tamamı senin olsaydı bunu feda eder miydin?" denilir. Adam
"evet" deyince, "hayır, yalan söylüyorsun, bundan daha azı
senden istendiği halde vermekten kaçınmıştın" diye cevap verilir. Bu
konuda Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Eğer geri
döndürülseler yine kendilerine yasak edilen şeylere dönerler. Doğrusu onlar
yalancıdırlar." Bir başka ayet-i kerimede de; "Rabb'lerinin çağrısına
uymayanlar ise, yeryüzünde olan her şey ve daha bir katı onların olsa,
kurtulmak için fidye verirler". Bir ayet-i kerimede de: "Eğer
yeryüzünde bulunanların tümü ve onun bir misli daha zulmedenlerin olsaydı,
kıyamet günü o kötü azab-dan kurtulmak için onu mutlaka fidye verirlerdi"
buyuruluyor. Bu ayet-i kerimelerin anlamı şöyle birleştirilmektedir: Eğer
kıyamet günündeki o azabı gördükleri an, belirtilen kadar varlık ellerinde
olsa, o azabdan kurtulmak için ellerindekini mutlaka fidye verirler. Ama
dünyaya döndürülseler, bütün dünya onların mülkü olsa da, kendilerinden
iteatkar bir hayat yaşamaları istense, onlar, yeniden eski hayatlarına döner,
şeytana uyarlar ve verdikleri sözü unuturlardı.
Bu hadiste Allahü Teala hakkında
"Allah diyor ki" denmesinin caiz olduğuna delil vardır. Selef
âlimlerinden bazıları Allahü Teala hakkında böyle denmesini uygun
görmemişlerdir. Onlar "Allah dedi ki" şeklinde mazi (geçmiş zaman)
sigasmm kullanılmasını gerekli görmüşlerdir. Bu görüşün doğru olmadığı ve Allah
hakkında "Allah diyor ki" ifadesinin kullanılmasının caiz olduğu
hususu, daha Önce teferruatlı olarak izah edilmişti. Selef âlimlerinin
ekseriyeti ve halef âlimlerinin geneli de caiz olduğu görüşündedirler. Kur'an-ı
Kerim'de de bu ifade kullanılmaktadır^ Cenabı Hakk "Allah hak olanı
söylüyor ve doğru yola iletiyor" diye buyuruyor. Buharı ve Müslim'in
sahihlerinde de bunun caiz olduğunu gösteren çok sayıda, hadis-i şerif vardır.
(Nevevî'nin Sa-hih-i Müslim Şerhinden).
Cennet Ve Cehennemin Münakaşası
Cehennemin Şikayeti
368. "Cennet ve Cehennem Münakaşa
Ederler.." hadisi: Bu hadisi Buharî Rahmetullahi Aleyh C.6, s,138'de,
Kitabu'trTefsir'in, Kaf Suresi tefsiri ile ilgili bölümünde rivayet etmektedir:
Abdullah ibnu Muhammed
Abdurrâzık'ten, o Ma'mer'den, o Hemmam'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü
Ank'den Resulullah Aley'hisselim 'ırı
şöyle söylediğini rivayet
etmiştir:
"Cennet ve cehennem
birbirleriyle münakaşa ederler. Cehennem: Bana, büyüklük taslayanlar,
yeryüzünde zorbalık yapanlar verildi, der. Cennet de: Bana ne oluyor ki, hep
insanların zayıfları ve düşkünleri bana geliyor, der. Bunun üzerine Allah
Teabareke ve Teala cennete: Sen Benim rahmetimsin, seninle kullarımdan istediğime
rahmet ederim, der. Cehenneme de: Sen ancak azabımsm, seninle kullarımdan
dilediğime azab ederim, der. Her ikisinin de dolu dolu nasibi olur. Cehennem
ayağını koymadıkça dolmaz. Sonra "yetti, yetti, yetti" der. Bu
esnada dolar. Cehenneme atılanlar birbirlerine karıştırılırlar. Allah Azze ve
Celle kullarından hiç bir kimseye zulmetmez. Cennet için ise, Allahü Teala
yaratıkları içinden bir topluluk
oluşturur." [376][30]
369. Bu hadisi, Buharı C.9, s.l34'de
Kitabu't-Tevhid'in "Allah'ın Rahmeti iyilik Sahiplerine Yakındır"
anlamındaki ayet-i kerime ile ilgili babında da, Ebu Hurayre Radıyallahü Anh'a
ulaşan bir senedle rivayet etmiştir.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Re~ sulullah Aleykisselâm şöyle
buyurdu:
"Cennet ve cehennem birbirleri
hakkında Rabb'lerine müracaat ederler. Cennet: Ey Rabb'im şuna ne oluyor, hep
insanların zayıfları ve düşkünleri doluyor, der. Cehennem de: Benim için insanların
büyüklük taslayanlan seçildi, der. Allahü Teala cennete: Sen Benim rahmetimsin,
der. Cehenneme de : Sen de azabımsm, istediğime seni çarptırırım, der. Sonra:
Her ikinize de dolu dolu nasib vardır, buyurur. Resulullah Aleyhisselâm daha
sonra şöyle buyudu: Cennet hakkında şunu söyleyeyim ki, Allah kullarından hiç
kimseye haksızlık etmez, dilediğini de cehenneme gönderir. Onlar oraya
atılırlar. Üç kere "daha var mı?" der. Ta ki ayağını içine koyuncaya
kadar, bu zaman dolar. İçindekiler birbirlerinin üstüne atılırlar. Cehennem de
: Yetti, yetti, yetti, der.[377][31]
370. Bu hadisi Müslim, Sahih'inde,
'Cehennem' babında rivayet ediyor. Müslim, hadisin Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'den gelen muhtelif rivayetlerini veriyor:
Birincisi:
"Buharî'nin Kaf Suresi
tefsirinde geçen birinci rivayeti gibidir. Ancak Müslim'in rivayetinde şöyle
bir ilave bulunmaktadır:
"Cennet der ki: Bana ne oluyor,
hep insanların zayıfları, düşkünleri ve acizleri doluyor". Müslim'in bu
rivayetinde ayrıca: "Sizin herbirinizi dolduracak nasibiniz vardır"
ifadesi de mevcuttur". [378][32]
37L ikinci rivayet te, birinci rivayet
gibidir. Ancak burada
"Münakaşa ederler"
anlamına 'tehaccet1 kelimesi yerine 'ihteccet1 kelimesi kullanılmaktadır.[379][33]
372. Üçüncü rivayet te yine Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'den gelmektedir. Bu rivayetin diğerlerinden farkı şu
cümledeki fazlalıktır:
"Cennet der ki; bana ne oluyor,
sadece insanların zayıfları, düşkünleri ve perişanları giriyor". [380][34]
373. Müslim'in dördüncü rivayeti Ebu
Saîd el-Hudrî Radıyaüahü Anh'den gelmektedir.
"Bu rivayet te Ebu Hureyre
Radıyallahü anh'm rivayetleri gibidir. Sadece anlamda değişikliğe yol açmayan
bir lafız farklılığı vardır". [381][35]
374. Sonra Müslim, Enes İbnu Malik
Radıyallahü Anh'e dayanan bir senedlebu hadisi rivayet ediyor ye şöyle diyor:
Katade, Enes İbnu Malik Radıyallahü
Anh'den Resulullah Aley-hisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet
etmiştir:
"Rabbu'l-îzzet Tebareke ve
Teala, içine ayağını koyuncaya kadar cehennem "Daha var mı?" demeye
devam eder. içindekiler birbirlerinin aralarına sokulurlar. Cehennem de
"Yetti, yetti; İzzetine yemin olsun," der. İçindekiler birbirlerinin
arasına sıkıştırılırlar."
[382][36]
375. Yine Müslim Enes İbnu Malik'ten bu
hadisin bir başka rivayetini de vererek şöyle diyor:
Enes ibnu Malik Radıyallahü anh'den
rivayet edildiğine göre Re-sulullah
Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur.
"Rabbu'l-îzzet ayağım koyuncaya
kadar cehenneme çehennem-likler
atıladurur ve o da: "Daha var mı?" demeye devam eder. Bundan
sonra birbirlerinin aralarına
sokulurlar. Cehennem de: "Yetti, yetti, izzetin ve keremin hakkı için"
der. Cennetin bir fazlalık kısmı kalır. Allahü Teala orası için bir topluluk
vareder (oldurur), onları cennetin fazla olan kısmına yerleştirir.[383][37]
376. Müslim bir başka rivayette de şöyle
kaydediyor:
Enes Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah
Aleyhisselâm şöyle buyurmuştur:
"Cennetten Allah'ın dilediği
kadar bir fazla kısım kalır. Ta ki, Allah dilediklerinden orası için bir
topluluk varedesiye kadar.[384][38]
377. Tirmizî de, "Cennet ve
Cehennemin Tartışması" başlıklı babda bu hadisi senediyle birlikte vererek
şöyle diyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle
buyurdu:
"Cennet ve cehennem münakaşa
eder. Cennet: Bana hep zayıf ve yoksullar geliyor, der. Cehennnem de: Bana da
zorbalar ve büyüklenenler giriyor, der. Allahü Teala: Cehenneme: Sen Benim
azabımsın, seninle dilediğimden intikam alırım, diye buyurur. Cennete de: Sen
rahmetimsin, seninle dilediğime rahmet eylerim, diye buyurur.[385][39]
"Cennet ile cehennem
birbirleriyle münakaşa ederler". Yani kendi hal lisanlarıyla, Cenab-ı
Allah'ın kudreti ile bunun gerçekleşmesi imkansız değildir.
"Mütekebbir -Büyüklük
taslayan-": Kendine ait olmayan bir şeyle büyüklenen, insanlara küçük
gören.
"Zorbalık yapan":
Kendisiyle ilişkileri hep aşılması zor protokollere bağlayan, yahut,
zayıfların, düşkünlerin durumlarıyla hiç ilgilenmeyen.
"Cennet hep insanların
zayıfları ve düşkünleri bana geliyor, der". Yani insanların pek
kendilerine iltifat etmediği ve insanlar arasında, küçümsenen, Rabb'leri
karşısındaki tazarru ve tevazulari sebebiyle hafife alınanlar hep bana geliyor,
der.
Allahü Teala cennete "Sen
rahmetimsin" diye buyuruyor. Çünkü Hakk Teala'mn rahmetinin eserleri
onunla ortaya çıkmaktadır. Bunun gibi, "Seninle kullarımdan istediğime
rahmet ederim" buyuruyor. Allah'ın rahmeti, O'nun ezeli ve ebedi
sıfatlarından biridir. Bu sıfatının ortaya çıkması eserlerinin belirmesi de
mecazî anlamda rahmet olarak adlandırılmıştır. Cehenneme de "sen de
azabımsın, seninle kullarımdan dilediğime azab ederim" buyuruyor.
"Cehennem, içine ayağını
koyuncaya kadar -Müslim'in rivayetine göre de: Allahü Teala içine ayağını
koyuncaya kadar- Solmaz".
îbnu Fevrek buradaki
"ayak" sözünü kabul etmemiştir. îbnu'l, Cevzî de diyor ki: Bu ifade
bazı ravilerin tahrifidir, yani onlar tarafından sokuşturulmuş bir sözdür.
Ancak bunların iddialarına Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim'de geçen rivayetler
ile cevap verilmiştir. Ekseriyeti oluşturan ilim adamları bu sözü te'vil
ederek, yani Hakk Teala cehenneme en son olarak bir topluluk koyar, bunlar
özel olarak öncekilere ilave edilmiş olur, dediler. Ve yine denildi ki: Bu
hadisteki ayak ve bacak sözü, Allahü Teala'nın benzetme ve keyfiyetten münezzeh
olan sıfatlarından bazılarını ifade etmektedir. Buna inanmak ve bu konuda laf
etmekten kaçınmak gerekir. Hidayete giren kimse teslimiyet yolunu seçen
kimsedir. Bu gibi müşkil konular üzerinde fazla duran yanılır, inanmayan yoldan
çıkar, keyfıyyet nisbet eden teşbih (benzetme) hatasına düşer.
"Hiçbir şey O'nun
benzeri değildir".
"Allah kullarından kimseye
haksızlık etmez". Yani kötülük işlemeyen bir kimseye azab etmez.
"Cennetin bir fazlalık kısmı
vardır. Allahü Teala orası için bir topluluk vareder". Yani hiç iyilik
yapmamış olan iman sahiplerini oraya yerleştirir. Sevab amelle sınırlı
değildir. (Buraya kadar ki açıklamalar,
Kastallanî şerhi, C.7,
s.354'ten alınmıştır).
Kastallanî Kitabu't-Tevhid CIO,
s.4l3'de, "Allah'm rahmeti iyilik sahiplerine yakındır" mealindeki
ayet-i kerime ile ilgili babda bu hadisi şöle şerhediyor:
Cennetle cehennemin münakaşası,
birbirlerine karşı durmaları âdeta hasımca olduğu için, bu münakaşa, mecazî
anlamda bir münakaşa olabilir. Yahut onlara hayat ve konuşma kabiliyeti verileceği
için gerçek şekilde konuşmaları mümkün olabilir.
Ebu'l-Abbas el-Kurtubî diyor ki:
Allahü Teala'nın bu sözü, cennet ve cehennemin bir kısmında meydana getirmesi,
yani söyletmesi mümkündür. Çünkü seslerde, sesi çıkaran yerin akıl sahibi ve
diri olması şartı yoktur.
Eğer böyle bir şart aransa bile Allahü Teala'nın,
maddî (cemâdî) yaratıklarının bir kısmına hayat vermesi mümkündür. Özellikle
bazı müfessirler: "Ahiret yurdu, işte asıl hayat odur" mealindeki
ayet-i kerimenin tefsirinde: Cennette ne varsa hapsi hayat sahibi olacaktır,
diyorlar. Ayrıca bu konuşma haJl lisanı ile de olabilir. Birincisi ise tercihe
şayandır.
Bunların birbirleri ile münakaşa
etmeleri ise; birbirlerine karşı içlerinde bulunanlar ile Övünmeleridir.
Cehennem zanneder ki, Allah dünyadaki büyükleri kendi içine atmakla onu cennet
üzerine tercih etmiştir. Cennet de, Allah dostlarının kendi içine girmesiyle Allah'ın
kendisini cehennem üzerine tercih ettiğini düşünür.
Allahü Teala cennet ve cehenneme
cevabında, onlardan birinin diğerine üstünlüğünü bildirmeyip, ikisinin de'
durumunu kendi ilahî meşi'etine
(iradesine) bağlıyor.
"Ayağım koyma" ifadesi,
engelleme, zecr anlammadır.
Bu hadisin, bazı rivayetlerinde
'"Cehennem dolar. Allah kullarından kimseye haksızlık etmez. Cennet için
de Allahü Teala bir topluluk vareder" deniliyor. Sahih-i Müslim'deki
rivayetinde böyledir. Burada (yani başta zikredilen babda) ise: "Allahü
Teala yaratıklarından kimseye haksızlık etmez, dilediğini cehenneme
sevkeder" diye rivayet ediliyor. Bazı âlimler dediler ki: Burada ibare
ters çevrilmiştir. Ibnu'l-Kayyım el-Cevziyye "Bu hatadır,
karıştırmadır" diyor ve Yüce Allah'ın: "Cehennemi mutlaka insanlarla
ve cinlerle dolduracağım" mealindeki ayet-i kerimesini delil gösteriyor.
Aynı şekilde el-Belkinî de bu değişikliğe karşı çıkıyor ve "Rabb'in hiç
kimseye haksızlık etmez" mealindeki ayet-i kerimeyi delil gösteriyor.
Ebu'l-Hasen el-Kabisî diyor ki:
Bilinene göre Allahü Teala, cennet için topluluk vareder. Bu hadisin dışında
Hakk Teala'mn cehennem için bir topluluk varedeceğine (yani cehennemi onlarla
doldurmak üzere) dair hadislerden herhangi bir şey bilmiyorum. Hiç günahı
olmayan birisine azab etmenin Allahü Teala'mn keremine uygun düşmeyeceğini de,
sözüne delil olarak göstermektedir, îteati olmayana nimet verilmesi durumu ise
farklıdır.
el-Belkinî de diyor ki: Bu ifadenin,
ruhsuz taşların cehenneme atılacağı anlamına alınması, ruh sahibi yaratıkların
günahsız olarak cehenneme atılacağı anlamına alınmasından daha uygundur.
el-Feth'de şöyle deniyor: Bu
kastedilenlerin ruh sahipleri olması da mümkündür. Ancak bunlar, cehennemin
görevlileri gibi orada bulunurlar fakat
azab görmezler.
Burada "inşa-vâretme" ilk
kez cehenneme sevketme anlamına da olabilir. Nitekim "Onlar oraya
atılırlar, cehnnem ise: Daha var mı? diye sorar" sözü buna bir delil
teşkil eder.
Müslim'in rivayet ettiği hadislerin
şerhine gelince:
Bu hadislerin şerhi, Nevevî'nin
Sahih-i Müslim Şerhi, (Kastal-lanî'nin Hamişine göre, CIO, s.297)'den
alınmıştır:
Cennet ve cehennemin münakaşa
etmesi, Allahü Teala'mn bu ikisine temyiz kabiliyeti vereceğim gösterir. Bu
yolla anlayış sahibi olurlar ve münakaşa ederler. Ancak bu, onlardaki temyiz
kabiliyetinin sürekli olmasını gerektirmez,
'Acizler' ile kastedilenler, dünyada
güç, servet ve mevki sahibi olmaktan, dünyalık istemekten aciz olanlardır.
Düşkünler ise, küçümsenen zayıflardır. Perişanlar ise, pek dünya işinden anlamayan,
insanların ahmak zannettiği kimselerdir. "Cennet ehlinin çoğu ahmak
sanılan kimselerdir" hadis-i şerifi de bu manayı bildirmektedir.
Kadı lyaz diyor ki: Burada
kastedilenler, iman sahiplerinin çoğunluğunu oluşturan avam tabakası, bilgisi
az olan halk taba-kasıdır. Çünkü bunlar sünneti pek bilmezler ki, fitneye,
bid'atlere vs. düşsünler, onlar doğru inanç sahibi olurlar ve imanlarında sabit
olurlar. Bunlar Mü'minlerin çoğunluğunu oluşturdukları gibi, cennet ehlinin de
çoğunluğunu oluştururlar. Bilgi, anlayış sahipleri, ilimleriyle amel eden
âlimler, salih kullar, ibadete düşkün kimseler ise, azınlıkta "olurlar.
Bunlar Allah indinde yüksek mevkilere sahip olacaklardır. Yine denilmiştir ki:
Buradaki "cennet ehli hep zayıf olan, zayıf olmaya çalışan
kimselerdir" manasmdaki hadis-i şerifte kastedilen 'zayıflık1, büyüklenen
zorbalık taslayan kimsenin aksine, nefsini Allah karşısında zayıf düşüren, onu
iteate zorlayan kimsedir.
"Rabbu'l-Izzet Tebareke ve
Teala, içine ayağını koyuncaya kadar cehennem "daha var mı?" demeye
devam eder." Bu söz Alah'm sıfatlan hakkındaki meşhur rivayetlerden
biridir. Bu konuda daha önce geniş şekilde açıklama yapılmıştır. Bilindiği
üzere bu gibi konularda iki görüş vardır: Selef, te'vile gidilmeyip kastedilen
manaya inanılması yolunu seçer. Kelamcıların çoğu ve halef âlimlerinin bir
kısmı ise, bu gibi ifadeleri Hak Teala'nm sıfatlarına layık olacak şekilde
te'vil etme yoluna giderler.
Buradaki "ayak"
kelimesinin te'vilinde değişik görüşler ileri sürülmüştür: Burada ayak ile
kastedilen "öne geçen" dir ki, bu da dilde yaygın durumdadır. O zaman
anlam şöyle olur: Allahü Teala, cehennem ehlinden takdim ve takdir ettiklerini
koyuncaya kadar.
el-Mazerî ve Kadı Iyaz şöyle
diyorlar: Bu açıklama (yukarıdaki açıklama) Nadr ibnu Şemîl ve başkalarının
Îbnu'l-A'rabî'den rivayetle yaptıkları te'vildir.
İkinci görüşe göre: Bununla
kastedilen, bazı kimselerin ayaklarıdır.
Üçüncü görüşe göre: Yaratıklar
içinden bu şekilde (yani 'ayak' olarak) isimlendirilenler olabilir.
Ebu Bekir ibnu Fevrek, içinde ayak
konusu geçen ibarenin rivayetinin sabit olmadığını ileri sürüyor. Ancak bunu
Müslim ve Başkaları rivayet etmişlerdir. Bu ibare sabittir ve yukarıda geçtiği
üzere te'vil edilebilir.
'Bacak1 ile insanlardan bir topluluk
kastedilmiş olabilir. Mesela "çekirge bacağı" denilince (Arapça'da)
bir çekirge topluluğu kastedilmiş
olur.
Kadı îyaz diyor ki: En uygun olan
te'vile göre, bununla kastedilen, cehennemi haketmiş ve bunun için yaratılmış
olan bir topluluktur. Bu ifadeyi zahir anlamından ayrı bir şekilde anlamak
gerekir. Çünkü Allahü Teala'hm bir uzvunun olmayacağı açık delillerle
sabittir.
"Cehennem Rabb'ine
Şikayette Bulundu..." Hadisi
378. Bu hadisi Buharı, C.4, s.l40'da,
Kitabu Bedull-Halk'm "Cehennemin Özelliği" babında rivayet ediyor:
Ebu'l-Yeman, Şuayb'dan, o Zûhrî'den,
o Ebu Seleme ibnu Ab-durrahman'dan, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resulul-lah Aleyhisselâm'ın şöyle söylediğini
rivayet etmiştir:
"Cehennem Rabb'ine şikayette
bulunur: "Ey Rabb'im bir kısmın bir kısmımı yedi" der. Allahü Teala
da ona ikinefes ıçm izm veni Bir nefes kışın, bir nefes de yazın. Bunlar, karşılaştığınız şiddetli
sıcak ile karşılaştığınız en şiddetli soğuktur."
"Cehennem Rabb'ine şikayette
bulunur". Yani Allahü Teala'mn ona hayat vermesi ile, gerçek manada söz
söylemek suretiyle şikayette bulunur veya lisan-ı hâl üzere konuşur. Şikayeti,
içindeki kaynamadan ve bir kısmının diğer bir kısmım yemesinden (yakmasından) dolayıdır.
"Allahü Teala ona iki nefes
için izin verir". Buradaki nefesi, el-Beyzavî, mecazî anlamda kabul etmiş,
onun dışındakiler, gerçek bir nefes olarak anlamışlardır. Bu da, onun içinden
çıkıp havaya karışan şeydir. Kardan ve ateşten melek yaratan, ateşten zemheri
soğuğunu çıkarmaya da kadirdir.
En
doğrusunu bilen ise Allah'tır.
Resulullah Aleyhisselam'ın Havzı
İle İlgili Rivayetler Havz Hadîsi
379. Bu hadisi Buharî Rahmetullahi aleyh
C.8, s.H9'da, Havz* babında rivayet etmiştir:
Amr ibnu Ali, Muhammed ibnu
Cafer'den, O Şu'be'den,o el-Muğire'den, o Ebu Vail'den, o da Abdullah
Radıyallahü Anh'dan Resulullah Aleyhisselâm'ın
şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ben hepinizden önce havzm
başına giderim. Sizden birtakım kimseler benimle beraber çıkarlar (benim
yanımda yerahrlar).
Sonra bazıları benim önümden
alınırlar. Ben: "Ey Rabbim, onlar benim ashabımdırlar" derim.
"Bunların senden sonra neler çıkardıklarını bilmezsin" denilir[386][40]
Bu hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh
Huzeyfe Radıyallahü anh'a varan bir başka senedle de rivayet etmiştir. Müslim de,
Huseyn'in Ebu Vail'den, Onun Huzeyfe Radıyallahü anh'den, Onun da Resulullah
Aleyhisselâm'dan rivayetiyle gelen tarikle rivayet etmiştir.
380. Buharı, aynı zamanda Enes ibnu
Malik Radıyallahü Anh'a varan bir senedle bu hadisi rivayet etmektedir. Bu rivayetinde
şöyle diyor:
Müslim ibnu İbrahim, Vuheyb'den, o
Abdulaziz'den, o da Enes Radıyallahü Anh'den Resulullah Aley his selâm'in şöyle
buyurduğunu rivayet etmiştir:
"Ashabımdan bir takım insanlar
havzın başında bana gelirler. Onları tanıdığımda önümden alınırlar,
"Onlar'benim ashabımdır" derim.
(Hakk Celle ve Ala): "Sen
onların senden sonra
neler çıkardıklarını bilmezsin"
der".
Müslim, bu hadisi,
Kitabu'l-Menakıb'da rivayet ediyor.
381. Buharı bu hadisi Sehl ibnu Sa'd
Radıyallahü Anh'a varan bir senedle rivayet ederek şöyle diyor;
Sald ibnu Ebi Meryem, Muhammed ibnu
Mutarraftan, o Ebu Ii:-tm'den, o da Sehl ibnu Sa'd Radıyallahü Anh'den
Resulullah Alrvhısselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet ediyor
"Ben hepinizden Önce havzm
başına varırım. Kim benim önümden geçerse (kim Bana uğrarsa) ondan içer,
kim,de ondan içerse bir daha ebediyen susamaz. Benim kendilerini tanıdığım
kendilerinin de tanıdıkları bir takım kimseler bana gelecekler, sonra onlarla
benim arama engel konulacak"
Ebu Hazim der ki, benim bu
rivayetimi Nu'man ibnu Ebu Iyâş duydu: "Sehl'den aynen böyle duydun
mu?" dije sordu. Ben: "Evet" dedim. Bunun üzerine şöyle söyledi:
Ebu Saîdi el-Hudrz için şahidlik ederim ki, ben de ondan bu hadisi duydum Ancak
o şöyle bir ilaveye yer vermişti:
"Ben: Onlar bendendirler,
derim. "Bunların senden sonra neler çıkardıklarını bilmezsin"
denilir. Ben de: Benden sonra değişiklik yapanlar uzak olsunlar, uzak olsunlar,
derim". [387][41]
382. Bu hadisi Buharı, Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'a ulaşan bir senedle rivayet ederek şöyle diyor:
Ahmed ibnu Şebib ibni Saîd
el-Habetî babasından, o Yunus'tan, o
ibnu Şihâb'dan, o Sâid ibnu el-Museyyeb'den, o da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle söylediğini rivayet etti.
"Kıyamet gününde ashabımdan bir
topluluk bana gelir, bunlar havzdan mahrum bırakılırlar. Ben: Ey Rabb'im, onlar
ashabımdır, derim. Hakk Teala: Bunların senden sonra neler çıkardıkları
hakkında senin bilgin yoktur, bunlar sırtlarını dönüp geri geri gittiler, diye
buyurur"
Şuayb, ez-Zuhrî'den naklen dedi ki,
"Ebu Hureyre Radıyallahü Anh, Resulullah Aleyhisselâm'dan hadis rivayet
ederken "bunlar havzdan mahrum bırakılırlar, veya oradan
uzaklaştırılırlar" anlamına gelen "fe yuclevne" ibaresini
kullandı, Ukeyl'in ez-Zuhrî'den rivayetine göre de "dövülerek oradan
uzaklaştırılırlar" anlamına gelen "fe yuhalle'ûne" ibaresini
kullandı". [388][42]
383. Buharî Rahmetullahi Aleyh bu
hadisi, yine Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den daha uzun bir metinle rivayet
etmiştir. O rivayet şöyledir:
İbrahim ibnu'l-Munziri el-Hızâmı,
Muhammed ibnu leyh'den, o babasından, o Hilal'den, o Ata ibnu Yesar'dan, o da
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu r
ivayet etti:
"Ben ayakta iken, birden bir
topluluk gelir, onları tanıdığımda, benimle onların arasında bir adam dikilir:
"Gelin"der. Ben: "Nereye?" derim. "Cehenneme
vallahi" der. "Suçları nedir?" derim. "Bunlar senden sonra
arkalarını dönerek dinden uzaklaştılar", der. Sonra bir topluluk gelir.
Onları tanıdığımda, benimle onların aralarında bir adam dikilir.
"Gelin" der. Ben: Nereye? derim. "Cehenneme vallahi" der.
"Suçları nedir?" derim. "Bunlar senden sonra arkalarını dönüp
dinden uzaklaştılar" der. Onların içinden, dağınık deve sürülerinden
kurtulabilenler kadar çok az kimsenin ancak kurtulabildiğini görürüm". [389][43]
384. Bu hadisi Buharı, Kastallanî'ye
göre, C.9, s.343'de yine aynı babda Esma bintu Ebi Bekri's-Sıddik Radıyallahü
Anlaşma'ya ulaşan bir senedle rivayet ediyor. Orada şöyle diyor:
Saîd ibnu Ebi Meryem, Nafî ibnu
Ömer'den, -yani İbnu Abdullah el-Cemha'dan-, o İbnu Ebi Muleyke'den, o da Esma
bintu Ebi Bekir es-Sıddık Radıyallahü Anhuma'dan Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
ediyor:
"Ben havz başında olurum..
Sizden orada bana gelenleri gözlerim. Bazı kimseler benim önümden alınır. Ben:
Ey Rabb'im onlar benden ve benim Ümmetimdendir, derim. "Senden sonra
bunların ne işlediklerini farkettin mi? Vallahi, bunlar hemencecik Ökçeleri
üzere geri döndüler" denilir. İbnu Ebi Muleyke Şöyle derdi: Ey Allah'ım,
ökçelerimiz üzere geri dönmekten, dinimizde fitneye düşmekten sana
sığınırız". [390][44]
Resulullah Aleyhisselâm'ın "Ben
hepinizden önce havzın başına giderim" buyurmasında Muhammed ümmeti için
büyük bir müjde vardır.
"Onlar benim ashabım diri
ar" yani benim Ümmetim den dirler.
"Bunların senden sonra neler
çıkardıklarını bilmezsin". Yani dinden dönmeleri ve yaptıkları fenalıklar
hakkında bilgin yoktur. Onların Senden sonra çıkardıkları şeyler havzdan uzaklaştırılmalarının sebebidir.
"Benden sonra değişiklik
yapanlar uzak olsunlar, uzak olsun lar". Yani benim getirmiş olduğum dinde
değişiklik yapanlar. Küfre düşmeksizin günahlar işleyenler için "uzak
olsunlar, uzak olsunlar" denmez. Bilakis Resulullah Aleyhisselâm onlara
şefaat eder, onların durumlarıyla ilgilenir. Zira o, iman sahiplerine karşı son
derece şefkatli ve merhametlidir.
Ebu Hureyre'nin ikinci rivayetinde
bildirildiği üzere Resulullah Aleyhisselâm'ın "Ben ayakta iken"
buyurması "Havzın kenarında ayakta iken" anlammadır.Yine aynı
rivayette "onları tanıdığımda, benimle onların arasında bir adam
dikilir" denirken kastedilen, adam suretinde bir melektir. Buradaki
"onların içinden dağınık deve sürülerinden kurtulabilenler kadar çok az
kimsenin ancak kurtulabildiğini görürüm" sözü gösteriyor ki: Bu kimseler
iki sınıf olacaktır: Kafirler ve günahkarlar. (Yani kafirler kurtulamayacak,
günahkarlar ise cezalarını çektikten sonra kurtulabileceklerdir).
Havz Hakkında Bazı Bilgiler
îbnuT-Karkül diyor ki: Havz, suyun
toplandığı yerdir. Resulullah Aleyhisselâm'ın havzınm sırattan önce mi yoksa
sonra mı olduğu konusunda ihtilaf edilmiştir.
Kadı Iyaz, Tezkire'sinde: Bu konuda
bildirilenlerden anlaşıldığına göre, insanlar kabirlerinden susamış halde
kalkarlar, diyor ve "Ben ayakta iken birden bir topluluk gelir. Onları
tanıdığımda benimle'onların arasına bir adam dikilir. "Gelin" der.,
Ben: "Nereye?" derim.
"Cehenneme vallahi" der" diye devam eden hadisi delil
gösteriyor.
el-Kurtubî de diyor ki: Bu hadis gösteriyor
ki, havz sırattan önceki bekleme yerinde olacaktır. Çünkü sırat uzun bir
köprüdür. Oradan geçilir. Kim oradan geçerse cehennemden selamete kavuşur.
Bazıları da diyorlar ki: Havz sırattan sonradır. Bu-harî'nin havzla ilgili
hadisleri, şefaat ve mizan'm kurulması ile iÜ gili hadislerden sonraya koyması
da buna işaret etmektedir. Ayrıca Sahih-i Tirmizî'de yer alan ve Enes
Radıyallahü Anh'den rivayet edilen şu hadisde de bu görüşe delil vardır:
"(Enes Radıyallahü Anh' diyor
ki) : Resulullah Aleyhis-selâm'dan bana şefaat etmesini istedim. "Bunu
yaparım" dedi. "Seni nerede arayacağım?" dedim. "Beni ilk
aramaya başladığında Sırat'm üzerinde ara" dedi. "Orada
bulamazsam?" dedim. "Mizan'ın başında olurum" dedi. "Orada
da bulamazsam?" dedim. "Havzın başında olurum" diye
buyurdu".
Ayrıca, Resulullah Aleyhisselâm'm
"Ondan bir kere içen bir daha ebediyen susamaz" sözünün zahiri de
bu.anlamı te'yid ediyor. Çünkü bu ifade, ondan içmenin he s ab dan ve
cehennemden kurtuluştan sonra olacağını gösteriyor. Vaziyete göre, susamayacak
kimsenin cehennemde azab görmemesi gerekir.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'm
rivayet ettiği ve havzın sırattan önce olduğuna delil getirilen hadis hakkında
ise denilebilir ki, bu hadise göre insanlar onu görecekler ve onun bulunduğu
yere yaklaşmak isteyecekler. Ama Sıratın kalan kısmını geçinceye kadar
cehenneme düşürülecekler. İsteyen bunun üzerinde düşünsün. (Kurtubî'den).
Biz diyoruz ki: Bu görüş üzerinde
düşündük ve araştırmaya tabi tutulunca pek kuvvetli bir görüş olmadığının
ortaya çıktığını gördük. Çünkü Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'ın rivayet ettiği hadis,
havzın bekleme yerinde (mevkifte) olacağını açıkça bildiriyor. Peygamber
Aleyhisselâm'da, havzın başında duracaktır. Birden sözkonusu topluluğun havza
yaklaştığı görülecek, sonra bir adam çıkarak Peygamber Aleyhisselâm ile onların
arasına durarak, onları havza ulaşmaktan men edecektir. Yukarıda zikredilen
te'vil ise, hadisin anlamından çok uzaktır.
Havzm "Oradan bir kere içen bir
daha ebediyen susamaz" sözüyle ifade edilen sıfatının, yukarıdaki görüşü
desteklediğinin ileri sürülmesine gelince; buradan haraketle havzm sırattan
sonra olacağı neticesine varılamaz. Çünkü hadisin zahirî anlamı, sırattan önce
bekleme yerinde olacağı yönündedir. Ondan içilmesi ise, bu yerde beklemenin
sebep olduğu susuzluğu gidermek, ve bundan sonra bir daha susuzluğa duçar
olmayı engellemek için olacaktır. Bu, aynı zamanda cehennemden kurtuluşun bir
alametidir. Eğer sırattan sonra cennette olsaydı, bunun ayrıca ne faydası
olurdu ki! Cennette zaten susuzluk olmayacak. Havzdan içme ihtiyacı duyacak
olanlar, bekleme yerinde bulunanlar olacaktır. O esnada oradan içen, bir daha
ebediyen susamayacak ve cehennemde de azab edilmeyecek; Sıratın korkunç
dikenlerinden kurtulacaktır.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'm rivayet
ettiği hadisi, "sözü edilen kimselerin sırat üzerinde havza
yaklaşacakları sonra cehenneme düşecekleri" şeklinde te'vil edilmesi,
ilmi araştırma yapan hiç kimsenin aklına gelebilecek bir te'vil değildir.
Üstelik bu hadiste: "Ben: Nereye? derim, "Cehenneme" der
"Bunların senden sonra neler çıkardıklarını bilmezsin" gibi ifadeler
geçmektedir. Bu ifadeler açıkça gösteriyor ki, havz sırattan önce bekleme
yerinde olacaktır. En doğrusunu bilen Allah'tır.
et-Tezkire müellifi (Kadı Iyaz)
diyor ki: Anlaşıldığına göre Resu-lulâh Aleyhisselâm'ın iki havzı olacaktır.
Birisi sırattan önce mev-kifte (bekleme yerinde) diğeri ise cennette olacaktır.
Her ikisi de Kevser olarak adlandırılacaktır.
Bu iktibası yapan Kastallanî ise,
Kevser'in cennette bir ırmak olduğunu ve suyunun havza aktığını, ancak kevser
ırmağından su alması itibariyle havza da kevser isminin verildiğini bildiriyor
ve şu açıklamayı yapıyor: Sahih-i Müslim'de yer alan ve Ebu Zer Radıyallahü
Anh'm rivayet ettiği bir hadiste: "Havza cennetten iki oluk akar"
buyuruluyor.
Daha Önce de bildirildiği üzere
Sırat, cehennem üzerinde ve bekleme yeri ile cennet arasında bulunan bir
köprüdür. Eğer havz sırattan önce olsa idi, cehennem ateşi kevser ırmağından
havza su akıtılmasını önlerdi.
Biz buna cevap olarak deriz ki: Bu
açıklama pek net değildir.
Çünkü burada ahiret işlerini dünya
işlerine kıyas ederek "cehennem ateşi cennetteki kevser ırmağından havza
su akmasını önlerdi" diyor. Burada hakkında sera'î (vahiyle gelen)
delillerden başka delilimiz bulunmayan gaybî âlem, şehadet âlemine yani görülen
âleme kıyaslanmaktadır. Oysa bu pek aklın kabul edebileceği bir şey değildir.
Hiç kimse cehennemin yerini yakinî bilgi ile bilmiyor ki, kevser suyu ile havz
arasında engel teşkil edeceğini kesin olarak söylesin. Üstelik daha önce
belirtildiği üzere, insanların havza mevkifte (yani bekleme yerinde)
ihtiyaçları olacaktır. Burada insanlar çok şiddetli bir susuzluğa maruz
kalacaklar-. Bu şiddetli susuzluk bekleme yerinde ve cehennemde olacaktır.
Cehennemde olanlar ise, susuzluklarını giderecek her şeyden men olunacaklardır.
Yüce Allah Kur'an-ı Kerim'inde şöyle buyuruyor: "Cehennemlikler
cennettekilere, "bize biraz su veya Allah'ın size verdiği rızıktan
gönderin" diye seslenirler, onlar da, "Doğrusu Allah dinlerini alay
ve eğlenceye alan, dünya hayatına aldanan inkarcılara ikisini de haram
etmiştir" derler".
Cennetlikler ise, pek büyük bir
nimet içinde olacaklardır. Misk kokusu çıkaran ağzı kapalı saf bir içecekten
içecekler. Katkısı kâfur ve zencefil olan içeceklerden içeceklerdir.
Mü'minlerin susuzluklarını gidermeye gelince, bekleme yeri dışında bir yerde
içeceğe ihtiyaçları olmayacaktır. En
doğrusunu bilen Allah'tır.
Eğer bu konu araştırma ve akıl
yürütme ile anlaşılacak bir konu ise, yapılan araştırmaların sonunda varılan
netice budur. Ancak gayet açıktır ki, bu konunun sem'î (vahye dayanan)
delillerden başka kaynağı yoktur. Bu varılan netice de, Ebu Hureyre Radıyallahü
Anh'm rivayet etiği hadiste ve daha başka rivayetlerde sabittir.
Havzla İlgili Tamamlayıcı Bilgiler
Bu bölümde Buharı Rahmetullahi
Aleyh'in Sahih'inde havzm mahiyeti ile ilgili olarak rivayet edilen hadisleri
vereceğiz:
1. Ibnu Ömer Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Önünüzde, Cerbâ ile Ezruh
arasındaki genişlik kadar genişliği olan bir havz bulunacaktır". (Cerbâ
ve Ezruh her ikisi de Suriye bölgesinde bulunan iki kasa-
badır. Bu hadiste kastedilen manayı,
Ziya el-Makdisî'nin Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den rivayet ettiği
"Genişliği Cerbâ ve Ezruh arası kadardır" anlamındaki hadis
açıklamaktadır. Havzın açılarının eşit olduğu rivayet edilmiştir.
2.
Abdullah îbnu Amr ibni'1-As, Resulullah Aleyhislelâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet etmiştir:
"Havzın uzunluğu bir aylık
mesafedir. Suyu sütten beyazdır. Kokusu miskten hoştur. Bardakları gökteki
yıldızlar gibidir. Ondan içen bir daha
ebediyen susamaz".îbnu Ebi'd-Dünya'nın en-Nuvas ibnu Sem'ân'dan merfu
olarak rivayet ettiği bir hadiste de şöyle deniliyor: "Oraya ilk varacak
olan (yani Resulullah Aleyhis-selâm'dan sonra) her susuzu sulayan
kimsedir"
3.
Enes ibnu Malik, Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
etti:
"Havzımm genişliği Eyle ile
Yemen'deki San'a arası kadardır. İbriklerinin sayısı ise gökteki yıldızların
sayısı kadardır."
(Eyle şehri, Filistin bölgesinde
Kızıl Deniz kıyısında bulunan mamur bir şehir idi. Şu an harab olmuştur.
Mısır'dan giden hacılar oradan geçerler. Mısır'ın kuzeylerine düşmektedir.
Mısırlıların Akabe Körfezi derken kastettikleri meşhur akabe (geçit) orada
bulunmaktadır. Eyle Geçidi diye adlandırılır.
4.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh Resulullah Aleyhisselâm'm şöyle buyurduğunu
rivayet etti:
"Evimle minberim arası, cennet
bahçelerinden bir bahçedir. Minberim ise havz üzerindedir."
(Yani dünyadaki minberim kıyamet
gününde aynen o haliyle havzım üzerinde olacaktır. Yahut burada kastedilen şu
olabilir ki, Resulullah Aleyhisselâm'ın kıyamet gününde bir minberi olacaktır
ve o, havz üzerinde bulunacaktır. Kendisi onun üzerine çıkarak, oradan insanları
havzmdan içmeye çağıracaktır. En doğrusunu bilen Allah'tır).
Bu hadis Sahih-i Buharı'de
Kitabu's-Salat'ın son kısmında geçiyor. İmam Müslim'de aynı hadisi
Kitabu'l-Hacc'da rivayet ediyor.
5. Akabet ibnu Amir ibni Isa ibni
Ebi'l-Esved el-Cuhenî Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Resulullah
Aleyhisselâm bir gün Bakî mezarlığına çıktı, orada gömülü olan, ölülerin
üzerine, cenaze üzerine, kıldığı şekilde namaz kıldı. Sonra ayrıldı. Gelip
minberine çıktı. -Yani âdeta ölülere ve dirilere veda eder bir tavırla- sonra şöyle
buyurdu:
"Ben hepinizden önce havzın
başına varacağım. Ben sizin üzerinize şahidim. Ben, vallahi şu anda havzıma
bakıyorum. Bana yeryüzünün hazinelerinin anahtarları verildi, (yalnız
"yeryüzünün anahtarları" diye söylediği de rivayet edilmektedir). Ben
vallahi, benden sonra şirke düşeceğinizden korkmuyorum. Ama aranızda dünya için
yarışa gireceğinizden ve bunun için birbirinizi
öldüreceğinizden,korkuyorum."
6. Harise ibnu Veheb Radıyallahü Anh
Resulullah Aleyhisselâm'ın havzım vasfederken "Mekke ile San'a arası
kadar" dediğini rivayet etmiştir.
Bir rivayette, hadisin ravilerinden
el-Mustevrid'in "Kapları hakkında bir şey duymadın mı?" diye sorduğu
(Hârise'nin de): "Orada gökteki yıldızlar gibi kaplar görürsün" diye
cevap verdiği bildirilmiştir. Ancak buradaki ifade merfudur. Her ne kadar merfu
olduğu açık olarak belirtilmemişse de, söyleniş tarzı merfu olduğunu
göstermektedir.
Ahmed îbnu Hanbel'in Enes ibnu Malik
Radıyallahü Anh'den rivayet ettiği bir hadiste de, kaplar hakkında
"gökteki yıldızların sayısından çok" denilmektedir.
Müslim'in rivayetinde de:
"Orada gökteki yıldızlar gibi ibrikler vardır" denilmektedir.
Kıyamet Gününde Ölümün Kesilmesi Sırat Üzerinde Ölümün
Kesılmesînî Bildiren hadîs
385. Bu hadisi İbnu Mace, Sünen'inde
Ğ.2, s.305'de, "Cehennemin Özelliği" babında rivayet ederek şöyle
diyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den rivayet edildiğine göre Re-sulullah Aleyhisselâm
şöyle buyurdu:
Kıyamet gününde ölüm getirilir.
Sırat üzerinde durdurulur Ey Cennet ehli" diye seslenilir. Cennettekiler,
içinde bulundukları yerden çıkarılmaları endişesi ile ve korku içinde
bakarlar Sonra-Ey Cehennem ehli"
diye seslenilir. Cehennemlikler de
neşeyle' içinde bulundukları yerden çıkarılmaları ümidiyle bir rahatlık
duyarak bakarlar, "şunu tanıyor
musunuz?" denilir "Evet
o ölümdür" derler. Sonra emir verilir, o sırat üzerinde kesilir. Sonra her ıkı
topluluğa da : "Hepiniz
bulunduklarınız yerlerde sonsuza kadar yaşayacaksınız, artık ebediyen
ölüm yoktur" denilir.[391][45]
386. Ölümün kesilmesi konusu,
Tirmizî'nin "Cennet ve Cehennem Ehlinin Sonsuzluğu Hakkındaki
Rivayetler" başlığını taşıyan babda rivayet ettiği bir hadiste de
geçmektedir. Hadisin sonu şöyle geliyor:
Allah cennetlikleri cennete,
cehennemlikleri de cehenneme koy-.duktan sonra Ölüm getirilir. Cennetliklerle
cehennemlikler arasında yer alan duvar üzerinde durdurulur. Sonra: "Ey
cennet ehli" diye seslenilir. Cennettekiler korku içinde bakarlar. Sonra
"Ey cehennem ehli" diye seslenilir. Cehennemdekiler, bir şefaat ümidiyle
neşe içinde bakarlar. Sonra cennet ehline ve cehennem ehline: "Şunu
tanıyor musunuz?" denilir. Berikiler de ötekiler de: "Onu tanıdık, o
bize müvekkel kılınan ölümdür" derler. Bundan sonra ölüm yan yatırılır,
cennetle cehennem arasında yer alan duvar üzerinde kesilir. Sonra "Ey
cennet ehli, artık sonsuza kadar hayattasınız, ölüm yok; ey cehennem ehli artık
sonsuza kadar hayattasınız, ölüm yok" denilir". [392][46]
Tirmizî Rahmetullahi Aleyh bu
hadisin hasen, sahih olduğunu belirtiyor,
Bu hadislerde bildirilen ölümün
kesilmesi hâdisesi, hadislerin zahirinden anlaşıldığına göre gerçek anlamda
olacaktır. Allahü Teala'nın ölümü bir hayvan gibi yaratması, bunun bir yerde
durdurulup kesilmesi, aklen de inkar edilecek bir şey değildir. Allahü Teala
her şeye kadir olduğu için, bütün bu gibi şeyler imkan dahilindedir. Ayrıca
ahiretle ilgili işler dünyadaki işlerden farklıdır. Amellerin tartılması
meselesi de böyledir. Hadiste "Kitaplar veya ameller tartılır" diye
buyuruldu. Bu durum da her bakımdan dünyada alışılagelen duruma ve âdete
aykırıdır.
Bununla birlikte ölümün kesilmesi
hâdisesinin temsilî bir şey olması da muhtemeldir. Böylece, cennettekilerin,
içinde bulunduğu nimetlerle ebedî yaşama hususunda tatmin olarak ölümden
dolayı bir endişeleri kalmaz; cehennemdekiler de artık ölümden veya oradan
çıkarılmaktan tamamen ümid keserler. Çünkü herkes artık ölümün olmayacağını
kesin anlar ve bilir, âdeta ölümün kesildiğini ve bir kimsenin ölümlülük vasfı
ile vasıflana-
mayacağım görmüş olur. Biz
Resulullah Aleyhisselâm'den sahih olarak rivayet edilenlere inanıyor ve
mahiyeti üzerine fazla derine inmeye gerek görmüyoruz. Çünkü bütün bunlar
Allah'ın kudreti dahilindedir.
Bütün hak mezheblerin görüşleri de
bu istikamettedir.
387. Bu hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh
C.8, s.llö'de, Kitabu'r-Rikak'ın "Cennet ve Cehennemin Özelliği"
başlıklı babında rivayet ediyor:
Musa ibnu İsmail Vuheyb'den, o Amr
ibnu Yahya'dan, o babasından o da Ebu Saîd el-Hudrî Radıyallahü Anh'den
Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle
buyurduğunu rivayet ediyor:
"Cennet ehli cennete cehennem
ehli de cehenneme girdiğinde Allahü Teala: Kimin kalbinde bir hardal tanesi
ağırlığında iman varsa onu çıkarın, diye buyurur. Bunlar kavrulmuş kömür olmuş
bir halde çıkarılırlar. Hayat nehrine atılırlar. Selin getirdiği yığındaki
tanenin bitmesi gibi bunlar orada biterler. Resulullah Aleyhisselâm ayrıca
şöyle buyurdu: Onu görmez misiniz, nasıl sarı ve kıvrak bir vaziyette biter.[393][47]
388. Bu hadisi Buharî, Kitabul-İman'ın,
"İman Sahiplerinin Ameller Yönünden Birbirlerine Üstünlüğü" başlıklı
babında rivayet ediyor:
İsmail îbnu Ebi Uveys
ibni Abdullah el-Esbahi el-Medeni (Daru'l-Hicre İmamı, İmam Malik'in
kızkardeşinin oğlu), İmam Malik'den, o Amr ibnu'l-Yahha el-Mazinî'den, o
babasından, o da Ebu Saîd el-Hudrî
Radıyallahü anh'den Resulullah
Aleyhis-selâm'ın şöyle buyurduğunu rivayet
ediyor:
"Cennet ehli cennete cehennem
ehli de cehenneme girer. Al-lahü Teala: Kalbinde bir hardal tanesi ağırlığında
iman olanı (cehennemden) çıkarın, diye buyurur. Bunlar kararmış vaziyette
çıkarlar, Haya veya Hayat -burada imam Malik şüpheye düşmüştür- nehrine
atılırlar. Selin kıyısındaki tanenin bitmesi gibi onlar da bu nehirde biterler.
O tanenin nasıl sarı ve kıvrak bir şekilde bittiğini görmediniz mi?[394][48]
"Kimin kalbinde bir hardal
tanesi kadar iman varsa..." yani asıl tevhid inancına ilave olarak, yani
kimin iyilik niteliğinde bir imanı varsa, demektir, iman maddi bir şey olmadığı
için ağırlık veya hacimle hesab edilemez. Burada kastedilen ameldir. Ameller
cevherler ile temsil edilirler. Buna göre, iyilik kefesindeki ameller, beyaz,
parlak cevherler şeklinde, günah kefesindeki ameller ise siyah, karanlık
cevherler şeklinde görünürler.
"Kalbinde (hardal tanesi) kadar
imanı olanı cehennemden çıkarın..." sözünden imam Gazali: "İmanın
gerçeğini anlamış, ancak, şehadet kelimesini söylemesine ölümün engel olmuş
olduğu kimselerin cehennemden çıkarılacağı" hükmünü çıkarmıştır.
imam Gazali doyar ki: Ancak bir
kimse, şehadet kelimesini söylemeye muktedir olur da ölünceye kadar söylemez,
bununla birlikte kalbiyle inanırsa
bunun, şehadet
kelimesini söylemekten
kaçınması, namaz kılmaktan kaçınması
gibi sayılır. Cehennemde ebedî olarak kalmaz. Ancak tersi de olabilir.
Gazali'nin dışındakiler, diliyle söylememesinin ebedî cehennemde kalmasını
gerektireceği görüşündedirler. Burada, yani bu görüşe göre, hadiste geçen
"kalbinde" sözünün teViline ihtiyaç vardır. Buna göre bu söz
"gücü olursa kalbindeki imanı dili ile de söylemesi şartı ile"
manasına alınır.
Bu iki ihtimal şundan kaynaklanıyor:
imanı dil ile de söylemenin imandan sayılacağı ve dolayısıyla bu yapılmadan
iman tamam olmayacağı görüşünde ihtilafa düşülmüştür. Alimlerden bir grup ou
görüşü kabul etmektedir. İmam Şemsuddin ve Fahru'l-îslam görüşte olanlardandır. Yahut imanın dil ile söylenmesi
dünyevi hükümlerin uygulanması için şarttır. Bu da tahkik ehli alimlerinin
çoğunluğunun görüşüdür. Şeyh Ebu Mansur bunu ka-iiui etmektedir. Hadis ve ayet
metinleri ise bu konuda biraz kapalı bir durum (müteşabih) arz etmektedir.
Taftazanî de böyle söyleyenlerdendir.
Bu hadisi Müslim, Kitabu'l-İman'da
da rivayet etmiştir. Ancak Buharî'nin rivayetindeki senet Müslim'in
rivayetindeki senetten daha kısadır. (Yani Buharî'nin rivayetinde ravi sayısı
daha azdır ki, buna uluvv denmektedir. Çünkü bu durumda hadisin sıhhat derecesi
artmaktadır. -Mütercim). Bu hadisi, Nesâî de rivayet etmiştir.
Bu hadis Mürcie'nin görüşünün
yanlışlığını ortaya koyuyor. Çünkü hadiste iman olsa da, günahın kişiye zarar
vereceği bildiriliyor. (Mürcie ise imanla birlikte günahın zararı olmayacağı
görüşünü savunuyor). Hadis aynı zamanda, büyük günah işleyenlerin ebedî
cehennemde kalacağını ileri süren Mutezile ve aynı görüşü paylaşanların
iddiasının yanlışlığını da ortaya koyuyor.
Allahü Teala kendi ihsanı ile bizi
cehennemden korusun, iyilerle beraber cennetine koysun. Amin.
Cennet Ve Cehennemin
Etrafını Saranlar Ve Cehennem
Ehlinin Yiyeceği
"Cennet Nefse Hoş Gelmeyen Şeylerle, Cehennem De
Nefsin Hoşlandığı Şeylerle
389. Bu hadisi İmam Tirmizî Camiinde,
C.2, s.92'de, "Cennet Nefse Hoş Gelmeyen Şeylerle Çevrilmiştir"
başlıklı babda rivayet ediyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü anh'den
rivayet edildiğine göre Resu-lullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Allahü Teala cenneti ve
cehennemi yarattığında Cibril Âleyhis-selâm'ı cennete gönderdi ve : Ona ve onun
içinde, ehli için hazırladığım şeylere bak, diye buyurdu. Cibril geldi,
cennete ve içindeki ehli için hazırlanan şeylere baktı. Hakk Celle ve Âla'ya
döndü: "izzetine yemin olsun ki, onu duyan herkes oraya girer" dedi.
Ce-nab-ı Hakk emir buyurdu cennetin etrafı nefse hoş gelmeyen şeylerle
çevrildi. Cibril'e: "Tekrar git" dedi. Cibril gitti baktı ki, etrafı
hep nefse hoş gelmeyen şeylerle çevrili. Hakk Teala'ya dönüp: "İzzetine
yemin olsun ki, kimsenin oraya girememesinden korktum" dedi. Sonra Cenab-ı
Hakk Cibril'e: "CehennenTe git, oraya ve ehli için, içinde neler
hazırladığıma bak" dedi. Cibril gitti baktı ki, cehennemin ateşi birbirine
girmiş. Döndü ve: İzzetine yemin olsun, onun haberini duyan bir kimse oraya
girmez, dedi. Sonra Yüce Allah emir verdi, cehennemin etrafı nefse hoş gelen
şeylerle çevrildi. Cibril'e de: Tekrar oraya git, dedi. Gitti baktı ve bu kez
de: İzzetine yemin olsun, kimsenin oradan kurtulamayarak içine gireceğinden
korktum, dedi.[395][49]
Ebu İsa et-Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh bu hadisin hasen, sahih olduğunu söylüyor.
390. Bu hadisi Ebu Davud'da Sünen'inde,
C.4, s,185'de, "Cennet ve Cehennemin Yaratılışı" Babında Ebu Hureyre
Radıyallahü Anh'e ulaşan bir senedie rivayet ediyor:
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet edildiğine göre Resulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Allahü Teala cenneti
yarattığında Cibril'e: Git, oraya bak, diye buyurdu. Gitti, ona baktı, sonra
geldi ve: Ey Rabb'im, İzzetine yemin olsun, onun haberini duyan kimse mutlaka
oraya girer, diye söyledi. Sonra Allahü Teala onun etrafını nefse hoş gelmeyen
şeylerle çevirdi ve: Git ona bak, diye buyurdu. Cibril gitti, baktı, sonra
gelip: Ey Rabb'im, kimsenin oraya giremeyeceğinden korktum, dedi. Allahü Teala
cehennemi yarattığında Cibril'e: Ey Cibril,git ona bak, diye buyurdu. Cibril
gitti, baktı sonra gelip : İzzetine yemin olsun, oraya girecek kimsenin onun
haberini duymamış olması gerekir, diye söyledi. Allahü Teala onun etrafını
nefse hoş gelecek şeylerle çevirdi ve : Ey. Cibril, git ona bak, diye buyurdu.
Cibril gitti baktı ye bu sefer: Ey Rabb'im izzetine yemin olsun, oraya girmeyen
kimsenin kalmayacağından korktum", diye söyledi. [396][50]
Bu hadisi İbnu Mace de, Sünen'inde,
"Allah'ın izzetine yemin etmek" başlıklı babda, Tirmizî ve Ebu
Davud'un verdikleri metne yakın bir metinle Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet etmektedir.
"Cennetin etrafı nefse hoş
gelmeyen şeylerle çevrildi". Yani cennet her yandan nefsin hoşlanmadığı
fiillerle çevrilidir. Bir kimse bu fiilleri işlediği zaman cennetten uzak
kalır. Burada söz, temsilî mahiyettedir. însanın yerine getirmeden, hakkıyla
uygulamadan, cennete ulaşamayacağı; belalara, musibetlere, sıkıntılara sabır
gibi nefse ağır gelen emirler, içinde akreb, canavar, vs. gibi her türlü
zararlı hayvanın gizlendiği, dikenlerle sarılı duvarlara benzetilmiştir. Bu
duvarlar büyük bir bahçeyi her taraftan sarmış durumdadır. Hiç kimse bu
korkunç duvarları aşmadan, ayağına diken batması, akreplerin, yılanların
ısırması, vahşi hayvanların saldırması gibi o duvarları aşarken karşılaşacağı
sıkıntılara katlanmadan, o büyük bahçeye ulaşamıyacak ve içindeki nimetlerden
istifade edemiyecektir. Şüphesiz bu da, zor bir mücadeleyi ve sürekli sabrı,
tahammülü gerektirmektedir. İşte cennet böyledir. Nefsiyle Allah düşmanlarıyla
mücadele etmek, başına gelenlere sabretmek, Allah'ın hükmüne razı olmak,
İslam'ın emirleini en güzel şekilde yerine getirmek, karşısına çıkacak her
türlü zorluğa katlanmak, arzuladığı şeyin ger ektirdiği her türlü fedakârlığı göstermek,
canını malını matlûbu yolunda feda etmek suretiyle dünyanın sıkıntılarını
aşmadan hiç kimse cennetin ebedî, kesintisiz nimetine kavuşamayacaktır. O,
yani ebedî cennet nimeti, Cenabı Allah'ın, Mü'minlerin canlarını ve mallarını
onunla satın aldığı ücretidir. Yüce Allah kitabında şöyle buyuruyor.
"Allah, Mü'minlerden mallarını ve canlarını karşılığında cennet olmak
üzere satın almıştır. Allah yolunda savaşır öldürülürler ve öldürürler. Bu
gerek Tevrat'ta, gerek İncil'de, gerek Kur'an'da bildirilmiş olan Allah'ın
hakk olan bir vaadidir".
Cehennem ise, insan nefsinin tabiatı
itibariyle meyledeceği, işlemekte zorluk ve sıkıntı çekmeyeceği, bilakis
isteyerek ve hoşlanarak yapacağı fiillerle çevrelenmiştir. Cehennem çok fena
bir kalış yeri ve kötü bir meskendir. Ancak etrafım saran şeyler nefislerin
arzulayacağı, gözlerin hoşlanacağı şeylerdir. Nefisler bu şehevî arzulara
yaklaşırlar. Sonra da cehenneme düşmekten uzak olduğu zannıyla bu arzularına
uymak suretiyle; onlardan lezzet duyarlar. Bu arzularına uymak suretiyle elde
ettikleri lezzetler ise onu daha büyük lezzetlere yöneltir. Ne zaman bir lezzet
duysalar; onun arkasından daha büyük lezzetin peşine düşerler. Nefis her zaman
elde ettiğinin daha fazlasını ister, sevdiği bir lezzeti elde edince, hep daha
güzeline koşar. Bu şekilde bütün lezzet duvarlarını aşmcaya kadar gafletten
uyanamaz. O bu duvarları aşınca da farkında olmadan cehennem ateşine düşer.
Sonra oradan kurtulmak ister ama, buna hiç kimse güç yetiremez.
Her insan tabiatı itibariyle şehevî
arzulara meyleder. Özellikle bozuk çevreye sahip olan, kötü bir toplumun içinde
bulunan kişi, kendisine ölüm gelinceye kadar hep. şehvetlerinin peşine koşar,
şehevî arzularının içine dalar. Kendinin asıl kurtarıcısının iman ve güzel amel
olduğunu düşünmeksizin cehenneme düşer. İşte bunun için Cibril Aleyhisselâm
cehennemin etrafının nefse hoş gelen şeylerle çevrili olduğunu görünce
'izzetine yemin olsun ki, hiç kimsenin oradan kurtulamayarak içine
düşeceğinden korktum demiştir. Yani, eğer inkarcı müşriklerden olursa ebedi
kalmak üzere, ama iman sahibi olmakla birlikte nefsine hoş gelen haram fiilleri
işlemek suretiyle Allah'a isyan edenlerden olursa, günahlarından temizlenmesi
için bir süre azab görmek üzere oraya (cehenneme) girer.
Allahü Taala bizi cehennemden
korusun ve takva sahibi iyilerle birlikte cennetine koysun- Amin, velhamdü
lülahi Rabbüalemin.
"Cehennem Ehlinde
Bir Açlık Görülür..." Hadisi
39L Bu hadisi Tirmizî Rahmetullahi
Aleyh, C.2, s.96-97'de, "Cehennem Ehlinin Yiyeceğinin Özelliği"
başlıklı babda rivayet etmektedir:
Ebu'd-Derda Rahmetullahi Aleyh'den
rivayet edildiğine göre Re-sulullah Aleyhisselâm şöyle buyurdu:
"Cehennem ehlinine açlık
musallat edilir. Bu içinde bulundukları azaba denk olur. Yardam taleb ederler,
kendilerine kötü kokulu bir diken yiyecek olarak verilir. Bu ne açlığı giderir,
ne de vücuda bir yaran olur. Yeniden yiyecek taleb ederler. Bu kez boğazı
tıkayan bir yiyecek verilir. Dünyadayken boğazdaki tıkanmaları içecek ile
açtıklarını hatırlarlar. Bu kez su isterler. Demir mengeneler içinde yakıcı bir
içecek verilir. Yüzlerine yaklaştığında yüzlerini kavurur. Karınlarına
girdiğinde karınlarında olanı yakıp yakıp koparır: "Cehennemin
muhafızlarını çağırın" derler. Bunlar: "Size elçileriniz, apaçık
delillerle gelmediler mi?" derler. Berikiler: "Evet" derler. Bu
sefer: "Öyleyse çağırın durun, kâfirlerin çağırması boş bir şeyden öte
değildir." derler. Bu sefer cehennemdeki-ler: "Malik'i (cehennemin
baş muhafızı) çağırın" derler. Sonra: "Ey Malik, Rabb'in hiç olmazsa
canımızı alsın" derler. Malik de onlara: "Siz böyle
kalacaksınız" diye cevap verir. el-A'meş der ki: Bana haber verildiğine
göre onların çağırmasıyla Malik'in kendilerine cevap vermesi arasında bin yıl
bulunmaktadır. Bu kez: "Rabb'inize dua edin, Rabb'inizden daha üstün kimse
yoktur" derler. Sonra: "Ey Rabb'imiz, bizim taşkınlığımız bizi
yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk. Ey Rabb'imiz bizi buradan çıkar, eğer
bir daha fenalığa dönersek zulmedenlerden oluruz" derler. Allahü Teala da
onlara: "Olduğunuz yerde sinip durun, Benimle konuşmayın" diye cevap
verir. Böylece bütün iyiliklerden ümidlerini keserler. Bunun ardından,
çığlıklar atmaya, ah çekmeye, eyvah demeye
başlarlar"
Abdullah ibnu Abdurrahman:
"Halk bu hadisi senediyle birlikte vermez" dedi. Ebu İsa et-Tirmizî
de diyor ki: Biz bu hadisi: el-A'meş ile biliriz.
Abdullah ibnu Abdurrahman seneddeki
ilk kişidir, yani Ebu İsa et-Tirmizî hadisi ondan almıştır. [397][51]
"Cehennem ehline açlık musallat
edilir". Yani Allah Teala onlara açlık verir ve bu açlık dolayısıyla büyük
bir sıkıntı ve ızdırab içine girerler. "Bu içinde bulundukları azaba denk
olur". Yani açlık dolayısıyla çektikleri sıkıntı ve acı, içinde
bulundukları azab-dan dolayı çekmekte oldukları sıkıntı ve acıya denk olur.
"Yardım taleb ederler". Yani kendilerindeki bu açlık sıkıntısını
giderecek bir yiyecek isterler. "Kendilerine kötü kokulu bir diken,
yiyecek olarak verilir. Bu ne açlığı giderir, ne de vücuda yararı olur".
Yani dünyada yedikleri yiyeceklerde olduğu gibi bunda, insan vücuduna yarar
sağlayacak ve açlığı giderecek bir özellik yoktur. Bu yiyecek- yemeden kurtulamadıkları veya
açlıktan dolaya çektikleri ızdırab çok fazla olduğu için yemek zorunda
kaldıkları bir yiyecektir.
ikinci kez yardım taleb etmeleri
üzerine boğazı tıkayan bir yiyecek veriliyor. Dünyada boğaz tıkanmalarını
içecek ile giderdiklerini hatırlayarak su istiyorlar. Bu kez demir mengeneler
içinde yakıcı bir içecek veriliyor ve bu içecek yüzlerine yaklaştığında
yüzlerim kavuruyor, karınlarına inince karınlarını yakıyor. Bu konuda Yüce
Allah Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor: "Başlarının üstünden kaynar su
dökülür. Onunla karınlarının içindekiler ve derileri eritilir. Ayrıca onlar
için de demir kamçılar vardır. Oradan her ne zaman çıkmak isterlerse oraya
geri çevrilirler ve "Yangın azabını tadın" denilir."
Onlar "cehennemin muhafızlarını
çağırın" derler Yani birbirlerine; Cehennemin muhafızlarından Allah'ın
sizi bu azabdan kurtarması için dua etmelerini isteyin derler, Cehennemin muhafızları
ise onları azarlamak ve başlarına geleni hakettiklerini kendilerine itiraf
ettirmek için: "Size elçileriniz apaçık delillerle gelmediler mi?"
diye sorarlar.. Cehennemdekiler "evet" derler. Bu sefer muhafızlar:
"Öyleyse çağırın durun" yani isterseniz Allah'a kendiniz dua edin,
siz şefaatçilerin şefaatine layık değilsiniz. "Kâfirlerin çağırması boş
bir şeyden öte değildir", yani zayi olur gider, ne bir fayda sağlar ne de
dikkate alınır, derler. Bu kez cehennemdekiler, cehennemin baş muhafızı olan
Malik'e seslenerek: "Ey Malik, Rabb'in hiç olmazsa canımızı alsın"
derler. Yani: "Bizim için Rabb'inden dilekte bulun, ölümümüze hükmetsin de
ölelim ve bu acıklı azabdan kurtulalım. Malik ise: "Siz böyle kalacaksınız"
diye cevap verir. Yüce Allah da Kur'an-ı Kerim'de: "Ölümlerine hükmedilmez
ki ölsünler, kendilerinden cehennemin azabı da hafifletilmez" diye
buyuruyor.
Cehennemdekiler, dualarının
kendilerine fayda sağlayacağını umdukları herkesten ümidlerini kesince, Allahü
Teala'ya sığınırlar "Rabb'inize dua edin, Rabb'inizden üstün kimse
yoktur" derler. Sonra "Ey Rabb'imiz bizim taşkınlığımız bizi
yenmişti, sapık bir topluluk olmuştuk" diyerek günahlarını itiraf ederler
ve Hakk Teala'dan kendilerini cehennemden çıkarmasını dilerler ve : "Ey
Rabb'imiz bizi buradan çıkar, eğer bir daha fenalığa dönersek zulmedenlerden
oluruz" derler. Allahü Teala da onlara: "Olduğunuz yerde sinip
durun" yani cehennemin içinde sessiz sakin, durun; cehennem sizi
alıkoydukça siz de köpeklerin baş eğmesi gibi baş eğin; cehennemden
çıkarılmanızı istemek için Benimle konuşmayın" diye cevap verir. "Bu
zaman bütün iyiliklerden ümidlerini keserler; bunun ardından da çığlıklar
atmaya... başlarlar".
Allahü Tealâ bizi cehennem azabından
korusun, Amin.
Mü'minuerin Kabe'lerini Görmesi
Ve Allahu Teala'nın Cennet
Ehline Hitabı
Mü'mınlerin Ahırette Rabb'lerlnl
Göreceklerinin Îsbatı1 Île İlgili Hadîs
392. Bu hadisi İmam Müslim Rahmetullahi
Aleyh Kastal-lanî'nin hamişine göre, C.2, s.lO7'de rivayet etmektedir:
Ubeydullah ibnu Unıer ibnu Mey sere,
Abdurrahman ibnu Mehdî'den, o Hammad ibnu Seleme'den, o Sabit el-Bunanî'den, o
Abdurrahman ibnu Ebi Leyla'dan, o da Şuheyb Radıyallahü Anh'den Resulullah
Aleyhisselâm'ın şöyle buyuduğunu rivayet etmiştir:
"Cennetlikler cennete
girdiğinde Allah Tebareke ve Teala: Artırmamı istediğiniz bir şey var mı? diye
sorar. Onlar: Yüzümüzü ak etmedin mi, bizi cennete koymadın mı, bizi cehennem
azabından kurtarmadın mı? derler. O zaman örtü kal dinli verir. Cennet ehline,
Rabb'lerini görmekten daha sevimli bir nimet verilmemiş tir". [398][52]
393. Müslim, bu hadisin, aynı senedle
bir başka rivayetini de veriyor. Ancak orada şöyle bir ilaveye yer vermektedir:
"Sonra Resulullah Aleyhisselâm
şu mealdeki ayet-i kerimeyi okudu: "Güzel amel işleyenlere daha güzel
karşılık ve fazlalık var". [399][53]
394. İbnu Mace de, Mü'minlerin
Rabb'lerini göreceklerine dair hadisi, başka bir metinle rivayet etmektedir:
Cabir ibnu Abdullah Radıyallahil
Anh'dan rivayet edildiğine göre Resulullah ALey his selâm şöyle buyurdu:-
"Cennet ehli kendilerine
verilen nimetlerin içindeyken, birden bir nur (ışık) görünür. Başlarını
kaldırırlar. Bir de görürler ki, Rabb Teala, üzerlerinden kendilerine tecelli
etmiştir. Hakk Teala: "Size selam olsun ey cennet ehli" diye buyurur.
Resulullah Aleyhisselâm buyurdu ki; Bu husus Allahü Teala'mn şu ayet-i kerimesinde
bildirilmiştir: "Rahmet sahibi olan Rabb katından onlara, sözle selam
vardır". Resulullah Aleyhisselâm sonra şöyle devam etti: O, onlara bakar,
onlar da O'na bakarlar, O'na baktıkları sürece, araya perde konuluncaya kadar,
etraflarındaki cennet nimetlerinden hiçbirine iltifat etmezler. Bundan sonra
da, nuru ve bereketi, üzerlerinde, bulundukları yerlerin üzerinde kalır.[400][54]
395. Bu hadisi de İbnu Mace Şuheyb
Radıyallahü Anh'den rivayet ederek şöyle bildiriyor:
Resulullah Aleyhisselâm: "Güzel
amel işleyenlere daha güzel karşılık ve fazlalık vardır" mealindeki ayet-i
kerimeyi okuyup şöyle buyurdu:'
"Cennet ehli cennete cehennem
ehli de cehenneme girince bir çağına: "Ey cennet ehli, sizin için Allah
katında bir söz vardır, onu Hakk Teala yerine getirmek istiyor" diye
seslenir. Cennetteki-ler:" O nedir ki, Allah bizim iyilik taraflarımızı
ağır getirmedi mi, yüzlerimizi ak çıkarmadı mı, bizi cennete koymadı mı, bizi
cehennem azabından kurtarmadı mı?" derler' Bu zaman, Örtü kaldınlı-verir.
Hakk Celle ve Ala'ya bakarlar. Allah'a yemin ederim ki, Cenabı Allah, cennette
kilere, kendisine bakmaktan daha sevimli ve daha çok gözleri nurlandırıcı bir
nimet vermemiştir.[401][55]
îbnu Mace'nin Sünen'ine haşiye yazan
diyor ki: "Buradan anlaşılıyor ki, Allahü Teala cennetliklerin kalbinden
hırsı çıkarmaktadır. Ayrıca onlara tama etmedikleri bir şeyi fazlalık olarak
veriyor ve onlan kendi fazlından razı ediyor".
Bu hadisi Tirmizi, Nesâî ve
başkaları, Hammadu'bnu Se-leme'nin Sabit'ten, onun İbnu Ebi Leyla'dan, onun
Şuayb'dan, onun da Peygamber Aleyhisselâm'dan rivayeti tanki ile vermişlerdir,
Mü'minlerin Yüce Allah'ı görmesi ile
ilgili hadisin şerhinde imam Nevevî şöyle diyor:
Bil ki, Allah'ın sıfatları ile
ilgili konularda ilim adamları iki ayrı görüş ortaya koymuşlardır.
Birincisi: Selef âlimlerinin çoğunun
veya tamamının tercih ettiği görüştür. Bunlar, bu konularla ilgili metinlerin
anlamları üzerinde fikir yürütmeksizin: Bizim bunlara iman etmemiz ve Allahü
Teala'nm azamet ve şanına layık bir anlam ifade ettiğine i-nanmamız gerekir.
Bununla birlikte şunu kesin olarak bilmeliyiz ki, hiçbir şey Allah'ın benzeri
değildir; O yaratıklara mahsus özelliklerden münezzehtir, derler. Bu görüşü
bazı kelamcılar da kabul etmişlerdir ve inanç açısından en selametlisi de
budur.
İkinci görüş ise: Kelamcılarm
çoğunluğunun kabul ettiği görüştür. Bu görüşe göre, sıfatlarla ilgili metinler,
itikaddaki temel ölçüler esas alınarak ve Arap dilinin kurallan da nazar-ı
itibare alınmak suretiyle yerine göre te'vil edilir. (Bu konu üzerinde daha
önce tafsilatlı birgiler verilmişti). Nevevî'nin, sahih-i Müslim Şerhinden.
'Allahü Tealanın Cennet Ehline
Hitabı İle İlgili Hadis
396. Bu hadisi Buharı, C.8, &U4*te,
Kastallanî'ye göre, C.9, s.319'da, KitabuV-Rikak'ın "Cennet ve Cehennemin
Özelliği" başlıklı babda rivayet etmektedir:
Muaz ibnu Esed, Abdullah'dan, o
Malik ibnu Enes'den, o Zeyd ibnu Eşlemden, o Ata ibnu Yesar'dan, o da Ebu Saîd
el-Hudrî Radıyallahu Anh'den Resulullah Aleyhisselâm'ın şöyle buyurduğunu
rivayet ediyor:
"Allahü Teala Cennet ehline:
"Ey cennet ehli !" der. Onlar: "Buyur, Ey Rabb'imiz, Emret, Ey
Rabb'imiz" derler. Allahü Teala: "Razı oldunuz mu?" diye
buyurur. Onlar: "Niçin razı olmayalım; Yaratıklarından kimseye vermediğini
bize verdin", derler. Allahü Teala: "Ben size bundan daha üstününü
vereceğim" diye buyurur. Onlar: "Ey Rabb'imiz, bundan daha üstün ne
olabilir?" derler. Allahü Teala:" Size rızamı bahşediyorum. Bundan
sonra artık ebediyen size kızmam" diye buyurur.[402][56]
397. Buharı bu hadisi,
Kitabu't-Tevhid'in "Rabb'ın Cennet Ehli İle Konuşması" başlıklı
babında da rivayet etmektedir.
Buharî'nin sahih'inde, C.9,
s.l5l'de, Kastallanl'ye göre C.lO, s.25l'de yine Ebu Saîd el-Hudri Radıyallahü
Anh'den rivayetle verdiği bu hadisin metni de daha önce geçen hadisin metnine
yakındır. Sadece orada:
"Ben size bundan daha üstününü
vereceğim" ifadesinin yerine "Size bundan daha üstününü vermemi
istemez misiniz" ifadesi geçmektedir".[403][57]
Bu hadisi Müslim de, Sahih'inde,
"Cennet Nimetleri ve Ehli" başlıklı babda rivayet ediyor. Tirmizî de,
C.2, s.91'de bu hadise yer vererek, hadisin hasen, sahih olduğunu kaydediyor.
Tirmizî'nin rivayet ettiği hadisin metni de, Buharî'nin Kitabu'r-Rikak'mda
geçen metne yakındır. Tirmizî'nin rivayetinde, "daha üstününü vermemi istemez
misiniz?" ifadesi geçmektedir.
el-Feth de deniliyor ki: Bu hadiste
"Allah'ın razı olması ise hepsinden büyüktür" mealindeki ayet-i
kerimeye işaret vardır. Çünkü rıza, bütün kurtuluş ve saadetlerin sebebidir.
Bir kimse üst'ünün kendisinden razı olduğunu bilince, bu, gözünün nurunu
artırır; kalbi için bütün nimetlerden daha sevimli olur. Çünkü razı olmakla
kendine ihsanda bulunmuş ve kendine yücelik kazandırmış olmaktadır.
et-Tayyibî Rahmetullahi Aleyh'de
diyor ki: Kerametlerin en üstünü Allah Teala'yı görmektir.
el-Miftah müellifi de diyor ki:
Hadisin metninde ndvan kelimesinin nekîre olarak kullanılması, Allah'ın
rızasından, çok az bir şeyin bütün cennetlerden ve içindekilerden daha üstün
olduğuna işarettir.
et-Tayyibî daha sonra şöyle diyor:
Bu ifadenin ta'zim, yüceltme manasına alınması en uygun olanıdır. Yani büyük
rızanın (rıd-vân'm), ismi "çok ihsanda bulunan Allah" olana nisbet
edilmesi yerinde olur.
Allah'ın kendini sevdiği kullarına
göstermesi O'nun ihsan-larındandır. Bu ise kerametlerin en üstünüdür. Bu
noktada hadisin anlamı, ayetin anlamına uygun düşmektedir. Hakk Teala rıdvânı
kendi zatına nisbet ediyor, ancak "size rızamı bahşediyorum" diye
buyurarak, bunu istiare sigası ile ifade ediyor. Kendi rızasını, büyük bir
sultanın yanma misafir olan hey'etlere takdim edilen hediyelere teşbih ediyor.
(Kastallanî şerhinden).
Yüce Allah bize de cennet nimetleri
arasında kendi cemalini seyretme nimetini de bahşetsin. Amin, ya
Rebbe'l-Alemin.
'Cennet Ehlinden Bazılarının Ekim
İçin Kabe'lerinden İzin İstemelerine Dair' Hadis
398. Bu hadisi Buharı Rahmetullahi
Aleyh, C.9, s.l51'de, Kitabu't-Tevhid'in "Rabb'in Cennet Ehli İle
Konuşması" başlıklı babda rivayet etmektedir:
Muhammed ibnu Sinan'ın Fuleyh'den,
onun Hilalden, onun Ata ibnu Yesar'dan, onun da Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den
rivayet ettiğine göre Resulullah Aleyhisselâm bir gün yanında sahra
ahalisinden bir adam varken konuşuyordu. Buyurdu ki:
"Cennet ehlinden bir adam,
Rabb'inden ekim için izin istedi. Cenab-ı Hakk:"îstediğin her şeyin içinde
değil misin?" diye buyurdu. Adam: "Evet, ancak ben ekim işini
seviyorum" dedi. Hemen alelacele tohumunu attı. göz açıp yumuncaya kadar
bu tohumlar bitip yeşermeye başladı. Hemen hasadhk oldu, toplanıldı, dağlar
gibi oldu. Allah Teala'o zaman şöyle buyurdu: "Al onu, Ey Ademoğlu, seni
biç bir şey doyurmaz."
Bedevi Arap bunun üzerine : "Ey
Allah'ın Resulü, bu kimsenin ancak Kureyşlilerden veya ensardan olduğunu
görürsün. Onlar ekim işiyle uğraşmaktadırlar. Biz ekim işiyle uğraşanlardan
değiliz, diye söyledi. Bu söz üzerine Resulullah Aleyhisselâm güldü.[404][58]
Bu hadisi Buharı Rahmetullahi Aleyh,
Kitabu'l-Muzara'a'da, "Toprağın Al tunla Kiralanması" başlıklı babdan
sonra müstakil bir babda da vermektedir.
Hadiste geçen "izin istedi,
buyurdu" gibi bazı fiillerin geçmiş zaman sigasıyla kullanılması
Resulullah Aleyhisselâm'm cennet nimetlerinden bahsederken, âdeta herşeyin
tahakkuk ettiğini bildirmek için kullandığı bir ifade tarzıdır. Bu ifadeler
daha başka hadislerde de geçmektedir. Bu fiiller esasında "ister,
buyurur" veya "isteyecek, buyuracak" manasınadır.
ÎJu. hadis insanın, her şeyden
müstağni olsa da, Önceden yaşadığı, hayata özlem duyacağını gösteriyor.
399. Bu hadisi İmanı Tirnıizî
Rahmetullahi Aleyh Camiinde, C.2, s.89-90'da, "Cennet Pazarı Hakkındaki
Rivayetler" başlıklı babda veriyor:
Saîd ibnu'l-Museyyeb'den rivayet
edildiğine göre, o, bir keresinde Ebu Hureyre Radıyallahü Anh ile karşılaştı.
-"Ebu Hureyre Saîd ibnu
Museyyeb'e 'Allahü Teala'nın benimle seni cennet pazarında bir araya
getirmesini diliyorum' dedi. Saîd: "Orada da pazar var mıdır?' diye sordu.
Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'da şöyle cevap verdi: 'Evet, Resuluİlah
Aleyhisselâm bana bildirdi ki, cennet ehli oraya girdiklerinde amellerinin
fazlalarını koyarlar. Sonra kendilerine dünya günlerinden cuma gününe denk
gelen bir vakit miktarınca izin verilir. Rabb'lerini ziyaret ederler. Arş'ı
onlara görünür. (Arş) cennet bahçelerinden bir bahçeye kurulur. Onlar için
(yani cennet ehli için) nurdan, altun-dan ve gümüşten minberler kurulur.
Onların içinde aşağı derecede olan yoktur, ama derece itibariyle en aşağı
mevkide olanı misk ve kâfurdan koltuklara otururlar. Diğer koltuk sahiplerinin
kendilerininkinden daha üstün oturaklar üzerinde olduklarını görmezler'. Ebu
Hureyre Radıyallahü Anh dedi ki: Ben "Ey Allah'ın Resulü, Rabb'imizi
görecek miyiz?" diye sordum. Şöyle cevap verdi: Evet, güneşi ve ondördüncü
gecesinde ayı görmekte şüpheye düşüyor musunuz? Biz: Hayır, dedik. Resuluİlah
Aleyhisselâm da şöyle buyurdu: îşte bunun gibi Rabb'inizi görmekte de şüpheye
düşmezsiniz. Bu meclise katılanlardan hiç kimse kalmaksızın Allah hepsi ile
doğrudan konuşur. Buyurur ki: Ey filan oğlu filan, şu şu günü hatırlıyor
muşun?", dünyadaki bazı taşkınlıklarını ona hatırlatır. Kul: Ey Rabb'im,
onu benim için bağışlamamış miydin? der.. Hakk Teala: Evet, Mağfiretimin
genişliği seni şu üzerinde bulunduğun mevkiye ulaştırdı, diye buyurur. Onlar
bu hal üzereyken üzerlerinden bir bulut sarar.. Üzerlerine bir güzel koku
yağdırır ki, onun benzeri bir kokuyu o zamana kadar koklamış değillerdir.
Rabb'imiz Tebareke ve Teala, ö
zaman: Sizin için hazırlamış olduğum ihsanlara gidin, arzuladığınızı alın, diye
buyurur. Etrafı melekler tarafından sarılmış bir pazara gideriz. Gözler onun
bir benzerini görmüş; kulaklar onun bir benzerinin haberini duymuş; gönüller
öyle bir şeyi düşünmüş değildir. İstediğimiz her şey bize verilir. Orada satma
ve satın alma yoktur. Bu pazarda cennet ehli birbirleriyle karşılaşırlar.
Yüksek derece sahibi bir adam, -orada aşağı bulunmamak la birlikte- kendinden
daha alt bir mevkide bulunanla karşılaşır. Onun üzerindeki giysiler çok hoşuna
gider. Bunların aralarındaki konuşma bitinceye kadar onun üzerinde daha güzel
bir giyecek oluşur. Bunun sebebi şudur ki, orada kimsenin üzüntüye kapılması
uygun değildir. Sonra evlerimize dağılırız. Eşlerimiz bizleri karşılayarak:
Merhaba, hoş geldin; bizden ayrıldığın zamankinden daha güzel bir görüntüyle
geri geldin, derler. Bu söze muhatab olan da: Biz bugün Cebbar olan Rabb'imizle
buluştuk, üzerimizdeki bu değişikliğin olması da artık hakkımızdır, der.[405][59]
Ebu Isa et-Tirmizî der ki: Bu Hadis
garibdir. Burada verilen tarikten başka bir rivayet tarikini bilmiyoruz.
Suveyd ibnu Anar, el-Evzâî'den bu hadisin bir kısmını rivayet etmektedir.
Not: Suveyd ibnu Amr bu hadisin
senedinde ismi geçen şahıslardan değildir. el-Evzâî'nin ismi ise senedde
geçmektedir.
400. Bu hadisi İbnu Mace de, Sünen'inde
C.2, s.307'de, Ebu Hureyre Radıyallahü Anh'den rivayet ediyor. Ve orada şöyle
bir ilaveye yer veriyor:
"Onlar için nurdan, inciden,
yakuttan, zebercedden, altundan ve gümüşten minberler kurulur."
Bir yerinde de şöyle diyor:
"Bu meclise katılanlardan hiç
kimse kalmaksızın Allahü Teala hepsi ile ayrı ayrı kelam eder. Hatta sizden bir
adama:' Ey filanca, şöyle söyle işler işlediğin günü hatırlıyor musun1 diyerek
bazı taşkınlıklarını hatırlattığında o: 'Ey Rabb'im beni bağışlamamış miydin?'
der. Allahü Teala da: "Evet, Benim mağfiretimin genişliği ile bu dereceye
ulaştın' diye buyurur" Sonra hadis aynı şekilde devam ediyor.
Ayrıca ibnu Mace'nin rivayetinde
"istediğimiz her şey bize verilir" • ifadesi yerine
"istediğimiz her şeyi yükleniriz" ifadesi -geçmektedir. [406][60]
"Cennet pazarı" denilirken
ahirette Müminlerin bir araya gelerek, benzerini hiçbir gözün görmediği,
kulakların duymadığı, kimsenin hatırına gelmeyen şeyleri görecekleri yer,
dünyadaki pazarlara benzetiliyor. Orada cennet ehli, kendilerine ve
kardeşlerine verilenlerden dolayı mutlu bir vaziyette birbirleri ile
karşılaşırlar.
"Rabb'lerini ziyaret ederler.
Arş'ı onlara gözükür. Arş cennet bahçelerinden bir bahçeye kurulmuştur"
sözü daha önce benzerleri geçmiş olan sıfat hadislerindendir. Bu sözler,
müteşabih sözlere girmektedirler. Daha önceki hadislerde de, bu gibi konularda
ilim adamlarımızın izledikleri yol hakkında tafsilatlı bilgi verilmişti.
Halef âlimleri, bu ifadeyi te'vil
ederek burada kastedilen mananın şu olduğunu belirtiyorlar: Burada Allah'ın
meleklerinden bir melek karşılarına çıkar; yahut söz konusu bahçede Allah'ın
nimet ve ihsanı kendilerine takdim edilir,...Allahü Teala, yaratıklarına
benzemekten münezzehtir.
"Bu meclise katılanlardan hiç
kimse kalmaksızın Allah hepsi ile doğrudan konuşur". Yani Allahü Teala,
herbiri ile uzun uzun konuşarak, ona yaptıkarmı, bunlara kendisinin rahmet ve
mağfiret ile karşılık verdiğini hatırlatır; bazı büyük günahlarım, yani insanın
üstlendiği emanetin muhafazası ile ilgili tekliflere gadretmek mahiyeti taşıyan
günahlarım ve kendisinin bunları bağışladığını hatırlatır.
Bu pazarda Mü'minler birbirleri ile
karşılaşırlar; tanışırlar, birbirlerini tebrik ederler, birbirlerinden dolayı
sevinç duyarlar, Cennette kimse için üzüntü yoktur ve kimse kimseye üstünlük
tas-lamayacaktır. Hepsi kendilerine verilenlerden dolayı memnun olurlar. Rahat
ve sevinçli olurlar. Yüce Allah ayet-i kerimesinde: "Onların gönüllerinde
olan kini çıkardık, artık onlar sedirler üzerinde karşılıklı oturan
kardeşlerdirler." buyuruyor. Pazardan sonra hanımlarının yanlarına
giderler. Hiç kimsenin vasfedeme-yeceği derecede bir güzelliğe sahip olurlar.
Allahü Teala bize de cennetini ve
nimetlerini bahşetsin, Cemaîi-ni seyretmekle bizleri de şereflendirsin. Bizleri
Peygamberlerle, sıddıklarla, şehidlerle ve salihlerle biraraya getirsin. Bunlar
ne güzel arkadaştırlar. Amin, ve'1-hamdu lillahi Rabbi'l-Âlemin
[1][1] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 90-91.
[2][2] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 91-93.
[3][3] Müslim: İmân: 217
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 95.
[4][4] Müslim: İmân: 217
[5][5] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 96.
[6][6] Müslim: iman: 212
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 96-97.
[7][7] Müslim: îman: 214
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 97.
[8][8] Nevevî'nin, Sahih-i Müslim Şerhi,
'îman'da Vesvese' babı.
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 97-98.
[9][9] Müslim: Birr : 137
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 99-100.
[10][10] Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 100.
[11][11] Ebu Davud: Edeb: 43
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 100-101.
[12][12] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 102-103.
[13][13] Buharî: Rikak: 31
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 105-106.
[14][14] Müslim; İmân: 203
[15][15] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 106-107.
[16][16] Müslim: imân: 203
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan
Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 107.
[17][17] Müslim: imân: 204
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 107-108.
[18][18] Müslim: İman: 205
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan
Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 108-109.
[19][19] Müslim: îmân: 205
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 109.
[20][20] Müslim: îman: 207
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 109-110.
[21][21] Tirmizî: Tefsir, En'am Suresi: 10
[22][22] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 110-111.
[23][23] îbnu Mâce : Edeb : 58
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 111-112.
[24][24] Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi,
Kastallanî'nin hamişi'ne göre C.l, s.49l
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 112-116.
[25][25] Buhart! Tevhid: 15,43
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 117-118.
[26][26] Müslim: Zikir: 21
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 118.
[27][27] Müslim: Zikir: İ4-15-16-17-İ8-19-20
Sahih-i Müslim, Kastallanî'nin hamişi, C. 10 ve sonrası.
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 118-119.
[28][28] Tirmizî: Zuhd: 51
[29][29] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 119-120.
[30][30] Tirmizî: Daavat: İ3İ
[31][31] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 120.
[32][32] ibnu Mace:Edeb:53
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 121.
[33][33] lbnu
Maca: Edeb : 58
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 121-122.
[34][34] Kastallariî Şerhi, C.İO, s.381
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 122-123.
[35][35] Buharî: Bedu'1-Halk: 8
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 125.
[36][36] Buhari Tefsir, Secde Suresi: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 125-126.
[37][37] Buharî: Tefsir, Secde Suresi: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 126-127.
[38][38] Buhari Tevhid 55.
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 127.
[39][39] Müslim: Cennet: 2
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 127-128.
[40][40] Müsİim: Cennet: 3
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 128.
[41][41] Müslim: Cennet: 4
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 128-129.
[42][42] Müslim: Cennet: 5
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 129.
[43][43] Tirmizi: Tefsir, Vakıa Suresi: 1.
[44][44] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 129-130.
[45][45] İbnu Mace: Zuhd: 39
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 130-131.
[46][46] Buhari: Daavat: 14
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 133.
[47][47] Buhari: Tevhid: 36
[48][48] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 134.
[49][49] Müslim: Salâtu'l-müsafirîn : 168
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 134.
[50][50] Müslim: Salatu'l-Müsafirin: 169
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 135.
[51][51] Müslim: Salatu'l-Müsafîrin: 170
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 135.
[52][52] Müslim: Salâtu'l-Müsafırin: 171
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 136.
[53][53] Müslim: Salâtu'l-Müaafırtn: 171
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 136.
[54][54] Müslim: Salâtu'1-Müsafirin: 172
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 136.
[55][55] Ebu Davud: Tatavvu: 21-Sünnet: 19
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 137.
[56][56] Tirmizt: Salât: 211; Daavât:78
[57][57] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 137
[58][58] Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi,
Kastallanî'nin hamişi C.4, s.26
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 138-139.
[59][59] Tirmizî: Daavat: 98
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 141-142.
[60][60] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 142-143.
[61][61] ibnu Mace; İkâme: 191
[62][62] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 145-146.
[63][63] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 146.
[64][64] Buhari : Bedu'l - Halk : 6
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 147-148.
[65][65] Buharî: Edeb; 41
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 148.
[66][66] Buharî : Tevhid : 33
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 148-149.
[67][67] Müslim: Birr: 167
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 150.
[68][68] Muvatta: Şa'r: 15
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 150-151.
[69][69] Tirmizt: Tefsir, Meryem Suresi: 7
[70][70] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 151-152.
[71][71] Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 152.
[72][72] Buhari: Rikak: 38
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 153-154.
[73][73] Kastallanî Şerhi, C.9, s.289,
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 154-156.
[74][74] Sahih-i Buharî: Kitabu Bedu'l-Halk'da
"îsrailoğulları Hakkındaki Rivayetler" başlıklı bir bab geçmiyor.
Ancak, bu hadia, Ki tabu '1 -Enbiya: bab 5O'de ve Kitabu '1 -Fite n: bab 26'da
geçiyor.
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 157-159.
[75][75] Kastallanî Şerhi'nden özetle.
Buhari, Müslim, İbni
Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
159.
[76][76] Buharî: Enbiya: 54
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 159-160.
[77][77] Buhari: Enbiya: 54
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 160-161.
[78][78] Buhart: Enbiya: 54
[79][79] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 161-162.
[80][80] Buhart: Tevhid: 36
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 162-163.
[81][81] Buhart: Tevhid: 35
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 163-165.
[82][82] Müslim: Tevbe: 25
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 165-166.
[83][83] Nesâî: Cenâiz: 117
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 166-167.
[84][84] Nesâi: Cenâiz:117
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 167-168.
[85][85] ibnu Mace: Zühd: 30,
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 168-169.
[86][86] Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi,
Kastallanî hamişi'ne göre, C.10, s.182
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 169.
[87][87] 'Kitabu Bedu'1-Halk' da "Adem'in
Yaratılışı" başlıklı bir bab göremedik. Bu bab kitabu'l Enbiya'nın birinci
babıdır. Yukarıdaki hadis ise; Sahih-i Bu hart: Kitabu'l Enbiya: bab 1 de
geçiyor.
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 171-172.
[88][88] Buhari: isti'zan: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 172-173.
[89][89] Müslim: Cennet: 28
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 173-174.
[90][90] Kastallanî Şerhi, C.5, s.321
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 174-178.
[91][91] Tirmizl: Tefsir, A'raf Sureni: 3, 4.
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 178-180.
[92][92] Tirmizî: Tefsir, Araf Suresi: 3, 4.
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:180.
[93][93] Tirmizi: Tefsir, A'raf Suresi: 3,4.
[94][94] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 181-182.
[95][95] Tirmizî: Tefsir, Hucurât Suresi.5
[96][96] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 182-184.
[97][1] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 184-186.
[98][2] Muvatta Kader: 2
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 187-188.
[99][3] Buhart: Bedu'1-Halk: 6
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 189-190.
[100][4] Buharî: Bedu'l-Halk: 6
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 191.
[101][5] îbnu Mace: Mukaddime: 10
[102][6] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 191-192.
[103][7] Müslim: Kader: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 192-194.
[104][8] Müslim: Kader: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 194.
[105][9] Müslim: Kader: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 194.
[106][10] Müslim Kader: 2
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 194-195.
[107][11] Müsİim: Kader: 3
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 195-196.
[108][12] Müslim: Kader: 4
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 196-197.
[109][13] Müslim: kader: 4
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 197-198.
[110][14] Müslim : Kader: 5
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 198.
[111][15] Buraya kadarki açıklamalar imam
Nevevî'nin Müslim şerhi'nden alınmıştır.
Buhari, Müslim, İbni
Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
198-201.
[112][16] Buharî: Tefsir; Muhammed Suresi: 1
(Ayrıca Buharf, Edeb:13; Tevhid: 35; Müslim, Birr:1
Buhari, Müslim, İbni
Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
203-204.
[113][17] Buharf: Tefsir;
Muhammed Suresi: 1
(Ayrıca Buharî: Edeb:l3
Tevhid: 35; Müslim:Birr: 16)
[114][18] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 204.
[115][19] Tirmizt: Birr: 9
[116][20] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 205.
[117][21] Ebu Davud; Zekat: 46
[118][22] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 205-206.
[119][23] Kastallanî Şerhi, C.7, s.842
Buhari, Müslim, İbni
Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
206-207.
[120][24] Buhari: Salat: 1
Buhari, Müslim, İbni
Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
211-213.
[121][25] Kastallanî Şerhi, C.l, s.382.
Buhari, Müslim, İbni
Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
213-215.
[122][26] Müslim: İman: 259
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 217-221.
[123][27] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 222-223.
[124][28] Nesâî: Salat: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 223-227.
[125][29] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 227.
[126][30] Nesai: Salat: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 227-228.
[127][31] Nesâî: Salat: 1
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 228-231.
[128][32] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 231-232.
[129][33] ibnu Mace: ikame: 194
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 233-234.
[130][34] ibnu Mace: ikame: 194
[131][35] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 234.
[132][36] Ebu Davud: Salal: 9
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 234-235.
[133][37] Müslim : Salat: 38
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 237-238.
[134][38] Nevevî'nin Sahih-i Müslim Şerhi
Kastallanî Hamiş'ine göre, C.3, s.12.
Buhari, Müslim, İbni Mace,
Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
238-239.
[135][39] Muvatu: Nida: 39
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 239-241.
[136][40] Tirmizî: Tefsir, Fatiha Suresi: 1
[137][41] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 241-243.
[138][42] Ebu Davud: Selat: 132
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 243-244.
[139][43] îbnu Mace: Edeb: 52
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 244-246.
[140][44] Nesât: ifitah: 23
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 246-247.
[141][45] Nesai: lftitah:26
[142][46] Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud,
Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 247-248.
[143][47] Kurtubi'den.
Buhari, Müslim, İbni
Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
248-249.
[144][48] Buharı: Bedu'l Halk:6
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 251-252.
[145][49] Buharî: Tevhid: 23
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 252-253.
[146][50] Nesai: Salat: 21
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 253.
[147][51] Muvatu: Sefer 82
Buhari, Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî,
Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları: 253.
[148][52] Kastallanî Şerhi, Kitabu's-Salat'tan
özetle.
Buhari, Müslim, İbni
Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve Yayınları:
254.
[149][53] Tirmizi: Vitr: 15
[150][54] Buhari,
Müslim, İbni Mace, Ebu Davud, Tirmizi, Nesâî, Muvatta’dan Kudsi Hadisler, Madve
Yayınları: 255.
[151][55] Ebu Davud: Tatavvu: 13
[152][56] Neflâi: Salat: 9; Tahrim: 2
[153][57] Nesâl: Salat, 9: Tahrim: 2
[154][58] Nesât: Satat, 9: Tahrim: 2
[155][59] ibnu Mace: İkame: 2-3
[156][60] Ebu Devud: Salat: 145
[157][61] Ebu Davud: Salat: 145
[158][62] Tirmizt: Tefsir; Sad Suresi: 2
[159][63] Tinnizl: Tefsir: Sad Suresi: 2
[160][64] TirmizûTefsir Sad Suresi
[161][65] ibnu Mace: Meaacid: 19
[162][66] Buhart: Nafakat: 1
[163][67] Buhari: Tefsir, Hud Suresi: 2
[164][68] Buhart: Tevhid: 36
[165][69] Müslim: Zekat: 36
[166][70] Müslim: Zekat: 37
[167][71] Tirmizl: Tefsir: Talak Suresi: 3 -
[168][72] ibnu Mace: Ahkam: 2
[169][73] Nesai: Cenâtz: 61
[170][74] îbnu Mace: Vesâyâ: 5 (Concordance'de Sünen-i Nesâî'de geçen yerine işaret edilmiyor)
[171][1] Bu hart: Savm: 2
[172][2] Buharf: Libas : 78
[173][3] Buhart: Tevhid : 35
[174][4] Müslim: Siyam: 161
[175][5] Müalim: Siyam: 163
[176][6] Müalim: Siyam: 165
[177][7] Tirmizî: Savm: 54
[178][8] Tirmizî: Savm: 13
[179][9] îbnu Mace: Siyam: I
[180][10] ibnu Mace siyam 1
[181][11] Neaât: Siyam: 41
[182][12] Nesâl: Siyam: 42
[183][13] Nesât: Siyam: 43
[184][14] ibnu Mace: Menâsik: 66
[185][15] NesaÎ: Menâsik: 134
'
[186][16] Ibnu Mace: Meneaik: 76
[187][17] Buhari: iman: 26
[188][18] Buhari: Cihad ve Seyr: 2
[189][19] Sahih-i Buhart: Kitabu'l-Cihad
ve's-Seyr'de Resulullah Aleyhissclam'rn "Ganimetler Sizin İçin Helal
Kılındı" sözüyle ilgili bab geçmiyor ve de Bu hadis Kilabu'I-Yunus'un 8.
babıdır.
[190][20] Nesâî: îman: 24
[191][21] Nesâî: Cihad: 14
[192][22] Nesât: Cihad: 15
[193][23] Müslim: imare: 104
[194][24] Müslim: imare: 103
[195][25] Buhari; Meğazi: 46
[196][26] Tirmizi: Tefsir, Al-i İmran Suresi:
]8, Ibnu Mace: Mukaddime: 13
[197][27] îbnu Mace: Cihad: 16
[198][28] Müslim: İm a re: 121
[199][29] Tirmizt: Tefsir, Al-i Imran Suresi :
19
[200][30] ibu Mace: Cenaiz : 9, Cihad 16
[201][31] Nesâi: Cihad:34
[202][32] Nesâî: Cihad: 35
[203][33] Nesâî: Cihad: 48
[204][34] Nesâl : Tahrim: 2
[205][35] Ebu Davud: Cihad: 35
[206][36] Buharl: Enbiya: 50
[207][37] Buhariİcâre : 9
[208][38] Buharf: Tefsir, Feth Sûresi : 3
[209][39] Buhari : Büyü: 50
[210][40] Buhari Merdâ: 7 (Sahih-i Buharrde,
Kitabu'l-Tıbb'da "Gözünü Kaybedenİn Fazileti" başlıklı bir bab
bulunmamaktadır. Bu bölüm, Kitabu't-Merdâ'nın 7. babıdır.)
[211][41] Tirmizî: Zühd: 58
[212][42] Tirmizt: Zühd: 58
[213][43] Nesâî: Cenâiz: 26
[214][44] Ibnu Mace: Cenâiz: 55
[215][45] îbnu Mace: Ccnâiz: 68
[216][46] Tirmizl : Cenâiz: 36
[217][47] Muvat ta: Ayn: 5
[218][48] Bu Hadisin, Sünen-İ Ibni Mace'de
geçtiği yere, Concordance'de işaret edilmemiştir. Ancak bu hadis, Tirmizî,
Kitabu't-Tıbb, 35'de ve Ahmedu'bnu Honbcl'İn Müsncd'i C.2,8.440 da göçmektedir.
[219][49] Bu hadisin de, Ibni Mace'de geçtiği
yere Concordance'de işaret 'edilmemiştir. Ancak Sünen-i Darimî, fedâilu'l
Kur'an, İ5'de ve Ahmedu'bnu Hanbel'in Müsned'i C.3, s.40 ve C.5, 8.34fl'de yor
almaktadır.
[220][50] ibnu Mace: Edüb: t
[221][51] Buhari: Cihad : 153
[222][52] Buhari: Bedul-Halk: 16
[223][53]
Müslim: Selam: 148
[224][54] Nesâf : Sayd: 138
[225][55] Ebu Davud: Edeb: 164
[226][56] Ebu Davud: Edob: 164
[227][57] îbnu Mace: Sayd: 10
[228][58] Müslim : iman: 34
[229][59] Müsİim: Fiten: 19
[230][60] Müslim: Fite : 19
[231][61] Müslim: Fiten: 20
[232][62] İbnu Mace: Fi ten: 9
[233][63] Nesâi: Kıyamu'1-leyl: 16
[234][64] Buhart: Tevhid: 15
[235][65] Buhart: Tevhid: 2
[236][66] Buhart: Bedu'1-Halk: 1
[237][67] Müslim: Tevbe: l4-l6;Tirmizt; Daavât:
99
[238][68] ibnu Mace: Zühd : 35; Mukaddime : 13
[239][69] Buhart: Tevhid: 35
[240][70] Müslim: tevbe: 1
[241][71] Tirmizi: Cehennem: 10
[242][1] Buhari: Kader: 6.
[243][2] Buhaari: Eyman: 26
[244][3] îbnu Mace: KefTarât: 15
[245][4] Kastallanî, C.9,s.353.
[246][5] Buharî: Tevhid: 50
[247][6] Müslim: Fedâil: 166
[248][7] Müslim: Fedftil: 167
[249][8] Kastallanî şerhi C.10,s.465.
[250][9] Müslim: Musakât: 26
[251][10] Müslim: Musakât: 27
[252][11] Müslim: Masakât: 29
[253][12] Müslim: Musakât: 30
[254][13] Müslim: Musakât: 31
[255][14] Nesâi: Büyü: 104
[256][15] Müslim: Musakât: 28
[257][16] Buharî: Büyü: 17
[258][17] Buharî: Büyü: 17
[259][18] Buharî: Büyü : 18
[260][19] Buharî: Enbiya: 50; Istikrâd: 5
[261][20] Müslim: Birr: 35
[262][21] Müslim: Birr: 35
[263][22] Müslim: Birr: 36
[264][23] Müslim: Birr: 36
[265][24] Muvatta: Hüsnü'l-Huluk: 17
[266][25] Muvatta: Hüsnü'1-Huluk: 18
[267][26] Ebu Davud: Edeb: 47
[268][27] Buharî: Edeb: 62
[269][28] Buharî: Edeb :62
_
[270][29] Müslim: Kitabu'l Fedâil'de 'Allah
İçin Birini Sevmenin Fazileti' başlıklı bir bab bulunmamaktadır. Bu
bab , Kitabu'l Birr ve's-Sıla
ve'1-Adab'da geçiyor.
[271][30] Müslim: Birr: 38
[272][31] Muvatta: Şar: 12
[273][32] Muvatta: Şar: 12
[274][33] Muvaatta : Şar : 16
[275][34] Tirmizî: Zühd: 53
[276][35] Nevevî Şerhi, Kastallanî'nin hamişine göre, C.9,s.46O
[277][36] Müslim: Birr: 43
[278][37] Müslim: Birr: 55
[279][38] Müslim: Birr: 55
[280][39] Tirmizl: Kıyame: 48
[281][40] îbmı Mace: Zühd:30
[282][41] Müslim: Birr: 136
[283][42] Ebu Davud: Libas: 26
[284][43] ibnu Mace: Zühd: 16
[285][44] ibnu Mace: Zühd: 16
[286][45] Buharî: îlm: 44
[287][46] Buharî: Tefsir, Kehf Suresi: 2
[288][47] Buhatî: Tefsir, Kehf Suresi: 2;
Enbiya Suresi: 27
[289][48] Buharî: Enbiya: 50
[290][49] Buharî: Gusl: 20
[291][50] Buharî: Tovhid: 35 (Yüce Allah'ın
"Eyyûb'da Rabbinc: Bu dert bana
dokundu, sen merhametlilerin en mcrhametlisisin, dedi" mealindeki ayet-i
Kerimesi ile ilgili bab, Sa-hihu'l-Buhart'de Kitabu Bedu'l-Halk'da değil,
kitabu'l-Enbiya'da geçiyor. Bkz. Buharî: Enbiya: 20
[292][51] Nesâî: Gusi : 7
[293][52] Müslim: Fedailu's-Sahabe: 185
(Değişik rivayetleri için bakınız, Müslim: Fedai-lu's-Sahabe: 182-187)
[294][53] Müslim: Fedâilu's-Sahabe: 193
[295][54] Nesâî: Iflitah: 37
[296][55] Nesâî: Kıyamu'1-Leyl: 7
[297][1] Nesâî: iflitah: 21
[298][2] Nesaiî: Zekat: 1
[299][3] Buharî: Tevhid: 35
[300][4] Buharî: Menakibu'l-Ensar: 20
[301][5] Müslim : Zühd: 46
[302][6] îbnu Mace: Zühd: 21
[303][7] IbnuMace:Zühd:21
[304][8] Tirmizî: Zühd: 60
[305][9] Tirmizî: Kıyame: 15
[306][10] ibnu Mace: Zühd: 35
[307][11] Müslim: İmare: 152
[308][12] Nesâî: Cihad: 22
[309][13] Tirmizî: Zühd: 48
[310][14] ibnu Mace: Fiten: 21
[311][15] İbnu Mace: Fiten: 20
[312][16] ibnu Mace: Zühd: 34
[313][17] Buharî: Tevhid: 35
[314][18] Buharî:Rikak:41
[315][19]Buhari: Rikak: 41
[316][20] Müslim: Zikr ve Dua: 16 (Sahih-i
Müslim'de Kitabu'd-Daavat başlıklı bir bölüm yoktur)
[317][21] Müslim: Zikr:15
[318][22] Buharî: Enbiya: 31 (Sahih-i Buharî,
Kitabu'l-Bedu'l-Halk'da "Musa Aleyhis-selâm'ın Vefatı" başlıklı bir
bab mevcut değildir. Bu bab, Kitabu'l-Enbiya'nın 31. babıdır. Yukarıdaki hadis de buradadır.
[319][23] Buharî: Cenaiiz : 68
[320][24] Müslim: Fedail: 158
[321][25] Buharî: Enbiya: 8 (Yüce Allah'ın
"Allah İbrahim'i Kendine Dost Edindi" mealindeki ayet-i
kerimesi ile ilgili
bab, Kitabu Bedu'l-Halk'da
değil, Kitabu'l Enbiya'dadır.)
[322][26] Buharî: Rikak: 45; Tefsir, Maide
suresi: 14; Enbiya Suresi: 2
[323][27] Müslim: Cennet: 56
[324][28] Tirmizî: Kiyame: 3; Tefsir, Abese
Suresi: 2
[325][29] Buharî: Tevhid: 3
[326][30] Buharî: Tefsir: Hacc Suresi: 1
[327][31] Tirmizi: Tefsir: Hacc Suresi: 1
[328][32] Tirmizî: Tefsir. Hacc Suresi: 2
[329][1] Buharî: Tefsir: Zümer Suresi: 2
[330][2] Buhari: Tevhid: 6 (ikinci rivayet;
Tevhid: 36)
[331][3] Buharî: Tefsin Zümer Suresi: 2
[332][4] Müslim: Münafikun: 19
[333][5] Müslim: Münafikun : 20
[334][6] Müslim : Münafikun: 24
[335][7] Müslim: Münafikun: 25
[336][8] ibnu Mace: Mukaddime: 13
[337][9] Ebu Davud: Sunne: 19
[338][10] Buharî: Tefsir, Bakara suresi: 1
[339][11] Buharî: Rikak: 51
[340][12] Buharî: Tevhid: 19
[341][13] Buharî: Tevhid: 24
[342][14] Buharî: Tevhidi 24
' "
[343][15] Buharî: Tevhid: 24
[344][16] Buhari: Tevhid: 24
[345][17] Buharî: Tevhid: 36
[346][18] Buharî: Tevhid: 36
[347][1] Müslim: iman: 299
[348][2] Müslim: İman: 301
[349][3] Müslim: İman: 302
[350][4] Müslim:Iman:304
[351][5] Müslim:Iman:304
[352][6] Müslim: İmân: 306
[353][7] Müslim: İman: 308
[354][8] Müslim: İmân: 309
[355][9] Müslim: iman: 310
[356][10] Nesâî: İman: 18
[357][11] Tirmizî: Et'imme: 34; Kıyame: 10
[358][12] Ibnu Mace: Mukaddime: 9
[359][13] Ibnu Mace: Zühd: 37.
[360][14] Buharî: Zekat: 9
[361][15] Buharî: Menakıb: 25 (Sahihu'UBuharî,
Kitabu Bedu'l-Halk'da islam'da. Peygamberliğin Alametleri" başlıklı bir
bab bulunmamaktadır, Bu bab, Kitabu'I-Mcnakıb'm 25. babıdır. Yukandak i hadis
te bu babdadır.)
[362][16] Müslim: Zühd; 16
[363][17] Müslim: Zühd: 17
[364][18] Tirmizî: Kıyame: 6
[365][19] Tirmizî: Kıyame: 6
[366][20] Tirmizî: Scvabul-Kur'an: 25
[367][21] Buharî: Enbiya : 3
[368][22] Buharî: Tefsir, Bakara Suresi: 13;
Tirmizî Tefsir, Bakara Suresi: 9
[369][23] Ibnu Mace: Zilhd: 34
[370][24] Buharî: Enbiya: 8 (Bu hadisin geçtiği
bab Kitabu'l Bedu'l-Halk'da değil Kitabu'l-Enbiya'dadır). Tefsir, Şuara
Suresi:!
[371][25] Buharî: Enbiya: 1 (Hazreti Adem'im
yaratılışı ile ilgili bab, Kitabu Bedu'l-Halk'da değil Kitabu'l-Enbiya'dadır).
[372][26] Buharî: Rikak: 51"
[373][27] Müslim: Munafıkün: 51
[374][28] Müslim: Münafikün: 52
[375][29] Müslirn: Münafikûn : 53
[376][30] Buhari: Tefsin Kaf Suresi : 1
[377][31] Buharf: Tevhid: 25
[378][32] Müslim: Cennet: 35
[379][33] Müslim: Cennet: 35
[380][34] Müslim: Cennet 36
[381][35] Müslim: Cennet: 36
[382][36] Müslim: Cennet: 37
[383][37] Müslim: Cennet: 38
[384][38] Müslim: Cennet: 39
[385][39] Tirmizî: Cennet: 22
[386][40] Buharî: Rikak: 53
[387][41] Buharî : Rikak: 53
[388][42] Buharî: Rikak: 53
[389][43] Buharî: Rikak; 53
[390][44] Buhart: Rikak : 53
[391][45] Ibnu Mace: Zühd: 38
[392][46] Tirmizî: Zühd: 39; Cennet: 20;
Tefsir: Meryem Suresi: 2
[393][47] Buharî: Rikak: 51
[394][48] Buharî: iman: 15
[395][49] Tirmizî: Cennet: 21
-
[396][50] Ebu Davud: Sünnet-, 22; Nesâf: Eyman:
3
[397][51] Tirmizî: Cehennem: 5
[398][52] Müslim: İman: 297
[399][53] Müslim: iman: 298
[400][54] ibnu Mace: Mukaddime: 13
[401][55] Ibnu Mace: Mukaddime: 13
[402][56] Buharî: Rikak: 51
[403][57] Buharf: Tevhid: 38
[404][58] B.uharf: Tevhid: 38
[405][59] Tirmizî: Cennet: 15
[406][60] ibnu Mace : Zühd: 19
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar