ABDÜRRAHİM FEDÂÎ’NİN KASÎDE-İ NÛNİYYESİ
Hazırlayan: Mine ŞAHİN
ABDÜRRAHÎM FEDÂÎ’NİN HAYATI
Abdürrahîm Fedâî, Prizren’de
dünyaya gelmiş, on dokuzuncu yüzyılda yaşamıştır. Dedesi Maksut Bey ve babası
Ali Bey Prizren’in ileri gelen saygın ailelerinden biridir. Katlanova ve
Doyran’da han, hamam ve arazileri olan bu aile oldukça zengindir.
Babası Ali Bey, Fedâî’nin
eğitimine oldukça önem vermiş, onu dönemin en iyi okullarında okutmuştur. İlk
eğitimini Üsküp’te alan Fedâî, ardından Mısır el-Ezher’de eğitimini tamamlamış
ve Üsküp’e dönmüştür. Müderris olarak zahirî ilimler için icazet alan Fedâî,
Üsküp Medresesi’nde müderrislik yapmaya başlamıştır. Uzun süre bu görevini
sürdüren Fedâî, dinî ilimler konusunda dönemin sözü dinlenir âlim kişileri
arasında yer almıştır.
Üsküp Medresesi’nde eğitim
vermeye devam ettiği sıralarda Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ü’l-
Arabî’nin sohbetlerini duyar ve bu sohbetlerden çok etkilenir. Sonraki
dönemlerde Fedâî’nin Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’la uzun ilim
tartışmalarına girdiğini görmekteyiz. Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un
ilimle ilgili görüşlerinden, konuya getirdiği yorumlardan oldukça etkilenen
Fedâî, ona biat etmek istediğini açıklar. Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu]
, bu isteğini kabul etmesi için bir şartı olduğunu, bu şartı kabul ettiği
takdirde kendisine biat edebileceğini dile getirir. Fedâî, şartını kabul
ettiğini söyler ve şartını sorar. Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un
şartı Fedâî’nin kalın dudaklı, kara ve çirkin kızıyla evlenmesidir. Fedâî, bu
şarta en ufak bir tereddüt göstermez ve kararlılığını yineler. Seyyid Muhammed
Nûr [kuddise sırruhu] , bu kararı ailesine nasıl kabul ettireceğini sorunca,
Fedâî kararına ailesini karıştırmayacağını söyler. Ailesinin tüm karşı
çıkmalarına rağmen Fedâî sözünden dönmez ve Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ’un kızı Latife Hanım’la evlenir. Ailesinden, ailesinin zenginliğinden
ve şöhretinden tevhit ilmi uğruna fedakârlık yaptığı için Seyyid Muhammed Nûr
[kuddise sırruhu] kendisine Fedâî ismini verir. Ancak
belirtilmesi gerekir ki kâmil bir mürşitten maddî ya da manevî bir çirkinliğin
zuhûr etmesi düşünülemez. Dolayısıyla Latife Hanım da aslında çirkin bir kadın
değildir.
Fedâî’nin Latife Hanım’la olan
evliliğinden Hacı Kemal Efendi, Hakkı Efendi ve Ali Efendi olmak üzere üç oğlu
olmuştur. Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un Latife Hanım’ın haricinde
Şerif Efendi adında bir oğlu vardır. Oğlu ve halifesi olan Şerif Efendi’nin hiç
çocuğu olmadığı için Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un soyu Latife
Hanım ve Abdürrahîm Fedâî ile onların çocuklarından devam etmiştir.
Fedâî, tevhit ilminde zevki
yüksek bir ihvân ve cezbeli bir zattır. Tevhit makâmlarını kısa sürede
tamamlamış ve ilmindeki derinlik ilhamla günden güne artmıştır. Seyyid Muhammed
Nûr [kuddise sırruhu] ’un Melâmet-i Nûriye’yi yaymasında en önde gelen
isimlerden biri olmuş, bu uğurda etkin görevlerde bulunmuştur. Geçmiş
dönemlerdeki melâmîlerin merkezî yönetim tarafından bir tehdit unsuru görülüp
kıyıma ve sürgüne uğratılmalarına rağmen, Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu]
’un gayreti ve halifelerinin yönlendirmesi ile melâmîler merkezî yönetim
tarafından bir tehdit olarak görülmemiş, herhangi bir kıyım ve sürgüne
uğramamışlardır. Abdürrahîm Fedâî, Ali Urfî Efendi, İştipli Salih Rıfat Efendi,
Hacı Süleyman Bey, Şeyh Kemal Efendi, Vehbi Efendi, Hacı Maksut Efendi, Salih
Lütfü Efendi ve pek çok önemli melâmî, haklarında ortaya atılan asılsız
iddiaların görüşülerek giderilmesinde ve melâmetin yeni yüzünün merkezî yönetim
tarafından kabul görmesinde etkin rol oynamış, örnek yaşantılarıyla halk
tarafından benimsenmişlerdir. Dolayısıyla melâmet büyük bir coğrafî alanda
geniş kitlelere yayılmıştır.
Bu zaman zarfında Fedâî’nin,
Üsküp Melâmî dergâhında Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un baş halifesi
olarak görev yaptığını görmekteyiz.
Bursalı Mehmet Tâhir’in Osmanlı Müellifleri adlı kitabında
(1333: 39) bahsettiğine göre Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] , 1884
yılında ikinci kez hacca gitmeye niyetlenmiş, damadı Abdürrahîm Fedâî, torunu
Hacı Kemal Efendi ve ihvanıyla birlikte bu hacca katılmışlardır. Fedâî, hac
dönüşü sırasında Muharremin birinci günü 1885 tarihinde vefat etmiş, Süveyş
civarında Ayn-ı Musa denilen yerde defnedilmiştir. Vefatından sonra Üsküp
Melâmi dergâhına büyük oğlu Hacı Kemal Efendi şeyh olmuştur.
Eserleri
Abdürrahîm Fedâî, tevhit
makâmlarını çok çabuk tamamlamış, âlim bir zattır. İlmindeki derinlik ilham ile
artmıştır. Dolayısıyla birçok eser vücuda getirmiştir. Hem manzum hem de mensur
olarak eser veren Fedâî, yazdığı bu eserlerle ihvânının kısa sürede
olgunlaşmasına katkıda bulunmuştur.
Manzum eserleri şunlardır: Dîvân, Kasîde-i Nûniyye, Kasîde-i Tâiyye,
Merâtibü’l- Vücûd, Risâle-i Vehbiyye, Şerh-i Sırr-ı Ene ’l-Hakk, Şerh-i
Şâfiyye.
Bu eserlerinin içinde “Risâle-i Vehbiyye ” melâmi öğretisinde
yeni açılımlar ortaya koyması bakımından önem taşımaktadır. Eser, edebî olarak
devrik cümlelerden oluştuğu ve kafiye bakımından başarısız olduğu için
eleştirilse de fenâ makamlarından tevhid-i ef‘âl ve tevhid-i sıfât tariflerinin
rabıtalarında yapılan yenilik nedeniyle önem taşımaktadır. O dönem
öğretilerinde uygulanmakta olan Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un Risâle-i Sâliha’sındaki tevhid-i ef‘âl
makâmının “Lâ Fâile İllâ Allah”
ve tevhid-i sıfât makâmının “Lâ Mevsufe
İllâ Allah ” olan rabıtaları, “Lâ
Fâile İllâ Hû ” ve “Lâ Mevsufe
İllâ Hû. ” olarak yeniliğe uğramıştır.
Abdülbâki Gölpınarlı Melâmîlik ve Melâmîler adlı kitabında Kasîde-i Nûniyye, Kasîde-i Tâiyye,
Merâtibü’l-Vücûd, Risâle-i Vehbiyye, Şerh-i Şâfiyye adlı eserlerini
zikrederken (1931: 305-307), Bursalı Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri adlı kitabında (1333: 39) bu beş eserin
haricinde Şerh-i Sırr-ı Ene’l-Hakk’tan
da bahseder. Ancak Kasîde-i Tâiyye ve
Şerh-i Şâfiyye içerik olarak
bilinemediğinden mevcut eserlerle aynı olup olmadığı anlaşılamamıştır.
Fedâî’nin mensur eserleri
şunlardır: Hediyetü’l-Hac,
Hakîkatü’l-Melâmiyye, Risâle-i İrâde-i Cüz‘iyye, Mecmu ‘â-yı İlâhiyyât,
Risâle-i Ahvâl-i Melâmiyye, Risâle-i Rûh-i Kızıl alâ Esrâr-ı Mebzûl Muammâ-yı
Sırr-ı Ezel, Şerh-i Beyt-i Hâfız Şirâzi, Tasavvufta Iyd, Tefsîr-i Sûretü
’l-Kevser.
Gölpınarlı (1931: 305-307), Hediyetü ’l-Hac ve Tefsîr-i Sûretü’l-Kevser adlı
eserlerinin haricinde diğer eserlerden hiç bahsetmemiş, Bursalı Mehmet Tahir de
kitabında (1333: 39) bu iki eserin yanı sıra Risâle-i Ahvâl-i Melâmiyye, Mecmu‘â-yı İlâhiyyât adlı
eserlere yer vermiştir.
Gölpınarlı, Fedâî’nin Tefsîr-i Sûretü’l-Kevser adlı eseri
hakkında bilgi verirken “İlim ve ihâtası,
tasavvuftaki rusûhu tamamiyle bu tefsirde görünüyor” demiştir. Ancak
bunun yanı sıra “Abdürrahim Efendi keşke
bu risâleden başka risâle yazmasaydı; hele nazma hiç özenmeseydi ”
diyerek diğer eserleri hakkındaki düşüncelerini ifade etmiştir. Ancak şunu
söyleyebiliriz ki; şair kimliğinden ziyâde tasavvufî kimliği ön plâna çıkmış
olan Fedâî, birçok talebe yetiştirmiştir. Dolayısıyla kaleme aldığı eserlerdeki
amacı sanat yapmak değil, talebelerinin olgunlaşmasına katkıda bulunmaktır.
Tasavvufî
Şahsiyeti
Fedâî’nin tasavvufî şahsiyetinin
şekillenmesindeki büyük etkenlerden biri, küçüklüğünden itibaren iyi bir eğitim
almış olmasıdır. Döneminin zengin ve saygın kişilerinden biri olan babası Ali
Bey, onun iyi bir eğitim almasını sağlamıştır. İlk eğitimine Üsküp’te başlayan
Fedâî, daha sonra Mısır el-Ezher’de eğitimini tamamlamış, ardından Üsküp
Medresesi’nde müderrislik yapmaya başlamıştır. Bu dönemde kendisine saygın bir
yer edinen Fedâî, dinî ilimler konusunda sözü dinlenir, âlim kişilerden biri
olmuştur.
Müderrisliği sırasında Seyyid
Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ü’l-Arabî’nin sohbetlerini dinleyen Fedâî, ondan
çok etkilenerek ona biat etmeye karar vermiştir. Dolayısıyla tasavvufî
şahsiyetinin şekillenmesindeki diğer iki büyük etkenin Seyyid Muhammed Nûr
[kuddise sırruhu] ü’l-Arabî ve onun kuruculuğunu üstlendiği Melâmet-i Nûriyye
olduğunu söyleyebiliriz. Arapça bir kelime olan melâmetin sözlük anlamı “kınama, ayıplama, kötüleme ve karalama
"dır. Tasavvufî olarak melâmet, “kınayanların
kınamasından çekinmeden doğru yolda yürümek" demektir (Uludağ,
2001: 241). Melâmiyye-i Kassâriyye’nin kurucularından biri olan Hamdun Kassâr’a
göre melâmet, “selâmeti terk etmek
"tir.
9. yüzyılda özellikle Nişâbur’da
yaygınlık kazanan ve etkileri günümüzde hâlâ sürmekte olan bu tasavvuf
anlayışını benimseyenlere “melâmî "
ya da “melâmetî "; bu
akıma da “melâmiyye" ya
da “melâmetiyye"
denmiştir (Azamat, 2004: 24-25).
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ’un baş halifesi olarak Üsküp Melâmî dergâhında görev yapan Fedâî, son
devre Melâmîliğinin merkezî yönetim tarafından kabul görmesi için çok çaba
sarfetmiş, Melâmet-i Nûriyye’nin geniş halk kitlelerine yayılması için etkin
görevlerde bulunmuştur. Tevhit ilmi uğruna birçok fedakârlığa katlanması
sebebiyle Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ona Fedâî ismini vermiştir.
Vahdet-i vücûd felsefesini hayat
felsefesi hâline getiren Fedâî, tevhit makâmlarını çok çabuk sürede tamamlayan,
cezbeli bir zattır. İlmindeki derinlik her geçen gün ilhamla biraz daha artmış,
bu ilhamla bir sürü eser vücûda getirmiştir. Kaleme aldığı bütün eserlerinde bu
düşünce sistemini tasavvufî bir dil kullanarak anlatmış, böylelikle ihvânının
kısa bir sürede olgunlaşmasına katkı sağlamıştır.
Mürşidi Seyyid Muhammed Nûr
[kuddise sırruhu] gibi, özellikle
Muhyiddîn İbnü’l-Arabî’nin etkisi altında kalan Fedâî’nin Bâyezîd-i Bistâmî,
Fahreddîn er-Râzî, Hallâc-ı Mansûr gibi mutasavvıflardan da etkilenmiş olduğu
Kasîde-i Nûniyye’sinde bu isimlerden bahsetmesinden açıkça anlaşılır.
Seyyid
Seyyid Muhammed Nûr ü’l-Arabî [kuddise sırruhu] ve Fedâî Üzerindeki Etkisi
Seyyid
Muhammed Nûr ü’l-Arabî
[kuddise sırruhu]
1813 yılında Mısır’ın
“Mahalletü’l-kübrâ” adlı kasabasında dünyaya gelen Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ’un hayatı hakkındaki bilgileri halifelerinden Harîrîzâde Kemâleddin
Efendi’nin Tibyân ü Vasâ ’ili ’l-hakâ ’ik
fî beyân-ı selâsili ’t-tarâik adlı eserinden ve Bursalı Mehmet
Tâhir’in onun hakkında yazmış olduğu menâkıbnâmesinden öğrenmekteyiz. Hz.
Ali’ye nisbet edilen Noktatü’l-beyân adlı eseri şerh etmesinden dolayı “Noktacı Hoca. ” , Mısır’dan gelip
Rumeli’ye yerleştiği için “Arap Hoca”
(Azamat, 2005: 34) ve Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin torunu Hz.
Hüseyin soyundan geldiği için “Seyyid”
lakaplarıyla tanınır.
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ü’l-Arabî, üstad ve mürşidi Hasan el-Kuveynî’nin “Artık sana bütün ilimlerin yolu açıldı. Anadolu
’ya git” emriyle Anadolu’ya gönderilmiş, bir süre sonra da kendi
isteğiyle Rumeli’ye geçmiştir. 1839-1870 yılları onun Rumeli Nakşîliği ve
Melâmilik arasında bir tasavvuf sistemi kurmaya başladığı bir dönem olmuştur
(Bolat, 2003: 23).
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] , İstanbul’a geldiğinde Melâmiyye-i Bayrâmiyye (Orta Devre Melâmîleri)
şeyhi Abdülkadir Belhî’yi kendisine bağlamak ve Melâmîliğin tek temsilcisi
olmak istemiştir. Ancak Belhî’nin bunu kabul etmemesi üzerine bu isteğine
erişememiştir (Bolat, 2003: 23).
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ’un Şerif Efendi ve Latife Hanım olmak üzere iki çocuğu olmuştur.
Halifesi ve oğlu Şerif Efendi’nin hiç çocuğu olmadığı için maddî ve manevî soyu
Latife Hanım ve damadı Fedâî ile onların çocuklarından devam etmiştir.
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ü’l-Arabî, kaleme aldığı eserlerde üçüncü devre Melâmîliğinin
görüşlerini ortaya koymuştur. Abdülbâki Gölpınarlı (1931: 287-290) bu eserlerin
elli beş tane olduğunu, bunların otuz sekiz tanesinin Türkçe, on yedi tanesinin
ise Arapça olduğunu belirtir. Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un bu
eserlerinde, Melâmiyye-i Nûriyye olarak bilinen üçüncü devre Melâmîliğinin
tasavvuf düşüncesinin özündeki vahdet-i vücûd anlayışı ve kendi temellendirdiği
tevhit anlayışı vardır.
Melâmet-i Nûriyye’yi yaymak için
büyük çaba harcayan Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] , bu gayretini
galibiyetle sonuçlandırmış, Rumeli ve Batı Anadolu gibi geniş bir coğrafyaya
yayılan Melâmet-i Nûriyye için Üsküp, Manastır, Prizren, Doyran, İştip, Tikveş,
Köprü, Selânik, İstanbul gibi şehirlerde dergâhlar kurulmuştur.
Melâmet-i Nûriyye’nin geniş bir
coğrafî alanda ve geniş kitlelere yayılması için halifeleriyle birlikte gayret
gösteren, birçok halife yetiştiren ve birçok talebeye hocalık eden Seyyid
Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] , 1888 yılında kendi evinde vefat etmiştir.
Seyyid
Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ü’l-Arabî’nin Fedâî Üzerindeki Etkisi
Üçüncü devre Melâmîliğinin
kurucusu olan Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ü’l-Arabî, Abdürrahîm
Fedâî’nin hem mürşidi hem de kayınpederidir. Dolayısıyla Fedâî üzerinde hem
maddî hem de manevî etkisi büyüktür. Özellikle Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ’un sohbetleri sırasında ilim üzerine yaptığı yorumlardan oldukça
etkilenen Fedâî’nin tasavvufî şahsiyetinin şekillenmesinde Seyyid Muhammed Nûr
[kuddise sırruhu] ü’l-Arabî’nin etkisi oldukça fazladır. Bu etkilerden en
önemlileri üçüncü devre Melâmîliğinin tasavvuf düşüncesinin özündeki vahdet-i
vücûd anlayışı ve Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un temellendirdiği
tevhit anlayışıdır.
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ’a göre tevhit zevkle elde edilir ve yaşanarak bilinir. Bunun için bir
bilinçlenme gerekmektedir. Bu bilinçlenme şeyhin sâlike telkin etmesiyle elde
edilir. Dolayısıyla bu sülûk altı basamaktan oluşmaktadır. Bu basamakların ilk
üçüne tevhit makâmları, yani makâmât-ı fenâ; son üç basamağa da ittihat
makâmları, yani makâmât-ı bekâ denilir.
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] , Risâle-i Sâliha adlı eserinde bu
makâmlardan şu şekilde bahsetmiştir:
Tevhîd-i ef‘âl basamağı:
Sûretlerden görünen bütün işlerin Allah’ın işi olduğunu bilmek ve zevk
etmektir. İnsana göre iyi ve kötü olan bütün işleri Allah’a nispet etmek
gerekmektedir.
Tevhid-i sıfât basamağı: Hayat,
ilim, irade, kudret, duymak, görmek, konuşmak vb. sıfatların hepsi Allah’a
aittir. Yani diri olan, bilen, kadir olan, işiten, gören, söyleyen Allah’tır.
Salikin bu sıfatlarla vasf olunanın Allah’ın zatı olduğunu bilmesi gerekmektedir.
Bu sıfatlar salike birer aynadır. Yani hayat ancak Allah’a mahsustur; eşyada
görünen hayat Allah’ın hayatıdır.
Tevhid-i zât basamağı: Vücût
Allah’ın vücûdudur. Ondan başka hiçbir şeyin bağımsız bir vücûdu yoktur.
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] , bu fena makâmını, 1834-1835 yılında Koçana’da müderrislik yaptığı
sırada rüyasında bizzat Hz. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
kendisine öğrettiğini belirtir. Yine kendisinin söylediğine göre, 1837’de Hz.
Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin elinden hırka giymiş ve 1843 yılına
kadar bu üç makâmı zevk etmeye çalışmıştır (DİA, 2004: 561).
Makâm-ı Cem‘: Bu makamda Allah,
salike zahir olur ve salikin kendisi batın olur. Bu makâmın saliki eşyaya
bakınca ilâhi sûretlere bakar. Yani Allah ve melekleri; kısacası ilâhi
sıfatların hepsi, Allah’ın zatında batındır. Hükümlerin hepsini icra eden
Allah’tır. Bu makama kurb-i ferâiz denir.
Hazretü’l-Cem‘: Hazretü’l-Cem‘
demek, Allah’ın batın, halkın yeniden zahir olması demektir. Yani, zatın ilminde
batın olan ve ilâhi ilimde gizlenen halk, Allah’ın esmâsıyla yeniden zahir
olur. Dolayısıyla gören, işiten, söyleyen Allah’tır. Bu makamda kul, Allah’ın
gücünü kendinde hisseder. Kulun hayatı, kudreti, duyması, görmesi hep
Allah’ladır. Bu makâma ulaşan kişiler herkesin bildiğini bilir, işitir ve
görür. Bu makama kurb-i nevâfil denir.
Cem‘ü’l-Cem‘: Salik bu makâmda
hüve’l-evvel, hüve’l-âhir ve’l-zâhir ve’l bâtın âyetini bir bakışta görür. Bu
âyetin anlamı “Evvel benim, âhir benim,
zahir benim, batın benim” demektir. Kul, bu basamakta Allah’ın
gücünü kendinde duyar. Çünkü Allah onun vücûdunda zahir olmuştur. Artık evvel
de âhir de zahir de batın da kulun kendisidir.
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ü’l-Arabî, Hz. Peygamber salla'llâhü aleyhi ve sellemin bu bekâ
makamlarını kendisine Mekke’de hac sırasında telkin ettiğini belirterek seyr ü
sülûk anlayışının son makâmı olan Ahadiyyetü’l-Cem‘
makamını yine Hz. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in rüyasında ona
telkin ettiğini söyler (DİA, 2004: 561). Muammed Nûr aynı eserinde şu sözleri
söylemektedir: “Cem ‘ü ’l-Cem ‘ makamından sonra bir makam
daha vardır. Fakat o makâmı anlatmaya ne benim gücüm yeter, anlatacak olsam
bile, ne senin anlamaya gücün yeter. Bu makâmı biz telkin edemeyiz. Çünkü Kurân
’da “Yetimin malına da yaklaş mayınız” diye buyrulmaktadır. Hakiki yetim ise
Hz. Peygamber’dir ve onun malı ahadiyettir. Eğer Hz. Peygamber salla'llâhü
aleyhi ve sellemin kendisi bizzat telkin ederse bu makâmdan zevk alınır. Aksi
takdirde zevk alınamaz. ”
Buna göre Fedâî, Seyyid Muhammed
Nûr [kuddise sırruhu] ’un tevhit anlayışından bizzat etkilenmiş, kasîdesinde
onun temellendirmiş olduğu bu tevhit anlayışına yer vermiştir.
Fedâî’nin Kasîde-i Nûniyyesi’nden
yola çıkarak Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’daki vahdet-i vücût
anlayışından da etkilendiği görülmektedir. Vahdet-i vücût tasavvufun esâsıdır.
Arapça bir terim olarak vahdet-i vücûd “varlığın
birliği” demektir. Tasavvufî mânâda ise “Allah ’tan başka varlık olmadığının idrâk ve şuûruna sahip olmak ve bilmek”
demektir (Cebecioğlu, 2004: 683).
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ü’l-Arabî, “Vâridât
Şerhi”nde insanları vahdet-i vücûtta üç mezhep üzerinde görür. Birinci mezhep,
avâm mezhebidir ki onlara göre bu vücûd, Hakk’ın vücûdundan farklı bir vücûttur.
İkinci mezhep, havâs mezhebidir. Onlar da bu vücûdu Hakk’ın vücûdunun gölgesi
olarak sayarlar. Üçüncü mezhep, doğru yol üzerinde olan kişilerin mezhebidir.
Onlar vücûdu Hakk’ın vücûdu olarak görürler. Yine ona göre İlâh ve Allah
sözcükleri “kaplamak” anlamına
gelir. Bütün varlıkları tanrılık vasfından başka kaplayıcı bir ilâh yoktur. Ona
göre Allah’ı kimse tevhit edemez. Çünkü O, ezelî sâbıkta ve ezelî lâhikta kendi
olduğu gibi bu sûretlerle görünendir. O’ndan başka O’nu kimse tevhit edemez.
Çünkü O, ehad’dir (Gölpınarlı, 1931: 243). Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ü’l- Arabî’nin bu fikirleri Fedâî’nin Kasîde-i Nûniyyesi’nin çeşitli
beyitlerinde karşımıza çıkmaktadır:
Ehadsin
gayrı yok senden tecellî sana sen ittin
Göründün
kendine kendin çün oldun cümleye ayân
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ’a göre secde yalnız Allah’adır. O’nun vücûdundan başka vücûd yoktur.
Dolayısıyla kendisine secde eden yine O’dur.
Odur mirât
cemâl oldur yine kendini kendinde
Göründi hem dahi bildi o durur hem musalliyân
Odur âşık
dahi dilber ider kendini hem takdîs Musallîkendine kendi kamu elsine-i insân (K.24)
Yukarıda örneklerini verdiğimiz
beyitlerden de anlaşılacağı gibi Fedâî, Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un
vahdet-i vücûdla ilgili söylediklerinin tesirinde kalmıştır.
Seyyid Muhammed Nûr [kuddise
sırruhu] ü’l-Arabî’nin Fedâî üzerindeki bir diğer etkisi, Muhyiddîn ibnü’l-
Arabî’dir. Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’da Arabî’nin etkisi oldukça
bâriz bir şekilde görülmektedir. Hemen her eserinde ondan örnekler veren Seyyid
Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un kendi isminin sonuna getirdiği “el-Arabî”
lakabı da bu etkiyi gözler önüne sermektedir (Gölpınarlı, 1931: 243). Fedâî de
mürşidi gibi Arabî’den etkilenmiş, Kasîde-i Nûniyye’sinde ondan bahsetniştir.
Bizim
seyyidimiz bil sen ki şeyh-i ekber-i Hakdır
Hemân Hakk
berekâtından bizi kılmaya mahrûmân
Ki Muhyiddîn-i Arabî ki bir sırr-ı
mukaddesdir
Kulak tut cânımın cânı bu sırdır
ekber-i sırrân
Yukarıdaki beyitlerden de
anlaşılacağı gibi Fedâî de Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] gibi Arabî’yi mukaddes bir sır ve sırların en
büyüğü olarak görmekte ve eserlerinde onun ismini yâd etmektedir.
Bütün bunlardan yola çıkarak, Seyyid
Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un damadı olması, tevhit ilmi için her şeyinden
vazgeçerek ona biat etmesi, başta İbnü’l-Arabî olmak üzere onun etkilendiği
şahsiyetlerden etkilenmesi, tasavvufî görüşlerini -özellikle vahdet-i vücût
anlayışını ve temellendirmiş olduğu tevhit anlayışını- benimseyerek bunları
Kasîde-i Nûniyye’de ele alması Seyyid Muhammed Nûr [kuddise sırruhu] ’un
Fedâî’nin hayatındaki etkilerinin birer yansımasıdır, diyebiliriz.
MANZÜME-I NUNNIYE FEDÂÎ [Nesre Çeviri]
Bismillâhirrahmânirrahîm
Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün Mefâ‘îlün
NlYAZ MAKAMINDAN SÖZLER
Rahmân ve Rahîm Olan Allah’ın Adıyla
Ey Allah’ım, senin şükür ve hamdını hangi dillerle edelim?
Hepimiz âciz olmuşuz, âcizlerin hamdı nasıldır?
Birsin. Senden başkası yoktur. Sana sen tecelli ettin. Kendine
kendin göründün, çünkü herkese âşikâr oldun.
“Kendi kendisini bilen” sıfatınla [bütün âlemlere] zuhûr ettin,
hem de bütün esmânı giydin. Ey Allah’ım sen çok mukaddessin.
Sen hakikatinle, varlığınla birsin, asla çoğalmadın. Başlangıcı
olmayan başlangıçsın, zuhûratın her an gelir.
Sen tek kutsal olansın ki senden başka [İlah] asla gelmedi.
Gökyüzünde ve yeryüzünde bütün sûretlerini tasvir edecek kimse yoktur.
Zâhir isminle varlık nüshasını dizersin. Âlem ve insan olarak
iki nüshada da vechin göründü.
Ayrıntılı bir şekilde zuhûr ettin, âfâkın âyeti göründü. Besmele
oldun, çünkü besmele yine insanın başlangıcıdır.
Nice özet ve ayrıntı sensin. Hem tafsilatlı hem de öz olan
sensin ki senden başkası yoktur.
Görünen kesretin sûreti senin esmânın sıfatlarıdır. Sen tek
olarak geldin, sende noksanlık yoktur.
Velâkin zâtının kendisinde bütün esmâ sıfatlarından münezzeh ve
mukaddessin. O vasfedenlerin vasfı nedir?
Zâtın zâtına aynadır ki sen kendine sûretsin. Rahmân sensin ki o
büyük rûhunla zuhûr ettin.
“Kim beni görürse” hadîsini hem söyledin hem işittin. Ahmed’i
ayna ettiğin gibi insan sûretinde göründün.
O Ahmed [salla'llâhü aleyhi ve sellem]in pâk yüzünü gören, [o
parlaklığın] senin pâk vechinin parlaklığı olduğunu şüphesiz anladılar. Ey
Allah’ım sen çok mukaddessin.
Muhammed, Ahmed ve Mahmud [salla'llâhü aleyhi ve sellem] adlı nice
esmâyla evvel ve âhir göründün. Kurân da “Namaz kılın” dedi.
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sûretiyle göründün ki o
sûret dahi sensin. Sen vücut aynasında ona salât eden Sübhânsın.
Ona [Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]e] yine salât
ettik, çünkü bize “Namaz kılın” dersin. Pek çok insan o pâk zâta salât etsin.
O temiz Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in zâtına salât
etmek nedir bilsem? O salâtın salâtı gerçektir, hem aranılan insan odur.
Hakk duâlar ederken arada kimse kalır mı? Ayna ile görünenler
arasındaki farklılık acaba nedir?
Hamîd ve Mahmûd odur.
Dolayısıyla hepimiz âciz bulunduk, aczimizi itirâf ettik. Asla arada kalmadık.
Ayna ve cemâl odur, kendinde kendini gördü ve de bildi. Kendine
secde eden de odur.
O öyle yüce bir ashâbdır ki Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]
onlara göründü. O dostlar, [Hz. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in]
kutsal yüz güzelliğini görmek için can atmışlardır.
Yine âciz olduk, bizden selâm olsun.
Çünkü Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in aynası gelmiştir. [Bunu] dostlar
bilir.
O aynaların aynası haktır, [çünkü] Ahmed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sûreti göründü. Onun için “Etin etimdir”
gelmiştir, delili anla!
Aşık da dilber de odur. Hem kendini
takdis de eder. Kendi kendine namaz kılar. Bütün insan dillerinde olan odur.
Selam ettiler, gerçi selam eden yine
kendisidir. İhvân, hakîkat ehlinin tanıklığında doğruyu bildi.
Ey Allah’ım, hangi yüzle sana teşbih,
takdis, salât ve selam edelim? Hepimiz cansız olmuşuz.
Altı yönde [doğu, batı, kuzey, güney,
yukarı, aşağı] mahbûs olan pek çok ilgi ve perde ortaya gelmiştir. Ancak sensiz
hiçbir şey mevcut değildir.
Ey sevgili! Bütün zerrelerimizde sen
zuhûr etmişsin. Hani bir söz? Hani bir göz? Nerede o görünen insan?
Hakk’ı bulan kalp, doğruyu alan eller,
yüzünü gören gözler [ve onu] teşbih eden diller nerede?
Hakikate giden ayaklar, hakikati duyan
kulaklar nerede? Eğer yardımın olmazsa hepimiz hüsrân oluruz.
Velâkin hepimiz sana yalvarırız ki evvel
ve âhir sensin. Cömertlik ve lütfundan ne varsa sen herkese verirsin.
Ayrıca Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]i
her şeye rahmet olarak gönderdin. Yâ Rabbi! Onu bizlere şefâatçi kıl.
Sen bizlere merhamet edersin.
Ey Hakk, seyyid Ahmed, Hz. Mustafa’nın
ehl-i beyti, Sıddık Ekber, Hz. Fâruk, Hz. Osmân ve Hz. Ali, Ve yüzleri tertemiz
olan Hz. Zehrâ, Hz. Hasan ve Hüseyin,
Tertemiz eşler, Hz. Ensâr ve muhacirler,
Ey Rabb’im, hepsine inandım. Sen
cümlesini mübarek kıl. Eğer onlara bağışta bulunursan, bizi de [onlardan]
ayırma.
Ey ihvân! Gelelim maksadımıza ki bu
fakir Fedâî bir gece “Bu nazmın sebebi nedir?” diye sordu. Bil ve anla.
Ey ihvân! Muhabbetler ederek, hem Hakk
kadehinin şarabını içerdik, hem de herkes zevk içinde olurdu.
Pek çok tevhid sırrı, makâm ve
marifetlere dâir nice sözler söylenirdi. [Bunları duyunca] hepimiz sarhoş
olurduk.
Kimimiz sevgilinin boyunu Tûbâ’ya
benzetirdik; kimimiz güzellerin saçları için “güzel kokulu büklümler” derdik.
Sevgilinin saçlarını gören âşıklar
gerçek küfre girmişti ve “And olsun bürürken o geceye” [âyetinin] sırrı sonsuz
bir şekilde gelmişti.
O yanakları gören şüphesiz ona “dolunay”
derdi. O kişi “Kuşluk vaktine and olsun” [âyetini] okurdu. Bunu tefsir edenler
o yanaklarmış.
Onun kaşlarını gören “İki yay aralığı kadardır” derdi; o meydan,
eşitlik çizgisi sırrının nuruyla dolmuştu.
Kime kirpiklerinin oklarını saldıysa onu yaralamıştı. O kişi
aradan kalkmıştı ve susuz kalmıştı.
O insan, sevgilinin vasfını söyleyemezdi, [çünkü] dili
tutulmuştu. [Sevgilinin] kayıkçı gözleri bazı âşıkları gark etmişti.
Kimi kıyamet kibriydi, kimisi de mahşer ve mizandı. Kimi huri ve
gılmandı, Kurân’ın sırlarını okurdu.
Kimisi o benin sırrını tefsir etmişti. O ihvân: “[Sevgili] her
zerrede nasıl belliymiş?” derdi.
İhlâs sûresini okurdu, meğer o beni şerh etmiş. O sûre bir
işaretmiş, insan sûretiyle ona görünmüş.
O melâmet meclisinde pek çok sır [ortaya] dökülürdü. Orada hiç
yabancı yoktu, hepsi teklifsiz dost oldu.
O mecliste olan âşıklar o an “Melâmet şehrinde bulunan her şey
belli olsun” diye talep ettiler.
Melâmet ehlinin hâlini biraz izâh edeyim. Onlara sîret nasıldır
ve kimler edepli oldu?
Onlara ulaşmak ve zevklerini bulmak nasıldır? Sâlik feyze nasıl
varır? Şarabı nûş eden kimdir?
Nedir hakiki iman? Taklit ve delil ile anlamak nedir? Hem
mertebeleri nedir? İyi ile kötü ve doğru ile yanlış arasındaki farkı gösteren
her şey gelsin.
Gerçek mürşit kimdir? Hem onun vasıfları nedir? Usûl ehlinin
durumu nedir? Hepsini açıkça anlatalım.
Dalâlete düşen kimdir ve dalâlet ehlinin hâli nedir? Açıklansın.
Doğruluk ehli belli olsun ki şeytan hile yapmasın.
O yolu kat edenlerin hâli açıkça nedir? Herkese zuhûr etsin ve o
kovulmuş kişi bilinsin.
Tevhid makâmları ve hakikati görmek nedir? Ey cân! Nice şahit
ehli gelmiştir, fetih nasıldır?
Pek çok hakîki esrârı ortaya çıkaran anahtar nedir? O Allah,
mutlak bilinmeyen zâttan nice [sırlar] açar.
Acaba Nâciye [Müslüman] fırkası kimlerdir? Bilinsin. O cehennem
fırkası da açıklansın. Dostlar [hepsini] bilsin.
Bazı âyet ve hadisler, hakikat ehlinin lisanıyla söylensin, hem
de ihvân bugün [bu sözlerle] biraz zevk alsın.
Ey cân! O meclis ruhunun sırrı kabul edildi. Çünkü ihvân o
mecliste bunu talep etti.
O rûhânî nûrlu meclis ki Hakk’ın rûhu mukaddesmiş. Çünkü sırrıma
kuvvet verdi ve onunla açıkladım.
Nice tahkîk, sayfaların levhasında yazıldı ki bütün âşıklara
bundan nice lezzet ve tatlar gelir.
Okuyan sâlik şüphesiz ki meslek nedir, âdab nedir, tahkîk nedir,
taklîd nedir, o hakîkat ehli nedir diye bilir.
O hazret-i dilber nedir? Şüphesiz gözlere görünür hem de herkese
delil olur. Bütün istenen şeyler açığa çıkar.
Pek çok kovulmuş şeytan geceden yanar. Etme! [O doğru yoldan
ayrılma.] Ki o [yol] doğruluk çırağıdır. Bütün şeytanlar ise taşlanmıştır.
Allah onlara azap eder ve onlar cehennemde kalır. Bugün ateşten
çıkamazlar, cehennem onları kuşatmıştır.
Çünkü Allah onları kahredici eliyle tutup, gazabına uğratmıştır.
Hepsini kovmuştur ki onların hepsi kâfir olmuştur.
İnsan ve onun sırrı nedir? Allah onlara görünsün. Çünkü onlar Muhammed
salla'llâhü aleyhi ve sellem nûrunu görmez, secde etmezler.
Onlara insanın sırları okunsa hiçbiri hoşnut olmaz. O zatın nûru
hepsini perişan eder, hepsi yok olur.
Fakat o güzel dostlar mukaddes mürşidin yüzünü görmüştür. O
erler Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in nûruyla aydınlanmıştır.
Gözleri ve kulakları Hakk’ın nûrudur. Önlerinde de Hakk vardır.
O mertlerin tabiatları hep Hakk olmuştur.
Ahlâkları ve imânları da Hakk olmuştur. Sevgili onlara yukardan
ve tahtından görünmüştür.
Dilberin mazharı onlardır. Herkese perver olan onlardır.
Yanaklarının parıltısını salınca bütün âşıklar mahv olmuştur.
[Sevgilinin] zülüflerini gören âşıklar, nice canlar fedâ
ettiler. Ki saçlarının her bir teline gâlip olan âşıklar asılmıştır.
Mecnûn onlardır ki “Ben Hakkım” diye
bağırmışlardır. Çünkü [sevgilinin] o yanaklarının benini kutsal görmüşlerdir.
Ey sevgili, o fettan gözlerin bir an âşıklara bakınca, âşıklar
aradan kalktılar. [Artık] onlar sevgiliden başkası değildir.
O ayrılar ki toplanıp ikisi bir yere gelmiştir. Dersi güzel
koysan Cem’in Cem’i esrarlarını verirler.
İhlâs Sûresi okundu ki o boylarına bir mahlastır. “O Allah
birdir” sırrını görenler Kurân’ın mazharıdır.
Yani âşıklar “İki yay aralığı kadar” sırlarını açıkta görür. Hem
o ders “Daha yakın”dır ki kaşlar arada hatadır.
O kirpikler bir belâ salarak pek çok ayrılıkla vurmuştur.
Aradaki küfür ve imânları gidererek sadece sevgili kalmıştır.
Âdem mushafı [Kurân] okunsa, L sırları her an
bilinse; Kurân “Secde edin” demiş, [o Kurân] Hakk’ın yüzü olmuştur. Bunu
bilesin.
O dilberin yüzü görünse ve o sırlar âşikâr olsa, dilberin manevi
hazzının aydınlığıyla söz sırları ortaya çıkar.
Onlar; Hakk’ın makâmına erip didarını görenler, ehlullahın ve
dostların kıymetini bilenlerdir.
Ey Allah’ım, hepimiz niyâz kapında âciz olarak durmuşuz. Ey
Rabb’im elimizden tut da rahmetine gark olalım.
Sakın sen bizleri evliyâ nazarından uzaklaştırma. O kutsal
kalplerin dergâhında bize de bir han ver.
Ey sevgili, o vahdetin nûru Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in meşâlesinden gelsin; Mahmud’un sırrı bilinsin, hepimiz mahvolalım.
Evvel O’dur, âhir O’dur, zâhir
O’dur, bâtın O’dur. Bütün mutlak gerçek
O’dur ki her an hepimiz kalalım.
Ey sevgili, sana binlerce salavât ve
selâmlar olsun. O “Kim beni görürse” ve Allah’ın sırrına mazhar olmuştur.
O birlik denizine dalan ihvânın hepsini
her an görüştür ki onların hepsi [aslında] bir tek sevgilidir.
Yüce Melâmiye yolu hakikatin kendisidir. Ona intisâbeden yüce
kişilerin, Allah onların sırlarını mukaddes ve mübarek eylesin, gerek
bölümleri, gerek yüce meşrepleri, gerek sülûklannın neticeleri, gerek gizli
olan dedikodu ashâbının, daha ziyâde zâhitlerin yokluk idrâklerinin sebebi ve o
yüce yola zorla nisbet etmeleri cehâletten dolayıdır. Onları bahislerinin reddi
ve Melâmiye yolu, özellikle Muhammed meşrepti olan en mükemmel zâttan özel
telkinle kabul edip dedikoduyla anlaşılmadığı beyânından ibâret olan kutsal
beyitlerdir.
Bugün nice mert kişi melâmet dersinden
ders almıştır. Birisi ise ortada olan bir irfâna yeni başlamıştır, bil.
O dersten sır almışlar için meziyetler
de vardır. Özetle o derse can atanlar için irfân üç kısım olmaktır.
Bidâyet
ehli rubûbîyetin [Allah’a mensubiyetin] doğuşunu
gördüler. Bugün, onların hepsi amellerinin doğuşundan sarhoş olmuştur.
Nice nakış ve işlemelerden, hareket ve
duruşlardan amel dersi alırlar. Onlara bunlar göründü.
Bugün onlar konuşsalar, ortaklık bağıyla
bir anda tevhid ateşini yakarlar. Câhil olan kişi bunları bilemez.
Sen nice zâhidleri bil ki o şirk ve
cehaletlerinden nelere cebrî dediler. Aşağılık kimseler onları bilemez.
[Onlar] “Sizi yarattı” dersini okurlar
ve vahdetin vechini bulurlar. Ey cân! Bil ki onlar eserlerin nûrunu görürler ve
sır olurlar.
Cebriye nedir, onun şirki neden
gelmiştir, bilir misin? O pislere bugün itâat edenlere günahkâr vücut
denmiştir.
Bugün
Allah’ın birliğine inananlar, günahkârlardan
uzaktır. [Allah’ın birliğine inananlar] Allah’tan başkasını aslâ göremezler.
Bunu delil olarak tut.
Bu dersi ne dedikodu san ne de kelâm
ilmi diye şaşır. Hiç kimse, Aristotales’ten bile [bu dersten aldığı gibi]
dermân alamaz.
Pek çok sûretler hem de kaba başlar
gördüm. Tevhit sırrından eserle işleri gümüş gibi çalıştı.
Bugün Haydar’ın kadehini içen o bütün
erler, Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sülûkuyla doğru yolu buldular.
Ey oğlum, sözümü işit! Dostlar sana
Cebrî ya da Kader! sözü söylemiş olsa da [aldırma. Çünkü] kâmil insan ne Cebrî
ne de Kaderî’dir.
Bugün amellerin cennetine gidip pek çok
lezzet aldılar. Sevgili onlara bir görünse yarının cennetini önemsemezler.
Aynı zamanda onlar mecâzî olan nisbetten
daha mukaddes oldular. Bununla beraber bütün dostlar hakîkat nisbetini bulmuş
oldu.
Onların sözlerini işitsen ya da onları görsen dahi sakın
cahillerle kıyaslama. Çünkü onlar artık bilgili oldular.
Bugün vahdet şehrinde bulunan o topluluğun değerini hangi
dillerle vasf edeyim ki? O ârifler âciz olmuştur.
Onun için sözümü kestim, o ihvânın vasfını yapamam. Başlangıç ve
nihâyet nedir? [O] Rahmân hiçbir yola gitmedi.
Vasat ehlinin hâlini işit, bu bölümden biraz bahsedeyim. Allah
hakkı için onun açıklamasını ben yapamam. Onu târif eden Allah’tır.
İhvân, melâmet dersinden pek çok sıfatın sırrını alıp, bugün
sıfat ehli olmuştur. Nice cânlara şükürler olsun.
Bugün mecaz nisbetinden ve vasıflarından ayrıldılar. O sıfatın
sırrını bulanlar kendilerini tannân diye vasıflandıranlardır.
Bunlar yedi sıfatın nisbetini Hakk’a vermiştir. Bugün “O hiçbir
şeyle vasıllanamaz” dersinde yanan onlardır.
Allah’ın sıfatlarının tecellisi, o temiz yüzde tecelli eyledikçe
tek bir an bile olsa dostlar şüphesiz görürler. Bunu bil.
Bunların hepsi Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in öğrettiği
dersi almış, o mukaddes mürşidin yüzünü görmüştür. [Buna] sen de inan.
Sakın ola mürşidlerini dedikodu sanıp, hayâl zannetme! [O
mürşitler] Allah’tan nüzûl etmiştir. Bilesin ki sevgilinin rahmeti böyledir.
Bugün o mürşidi hâlinden âciz olmuş bil. [Onun] zerresini bile
asla söyleyemem. Onun vasfını
Kurân anlattı.
Bunu
o değerli inci olan Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin sözünden işit. Hem
insan hem de Kurân ona “İkizler” demiştir.
Ey cân! Haydar-ı Kerrâr’ın, o yârın ne
dediğini işittin mi? Hakikat ehline “Ben Kurân’ım” dermiş.
Allahu Teâlâ buyurdu: “Biz onlara,
ufuklarda ve kendi canlarında âyetlerimizi göstereceğiz ki onun [Kurân’ın] gerçek olduğu
onlara iyice belli olsun” bu âyet-i kerîmenin sımna ölçüt ve mazhar olan
Melâmiye tâifesini anlatan bahistir.
Ey sevgili, gece gündüz onların
tafsilatlı sırrını oku. Birçoğuna “Göstereceğiz” âyeti delil olmuştur.
Ufukların âyeti ve ruhların tafsilatlı
sırrı okundu! Ne hoş o en yüce insana ki gerçek odur, mutlak odur.
Okunu uzağa atmaktan kaçın. [Onu] uzakta
sanma ve şaşırma. Zâhidlerin sözüne kanma, bu sırrı bütün dostlar bilir.
Kendisini [günahlardan] arındıran ihvân cennet sıfatlarına girmiştir.
Senin yüzünün kırmızı şarabını daima içenler bunlardır.
Bunlar ayna olup sevgilinin cemâlini
bulmuşlardır. Bugün Allah’ın sıfatlarının nûrunun sahibi hem de gözü bunlardır.
Bu kişiler sahk ehli olmuş, sevgilinin
huzuruna varmışlardır. Onlar vahdetin nurundadırlar, [artık] onları ateş
yakamaz.
Allahu Teâlâ buyurdu: “Onun benzeri gibi bir şey yoktur. O, öyle
isiten, öyle görendir görendir” kutsal ” sözünde ancak Semî ve Basâr özünde
isimlerinin Hakk’a mahsus olması ve tevhîd tevhîd-i sıfât makâmının sırrına
mazhar olan yüce mesrepli Melâmîleri serh ve anlatan bahistir.
İşiten O’dur dersini oku ve gören O’dur
dersini de bil. [Bu iki ders] onlar hakkında geldi. Ne hoş o âlemlerin
Rahmân’ına!
Bunlar fenâ ehli olmuş ve fenânın
değerini bilmiştir. [Allah] Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in pâk
elinden onlara beyaz tenli adam verdi.
Zâhidler bunları hem bilmez, hem de
yüzlerini görmezler. Onlara görünen gölgedir, ihsan sahipleri böyle bildi.
Onun için taş atmışlardır. Bu taşları
bulamazlar. [Çünkü] kendilerine batmıştır. O tâife cehennemin dibinde hüsrân
içinde yanar.
Nicesi ufukları gördü ve cümlesi berbat
oldu. Kahredici Allah hepsini tuttu. Çünkü onlar yalan söylediler.
Sen “Eğer yüz çevirirseniz” hem de
“Allah bana yeter” de. Allah: “Bu dediklerin sana yeterli, sakın sen o cehennem
tâifesinden olma!” dedi.
Melâmiye tâifesinin
zikirlerinin en büyük isimler ve vücûd zikri olduğu ve hiçbir an hâlî olmayıp
“Onlar, o kullardır ki ne ticâret ı ne alış-veriş onları Allah’ın zikrinden
alıkoyar” kutsal sözünün ölçüt ricâli olup ihlâsa erdikleri ve şeytanın, lânet
onun üzerine olsun, onları yoldan çıkarmaktan ümidini kesdiği yüce güzelliğin
zikir ve beyânıdır.
Ey cân! Velâkin bir sözüm kaldı, bunu
diyeyim de işit ve bil. Onlar zikrederler mi? İnsanlar onların zikrini hiç
görmediler.
Bil ki onlar her nefeste en büyük
isimleri zikrederler. Hûriler vücutlarına vücut zikri olmuştur.
Nice mülkler, nice insan ve de felekler
onların zikrini göremez. Lânetlenmiş şeytan onlara boyun eğdiremeyince şaşırdı.
Kurân-ı Kerîm “Mevki sahibi kimseler
vardır” dedi. “Alıkoyamaz” [âyetini] oku ve anla. Ticâret ve satış tereddütü
olanlara bir eksiklik veremez.
Onun için ihlâsı bilen kâmil bir kişiye
“İhlâs nedir?” diye sormuşlar. Ey sevgili, kulağını aç ve dinle.
İhlâs odur ki melekler onu yazamaz,
çünkü bilmezler. Şeytan dahi yazamaz, çünkü böyle insan görmez.
Hûri ve güzelleri oku da onların
şanlarını bil. Şeytan onları fenâfillahta bulur mu?
İnsan ve şeytan nedir? Bil ki hepsi
dünya ile ilgili şeylerdir. Başkası bunları ne görür ne de bilir.
Bu bir melâmet sırrıdır. [Bu sırrı]
Allah’tan başkası bilmez. Onların hepsi izzet hareminde sevgili olmuşlardır.
Gerçi sana bakarlar ve söz bile
söylerler. Velâkin onların hem sırrı hem de yüzleri Rahmân’dır.
Bilesin ve anlayasın ki onların izleri
görünmez, sırları okunmaz. Allah onları bilir, aşağılık kimse ise bilemez.
Görünüşte onlar son saftadırlar, halbuki mihraptadırlar. Bilesin
ki (gerçek) imam onlardır.
Onun için o canlar görünüşte yoksul olmuştur.
Çoğu kendisini halk şeklinde [halktan biri gibi] gizlemiştir.
Bugün melâmet şehrinin bahçesinden güzel
bir gül götürdüm. Bu tek reyhan sana yeter, vasıflarım sen anla.
Bir grup daha vardır ki onlara bile
candır. Hepsi zâtla ilgili olmuştur, bunlara “[Zâtın] aynısıdır” dediler.
Vücutlarını fenâ ederek Hakk’ın vücuduna
gitmişlerdir. Arada kalmamıştırlar, meğer iyiliğin yüzü onlardır.
Allahu Teâlâ buyurdu: “Yeryüzünde bulunan her şey fânidir.
Rabb’inin yüzü hâkidir*’ kutsal sözünün sırrına sûret olan mazhann beyânı ve
mazhar olan kişilerin sıfatlan ile hâllerinin bahsidir.
Fenâdan fenâ dersinde kendi kendilerini
yok ettiler. Onlar “Yeryüzünde bulunan her şey fânidir” [âyetini] sülûkla
öğrendiler.
Aynı zamanda onlar mahv oldular, canları
düzlük görmedi. Hem onlar aradan kalktılar, [artık] onları zaman göremez.
O Haydar’ın mazharının sırrı, onlara
kadehinden içirdi. [O kadehten içenlerin] hepsi şaşkına döndü. O canların hepsi
bugün hayrandırlar.
Ne hoş o ihvânın sâkisine ki pek çok
kişiyi kendinden geçirdi. Bitmeyen şaraptan hepsi Haydar gibi olurlar.
Ey Allah’ım! Haydar’ın sırrının
cemâlinden kimseyi mahrum etme ve Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
akrabalarının sırrından bu fakiri uzaklaştırma.
Bu fenâ dersini alanlar aradan
kalktılar. Mürşid o kişilere kadeh sununca, onlar da sevgiliyi buldular.
Ey sevgili! Cennetler, mal ve mülkler,
felekler nedir ki herkes onların zevkine kapılıp hayran oluyor?
Sen “Hiçbir göz görmedi” hadisini okuyup
sırrını anla ki ihsân sahibi: “Bu hadîsin değerini bil!” diye buyurmuştur.
Kendilerini zâta adamış olan erler,
tevhidlerle birdirler. Nitekim pirler: “Allah’tan başka mevcut [var olan] hiç
kimse yoktur” dediler.
Mecâzi vücutlarıyla Allah’a sefer
ederler. Bil ki amellerinin durumundan dolayı bu yolculuğa çıkanlar onlardır.
Hakikat sahiplerine “yükselen kimseler”
derler. Çünkü makâmları merdiven oldu ve göğe yükseldiler. Bunu sen de bil.
Cümlesi [Allah’a] kavuşmuştur ve nicesi
fiillerin sırrıdır. Aynı zamanda sıfatlarının sırrı gelmiştir. Nicesini bil ve
inan.
Kâmil bir mürşit elinden vahdet şarabının kadehini
nûş edip fenâ makâmının zevkinden sarhoş olan âşıklara câhil kişilerin meczûb
ve mecnûn telkin ettiklerini zikir ve beyân eden bahistir. Sarhoş olan akîk
ehlini anlatan fasıldır.
Onu Allah’ın nûru boğdu ve o kişi fâni
oldu. Zâtın pervanesi o kişidir bil. Ona “kendisine secde edilmiş ” dediler.
Onun değerini anlayıp bilecek ve ona
varacak bir er nerede? Bilsin ki onun sözü gerçketir. Ona divâne derler.
Hakkın birliğinde o vahdet kadehinden
içen kişiye ne güzel! Aşkının galip gelmesi Allah’tandır; [fakat] ona çılgın
derler.
Ey kardeşim, Kurân’ın bizi ere verdiğini
sen duydun. O cahil kişiler peygamberlere nasıl çılgın derler?
Hâşâ! Peygamberlerin hepsi her şeyi
kavrayan üstün akıldan ve Tanrı âleminden gelirler. Aşağılık kimseler bunları
bilemez.
Ey cân! Cahiller Firavun [gibi] oldu.
Onun için mirasçılar bugün aşağılık cahil kimselerden nice eziyet çekerler.
Ey Allah’ım! Bizleri Ahmed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in yolundan uzaklaştırma. Onun yoluna canımı vereyim ve
vechine kurban olayım.
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
sofrasından her an hakikatlerin lokmasını yiyeyim, Aşk şarabından içeyim ve
cümleye meydân olayım.
Hakikat denizine dalıp, çeşitli
cevherler çıkarayım. Bugün o zatın nurunda parıltıya gark olayım.
Ey Allah’ım! Hz. Peygamber [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in ve onun ehl-i beytinin çevresinden bizleri çok
uzaklaştırma.
Nasıl bir dil fenâdan fenâ sırrını şerh
etsin? Onun için Hakk mürşidi onu kadeh vererek seyrân ettirir.
Fenâ
makâmlannın dedikodu ile kabul edilmeyip, ancak Muhammedi bir kâmil mürşitten
zevk ile alınacağı beyânındadır.
Ahmed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in beyaz elinden o Hakk şarabını içen kişi, sırların fenası
dersinden manevî hazza ulaşacağını dahi bilir.
Şükürler
olsun ki ihvan bugün melâmet
meclisindedir. Sâki onlara beyaz eliyleşarap içirmektedir.
Fenâda dilim
tutulduğu için sözlerimi kestim. Fenâ dedikoduya
sığmaz, onun zevkiyle hepsi kanarlar.
Ey cân! Geçen güzel takriri özetleyeyim,
işit. Biri fiiller, biri sıfatlar, biri de sensin. Buna inan.
Bu üç makamın üzerinde olan diğer bir
makâm da zâtdır. Pir: “Fenâfillâh” dedi ki sülük edilen yol buna dayanmıştır.
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
sülûkunu bilsin ki zât da [bu sülûkun] sonudur bil. Sâlikler, Allah’a doğu olan
seferin sırrını onunla anlarlar
Fiillerini sülük esnasında [Allah’a
verenin] henüz yolun başında olduğunu bil. Ortada ise sıfatlarını Allah’a
verir.
Zâta seyr-i sülük edenler nihayet seyr
ehli olmuştur. Allah’ın varlığı içinde yok olarak bugün ve bundan sonraki her
an yolculuğu bitirmiştir.
Allah’a doğru olan seferi bulduysan
huylarını öğrendin. Ey kardeşim! Ondan zevk al.
Allah’a doğru yapılan seyrin
makâmlan tevhid-i efâl, tevhid-i sıfat, tevhid-i zât makâmlanndan ibâret kutsal
kelimeler ile bildirilerek Allah için yapılan seferin kutsal makâmlanna zikir
ve anlatımına başlamadır.
Ey cân! Allah için yapılan yolculuğun
makâmından biraz sözler işit. Allah sana yardım etsin de ondan lezzet al.
Rabbani nüzûl ve Rahmani istiva nedir? Hakk,
nasıl insan sûretinde olurmuş? Bu nasıl delildir?
Alemlerin övüncünden cevherler dolu
sözler işittin. O rahmân olan Rabb’im dünyanın semâsına nüzûl edermiş.
[O Peygamber salla'llâhü aleyhi ve
sellem]: “Gecenin üçte biri kalıp üçte ikisi gittiğinde Rabb’im nüzûl eder, gök
şereflenir” demiş.
Kurân sana: “ O Rahmân arşa hâkim oldu”
dedi. Nitekim “İnsan sûretindeki Rahmân eserlerdedir” dedi.
Bekâbillâh makâmının sırlarını
keşfedenler, Allah’ın nüzûl ettiğini görürler. Gezerek hayran olurlar.
Hem Rahmân’ın istivâsı hem de insan
sûretinin sırlarını bilirler. [Bundan ötürü] onlar Allah’a bir noksanlık
veremez.
Onlar ferahlık ehlidir ki gözlerinde Hakk
vardır. Görünüşte insan olsalar bile bilen de bulan da Hakk’tır.
Kibrît-i ahmer [Mürşit] ve en büyük tılsım olan kâmil Ahmed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in meşrebi, mükemmel tenzîh ve teşbihi bir araya
getirip Hakk’la bâki olan böyle kutsal bir zâta erişince “O Rahmân arşa hâkim
oldu” kutsal sözünde olduğu gibi bâtın olan büyük çabalarının esrânyla keşfedileceğinin zikir ve
kutsal tasrihlerinin bahsidir.
Sen bekâ kadehini Hakk mürşidinden nûş etsen bile,
Rahmân’ın sûretini bekâ makâmında
görürsün.
Ahmed meşrebli olursun, tenzihle teşbihi
bir araya toplarsın. Hakikat ehli şüphesiz böyledir.
Sen her bakışta Rahmân’ın tecelli
eylemiş olduğunu gördün. Tenzihle ve teşbihle ikisini bir araya toplarsın.
Ey canımın canı! Ayrıca nice âlemin
yanağında o sevgilinin yanağının beni bugün nasıl bir güzellik almıştır?
Nice gonca açılıp “[Nereye dönerseniz]
Allah’ın yüzü [zâtı] oradadır” âyetini okusun. Ağız bir helva şekeridir ki
bütün âşıklar [bu şekeri] tatmıştır.
O nergis gözleri öyle fitnedir ki cihan
kavgayla dolmuştur. Bugün herkes feryat eder, pervâneler nûrunda yanar.
O Tûba boylu güzelin sırrını bil. Mahşeri her
an o hazırlamıştır. Hesap tartısı bile kirpiklerin hançeriyle kurulmuştur.
İkisi birleşecek derecede hilal
kaşlarını çatmıştır. Onlar bugün “O ay gibi güzeller bizdendir” demişler.
Bugün mahbûb ve hûriler zülüflerinin
zincirlerini çekerler. “Ben Hakk’ım” sırrını söyleyen Mansûr [bu zülüflere]
asıldı.
- Bekâ ehli olan manevî kudret ve
kuvvet sahibi evliyâlann, izzet -i hareminin sevilen sûretleri ve Q manevî
güzelliğe mazhar olan ve ~ belki sevilen sûretlerde görünen cemâl güzelliği
onlardan ışık artırıp ve parlatıp, âşık ve mâşuğun o kişilerden ibâret olduğunu
ve vezirlik sımm şerh ve beyân eden kutsal fasıldır.
Bugün dersi okuyup anla, bekâ dersinden
uzaklaşma. Nasıl bir mahbûb ve âşık olduğunu göresin.
Sen, seni sende aradın. Seni q
sende buldun. Seni sende gördün. Hem görünen hem de gören Rahmân’sın.
Kendine mirât olmuşsun. Nasıl sûret
olmayasın ki? Sana baktık, seni gördük, [sen] kendine ışıklar yakarsın.
Sana: “Gül yanaklısın ve gül yanağında
benin var. Ben üzerinde kara kılın var, silahsız olan âşıkları o yanakta
yanıyor zannet” dediler.
Ne hoş hapsedilmiş varlıklara! Eşyayı ve
felekleri ara. Senin derdin çâk eder. İnsanlar böyle dedi.
Kuran’da “Nefislerinizde de” âyeti
gelmiş, “Görmeyecek misiniz?” dermiş işit! Güzel koku saçan sensin, anla!
Velîlik
şâhı Aliyyü’l- ül Murtazâ’nın, Allah sırrını r mukaddes ve mübarek
eylesin, insanı açıkladığı kutsal sözünün
şerhidir. Kutsal sözü de şudur: *
“Devâ sendedir. Sen hissetmezsin.
Devâ sendendir. Sen görmezsin. Sen açık bir kitapsın. Öyle açıklayıcı bir
kitapsın ki harflerinle gizli olan şeyler açığa çıkar. Kendini küçük bir
gezegen sanırsın. Ancak senin içinde en büyük âlem saklanmıştır. Senin,
dışarıdan bir şeye ihtiyacın yok. Senin düşüncen ve düşündüğün şeyler
içindedir. İstifâde etmek için kitaplara bakarsın. Kitabı tasnif eden kişi
senden bahseder” diye buyurmuşlardır.
Velîlik şahını da bil. [Ona] Aliyyü’l-
Murtazâ derler. Ey cân! Onun ne buyurduğunu işit! İnsan hangi esrârı bir araya
getirir?
Sen açık bir kitapsın. Öyle açıklayıcı k
bir gezegen sanırsın. Ancak senin ihtiyacın yok. Senin düşüncen ve ;ın. Kitabı
tasnif eden kişi senden
Devâ da vedâ da şendedir; fakat gâfil
olduğun için kendini göremezsin. Acaba sen neden sarhoş oldun?
Sen kapladığın yeri çok küçük sanırsın.
Ey cânân! Velâkin kapladığı ne varsa hepsi şendedir.
Sen istifâde etmek için bütün kitaplara
bakarsın. Ey sevgili! Bütün kitaplara musannef şendedir.
Sakın kendinden uzak bakma. Çünkü uzak
sanmana lüzum yoktur. Sen Kurân-ı Kerîmsin. [Her şey] harflerinle açıkça
bildirilir.
Haydar, Allah onun yüzünü mükerrem
kılsın, böyle buyurmuştur: “Senin nasıl bir sır olduğunu ancak sen bilirsin ki
bir araya gelmişsin. ”
Âlemin övüncü efendimiz
hazretlerinin, salât ve selâm ona olsun, takvâ sâhibi mümin kulunun kalbi ferâh
olup, bunun Hakk’ın cilası olduğuna ve insanların her birinin dünyada uyuyup,
öldükten sonra uyanacaklarına ve ölmeden önce ölmek her mümin kula farz olup,
mecbûri ölümün ise peygamberin sünneti olduğuna dâir buyurdukları “Yarattığım
yerlere ve göklere sığmadım ama mümin kulumun kalbine sığdım. Müminin takvâsı
verâdır. İnsanlar uykudadır. Ölünce uyanırlar. Ölmezden evvel ölünüz” gibi
cevher yağdıran sözlerinin şerhidir.
Ey cân! Âlemlerin övüncünün bir
hadîsinde ne buyurduğunu, o yüce kutsal kelâmdan ne dediğini dinle.
Ey dost! “Semâ, arş ve başka ne varsa
[hiçbirine] sığmadım; fakat sığdım. Müminin takvası veradır.
kulumun kalbine sığdım” sırrını işit.
Ey canımın canı! Yine bir söz nüzûl
etti, işit. Alemlerin övüncü bu sözüyle Hakk’a derman oldu.
Bir hadîsinde: “İnsanlar uykudadır” diye
buyurmuştur. “Ölünce uyanırlar” hadîsiyle açıklamıştır, bil.
Ey cân! Eğer sen benliğini öldürmeği
başaramazsan, bu bir işarettir. Bugün erler, benliklerini öldürmek arzusuyla
uyanık kalırlar.
Uykuda olduğunu anla ki ölümün nerede
olduğunu arayıp bilesin. Ölümün tâ nerelerde olduğunu bulasın ki o seni ikaz
eder.
“Ölmezden evvel ölünüz” emrini her an
işittin. Çünkü nice kâmil insana ve sana ölmek farz olmuştur.
Ey yüce sevgili! Nice kişiye mecburî
ölüm sünnet olmuştur. “Ölünüz!” emrini anla ki seçilmiş ölüm vâciptir.
Ey eşsiz ve yüce kişi! Nasıl ki kendi
benliğini öldürmek ihtiyârıyla ölürsen, [bu durum] pâk sâkinin eliyle o zevki
içmeğe benzer. Dinle ve anla.
O Efendimiz’den, salât ve selâm ona olsun, her mümin kişinin irâdesiyle ölmesi
hakkında gelen “Ölünüz!” emri ancak Muhammedi mazhar olan mükemmel bir kâmil elinden fenâ şarabının
kadehini nûş etmeye bağlı olduğu için melâmet
şehrinde vahdet meyhânesini bulup vahdet şarabını nûş ederek "
efendimizin, salât ve selâm ona olsun, “Allah evliyâlanna öyle bir şarap hazırladı ki onlar
şarabı içtikleri zaman sarhoş olurlar. Sarhoş oldukları zaman kendilerinden geçerler.
Kendilerinden geçtikleri zaman görürler. Gördükleri zaman
cisimleştirirler. Cisimleştirdikleri zaman öyle bir dilde konuşurlar ki onu
sarhoşlar anlamaz. [Onlar] güçlü ve yüce Allah’ın huzurunda hak
meclisindedirler” Kutsal sözünde buyurduğu üzere en büyük evliyâ hazretlerine,
Allah esrârını kutsal ve mübarek eylesin,
O hazırlanmış olan aşk ve a
muhabbet şarabı hakîki bir kâmil -i mürşidin elinden içip İsrafil, ve sen fenâ
makâmlanmn sûretlerini o sâliğe üfürüp, . defalarca sarhoş ederek, diğer ^
defalarda fenâ kırılıp sâliğin a ölüm sımm da zevkten sonra en büyük kıyâmeti
görüp ihyâ r olmasıyla hakîkati keşf ederek vahdet makâmına
ve Cem makâmına erişip İlâhi vücûda mazhar olması sûretinin açıklamasıdır.
Haydar’ın elinden iki üç kadeh nûş
edersin. Ufukları ve insanı ölmek sırrının kaplamış olduğunu görürsün.
Melâmet şehrine varırsan meyhânesini
bul. Az miktarlık şarap değil, öyle sanma. Bil ki o vahdet şarabıdır.
Bu mey, günahkârların kendi ! içlerinden
çıkan suyun şarabıdır. Sana bahsettiğim diğer meyi Rahmân’ın eli vermiştir.
Eserlerde gelen “Allah evliyâlarına öyle
bir şarap hazırladı ki” sözünü işittin. Bu sözü delil olarak oku.
Ey yüce ihvân! O şarabı içtiğin olurlar. Sarhoş oldukları zaman
Gördükleri zaman cisimleştirirler. anlamaz. Onlar her şeye gücü yeten
her an sen de mahvolursun. Ölmek sırrının [her şeyi] nasıl
kapladığını görürsün.
Ey cân! Mürşidin İsrafil’i sana sûrunu üfürür. Defalarca sarhoş
olursun. Ey mertlerin sonuncusu işit!
Diğer defa sahk olursun, diğer defa ise pîr-i mugan olursun.
Pîr-mugan olmak şüphesiz böyledir, bil.
O Hakk mürşidinin nasıl ihyâ ettiğini işit. İsrâfil’in [sûru]
üfürdüğü gibi onların hepsi üfürülmüş oldu.
O büyük kıyameti görünce sâlikin bütün azâları uyanır. Allah’ın
vechinde her zamanki eşitliği göremez.
“[Bugün] mülk kimin?” diye işitse tard etme. [Hepsi] yine
Allah’ındır. O [Allah] tek ve kahhâr olandır. O evvel zamandır.
O vücûdu ve unsurları mecâzi olarak fenâ olmuş görür. Hem hakîki
hayatı bulur, hem de Rahmân ona görünür.
Allah ona zâhir oldu ve âlemdeki varlıklar ona zerrece
gözükmedi. [Şimdi] âlemin ne olduğunu bilemez ve başkaları onun için geçicidir.
Hem zâtı bulur, hem zât olur, hem de zâtı vücûdunda görür. “Ben
Hakk’ım” sırrının kendinde açıkça keşfolduğunu görür.
Vücûd arşında Rahmân’ı eşit görür. Ki her zaman “O Rahmân arşa
hâkim oldu” sırrı durur.
Rabbâni nüzûl ona nasıl peydâ olur? Hadiste söylediği an sırrı
ona zuhûr eder.
Ey sevgili! Bu makamın adına “hakikat
ehli” demişlerdir. Cem makamındaki o kişilerin sözleri haktır. Sen de anla ve
inan.
“Diğer bir nam da kurb-ı ferâizdir” diye
buyurmuşlardır. Hakk zâhir olmuştur. Bil ki bu yoldakilerin hepsi Allah’ladır.
Sâlik Hakk’a kuvvet olur ve Hakk onlarla
zâhir olur. “Muhakkak ki Allah kulunun lisanıyla söyler” o an.
Onun için âlemin övüncü o hadîste
bildirdi. Kurân’da da “[Allah] o kulları görür” [âyeti] gelmiştir.
Hakk “Zâhir” ismiyle tecelli eylese,
âlem veya insan olarak vücûttan başka Hakk kalır mı? Anla.
Onun için kâmil derler. Bu keşif makâmı
odur. O sâlik her ne keşfettiyse hep Hakkı bulmuştur. İnan.
Bu sır “[Nereye dönerseniz] Allah’ın
yüzü [zâtı] oradadır” sırrıdır. Bu sır Rahmân’ın sûretidir. Bu sırla yürekli
gençlerin zâhir olduğunu görürsün.
Zikrolunmuş Hakk sâliği ölüm sımm
kendi vücûdunda ve ufuklarda zevkten ve kendinden geçtikten sonra kâmil bir
mürşit eliyle dirilerek ebedî hayatla hakkânî bekâyı bulup en büyük kıyâmeti
zevk edinmiş ve görmüştür. “Rabb’imi
tüysüz delikanlı sûretinde gördüm” hadîs-i şerifinde gelen tüysüz genç
sûreti üstün tecellî olan kuvvet birliğinden olup o tecellîde asla beraberlik
ve başkalık olmayıp, tüysüz genç gibi tek o cemâl ve zât güzelliği bütün
sûretler ve mânevî olan sevgililer ve sûretler iyi hallerde zâhir olmuştur.
Belki bütün varlıklar, o zâtın güzelliğini tüysüz gençten ibâret bulup görünen
başkalık, beraberlik, çirkinlik ve nefret etme ancak itibâr tâyini, görme
başkalığı ve hicâbı üzeredir. Yüce tahkikte ve evvel tecellîde başkalık
ve beraberlik yoktur. Ancak onun bir olan zatı güzellikten ibârettir. Onun için
bu meşhedde olan kâmil ârifin gözünde cemâli görmekten başkası bulunmayıp,
“Allah güzeldir, güzeli sever'’ hadîs-i şerifinde buyrulduğu kutsal sözün
mazharı olmuştur. Zikrolunan bu mârifetleri ifâde eden kutsal beyitlerdir.
“Rabb’imi tüysüz delikanlı süretinde
gördüm” hadîsini anla. Nice peygamber sözü geldi. Sen noksan sanma.
Güzellerin yanağının üzerine parlak
ışığını salmıştır. “Allah bir nûrdur” âyetinin sırrını okuyarak Allah’ı tanı.
O, “Allah güzeldir” ve “Güzeli sever”
olmuştur. Yani o sevgili “zâhir” ismiyle zuhûr etmiştir.
Câhil [olan kimse] sevgiliye bakamaz,
çünkü sevgili zâhid olmuştur. Onun için sevgiliyi seyretmeye başka bir isim
vermişlerdir.
Bu makâma varan ârif Rabb’ini bulmuştur.
İrfân sahipleri “Kim [kendini] bilirse [Rabb’ini bilir.] ” dersini okumuştur.
Hayâllerin, evhâmların, usûllerin ve
cisimlerin hepsini Hakk nûrlandırır ve nûruyla bezer.
Hakk’ın şarabını içersin, hem âfâk hem
de enfüste vechinin doğmuş olduğunu görürsün. Zevk de zevk alan da budur.
Eger dalgıç olduysan zât denizine gark
olursun, [orada sevgilinin] mübârek vechini bulursun. Çünkü bütün dalgaları
böyle olmuştur.
Bu, bir Muhammed zevkidir. Hayal ya da
hülya sanma. Onun kendisi apaçık belli oldu. O diğer görünen nedir?
Bu,
bir Muhammed keşfi ve sırf vahdettir. Ahmed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]den alacaklarını alanlar aldılar. Bu sırla geçmiş
dersler hatırlandı.
Şirinlik muskaları, kesâfetler ve [buna
benzer] hiçbir isim Allah’la ilişkilendirilemez. O, apaçık kendisidir.
Ey cân! Hakk Resûlü hadisinde ne
söylemiş, işit. Kutsal dilden remzin işaretlerini bil ve inan.
Efendimiz’in, salât ve selâm ona â olsun, Hakk
lisânıyla kutsal .. hadîste “Hasta oldum, ziyaretime gelmedin. Senden yemek istedim, beni
doyurmadın... ve devamı” buyurduğu kutsal sözü Cem ı makâmına işârettir ve Hakk
ii vücûdunun halk sûretiyle sûretinin
zuhûru seyridir. Ancak hicâb ehlinin
hulûl, birlik ve intibâ gibi kuruntuya düştükleri kötü huylar onda olmayıp
belki hazret-i vücûdun “Bütün vücûtlar [varlıklar] arasından...” münezzeh ve mukaddes bulunduğu ve bu
makâma Rabb’in nüzûlü tâbir olunup ancak Muhammedi zevkle zevk etmenin keşif
ehlinin hâli olduğunu anlatan kutsal beyitlerdir.
Ey yüce sevgili! “Hasta oldum, yurmadın... ziyaretime gelmedin.
Senden yemek istedim, beni doyurmadın...” sözü geldi. Anla.
Allah’ın nüzûlünün sırrı, halkın
sûretinde görünmesidir. Halkın sûretinin her an onun sûretiyle yer
değiştirdiğini görürsün.
Başka sûretlerle asla kendinden başka
şekilde görünmez. Bâtından münezzehtir. O zîşânın pek çok sûreti vardır.
“Onun
benzeri gibi bir şey yoktur” [âyetini] oku da ona benzer bir şey olmadığını
anla. İki cân da onun bütün benzerlerinden münezzeh olduğunu bilir.
Bekâ makâmından dersini almış olan
ârifler buna “ikinci fark” derler, bilesin. Bu dersi mürşid öğrendi.
Eğer mürşidi bildiysen onun mübârek
vechinden [bu dersi] alırsın. Hakk, nasıl tenzih edilmiş görürsün. Buna inan.
Ey sevgili! Bu makâm ehli takvâ
erbâbının cennette bulunacakları makâmdır. Irmak ve bahçelerde vildanlar onunla
birlikte oldular.
Takvâ sâhibi iki kısma ayrılır.
Bir p kısmı havâs yani nitelikli kişiler ^ olan Cem ehlidir. Cem ehli ihsân
makâmında bulunup, efendimizin, salât ve selâm ona ıi olsun,
“İhsan, sanki onu görüyormuş gibi Allah’a ibâdet a etmendir. Sen onu görmesen
de o seni görür'’ kutsal sözünde buyurduğu hakikatin iki kısmını açıklar ve ikinci kısmı da hazret-i Cem
sâhibidir ki hassu’l-havâs yani üstün niteliklere sâhip kişilerdir. Zikredilen
hakikatin iki kısmını ihsân birliği ile iki kısım olarak içine alma
hâlini açıklayan kutsal beyitlerdir.
Bunlar
müttak! ve güçlü takvâ sahipleri olmuşlardır.
Bölünmüşlerdir; çünkü âleme cân
olmuşlardır.
Onlar Hakk’ı gözettikleri için bugün
hulku göremezler. Allah’tan çekinmişlerdir. Onun için bu kimseler Allah’ın nûru
olmuştur.
Bunlar çok kuvvetli bir kavimdir.
Kuvvetleri şiddetlidir. Bu kimselere şeytan varamaz. Onun için inkârcı
[onlardan] kaçmıştır.
O dahi çok büyük sözdür. Bil ki
azametinin nûru yakar. Hakk’ın cemâline pervâne olurlar, hem de susarlar.
Ey cân! Bilirsin ki onlar ihsân ehli
olmuşlardır. Ahmed ihsânı şerh eyledi. Oku ve sen de ihsân eyle.
Ey cân! Hz. Peygamber [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in hadîsinde “İhsan” dediğini işit. O an “Sanki onu görüyormuş
gibi Allah’a ibâdet etmendir” sözünü de işit.
“Sen onu görmesen de” sözünü bil. Ey
sevgili! “O seni görür” sözü de cânlara geldi. Anla.
Ey cân! Bu kutsal, yüce sözde ne
sırların olduğunu işit. Âlemin övüncü Cevâmiü’l Kelim’le [Kurân-ı Kerîm Te]
beyân eder.
Bu kutsal sözün başı Cem esrârını
öğretir. Bundan dolayı Cem ehlinin âbidleri olan kimseler [hakikati] görmüş
oldu.
Bekâ ehli olan Cem ehline Hakk zâhir
olmuştur. [Cem ehli] Hakk’ı görümüş ve Hakk olmuştur. Rahmân’ın sûreti artık
odur.
Onun sözü ne içindir? Çünkü o Hakk’ı
gördü, dersin. Bu durum Cem ehlinin Hakk ile hazır olduğuna işârettir.
Onun için “İhsân, Hakk’ı görüyormuş gibi
ibâdet etmendir” diye buyurmuştur.
Hakk, Cem makâmı ehline zuhûr ettiyse [o
makâm ehli] Hakk’ın kendisi olmuş ve güyâ Hakk onların gözüne ayân olmuştur.
Bunun
bir sır olduğunu bil. Çünkü aziz ve şanlı olan [Allah] Kurân’da: “Onun yüzünden/zâtından başka [her şey
yok olacaktır.] ” diye buyurmuştur. Ayân sâhipleri bu vechi gördü.
Hakikat şarabını, hakikat mürşidinin
elinden içer. Bekâ sırrının dersini o erenden başkası bilmez.
Bu bir hakikat keşfi ve hakikat ehlinin
sırrıdır. Sakın bunu şeyhlerin hayallerinin resmi zannetme.
Âlemin
övüncü “Sanki sen [onu görüyormuş gibi] ” sözünü söylemişse de asıl nişan Hz.
Hakk’ın varlığının tecellisindedir.
Vahdet nûrunda olan güzel dostlar bugün
mahvoldular. Bu sırra mâlik olan kişiye “Ne sevimli ihvân” de.
Görenler nasıl âbidlerdir? Pervâne gibi
nûrda yanarlar. Nasıl bir gözle görsünler ki onlar artık sarhoş oldu.
Vücutlarını teslim etmişler ki dârda
diyârı gördüler. Bugün onlar Hakk’ın cemâlinin nûrunda gark olmuşlardır.
Onun için Ahmed ve Mahmûd [isimli Hz.
Peygamber]: “Sen Hakk’ı görmesen de o Hakk seni açıkça görür” diye sonradan
buyurdu bilesin.
O kutsal sözün sonu hazret-i Cem’e
işaret eder. Allah Bâtın ismiyle şüphesiz onlara bakar.
Bu kutsal beyitler, takvâ
sahiplerinin üstün niteliklere sahip olan ikinci kısmını bildirip, hâllerini
açıklar.
[Allah] onları şüphesiz görür. Çünkü
bâtınları Hakk olmuştur. Rab onlara nüzûl etmiştir: çünkü onlar sultan
olmuştur.
Bugün dâra bakarlarsa şüphesiz dârı
görürler. Onları gören Rahmân onlara diyâr olmuştur.
Bu
kavim bir hakikat ehlidir ki ihsân mazharı olmuşlardır. Hem [Allah] onları
şüphesiz görür. Çünkü onlar mükâfatlandıran ve cezalandıran Allah’ın mazharıdır.
Ey cân! İhsân ehli kısacası iki kısma ayrılmıştır,
işit. Birincisi Hakk’ın onlara zâhir olması, olduğu gibi görünmesidir.
Bunların dış görünüşleri Hakk’tır. Hepsi
bugün Hakk olmuştur. Âzâları da Hakk olmuştur. Hakk, bunlarla devrân eder.
Zâhire gelen o sûret ibâdetdir, bil.
İbâdetleri sonsuza kadar hâlis olmuştur. Dostlar bunu bilir.
Onlar ubûdet ehli olmuşlardır. Çünkü
onlarda hiçbir eser yoktur. Beşeriyetleri gitmiştir. Onları zâhiren insan
olarak görürsün.
Onlar baktıkları zaman Allah’ı görürler.
Çünkü vicdanları da Hakk olmuştur. Vasfeden kişi bu makâm ehlinin sırrını daha
nasıl anlatsın?
Bunlar, Hakke’l-yakîn ehlidirler. Şüphe
etme. Çünkü zâhir olan Hakk’tır. Başkası bunları göremez.
Hâlis takvâ sâhipleri bunlardır, çünkü
bunlar didâr ehlidirler. Hakk onlara güzelliğini verir. Kurân sana bunları der.
İşit.
Onlar bütün sûretlerde Allah’ı
kayırdıkları için takvâ sâhipleridir. Bil ve inan.
Ey cân! Diğer kısmı işit ki onlar ilk
kısımdan daha âlâdırlar. Fakat pek çok insan bunu bilmez.
Onlar hem mahv ehli olmuştur, hem de
kendilerine sahv ehli denmiştir. Ziyâde güzellik olan Kurân o kişiler hakkında
gelmiştir.
İhsân makâmında bulunan takvâ
sâhiplerinin görme ashâbı olup, sıfatlar ve İlâhî esmâlarla zuhûr ettiklerini
ve Hakk’ın mazharı olduklarını şerh eden kutsal beyitlerdir.
Ve “İhsân edenler için” âyetini Kurân’da
okuyup anla. Çünkü Rahmân onlara güzelliği ziyâdesiyle verir. Bilesin.
Güzeliğinin görünmesi haktır. “Sanki sen
[onu görüyormuş gibi] ” ona işâretmiş. Hadîsi okuyup öğrendin. Sırrı nasıldır,
diye bil ve inan.
Ziyâde verilen nedir ve neye işârettir?
Tefsir ehli: “[O ziyâdeler] Cennet, hûri ve gılmanlardır” dedi. Bil.
Yani hakîkat ehlinde Hakk’ın sûretini
giyerler. O ihsânı bol olan Allah, bütün varlıklarda zuhûr eder.
Onlar âleme esmânın sıfatları ve
Hakk ile çıkarlar. Hakk giysisini giyerler.
Rahmân’ın sûreti [işte] budur.
Harf ve kelimelerde âleme nokta olurlar.
Çünkü âfâk ve enfüs onlara tâlip olmuştur.
Arş ve felekler balıklardan tâ balığa
kadar onu arar. Kim varsa ona âşıktır. En mükemmel insan odur.
Bütün yıldızlar, arş ve felekler onunla
birlikte oldular. Bugün devvâr ve envâr herkese tuz ve ekmek dağıtır.
Onun kalbi arş, kürsî ve ona denk daha
ne varsa o kadar geniş olur. Çünkü Allah kalbine sığdı, anla.
Her şey ona nisbettir. Sanırsın ki
cevval noktasıdır. Ona bir şey nisbet değildir. Yüzü Rahmân olan geldi.
“Sen olmasaydın sen olmasaydın [âlemleri
yaratmazdım]” sözünü oku, ne sır olduğunu bil. Bütün felekler ona muhtaçtır.
Herkese can olan o sırdır.
- Bundan önceki kutsal beyitler
ile açıklanmış olan ve ihsân makâmında bulunan hakîkat ehli, efendimiz
hazretlerinin, salât ve selâm ona olsun, Hakk lisânıyla “Ben gizli bir hazine
idim. Bilinmeyi istedim ve bilinmek için halkı yarattım” in Kutsal sözünde
buyurduğu “Ben hazine idim” sırrına
mazhar olan .. erlerdir. O zâtın tecellisinin sırrıMuhammedi’dir. Bu kutsal
beyitlerle kendisine işâret olunup buyruldu.
O, sırların sırrı Muhammed’dir. O,
hakîkat sırrıdır. Allah: “Ben hazine idim.” der. İnsana bak ve hâzineleri tanı.
yarattım
Ey cân! Bu hâzinenin açılmasının tılsımı
nedir, bilir misin? Bu hâzineyi fetheden kimdir ki en mükemmel insan odur.
Onun anahtarları nedir ve onu fetheden
kimdir? O hâzinede mahzûn olan ve ona nişân olan nedir?
Bu hâzineye tanıdık olan ve bu hâzineyi
bulan ihsân ehlidir. O gözleri fettan olan da budur.
Onun için âlemin övüncü bil ki onlara
“İhsândır” dedi. Zîra Hakk’ın ihsânına nail olan kullar ve cennetler nedir?
Kalemler Hakk’ın ihsânını yazamaz.
[Çünkü] bütün kalemler ikiye ayrıldı. Beşer onu bilemez çünkü ona sahip olan
sevgili Hakk’tır.
Onun için ziyâde sözü Kurân’da
bilinmeyen bir şekilde geldi. Ki ilkine meçhûl olmuştur. O insan bunu bilemez.
Ey cân! Bu nedenle “Kâmil insan
bilinmez” dediler. Çünkü [o] Hakk’ın aynasıdır. Nice hakikat belli oldu.
Allahu Te‘âlâ buyurdu: “Allah,
sizi kendisine karşı dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır. Allah, kullarını çok esirgeyicidir'’ bu kutsal
sözde nefse söz olarak buyurulmuştur. Kâmil insanın mutlak meçhul olduğuna
işârettir. Bu kutsal beyitler onu şerh edip anlatır.
Sen “Allah, sizi kendisine karşı
dikkatli olmanız hakkında uyarmaktadır.” sözünü oku da kendisini bil. İrfân
bilen kişi nasıldır? Allah’ın kendisini nasıl bilmiştir?
ında uyarmaktadır. Allah, kullarını da
uyarmaktadır.
“Allah, kullarını çok esirgeyicidir” ki
kullarını menetti. Onun kendisini bilmek için o diğer kişi nasıl çalışır?
Onun için câhiller yüce nebileri
bilemez. Pek çok ezâ ve cefâya Firavunluk ederler.
Bu yüzden mirasçılara bütün zamanlarda
ve asırlarda câhil olanlar taş attılar. Pek çoğu onlara iftira attı.
Müftülerin fetvâsıyla nicesini menfî
ettiler. Bazılarını taşlayıp, bazılarını darağacında astılar.
Ey cân! Yalancı müftüler ellerini kana
batırdılar. Nice canlara kıydılar. Bu da Allah’ın bir hikmetidir.
Ey cân! İki şey müşkül olmuştur. Bunları
sana diyeyim de işit. Kâmil insanı bilmek bile inan ki Hakk’tan şüphe etmek
demektir.
Velâkin kâmil insanı bilmek Hakk’ı
bilmekten daha güç olur, anla. Sûretle noksan olur, o insan nasıl bilinir?
Fakat Allah münezzeh, mukaddes ve
müberrâdır. O asla sûret kabul etmez. Mübârek sevgili odur.
Ey cân! Hakk’ı bilmek nedir? [O’nun]
bilinmez olduğunu bilmektir. Sakın “Bildim” diyen câhil kişiye inanma! O hiçbir
zaman Hakk’ı bilmemiştir.
Ey oğlum! Gel, gözümün nûru. Olan
takriri işittin. [Bu takrir] sana biraz esrâr verdi, birazına da sen inan.
Tefsir
ehli “ziyâde” sözünü yorumlamıştır. “Ziyâde,cennettir.
O, ihsânın küçük bir parçasıdır” diye buyurmuşlardır.
Çünkü Kurân bunu kapalı söylemiştir.
Diller bunu nasıl
tarif eder? Bu bir mutlak meçhuldür.
Allah sana [bunun için] ihsân verir.
Mutlaka Hakk’ın halîfesi olan a
Âdem’in, tılsımlı bir gizli hazine olması sebebiyle gerek meleklerin ve gerek şeytanın kendisini
bilmediklerini beyân eden kutsal beyitlerdir. “Biz emâneti göklere, yere ve
dağlara sunduk; onu yüklenmekten kaçındılar, onun
sorumluluğundanjdan korktular; onu insan yüklendi; [bununla beraber onun hakkım tam yerine getirmedi] çünkü o, çok zâlim, çok câhildir.” Hakk
hazretlerinin, onun yüceliği artsın, buyurduğu kutsal sözünün de şerhidir.
Âdem’in sırrını işittin. Melekler bile
[bu sırrı] bilmediler, anla. Sen Kurân oku ki onun hakkında biraz sözler
söylenmiştir.
Lanetli şeytan şaşırarak hiçbir zaman
secde etmedi. Onun için şeytan kovuldu ve lânet halkasını giydi.
Allah: “Secde edin” diye buyurunca bütün
melekler secde ettiler. Lânetli [şeytan] büyüklük edip kaçtı. Böylece kovulmuş
oldu.
Yine bil ki Hakk’ın halifesi tılsımlı
bir gizli hazinedir. Eğer tılsımını çözersen ihsânın ne olduğunu bil.
Âlemi mutlak Hz. Âdem’e “Secde edin”
dedi. Âdem’e “Âleme secde et” demedi.
O duâyı oku. Hakk “Bil” ve
“Bilmiyorsunuz” der. Yani hazretlere keşf etmez. Kurân bize böyle geldi.
tıu yüklenmekten kaçındılar, on[un :r
onun hakkını tam yerine getirmedi]
Ne güzeldir o Mevlâ’nın hikmeti, ne güzeldir o yüce kudret. Her
şeyden tenzih edilmiştir. Çünkü akıllar [onun büyüklüğü karşısında] şaşakalır.
Onu görecek bir gönül, onu bulacak can, onu görecek o göz
nerede? Gören de görünen de odur.
“Kaçındılar” sözünü oku da anla. Arz, dağlar ve semâ Hakk’ın
nice emânetini sahiplenmedi.
Fakat bil ki o insan bu emaneti sahiplendi. Çok zâlim ve câhil
olan o insan onları yaratana Hakk dedi.
Acaba [emânete] sahip olan insan niçin bu kadar zâlim ve câhil
olmuştur? Onun sırrını diyemem. Mürşid, sen Kurân oku ki o Kurân bunun için
sana kâfidir.
Acaba sahiplenen kimse sahiplendiği şeyi bilir mi, bir bilsem. O
zat sahiplendiği şeyi bilirse ona sahip derler mi?
O sahiplenen kimse emaneti bilmezse acaba zâlim olur muydu bir
bilsem. Yahut o kişi bunu bilirse ona özellikle zâlim denilir mi?
Bütün insanların bu emâneti nasıl
sahiplendiklerini bir bilsem. Bu câhil olan insanlar da mı acaba emâneti
sahiplenmişlerdir?
Hâmillerin ârifi oldular. Zâlim ya da câhil neden olsunlar?
Zâlim ve câhil sözlerinin ne sır olduğunu bir bilsem.
Övenin sıfatları yoksa kusurun sıfatları
gelmiştir. Çünkü yüklenerek [diğerleriyle
arasında] fark olmuştur. Nisbetin vasfı olur mu?
Eğer câhillere nisbet olursa keşke onların nisbetini bilsem.
Ariflere nisbet acaba o güzel insan mıdır?
O Kurân’a ne hoş ki var olanların
hepsini kendinde toplamıştır. Zâhir olan Allah insan mazharında kelâmıyla belli
olmuştur.
İnsan bakar, insan görür, insan söyler,
insan bulur. [Allah] o güzel zâtını ne kadar küçük insana sığdırmıştır.
O,
asla bir yere sığmaz. Bütün eşyayı kuşatmıştır.
Kuşatılmamıştır. Mutlak olan, sultan
olan ve Sübhân olan odur.
[Allah], “Çok zâlim” ve “Çok câhil”
derken o insana hitap eder. İnsanın bütün esrârını o mahzûn Kurân getirdi.
Allah’ın kelâmı [olan Kurân] bütün
kelimelerle nüzûl etti. İnsan lisânına geldi. Böyle bir ihsân bulunur mu?
Allah’ın Resûlü, salât ve selâm ona olsun, buyurdu: “Ey insan! Eşyayı
senin için yarattım, seni de kendim için yarattım” kutsal sözünü anlatan kutsal
beyitlerdir.
Ey insan! Hakk: “Bütün eşyayı senin için
yarattım” dedi. Onun için eserlerde geldi. Bunu işit ve bil.
Ey sevgili! Nasıl bir sır olduğunu duy.
Rahmân’ın mazharı sensin ki “Seni kendim için yarattım” diye buyurmuştur.
Bundan dolayı Hakk, âlemi iki nüsha
olarak yaratmıştır. Bir nüshada insan vardır ki o âleme can olmuştur.
Diğer nüsha âlemdir. Bunu yerden göğe
kadar bil. Sûrette olsa da en büyük insan olmuştur. Bil ve inan.
O insanın nüshası küçüktür. Hakk’a o
sûret olmuştur. Bugün âlemin aynasında o Yezdan’ın yüzü göründü.
Bütün âlem ona bağlıdır ki bedenler rûha
nisbettir. O, herkese delil oldu. Bugün onun sırrını okuyup anla.
Ey sevgili! Bilirsin ki eğer can olmazsa
beden ölüdür. Bu yüzden semâ da insanla aydınlandı.
Çünkü halifelik sırrını bugün taşıyan
odur. Anla. O Hakk’ın gücüyle olmuştur. Onun için kendisine secde edildi.
Fakat kendisini bilen ârifler, kendisini
bilmeyen câhiller olarak ikiye ayrılmışlardır. [İşte] bütün kovulmuşlar o câhil
olanlardır.
“O incire and olsun” sûresini okuyup,
“En güzel biçimde yaratılan insan”ı bil. Aynı zamanda kovulmuş olan kimdir,
diye o sûre açıklar.
Ey cân! Hakk, “Ancak imân edenler”
diyerek, ârif kişileri kovulmuş kişilerden ayrı tutar.
İmânın üç kısma bölündüğünü anlatır.
İmân da benim anla. “Biri taklittir”
demişlerdir. [İmân] hakîki delille üç kısma ayrılmıştır. Bil ve inan.
Taklit ile mümin olan kişi şeriatı kabul
etmiştir, bilesin. Çünkü hakîkate taklitle gidilir. [Sakın] şüphe etme!
“İnandık” sözünü oku ki mecâz, [hakikate
ulaşmak için] bir köprü olmuştur. İşit ey cân!
Hakikat ehli gerçekte böyledir.
Ey cân! Fakat [ebedî] taklitte kalan
insan için korkulur. Allah esirgesin neticede onun işi çok kötü olur.
Onun için müçtehidlerin hepsi “Taklitte
kalan o insan özellikle günahkâr olur” diye ittifâk ettiler.
Oğlum, gece gündüz çalış ve sakın
taklitte kalma. Hakk’a yalvarırsan seni taklitçi kılmaz.
Kâmil mürşide erişen sâliğin ne
vechle feyze vardığını, ne vechle feyzi kesildiğini ve kâmil mürşide vardığı o
an bir takım insanların şeytanı olan mürşit yolunun kesilmesi ile kendi
arasında ne vechle soğukluk bırakmaya çalıştığını ve buna benzer bölümleri
anlatır.
Velâkin mürşide varıp onun sözünü toylaşan, onu taklit ederek ve ona teslim olarak sonsuz inci çıkarsan.
Bil ki mürşidin Hakk’tır. Onun hallerini
araştırma ve tecrübeler kılma. [Aksi takdirde] yüzün kararır.
Ey cân! İsterse bin senelik hizmet boşa
gitsin, eğer teslimin yoksa o hizmetler sana cehennemdir.
Nice sâlikler ve tâlipler bin bir türlü
emek çekerler. Sonunda işleri çıkar ve hepsi şeytan olur.
Ey cân! [Onlar] bugün pek çok ilimden
esrâr alamazlar. Çünkü teslim olmadılar. Onların hepsi reddedilmiş kimselerdir.
Eğer mürşidden parlak bir inci bile
aldıysan bunun değerini bilmek için çalış ki başlıca şükredenlerden olasın.
“Ey mürşid, incini ben kaptım” deme.
Buna gerek yok. O kaçtığın mekâna mürşidin büyük eli varır.
O inciyi gördüğün anda kesenin içinde
bulursun. Sakın sen onu kesende zannetme. Onu tutan Rahmân’ın elidir
[kudretidir].
Ey canımın canı! Söylediğim sözü işit ve
[aklında] tut. Cehenneme girmekten ve özellikle şeytandan kendini koru!
Pek çok yolun kesilmesi çeşitli
sûretliler tarafından olsa da asıl şeytan vesveselerle seni aldatmaya çalışır.
Ey yüce sâlik! Bilesin ki şeytanın
birinci kastı, mürşidle aranda şüphe ve zan uyandırmaktır.
Eğer mürşid ile sâlik arasında kıl kadar
az miktarda aldanmışlık olsa, ona o an galibiyet gelmez.
“[Allah, şöyle der:] “Ey huzur
içinde olan nefis! Sen O’ndan razı, O da senden razı olarak Rabb’ine dön! [İyi]
kullarımın arasına gir. Cennetime gir.” kutsal sözünde işaret yoluyla olan
“[İyi] kullarımın arasına” ve “Cennetim” kutsal kelimelerinin neden ibâret
olacağını anlatan kutsal beyitlerdir.
“[İyi] kullarımın arasına gir” sözünü
oku. Kurân: “Cennetime gir” sözünü de dedi. Ey cân! Cennetler nedir diye işit.
Cennetler ki evliyâ olup içine girenleri
bulmuş, Hakk’ın civârında durmuştur. Onlara şeytan varamaz.
Ey Allah’ım! Sen elimden tut. Çünkü
koruyanların en hayırlısı sensin. Bize bak ve delâlet ehlinden bizi uzak tutma.
Sen O’ndan razı, O da senden razıEy benim Rabb’im! Kutsal
kalbinde ve o İlâhî katında bizi koru ki muhafaza edenlerin en hayırlısı
sensin.
Taklit bölümünden çıkıp istidlal
imânı bölümlerine giriştir ve Hakk hazretlerinin, onun yüceliği artsın, “Biz
onlara, ufuklarda ve kendi canlarında âyetlerimizi göstereceğiz ki onun
[Kurân’ın] gerçek olduğu onlara iyice belli olsun” kutsal sözünü tefsirdir.
Taklidin ne olduğunu bildiğin gibi
istidlâlin ne olduğunu da bil. Mertebesini de anlayıp, ikisi arasındaki farkı
göster.
Müessere eserden varan şey delil ile
ispatlanmıştır. Ey dost! Bil ki Bûra deveye delâlet etmiştir.
Varlığın eserlerini oku ve ne yazılmış
olduğunu uzun uzadıya gör. Sevgilinin arz ve semâda kılavuzluk ettiğini
görürsün.
Hakk: “Ufukların âyetini ayrıntılı
göstereceğiz” dedi. O yüzü mutlak olan görünür. Bu âyeti okuyan kişi ayân
sahibi olur.
Bütün zerre ve bütün feleklerde ne varsa
Allah’ın birliğine işâret olduğu gibi her şeye uzun uzadıya bir delildir.
Ey sâlik! İyice düşün. Ayrıntılı mushafı
oku! Görsen o güzel Mennân nice âyetleri donatmıştır.
İrfân mektebine gidip harfleri oku.
Bilesin ki kâinâtın harflerinden “Allah’tan başka İlâh yoktur ve Hz. Muhamemmed
onun elçisidir” ibâreleri çıktı.
“Ol!” sözünü dahi anla. Acaba [o
harfler] nasıl harflerdir bir bilsem. Çünkü bütün insanlar göstereceğiz ki onun
[Kurân’ın] onun sırrıyla vücut buldu.
Eğer kâinata imân nûruyla bakarsan
Allah’tan başka her şey bâtıl olur ki Sevgili [bunu] tasdikledi.
İstidlâl imâm nihayetinde akıl ve
delile taklitten hâlî olmadığı, bir p çeşit taklit olduğu için ve zâta
delil sayılan yeni çıkan hakîkat vücûdunda sırf yok olup istidlâl ile
olamayacağını anlatır.
İstidlâl imânı beyânının
faslıdır.
Ancak bir delil ile ispat edilen imân
delillerini kainattan almışdır. O da bir çeşit hareket ettirmedir.
Nice akıl, o pâk zâtta mutlak olanı
anlar. [Onun] haddinin olması aslâ mümkün değildir. Delâlet eden de delâlet
olunan da odur.
Ey cân! Pek çok yeni şey eskiye delâlet
etsin. O yeni çıkan şey bil ki yokluktur. Pek çok vücûda o delildir.
Onun için kâmiller: “Yeni bir şey eskiye
gelmiş olsa eser kalmaz” dediler. Ey sevgili, delilin bu olduğunu işit.
Bil ki halk Hakk’ıyladır. Ona herhangi
bir hacim yoktur. Hepsini bir araya toplasın. Ey sevgili, yok olan hiçbir zaman
varolmadı.
Sadece yok olan sonradan olandır,
Hakk’ın vücûduyla olandır. Yokluk nasıl delil olur? Hâkimler bunun nasıl
olduğunu bilirler.
“Rabb’inin gölgeyi nasıl
uzattığını görmedin mi? İsteseydi onu sabit kılardı. Sonra biz güneşi gölgeye
delil kıldık. Sonra onu kendimize yavaş yavaş çektik” âyet-i kerîmesini şerh
edip esrarlı nükteleri açıklayan ve halkın Hakk’a delil olduğunu ifâde edip anlatan kutsal beyitlerdir.
Evet, âlem Hakk’a gölgedir. Onun gölgesi
bile kendisidir. Bugün gölgesi olan kişi gölgeden ayrılır. İşit ey dost.
“Rabb’inin gölgeyi nasıl uzattığını
görmedin mi?” [âyetini] oku. O gölgelerin nasıl uzadığına aydınlık delil
olmuştur.
Ey sevgili! “İsteseydi onu sabit
kılardı” [âyetini] işit. Eğer Hakk dil eşeydi her şey sabit olurdu.
Aleme, feleklere ve daha ne varsa
hiçbirine zuhûr etmezdi. Gâiblerin gaybı görünmez, hepsi gizli olurdu.
Ey sevgili! Fakat zâtın güneşi gölgelere
delil oldu. Gölgeleri nasıl kımıldattığını sen görürsün.
Çünkü gölge yokluk oldu. Nice vücût ona
versin. Bugün aklın gölge olduğu için pek çok gölgeyi anladı.
Gölgeler hakikatlerin hakikatidir ve
hepsi onun mazharıdır. Ey sevgili! O, Hakk’ın mutlak zâtında tektir. Bil.
Bugün
nûru gölgede ara. Sakın onun için “Gölgedir” deme. Ey yüce sevgili! Niçin
gölgeyi gördüğün gibi nuru göremiyorsun?
“Sonra onu kendimize yavaş yavaş çektik”
[âyetini] oku ve nasıl kabzolunduğunu bil. Gölgenin nasıl kabzolduğunu daima
görürsün.
Gölgeden biraz sırlar oku ve biraz
sözlerin ne olduğunu anla. Sen her bakışta görürsün. Çünkü zâhir sende bâtın
olmuştur.
Sana senden zuhûr etti. Sana yine senden
varır. Senden çıkar sana varır. Gölgenin esrârı da budur.
Vücut senden sûret alır. Senden yine
sana varır. Sende ne kavuşmak ne de ayrılmak bâtın oldu.
Allah’ın hikmeti şaşılacak şeydir ki nûr
ile açığa çıkardı. [O nûr] gölgelerin önüne geldi. Ey insan! Gölge olduğunu
oku.
Nûrunu eline alıp, gölgeni bulmak için
ararsın. Bugün o gölgeyi bulamazsın. [Acaba] o belirsiz şey nereye kaçtı?
Eğer güneş sağ tarafa geçse, o gölge sola
kaçar. [Güneşi] sol taraftan gördüğü zaman da o gölge sağa kaçar.
O nûr başına çıkıp, yukarda durursa
gölge sana asla görünmez. Bu, Allah’ın esrârıdır.
“Ümmetim yetmiş üç firkaya . ayrılacaktır. Bir
grup hariç onların hepsi cehennemliktir.
[Sahâbe’den] denildi ki: “Ey ıı
Allah’ın Resûlü! Onlar kim?” ı Dedi ki: “Onlar benim ve ashâbımın yolundan gidenlerdir.” hadîs-i
şerifinde gelen gerek cennet ehli olan Nâciye fırkasının iddiâlannı, Nâciye
fırkasının neden ibâret olduğunu ve cehennem ehlinin ateş ehli olmasının
sebebinin vücut ortaklığına kalmalarından ileri geldiğini ve buna benzer esrârı
anlatır.
Ey sevgili! Bugün vücûdunu iki tane
gören kişi hayâl âleminde kaldı. Onlar bugün hakikati nasıl buldular ki tahmin
ehli oldular?
O mahcupların kimi Kaderiyye’den, kimi
de Cebriyye’dendir. Kimi de hepsi cehennemliktir. [Sahâbe’den] 'e ashâbımın
yolundan gidenlerdir.”
Hulûliyye’dendir ki onlar vücutlarını ispatladılar.
Ey sevgili! Onun için haberde yetmiş üç fırka bildirilmiştir.
Yetmiş iki fırkayı da bil. Onları cehennem kuşatmıştır.
Bunların hepsi vücut şirkinde kalmıştır. [Ancak] Nâciyye diye
adlandırılan Müslüman fırka onlardan değildir. İşitin dostlar.
“Onlar benim ve ashabımın yolundan gidenlerdir” dediğini oku.
Allah’ın Resûlü buyurmuştur. İşit.
Yani bilesin ki âlemin övüncü, soru soranın suâli gibi ashâbına
Nâciyye olan fırkayı buyurmuştur.
O Allah’ın Resûlü buyurarak: “O Nâciyye fırkası onlardır ki ben
onlar üzre yaratıldım” diye mutlak bir cevap bile vermiştir.
Ashâbım da o şey üzre yaratılmıştır. Onlar Nâciyye fırkasıdır ki
onları ateş yakmamıştır.
Ey cân! Kelâm âlimleri bu hadis üzerine uzun uzadıya kuru
gürültü yazdılar. Bil ki bu tahminler yığma oldu.
Çünkü bu hadisle yetmiş üç fırka [birbirlerine] meydan okurlar.
“Nâciyye fırkası biziz” diye iddia ederler.
Gerçek bir tanedir, iki olamaz. Nasıl yetmiş üç tane olmuştur?
Bunu bilen o ârif ki mürşidini görmüş oldu.
Çünkü Hakk, kendini bilir, Kurân’da vasfını anlatır. Onu bilmek,
onunla birlikte olmaktır. [İşte] Nâciyye fırkası odur.
O Allah’ın mutlak vechi her an herkese göründü. Kudretinin
büyüklüğünü anla ki gözleri her cana baktı
Allah’ın Resûlü buyurdu:
“Allah’ın [yüzünü sakladığı] yetmiş bin hicâbı [örtüsü] vardır. Onları açarsa
[bakanların] gözleri yanar. Allah’ın Resûl’ünün sözü doğrudur” zikrolunmuş
kutsal sözde gelen yetmiş bin hicâbın neden ibâret olduğunu ve dedikodu ehlinin
kesrette kaldıkları için Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin meşâlesinden
almaları şart olan hakîkat yoluna erişemeyip dedikoduda kaldıklarını, bahis ve
kavgayla meşgul olduklarını ve sünnet ehli imâmlann kitap hâline getirdikleri
kelâm ilminin ancak bidat ehli olan red husûsundan ibâret olup, illâ
Hakke’l-yakînden ibâret olan keşif ve şühûda ulaştırmadığını anlatan
beyitlerdir.
İşittin ki eserlerdeki gerçek, yetmiş
bin perdedir. Ey dost, bize nisbet olarak bu perdelerin tabiri gelmiştir.
Hakk, kimseye gizli değildir. Ona perde
olmaz. Ey cân! [Kalbindeki perdeden dolayı] asıl mahcûb sensin. İnsanın
mahcûbiyeti budur.
Onun için dedikodu ehlinin kesrette
olduğu bellidir. O ahmak sana: “Vücut yüz elli oldu” der.
Dedikodu denizine girmiştir, elini
salarak fili aramaktadır. Meğer o şaşkın kiminin hortumunu, kiminin de
kuyruğunu tutmuştur.
Allah Resûlü’nün, geçen hadisinde ne
buyurduğuna iyice dikkat et! Ashâbı, Resûl olduğu için onunla bereberdir.
Ey cân! Bil ki Hakk’ı bulmak işaret
olmuştur. Bütün tâlipler o Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
meşâlesinden olurlar.
Nice ashâb o meşaleden olup, [Hakk’ı] o
yolda bulumuştur. O yolda hem Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in tuttuğu
yol, hem de sevgili görünür.
Ey cân! “O yolda dedikodu ve kelâm ilmi
var mı?” diye sor. O zaman bunlar okunmazdı. Herkese Kurân yeterdi.
Çünkü hepsi dersini Ahmed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in pâk vechinden alırlardı. Kâmil insan onlardır ki Allah
onlara tulü etmişti.
Ey cân! “Kim beni görürse” hadîsini
okuyup Hakk nedir diye bilip anla. Mürşidin izini gözle ki Rahmân’ın mazharı
odur.
Sakın “Kelâm ilmi Hakk’ı bildirir”
zannedip onu anma. O ilim kuru gürültüdür. Bil ki Allah bundan münezzehtir.
Ey cân! Bu ashâbdan sonra şeyhler kelâm
ilminden faydalanarak biraz sözlerle dîni inançlardan bahsetmiştir.
Fakat o zaman bidat ehli türemişti. İlim
ve kelâm okurlardı. Onlar reddolunsunlar.
Hakîkat ehli ise onlardan uzaktır. O
imamlar pâktır. Gerçek mezheplerini Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin
meşâlesinden almışlardır.
O kişi, kelâm ilmini bilip aynı zamanda
da okuyandır. O iki seçenekten birisidir: ya Müslüman ya da kâfirdir.
Ey cân! Eğer Müslümansa ne okuduğunu
bilemem. O nasıl mümin olmuştur? O vakit kelam ona ne verdi?
Ey cân! O kişi imânını nerden aldı da
mümin oldu? Çünkü kelâm okumaya yeni başladı. Fakat o, kelâm okumaya başlamadan
çok önce Müslüman olmuştu.
Çünkü kelâm ilmini okumadan önce o mümin
oldu. Kelâm ilmi ona ne vermiştir? Hepimiz [bu duruma] şaşırırız.
Eğer “Okumadan önce o kâfirmiş” dersen,
o mezhepteki kişiler [kelâm ilmini] okurken Allah korusun mümin olacak.
Ey cân! Onun için kâmillerin hepsi hem
kana boyandılar, hem de yana yana yürürler. Dostlar, [onların] eteklerinden
tutun.
Nicesinin gözleri ve yüzleri Allah’tır.
Kulakları da Hakk’tır. O yüzlerden Kurân okunur.
Tahkik ehli olan yüce kimselerin Q eski zamanda bulunup bağlanmadığı
ve zamanın hükmünden çıktığına dâir Bâyezîd-i Bistâm hazretlerinin * Arapça
cümlesi olan kutsal sözüne delil, zikrolunan kutsal söz şudur: “Sabah ve akşam
kavramı olmaksızın Allah’ın indinde nasıl sabahladın [bulundun]? diye Bâyezid’e
soruldu.” kutsal beyitler buna tercümândır.
Bizim seyidimiz bil ki Bâyezid-i
Bistâm’dır. Allah sırrını mukaddes ve mübârek eylesin.
O, Allah’ın
sırrı olmuştur.
Ey cân! Ona “Nasıl sabahladın ^
[bulundun]?” diye sormuşlardır. O zât: “Sabah ve akşam yoktur” diye
buyurmuştur.
Allah’la sabahladım ki Allah’ın indinde
zaman yoktur. Ey cân! Sakın sen usanıp da gece uyuyanlardan olma.
Ey cân! Sen sabahı bulursun. Çünkü bahar
geldi. Güzel gülü görürsün, [o gülü] koruyan vasfını yapar.
Sakın kalbini taş edip de L
doğruyu biliyorken gözünü hedeften şaşırma. Sakın Hakk’tan kaçıp gitme, Hakk
sana her zaman görünür.
Sakın yolu kolay sanma. [Bu yolda] ne
uyu ne de uyan. Bugün hem sonsuz inci hem de ganimet fırsatı [karşına] çıkar.
Ey cân! Bugün o güzel gülün tarifini
yapamam. [Dilerim] Allah sana yardım eder de o nûr sana gelir.
Yürütme kelâmı yeterli geldi. Bu yüzden
orda bitir. Ey dostlar, gerçek imânla ilgili biraz sözler dinleyin.
Allahu
Teâlâ buyurdu: “Allah . kendisinden başka tanrı olmadığına şahittir. Bütün melekler ve ilim ululan da adâleti p yerine
getirerek şâhittirler. ii O’ndan başka tanrı yoktur. Güçlüdür, hikmet sahibi
O’dur” kutsal sözünde geçen fiilî şehid gerek Allah kelimesine, gerek ilim
sâhiplerine ve gerek meleklere isnâd olunup tedbirli ve ona dayanan üç şey
olduğunun hikmet ve sırrını anlatan kutsal beyitlerdir ve şühûd imânına
başlangıçtır.
Ey canım! Şühûd imânının ne olduğunu
bilmek için “Allah [kendisinden başka tanrı olmadığına] şahittir ” âyetini oku.
Ayet sana şerh eder ki dostlar bunu açıkladılar.
Allah’a şükürler olsun, bugün hepimiz
O’nun kapısına geldik. Bizlere [kapısını] açsın diye hepimiz kıyâmda durduk.
Ey cân! Hakîkat lisânından biraz sözler
diyeyim de dinle. Şühûd imânı nedir diye Kurân sana beyân eder.
Bütün melekler ve ilim uluları da ür,
hikmet sahibi O’dur.
Ey benim canım! Bu âyette şehid lafzı
vehim olarak geldi. Üçe isnâd olmuştur. Hem Hakk’ın görülmesinin üç şâhidi
vardır.
Çünkü “Allah [kendisinden başka tanrı
olmadığına] şahittir” diye buyurdu. Şühûdu kendisine isnâd ettiğini anla ve
dinle. Âlimler ona meyletti.
Nice meleği Hakk’a meyletmiş görürsün.
Hepsi Hakk’ın şâhidi olur ki şâhidler mazhar olmuştur.
Müşâhede
makâmına varmak Hakk’ın vahdetini bulmaktır. Kurân: “O makâma varmak ikilikle olmaz” diye buyurmuştur, anlayasın.
Hakk’ı tanıyan ârifler ve bütün
melekler, Hakk’ı temâşâ ederler. O an her şey aradan çıkmıştır.
Hakk’ı müşahede edemeyen şâhitler buna
işârettir. Eğer onlar kendi vücûtlarını görürlerse, vücûtları onlara perde
olur.
Bu makâma ulaşan erler vücûtlarını fenâ
ettiler. Hakîkat ehli onlardır ki o erler Allah’la bâki oldular.
Fenâ dersini bitirerek bekâyı makâm
edinmişlerdir. Allah’ın bir olduğunu görmüşlerdir. Gözle gören de görünen de
onlardır.
Murat olan o kişi hakîkate vardığı gibi
Allah’la fâni oldu. Hem fenâ makâmlarında bekâ sırrını da buldu.
Zuhûr ettiği yerler Hakk olmuştur. Hem
bütün mertebeleri tek tek giymiştir. Âlem meydanında Hakk gözünde devrân eder.
Yükseliş ve alçalış ile dâr ve diyârı
görür. İrfân bahçesinde güzel gül ona ayân olur.
O er yüce ilmiyle can incisinde, yakînde
gezer. Hakke’l-yakîn, ayne’l-yakîn ve ilm-i yakın oldu.
Bu sırrı keşfeden erler, gerek Allah’a
doğru yapılan seyre gerekse Hakk’a ermek için manevî yolculuğa çıkarlar.
Mürşitler
bugün hakikatten dersler alıp, talebeliğe devam etmişler ve sevgiliyi bulmuşlardır.
Bugün Allah’ın kudretini bulup, o
kudretle Hakk hazretlerinin huzuruna varmışlardır. [Hakk ile onlar] arasında
hiçbir şey kalmamıştır.
Bakarsa Hakk ile bakar, yürürse Hakk ile
yürür. Yani bütün azâsı Hakk olmuştur. [Hakk’ı] açıkça görür.
Allah’ın Resûl’ünü işitip, sen de
sözlerini duydun. Ey dost! Yüce kutsal makamdan Hakk’ın ne dediğini dinle.
Allah’ın
Resûlü, salât ve selâm ona olsun, Hakk’tan aktardığı hadîs-i kutsîde buyurdu:
“Kul, kurb-ı nevâfille [yaptığı nâfilelerle] bana yaklaşır. Hatta ben onun
işittiği kulağı, gördüğü gözü, konuştuğu dili, tuttuğu eli, yürüdüğü ayağı
olurum, ve devamı...” yukarıda söylenmiş olan hadîs-i şerîf kurb-ı nevâfile
işarettir. Allah’ın Resûlü, salât ve selâm ona olsun, buyurdu: “Muhakkak ki
Allah kulunun lisanıyla söyler: “Allah kendisine hamdedeni işitir” Bu hadîs-i
şerîf de kurb-ı ferâize işârettir. Bu iki kurbun zevki ancak kâmil bir mürşite
varmakla olup bunun kuru gürültüyle olamayacağını ve kuru gürültüde
bulunanların kıyâmet gününe dek kavgaları kesilmeyip, lâzım olan kavga onun
işittiği kulağı, gördüğü gözü, ıdedeni işitir.” delilinde
kaldıklarını anlatan kutsal beyitlerdir.
Qq [Allah] “İşittiği kulağı” ve “Gördüğü
gözü” dermiş. O kulun bütün azâsı odur. Hadîsi hem oku hem de dinle.
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
lisânını görsen pek çok hakîkate lisân olmuştur. Ey sevgili! Hakk’ın kulu bile
Hakk’ın kelâmı olmuştur.
Kurb-ı ferâiz ve kurb-ı nevâfil hadîs ki
yakınlığın mazharı olduysan yakınlığın yakınlığını bilirsin.
Eğer kadehi mürşidin beyaz elinden nûş
ettiysen, o yudum zevkini bilirsin. Ey lezzet alan kişi! Bunu nasıl bildin?
Mürşide gitmemekten, Allah’ın elini
tutmamaktan kaçın. [Bunları yapmadan] şühûd ehli olamazsın. Hakîkat sahipleri
bunu kabul etmez.
Sakın hakîkate dedikoduyla varılır
sanma. [Hakîkat] meşâlenin nûrundan göründü. O nûr Allah’ın nûrudur.
Onun için hakîkat ehli bin seneden sonra
bile gelse ayrılığa düşmez. Çünkü o Allah’ın nûruyla dolmuştur.
İstidlâl ehli bile olsa taklit ehlini
görürsün. Eğer o kör, bir meclise gelse bil ki münakaşa eder.
Ey dostlar! İşitin ki bir kişi filin
hortumuna “Kazık”, diğer biri de karnına “Sofra” dedi.
Filin hortumunu tutan kişi “Tuttuğum şey
kazıktır” der. O karnını tutan kişi ise “O şey sofradır” der.
İstidlâl meydana çıktı. Ey cân! İstidlâl
ehlinin onun kazık olduğunu isbât etmek için pek çok delil söylediğini gör.
“Çünkü ben o göbeği sağlam bir şekilde
tuttum. O kesin kazıktır” diye buyurdu. İsbâtını böyle söyledi.
Diğer sofra diyen kişi ise “Elimin
yapıştığı o yer geniştir” diyerek delillerini gösterir.
Senedini aydınlatır. “Sen dahi
işitmişsin. Nice şah öğle vaktinde filinin üstünde taht kurmuş ” der.
Ey cân! O ispatlanan şey, deliller meydana
çıkarır. Bütün istenilen şeyler ispatlanıp ihtilâfla meydana çıkar.
Bil ki binlerce münâkaşa ve
anlaşmazlıklar senin olsa da eğer sağlam bir temel olmazsa [bunlar] aradan
kalkmaz. Anlayasın.
Kâmil bir
mürşit olan hakîki bir ârif, istidlâl ehlinin delille ispatladıkları şeyi
kaldırmayıp belki delille ispatladıkları şeyin arasında olan münâkaşa ve
ihtilâfi kaldırmayarak hakîkati beyân eder.
Hâşa câhillerin kemâl ehline iftira edip, [onlar] şeriatı tamamen kaldırır,
diyerek söze karışık bir mâna vermeye kalkışırlar. Bu ise iftirânın ta
kendisidir. Hakîkat mezhebinde eğrilik ehlinin söze ayrı bir mânâ vermeye
kalkışması gibi olmayıp doğruluğu kesin olan bilgileri kesen zâhir üzerine
yükleyerek tuttukları yolu tahkik ederler. İhtilâfi da ittihâda çevirirler. Nitekim
kutsal beyitlerden anlaşılır.
Şühûd makâmına varmış bilgili bir ârif
çıkar. O güzel dost bütün görüşüyle fili görür.
Hem münâkaşa ve anlaşmazlıkları aradan kaldırır. Çünkü
onu gören tahmin ehli değil, ârifl eri erdir.
Allah’a hamd ve şükürler olsun. Ahmed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sakisinin elinden Hakk’ın kadehini içirdi.
[Böylece] şüphe aradan kalktı.
Ancak o bilgili mürşit münâkaşa ehlini
görseydi “İkinizin de sözleri doğru” diyerek onlara hakem olurdu.
Hortumu tutan kişi fili tutmuştur. Fakat
tuttuğu şey filin hortumudur. Hem karnını tutan kişi de fili tutmuş olur.
Fakat filin karnını tutmuş olan kişi
filin bir tarafındadır. O fili tuttuğun sanır. Bu, taklit ehlinin işidir.
Ey cân! Gözlerine Hakk dolan o âriflere
ne hoş! Çünkü bu akıllı dostların yeni hâlidir.
Taklit ehlinin
istidlâl ehliyle ve istidlâl ehlinin şühûd ehliyle düşman olmaları ve
birbirlerinin hakkında küfre
varana kadar tecâvüz edercesine söz söylemeleri tuttukları yolun gereği olup
bir diğerinin yolunu anlayamamaktan ileri gelmiştir. Hatta kâmil bir mürşite
varsalar aralarında olan çekişme kalkıp hepsi birlik olurlar. Nitekim bu kutsal
beyitlerden anlaşılır. Dikkatli bir şekilde bakılsın.
Ey oğlum! Biraz sözler işit. Çünkü “Bana
kulak ver ve bil” dedim. Taklit ehli olanlar delille ispatlanan şeye düşman
olurlar.
Çünkü delile dayanarak ispat edenlerin
söylediği şey, delille anlamaktır. Taklit ehli bunu anlayamaz. Onun için karşı
karşıya geldiler.
Taklitçi olan o kimse delille anlamaktan
âcizdir. Çünkü istidlal makâmı taklit edenlere karşıdır.
Dinleyin ey dostlar! Eğer istidlâl ehli
kendi makâmından söz söylese, taklitçi olanlar onu tekfir ederler.
Ey canım! Bunu duyduğun gibi şühûd ehlinin hâlini de duy. Şühûd
ehlinden olanlar delille ispatlayanlara karşı çıkarlar.
Ey cân! Eğer şühûd ehli kendi makâmından söz söylese, delile
dayanarak ispat eden kişiler onları kâfir sayar. Bundan dolayı [o ispatçılar]
âciz oldu.
Onun için câhil ve bilgisiz kişilerin nice Hakk dostunu kâfir
saydıklarını çok görürsün. O câhil ve bilgisiz kişilerin hepsi şeytandır.
Ey cân! Bundan dolayı Hakk şühûd ehline zâhir olmuştur. Eşyânın
doğruluğunu araştırırlar. Onlara görünen Hakk’tır.
Onun ilmi tahmin, zan, hayal ya da tereddüt değildir. Çünkü
gördüklerini anlatırlar. Hepsi şâhit olmuştur.
Nitekim istidlâl ehli, ilim makâmından söz söyler. Ona ilmen
malûm olur. O, taklitçi değildir.
“Kezâ şühûd ehlinin görüleni bil ki meydanda olur. Gözle
gördüğün [gerçek] âlimlerin hâli değildir” dedi.
Ey yüce dost! Biri ateştir. Fakat ona baktığı halde onu bilmez
ve işitmez. Onlar ne ateşi ne de onun yakıcılığını görmüştür.
Fakat bu örneği taklit ehline taklit edermiş. Onların
misallerini sana anlatayım da hem dinle hem de inan.
Birisi o ateşi ve yakıcılığını gördü. Fakat o ateş kendisini
yakmadığı için o kişi gayr olmuştur.
İstidlâlin misali budur. İstidlâl ehli olanın hâli de budur.
Firkatte gezdiği için sevgili ona görünmez.
Şühûd ehlini dinle, sana ondan biraz
daha bahsedeyim. [O kişiler] ateşi ve onun yaktığını görüp yandılar. İşitin ey
dostlar!
Onun arzusu gözle görülen, meşhûd ve
vicdandır. Bunların zevkiyle onlar göz sahibi oldular.
Allahu Teâlâ
buyurdu: “Ey iman edenler! İman ediniz” şu âyet-i kerîmede “İmân edenler”
lafzının tefsirinde tefsir ehli her ne kadar mânâları birkaç şekilde tefsir
etmişse de bir mânâsı da Hakk’ın, onun yüceliği artsın, taklit ve istidlâl ehli
olan müminleri hakîki imâna dâvet edip “İmân ediniz” diye emretmiş ve onların
da hakîki imâna gelmelerinin kendilerine farz olduğu zikrolunan emirden
anlaşıldığını anlatan kutsal beyitlerdir.
İşit
ey cân! Onun için Hakk: “Ey imân edenler!”
diye buyurmuştur. Onun için Kurân oku.
Nice sonra “İmân ediniz” diyerek
istidlâl ve taklit ehli olanlara doğru yolu bulmayı, hakikati teklif eder.
Rahmân, hakîki yola gelip şühûd ve
hakîkat ehli olsunlar diye [onlara] teklif etti.
Ey oğul gel! Taklitte kalmamak için gece
gündüz çalış. Hakk dostuna varıp onu tasdikle ve o meşrepte geri gel.
Sözlerini sende işitmiş olup da zevk
etmeyen kişileri de tasdikle ki onlara ehil olasın.
İşit ey cân! Allah korusun onları inkâr
eden olursun. Mutlak kâfir olursun. Hem kâmil kişinin sözü de budur.
Onun için âlemin övüncü hadîsinde
buyurmuştur. Yüce kutsal makâmdan söz söyleyerek, cevher dağıtmıştır.
“Allah, bir kimse velîlere düşmanlık
ederse, bana düşmanlık etmiş gibi olur, dedi” demiştir.
Allah’ın
Resûlü, salât ve selâm ona olsun, Hakk’tan aktardığı hadîs-i kutsîde: “Kim ki
benim velîlerime düşman olursa bana savaş açmış olur'’ Bu hadîs-i şerifinin
mânâsını ve bütün ehlullâhın nûr ve birlikten ibâret olduğu için birini inkâr etmenin ve ona düşmanlık yapmanın herkese
bulaştığını ve [bunun] inkâr olduğunu anlatan kutsal beyitlerdir.
Ey dostlar, onun için bir kimse, bir
velîye düşman olursa, Allah korusun onun imânı yok olur.
Ey Allah’ım! Velîlerin meclisinden bizi
uzaklaştırma. Nazarını üzerimizden kesme. Bu duâya “Âmin” de.
Senin zevkini bize nasip et, kadehlerini
içelim. Hakk meydanına çıkıp hepimiz Haydar olalım.
Ey gözümün nûru! Bir söz daha klamıştır,
[onu da] işitip anla. Dizilmiş inci budur. Kulağına küpe et.
Ve akran topluluğundan bin veliyi ikrâr
etsen, eğer birini o an onlardan saymazsan,
O binini de inkâr etmiş olursun. Evliya
olduğu için onların hepsi vahdetin nûrudur. Ey sevgili! Sakın onları ayırma.
Ey cân! Nitekim iki peygamber ayrılığa
düşemez, niçin iki velî ayrılığa düşsün. Kâmil insanın misâli budur.
Onun için hakîkat ehli arasında ayrılık
yoktur. İhvanlarımız bile birdir. Onlarda da farklılık yoktur.
Melâmiye yolu
hakikatin kendisi rj olup o yolun insanları o yol
ile hakikati çıkardığı vakit o insanlara meşhedlerinin uzaklığı ve yakınlığı
bir olup seyitleri olan mürşitleriyle daima görüşürler ve her biri bir diğeriyle buluşur.
Onların esrarından mahcup olanların onlara daima “Cebriyette kalırlar” dediğini
anlatan kutsal beyitlerdir.
Eğer ihvanlarımızdan biri doğuda diğeri
batıda olsaydı, onların hepsi [yine de] her zaman buluşurlardı.
Birisi kuzeyde birisi de güneyde olup
onlara mürşidleri yetişse bile körler bunu bilmezler.
Ey canım! Sen Hızır’ı dinle. Mûsa ile
hâlini oku. Çocuğun başını neden kestiğini dinle ey cân!
Aynı zamanda Mûsâ âlim olsun diye duvarı
da düzeltti. Ey ihvân! Gayb ilminin esrârı şaşılacak şeydir, anla.
Şükürler olsun ki hazretler ihvâna her
zaman yetişir. Gayb ilminin sırlarını öğretir. Hepsi [buna] şaşa kalır.
Ey cân! Bütün ihvân aydınlanır ve
Allah’ın yardımıyla gâlip gelir. Üstelik bu, Hakk’ın inâyetinin aslıdır. Nice
lisan şükreder.
Allah’ın
Resûlü, salât ve selâm ona olsun, buyurdu: “Ben sana ne kadar hamdetsem de
senin ff kendine hamdettiğin gibi z hamdedemem.” Allahu Teâlâ buyurdu: “Ey
Davûd ailesi,şükredin! Kullarımdan
şükredenler pek azdır*’ zikrolunan hadîs-i şerîf ve âyet-i kerîmeyi şerhtir ve
kullarının şükürden âciz olduklarının esrânnı anlatan kutsal beyitlerdir.
İşit ey cân! Allah’ın Resûlü bir hadîsinde
şöyle buyurdu: “Senin [kendine] hamdettiğin gibi hamdedemem”
Aynı zamanda Allah’ın en büyük Resûlü,
Hakk’ın senâsında olduğu o an “Kendine” der.
“Ey Allah’ım, ben sana senâ bile edemem.
Nitekim sen kendine nasıl etmişsin” der. İşit ey dost.
Bu sözü dedi. Çünkü âlemin övüncü bizim
aczimizi bildirdi. Bir an bile şükredemeyiz.
Nasıl bir dil onun şükrünü etsin? Nasıl
bir can onu idrâk etsin? Nasıl bir göz onun sırrını görsün? Her an herkes odur.
Ey cân! “Kullarımdan şükredenler pek
azdır” âyetini oku. Kurân “Az oldu” der. Şükredenin abasını işit.
Şekûr, Hakk’ın isimi erindendir. Hakk’ın
illa ki tek ismi olmaz. Hakk ile Hakk olan kullar kalîl olmuş oldu.
Yani Hakk’a ayna ol. Bil ki arada olan
kişi şükretmez. Vücûdu arada olan şükreden değil, kâfir olan kişidir.
Kişi kendini kaybetmeden kul olamaz.
Onun için Hakk: “Kullarım” diyerek [kişiyi] kendine bağladı.
Muhammedi bir
kâmil mürşitten telkin yoluyla
erilen hazret-i Cem makâmı, hakîkat ehlinin lisânında “kurb-ı nevâfil” diye tâbir olunur. Adı
geçen yüce makâma vâsıl olmadan Allah’ın çok şükreden kullarından
olunamayacağını anlatır. Hazret-i Cem makâmı ile doğruluğu meydana çıkan yüce
kimselerin şeriata ait hükümlerle edeplenip câhil olan mennâcîn tâifesi gerek
zâhirî temizlik ehlini ve gerek bâtınî temizlik ehlini inkâr edip hayvan gibi
tabiatta kalarak şeriat işleriyle uğraşmayan dalâl ehlinin inanç ve
amellerinden mukaddes olduğunu beyân eden kutsal beyitlerdir.
Hakk, ona bütün esması ile zuhûr etse,
bu makâmı bilen dostlar “Bu Cem makâmıdır” derler.
Bu makâmda velî oldu, hatta kendisini
buldu. Oku ey ihvân! Esmânın mazharı geldi.
Ey cân! Bunun zevkini alan erler, edepli
bir şekilde gezerler. Şeriat yolunda terbiye veren bir erkek olur.
Bil ki şeriat hükmü, hatta peygamberin
sûreti gerçektir. Sakın şeriatten çıkma. Üstelik eksik kalırsın.
Ey cân! Hakk’ın mürşidini buldun ki
senin mürşidin haktır. Ey yüce dost! Bilgisiz câhilin mezar yeri gibi olma.
“O şeriata ne gerek var? Biz zaten
hakîkat ehli olduk” deme. Şeriat yolunu tutarsak biz câhil ve bilgisiz oluruz.
Namaz, oruç hatta temizlenmek nedir,
bil. Abdest dahi kuru laftır. Bunlar yeri çukurda olan kişilerin sözleridir.
Ey yüce sevgili! Şeriat, mânânın
sûretidir. Hakikati bil. Beden cansızdır. Canı bil ki dostlar [canı] bedensiz
görmesin.
Kalbimden âhlar çıkar. Üstelik gözlerime
kan dolar. Eğer Hakk yardım etmezse, benim hâlim nice olur dostlar?
Hazret-i Cem
makamına tâbir olan hakîkat ehlinin ikinci keşif diye ifâde edildiğini ve adı
geçen makâmın zevkinin neden ibâret olduğunu anlatan bahistir. “Allah’ın doksan
dokuz ismi vardır. Kim onu sayarsa cennete girer” hadîs-i şerifini şerhtir.
Ey cân! Bil ki bu makâmın ismine “İkinci
keşif” dediler. Sâlik, esmânın kâşifi, Rahmân’ın mazharı olmuştur.
Ey yüce dost! Bil ki o sâlik yedi sıfatı
kendisinde bulduğu için yedi sıfatla kendini vasıflanmış gördü.
Yedinin, zâhir ve bâtınla birlikte yedi
olduğunu oku. Ey cân! Zâtla beraber olan insan doksan sekiz olur.
“Esmâ-i Hüsnâyı kendinde sayarsın.
Şüphesiz cennete girersin.” Allah’ın Resûlü böyle der.
Sakın saymayı isimleri saymak diye
zannetme! Lâkin saymanın özü, esmâyı vücûdunda bulmaktır.
Ey cân! Bulmak ise Hakk’ın mazharı
olmaktır. Bil ki esmânın mazharı olan aynı zamanda Allah’ın mazharıdır.
Ey yüce dost! Cennete girer demekten
murat “Esmâyı sayan kimse zâtın cennetine girer” demektir.
Eğer mürşidi bulamazsan onun zevkini
sana nasıl anlatayım? Bu, Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in telkinidir. Bu
telkinde kendilerine gelirler.
Buna ayne’l-yakîn derler. Bunda hem dârı
görürler, hem de diyâr gizli olur. Ki o da her an ortadır.
Onun vasfını nasıl yapayım? Afak, enfüs,
cennet ve cehennemin hepsi her an onunladır.
Allahu Te‘âlâ
buyurdu: “Allah’ın rahmetinin eserlerine bak” ve yine buyurdu ki: “Allah’ın
kelâmını işitebilmesi için ona sığınma hakkı tanı ” Bu iki âyet-i kerîme ile Allah’ın
Resûlü buyurdu: “Kim ki Allâhu Teâlâ ile konuşmak isterse Kurân-ı Kerîm
okusun.” hadîs-i şerîfini şerhtir.
“Bak” âyetini oku! Her zerre onu
gösterdi. Ayrıca sevgiliyi her şeyde açıkça görürsün.
Ey cân! Kurân’ı okursun. Hakk’ın kelâm
ile sana nice sözler söylediğini görürsün. Ey dost! Hakk’ın kelâmını işit.
Ey oğlum! Allah’ın kelâmını işit. Kurân:
“Allah’ın kelâmını işitebilmesi için” dedi. Eğer Hakk’ın sözünü işitmek
istersen Kurân oku.
Kurân olduğunu anla. Çünkü bugün onun
mazharı oldun. Lisânına nüzûl etti. O, hazret-i Kurân’dır.
İşit ey dost! Allah’ın Resûlü: “O,
Kurân’ın sahibidir” diye buyurmuştur. “Hakk’la kelam etmeği murâd eden
kişi Kurân okusun. Hakk’la kelâm etmek
odur” demiştir. “Ey Allah’ım! Onu bizim için kolaylaştır.” Hz. Ahmet böyle der.
Kurân-ı
azîm’in okunması birçok mertebe üzere olup, bunlar avâmın, nitelikli kişilerin
ve üstün nitelikli kişilerin okumasıdır. Kurân’ın bazen azîm isminin sıfatıyla,
bazen kerîm isminin sıfatıyla nitelenip Kurân- ı Azîm ve Kurân-ı Kerîm denilmesi
mertebesinde olduğuna işaret edilip, her mertebenin okuyucusunun o mertebenin
vasfıyla vasıflandığını anlatan kutsal beyitlerdir.
Kurân’ı okuyan kişiye mertebeler vardır,
dediler. Biri lafzını okumaktır. Onda başka hatâ olmadı.
Çünkü o kişi Kurân nedir diye hakikati
düşünmeden okumuştur. Bu [kişi] câhildir. Ne okuduğunu bilmez.
Fakat biri de Kurân okur. O, hakikati
düşünmüştür. O kişi Cebrâil’in Kurân olduğunu hayâl eder.
Başka bir kişi daha vardır. O kişi de
hakikati düşünerek okumuştur. Sanki Cebrâil’den ders alıp peygamber olmuştur.
İşit ey cân! Biri vardır ki yüksek
mertebelerden olan budur. O dost, Kurân’ı Hakk’ın sıfatı olarak kendinde görür.
Hakîkat ehlinden başka biri de Kurân
okurmuş. O mükemmel insan, sıfatları zâtın kendisi olarak görür. Bilesin.
Zâtı bir olan bu insan hepsinden
üstündür. Yüce Kurân’ı okuyarak yücelerin yücesi olur.
Yüce Kurân bu kişiye azîm katından
menzil yapar. Nitekim Kurân, kerîm katından onun sıfatlarını okur.
Kurân’ın vasfını yapıp sözler söylemek
benim ne haddime? Sadece o vardır. Ondan başkası yoktur. Kurân oku ve Kurân
dinle.
Ey yüce cân! Bütün hakîkat ehli: “Kurân,
Hakk’ın sıfatları olduğu
gibi sıfatlar da zâtın kendisi olmuş”
dediler.
Onun için hiçbir insan ve cin [onun]
vasfına kâdir olamaz. Tecellî etse, hepimiz onun lütfuyla aydınlanırız.
Allah, bize kelâmını lütfü nedeniyle
indirdi. Eğer, dağlara nüzûl etseydi hepsi dağılırdı.
Mâdem ki Kurân bize geldi, hepimize
rehber olan odur. Bize delil olarak da geldi. Allah’ı onunla buluruz.
Ey
Allah’ım! O Kurân’ı hepimize şefâatçi kıl. Hakk hazretlerinin huzürunda
yüzümüz Kurân olsun.
Hazret-i Ali,
Allah onun yüzünü mükerrem kılsın, şöyle buyurdu: “Hazret-i Ali, Allah onun
yüzünü mükerrem kılsın, şöyle buyurdu:
“Yeryüzünde ve gökyüzünde olan ne varsa semâvî kitaplardadır. Semâvî kitaplarda
olan ne varsa onlar da Kurân-ı Kerîm’dedir. Kurân-ı Kerîm’de olan ne varsa
Fâtiha sûresindedir. Fâtiha’da olan ne varsa Besmele’dedir. Besmele’de olan ne
varsa Besmele’nin başındaki bâ harfindedir. Bâ harfinde olan ne varsa bâ’nın
altındaki noktadadır. İşte ben o bâ’nın altındaki noktayım” lI Şu kutsal sözde
adı geçen esrâr e bitmez tükenmez olduğu için ü uzun uzadıya anlamak ve £
anlatmak mümkün olmasa da zamanın fatihinin kalbe feyiz verdiği ve kalbi
fethettiği lâyihalardır. Sülük ehlini ve âşıkları hidâyete götüren bazı
mârifetleri anlatır.
Gel ey cân! Yine bir söz dile geldi.
“[Bu söz] Haydar’ın sözüdür. Bu sözü velilikle “Hazret-i Ali, Allah onun yüzünü e varsa
semâvî kitaplardadır. Semâvî ı Kerîm’de olan ne varsa Fâtiha q ne
varsa Besmele’nin başındaki bâ e ben o bâ’nın altındaki noktayım.” açıklar”
dediler. Anlayasın.
İster arz ister semâ olsun, var olan her
şeyin sırrını, semavi kitapları bir araya getirerek o an onların hepsini
kapsamıştır.
Ey cân! Meğer Kurân diğer kitaplarda ne
varsa hepsini kapsamıştır. Bil ki o mertlerin şâhı böyledir.
Kurân’ın esrârını da başlangıcı içine
almıştır. Ne varsa o başlangıçta vardır. O esrâr besmeledir.
Ey cân! O esrârı besmele içine alırmış.
Meğer besmelenin bâ’sı o esrârla ayân olurmuş.
Bâ’da olan sırları da meğer nokta içine
almıştır. Kısacası bütün esrârları nokta açıklamıştır.
Bil ey cân! Meğer velîlik şahı,
Aliyyü’l-Murtazâ’dır. Yine: “Ben bâ’nın altındaki noktayım” dermiş. İnan.
Kısacası bütün esrârları kitaplar
toplamıştır. Ey cân! Aliyyü’l- Murtazâ hepsini bir araya getirmiştir. Bilesin.
Tevrât,
İncîl ve Kurân’ın her biri semâvî kitap olup yüce mertebelerini beyândır.
Tevrat ehli olan Yahudiler ile încil ehli olan Hristiyanlar ve Kurân ehli olan
Müslümanlar’ın her birinin ibâdetlerine ayrılan günlerin ayrılma sebeplerinin
ne olduğunu anlatan ve diğer mârifetleri kapsayan kutsal beyitlerdir.
İşit ey cân! İncil’de, Tevrat’ta ve
Kurân’da hangi sırların toplanmış olduğunu sana diyeyim.
Ey cân! İncil, sıfatın esrârını içine
alarak gelmiştir. Nitekim Tevrat da amellerin sırrını beyân ederek gelmiştir.
Bil.
Nitekim Kurân da fiilleri, sıfatları,
zâtı ve sonsuz cevherleri içine alır.
Kısacası hepsini bir arada işit ve şüphe
etme. Ey sevgili! Onun için ehlullah Kurân ehlidir. Bilesin.
Ey dost! Bil ki o kişi Kurân’ın
mazharıdır. O, zâtın mazharı olarak geldi. O, Tevrat ve İncil’deki bütün
sırları bildi.
Ey cân! Bu yüzden Hristiyanlar bâtın
ehli olmuştur. Rûhanî olarak pazar günleri şarap içerler.
İşit ey ihvân! Zirâ Pazar günü şüphesiz
bâtın olur. O gün Cumartesiye nisbet olarak gelmiştir.
Fakat bil ki Tevrat ehline Cumartesi gün
olur. Yahudilerin o günü tuttuğunu görürsün.
Çünkü Tevrat ehli, bidâyet ehlidir, bil.
Ey dost! Nitekim Cumartesi günü onlar zâhir ehli olmuşlardır.
Kurân ehli, Muhammed ümmeti olanlardır.
Ey dost! Sen de işit. Gün olarak onlara Cuma günü gelmiştir.
Bil ki Muhammed ümmetinden olanlar, âhir
zamân kavmidir ve onlar son peygamberle müşerref olmuşlardır.
Aynı zamanda onlar vahdet ehlidir. Onun
için sözü bir araya getir. Çünkü Cuma günü diğer günlerin yerine geldi ve diğer
kavimler rüyâ tabircisi gibi oldular.
Ey dost! Zira onlar teşbih ve tenzihi,
zâhirle bâtını bir araya getirmişlerdir.
Tevrat ve İncil’in esrârı topluca
Kurân’dadır. Onun için gece gündüz Kurân oku.
Ey
cân! Hz. Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in kim olduğunu işit. O zât bütün
âleme geldi. “Ben dinleri tamamlayanım”
dermiş. Efendimiz’e, Allah’ın salât ve selâmı ona
olsun, uyup onun hâliyle gidenlerin kutsal hâllerini anlatan beyitlerdir.
O Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
ümmetine ne hoş! Bütün esrârı cem etti. Ayağının tozunda ve bütün hâllerde
kurban oldu.
Gözler nazar ederse ona o görünen kişi
görünür. Aynı zamanda medheden kişi onun mehdine yapmak için sözler söylerse
[Kendini] onun yolunda görür, onun
emrine kul ve sırrına mazhar olur. Çünkü Hakk’a ermek üzere yolculuğa çıkar.
Var
olanın esrârını bilir. Hepsi onun için bellidir. Mutlak vahdetin nûru onu
aydınlatmıştır.
Ey oğlum! Sana yine bir söz diyeyim de
sen istifâde et. Ey yüce dost! Vakitlerin sırrı nedir, diye kulak ver.
Zındıkların,
Melâmiye tâifesine mahsus olan hüzzamca ibâdet ve âyinlerini saçma saydıklarını
reddeden, pek çok gizli hükmü toplayan ve en büyük nebilerin her şahsı tabiat
illetinden çıkarıp istifâde etmeye görevli, İlâhî hâkimler olduğunu anlatan
kutsal beyitlerdir.
İbâdetlerin niçin hakîkat olup
geldiğini, aynı zamanda haftanın niçin gelmiş olduğunu bütün ayrıntılarıyla
işit.
Zîra insanları rûhun nefsi bir araya
getirmiştir. O, karanlık ve aydınlık olmak üzere iki sûretli bir insandır.
Kötülük içindeki nefis ve çocukluk karakteriyle kalırsa hiç
şüphesiz hüsrana uğrarlar.
O insan tabiatının çukurunda kalmaya tenezzül eder. Bil ki o
[kişi] aydınlanamaz. Çünkü mânevi yolculuk yapmamıştır.
Bil ki edepler, ibâdetler, seyr ve sülûklar ilerlesinler diye
koyulmuştur.
O vakitlerde gaflet ve işgaller kılmışlardır. Onların hepsi her
zamanki gibi mahcûb olurlar.
Ey sevgili! Onun için peygamberlerin [onlara] siyâset
götürdükleri gibi ibâdetler götürdüklerini de işit.
Ey cân! Çünkü peygamberler İlâhî hâkimler olup, devâlar
kıldılar. Sakın şüphe etme.
Onları tabiat hastalığından çıkardılar. Tedavi edip nice
nûrlarla nurlandırdılar. Sakın şüphe edenlerden olma.
İşit ey dost! Pek çok vakitte nice âyinler, nice ibâdetler,
duâlar ve nice salâtlar ederler.
Ey cân! O vakitler eskiden gafletle geçerdi. [O vakitler
gafletle] geçmesin diye beş vakit namaz farz olarak gelmiştir.
Bil ki buna benzer nice saat, nice günler ve geceler meşrû
olmuştur. Ey cân! Bunları anla ki âlâ olasın.
Onun için abdest farz oldu. Eğer en küçük bir pislikten haberdâr
olduysan bil ve abdest alarak nûr ol.
Ey insan! Eğer sen en büyük insan pisliğinden haberdâr olursan,
guslün neden farz olduğunu görürsün.
Zîra o haldeyken dikkatsiz olursan, onunla hem
temizlenesin hem de mukaddes olasın.
Bu yüzden bil ki peygamberlerden
ümmetlere dahi gelmiştir. Her ümmete bir gün meşrû olmuştur.
Kimine cumartesi, kimine pazar meşrû
olmuştur. Bize de cuma günü meşrûdur. Onun için hepimiz bir yere toplanmışız.
Ey cân! Zîra haftalar çok gafletle
geçmiştir. İnan ki [bu yüzden] ümmetler nice vahşetlere düşmüşlerdir.
Ey cân! Bil ki bütün ümmetler vahşet ve
firkatten çıksın diye haftadan bir gün tahsis edildi.
Toplu bayramlar yapsınlar, Rab’leriyle
ahbaplık etsinler. İnsanlar, hem Allah’ın hem de insanın rızâsını bulsunlar.
Ey
sevgili! Hakk, bir ümmete vakit meşrû ederse ve eğer o ümmet vaktini bilmezse
Rahmân’ın kovduğu ümmetlerden olur.
Bu bölüm
Yahudi kavminin, lânet onların üzerine olsun, günleri olan Cumartesi gününün
değerinin bilmemeleri sebebiyle maymun olduklarını ve buna kıyasla diğer
ümmetlerin de Cenâb-ı Allah’ın ibâdet için koyduğu günleri bilmemeleri hâlinde
İlâhî gazâba uğrayacaklarını ve buna rağmen Hakk Teâlâ’nın yardımının olduğunu
anlatan beyitlerdir.
[İbâdet]
günleri Cumartesi olan Yahudi kavmini işittin. Çünkü o günün değerini
bilmediler. Kurân’ın: “[Aşağılık] maymunlar olunuz” [âyetini]
Getirdiğini işittin. Ey cân! Bunu
kıyasla. Kim o günlerini bilmezse şüphesiz hakîr olanlardan olur.
Bu tafsilatı zaptet. Hâlini münevver et.
Söz ve ahlâkınla Kurân’ın mazharı olursun.
Ey Allah’ım! Herkese nazar et, hem de
herkesin elinden tut. Bizi [Senden] mahrum etme. Çünkü hakimlerin en kuvvetlisi
sensin.
Sensiz hareket nerede? Kulak ve göz
nerede? El ve ayak dahi nerededir? Çünkü iki cihan da hep sensin.
Varlıkları garazsız ve illetsiz olarak
yarattı. Çünkü lütfunun aslı, vücûdu ve âlemleri devrân eder.
Noktanın damlasını bir nüsha kıldığın
gibi o nüshada da bütün sırlar nüsha olarak okundu.
Her kim ki
Hakk’ın, onun yüceliği artsın, emrettiği şeyi terk edip nefsinin arzusuyla bir
söze farklı bir mânâ vermeye kalkışırsa Hakk’ın, onun yüceliği artsın, sonunda
o kişiyi gazâp ile kabul edeceğini anlatan bahistir.
Ey oğlum! Yine bir söz söyleyeyim.
İşitmekten bile usanma. Allah sana yardım etsin ki kapılar sana açılsın.
Ey cân! Cumartesinin Yahudilere gün
olması nasıl bir sırdır? Çünkü [o gün] onlara gelmişti. Onlar o gün başka işle
uğraşamazlardı.
Meğer o hâin kavim pek çok düzen ve hile
ile balık avlamak istemişler.
Ey sevgili! Çünkü balıklar zuhûr
edermiş, anla. O gün de cumartesi olunca Yahudi hile yaparmış.
Meğer o uğursuzlar balıkları avlayıp
hapsetmek için çeşitli hileler yaparlarmış. Oku ve anla.
O hâinler, ertesi gün pazar olup da
avlanacakları için cumartesi gününden balıkları hapsetmiştir.
Allah’ın gazabı yetişti. Bil ki onlar
tard oldular. İşit ey sevgili! Allah: “[Aşağılık] maymunlar olun” diye buyurdu.
Yani Hakk onların yüzünü çirkin bir
şekle soktu ve maymun gibi oldular. Hakk, sûretlerini maymun ederek, [onları]
lanetledi.
İşit ey cân! Onun için Hakk: “Aşağılık
[maymunlar] olun” diye buyurdu. Yani onları kovulmuş kişilerden kıldı ve onlar
uzak oldu.
Hakk
hazretleri, onun yüceliği artsın, fazilet ve ihsanının kemâliyle herkesi
temizlediği için haftada bir günü cân ve gönülden kendisine ibâdet edilmesi
için koymuş olduğunu ve istidâddan uzak olanlar koyulmuş olan günün değerini
bilmedikleri için kimisinin domuz, kimisinin maymun sûretine sokulduğunu
anlatır ve şekil değiştirme kutsal şeriatta vâsıl olmuştur.
Ey oğlum! Bunu işittiğin gibi biraz sır
dinleyip anla. Hakîkat ehli: “Şekil değiştirme ve onun sırrı nedir?” diye
sormuştur.
Ey cân! Cumartesi Yahudi kavmine meşrû
olduğu gibi o günde Hakk’la birlikte olmak da onlara farzdı.
O gün dünya işleriyle meşgul olmaları
harâmdı. Çünkü Hakk’tan başka bir şeye dönmeyi Hüdâ harâm kılmıştı.
Kısacası, Hakk’ın dileği onların kendisi
ile beraber olması ve kendisinden başka bütün meşguliyetleri kalplerinden
temizlemeleriydi.
Meğer
o hafta onlar hile yapamamışlardı. Temiz
kalplerini bil. Çünkü Allah onları imtihan etti.
Kalpleri Hakk’la dolu olmadığı için
çirkin bir şekle sokuldular. Meğer yüce sûretden çıkıp hayvan oldular.
O kişi Hakk’tan uzak olmuş ve Hakk’la
beraber olmamıştır. Anla ki Rahman’ın huzûrundan kovulan kişinin kalbi daima
dünya olmuştur.
Zîrâ o, insanlığın en yücesinden nüzûl
etmişti. O hayvanın ufku, istidâddan uzak olmuş makamdır.
Ey sevgili! Onun için mesh Kurân’da
gelir. Hem bilesin ki hadîste bile gelmiştir. Onlar maymun ve domuzdur.
Çünkü insanlıktan çıkıp, çirkin bir
şekle sokulmuşlardır. Ey sevgili! Kıyamet günü onlar o sûretlerle toplanırlar.
Zîra kalplerinin sîreti hangi sûretlerle
olduysa, yarın kıyamet gününde o sûretlerle görünürler.
Ey yüce sevgili! O suyun hangi madenden
olduğunu görür müsün? O maden zuhûr ederse onun tabiati ona yansır.
Ey sevgili! Böyle olan insan hangi
hayvanın tabiatıdır? Çünkü [o görünüş] ona damgalanmıştır. Ayrıca o sûret onda
toplanmıştır.
Muhammed
ümmetinden olan aşağılık kimselerin sûretleri değişmezse, manevî bir değişim
olur. Pek çok arifin, pek çok câhil kişinin içlerinin değiştiğini görüp
yüzlerine vurmadıklarını ve İlâhî ahlâk ehliyle vasıflandıkları için sır
keşfetmez olduklarım anlatan kutsal beyitlerdir.
Ey cân! Nice ârif, nice câhil görmüştür.
Onlar [câhillerin] içlerinin nasıl olduğunu görürler. Müşkül kılma.
Fakat arifler, o pişmiş kimseler,
ayıpları örttükleri gibi câhillerin ayıplarını da yüzlerine vurmazlar.
Onlar
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in ahlâkıyla ahlâklanmışlardır. Çünkü
câhiller, görünüşte insan gibi
olmuşlardır.
Fakat câhil ve bilgisiz kişilerin içleri
hayvan gibi olur. Çünkü hakkıyla hakîki insan olamazlar.
Ey cân! Bunlardan bir nasihat al. Çünkü Hakk
sana Yahudi kavmini açıkladı. Onların tabiatı hayvan gibi oldu.
Görünüşleri insan olan nice inatçılar
vardır. İnatçı olmuş ümmet Cuma günü hile yapar.
Ey canım! Cuma gününün bize gün olduğunu
işittin. Hakk’la beraber olalım diye o gün bize farz oldu.
Günahkârlar Cuma günü nice ahâksızlık ve
günahkârlık yaparlar. Lâkin bil ki yüce Mevlâ’nın hikmeti şaşılacak şeydir.
Aynı zamanda Cuma günü hem bayram hem de
gecelerin en itibarlısıdır. Câhil kişiler ise [bu gece] Hakk’a lâyık olamazlar.
Nice ikiyüzlüler vardır ki kalpleri
mühürlenmiştir. Lâkin kalpleri ticâretle tüccar olmuştur.
Kimisi bağlar giyerek bir süre dağlarda
dolaştı. Görünüşte onlar secde ederler; ama aslında alış-veriş yaparlar.
İşit ey cân! Nice namaz kılan kişiler
vardır. O ahmaklar: “Namaz bize hesap tutanağı olmuştur” demişler.
Yani namaza dursan nice hesaplar
edersin. Namazla alışveriş ederek tüccar olursun.
Bunlar, Yahudi kavmi gibi hile edip dururlar. Allah, böyle câhil
olan cümle hayvanlardan bizleri korusun.
Ey
cân! O sûretler ki ibâdet etmişlerdir. Görünüşte
[yaptıkları] ibâdettir. Fakat o ibâdet
yarın onlara yılan olacaktır.
Kimisine şeytan, kimisine zehirli bir
hayvan, kimisine de ateş olacaktır. Hakikat ehli böyle der.
Yarın, kıyâmet gününde ibâdet olan
sûretleri hem yüzlerine çarpılır, hem de o ibâdet onlara ateş olur.
Fakat o hakikati arayanların yüzü
mihraptadır. Yüzleri Hakk’ın secdesi olmuştur. Onlara Sübhân görünür.
Hakk’la ibâdet eder, Hakk’la Kurân okur.
Hakk’la olup Hakk’la gelir. Onların hepsi Hakk’a gelir.
Ey Allah’ım! Kimseden uzak olma. Çünkü
sen yakın olansın. Her an yüzünü görelim. Çünkü sen zâhirlerin en zâhirisin.
Gözümde görünen ve sözümde söylenen
sensin. Gören de bilen de sensin. Kör olanlar hangisini görürler?
Semâvî
kitaplardan İncîl-i şerîf
ile Tevrât-ı şerifin kapsadığı sırlan Fâtiha-i şerîfenin ne vechle topladığını
anlatan kutsal beyitlerdir.
Gel ey oğlum! Çünkü esrârın ne olduğunu
işittin ve bildin. Kurân, hem İncil’i hem de Tevrat’ı kapsamıştır.
Ey cân! Nasıl kapsadığını bugün duydun.
O sırların hepsi Kurân’da toplanmıştır.
Çünkü Fâtiha, zât, sıfat ve fiiller onda
zikrolunmuştur. Ey cân işit.
Bütün hazretleri bir araya topladı. Biri
ulûhiyet, biri rübûbiyet biri de hazret-i Rahman’dır.
Bil ki biri de [onun] rahmetidir. Biri
ise mâlik olmasıdır. Onların hepsi beş tanedir. Kurân ve esrârı budur.
Mutlak tekin kendisine işaret,
lillâhtır. O, eşyaya başlangıç oldu. Hem bâtının sırrı da odur.
Rab, vücûda bile geldi. Hem eşyaya
mazhar oldu. Alemlerin Rabb’i geldi. Kurân’ın Fâtihasını oku.
İşit ey cân! Çünkü eşya, varlıkları ve
hakikatleri hep bir arada hamdeder. Çünkü o, Allah’ın mazharı oldu.
Hakk’ın sıfatları hem nitelikleri hem de
olgunlukları meydana çıkarır. Ey cân! Bu da hamdoldu ki Sübhân’ın tesbîhi
budur.
Onun âşikar olmasını bil. [Aşikâr
olması] birliğinin delilidir. Her an şükredip, onu teşbih ederler.
Bu yüzden “âlemler” kelimesi âlemden
türemiştir. Hakk, onlarla bilindiği için ona “Âlem” derler.
Ey cân! Neden akıllar çoğul olarak geldi
ve “âlemler” denildi? Sen de bir nükte oku ve o nükte de başka olsun.
Ey sevgili! Zîra Rab olan Allah, biri
zâhir biri bâtın olmak üzere iki türlü terbiye eder. Bilesin.
Ey sevgili! O zâhir terbiye, olgunluk
vermektir. Görünen olgunluk, o eşyanın kemâle varmasıdır.
Bâtın terbiye herkeste olan terbiyedir.
Mârifet ilmiyle olur. O Allah, kemâle erdirir.
Kısacası bütün eşya bil ki âriflerin
yaratıcısınındır. Hem onu tesbîh de ederler. Çünkü [onlar] canlı oldular.
Bil ki o Rahman ismi vücûda dağılmıştır.
Bütün eşya Rahman’ın rahmetiyle çoğalır.
Âlâ ve aşağılık olan kim varsa Rahmân
ona haz verir. Çünkü rahmeti herkese aittir. Şeytan ve insan ayırt etmez.
Sen onun Rahîm ismini de bil. O isim
husûsi bir rahmettir. O rahmetle ancak [Allah’a] kul olan insan gelmiştir.
Kısacası kâmil insanı tanı. Sakın sen
hayvanı [insan] sanma. Çünkü kâmil insan Rahmân’ın sûreti oldu.
O, rahmet özelliği bularak hem kâmil hem
de gerçek bir mürşit oldu. Onlara besinân oku.
Amellerin zevkini alanlar amellere işâret oldu.
Rahîm’lerine şühûd ederek Rahîm’e mazhar oldu.
Ey cân! O Mâlik ismini de bil. O son
noktadır. İnsan kıyâmet gününde o Mâlik’ten ceza aldı.
Hakk
hazretlerinin, onun yüceliği artsın, herkesin istidâdına göre ceza ve mükâfatı
olup [insanlara karşı] tek türlü olmadığını anlatan kutsal beyitlerdir.
Ey sevgili! Eğer [kişi] zâhid ve âbidse
cennet ve hûriler ona cezadır. Eğer amellerine kavuşan biriyse amelleri ona
tecelli eder.
Zîrâ amellerini fenâ etmek o sâlike ceza
olur. Çünkü o fâni olmuştur. Allah, ona amelinin tecellisini verir.
Eğer sıfatları fenâ etse, Hakk’ın
sıfatlarının tecellisi o sıfattaki sâliklere şüphesiz ceza olur.
Eğer zâtı fenâ etse, zâtın bekâsı o
sâlike şüphesiz ceza olur. Sâliklerin cömertliği böyledir.
Allah’ın mutlak zâtı, bütün hazretleri toplar. Hamd ona oldu.
Çünkü o, bütün eşyada belli oldu.
Bütün eşya, sıfatlar ve fiiller ona
vücuttur. Hepsi onun esmasıdır. Hamîd ve Mahmûd odur.
Nasıl ki başlangıç Allah olmuşsa,
dönülüp gidilecek yer yine o Mâlik’tir. Tafsil, başlangıç ile son arasında ve
toplu bir şekilde geldi.
Kısaca çeşitli hamdler hem de hamdlerin
tamamı olmuştur. Eşya, bütün dillerle beraber ona hamd eden ve hamd edilen
olmuştur.
Bütün eşyada hamd eden nasıl hamd edilen
olmuştur? Çünkü o, bir başkası değil, mazharın zahiri olan Rab’dir.
O sâlik Hakk’ı eşyada gördüğü gibi o
esmâ dahi o insanın huzurunda hitap etti.
Fâtiha-i
şerîfenin müşahede ehlinin Kurân’ı görmesi üzerine indiğini ve Muhammedi
hidâyet ehlinin Cem’in Cem’i sâhibi olup gerek günahkâr, gerek gazâba uğramış kişilerin kimlerden
ibâret olduğunu anlatan kutsal beyitlerdir.
Günahkâr ve gazâba uğramış kişileri anlatan
fasıldır.
“Ey Rabb’im! “Bize hidâyet ver. Doğru
yolunu bulalım” dediler. Onlar Allah’a yaraşır yolda oldular.
Onlara rahmetinin hasını Rahîm ismin
vermiş. Yâ Rabbi! O yola bizi hidâyet eyle. O yol, kâmil insanın yoludur.
Ey cân! Bil ki o doğru yol nebilerin
yoludur. O yolda mirasçılar canlarını verdiler.
O “Bize hidâyet ver” demeden evvel Hakk’ı görmüştür. Çünkü
Rabb’ini eşyada gördü. Allah’ım, bütün ibâdetler sanadır.
Bundan başka senden ancak yardım isterim. Çünkü senden başka
yardım edecek hiç kimse yoktur.
Çünkü ben yoktum. Senin vücûdunla oldum ve [dünyaya] geldim.
Vücûdun vücûdumdur. Sen hem ibâdet eden hem de ibâdet edilensin.
O bilgili sâliğin duâsında ne dediğini anla. “Kendisine gazap
olunanlardan başkası” diyerek izân edersin.
Yani ey benim Rabb’im! O yola bizi hidâyet eyle. Çünkü [o yol]
kendisine gazap olunanlardan başkasının yolu olmuştur.
O gazâba uğrayanların yolu, zulmet yoludur. O yollar madde
yolunda kalanların tuttuğu yoldur.
Zâhir ehli olanların hepsi cismâniyet hicâbında ve hislerin
lezzetlerinde hapistir.
Zâhirin güzelliğinden çıkamazlar, bâtın onalara tecelli etmemiştir.
Gazâba uğrayanların hepsi bâtında kalanlardır.
Onlar Yahudiler gibi bakarlar ve zâhiren görürler. Ruhlarının
hâli şekil değiştirmiştir ve hepsi hakikatte hayvandır.
Rabb’im, beni şu yoldan koru! Ey Rahmân! Sakın beni o gazap
yoluna ortak etme.
Yani rahmetinin hazzını Rahmân isminden alırlar. Onların hepsi,
herkese ait olan rahmetinde gazâba uğramış olurlar.
Onlar, maddenin perdesinde bâtının
kovulmuş olanlarıdır. Hepsi mahbûs kalmıştır. Onların hepsi Yahudi’dir.
O bilen şahit “Doğru yolu şaşırmışlar”ı
okur. Yani “Ey benim Rabbim! Sen beni koru” der.
Doğru yolu şaşırmış olanlar, bâtında
kalanlardır. Onlar, nurâniyetle mahcûb olan ve doğru yoldan ayrılanlardır.
Onlar Hakk’ın vücudunu hasretmiş olan
teşbih ehli ve Hristiyan kavmidir. Onlar zâhir olmadılar.
Bil ki onlar zâhir hükümlerle bağlı
kalmadılar. Zâhir nedir, diye bilemezler. Onların hepsi zındıktır.
O Ahmed’e mazhar ve Muhammed’e [salla'llâhü
aleyhi ve sellem] meşrep olan kimdir? O kişi hem Hakk’ı halkla bulur, hem de
Mahmûd gibi olur.
Dârı ve diyârı görür. Fenâ olup, bekâyı
bulur. Eli kârda, gözü ise yârdadır. Ona dilber görünür.
Hakk’ın bütün hazretlerini bulmuş ve de
görmüştür. Hakk ile Hakk olmuştur. Rahmân’ın sûreti bu kişidir.
O yol, Allah’ın yolu ve doğru yoldur. O
yolla birlikte Mustafa oldu. O yolda o sultan oldu.
Tevhit lisânıyla niyaz eden kutsal beyitlerdir.
Ey Allah’ım! Bizi Ahmed [salla’llâhü
aleyhi ve sellem]in yolundan uzaklaştırma. Hem bütün âsiler senin cömertlik ve
feyzini alırlar.
Lütfunun ta kendisinden Mustafa bize
geldi. O zâtın fitilinin nûrundan pek çok nûr aydınlandı.
Nice şahit, âyet, tafsilat ve delil pek
çok karanlığı kaldırdı. O Kurân bizi nûrlandırdı.
Pek çok kadeh içirdi ve sarhoş edip
kandırdı. Yâ Rabbi! Senden başka ne anne ne de babalar bıraktı.
Ey yüce sevgili! Gözümüzü kapasak da
açsak da her an görünürsün. Sen osun ki körler bile seni görür.
Görünen ve gören sensin. Bulunan ve
bulan sensin. Kuru tâbirimle sen busun ki: Sadece sen varsın. Senden başkası
yoktur.
Fâtiha-i
şerîfenin kapsadığı hazretleri açıklayan kutsal beyitlerdir.
Fâtiha-i
şerîfenin esrânnı anlatan bölümdür.
Gel ey sevgili! Fâtihâ’nın sırrını biraz
işittiğin gibi Besmele’nin kapsadığı esrârı da işitip kavra.
Çünkü Fâtiha’da olan bütün esrâr
besmelede de toplandı. Ey cân! İşitip sağlam bil.
İsim o şeydir ki bir şeyi onunla
bilirsin. İşit ki tahkik ehli: “Allah’ın ismi nedir?” diye sordular.
Ey cân! Sen dahi bil ki sûretlerin
çeşiti esmâ olur. Çünkü onların hepsi Hakk’a delâlet eder.
Olgunlukları, nitelikleri ve
hakikatleriyle sıfatlara ve zâta işarettir. Kurân’ın esrârı odur.
Ey cân! Anla ki onların vücûtları o
Hakk’ın vechine işârettir. Aşikâr olmaları Hakk’ın birliğine delildir.
Ey cân! Allah’ın ismi bile mutlak zât
olmuştur. Yani nitelenebilir ve nitelenemez
olduğuna inan.
Hem tecrit edilmiş hem de mutlaktır. Ona: “Lezzetlerin ismi”
derler. Ey yüce sevgili! Kısacası [o isim] mutlak zâttan ibarettir.
Aynı zamanda Rahmân isminin feyiz veren olduğunu bildin. Bütün
eşya kâbileler hâlinde Rahmân’ın rahmetini verir.
Eşya onunla daha iyi kemâle varır. Yüce
ve sefil olan kim varsa başlangıca rahmet olur.
Nitekim Rahîm ismini bil ki rahmetinin
nihâyeti odur. Yüce insan sınıfı onunla kemâle erdi.
Ey canım! Sözün kısası, Besmele’nin
mânâsı başlangıç okuyup hem de Rahmân’ın sûretini söylemek değildir.
O yüce insan topluluğunun sûreti,
sıfatlarla zâta ve fiilere delil olur.
Bil ki ism-i azâm geldi. Ne varsa
hepsinin yerine geçti. Ey canım! Onunla anla ki Kuran’ın sırrı o ism-i azâmdır.
Âlemin övüncü
efendimizin “[Sözlerin en anlamlısı] Kurân-ı Kerîm bana verildi ve ben dinleri tamamlamak
için gönderildim” kutsal hadîsini nihayette şerhidir. Nebilerin en değerlisini,
salât ve selâm ona olsun, anlatan bölümdür.
Onun için Hz. Ahmed hadîsinde
“Cevâmiü’l-Kelim [Kurân-ı Kerîm] bana verildi” diye buyurmuştur. İşit ey dost!
Başka bir hadiste de: “Ben güzel ahlâkı
tamamlamak üzere gönderildim” diye saâdetle buyurmuştur.
Ey cân! Allah’ın Resûl’üne verdikleri o
sözler nedir? Bil ki o amamlamak için gönderildim.
eşyanın hakikati olmuştur.
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
tamamlamış olduğu güzel ahlâk nedir? O, eşyanın sûretidir ki yardım ondan
geldi.
Evvel odur, âhir odur, zâhir ve bâtın
odur. Gökyüzü, yeryüzü ve zerreler onunla feyizlendi.
Rahmân’ın Besmelesi ve Kurân’ın
Fâtiha’sı odur. İncil, Tevrat ve Kurân’ın mazharı odur.
Ahmed odur, Mahmûd odur, sevgili de âşık
da odur. İcmâl ve tafsil odur, hatta cilve yapan odur.
Onunla okurum, hem de onunla başlarım.
En büyük besmele, şükürler ve hamdler odur.
Kutsal
Besmele’nin gerek söylenişine göre ve gerek ortadan kaldırılışına göre olan
işâret ve esrânnı anlatır.
İşit ey cân! Sana bir söz söyleyeyim de
kabul et. Besmele’nin harfleri toplam on sekizdir.
Fakat Kurân’da yazarken on dokuz oldu. O
üç elif yirmi birin içinde mahzûf olmuştur.
Ey yüce sevgili! Bu, on sekiz bin âleme
işârettir. Derler ki: “Bin, eliftir. Tam sayılar odur.”
Onun için elif ile tâbir ederler. Büyük
ve küçük olan ne varsa bütün eşyadan maksat odur.
O ki yazılmaz, telaffuzla zâhirdir. O
mutlak zât odur. On dokuz kere okuduğunu bil.
Ey yüce ihvân! On dokuzuncusu nedir,
bilir misin? Âlem ve insan odur. O, asıl yerinden ayrılmıştır.
Ey cân! Uç elif daha gizlidir. Onlar
hangileridir? Anladın ki onlarla beraber yirmi bir olurdu.
Biri İlâhi âlemlerdir, biri İlâhi kudret
ve ulûhiyet âlemidir. Biri de rûh ve melekler âlemidir. Ey dost! Bununla üç
olduğunu işit.
O zât hem sevgilinin sıfatları hem de
fiilleridir. İşit. Ey dost! Bil ki üç mahzûf elif onlardır.
Onun için Hz. Ahmed’e ashâbı: “İsmin
elifine ne oldu?” diye sordular. [Onun] ne cevap verdiğini işit sevgili.
O yüce peygamber cevabında “Şeytan
çaldı” diye buyurdu. Bu sırrı anla.
Ey
dost! O yüce peygamber sonradan yine “İsmi elife karşılık uzatın” diye buyurmuştur.
Ey cân! Onun için Besmele isminin
uzatıldığını görürsün. Bu, Resûl’ün emridir ki onda sonsuz sırlar vardır.
Çünkü zâtın sırrı nasıl ayrıntılı bir
şekilde açıklanmışsa, Rahmân’ın âşikâr olması da bütün eşyada tafsilatlı
olmuştur.
Eşya ona perdelenerek, görünmez ve
bilinmez oldu. Hem yerde ve gökte ne varsa odur.
O mukaddes zâtı bil ki sıfatlarla gizli
geldi. Ey cân! Sıfatları da işit. O filer de gizlilik verdi.
İnsan hepsini (kendinde) toplayıp en
büyük tılsım olmuştur. Rahmân “Secde edin” diye buyurunca âleme halife oldu.
Ey cân! O kişi Besmele işâretlerini
[kendine] çekmiştir. İnsan hepsini kendinde toplamıştır. Şeytan bunu
bilememiştir.
Ey cân! Onun için “Eserlerde hakikat geldi. Besmelenin bâ’sı
bugün onunla var oldu” derler.
Besmelenin
bâsı olan aldın Muhammedi hakikatten ibaret
olduğuna işarettir ve Muhammedi hakîkat. olan en
büyük ruha vâki olan İlâhi hitâbı anlatan beyitlerdir.
Nebî’nin
ruhuna dek, salât ve selâm ona olsun, İlâhi hitâbın faslıdır.
Meğer o besmelenin bâ’sı ilk akıl olan
Hz. Muhammed[salla'llâhü aleyhi ve sellem] dir. Ona hitap bile geldi ki sana
“İşit ve inan” der.
“Senin için âlemi yarattım. Seninle
âleme baktım. Yeryüzünde ve gökyüzünde ne varsa hepsine seninle rahmet ederim.”
“Nitekim ben sana efendi olurum. Sen de
bana mülk müsün? Seni âlemin efendisi yarattığım gibi sen de bana şükret. ”
Rab: “Bütün âlem senin mülkündür, bütün
kullar senin için yaratıldı” diye biraz söyleyince o sultan utandı.
İşit ey cân! “Hayâsından biraz zuhûr
etti. Allah’ın heybeti tuttunca yürekler yanar” derler.
Terinden su olmuştur. O sudan da eşya
yaratılmıştır. Buharından semâlar yaratılmıştır. Her şeye o cân olmuştur.
O suyla hayat sırrı geldi. Gökyüzü ve
yeryüzü dizildi. Ayrıntılı âlem kuruldu ve mükemmel insan yaratıldı.
O “Biz [hem] öncekileriz ve [hem de]
sonrakileriz” sırrıdır. Anla. Bunu en büyük resûl dermiş. Nihayetsiz şükürler
edelim.
“Niçin aklın bâ’sı odur? Bâ alfabede
eliften sonradır” dedim.
“Ey cân! [Bunun] sırrını işit.
En büyük ruh olan Muhammed salla'llâhü
aleyhi ve sellemin bâ ile tâbiri ve işâreti, bâ’nın mânâsı
olan bitiştirilmesi münâsebetiyle bütün eşyânın iâdesi ve bağlanması sebebi
olduğunu anlatan kutsal beyitlerdir.
Elif, zâta işârettir ki bâ, ikinci
mertebede gelmiştir. Hem de Rahmân’ın [yarattığı] ilk aklı bildin.
Bâ’nın mânasını da bildin. Çünkü [o]
kavuşturmak için geldi. Bütün eşya [onunla] Hakk’a bağlanmış olur.
İşit ey cân! Yani gökyüzü ve yeryüzünün
hepsi Allah’ın resûlü olan en büyük ruhla vasıflanmıştır.
O bâ Allah’ın Resûl’üdür. Allah’ın
bekâsı da odur. Kavuşan da kavuşturan da odur. Kavuşmak onunla oldu.
Ey cân! Nasıl ki Fâtiha’nın sırrı
Kurân’ın sırrında gelmişse Besmele’nin sırrı da bâ’da gelmiştir.
Nitekim İncil, Tevrat ve başka hangi
esrar varsa hepsi o bâ’da saklıdır. Bâsinân’ın sırrı odur.
Gözlerimin nûru, sözlerimin sırrı ve
kulağımın işitmesi o bâ’dır. Hem bizlere sevgili olan da odur.
Etrafı saran bütün eşya ve varlıklar
onunla gelmiştir. [O] bütün âleme berekettir. Meydan onunla açılır.
Hangi dil onun medhini yapsın hem de
görsün? Hangi göz onu görür? Hem Allah’ın sırrı da odur.
En büyük ruh
olan Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemin tanzîm eden
lisânıyla zikri meydana çıksa o adı geçen hazretin nûru doğup âşıkların hepsi o
nûrun sır ve ziyâ kuvvetinin yanında sarhoş ve susuz olup âşıkların dilinde
sarhoş ve susuz olarak zuhûr eden niyâzın ve kelimelerin mukaddes ifadesi olan
kutsal beyitlerdir.
Allah’a hangi dillerle şükredelim? Bütün
diller onun övgüsünde lâl ve âciz olmuştur.
Onun zikrini edersin. Övgü ve senâ etsek
o asla zikir sayılmaz. Âcizlerin övüncü olan o geldi.
Var olan odur, biz yok olduk. Yok
olanların vasfı, tesbîhi ve takdisi nedir, diye hepimiz şaşa kalırız.
O kutsal cömertlik sahibi, yok olanların
lisanında nice tesbîh ve takdisle hamd ederek zuhûr etti.
Hem kendini tesbîh eder hem de senâlar
ederek şükreder. Cömertliğinden “Kulum!” diye buyurdu ve hepimizi şükreden
kıldı.
Ey Allah’ım! Bizi bizden al. Biz asla
olmayalım. Sen varsın ve [hakikat] sensin. İnsan arada kalmasın.
Sen hem bülbül hem de gülsün. O
sevgilinin yanağısın. Söz de sensin, söyleyen de sensin. Bütün âlemin sevgilisi
sensin.
Güzel yanağının noktasının sırrı [bütün
âlemi] tuttu. Çünkü nokta, besmelenin bâ’sıdır. Bismillâhirrahmân oku.
Kurân-ı
Kerîm’in en büyük ismi içine aldığını ve en büyük ismin ne olduğunu anlatan hakikat, ehline işâret eder.
Ey yüce sevgili! Besmele’nin sırrını
işittiğin gibi eğer kâmil mürşitten de kadeh içtiysen,
Bismillâh’ın nice esrârını vicdânınla
bulursun. Bütün âlemi bütün varlıkları Besmele’nin tutmuş olduğunu görürsün.
O sin [harfi] bâ ile geldi. “Bes” diye
okuyup işittin. Fetihle okusan beştir. Ey yüce sevgili! Bu sana yeter.
Kurân’ın başlangıcı bâ’dır ki [başta]
Bismillah nüzûl etmiştir. Son sûre Nâs’tır. O Kurân’ın sonunda okundu.
Besmele’nin bâ’sını ve Nâs sûresinin
sin’ini alırsın. Bes o bâ ve sinle sırrını bulur. [İşte] Kurân odur.
Allah’ın en büyük ismi Rahmân ve
Rahîm’dir. Hem gören hem görünen Kurân, her sâlike bir delildir.
Sâliklere mürşit ve Hakk’a erenlere
kasdolunan odur. Tâliplere istenilen odur. Hem herkese ferahlık verir.
Allah’ın
Resûlü, salât ve selâm ona olsun, buyurdu: “Allah’ın adıyla başlamayan her
önemli iş eksiktir” şu hadîs-i şerifi şerh edip açıklayan kutsal beyitlerdir.
Eğer bir şeye başlasan ki o şey önemli
bir iştir. Meğer o sûretlerin en güzeli olan sevgili onunla olmuştur.
Onun için âlemin övüncü “Biliniz ki en
büyük isim odur” diye hadisle besmelenin sırrını şerh etti. İşittin.
“Eger önemli işe besmelesiz başlansa o
[iş] faydasızdır” buyurdu. O sultanın böyle şerh ettiğini işittin.
İşit oğlum! Niçin önemle kayd olduğu da
bir sırdır. O müminler, ârifler ve o dostlar iyi hâllerdedirler.
Hakk’a bakmak Cem makâmıyla olurmuş.
Herkese meşru olduğunu herkese tenbih eder.
Ey cân! Çünkü en güzel onlar önemli iştir. Hepsi zâttan gelirler
ve hepsinde Rahmân görünür.
Ey cân! Fakat kötülükler her ne kadar eşyanın levhindeyse de bu,
aykırı bulunmuştur. İbâdet edenlerin hâlleri odur.
Onun için besmele çekmek haramdır. İtâat etmesin. Çünkü Hakk
bâtın olmuştur. Hz. Rahmân görünmez.
Aykırı olan şeyler nefsin kesretinden gelmiştir. Çünkü bütün
âsiler gayrılıkla evvelden gelir.
Zîrâ şerin, kesretin, hâllerin ve mevcut olmayanların hepsinin
sıfatlardan ve çeşitli kullardan olduğunu bil.
Bütün kesret hâllerinde ve kötülüklerde cümle ârifler Hz. Cem
makâmında olurlar.
Kendi hâllerini görüp, kendilerine nisbet ederler. O nisbette
görünürler. Edeplilerin işi budur.
“Rabb’imiz biz [kendimize] zulmettik” âyetini oku. Âdem ile
Havva’yı işittin. Kendilerine nasıl nisbet ettiklerinin delili işte al burada.
O lânetli ve kovulmuş şeytan: “[Öyle ise and olsun ki] beni
azdırmana karşılık [ben de onları saptırmak için her halde Senin doğru yoluna
oturacağım.] ” derken onun nasıl küstahlık edip, kovulduğunu işittin.
Her ne kadar tecellîlerin hepsi yüce ve de bayağı olsa da zât
her şeyi kuşatmıştır. Bil ki hepsi helâk olmuştur.
Bütün esmanın mazharı zıtlarla
gelmiştir. Mukaddes sevgilinin vechi bil ki tektir. Onda noksanlık yoktur.
Bütün renklerde [çeşitlerde], vasıflarda
ve hâllerde göründü. Her şeyden münezzehtir. Bismillâhirrahmân odur.
“Önemli olan bir işe eğer besmeleyle
başlamazsa [o iş] şükürsüzlükle kesilmiştir. ” O zîşân böyle buyurmuştur.
Zâhir uleması hadîslerin arasında
kalarak kuru gürültü yapmıştır. Onların hali açıkça kuru gürültüdür.
Hâşâ! Allah’ın Resûlü’nün sözü,
çelişkiden ve zıtlıkla söylenmekten uzak ve mukaddestir. Çelişki, câhillerin
anlayışıdır.
Çünkü
“O vahiy sâhibi, kulumdan mukaddestir.
[Hevâdan] söylemiyor” mazharı o
eksikliği nice fehm eder.
Fakat
“[Kuluna] vahyettiğini [vahyetti.]” sırrını her ne kadar anlatmışsa da
hadisinin söylenişinin başlangıcında sonsuz
sırlar vardır.
Zıtlık ve çelişki yoktur. O, mutlak
zâtın sözüdür. Câhiller bunu bilemez, [bunu ancak] Muhammed [salla'llâhü aleyhi
ve sellem] görür.
Şühûd ehline ve tevhîd makâmına “Onun
sırrını Hakk’ın nazarıyla bakan ârifler bilir” diye tenbih eder.
Ey cân! Çünkü Besmele tam Cem hâliymiş.
Bil ki bu eşya gerçekte sadece ve sadece odur, başkası değildir.
Ey dostum! Hamd ederek kemal ortaya
çıkar. Aynü’l-Cem makâmı ise görenin de görünenin de bir olduğu makamdır.
O sır, Allah’ın en büyük sırrıdır. O,
Rahmân’ın besmelesidir. Hamd, tesbîh ve takdis odur. Ey insan “Hiçbir şey
yoktur ki...” [âyetini] oku.
Kıble odur, merci odur, vâhid ve ehad
odur. Eşya onunla başlar. [Fakat] kör onu noksan görür.
Onun için dedikodu ehlinin şekilci
olduğu bellidir. Çelişki ve zıtlıkla sözleri yüz elli defa söyler.
O zâtın kutsal varlığına câhillikten
nice evhâm ve hayâller nisbet eder. O Allah her şeyden münezzehtir.
Ey cân! Peygamberlerin şereflenmeleri de
kutsaldır. Vahdet nûrunun sırrında hepsi pâk olmuştur.
Kelâmları Allah’ın kelâmı ve sûretleri Hakk’tır.
Sen “Kim beni görürse” [hadîsini] okuyup, pâkların ne zamandan beri sır
olduğunu anla.
Kutsal hadîste bile Hakk’ın lisânıyla
buyurmuştur. İşit ey cân! Bu nükte sana şerefli bir nüktedir.
Eğer bir kimse bir kere hamd ile besmeleyi
aralıksız okursa o ihsanın nasıl olduğunu işit ve bil.
Hakk: “O insan yarlıganmış ve kabul
olmuş olur. Enbiyâdan evvel gelip [bana] kavuşur” diye buyurmuştur.
Hakk: “Bana evliyâdan da evvel varır”
diye buyurmuştur. Ey yüce ihvân! Bu hakikattir. Sakın şüphe etme.
Ey cân! Çünkü besmele hamdla birleşse,
bu makâmda sen sevgilinin tekliğini ve sırrını görürsün.
O sultan: “Allah vardı ve O’nunla beraber başka hiçbir şey
yoktu” dedi. Bu makâm halkı sığmadı. Bütün peygamberler susuz kaldı.
Haydar’ın sırrının ifadesi olan “Şu an dahi öyledir”i oku. Bu
sırra mazhar olanlar Allah’ın sırrını ananlardır.
Ey Allah’ım! Bizler kimiz? Bilsem ki acaba sen var mısın? Âlem
nedir? İnsan nedir? Acaba biz yok olduk mu?
Kimisi varsın dedi, kimimiz yoksun dedik. Bu var-yok nereden
geldi? Hepimiz şaşa kalırız.
Eğer yoksan bu esmâ nedir? Eğer varsan adlanmış olan kimdir? Bu
var-yoktan münezzehsin. İnsan sûretiyle göründün.
Bu yokların dilinde nice şükürler ve takdisler, ibâdetler ve
teşbihler edersin. Sende noksanlık yoktur.
Aynı zamanda sen hakîki varlıksın. Vücutla mevcut olmadın.
Görünen ise sonradan peyda olan varlıktır. O, bir hülyâ değil dermândır.
El ve dil sensin. Hem gören hem de görünen sensin. Sen Ahmed ile
göründün, lisanın da Kurân’la geldi.
“Benim Allah ile öyle anlarım olur ki, hem melekler hem de
Allah’a yakın olanların hepsi o anda yeksân olur” dersin.
Şanların şanı ve canların canı o andır. [Onun] bütün delili o
andır. Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] o andadır.
Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in sözü o andır. Sâliklere rehber olan odur. Besmelenin mübesmili odur.
[Buna] “Haydar’ın sırrı” derler.
Diller nasıl seni tesbîh eder, bülbül
nasıl senin övgünü yapar? Sen bülbülsün hem de gülsün. Bütün dilberlere
göründün.
Yanaksın hem de bensin, aynı zamanda
sevgililere cansın. Pek çok âşığa kansın. Sevgili nice kanlar döker.
Yanan meydan fitiline pervâne de gelsin.
Başkası değil, [sadece] sensin. Bülbül buna şâhitlik eder.
Zamanlara zaman sensin. Mekânlara mekân
sensin. Sen her şeyden münezzehsin. Rahmân olduğuna şüphe yoktur.
Ey Allah’ım fetih kapısı ile Muhammed [salla'llâhü
aleyhi ve sellem]in olgunluğunu besmeleyle feth ettin. Sen bizi [bundan] mahrûm
etme.
Cemâlinin tecellisiyle [beni]
aydınlatıp, bağışla. Çünkü ben bir hiçim. [Bana] zuhûr et ki herkese sultan
olan sensin.
Besmelenin noktası ve Allah’ın isminin
sırrı hakkıyla ufukları ve ruhları tutmuştur. [Bu yüzden] Rahmân sûretiyle
göründün.
Rahîm’sin, bunda asla şüphe yok. Habîbin
müsemmâ oldu. Bütün ârifler onunla insan sûretini buldu.
Seninle ikrar etmeye geldim. Biraz
sırlar açığa çıkarayım. Ağşina ve kendisinden yardım beklenen Allah’ım,
fetihlerin fâtihi sensin.
Gel ey sâlik! Biraz sözler işit. [Bu
sözler] takrire geldi. Bu da sırdır, gerçeği meydana çıkar ki Haydar’ın sırrını
bulasın.
Meğer “Bismillahrrahmân” ve de “Er-Rahîm”i anla sen. Bil ki
ârifler [Allah’ın] bu üç ismiyle besmele okur.
Allah zâtın ismi, Rahmân zâtın sıfatı, Rahîm de fiilleridir.
Bekânın görülmesi budur.
Bekâ ehlinin zâtdan tenezzül eylediğini bil. Tahkikat ehli hem
sıfatlarla hem de fiillerle geldi.
Allah’ın ve Rahmân’ın mazharı geldi. Rahîm sûretiyle görünerek
makâm tuttu.
Zâtda cem ile oldu ve sıfatlarda hazreti buldu. Fiillere zuhûr
etti. O zaman hilâfeti buldu.
Besmele okudu. Rahîm ve Rahmân’ını buldu. Cem’in cem’i makâmıyla
insan sûreti göründü.
Halifelik sırrını bulup şühûd makâmına erdi. Âlemlerin hepsini
kendinde bir gördü.
Mürşit budur ki imam oldu ve mihrapta bile durdu. Âlemlerin
hepsi ona uydu. Kurân bununla okunur.
Devamlı namazı buldu. Bulanlar namazlarını kıldı. Bununla
secdeler oldu. İmamların imamı budur.
Bütün âlemlerin sırrı olan inciyi bununla buldular. “Kuşluk
vaktine and olsun” ki bunun yüzü ve Allah’ın sırrı oldu.
Bunun vasfında diller âcizdir, takdir edemezler. Çünkü o Hakk’ın
maksadıdır. Allah’ın besmelesi odur.
Biraz vasfını yaptığım zaman, “Niçin çoktur?” deyip uzaklaştın.
Esmânın mazharı, bütün hazretler ve güzel sultan budur.
Ey sevgili! Eğer kâmil mürşitten kadeh içtiysen marifet
makamında hem Allah hem de onun sırrı olursun.
Ey canım! Geçen takrirde Cem makamının
esrarından ve Hz. Cem’den bazı hakikatler işittin.
Cem’in Cem’i esrânnı ve diğer
İlâhi hakikatler ile değerleri anlatan bölümüdür.
Fakat Cem’in Cem’i [makamının] esrarı
geçmedi. Ey ihvân! Cem’in Cem’i nedir, diye benden biraz sırlar işit.
Makâm-ı efâlde bütün fiillerini Hakk’a
nisbet ettin. Cemü’l- Cem makamında ise o fiilleri kendine nisbet edersin.
Hakk mürşidiyle fiillerin makamına nüzûl
edersin. Cem’in Cem’i makamında olursun. [Sakın] şüphe etme.
Hem Allah’ın hem de Rahmân’ın mazharı
olursun. Rahîm mazharını görürsün. Ey sevgili! Sen nasıl böyle oldun?
Kısacası esmânın hepsi, hazretler ve
başka ne varsa hepsini sende görürsün. Herkese açıkça göründün.
Kendini sende görürsün ve sende dediğimi
bende görürsün. Bütün âlemde ve her yerde kendini sultan olarak bulursun.
Esmâ-i Hüsnâ’yı okuyup sırlarını kendinde
bulursun. Hakikatlerin hepsinin bende nasıl delil olduğunu görürsün.
Mürşidinin kim olduğunu görürsün. Haktır
ve herkese birdir. Herkeste görürsün; ancak [o mürşit] başkası değil,
Allah’tır.
Rahmân’ın arş üzerindeki egemenlik
sırrını bilirsin. Ne sırlar ayân olur, hem [bu sırlar] gözüne gizli değildir.
Ayrıca o Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in nûru bil ki
bütün eşyayı kuşatmıştır. Sırrının nice olduğunu görüp daima uyanık olursun.
Gözünü kapayıp açsan da uyuyup uyansan da
nurların nûrunun âfakta nasıl belli
olduğunu görürsün.
O Allah, âlemin bütün zerrelerine vech olmayı düşünmüştür.
Eşyalar “Emret” dedi. Devrân eden o nûrdur.
O nûr başlangıç ve bitiş noktası olmuş, bütün eşya ona
varmıştır. Gözlerini [o nûr] kaplamıştır. Gözlerinin nûru bu nûrdur.
Fakat sen itâat et, sakın körlerden olma. Gece gündüz vakitler
deme. Uyuma ve taşkınlık etme.
Mürşidini bildin. Kurân, O Rahmân kalp gözünü açsın ve şeytan
gözünden çıksın diye sana nice deliller verir.
Gece ve gündüz nedir? Çalış ki vakitleri görmeyesin. Rahmân’ın
rahmetini bulasın ve o sevgili sana görünsün.
Bekâ sırrı belli olsun diye “Rabb’inin yüzü bâkidir.” der. [Bu
âyetle] O Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sırrını görürsün. Sen Kurân
oku.
Eşyanın “Yeryüzünde bulunan her şey fânidir” sırrını nasıl
bulduğunu görürsün. Pek çok dostun bekâda nasıl makâm tuttuğunu bilirsin.
Besmele’nin sırrını açıklayamam. O, varlıkların ayrıntılı sırrıdır.
Kurân [onun] sırlarını yazdı. Elim sana bir delildir.
Onun için hazret-i Haydar sana: “Toplu bir şekilde yazmanın
esrârı ayrıntılı Besmele olmuştur” der. İşit ihvân.
O Besmele’nin noktası nice esrâr yurdunu
kaplar. Aynı zamanda o Haydar ı Kerrâr’ın, o mertlerin şâhının o sırla,
Nasıl geldiğini anla ve “Ben [bâ’nın
altındaki] noktayım” [sözünü] dinle. Bütün Kurân’da Aliyyü’l-Murtazâ’mn sırrını
görürsün.
“İlim bir noktadır” ve “Onu câhil
çoğaltmıştır” dedi. Onun bu sırrını bildin mi? Ey yüce cân! Bugün bu sırrı
işit.
Hakk’ın sıfatlarının bilgisi basittir.
Kısım kısım bölünmeyi hiç kabul etmez. Hakk’ın zatı gibidir. Onda [herhangi
bir] noksanlık yoktur.
Bütün eşyayı kuşatmıştır. Ne varsa
eşyada saklıdır. Tafsilat ondan geldi ki onun en büyüğü insandır.
Zâtın zâtını keşfetmesinden sıfatlar
zâhir olmuştur. Aynı zamanda eşyanın hepsi keşfolunmuştur ki hepsi bir yere toplanarak
onda gelmiştir.
Kendisine kendi göründü ve bütün eşya
zuhûr etti. Ayrıntılı olan âlemin nüshası onunla şerh olur.
Ey cân! Kendi rahmetini nefs üzerine
yazmıştır. “Rabb’iniz yazdı” [âyetini] okuyup bildin. [Bu sözü] hem dinle hem
inan.
Kitabın “Oku [kitabını]!” ve “Bugün
hesap sorucu olarak sana nefsin yeter” der. Meğer sen, o yazılmışları yazan
kitap olmuşsun.
Ki o ilim, mâlum olanın kendisidir.
Yazan ise yazılmış olanın kendisidir. Rahîm, rahmete kavuşmuş kişinin
kendisidir. Rahmân’ın nasıl olduğun anla.
Nefsin kitabını okuyup, sana yeterli
olan hesabını bil. Rabb’inin pek çok rahmeti nefsine yazdığına inan.
İlim noktasını görürsün ki nice kesret
vahdettir. Onda gizli olmuştur ki kesret ona noksanlık vermez.
Kesret vahdetin kendisidir, vahdet de
kesretin kendisidir. O, çoğalmaktan uzaktır. Hakikat ehli bunu görür.
Ey yüce cânım! Uzun uzadıya açıklamak ve
kısa olarak anlatmak bize nisbettir. Lisanda “Allah’tan başka ilah yoktur” diye
ifâde etmişlerdir.
Bazı ârifler, hurma çekirdeğiyle bir
hurma ağacını benzetirler. Bu benzetmeyi anlatmak için yaparlar. İşit ey insan!
Ayrıca o bazı ârifler noktayı harflere
nisbet benzetirler. Ey canım! Bu da bir çeşit anlatmadır.
Noktayı görürsün. Bütün harfler onda
birdir. Harfler ondan çıktı ve bütün sözler düzeldi.
Bütün harfler ve kelimeler noktanın
kendisi olmuştur. Nakış ve harflerin hiçbiri [aslında] yoktur. Var olduklarını
sanma.
Nokta, vâhid emridir. Allah’ın en büyük
sırrı odur. “Eğer hepsi zuhûr etse Kurân odur” dediler.
Zâhir olduğunu da fark et. Şüphesiz görürsün.
Hem bil ki bütün sûretlerde göründü. Furkan odur” dediler.
Ey cân! Bu da her şeyden tenzih edilmiş
bir anlatmadır. Akıllar âciz oldu. Akıllı kişi bunu temsil edemez.
Onun için Peygamber [salla’llâhü aleyhi
ve sellem]in sırrı Haydarı Kerrâr’dır. Hem o herkese rehberdir. O sultanın
nasıl olduğunu işit.
“O câhil noktayı çoğaltırmış. O kesrette
kalmıştır. Vahdeti göremez” dedi. Bil ey cânan.
O âlemlere kesret, herkese de kuvvet
verir. Nefsin kesretinde kalırlar. Onların hepsi mahcûb oldu.
Çünkü kör olmuşlardır. Bugün vahdeti
göremezler. Bugün kovulmuşlardır. Sevgili onlara görünmez.
Kimisi hülyâda kalmıştır. Kimisi
dedikoduya dalmıştır. O sevgilinin mukaddes vechi onlara gizli olmuştur.
O rûhâni Haydar olan sâki, beyaz eliyle
onlara kadehini vermez. Cümlesi [o kadehten] mahcûb geldi.
Peygamber ve Haydar kimdir? Nûrlara nûr
olan ve gözlere dilber olan kimdir? O körlerin hiçbirisi [bunları] göremez.
Onlar değerini bilmediler. Zulmette
kalan kara canlar kanlarını döktüler. [Böylelikle] Onların hepsi kovulmuş oldu.
“Yetimin malına da yaklaşmayın” âyetini
okuyup anla. Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in ilmi nasıldır? Hem
ilmin pîri de odur.
İşit ey canımın canı! Kendini mürşide
ver ki seni senden alsın. O sana yine kan verir.
Ey benim canım! Nûş edesin diye sana
nice kadeh sunar. Şüphe yok ki sevgili sana görünür. [Onda] zevk alanların
zevkini bulursun.
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in vârisi olursun. Gözünden
o kesret gider. O Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in nasıl imam
olduğunun sırrını görürsün.
Sen fenâ makâmında bütün fenâyı bulursun. Bekâ makâmında da
Rahmân’la bâki olursun.
Noktanın ilmine ve Haydar’ın sırrına mazhar olursun. Peygamber
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sırrı, bâ’nın altındaki o noktadadır.
Onun için o yiğitlerin şâhı: “Ben bâ’nın altında noktayım” diye
buyurmuştur. Hem o da yiğitlerin bir nüktesidir.
Çünkü o, Peygamber [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sırrı olan
Hz. Haydar’dır. “Etin etimdir” dersini oku. Delil nasıldır bil.
Aynı zamanda Peygamber hadîsinde: “İlmin Medine kapısı olan
Haydar” dedi. İşitmişsin ey yüce dost!
Ey cân! Çünkü o âlemin övüncü ilmin Medine’si olduğu gibi
Aliyyü’l-Murtazâ da ona kapı olmuştur.
İlmin ne olduğunu bildin ki zâtın kendisi olduğuna inandın.
Bütün varlıklar ondadır. O, her şeyi kuşatmıştır.
O âlemin övüncü ilme Medine olmuştur. Bütün ilmi kuşatarak
sevgilinin mazharı görünmüştür.
Çünkü ilim o bilinenin kendisidir. Bütün bilinen şeyler aslında
odur. Bütün eşya ona mazhardır. O sultan cümleye göründü.
“Öncekilerin ve sonrakilerin ilmini bildim”
diye hadîsinde buyurmuştur. Delilin nasıl olduğunu anlamak için oku.
Medine olduğunu bütün hazretleri
toplamasından anla. İcmâl ve tafsil onunla zâhir oldu.
Her ne kadar ismi ümmî olsa da kendisi
ana kitap olmuştur. Tafsilatlı bütün kitaplar onunla ortaya gelmiştir.
Ey cân! Aliyyü’l-Murtazâ ilmin kapısı
olmuştur. Bu da bir nüktedir, anla ki onda sonsuz sırlar vardır.
Ey yüce cân! Nesnenin kapısını o nesneye
parça olmuş görürsün. O nesneye dâhil olmak bil ki o bâ ile istenildi.
Akıllar da o şeyden ayrı olmaz,
birleşmişlerdir. “Etin etimdir” sırrını okuyup o sırrın açıkladığını bil.
Mustafa ve Murtaza’nın nûru bil ki
vahdetin nûrudur. O nûra erişenler o nûra şahit oldular.
Herkes kapısını bulamadığı için o şehre
giremez. Çünkü [sadece] kapıyı bulanların şehre girdiğini görürsün. Şüphe etme.
Ey ihvân! Lâkin kapı veliliktir. Şehre
girmek için bir âlettir. O yurtta kim varsa dizilerek kapıdan girer.
Ey yüce cân! Hakikatler hâzinesinin
şehri olduğunu bil. Allah’ın mazharı gelmiştir. Mazharı da bil ve şaşır.
Ey cân! Kapıya varmak o şehre vâsıl
olmaktır. Şehrin sultanı, o yurdun hâzinesidir.
Ey cân! O kişi [hakîki] akıllara
varmıştır. Bakıp şehri görür. O kör kişi ise şehri görmez, o kapıyı bile
görmemiştir.
Kapının ismini okur; ancak o kişi kapıyı bilemez. Fakat o ahmâk
kapının sûretini tasvir eder.
Câhil olduğu için feyz alamaz. Kapının işini bilemez. Evhâm
hayâl etmiştir. [Dolayısıyla] O sevgili ona nasıl görünsün?
Zihninde şekillendirdiği sûret, Hakk’ın sûreti değildir. O
sûret, şeytanın sûretidir. Allah bunu kabul etmez.
Ey yüce cânım! Ayrıca o kapıyı mazhara eriştirmezse, o kapıyı
ayrı görse hem şehirsiz hem de doğru yoldan sapmış olur.
Onun için Hz. Ali taraftarı olanlar doğru yoldan ayrılmış ve bil
ki kâfir olmuşturlar. Onlar kapıyı bilmeyerek “Şehirsiz kapı” demişler.
“Aliyyü’l-Murtazâ ayrıdır, o Allah olmuştur” dediler. [Onu]
Tanrılık vasfıyla nitelendirenler şüphesiz kâfir oldular.
“Zâhirde kalanların hepsi zâhire mensuptur” cümlesi de bâtıldır.
Aliyyü’l-Murtazâ’nın şânını câhiller bilmez oldular.
O da sûrette kalmıştır. Hakikat sırrını göremez. O mukaddes
vech, Hakk’ın sırrına noksan verdi.
O câhil de şehri ayrı görür ve kapıyı bilmez. [Çünkü] Tertemiz
içi kirlendi, hatta şeytan oldu.
Biri bâtında biri de zâhirde kalmıştır. Ayrıca sûrete taparak
kapıyı görmemiştir. Onların hepsi kördür.
Dolayısıyla mürşidi görmek sâliklere zor olmuştur. Kimi sûrette
kalmıştır, kimisi de yoldan sapmıştır.
Sûrette kalan sâlik, mürşidini şekil verilmiş olarak tanıdı.
Şeyh şeklini görerek onu mürşit sandı.
Mürşit olan Hakk’ın kendisidir, başkası değil. İşit ey cân!
Mürşit sûretiyle göründü. O, Allah’ın nûru olmuştur.
Ey cân! Hakk mürşidi olan kişi peygamberin sûreti, aynı zamanda
Aliyyü’l-Murtazâ’nın sırrıdır. Şüphe etme.
O sûret ki insan sûretinde ve sakal olarak göründü. O el ve
ayaktan ibâret gördüğü sâlik de hayvandır.
Sûret şeklinde şekillenmiş görünen insan sûretidir. O, sâlike
mürşit değil, belki şeytan olur.
Sâliklerin türlü emekler çektiklerini görürsün. Kendi şeyhinin
şekli onları yanıltır.
Bazen inkâr ettiler. Çünkü sûrette kalmışlardır. Neden
şeyhlerini görmezler? Onların hepsi hayvandır.
Hepsi kovulmuş olarak gelir, onlar sevgiliyi görmemişlerdir.
Çünkü sûreti kabul ederler. [Onların] şeyhleri sakaldır.
Bil ki mürşit görüntüsünün ardında Allah’ın nûru vardır. “Oysa Allah,
onları arkalarından kuşatmıştır” âyetini oku.
Bu bir melâmet sırrı hem de Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in sırrıdır. Bu sırla mürşit geldi. [Bu sırla] sevgilinin mürşidi
bulunur.
Ey yüce sevgili! Aynı zamanda bil ki mürşit dopdolu bir âlemdir.
Fakat içten bağlılığı olan tâliplerin nâdir olduğunu işit.
Oğlum! Çünkü İlâhi kapı sâlike mürşittir. Hakikatte olan
mürşidin o Allah olduğunu işittin.
Bazı vakitlerde mürşit, taş gibi cansız olan şeydir. Uzağa
gitme! Ağaçlar, hayvanlar ve başka ne varsa hepsi mürşit oldu.
Atlar nasıl yük taşıyorlarsa mürşitler de bal arısıdır. “[Onları
karada ve denizde] taşıdık” âyetini okursun.
Ve “Rabb’iniz vahyetti” sırrını bildiysen nasıl vahy olduğunu
görürsün. O sâdık kişiler irşâd alır.
Çünkü bütün eşyalar Allah’ın kapısı olmuştur. [Onlar] Hz. Hakk’a
delildir. Hakikati arayanlar [onlardan] irşâd alır.
Pek çoğu at ve köpekten irşâd aldılar. Nice oluk ve de dişi kedi
âriflere irşâd oldu.
Hani o içten bağlılığı olan tâlipler, hani o Hakk’ı bilen
sâlikler? Hani o Leylâ’nın Mecnûn’u? Hakk’a asıl âşık olan odur.
Hem âşık hem de mâşuk, o matlûbun tâlibi, hem de o Ahmed ve
Mahmud’un hepsi o tek olan sevgilidir.
Güzelliğini ezelde satıp, aşkını alan odur. Pazarlar kılıp hem
de aldı. [Sadece] o vardır, arada başkası yoktur.
Kendini ezelde sevdi. Arayıp kendini buldu. Kendi kendine mürşit
ve her şeyde eşit olarak göründü.
Her zerreye vechini yaydı. Hem göründü hem de gördü. Bütün
eşyada okundu ki herkes [onu] öğrenmiş oldu.
Ayrıca Hz. Ahmed, herkese rahmettir. Arif, haber aldığı nûrunu
eşyada belirgin olarak gördü.
Ayrıca Hz. Haydar, sevgilinin ve diyarın sırrıdır. Gaffar’ın
mazharı odur. İçenler kevser suyundan içtiler.
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in maşrıkı odur. Muhammed-i
Nûr işrâk eder. Nice sâliklere mürşiddir ki o en büyük yardımcıdır.
Ey Allah’ım! Bizler kimleriz ki “Arifler gördü” dersin. Lütfunun
inâyetinin ta kendisinden kendine kendin göründün.
Aynı zamanda kendini bilen sensin. Birsin. Hû sensin. Sevgilinin
lisânından: “De ki: “O, Rahmân’dır” dersin.
Sen: “Allah de ve sonra da bırak [onlar boş laflarla oyalanıp
dursunlar.] ” diye buyurdun. Bizler kimleriz? Bu gökyüzünde ve yeryüzünde
sensiz hiçbir şey yoktur.
Senin vasıflarım anlatanlar kimledir ki onların hepsi sensiz.
Nasıl bilsinler ki? Senin bilinen ilim olduğunu bilemezler.
Zikrini ederler. Fakat o hem zikir hem de zikredendir. Kim varsa
hepsi zikrolunmuştur. Her şeyi zikreden sensin.
Vasfedenler hâlini anlatır. Sen bütün vasıflardan uzaksın.
Mukaddes ve yücesin. O şâm yüce olan sensin.
Ey Allah’ım! “O’na bir küfüv [denk] de olmadı” sın. Herkesin
dilinde sen varsın ki söyleyen de sensin.
Seni bilmemek [aslında] bilmektir. Bilmek bilmemek oldu.
Cömertliğinden buyurarak “Beni bilmeyen asıl bilendir” dersin.
Kendini keşf ederek, “bilgili” ismini koyarsın. Senden başka
âlim yoktur. Bilen de bilinen de sensin.
Fedâi aradan kalktı. Çünkü yoktu ve yok oldu. Gören de görünen
de sensin. [Cümleye] insan sûretinde göründün.
Senin vechin, cemâlin ve sırrın Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] dir. Kemâlinle zuhûr ettiğini o âciz [kişi] nasıl bilsin?
Ey Allah’ım! Feyzini bizden kesme. Bütün eşya sana esmâdır. Bir
ismin de Fettah’tır. [Bu isminle] bize her kapıyı aç.
Ey Hakk! Zatının hakkı için, ey Hayy! Senin cemalin ve senin
ilminin kudreti ey Rabb! Bizi ere bütün kapıları açar.
Ey sevgili! Aşkını yazarken kalemler ikiye ayrıldı. Âşıkların
nûru Ahmed’dir. Hepsi nûrların nûrudur.
Bâtın, kimlere bâtın, kimlere zâhir olmuştur? Bâtın, zâhirin
aynısıdır. Zâhir, bâtın oldu.
Herkesi herkesten hem arındırır hem de arınırsın. Ey Sübhân!
Sen, herkesin benzetmesinden mukaddessin.
Tenzihsin teşbihin kendisisin ve teşbihsin tenzihin kendisisin.
Benzetmelerden uzaksın, [aynı zamanda] benzetilensin. Akıllı kimse bunu idrâk
edemez.
“Mürşit, dişi kedidir” dedim. Sakın bu
söylediğimi önemsememezlik etme.
Bistâmî’nin, Allah sırrını mukaddes ve mübârek eylesin, o
sevgilinin ne söylediğini işit.
“Bir gün bir teveccühte dişi kedi gördüm. O miskin, bütün
azâsıyla avına tâlip olur” dedi.
O şöyle teveccüh etmişti ki başkasına bakmazdı. İstediği bütün
kılları ve yüzü avcının elindeydi.
Ben, avlanmasını engellemek ve yönelişini kesmek için niyet
ettim. [Fakat] kesilmedi. Çünkü o, âşıktı.
Onu bu hâlde gördüğüm gibi şaşa kaldım. Bana bir nidâ geldi. Ey
yüce dost! O nidânın ne olduğunu işit.
“Ey Bâyezid Bistâmi! Niçin şaşırıp da [ondan] nasip almazsın.
Çünkü Allah’ın sırrı odur.”
“Acaba sen kediden daha mı aşağılık mı olursun? Aradığın şey
aşağılık mıdır? Kedinin aradığı faredir. Kedinin nasıl bir âşık olduğunu gör.”
“Miskin bütün azâsıyla nasıl da istediğine saldırmıştır. O
hayvan, vücûdunun bütün zerresiyle [hedefine] yöneldi.”
“Onun aradığı aşağılıktır, pistir, kıymeti yoktur. Onun
gayretini görürsün ki avını avladı. ”
“Ey dost! Senin aradığın sevgili acaba ondan daha mı alçaktır?
Ya sen gayretinde acaba ondan da mı alçaksın?”
O seyid Bâyezid Bistâmi bu sesi işittiği gibi bütün azâsına
titreme geldi ve susadı.
Gözleri dumanlandı ve sarhoş oldu. Kendinden geçti [ve yine
kendine] geldi. Ey ihvân! Onun ne dediğini ve nasıl mürşit olduğunu işit
Dermiş ki: “Şüphesiz pek çok mürşitten doğru yolu gördüm. Fakat
o miskin kedi bana en iyi mürşitti.”
Pek çok hayvandan nice doğru yolu görmek buna örnek oldu. Nice
sâdık sâlikler [bunları] gördü.
Hepsi Hakk’a baktı. Bütün eşya ona
rehber oldu. Çünkü hepsinden [o] göründü. Bütün arifler gördüler.
Gel ey ihvân! Sen sâdıksın. Avının kim
olduğunu anla. Allah’tan başkası yoktur. Nasıl olduğunu bil ki alçaklardan
olmayasın.
Dünya ve onun içindekiler nedir? Ahiret
ve onun içindekiler nedir? Cennet ve hûriler nedir? Hepsi helâk oldu.
Bil ki kutsal sevgilin hem evvel hem de
âhirdir. Ondan başkasına bakmak haramdır. Ondan mahrûm olma.
Yine bil ki bazı eserlerde kutsal söz
söylerler. Ey sevgili! Mukaddes bir zâtın ne dediğini bil ve işit.
“Rabb’imi at sûretinde gördüm” Bu da bir
sırdır. At, Hakk’ın aynası olmuştur. Sakın sen uzaklaşma.
Bazı rivâyet edenler “O, Peygamber
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sözüdür” dermiş. İşit, sen anlamazsın. [Çünkü]
sen câhilsin, o sâdıktır.
Çünkü
Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in esrârı mukaddestir. Pirlerin hepsi [o
esrârı] Muhammed salla'llâhü
aleyhi ve sellemin meşâlesinden alırlar.
Hayâl ya da hülyâ sanma. Çünkü o hakîki
bir görüştür. Arifler, “Rabb’inin [gölgeyi nasıl uzattığını] görmedin mi?”
kadehinden içtiler.
Bu bir kadehtir. [Bu kadehi] ilmin
Medine’si olan sâki verir. Ey cân! Bu şaraptan içmeyenlerin hepsi kör olmuştur.
O şaraptan içmeyen âşıkların gözleri
kadeh olmuştur. Meyhânedeki bütün eşyâ da onun için sâkînin nûrunun kendisidir.
Kadehi kırılsa, meyhane yansa, sakiden başka herkes yine sarhoş
olsa da dert değildir.
Ansızın bir yere baksa, baktığı şey kendinden geçer. Haydar’ın
kâsesi ölüleri canlandırır.
Bu kadeh herkesi sular. Bütün eşya içki içer. Gökyüzünde ve
yeryüzünde olan ne varsa hepsi bu şaraptan sarhoş olur.
Bu mey, hem arşı, hem felekleri hem de kürsîyi döndürdü. Bu meyi
o sâki sundu. [O sâkinin] sırrı herkese canandır.
Bu şaraptan meyhanedekiler içti, zâhid ise kaçtı. Bu şarapla
zühde mensup kişiler sarhoş olmuş, zâhidlerin hepsi kendinden geçmiştir.
Bu şaraptan kaçarsan bulursun, bu şarabı bulursan ölürsün. Bu
şaraptan cehennemin ateşi sönmüştür. Anla.
Hem sana dediğim bu şarap, o günahkârların içtiği şarap
değildir. İçip kendilerinden geçtiler. O bir parça şarap buna hayran olur.
Günahkârların içtiği o şarap şüphesiz haram olmuştur. Âşıkların
içtiği bu şarap ise farzdır. Sakın şüphe etme.
Sen “Allah evliyâlarına şarap hazırladı” sözünü işittin ve
bildin. Bu son hadîsi oku.
Gel ey oğlum! Bunun da bir nükte olduğunu anla ve yine dinle.
[Bununla] hemen Hakk’ın feyiz kapısını açarsın. Teşekkür et.
Bizim seyidimiz bil ki Hakk’ın en büyük
şeyhidir. O anda Hakk bizi bereketinden mahrum kılmasın.
Muhyiddîn Arabi mukaddes bir sırdır. Ey
canımın canı kulak tut, sırların en büyüğü bu sırdır.
Der ki: “Bir gün birden bire ata binmeyi
murad ettim. Ancak o at durmayıp, çok hareket ederdi”
Binilmesine razı olmazdı, çünkü o miskin
rahatsızdı. “Ey miskin, ey ele geçirilmiş insan!” diye seslendim.
“Seni Allah yaratmıştır. Neden
muzdaripsin? Razı olmamakla âsi oldun. İtâat etmek sana farzdır.
Ey ihvân! O hayvanın dile geldiğini ve
ne dediğini işit. Der ki: “Evet, itâatler farz olur, buna şüphe etmem.”
Fakat o kimse Rabb’ine bağlıysa hepimiz
boyun eğip, secde ederiz. Şüphe etme.
Eğer bir kişi efendisine boyun eğerse o
kuldur. Hepimiz boyun eğmişiz, bil ki ele geçirilmiş hayvanlar olduk.
O kul bizim gibi seyidine âsi olursa
itâat etmek bize farz olmaz. Çünkü biz âsi oluruz.
Seyid Muhyiddîn: “Benim işittiğim gibi
bil. Bende bir isyan olduğunu bilip, şüphe etmem.” der.
O an ben tövbe edip, seyidime geri
döndüm. Ey ihvân! O hayvancığın itâat ettiğini işit.
Ey Hakk yolcusu! Gel ve atın nasıl
mürşit olduğunu işit. Bu sırrı bilip kâmil insan olasın.
Bütün eşya sanâ itâat etmiştir. Şüphe
etme. Fakat Rabb’ine gelip itâat et ve [sakın] âsi olma.
Sana itâat etmek de isyan etmek de şendendir. Sakın sen kendine
isyanda bulunma. Arif ol.
Ey cân! Nice evliyaların, arslanların ve
yırtıcı kuşların hepsi itâatkâr olmuşlardır.
Bil ki bütün zerreler, gerek felekler,
gerek mülkler ve başka ne varsa itâatkârdır. Şüphe etme.
Oğlum! Yine âhlar çıkar, gözler sabah
vakti ağlayıp nice kanlar döker. İnsan ne yapsın?
Yok olanlarda ne vardır? Hepimiz
kemâlden dolayı hayrân olmuşuz. Yok olanların itâati nasıldır? Hepsi
isyankârdır.
Ey dost! İtâatleri secde olsa,
ibadetleri hep yapsa, bütün herkes ona itâat etse o tamamen Hakk’ın fazlıdır.
Ey Allah’ım! Sen hepimize rahmetinle
nazar et. Hepimiz asi kullarız. Bizleri [kendine] bağlı kıl.
Beden de can da varlığımız da şendendir.
Ey Allah’ım! Bizde olan bütün hâller şenindir.
Senin faziletinin cömertliği kusurlarımızı
örttü. Gerek dünyada ve gerek ahirette ihsân eyleyen o cömertliktir.
Eğer cömertliğini bütün zerrelerden ve
âlemden biraz kesecek olsan hepsi o anda yok olurlar.
“İnsanın üzerinden uzun bir süre geçmedi
mi?” [âyetini] hem işittin hem de bildin. Bizi insan olarak sen yarattın.
Yoktuk, yine yo kuz. [Sadece] sen varsın
ve yine sensin. Ey sevgili! Sen-ben dediğim tabir bize nisbettir.
Görmenle, işitmenle, hayatla, kudretle ve başka ne varsa hepsini
isminle isimlendir. [Çünkü] insanı insan yaptın.
İnsan, zâtının sırrı ve sıfatlarının hepsidir. Evvel ve âhir
olan sensin. Sen, yaratanların hayırlısısın.
Sensiz ismimiz de resmimiz de yoktur. Bütün esmâya ad olmuşsun.
Her an her şeyden göründün.
Helâk olan ne yapsın? Kendini nerede bulsun? Sensiz nasıl olsun
ki yok olan şey zaten var olmaz.
Fakat cömertlik ve faziletin her an eşyanın sırrıdır. Cemâlin, Ahmed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sırrıyla hep övülmeye değer oldu.
Güzelliğini görenler, Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in
güzelliğinin sırrını görürler. O, eşyaya rahmettir ki hem şefâat eden hem de
şefâat edilen odur.
Ey Allah’ım! Bütün ihvânı hem affet, hem de makbûl et. Sakın
bizi kendinden uzaklaştırma. Herkese Rahmân sensin.
İsyanımızı da affedip, vücûdumuzu yok et. Sen herkese rahmet et
ki herkes âciz oldu.
Bilenlerin bileni sensin. Allah sensin. Gerek evvel, gerek âhir
olsun bütün hamdler her an sanadır.
Fedâ! yokken, cömertlik denizinde kendini buldu. Çünkü olmayan
şeylerin hepsi seninle vücûda gelir.
Gel ey sâlik! Biraz sır işittiğin gibi satırlara gelen esrârın
değerini de anla.
Yüce kutsal makâmdan gelirsin. Şüphelenme. Bilen de bilinen de
odur. Devrân eden odur.
O Haydarı Kerrâr neden “Mutlak nokta oldum dememiştir de bâ’nın
altı oldum” diye buyurmuştur?
Bâ’nın altı ile nüktesini bağlamıştır. Esrarında sonsuz olan bir
nükteyi derim. Anla.
Ey cân! Bildiğin gibi bâ Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem]in
sırrıdır. O evvel olan akıl her şeye hemdir.
Kerrar, Allah onun yüzünü mükerrem kılsın, akl-ı külle birlikte
meydana çıkmıştır. Hakîki sır böyledir.
Onun için hazrete, Hz. Haydar’dan daha yakın [kimse] olmaz.
Büyük ruhuyla her an bulundu ve zâhir oldu.
O “ [Kuluna] vahyettiğini [vahyetti.]” sırrını işitip, ne
olduğunu anla. Doğruluğu belli olmuş gerçek sözleri herkes şâhit olarak gördü.
O Hz. Ahmed, ona her an yüz binlerce salât olsun, der ki: “Bir
oğlum sultanların sultanıdır”
Aliyyü’l-Murtazâ gizlice tüm enbiyâ ile bütün eserlerde gelip
benimle zâhir olmuştur.
O sultan açıkça: “Hz. Ahmed’le geldi” dedi. Sakın sen gaflete
düşme. Çünkü herkese açık bir şekilde geldi.
Çünkü nokta bâ’nın altındadır, bâ ile bin harf görürsün. Her ne
kadar görünüşte iki olsa da sevgilinin noktası hep birdir.
Nokta bâ’yı bildirdiği gibi, bâ’nın altında olmuştur. Eğer nokta
görünmezse o bâ nasıl okunur?
Bil ki bâtın olan bâ’dır. Görünen noktanın sûretidir. Onunla
harflerin hepsi sevgiliyi bulurlar.
Fakat harflerin sûreti noktayı gizli
yapar. Noktayı bazen eğri hem de kavisli görürsün.
Bazen de sûrette doğrulukla göründü.
Elif’i de lâm’la lâ olarak okursun.
Ey cân! İki elifin birleşmesiyle lâm-elif’i
görürsün. Ey ihvân! Birazcık eğrilikle lâm-elif okunur.
Bir mim de görünüşte köklülükle
zâhirdir. O mim, nakış sûretinde Hû şeklinde göründü.
Bâtının noktasını gördün. Pek çok elif
nakşolur. Diğer bir nakış ise âhirde eğri olarak görünür.
Lâm ismi çok az eğrilerek birleşir. Lâ
sûretinde olunur, hem köklü mim gelir.
Sen
lâ’nın içinde yer almış bir “elem” okursun. Bu, Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve
sellem] in keşf ettiği ayrıntılı bir sırdır.
Onun
için en büyük sultan “Nebilerin sonuncusudur”
sözünde zuhûr etti. Kurân “elem” okusun.
“O kitap [Kuran]; onda asla şüphe
yoktur” der, anla. Oğlum, sakın şüphe etme ki en mükemmel insan odur.
Fakat Allah’tan sakınanlar hakikati
korudular. Onlar gerçekten [hakikati] bildiler. Onlara o sır delildir.
Aynı zamanda onlar o mutlak bilinmeyene
imân ettiler. O birliğin bilinmemesi herkese gizlenmiştir.
Bil ki o gizli olanların en gizlisidir.
Hem herkes onda helâk olmuştur. O bir zâtın bahsidir ki bilinmeyen onda nisb
ettir.
Çünkü bütün vasıflarda ve esmâda
bağlılık kabul etmez. O çok şanlı [Allah] aynı zamanda akıl ve hayâllerin
hepsinden mukaddestir.
Bağlantılardan ve her şeyden mutlaktır.
Aynı zamanda başıboşluktan da mutlaktır. O bütün bağlantılarda açıkça göründü.
Onda noksanlık yoktur.
İlimle malûm, cahillikle meçhûl olmadı.
O, zâtın hakikatidir ki insan [bunu] idrâk edemez.
Sultan: “Allah vardı ve O’nunla beraber
başka hiçbir şey yoktu” der, işit. İçindeki hadîste de “Şu an dahi öyledir”
der.
Pek çok akıl fehmeder ki akılların hepsi
yeni ortaya çıkmıştır. Yeni ortaya çıkan şeylerin hepsi helâktır. Helâk olan
[bunu] anlayamaz.
Bu makam, tafsilin kendisidir ve tafsil,
icmâlin kendisidir. Ey dost! İcmâli de tafsili de işit.
Bu, ancak bize nisbet olur, bak ki
insandan başkası yoktur. Hakk’ın kendisi eşya olur. Gözlerde âşikâr olan hep
odur.
Bâtınsız bâtın, zâhirsiz zâhir ve
evvelsiz evveldir. Allah’tan başka sevgili yoktur.
Kesret Hû ile Hakk’tır. Hem halk olan da
odur. Tenzih edilmekten münezzehtir. Ona hiç esmâ söylenmez.
Bu makâmın sahibi Ahmed’dir. Bu makâmda
zahmet gider. Bu makâm rahmetin kendisidir. Sevgilinin noktası budur.
“Daha yakın durur” sırrı hem yokluğu hem de gölgesidir. Bu makâm
parlayan bir incidir. En mükemmel insan odur.
En mükemmel insan odur. 0, yükselme ve
alçalmayla dünyayı hatmetti. Hem de iki kavis arasındaki mesafeyi buldu.
Hakk’ın zuhûruyla geldi ve sırrı Ahmed’i
buldu. Rahmân’ın sûreti, maddî bir nûr olarak göründü.
Ayna gölgesini giderdi, birlikle beraber
nokta doldu. Hayalî çizgi aradan kalktı ve o, merkez oldu.
Mükemmel olgunluğunu buldu. Sarhoşluğunu
gidererek, kendine geldi. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in nûruyla
doldu. Ahmed’e vâris olan odur.
Onun işaretini İhlas sûresi verir. “O
Allah birdir, diye söyle ki [onun] sana ihsân olan sırrını anlarsın” dermiş.
Mirasçılar ve miraslar Ahmed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]in makâmına mahsustur. Onlar doğal olarak [bu
makâma] varırlar. Çünkü onlar miras buldular.
Bu bir zevktir, İlâhî faziletinden
cömertliğini verir. O zât bu yerde herkese ayân olur.
Bunun
vasfından diller âciz olduğu için bunu târif edemezler. Ey sevgili! Hakîkati
araştıranların “Allah’tan uzaklaşmak”
dediğini işit.
“Allah’la birlikte sefere çıkmak” hem de
“Allah’ta Allah’la fâni olmak” [Bunlar] Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in makâmlarıdır. Mürşit sana [bu makâmları] gösterdi.
Ey sâlik! Gel ve Ali’nin sırrını yine
dinle. Âlemin övüncü [onun] hakkında ne buyurmuştur anla.
Allah’ın Resûlü: “Ey Ali! Sen, bana
Harun’un Mûsa’ya olan yakınlığı mesafesindesin. Sen çok şanlısın” diye
buyurmuştur.
O ulu sultan: “Fakat benden sonra gerek nebi gerekse peygamber olarak kimse gelmez” demiştir.
Bu, mukaddes bir sözdür. Sonsuz olan
esrarında akıllar âciz olmuştur. Ey ihvân! Bu nükteyi işit.
Peygamberliğin övüncü gerek zâhir
gerekse bâtınla herkese rahmet olarak gelmiştir. Kurân ona delil olur.
Ey cân! Fakat o zaman o meydana
gelmişti. Bilesin ki câhiliye dönemiydi ve kavminin hepsi müşrikti.
Onun için o şanlı nebî, o câhil kavmine
merhamet ederek zuhûr etti ve şeriatı meydana çıkardı.
[Onları] zâhirle görevlendirdi, o kavim
onun emrini aldı. [Çünkü] câhil Araplar’ın çoğu müşrik olmuştu.
İçlerinin temizlenmesine meyilli
değillerdi. Onun için âlemin övüncü onları zâhirle görevlendirdi.
Bâtının esrârına üstü kapalı olarak,
zâhire ise açıkça dâvet etti. Şüphe etme.
Ey sevgili! Onun için Allah Resûlü
herkesin tevhit kelimesini söylemesini buyurdu.
Yani, tevhid zikrini diliyle söylerse o kişi
şüphesiz müslümandır. O sevgili
böyle derdi.
Ey ihvân! “Tevhit kelimesini söyleyen gerek malıyla gerek
canıyla masûm olmuştur” diye buyurmuştur.
“Aynı zamanda o kimsenin hesabı Allah
katindadır. O müslümanın kalbinin bahsini yapmak câiz değildir” demiştir.
Onun için pek çok münafık o saadet
meclisinde bulunup, geri çevrilmezlerdi. O sevgili [onları] kabul ederdi.
Bu da Hakk’ın bir rahmetidir. Bu da
Allah’ın bir ihsanıdır. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in dini Allah’ın
rahmetine kavuşmuş olanlara yayıldı.
Kemâlini bulduğu gibi hepsi zâhirle
olmuştur. Hepsi şeriatı bildi. O kavmin hepsi âlim oldu.
Yani zâhiri şeriat açıklanarak yayılıp
geldi. Ey cân! Aliyyü’l- Murtazâ nice esrâr getirdi.
Çünkü şeriat esrârını yaymakla
görevlenmişti. O sevgili açıkça bâtının yayılması için görevliydi.
Ve o zât üstü kapalı olarak da zâhiri
yaymakla görevliydi. Şüphe etme. Bu da Allah’ın bir rahmetidir.
Ey canım! Bilesin ki Aliyyü’l- Murtaza
nebi olmadı. Fakat Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in özelliği velîlerin
sonuncusu olmasıdır.
İlim şehrinin kapısına hakîkat mazharı
olmuştur. Besmelenin sırrı odur. Ey ihvân! O sırrı okudun.
Onun için bütün esrâr, alâ ve alçak olan
ne varsa hepsi ondan gelir. Herkese sevgili olan odur.
Onun “Ben Allah’ın kelâmıyım” sözünü
işittin. “Bâ ta” sözünü de dermiş. Bütün esrâr onda gizlendi.
Onun için Hz. Ahmed, Ali’ye nisbet
ederek “Yiğitlerin şâhı olan sen, bana Hârun yakınlığındasın” dedi.
Bâ’nın altında olan noktanın Murtazâ
olduğunu bildin. Ey sevgili! Zikredilen sözü Ahmed de tasdikledi.
Çünkü o Mûsa yakınlığında oldu. Bunu sen
de bildin. O esrârı yaymakla görevli olan Ali’dir. Şüphe etme.
Fakat sûret ehli zâhirde kalanlardır.
Kalpleri kör olmuştur. Onların hepsi imânsızdır.
Onlar velilik makâmlarından hiç bir şey
alamazlar. Hepsi Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in rûhani nûrundan
çıkarılmıştır.
Onlar, münâfıklar gibi “Lâ ilâ” ile
tevhit ederler. Tevhidin sırrını bilmezler. [Çünkü] onlar hayvandır.
Hepsi, boş söz konuşup dedikoduya
dalmıştır. Hemen Biz bulduk” diyerek mümin oldular.
Onlar kabuk ehlidir. Cevizin kabuğunu
derler. [Çünkü] onlar cevizin özünü bulmadılar. Hepsini insan zannederler.
Ey cân! Çünkü tevhit dört kısım üzre
olmuştur. [Onların] ikisi kabuk, ancak diğer ikisi özdür.
Bundan dolayı kabuk iki tanedir. Biri
yeşil kabuktur. Altında da bir tane beyaz kabuk vardır.
Ey cân! O yeşil kabuk pistir. Bir işe
yaramaz. Ne yiyecek oldu, ne de yenilebilir. Ateşe atarsın.
Ey yüce sevgili! Eğer [o kabuğu]
koyarsan ateşi söndürür. O, yerde olduğu zaman olur. O yeri bilen olmaz.
Yani o bir işe yaramaz. Ateşte tutuşup
yanmaz. Bir köşede hemencecik çürür. Taklidin örneği budur.
Ey cân! Talitçi eğer boş sözle tevhit
ederse tevhidi kabuktur. O câhil, [tevhidin] mânasından habersizdir.
O tevhidin kabuğu nedir? Tevhit sözünü
Lâ ilâ ile tevhit eder. İnan ki [bunun] mânası yoktur.
Hem mânasını tasdik etmemiştir, hem de
yüzeysel söyler. Bilinmeyen mâna, o yeşil kabuktur.
Fakat yeşil kabuğun iç kabuğu koruduğunu
bil. O tevhit, kabuktur. Şüphe etme ve inan.
Sahibini korur. Onun kanı haram
olmuştur. Şeriatta da malı haramdır. Sakın şüphe etme.
Onun için münâfıklardır. Şeriatta
reddedilmezler. Eğer ölürlerse Müslüman kabrinde gömülürler.
Zîra hakikat olursa onların hepsi
kâfirdir. Sen şüphe etme. O Kurân sana şahittir.
O beyaz kabuk nedir, bil ve sırrını
anla. O taklitçinin Lâ ilâ ile tevhit etmesidir.
Mânasını tasdik ve tasavvur eder. Ancak
onun sırrını elde edememiş, görememiştir.
Ey cân! Çünkü bu tevhidin sahibi
tasdiklenmiştir. Eğer tevhidinde sabitse canını ateşten kurtarır.
Fakat o taklit edip durursa bil ki
[ondan] korkulur. Çünkü o taklitçi olmuştur. Hem bir şeye karar veremeyen de
odur.
Azıcık kuruntu, şüphe, tereddüt ve zanla
tevhidi gider, hiç kalmaz. Taklitçinin işi pek yamandır.
Gel ey sâlik! Benden tevhidin özü nedir, o öze ulaşanlar
kimlerdir ve hâlleri nasıldır, diye [sözler] işit.
Bil ki o öz, beyaz kabuğa bitişmiştir. Kabuğuna ulaşmaktan maksat öze ulaşmaktır.
Çünkü o mazlûm, yalan sözlerle avunmuş ve mazûr olmuştur. Aynı
zamanda bedene gıda olmuş ve ruhça yalan sözlerle avunmuştur.
Putun kabuğu hem latif, hem yumuşaktır. Katılaşmadı. İkinci
kabuğun katı olduğunu öğrendin.
Bundan dolayı taklit imânı katı inanç sahiplerinin hâli
olmuştur. Onların hepsinin taklitçi olduğuna şüphe etme.
Onların hepsi taşlaştı. İnanç üzeredirler. Kendilerine delil gösterilse
de bağlılıklarından vazgeçmediler.
Ey sevgili! Çünkü delille anlamak da düşünceyi bir nevi
katılaştırmaktır. O inanca bağlı olanlar da akıllarının söylediklerinde
kalırlar.
Ya teşbihle sınırlayan ya da tenzihle bağlayandır. Onların hepsi
donuklaşmıştır. Beyaz kabuğun örneği işte budur.
Lâkin öz olan tevhit, görülen tevhittir. O, keşfedildiği zaman
olur. Ey dost! [Onlar] onu zevkle bildiler.
Gerek cismâni olarak gerek rûhâni olarak lezzet
bulmuşlardır. Hakikatin gülbahçesinde
hepsi [ondan] lezzet almıştır.
Onlar nereye baksa her şeyi görürler. O çok şanlı [Allah]
cemâlini göstererek onlara âşikâr olmuştur.
Bütün cemâl ehli bast ehli olmuştur.
Onun yüzlerini görenler halka onun yüzünün güzelliğini anlatmışlardır.
Özleri akik taşı gibi olmuştur. Kanlı gözyaşlarına
mazhardırlar. Onlar dalgalansalar, ondan cevherler gelir.
Onlar bir nefes verse nice ölüler
dirilir. Kendilerine ölümün geldiği nice kimselere İsâ olmuşlardır.
Çünkü
onlar öz olmuşlar ve mülâyimleşmişlerdir. O
şâhitlerin hepsi Mahmûd’un ahlâkıyla ahlâklanmışlardır.
Bâtınları öz olduğu gibi eşyanın özünü
de bulurlar. O akıllı kişiler varlık kitabını okurlar.
Cevizin özünün dört kısma ayrıldığını
görürsün. O kabuk da az miktarda aralarında yer alır.
Kabuklar aralanarak özü dört kısma
bölmüştür. Onlar arada olmasalar [cevizin] içi bölünmüş olmazdı.
Ey cân! Onun için “Hakk’ın ilmi dört
tane oldu” derler. Biri şeriat biri de tarikattır.
Biri hakikat biri de mârifettir. Lâkin
her biri özdür. Akıllar bunu taksim etti.
Çünkü özün içinde olan o kabuklar özü
dörde böldüler. O ikinci kabuktan sabit olarak farkı gösterirler.
Onu taksim eden ona bitişmiştir ve
taksim eyleyen odur. Ancak bütün insanların hepsi tek bir öz olur.
Sen ârifsin ki kabuğu kırmadan [özü]
bulmak, o özün zevkini almak imkânsız olur.
Ey cânım! Donukluk, [onun] taklit
olduğuna işârettir. Donukluk ehlinin amacı hakikati kırmak oldu.
Gerek
tenzih, gerekse teşbih aklın tahmini oldu. Onlar Hakk’ı sınırlarlar. Muhakkıklar
böyledirler.
Tecelliler onu kırar ve tek olan ayân
olur. Pek çok giysiyle görünür. Fakat o sevgili [aslında] birdir.
Arif donuklaşmaz. Bütün zerrelerde o
vechi görür. O sevgili ona teşbih ve tenzihle görünür.
Kabuklar, öze dâhil olarak özü
bölmüşlerdir. Kuruntu ve hissiyat odur ki [gerçek] yanıltan asıl onlardır.
Çünkü çoğu insan, vücut tek iken Hakk’a
kesret vererek “Vücûdumuz iki tanedir” demiştir.
O evhâm, his ve tahminlerin yanıltması
budur ki Hakk’ın vücûdu tek iken ona çokluk verdiler.
Ey cân! Hakk’ın vücûdu olup, akıl ve
evhâm kabuğuyla onu bölümlere ayırırlar. Donukluk ehli işte böyledir.
Ey cân! Müşâhede ehli aynı zamanda öz
ehli olanlardır. Görülenin görülmesi şühûd ehlinin hâlidir.
Çünkü şâhit, müşâhede eder ve görüleni
ister. Hepsi gölge ehli olmuştur. Gölgelerin hepsi onlara birer kabuktur.
Fakat temyiz ehli gölgeleri atıp,
aradaki kabukları temizleyerek özü buldu.
Ve vahdeti bulup, onu seyretmeye nâil
oldularsa da azıcık temyiz ederler. Şüphe etme.
Bilesin ki onların makâmı vahdeti
seyretmektir. Onlara kesret yoktur. Çünkü olar [vahdeti] görenlerdir.
Fakat onlar kendisine ulaşılanla
birlikte olmadılar. Ey cân! Asıl tevhid, bu yüce meşreptir.
Asıl tevhide varanlar [gerçek] mutlak
olmuşlardır. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellem, bütün temyiz ve
nisbetlerden mukaddestir.
Ey cân! Onların makâmı
ahadiyetü’l-ayndır. Onlarda gölge olmaz. Çünkü onlar aslın kendisidir.
Ey cân! Fakat onların makâmları
seyretmek olmuştur. Onlar, seyredilenin birliğinde gölge olmuştur.
Yüzünde ince bir perde ile cevizin özünü
görürsün. Şühûd ehlinin perdesi o özü kuşatmıştır.
Eğer o perde yırtılırsa ince öz üzerine
çıkar. Özün kendisi onlara vâsıl olur ve gölgelerin hepsi kalkar.
Nitekim
lübbün kendisi olan o muhakkıklar Muhammed
salla'llâhü aleyhi ve sellem ümmetinden olanlardır. Onlar onun aynısı oldular.
Onların makâmı özün özü olmuştur. Bundan
şüphe etme. İçi cevizin sırrı olan yağdır. [O yağ] onlara imândır.
İlk öze ve onun sırrına bulaşmışlardır.
Onlar hepsinden geldiler. Çünkü Allah’ın birliğine inananlar bunlardır.
Ey cân! Bu tevhit zevktir. Vahdetin
kendisidir. O vahdet kesrette olsa bile kesret onun kendisidir.
Sen, bu vahdet ehlini bil. Onların hepsi
muhakkiktir. Eşyanın hakikatini bilirler. [Zaten] onların hepsi zâta geldi.
Onların sırlarını yazamam, çünkü o bir
sondur. Ey dost! Onlar mutlak meçhuldürler.
Bilinmezler.
Ey sâlik gel! Duyup, okuyup sırlarını öğrendin. Bütün tevhit
çeşitlerinin hayranı oldun.
Hemen o en kutsal bağışlayıcı sana yardım etsin. Yüce maksadını
bulup, hakikat ehli olasın.
Kendi birliğine varasın ki seni
kabuklardan, taklitten ve ona bağlanmaktan korusun.
Koruyanların en hayırlısı odur.
Sonsuz tevhit ilmi gelmiştir. Sakın gafil olma. Dalgıç olup gece
gündüz tevhit denizinde çalış.
Zîrâ Hakk’ın bir olduğunu bildin. Ona ortak olmak mümkün değil.
Çünkü [hiçbir şey ona] ortak olamaz. İnsanın tevhidi nasıldır?
Hakk, zâtında vahittir. Birdir. Mutlak
odur. O, başkasının tevhidinden münezzehtir.
Rahmân odur.
Bütün hazretlerde o birdir. Bütün nisbetlerden mukaddestir.
Gerek aklî gerek hissî olarak bütün hazretlerde görünür.
Fakat evhama kapılanlar kesrette kuruntuya düştü. Vücûda ortak
oldu. Onun için tevhit geldi.
Çünkü tevhit, hakikatin kendisinde şirkin kendisi oldu. Hem
tevhid eden hem tevhid edilen tevhitten ayân olarak gelir.
Çünkü bil ki tevhit sözü ikilikle nisbet olur. Böyle olduğunu
bildiğin gibi şüphe etme. [Aksi takdirde] şirke düşersin.
Onun için hakikat ehlinin “Bir kimse Hakk’ın tevhidini yapamazsa
o müşrik olmuştur” dediğini bil.
Sen “Allah [kendisinden başka tanrı
olmadığına] şahittir” [âyetini] okudun. Hakk kendine şâhittir. Bir olduğunu
zaten bilir. Gören de görülen de odur.
Tevhid olan Lâ ilâ kendisiyle ispatlanmıştır.
Kendisinin ispatı yine kendisidir. Tek ve Rahmân olan odur.
Velâkin mutlak vahdetin, zâtın kendisi
olduğunu bildin. O, mertebelerde zuhûr etti. Açıkça belli olan kendisidir.
Görünüşte kesret olarak görünür. O
kesretin bâtını ise vahdettir. Bütün esmâ ona geri döner. Sırların sırrı o
sırdır.
Mertebelerin bâtını Hakk olsa da zâhiri
halkdır. O halk da hakikatin kendisinde irfân bilir. Başkası bilmez.
Çünkü sen mürşidi bulup onun telkinini
aldın. “Kim [kendini] bilirse [Rabb’ini bilir.]” dersinden zevklerin tadını
aldın.
Nefs nedir? Rab nedir? Mirât nedir?
Sûret nedir? Hakk ve Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem] nedir? [Bunların]
hepsi sana açıkça göründü.
Bazen zâhir olarak göründün, bazen bâtın
olarak bulundun. Bazen de zâhir ve bâtınla sevgilinin yüzü olarak göründün.
Evvel ve âhir, hem de zâhir ve bâtını
okudun. [Hakikat] sensin. Şüphe etme ki [bu hakikati] yolculukla iyice
öğrendin.
Allah’a doğru seyriyle gittin. Böylece
Allah için seyrine vardın. Allah’la beraber seyrinde ise vech-i Rahmân’ı
gördün.
Hakk ile halkı bilip halk ile Hakk’ı
buldun. Hakk ile halk oldun. Allah’ın sırrı sensin.
Kendini nokta olarak gördün. Bütün harflerle zâhir oldun. Hem
kelimelerde hem de mânalarda belli olan sensin.
Sen-ben defterini silip bütün harfleri ortadan kaldırdın. Sana
nisbet edilen her şeyden mukaddessin. Sevgilinin noktası yine sensin.
Bütün esmâ ile okunup, bütün gözlerle göründün. Bütün ilimlerle
bilindin. Devreden sensin.
Arşa bakan seni gördü. Kürsîde olan da sensin. Ey yüce sultan!
Bütün felekler seninle döner.
Ey sevgili! Felekler, dört unsur, bitkiler ve hayvanların hepsi
ancak seninle olur.
Sen bu denilen sırsın, bunlarda o sır sensin. “Biz” tâbiri
geldi. Ona Kurân dedi.
“Ben şenim” gelmiştir. Bil ki o, zâtın ismidir. Zamirlerin hepsi
esmâdır. Allah hepsine müsemmâdır.
Bazen zâhir, bazen bâtın olan o sevgilinin vechi mukaddestir.
Tecelli ettiği an âşıklara hata gelir.
“Sen” zâhir olur ki onda bâtın olan “ben”dir. “Ben”de “sen”
zâhirdir. O “ben” diye söyleyen Rahmân’dır.
Hem “Ben Allah’ım” sırrı geldi. Hem de Mûsa bunu ağaçtan duydu.
Muhammed [salla'llâhü aleyhi ve sellem]’e lisan oldu. Sen Kurân oku.
Sen “Kim beni görürse” hem de “[Ey Muhammed], attığın zaman sen
atmadın” sırrını işittin. “[Nereye dönerseniz] Allah’ın yüzü [zâtı] oradadır”
[âyetini] okuyup delilin nasıl olduğunu gördün.
Önce nokta olduğunu bildin. [Sonra]
bâ’yı altında gördün. O sultan sana mükemmel besmele sırrında göründü.
O, bütün mülkün Adem’i secde ettiği
sırdır. Hepsi secde eden oldular. Devreden o sırdır.
Tûfan üzerinde Nûh gelirken imân
edenleri koruyan o sırdır. Duâlar kabul olmuş, onlara boğulmak isabet
etmemiştir.
Kurân: “Onun cömertliğine sır olan o
gemidir. Kararını verip hem de tutmuştur. Suları teskin eden o sırdır” dedi.
Nemrûd’un ateşi o sırdır ki o ateşi
hazreti İbrahim söndürdü. Ateş gül bahçesine döndü ve Rahmân’ın Halil’i onda
zevk buldu.
Mûsa’nın âsası o sırdır ki onun büyük
bir ejderha olduğunu duydun. Firavun’un hilesini yuttuğuna inan.
Bütün sihirbazları Firavun’un toplaması
o sırdır. Mûsa’ya biraz korku gelince o sihirbazlar imân ettiler.
Yûsuf’un yüzü o sırdır. Çünkü tecelli ettiği
anda “O insanoğlu değil, Rahmân’ın meleğidir” dediler.
Yakûb’a ilham veren müjdeci o sırdır.
Gömleğinden Yakûb’un gözleri açıldı. Kurân’da okudun.
Hz. Yakûb’un Yûsuf’u araması o sırdır.
Onunla Yûsuf’u gördü. Sırlara sır olan o sırdır.
Ayrıca İsâ’nın sofrası İsrâil oğullarına
indi. İhsan eylediği o sırdır. Hepsi [bunu] açıkça gördü.
İsâ’nın nefesi o sırdır. Pek çok kör ve hasta onunla iyileşti,
kuşlar da o nefesle uçtular.
Ölülere can vererek, eşyayı dirilten o sırdır. Hem sözünün izni
odur, onunla izin buldular.
O bütün varlıklar da bir sırdır. Aynı zamanda gelmiş geçmiş
bütün zamanlarda gördüğün şeylerden farklıdır.
Ahmed-i Muhtar salla'llâhü aleyhi ve sellem, o sırdır. O,
peygamberlere sultan olarak geldi. Bütün peygamberlere tâbi olup hepsine esas
olan odur.
Hepsi ona birer daldır. Çünkü o sır Ahmed’dir. O, gece vakti
“Sultanlara sultan olan odur” diye buyurdu.
Ona tâbi olan âlimler, beni İsrail oğullarının nebisi gibi
olmuştur. İşittin ki sana mürşit odur.
O bilgili ârif de ona mirasçı olmuş ve peygamberlik makâmında
gelmiştir. Şüphe etme.
O sırla hepimiz mertebelerde bulunup, mertebe bulduk. [Mertebe]
bulanlar aslına vardı. Sevgilinin hâli o sırdır.
Mustafa’nın akrabaları ve ashâbı o sırdır. Hepsi her an ona
uyarak zâhir oldular.
[O], peygamberlere peygamber olmaktan çekinerek geldi. Son
[peygamber] odur. Bu, Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in en kutsal
sırrıdır. Bu sır devrân eder.
O sırla Sıddık Ekber nicemizi katletti. O sırla Hz. Ömer’in
nasıl haber verdiğini işittin.
O zât Sâriye’ye uzaktan tenbih ederek “Dağa sığın” dedi.
[Böylece] Sâriye îkâz oldu.
O sırla Sâriye, Ömer’in sesini duyarak [onun söylediğini] bildi.
O sırla Hz. Fâruk düşmanını gördü.
Aynı zamanda o sırla Hz. Osman Kurân okurdu. O zât dikkat
etmeyince, düşmanından dolayı şehit oldu.
O sırla Hz. Haydar tevhid ilmiyle mazhar olmuştur. Hz. Muhtar,
vasiyetle Allah’ın aslanı olarak kalmıştır.
O sırla diğer ashâbın hepsine yıldız olarak geldi. Her biri
[ona] tâbi olsa, tâbi olanların hepsi hidâyet bulur.
O sırrı taşıyan veliler yaklaşmışlar ve onun kardeşi olmakla
müjdelenmişlerdir.
Bütün azâlar, zâhir ve bâtın ne varsa o
sırdır. Onlar hizmetlerini ederek, yolculuklarını tamamlarlar.
Gören o gözler sırdır, hem sözler söyler hem de işitir. Pek çok
hazretler âlemlerde nice işlerle uğraşır.
O sırla işiten kulaklar, konuşan ve bakan olmuştur. Pek çok
eşyada bâtın olurken aynı zamanda zâhir olmuştur.
O konuşan insanın dili, o sırla gördü hem de duydu. Nice yerde
zuhûr ederek nice kuvvetle zâhir oldu.
Buna kıyas olarak nice hâlleri, kuvvetleri, zâhiri, bâtını ve
birbirlerine hizmet etmeyi eşit görmeleri bir sırdır.
Esmâ-i Hüsnâ bu sırdır. Evvel mertebede anahtarlar evvelin
aynısıdır. O, zâtda ayân oldu.
Aynı zamanda zâta şüûnâtdır. İkinci mertebede gelir. O [mertebe]
Hakk’ın ahvâlidir. Bil ki esmâ onda gizlidir.
Mutlak zâtın birliği Hakk’ın ilk tecellisi, Ahmed ve ehadin
birleşmesinin sırlara sırdır.
Noktanın çoğaldığı o sırdır. Gerek arşa, gerek ferşe her şeye
delil olan o sırdır.
Sadece o sır vardır. Evveli ve âhiri yoktur. Bütün evvel ve
âhirlerin hepsi o sırda birdir.
Bağlanmak nesep yoluyla, kardeşlik ise nefis yoluyladır.
Kesretteki o vâhid, vahdetteki o kesret nedir? O kesret vahdetin
kendisidir. Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in sırrı o bir araya
getirmedir.
O en kutsal zâtın sırrı akıl ve
evhâmların toplamıdır. Münezzeh ve
mukaddestir. O Sübhân’ın vechi odur.
Sen akıl, kuruntu ve resmî ilimle o sırrı alamazsın. Sakın
kendini bunlarla oyalama.
Aklî araştırmalar ve felsefe seni o sırdan uzaklaştırır. Sakın
sen [bu sebepten dolayı] mahcûb olma.
Akıllıların ayrılığa düştüklerini görürsün. [Onlar] pek çok
mezhepte göründüler. Onların hepsi dedikoducudur.
Çünkü onların çoğunun evham ve tahminlerden geldiğini bildin.
Hatâdan hâlî olmazlar. Onlar doğruluktan ayrılmış bir ashaptır.
Övünçlü Râzi’yi işittin. O, kelâm ehline reis olmuştur. Onun
kıssasını işit ve inan.
Bir öğrenci bir gün onun meclisine gitmişti. Meğer hoca Râzi o
susuzun ağladığını görürmüş.
Derdi ki: “Bana yazıklar olsun! Ömrüm boşa gitti. Hakikatten
harman oldum ve dedikodularda kaldım.
Öğrenci, “Vay bana” diye söylenirken o bilgili hoca bunu görüp
mahzûn oldu ve “Ey insan!” dedi.
“Sebep nedir, ne oldu da sen ağlıyorsun?
Bana bildir. Ey sultan! Dertlere derman sensin. Neden ağlıyorsun?”
Öğrenci: “En büyük dert bende var. Çünkü
[bunca sene] ömrümü boşa harcadım. Dermanım nedir, bilmem” diye söyledi.
Çünkü ben bir meselede nice delillerle
[savunduğumu] ispat etmiştim ve güyâ meseleyi sağlam bilmiştim.
O mesele, otuz seneden fazla
araştırılırken pek çok muhaliflerimi reddettim.
O hakikat meselesinde pek çok araştırmayı
geciktirerek güyâ bunun doğru olduğunu zannettim ve tam tersini doğru bildim.
Yüce öğrenci yine “Ben nasıl
üzülmeyeyim? Onda pek çok meseleler ve pek çok hatalar var” dermiş.
Güyâ ben [bu meseleyi] birçok delille
inceleyip doğruluğunu araştırdım. Fakat “Hakikat nedir? diye asla
bilmiyormuşum.
Çok zamandan sonra caiz olan şeyin
[aslında] gerçeğin zıddı olduğunu bildim. O meseleler bende delille şüphesiz
görünsün.
Onun
için sana “Ömrümü boşa harcadım”dedim. Dedikodularda hakikati bilemem.
Yüce imam Râzi’den [bu sözleri] işittin.
Nice resmî ilimle hakikate varılmayacağını tenbih et ve buna inan.
Hemen sen seyr i sülûkla hakîki ilimler
için çalış. Vâris,
Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve
sellem]in meşalesinden o ilmi aldı.
Aynı zamanda Ahmed [salla’llâhü aleyhi
ve sellem]in bir mazharı hakîki ilme vâristir. Onu kendine mürşit et. Hakîki
ilmi bulursun.
Mürşit nedir? Tahkik nedir? Seyr nedir?
Sülük nedir? [Onun] ayrıntılı zikri ileri geçmiştir. Ey yüce ihvân! Hemen
çalış.
Ey Allah’ım! Sen cömertliğinden ve faziletinden bize
yardım et. Ahmed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in yolundan bizi sakın
uzaklaştırma.
O en kutsal mürşidin nûru eşyayı
aydınlatıp, o en kutsal nûr her parladığında gözünü [ondan] ayırma.
İmâmda ve de [onun] arkasında, sağda ve
solda, yukarda ve de aşağıda her an bütün yönlerde kıl.
Aynı zamanda vücûdumuzun her zerresini o
en kutsal nûrla münevver ve mukaddes kıl ki Rahmân’ın rahmeti budur.
Gözümüzle baksak, hem bakış hem de
gözümüz odur. Gözümüzü kapasak o şanı yüce olan yine görünür.
Eğer bir şey işitsen, işittiğini işiten
odur. İşitmezsen yine odur. Çünkü Settâr ve Mennân odur.
Gözlere görünür, fakat o görünürken
gözler gider. Kendini gören o mahcûbtur. Bütün âşıklar ona hayrandır.
Bu bir melâmet sırrıdır. Melâmîlere de
şandır. Bu sırrı keşfeden ârif, [onu] her zerrede ayân görür.
Gel ey sâlik! Sakın gece gündüz vaktini
boşa harcama. Geçen takrirleri gözetirsen Allah’ı ve onun yolunu bulursun.
Güzelce ettiğim takrirleri kulak tutup anla. [Bu] İlâhi bir
galibiyettir. Gözün varsa görürsün.
Hakikati meydana çıkaran Hakk mürşididir. Eğer sen itâat edersen
o sana kâfi gelir. Ancak başkası sana harâm olur.
Esrâr nedir? Melâmet nedir? Melâmet ehli kimdir? Seyr-i sülük
nedir? İnsan ona nasıl varır?
Pek çok ilim ve edep hem de pek çok hakikat ve sır bulursun.
Şüphe etmezsen inanç sahibi olursun.
Hemen Hakk yardımcın olsun, Hakk’ın ilimlerini çoğaltsın. Muhammed
[salla’llâhü aleyhi ve sellem]e mazhar olasın, sana [hakikati] kat! olarak
bildirsin.
Ey sâlik! Hakk’ın mârifetlerinin sonu yoktur. Hakk’ın aynası
olursun. İlâhi sırlar her an sana belli olur.
Sözü sürdürmeyi kesdik. Bu kadarı sana yeterlidir canım. Hakk,
sana [hakikati] hemen öğretsin. Var olan [sırların] hepsi sana belli olsun.
Ey Allah’ım! Sana şükürler olsun ki evvel ve âhir sensin. Bütün
dillerde kendine hamd edersin.
Bütün hazretler ve mertebelerde seferini her an kurdun. Gerek
yüce gerek bayağı kim varsa hepsi senin ihsânını aldı.
Bütün hazret âlemleri senin cömertliğini meydana çıkardı. Her
şey her an senin lutf-ı keremine muhtaçtır.
Muhammed, cömertliğinle zuhûr edip bize geldi. Cemâlini
açıklayıp bize bildirdi ve meydana çıkardı.
O en mükemmel insana yüz binlerce salât olsun. Çünkü bütün
ârifler o nûrla can buldular.
Her ihtiyacı gideren odur, her kıblede
mum odur. Ariflere ayna odur. Herkese o feyiz verir.
Ey
Rabbim! Sen [Hz. Muhammed [salla’llâhü aleyhi ve sellem]in] ashabına, ailesine ve mukaddes
akrabalarına da salâtlar et ki onlar bize imam oldular.
Bizi onlarla bir araya getir. Düşmanları
da kahret. Onlar vahdetin nûrudurlar. Bizi o nûrdan uzaklaştırma.
Fedâi hakir ve âciz bir şekilde yüzünü
sürüp sana geldi. Onun bütün günahlarını affet. Sakın onu mahrum eyleme.
İtibarlı Hz. Ahmed, itibarlı ehl-i beyt,
en kutsal ashâblar, ahbâblar ve bütün pirler,
Yâ Gufrân! Hepsini bizden hoşnut et,
[onların] nazarlarını üzerimizden kesme. Çünkü bize ayna ve ağşina onlardır.
O bütün ihvânı da vahdet noktasının
sırrı toplayıp tutmuştur ki hepsi onda susuz kaldılar.
Ey kapıları açan [Allah]! Onlar senin
“Duâları kabul ederim” sözünü bilmezlerse de senden isteyen herkese
istediklerini ver.
Ey Allah’ım! Benim Nûniyye kasideme göz
atan, onu okuyan herkesi fütûhatinle mutlu kıl!
Onu fethet. Zâtının tecellisine onu
mazhar et. Bütün esrârını bildir. Ona kolaylık ver.
Ey Rabb’im! Onu taassuptan temizle, ona
insaf ver. Sakınıp inkâr et. Onu inkârcılardan etme.
Vahdet sırrını bildir. [Bu sırrı] ona da
kolaylaştır. Bütün esrarları öğretip onu [sırları] keşfeden yap.
Melâmet sırrını bildir ve Melâmet ehlini
de buldur. Bulursa onu da kabûl et. Çünkü onlar hakikat oldular.
Yâ Rabbi! Yolu bilmeyen kâfiri, hem de
hakikati inkâr eden o câhili doğru yola eriştirip, şâd eyle.
Onun inkârını kaldırıp, câhilliğini yok
et. Sen kâmil bir mürşidi ona yardımcı gönder.
Fedâi’nin
duâsı çok, isteklerinin ise sonu yok. Ey Mennân! “Yâ kulum” diyerek, onu da
onlardan biri yap.
***
Allah’a şükürler olsun ki Usküp şehrinde
ikâmet eden ve müderrislik yapan, Ali oğlu Abdürrahîm Fedâ! Efendi, Allah
onları bağışlasın, tarafından nazmedilen bu Nûniyye manzûmesinin istinsah
edilmesi tamamlandı. Sübhan’a muhtaç olan ve Nuniyye’yi yeniden yazan ben fakir
Kazanlı Nizameddin oğlu Abdurrauf, Allah onları bağışlasın, tarafından 1318
yılının 15 Recep’inde [yazıldı].
Allah’ın salât ve selâmı Peygamber
Efendimiz’e, yüce ailesine ve ashâbına olsun.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar