ARZULARIN TERCÜMANI/(Tercümânü’l-Eşvâk) İbn Arabî
Türkçesi:Mahmut
Kanık
(Tercümânü’l-Eşvâk)
Bismillahirrahmanirrahîm
Hamd Allah’a
mahsustur. Allah’ın her işi güzeldir. Allah güzeldir ve güzelliği sever. Allah
âlemi en güzel surette yaratmıştır; ve türlü türlü güzelliklerle süslemiştir.
Âlemi yarattıktan sonra, gayb hikmetlerini (el-hikme-tü’l-gaybiyye) bu
âlemin içinde derc etmiştir; âlemdeki bu gizli sır konusuna işaret etmiş ve
bunu belirlemiştir. Ariflere bu hususu mücmel olarak anlatmış ve bunu bildirmiştir.
Cisimler dünyasındaki herşeyi âlem için bir ziynet, bir süs yapmıştır.
Dolayısıyla arifler bu ziyneti, bu süsü aşk ve şevk içinde müşahede ederek
kendilerinden geçmişler, ‘fena’ mertebesine yükselmişlerdir.
Allah’ın
tecellisine en güzel suretlerde mazhar olan Hz. Muhammed’e salat ve selâm
olsun! En mükemmel bir şeriatla ve en güzel niteliklerle Allah tarafından
gönderilmiştir O bize! Abdullah’ın oğlu Muhammed’dir O! En yüce makamda
Allah’ın kendisiyle konuştuğu biridir O! Bütün güzel nitelikleriyle, küllî
kemalle donanmış çok özel biridir O! Kendisine vahiy inendir O! O’nun ailesine
ve ashabına da salât ve selâm olsun!
Hicrî 598’de
Mekke’ye vardığım zaman, orada erdem sahibi bir toplulukla, büyük
edebiyatçılardan ve bilginlerden oluşan bir grupla karşılaştım. Çok sayıdaki bu
erkekler topluluğu arasında kadınlar da vardı. Hepsi erdemli kişiler olmasına
rağmen, onlar arasında Mekînüddin Ebî Şüca’ Zâhir bin Rüstem bin Ebi’r-Recâ
el-Isbahânî —Allah ona rahmet etsin— gibi, kendi işiyle meşgul olan ve
dünüyle bügünü arasında geçen olayları değerlendirip, muhasebesini yapan biri
ve onun ablası, Hicaz’ın en yaşlı kadın âlimi Fahrünnisâ bintü Rüstem
gibi birini görmedim. Şeyh Mekinüddin âlimdi, önderdi, imamdı, İbrahim
aleyhisselâm makamında bulunurdu. Mekke sakinlerindendi. Biz Ebû İsa
et-Tirmizî’nin hadis konusundaki kitabını, ayrıca daha başka kitapları, erdemli
kişilerden oluşan bir topluluk halinde ondan dinleyerek okuduk. Çok üstün edep
sahibi birisiydi. Sohbet halkası âdeta güzel bir bahçe gibiydi. Allah rahmet
etsin, insanî ilişkileri son derece hoş biriydi; meclisi güzel bir meclisti;
meclisinde bulunan ondan mutlaka yararlanırdı; yanındakilere son derece güzel
davranırdı. Allah kendisinden razı olsun, mutlaka ilgilendiği bir konusu, bir
işi olurdu, dolayısıyla ancak kendisini ilgilendiren bir şey olursa konuşurdu.
Kızkardeşi
Fahrunnisa’ya gelince, kadınların övüncüydü o; sadece kadınların değil, aynı
zamanda erkeklerin ve bilginlerin de bir övünç vesilesiydi o! Hadis rivayeti
konusundaki üstünlüğünden ötürü kendisinden hadis dersi almak üzere o’na
gönderildim. Yanına vardığımda bana şöyle dedi: “Ömrüm tükendi, ecelim
yaklaştı. Hadis rivayeti konusunda senin benden istediğin şey, şu ana kadar
beni çok meşgul etti, şimdi ise ömrümün sonunu amel ve ibadetle geçirmek
istiyorum; çünkü âdeta ölüm duygusuyla kuşatılmış gibiyim. Yaşım bir hayli
ilerledi, son pişmanlık fayda vermez!” Onun bu sözlerini işitince, ben de
ona şöyle dedim:
“Hadis
rivayeti konusunda senin durumunla benimki aynı,
Amacımız
sadece ilim ve ilmin kullanılması.”
Sonra,
hadise dair bütün rivayetler konusunda kendisine vekâleten bize genel bir
‘icaze’ yazması için kardeşine izin verdi. Allah her ikisinden de razı olsun, o
da icazeti yazdı ve bize verdi. Hatta hem duyduğu bütün hadisleri, hem de o genel
icazeti kendi el yazısıyla yazıp verdi bize. Ben de uzun bir şiir, bir kaside
yazdım; onu anlattım. İşte o şiirden bir parça:
“Tirmizî’nin
hadis kitabını okudum ben Mekînüddin’den
O,
insanların imamı, en önde gelenidir,
öyle bir
şehirdeki uzaktır tehlikelerden.”
Allah kendisinden razı
olsun, bu şeyhin bekâr bir kızı vardı. Boylu poslu, genç ve güzel bir kızdı;
onu görenler hemen ona tutulurdu; bulunduğu ortamı bir çiçek gibi süslerdi;
çevresinde bulunanları sevindirirdi; kendisini seyredenleri hayran bırakırdı;
bu kızın adı Nizâm, lakâbı ise Aynü’ş-Şems ve’l-Bahâ idi.1Kendisi âlimdi,
bilgiliydi; âbiddi, ibadete çok düşkündü, seyahat etmeyi çok severdi; zühd
sahibi idi. Mekke ve Medine’nin önde gelen simalarındandı; kuşkusuz,
tehlikelerden korunmuş olan beldenin, yani Mekke’nin yetiştirdiği seçkin bir
kişiydi; dış görünüşü itibariyle Iraklıları andırırdı; çok konuşsa, en ince
ayrıntılara kadar inerdi; az konuşsa öz konuşurdu; edebî ve fasîh konuşsa net
ve açık konuşurdu; eğer nutuk verecek olsa, Kuss bin Sâide onun yanında hiç
kalırdı; cömertlik yapacak olsa, Ma’n bin Zâide ona yetişemezdi; eğer vefalı
olsa, Semevel2onun
yanında adımlarını geri çekerdi; vefasızlığın, gadirliğin belini bükmüş,
sınırlarını çoktan aşmıştı.
Eğer
nefisleri çabucak ve kolayca kötülüğe kayan ve zayıf, hasta ruhlu, bozuk, kötü
düşünceli, namus duygusu körelmiş insanlar mevcut olmasaydı, Allah’ın yaratılış
sırasında ona bağışladığı fizikî ve ruhî güzellikleri, ahlâk ve huy
güzelliklerini bir bir açıklardım. O, gökteki bembeyaz yağmur bulutu gibi
güzeldi; bir çiçek gibiydi; âlimlerin güneşiydi, gözbebeğiydi; edebiyatçıların
çiçek tarhıydı, gülbahçesiydi; ağzı mühürlü açılmamış bir hokkaydı; inci
gerdanlığın bir parçasıydı; zamanın eşsiz örneğiydi; çağının en değerli
kızıydı. Cömertliği bolca, himmetleri yüksekçeydi. Ana ve babasının sevinciydi;
sahasının efendisiydi; bulunduğu meclisin en şereflisiydi; evi Mekke’nin Ciyad
semtindeydi; evi mahallenin gözbebeğiydi; âdeta bir gönül merkeziydi; Tıhâme
onunla aydınlanırdı; bahçedeki çiçekler ona yakın, ona komşu olduklarından
dolayı tomurcuklarını açarlardı; onun taşıdığı güzelliklerden (letâyif)
ve inceliklerden (şekâyık) ötürü, marifet çiçekleri etrafa kokular
yayardı; üzerinde meleklerin dokunduğu izler, meliklerin, kralların sahip
olduğu güçler vardı.
Biz onun
sohbetinde çok bulunduk ve zâtının üstünlüğüne ve erdemine şahit olduk; ayrıca,
halasının ve babasının sohbetinde de çok bulunduk. Bu nedenle bu kitabımızdaki
şiirlerde tıpkı bir gerdanlığa en güzel incileri dizer gibi, son derece uyumlu
ve ahenkli bir dille onu terennüm ettik. Ona lâyık ifadelerle gazeller yazdık.
Fakat gene de onun sevgisinin büyüklüğüyle, söylediği o güzel kadim sözlerle,
iç dünyasının zenginliğiyle, iffetinin temizliğiyle ilgili olarak gönlümden
geçenlerin, ve ona duyduğum sevgi ilgi ve duyguların hepsini anlatamadım, çünkü
o benim tek dileğim ve biricik özlemimdi. O tertemiz, o eldeğmemiş güzel kız!
Ancak, bu şiirlerde ona duyduğum sevgiyle ilgili olarak bende birikim hâline
gelen (zehâyîr) en içten kalbî duygularımdan (ağlâk) bazı
özlemlerimi dile getirmeye çalıştım. İçimde sakladığım arzuları, tahassürleri
açığa vurmuş oldum. Eski günlerimizi büyük bir özenle yeniden hatırlayarak,
onun o güzel meclisinde yaşadığımız o tatlı anıları, kısacası ona duyduğum tüm
ilgilerin bende bıraktığı şeyleri yeniden uyandırdım, yeniden yaşadım.
Bu
kitapta hangi isimden söz ettiysem, hepsi ondan kinayedir; hangi evi tasvir
edip anlatmışsam, hepsinde onun evini kasdetmişimdir. Ancak bu kitapta yazdığım
bütün şiirlerde daima içime doğan ‘ilâhî varidâtlar’a (el-vâridatü’l-ilâhiyye)
(içedoğuşlara) ve gönlüme inen ‘ruhânî inişler’e (el-
tenezzülâtü’r-ruhaniyye) ve ‘ulvî tenâsübler’e (el-münâsebâtü’l-ulviyye)
imalarda bulundum; bunu da (biz sufîlerin yolu olan) en üstün yola göre
sembollerle yaptım, çünkü ‘kuşkusuz öte dünya bu dünyadan daha hayırlıdır.’ 3Allah razı olsun ondan,
o da benim işaret ettiğim konuları çok iyi biliyordu. Kuşkusuz şiirlerimin asıl
sırrı, anlamı budur; bunları ancak iyi bilen biri sana anlatabilir.
Bununla
birlikte, Allah hem bu kitabın bu kısmını, hem de Divan’ın öteki
şiirlerini okuyanların kalbinden, şerefli, soylu, yüksek karakterli, üstün
meziyetli insanlara lâyık olmayan ve semâvî/ilâhî konulara uygun düşmeyen
çirkinşeyleri geçirtmesin! Amin!
Allah’ın
izzetine sığınırız. O’ndan başka Rab yoktur. Allah, hakkı hakikati söyler ve
doğru yola iletir. İşte bu yüzden ben de Allah’tan hayır, iyilik ve güzellik
diledim. Ve gazel tarzındaki bu şiirleri bu kitapta topladım. Bu şiirleri Mekke’de —Allah Mekke’yi korusun, yüceltsin,
şereflendirsin ve büyütsün!— Recep, Şaban ve Ramazan aylarında umredeyken, Kâbe’yi
ziyaret ederken yazdım. Bu
şiirlerde Rabbanî marifetlere, ruhanî sırlara, aklî ilimlere ve şer’î uyarılara
işaret ettim. Bütün bunları ‘gazel dili’yle, ‘nesîb dili’yle4 anlattım, çünkü
insanların gönlü bu ifadelere meftûndur, tutkundur, vurgundur; dolayısıyla bu
ifade tarzları o şiirlerin coşku içinde okunup, coşkuyla dinlenilmesini sağlar.
Ayrıca, bu şiirlerde neyi amaçladığımı da gene bir şiirle anlattım.
Şimdi o
şiiri yazıyorum:
1. Ne
zaman ansam ben onun anılarını
Ne zaman
ansam evini, yurdunu ve geride bıraktıklarını
2. “Hâ!”
dediysem “Yâ!” dediysem “Elâ” dediysem
Ne
geldiyse dilime hepsinde onu söyledim onu
3.
Ve gene ‘Hiye’ dediysem, ya da ‘Hüve’
dediysem ya da bunların çoğulu
‘Hüm’
dediysem, ‘Hünne’ya da ‘Hüma’dediysem, kasdettim hep onu6
4.
Ve gene kader bana yardım etti
şiirlerimizde, dediysem
Ya da tam
tersi, kader itham etti bizi, dediysem;
5.
Ve gene bulutlar ağladı dediğim zaman
Ve gene
çiçekler gülümsedi dediğim zaman
6.
Ya da ünlediğim zaman: “ey yolcular
Banet
el-Hacir’e yönelin ya da Vurkı ’l-Hımâ’ya. ”
7.
Ya da gerdek gecelerinde doğan dolunaylar
söndü
Ve
güneşler ve küme küme yıldızlar kayboldu
8.
Şimşekler çaktı, gökgürültüleri duyuldu,
esti sabâ rüzgârı
Ya da
kuzey rüzgârları, güney rüzgârları,koptu şimal fırtınaları
9.
Yollardan, akik taşlarından söz ettiysem
tertemiz
Ya da
dağlardan, hayallerden, yankılardan ya da kumlardan
10. Ya
da samimi dostlardan, göçlerden, sazlıklardan, geçitlerden
Ya da
verimli topraklardan, verimsiz topraklardan ve yüklerden
11. Ökçeleri
üstünde kıvrak kıvrak yürüyen zarif kadınlardan
Ay
gibi doğan, güneş gibi parlayan alyanaklı kızlardan
12. Her ne zaman onun adının geçtiği
yerleri andıysam
Ya da ona benzer şeyleri andıysam hep o
söz konusudur eğer anlarsan
13. Nice
sırlar var bunda nice nurlar var pırıl pırıl parlayan
Ne yüce
sırlardır bunlar Gök kervanlarınca ona taşınan
14. Benim
gönlüm için ya da gönlü olanlar için
Tıpkı benimki
gibi bilginlik ve bilgelik şartlarına sahip olanlar için
15. Bu
bir sıfattır; öyle kudsî ve öyle ulvî ki
‘Sıdk’ımdan
dolayı gösteriyor derecemi
16. Öyleyse
ey okuyucu, zâhirine bakıp da sakın aldanma
Zorla
kendini; çalış çokça, bâtınını ara, sırları yakala
Ka’be’yi
tavaf ederken başıma gelen çok ilginç bir öyküsü oldu bunun: Bir gece Kâbe’nin
etrafında tavaf ediyordum. Vaktim güzel geçiyordu. Birden bana bir hâl oldu,
titremeye başladım. Bu hâli bilirdim. Bu nedenle, tavaf yerinden çıktım, çünkü
orada bir hayli kalabalık insan vardı. Bu kez kumlar üzerinde tavaf etmeye
başladım. Tam o sırada bir ilham sağanağına yakalandım ve şiir söylemeye
başladım. Söylediğim şiirleri, hem söylüyor hem dinliyordum. Orada biri var
idiyse o da duyabilirdi:
Ah bir
bilseydim, ah bir bilebilseydim
Hangi
kalbe sahipler, acaba biliyorlar mı?
Ah gönlüm
bir bilseydi, bir bilseydi
Hangi
yollara düştüler, nasıl aştılar dağları
Sen sağ
sâlim mi görüyorsun onları ?
Ya da
helâk olmuş, yok olmuş gibi mi onları ?
Hayrete
düştüler âşıklar, geçtiler kendilerinden
Aşk
içinde yanıp yıkıldılar, şaşırdılar yolları
Öylesine
kendimden geçmişim ki, ipekten daha da yumuşak olan bir el sırtıma vurunca
ancak kendime gelebildim. Sırtıma vuran kim diye dönüp baktım. Bir de ne
göreyim, karşımda Rum kızlarından (min benâti’r-rum) güzel genç bir kız
duruyor. Ondan daha güzel yüzlü, ondan daha tatlı dilli, ondan daha narin, ince
yapılı, ondan daha latif yumuşak kalbli ve ince duygulu, konuşması ondan daha
kibar olan birini ömrümde görmedim. Zerafet, edep, güzellik ve marifet yönünden
akranlarının hepsinden üstündü.
Sonra bana
“Efendim! Ne dediniz?” diye sordu. Ben de,
“Ah
bir bilseydim, ah bir bilebilseydim
Hangi
kalbe sahipler, acaba biliyorlar mı?
dedim. Bunun
üzerine, “Hayret!” dedi. “Sana şaştım kaldım. Sen ki çağının arifisin, böyle
sözler söylüyorsun. İnsan bir şeye sahip olursa, onun ne olduğunu bilmez mi?
Ayrıca insan bir şeye ancak onu tanıdıktan sonra sahip olmaz mı? Bir şeyi
bilmek istemek onun yokluğunu düşünmeyi mi gerektirir? Oysa usul, hakkı söylemektir,
hakkı düzgün bir dille anlatmaktır. Nasıl olur da senin gibi biri böyle bir
şeye izin verir? Peki efendim, daha sonra ne dedin?” Ben de ona;
“Ah
gönlüm bir bilseydim, bir bilseydim
Hangi
yollara düştüler, nasıl aştılar dağları?”
dedim. Bunun
üzerine o da bana, “Efendim! dedi, gönül ile gönlün içi arasındaki yollar,
insanın bunları bilmesine bir engel teşkil eder. Nasıl olur da, senin gibi
biri, ulaşılması mümkün olmayan bir şeyi temenni edebilir? Oysa usul,
hakkısöylemektir, düzgün bir dille anlatmaktır.” Ardından “Peki efendim, daha
sonra ne dedi?” diye sordu bana. Ben de ona,
“Sen sağ
sâlim mi görüyorsun onları ?
Ya da
helâk olmuş,yok olmuş gibi mi onları?”
dedim. Bunun
üzerine o da bana, “Onları bırak, onlar sağ sâlim, kendi yolunda gidiyorlar. Fakat,
asıl sen sor bakalım kendi kendine “sağ sâlim misin, yoksa helâk olmuş, yok
olmuş gibi misin?” Peki, daha sonra ne dedin?” diye sordu bana. Ben de,
“Hayrete
düştü âşıklar, geçtiler kendilerinden
Aşk
içinde yanıp yakıldılar, şaşırdılar yolları.”
dedim. Bunun
üzerine, bir çığlık atarak, “Hayret, hayret!” dedi, “Aşka gönlünü kaptırmış biri hayrete düşsün,
yolunu şaşırsın, bu nasıl olur? Oysaki onun ilgilendiği biricik işi aşktır; aşk
insanın duygularını alt üst eder; aklını başından alır; ruhunu dehşet ve
ürperti içinde bırakır; aşk insanı öldürür; dolayısıyla öldükten sonra hayrete
düşmek nasıl olur? Aşkta kim kalabilir ki yolunu şaşırsın? Oysa usul, hakkı
söylemektir, düzgün bir dille anlatmaktır. Senin gibi birinin bu şekilde
konuşması uygun “değildir.” Bunun üzerine ben de “Ey hala kızı,
senin adın ne?” diye sordum. O da “Kurretü’l-Ayn!
(Göz Nuru)” dedi. Ben de ona “Sen benim gözümün nurusun!” dedim.
Sonra selâmlaştık ve ayrıldık.
Sonra, işte
bu karşılaşmadan sonra, ben onu tanıdım; onunla dost oldum. Ve onda bu dört
beytin açıklamasını yapanın anlatamayacağı ve kelimelerle anlatılamayan nice
marifet incelikleri (letayif) gördüm.
* * *
1
Nizâm, ahenk, uyum
demektir. Ayrıca Sophia, hikmet anlamına da
gelmektedir. “Aynü’ş-Şems ve’l-Baha” ise Güneşin ve Güzelliğin Gözü anlamına
gelmektedir.
2
Semevel
bin Adiya. 6. yüzyılda yaşamış, vefakârlığa örnek gösterilen ünlü bir Araptır.
4
Nesîb: Kasidelerin
başındaki bahar tasvirlerine verilen addır.
1. Ah
bir bilebilseydim, ah bir bilebilseydim onları
Hangi kalbe sahipler, acaba biliyorlar mı?
2. Ah
gönlüm bir bilseydi, bir bilseydi
Hangi
yollara düştüler nasıl aştılar dağları
3. Sen
sağ sâlim mi görüyorsun
Ya da
helâk olmuş, yok olmuş gibi mi onları ?
4. Hayrete
düştüler âşıklar geçtiler kendilerinden
Aşk
içinde yanıp yakıldılar, şaşırdılar yolları
1. Ayrılış
günü yüklemediler bir şey alaca tüylü develere
Yalnızca
tavusları yüklediler o güzel develere
2. Hepsi
öldürücü bakışlı, kral gibi haşmetli bu kuşlar
Belkıs
sanırsın her birini, oturmuş inciden bir taht üstüne
3. Billur Köşkte kristal
şeffaf bir zemin üzerinde yürüyünce o7
Bir güneş
görürsün İdris’in göğsünde göğün feleğinde
4. Bakışıyla
öldürse de konuşmasıyla yeniden diriltir o
Yeniden
diriltirken tıpkı İsa gibidir işinde
5. Çekince
eteğini pırıl pırıl parlar Tevrat dizlerinde
Bense
tıpkı Musa gibi okurum, incelerim, yürürüm izinde
6. Rum’un
kutsal kızlarından bir rahibedir o,güzel mi güzel
Görünür
namus nurları güzellik parıltıları üzerinde
7. Müthiştir,
halvet odasına konmuş bir tabut ‘zikr’ için
Korkutur
insanı, onunla dost olmak kimin haddine
8. Milletimizin
en güçlü din alimlerini bile aciz bıraktı o
Hatta
Zebur bilginlerini, Tevrat bilginlerini ve Hıristiyan keşişlerini bile
9. İncil’i
istediğini ima etti diyelim faraza
Sanki bir
papaz olmuş ya da bir patrik ya da hizmet eden İncil’e
10. Onlar
yola çıktıkları gün savaşa, ben aralarında
Sabır
ordularımı hazırladım bölük bölük cepheye
11. Ruhum ayrılmak üzereyken bedenimden son
nefesim gelende
Diledim ki bu Güzellik ve Lütuf beni
yeniden dirilte
12. Ve
sonunda teslim oldu işte. Korusun Allah sizi şerrinden Uzaklaştırsın bizden
şeytanı Muzaffer Kral, İblis uğramasın yöremize
13. Onun
devesi de sonunda yola çıkınca haykırdım tutamadım kendimi Ve dedim: “Ey alaca
tüylü devenin sürücüsü!
N’olur
onu uzaklara götürme!
7 Kur’ân, 27/14.
1. Ey
benim iki gözüm canım! Kesib’e mutlaka uğra
Yönel
La’la’ tepesine doğru ve Yelemlem sularını ara
2. Çünkü
en iyi bildiklerin yaşamakta oralarda
Orucumu,
haccımı, umrelerimi ve bayramlarımı feda ettim ben onlara
3. Unutamam
hiç bir zaman ne Mina’daki ne
Muhassab’daki
o güzel günlerimizi
Ne
Zemzem’de içtiğimiz suları ne de konuştuğumuz o tatlı sözleri el-Menhari’l-A’la’da
4. Onların
Muhassab’ı benim kalbimdir çünkü atıyorlar orada şeytana taşları
Kurban
kestikleri yer nefesimdir; içtikleri su ise kanım
5. Ey
develerin sürücüsü! Eğer uğrarsan bir gün Hacir’e
Durdur
hayvanları biraz, bir selâm ver, dinlen birkaç saat orada
6. Yandaki
kırmızı çadırlara seslen ki korunur çobanlarca
Selâmla
onları, çünkü öyle özlemişler ki seni dönmüşler çılgına
7. Eğer
onlar alırlarsa selâmını, bir de Saba rüzgârıyla selamla onları
Yok,
sükut ederlerse, bin devene sür git ileri yoluna
8. Var
bir an önce İsa ırmağına ki orada otlar develeri
Görürsün
bembeyaz çadırları ırmağın kıyısında
9. Da’d’ı,
Rebab’ı ve Zeyneb’i ünle o anda
Ve
Hind’i, Selma’yı ve Lübna’yı! Ünle ve dinle aynı anda
10. O
güzel kız Halbe’de mi diye sor onlara
Gülümseyince
güneş gibi pırıl pırıl ışık saçan sana
1. Selâm
olsun Selma’ya ve himaye altında oturanlara
Çünkü
benim gibi ince duygulu seven birine haktır selâmlama
2. Ne
zarar gelirdi, eğer selâmımızı alsaydı o alyanaklı kız
Fakat pek
hükmetmeye gelmez güzel kadınlara
3. Geceleyin
perdelerini indirince karanlık onlar çıkarlar yola
Ve ben
dedim onlara “N’olur acıyın bu kimsesiz, garip, çılgın âşığa
4.
O öyle bir aşkla ve şevkle kuşatılmıştır ki
Nereye
çevirirse çevirsin yüzünü, hazır onun için kaza okları
5.
O güzel gülümsedi, göründü inci gibi öndişleri,
parlak
Bilemem,
o ikisinden hangisiydi dağıtan koyu karanlıkları
6.
“Ben onun kalbindeyim, yetmez mi bu dedi
Yetmez
mi? Yetmez mi? Beni müşahede ediyor her an her yerde Beni. ”
**
1. Şevk
yükseldi yukarıya, hüzün indi aşağıya
Kaldım
ben Necid’le Tıhâme, yükselişle iniş arasında
2. Oysa
bu ikisi hiç bir zaman bir araya gelmeyen iki karşıttır
Öyleyse yok hiç bir çare artık benim bu ayrılığıma
3. Ne
yapsam? Ne etsem? Ne düşünsem acaba?
Ey beni
yargılayan, ceza ile korkutma beni,bir yol göster bana
4. İniltilerim,
iç çekişlerim yükseldi ayyuka çıktı
Gözyaşlarım
aktı sel gibi yağan yağmurcasına ıslattı yanaklarımı
5. Ayak
tabanları şişti develerin çölde yürümekten aylarca
Özlüyorlar vatanlarını, can atıyorlar kavuşmak için sevdiklerine
6. Onlar
gittikten sonra, hayatım dönüştü ‘fenâ’ hâline
Öyleyse selâm olsun, veda olsun ona da sabra da
1. Umutla
bekleyiş de gitti, sabır da gitti, çünkü onlar gittiler
Gittiler,
oysaki onlar kalbimin en gizli yerine yerleşmiştiler
2. Onlara
sordum: “Kervanlar öğleyin nerede konaklarlar?”
Kervanların
öğleyin konakladığı yer, dediler, şîh’ ve ‘ban’ ağaçlarının kokusunun yayıldığı
yerlerdir
3. O
zaman rüzgâra şöyle seslendim: Haydi git,yetiş ve katıl onlara
Çünkü
onlar küçük korulardaki ağaçların gölgesinde oturmaktadırlar
4. Üzüntülü
ve kederli bir adamdan onlara selâm söyle
Kavminden
ayrıldığı için kalbinde onun kederler var de
1.
Hacerü’l-Esved’i öperken
sıcak kanlı güzel kadınlar sıkıştırdı beni
Bembeyaz örtülerle örtünmüş Ka’be’yi tavafa gelmişlerdi
2.
Açtılar örtülerini gösterdiler güneş
ışıklarından daha parlak yüzlerini
Sakın aldanma, dediler bana, çünkü bize bakarsan eğer dişlersin ölümün etini
3. Nice
insanları öldürdük biz daha önce Muhassab’da
Nice
inatçı insanları şeytan taşlarken peşimize takılan Mina’da
4. Ve
daha nicelerini Serhati’l-Vadi’de ve Ramet tepelerinde
Ve Cem’in
tepelerinde ve Arafat’tan ayrılış sırasında
5. Görmez
misin güzellik, nice iffetlilerin ellerinden alıyor iffetlerini
Ve
“Hırsızlar!” diye çağrılıyorlar, artık “güzellik soyguncuları” oluyor adları
6. Tavaftan
sonra buluşalım Zemzem’de
Orta
Kubbe’nin (Kubbetü’l-Vusta) yanında, büyük kayalıkların yanında
7. Aşkından
bir deri bir kemik kalmış niceleri orada
Kavuşturulur
yeniden sağlığına güzel kokulu güzel kadınlarca
8.
Korktukları zaman salıverirler
saçlarını,kaybederler şuurlarını
Öyle ki, uzun belikleri bırakır âdeta onları koyu karanlıklara
1. Oturdukları
yerlerin izleri silindi gitti.
Oysa
sevgileri hiç silinmeyecek ebedi olarak içimde kalacak hep yeni dipdiri
2. Bir
yanda bıraktıkları harabeler; bir yanda akan gözyaşlarım
Hatırladıkça
bütün bunları insan eriyor, tükeniyor canı
3. Onları
öylesine seviyorum ki tutamadım kendimi ünledim kervanlarının arkasından
“Ey güzellikçe zenginler, işte buradayım
ben,görün dilencinizi
4. Yanaklarımı
sürdüm tozlara, dumanlara,aşk ateşi yaktı, aşk ateşi kül etti beni
Size
duyduğum gerçek aşkın hakkı için, n’olur umutsuzluk deryasına düşürmeyin beni
5. Kim
gözyaşları içinde boğulup kalırsa,
Kim
keder ve aşk ateşi içinde yanarsa, alamazsa nefesini
6. Ey
ateşi yakan! Yavaş ol, pek acele etme, nasıl olsa işiniz,
Aşk
ateşini yakmaktır, öyleyse gelin yakın gönlümdeki ateşi
1. Şimşekler
parladı bizim için el-Ebrakayn’da
Gökgürültüleri
gürledi onun için göğsümün ortasında
2. Bulutları
indirdi gürül gürül yağmuru çayırlara
Ve senin
üzerine şemsiye gibi eğilen dallara
3. Dereleri
çağladı taştı suları
Esti hafif
hafif rüzgârlar yaydı kokuları
4. Kurdular
kırmızı çadırları küçük dereler çaylar arasına
Ki
kıvrılıyor yılanlar gibi, oturdular tam ortalarına
5. Ay
gibi parlayan, güneş gibi doğan
Zeytin
gözlü, soylu, cömert, akıllı ve nazlı genç kızlar
1. “Şaşıyorum,”
dedi o güzel kız, o âşığa
Bahçede
yürürken kibirlenen güzel çiçekler arasında
2. Gördüğün
şeye şaşma, dedim ben de o güzel kıza
Çünkü sen
kendini görmektesin o insanın aynasında
1. Ey
arak ve ban ağaçlarına konan güvercinler acıyın bana
Feryat
edip böyle acılarımı çıkartmayın n’olur iki katına
2. Acıyın
bana n’olur öyle inlemekli ağlamaklı ötmeyin
Böyle
ötüp de gizli arzularımı, saklı hüzünlerimi çıkartmayın açığa
3. Her
akşam her sabah durmadan yolunu bekliyorum onun
Dertli
bir aşığın özlemiyle, ateşli bir âşığın iniltili çığlığıyla
4. Gada
ağaçlığında yüzyüze geldi ruhlarımız bizim
Ve eğildi
o zaman üzerime ağaçların dalları ve‘fenâ’ etti beni oracıkta
5. Şevkten
ve aşktan doğan değişik nice acılar tattırdılar bana
Ve nice
tutkular, belâlar, cefâlar düşürdü beni ‘fenâ’ya
6. Peki,
Cem’de, Muhassab’da, Mina’da kim söz verecek bana?
Kim
duracak benim için Zatü’l-Asl’da?
Kim
bekleyecek beni Na’man’da?
7. Her
yönden kalbimi kuşatıyorlar her an her saat
Aşk
uğruna acılara boğuyorlar beni öperek yüz sürüyorlar sütunlara
8. Tıpkı
yaratılmışların en hayırlısının
Ka’be’yi
tavaf edişi gibi
Sanki
akıl delili bir noksanlık olduğunu söylüyor bunda
9. Evrenin
Efendisi ‘nâtık’ olmasına rağmen öptü oradaki taşları
Oysa Beytullah’ın makâmı nedir o insanın değeri yanında?
10. Nice
bin kez söz verdiler değişmemeye, yemin ettiler kaç kez
Fakat
kınalar yakmış biri var ki yok onda hiç vefa
11. Başı
örtülü bir ceylandır o insanı böyle şaşkına çeviren
Hünnap
gibi parmaklarıyla işaret ediyor,gözkapağıyla gözkırpıyor bana
12. Öyle
bir ceylan ki o, otlağı içimde benim göğsümde, kalbimde
Hayret, hayret! Bu ne güzel bir bahçe, tam da ateşin ortasında
13. Bütün
suretleri kabul edecek bir hâle geldi kalbim benim
Ceylanların otlağına döndü, rahiplerin manastırına
Tevrat’ın
kutsal levhalarına, mukaddes Kur’ân sayfalarına
15. Hangi yöne yönelirlerse yönelsinler aşk
kervanları
Ben Aşk dinini uyguluyorum dinimdir, imanımdır,
inanıyorum aşka
16.
İşte güzel bir örnek bize Hind’e âşık olan
Bişr ve onun kızkardeşi İşte Meyya ve Gaylan, işte önümüzde Kays ve Leylâ
1. Öyle
ceylanlar var ki Zî Selem’de ve
Hıma
kasabasındaki manastırda
Mermer
putlar üzerinde gösteriyorlar güneşi sana
2. Bense
felekleri, gökleri gözetliyorum,hizmet ediyorum manastırda
Bekliyorum,
koruyorum bir bahçeyi ki rengârenk olmuş ilkbaharda
3. Bir
an geldi ki kendimi çöldeki ceylanların çobanı saydım
Bir an
geldi ki kendimi rahip ya da müneccim sandım
4. Sevdiğim
Bir olduğu hâlde üçlendi
Tıpkı
üç kişinin bizzat bir kişi oluşu gibi8
5. Öyleyse,
ey dostum, sözümü sakın yadırgama yanlış anlama
Mecazî
olarak dedim “parlayan güneş ”mermer putlar üzerindeki ceylanlara
6. Çünkü
ceylanların ince ince boyunları,güneşin nice nice yüzleri var
Bembeyaz
putların geniş göğüsleri ve ince ince bilekleri var
7. Tıpkı
ağaç dallarına elbiseler giydirişimiz gibi,
Çimenlere
ahlâkî nitelikler, şimşeklere gülümseyen dudaklar atfedişimiz gibi.
8 Besmelede geçen Allah, Rahman ve Rahim isimleri
söz konusudur.
1. Gerdanlıklı
bir güvercin öttü acı acı, bir âşık inledi hüzünlü hüzünlü
Âşığı
tasalandırdı güvercinin dönüşü ve yanık yanık ötüşü
2. Bu
üzüntüyle aktı gözlerden gözyaşları
Öylesine
üzüldü ki âşık pınarlardan aktı sanki gözyaşları
3. Bense
ona karşılık verdim tıpkı çocuğunu kaybeden birinin acısıyla
Gerçekten
de ancak çocuğunu kaybeden biri üzülür böyle yana yakıla
4. Bense
ona karşılık verdim, aramızda yürüdü, dolaştı durdu buruk bir acı
O kederli
kuş gözükmüyordu oysa ben apaçık ortadaydım
5. Alic’in
üzerinde yürüdüğü kumların sevgisinden içimde yakıcı bir aşk ateşi var
O kumlar
üzerinde Alic’in çadırları var,çadırlarda iri gözlü huriler var
6. Öldürücü
bakışlı kızlar bunlar, insanı bayıltan hasta eden kızlar
Kılıç
gibi bakışlar için birer kındır gözkapakları
7. Aşk
derdimden ötürü ağladım akıttım gözyaşlarımı
Gizledim
aşkımı beni kınayanlardan ve sakladım kalbimde
8. Tâ
kargalar gittiklerini haber verinceye kadar
Tâ
ayrılık mahzun bir âşığın aşkını açığa vuruncaya kadar
9. Geceleyin
hiç durmadan gittiler,develerin burun halkalarını kestiler
Öyle ki
develer tahtırevanların altında inlediler figân ettiler
10. Ölüm
sebeplerini, çırpınışlarını bizzat gözümle gördüm
Salıverince
develerin yularlarını ve bağlayınca eğerlerini kolanlarını
11. Ah! Aşk derdine tutulunca ayrılık ne
kadar zor,ölümden de beter
Fakat sevgiliye kavuşunca aşk derdi
merdi kalmaz hepsi biter
12. Onu sevdiğim için kimse ayıplamasın
beni kınamasın
Çünkü o hep sevgilidir hep güzeldir
nerede olursa olsun.
1. Doğuda
gördü şimşeğin parladığını ve özledi Doğuyu
Fakat
şimşek Batıda parlasaydı kuşkusuz özlerdi Batıyı
2. Benim
derdim şimşekle ve şimşeğin parıltısıyla
İşim yok
ilgim yok ne mekânla ne yerle ne şurayla ne burayla
3. Sabâ
rüzgârı onlardan bir söz fısıldadı kulağıma
Çılgınca
düşüncelerden, vecdimden, hüznümden, kederimden söz etti bana
4. Mutluluğumdan,
aklımdan, şevkimden, aşkımdan, kederimden
Gözyaşlarımdan,
gözkapaklarımdan, aşk ateşinden ve kalbimden
5. Dedi
ki: “Sevdiğin göğüs kemiklerinin arasındadır
Nefeslerin
onu bir o yana bir bu yana çevirip atmaktadır.”
6. Bense
Sabâ rüzgârına “Git ona söyle, dedim,
O benim
kalbimdeki, gönlümdeki ateşi yakandır, dedim
7. Eğer o ateş sönecek olsa ebedî kavuşma
olur
Eğer o ateş yanacak olsa âşığa ne ayıp
ne günah olur
1. El-Useyl’de
ve en-Naka’dayalnız başıma bıraktılar beni Gözyaşları içine gark oldum, aşk
ateşinden yandım yakıldım
2. Aşkından
eridiğim sevgili uğruna feda olsun anam babam
Ayrılacak
diye korkusundan öldüğüm sevgili uğruna feda olsun anam babam
3. Andırıyor
şafağı gülyüzündeki utancın kırmızılığı
Ve akşam
güneşinden arta kalan tanyeri ağartısına benzeyen yüzü
4. Sabır
mabır kalmadı bende artık, acı ve keder oracıkta kurdu çadırları
Bense
kalakaldım yüzükoyun bu ikisi arasında sabırla çadır arasında
5. Kim düzeltecek bu çılgınca düşüncemi?
Acılarımı kim dindirecek?
Beni ona götürün n’olur, yoksa hüznümü
kim yatıştıracak?
Kim yardım edecek bu çılgın âşığa?
6. Ne zaman gizlesem ben aşkın belâlarını,
cefalarını
Gözyaşlarım akar sel gibi, aşk ateşi
yakar beni uyuyamam bir türlü
7. Ne zaman “N’olur bir nazar et bana!”
desem,
“Sen ancak şefkatten yana
engellenirsin!” denilir bana
8. “Onlardan gelecek bir nazarın yararı
olmaz sana
Şimşek gibi çakan ve parlayan bir nazar
değil mi ya?”
9. Unutamıyorum
hiç bir zaman o anı, deve sürücüsü sürünce develeri
Ayrılığı
bilircesine ve el-Abraka’ya doğru gitmek istercesine
10. Bir
karga öttü ve haber verdi bana ayrılıp gittiklerini
Allah
göstermesin, bir daha ötmesin bu karga
11. Fakat
ayrılığı haber veren karga değil asıl develerin kendileri
Çünkü
hızlı hızlı adımlarla alıp götürdüler uzaklara sevgilimi
1.
Hızlı develerin üzerlerine yüklediler güzel
kadınlar tahtırevanları
Bindirdiler put gibi güzel ayın öndördü gibi parlayan genç kızları
2. Ve
söz verdiler bana, döneceklerine dair vaatte bulundular
Ah! Bu
genç ve güzel kızlar sadece yalan vaatte bulundular
3. Hünnap
gibi parmaklarıyla el salladılar bana veda ettiler
Aşk
ateşini alevlendiren gözyaşlarımın akmasına neden oldular
4.
Önce el-Havarnak’a sonra es-Sedîr’e gitmek
isteyince
Gerisin geri dönünce, oralara doğru yönelince
5.
Arkalarından çağırdım, bağırdım “Mahvettiniz beni,
öldürdünüz!” diye
Onlarsa bana karşılık verdiler
“Mahv mı oldun, öldün mü?” diye
6.
Onlar
o gün beni bir kez mahvetmediler bir kez öldürmediler
Aslında beni bin kez mahvettiler bin kez öldürdüler9
7.
Ey arak ağaçlarına konan güvercinler acıyın
bana biraz
Ayrılık iniltilerimi artırmaktan başka bir işe yaramıyor zira
8. Ey
güvercinler! Hüzünlü hüzünlü ötüşünüz sizin
Yakıyor
bu bitkin bu çılgın âşığı, heyecanlandırıyor bu kıskancı
9. Gönlünü
yakıyor eritiyor, uykularını kaçırıyor
İki
katına çıkarıyor şevklerimizi ve derin derin iç çekişlerimizi
10.
Güvercinlerin iniltili ötüşlerinden ötürü
ölüm fır dönüyor çevremizde
Bizse yalvarıyoruz O’na, burada bir süre daha kalalım diye
11. Umulur
ki Hacir’den bir tatlı nefes getirir bize Sabâ rüzgârı
Belki
bizim ile doğru sürükler yağmur yüklü bulutları
12. Belki
böylece aşka susamış âşıkların giderilir susuzluğu
Senin
gönderdiğin bulutlarsa artırmakta yalnızca mutsuzluğu
13. Ey
yıldızları gözetleyen! Gel nedîmim ol, dostum ol benim
Ey
şimşeklerin uyanık bıraktığı! Gel semirim ol, gece yoldaşım ol benim
14. Ey
geceleri uyuyan gâfil! Ne güzel karşılıyorsun uykuyu böyle
Ölüm
gelmeden daha sermişsin sen postu kabirlere
15. Eğer
sevmiş olsaydın sen de saf temiz güzel bir kadını
Kavuşurdun
nice nimetlere, gark olurdun nice sevinçlere, ererdin mutluluğa
16. O
güzel kadınlara sunarak en saf en nefis dupduru içtenlik içkilerini
Konuşarak
güneş gibi doğan, ayın ondördü gibi parlayan o güzel kadınlarla
9 Kur’ân, 25/14.
1. Ey
alaca tüylü develerin sürücüsü acele etme dur biraz
Ben de
gideceğim onların ardından fakat öyle halsizim ki
2. Durdur
develeri, çek yularlarını biraz, yalvarırım,ey sürücü!
Allah’a
yemin olsun! Aşkıma, vecdime, derdime,yemin olsun! Yalvarıyorum
3.
Canım öyle arzuluyor ki! Fakat ayaklarım
gitmiyor yardım etmiyor
Peki, bu hâldeyken kim yardım eder bana, kim acır bana?
4.
Ne iş yapabilir bir zanaatkâr ne kadar
derin usta da olsa
Çalışırken işinde eğer âletleri yoksa ya da bozuksa?
5.
Dönüp bir baksana! Kurmuşlar çadırlarını
vadinin sağında
Ey vadi! Allah aşkına ne güzel şeyler taşıyorsun bağrında!
6.
Ne güzel insanlar toplamışsın! Onlar benim
sesim soluğum canım ciğerim
Onlar benim canımın içi, ciğerimin pâresi
7.
Eğer ölmezsem aşkımdan Hacir’de, Sel’ı ’da,
Ecyad’da
İstemem, yok olsun böyle aşk böyle sevda!
1. Bir
zamanlar onların oturduğu yerlerde dur,ağla şimdi bu harabelere
Bir soru
sor izleri kaybolmuş harap olmuş silinip gitmiş yapılara
2. Hani
nerede sevenleri sevilenleri?
Hani
nerede alaca tüylü develeri?
Gel de
bir bak nasıl geçip gidiyor çölde akşamın buğuları
3. Tıpkı
serap içindeki bahçeler gibi görürsün onları
Büyütür
buğular gözlerde içinde yürüyen insanları
4. Yola
koyuldular varmak için bir an önce el-Uzeyb’e
Orada
içmek için insana hayat veren buz gibi suları
5. Peşlerinden
gittim ben de onların,
Sabâ
rüzgârına sordum onları
‘Dal’ ağaçlarının
gölgesine mi sığındılar ya da buralara mı kurdular çadırları?
6. Sabâ
rüzgârı: “Zerud’da bıraktım çadırlarını” dedi,
Yorgunluktan
bitkin, geceler boyu yürümekten şikayetçiydi develeri
7. Çadırların
üzerlerine yaydılar kalın örtülerini
Öğlen
sıcağından korumak için güzelliklerini
8. Öyleyse
haydi sen de kalk ayağa git oralara, ara izlerini
Onlara
doğru hızlı hızlı sür develerini
9. Hacir
yollarında durduğun zaman
Vadileri
dağları aşıp geride bıraktığın zaman
10.
Onların bulunduğu yerlere yaklaştığın
zaman,yaktıkları ateşi gördüğün zaman,
Öyle bir ateş ki alevlendirmekte içimizdeki aşk ateşini
11.
Diz çöktür, ‘ıh’tır develeri; korkutmasın
seni çölün aslanları tehlikeleri
Çünkü sendeki aşk küçücük aslan yavruları şeklinde gösterir sana onları”.
1. Ey
Useyl’de toz toprak hâline gelmiş harabeler
Eskiden
oynardım buralarda sıcak kanlı güzel kızlarla ne güzel
2. Dün
buralar güleryüzlü gülümseyen insanlarla doluydu şen şakraktı
Bugünse
bomboş kalmış ıssız harabelere dönmüş buruşmuş suratları
3. Gittiler
uzaklara şimdi o güzel kızlar, ah bir bilsem nereye gittiklerini
Ah
bilmiyorlar benim gönlümün her an onları özlediğini
4. Nereye
giderlerse gitsinler mutlaka peşlerindedir gönlüm
Nereye
kurarlarsa kursunlar çadırlarını atlarına develerine seyis olur gönlüm
5. Tâ
ıpıssız çölde konaklayıncaya kadar
Tâ
çadırlarını kuruncaya kadar, halılarını keçelerini serinceye kadar
6. Gönlüm
yeniden getirdi onları bu yemyeşil bahçeye ki yemişleri olgun
Oysaki
önceden kupkuru bir çölden farksızdı burası
7. Konaklamadılar
onlar burdan daha güzel bir yerde
Ki
ağaçlarındaki tavusların güzelliğine tanım nerde güç nerde
8. Terkedip
gitmediler onlar burdan daha güzel bir yeri
Ki
toprakları olmuş âşıklar için bir mezar yeri
1.
Benim derdim o
sevgilinin insanı hasta eden gözkapaklarından gelmekte ileri
Öyleyse O’nun adını anarak iyileştir beni iyileştir beni
2. Çimenli
bahçelere uçtu güvercinler ötüşerek kanat çırparak
Bu
güvercinler de aynı dertten şikayetçi tıpkı benim gibi
3. Anam
babam feda olsun o neşeli o sevimli o genç güzel kıza
Evli
kadınların ortasında tahtırevanların içinde ilerleyen o sevgili
4. Güneş
gibi doğdu o güzel işte apaçık ortada gün gibi
Gün batsa
ne çıkar, o güzel doğar gönlümün ufuklarında içimde parlar o sevgili
5. Ey
Ramet tepelerinde toz toprak hâline gelmiş harabeler
Eskiden
buralar görmüştü nice gençleri nice güzelleri
6. Anam
babam feda olsun onun yoluna kurban olayım
Allah vergisi o güzel ceylana
Ki otlar
göğüs kafesimin içinde güven ve huzur içinde
7. Onun
ateşi ateş değil sanki bir ışıktır bir nurdur
Tıpkı
ateşleri söndüren ışık da böyle bir nurdur
8. Ey
dostlarım tutun dizginlerimi bir yere bağlayın beni
Göreyim
çıplak gözlerimle o sevgilinin evinin şeklini
9. Onun
evine vardığınızda inin develerinizden orada biraz kalın
Ve
ağlayın benim için dostlarım benim için ağlayın
10. N’olur
birazcık da benimle kalın bu harabelerde
Ağlaşalım
birlikte, aslında ben ağlamalıyım bu başıma gelenlere
11. Bu
aşk beni fırlatıp attı oysa ne yay var ne ok
Bu aşk
beni yedi bitirdi öldürdü oysa ne kılıç var ne mızrak
12. Söyleyin
bana haydi durmayın ağlayacak mısınız siz de benimle?
Ben
ağlarken o sevgilinin yanında yardım edecek misiniz bana?
13. Anlatın
bana durmayın öyküsünü Hind’in ve Lübnâ’nın
Selmâ’nın,
Süleymâ’nın, Zeyneb’in ve İnan’ın
14. Sonra
anlatın bana bir şeyler Hacir’den Zerud’dan
Bir haber
getirin bana ceylanların otlağından
15. Şiirler
okuyun bana Leylâ ve Mecnun’dan (Kays’dan)
Öyküler
anlatın bana çılgınca âşık olan Mayya ve Gaylan’dan
16. Bir
küçük güzel kız için, Nizam için coştu gönlüm arttı şevkim
Ahenkli
şiirler nesirler dökülür dilinden,belağâtlı sözler minberinden
17. Fars
ülkesinin krallarından birinin kızıdır o
En güzel
şehirlerden biri olan Isfahanlıdır o
18. Irak’ın
kızlarından biridir benim önderimin kızıdır
Bense
onun tam zıttı bir yerden Yemen’den gelmeyim
19. Ey
efendiler, hiç duydunuz mu? Hiç gördünüz mü?
İki zıt
şeyin biraraya gelmesi hiç mümkün mü?
20. Ah
bir görseydiniz siz bizi Ramet tepelerinde
Aşk
kadehlerini elsiz parmaksız birbirimize nasıl sunduğumuzu
21. Görseydiniz aşkımız aramızda geziyordu konuşarak
Neşeli sevinçli parçalar söylüyordu oysa o dilsiz mi dilsiz
22. Ah insanın aklına sığmayan bir durum görürdünüz
Yemen’le
Irak’ın kucaklaştığını görürdünüz
23. Benden önce yaşamış bir
şair —bir
şeyler söylemiş fakat yanlış söylemiş
Aklınca
beni yalan çıkarmış bana taş yağdırmış
24. “Ey
Süreyya yıldızını Süheyl’e nikâhlayan
Allah
ömür versin! Nasıl kavuşacaklar pekiyi?
25. Süreyya
yıldızı ne zaman doğsa hep kuzeyde doğar
Süheyl
yıldızı ise her zaman için güneyde!” demiş
10 Ömer bin Ebî Rebîa.
1. Ey
vadideki güzel bahçe cevap ver buranın asıl sahibine, hanımefendisine
Ki
parlıyor dişleri inci gibi ey vadideki güzel bahçe!
2. Gölgenden
birazcık gölge de ona ver
Ta karar
kılıncaya kadar buluşma yerinde
3. Ve
kuruncaya dek çadırlarını orta yere senin izninle
Taze
filizleri beslemek için istediğin kadar çiy topla öyleyse
4. İstediğin
kadar yağmur tanesi istediğin kadar ıslaklık nem
Ban
ağaçları üzerinden sabah akşam yağmur bulutları geçmekte
5. İstediğin
kadar koyu gölge istediğin kadar olgun yemiş
Toplayanların
hoşuna giden yemişler ki sallanır dallarda filizlerde
6. Ve
Zerud’u ve kumları arayanların özleyenlerin
Develeri
sürerken türkü söyleyenlerin ve hidayete sebep olan önderlerin, mürşitlerin
1. Tahmed’in
taşlı ve sert topraklarına doğru çevir develeri
Oradadır
taptaze filizler dallar ve ıslak çayırlar nemli çimenler
2. Orada
gösterirler sana ani parıltılarını şimşekler
Sabah
akşam hiç durmadan bulutlar oradan geçerler
3. Seher
vakti yükselt o yanık sesini
Ve çağır
beyaz tenli yumuşak huylu ay yüzlü güzel bakireleri, hurileri
4. Hepsi
de kara gözlü, insanı öldüren kızlar bunlar
Hepsi de
ipince boyunlarıyla insanı kendilerine bağlayan kızlar
5.
Hele aralarında biri var ki hem seviyor hem
de ok gibi bakışlarıyla
Güzelliğe
çılgınca âşık kalplere vuruyor sanki Hint kılıçlarıyla
6.
Bembeyaz ipek gibi yumuşak ve kibar
elleriyle ele geçiriyor gönlümü
Amber ve misk kokulu elleriyle safran renkli
7.
Bir kez baksa insana derin derin bakar
bakışı ceylan yavrusu bakışı
Onun
gözlerinden almıştır siyahlığını sürmetaşı
8.
Baygın gözleri cilveli nazlı öldürücü
büyülü sürmeli
Her yanı
eşsiz güzelliklerle bediî zevklerle çevrili
9. Boylu
poslu genç ve güzel biri ki o yetinmez sevmekle benim sevdiklerimle
Tam
olarak yerine getirmez sözünü söz verdiklerine
10. Kara
yılan gibi beliklerini omuzundan salıverdi
Korkutup
kaçırmak için bu siyah zülüfleriyle peşinden gelenleri
11. Vallahi
ben ölümden korkmuyorum hayır kesinlikle
Ben yarın
yarimi görmeden ölürsem diye korkuyorum sadece
1. Seher
vakti Vadi el-Akik’de durup dinlendiler
Nice
derin derelerden geçip buraya geldiler
2. Gün
doğar doğmaz ilk gördükleri orada
Bir alem
ki parlıyor dağın en yüksek tepesinde doruğunda
3. Kartal
bile yükselemez oraya istese de
Daha
aşağılarda kalır anuk kuşunun yumurtaları bile
4. Üzerinde
onun nice nakışlı süslemeler var
Temelleri
ne kadar da yüksek tıpkı Akuk gibi
5. Bir
kaç satır yazı yazmışlar onlara hitaben şöyle:
“Hey, kim
yardım edecek bu çılgına, bu garip âşığa, söyle?
6. Onun
için bir himmet vardır Başak yıldızının üstünde bulunsa da
Kül gibi
çiğnense de ayaklar altında kalsa da
7. Onun
evi Kartal yıldızının yanıdır
Gözyaşları
içinde boğulup öldü o, tıpkı derin sularda boğulan biri gibi
8. Sevgisi
düşürdü onu nice belâlara sürükledi nice hadiseler içine
Sonunda
kalakaldı yapayalnız hiç kimsesiz ıpıssız bu yerde
9. Pekiyi,
ey bu kuyunun suyuna gelenler
Ey Vadi
el-Akik’de oturan sizler
10. Ey
güzel Medine’yi ziyaret etmek isteyenler
Ey bu
yolda yürüyüp yol almak dileyenler
11. N’olur
dönüp bir bakın bize acıyın bize, nice belâlar geldi bize
Şafaktan
biraz sonra gün doğmadan biraz önce
12. Beyaz
tenli yumuşak huylu tatlı nefesli güzel kızlar
Kokular
yaymakta her yana tıpkı misk gibi parça parça
13. Mest
olup geçerek kendilerinden bir o yana bir bu yana attılar kendilerini
Tıpkı
rüzgârların ham ipek gibi ağaç dallarını sallayışları gibi
14. Damızlık
develerin hörgüçlerini sallayışı gibi
Salına
salına yürüyorlar sallayarak geniş kalçalarını temiz kum yığınları gibi
15. Öyleyse onu sevdiğim için beni
kınayanlar kınamasın ayıplamasın
Onu sevdiğim için dostlarım beni
ayıplamasın kınamasın
16. Onu sevdiğim için beni kınayanlar
kınarlarsa beni
Cevabım hıçkıra hıçkıra ağlamaktan başka
ne olabilir ki?
17. Benim şevkim, arzum deve
sürülerim,hüznüm giysilerim
Vecdim, coşkum; sabah
içkilerim,gözyaşlarım ise akşam içkilerim
Dervişlerden
biri bana bir beyit okudu. Öylesine etkilendim ki bu beytin bir başka benzeri
var mı bilmiyorum. İşte o beyit:
“Senden
lütuf ve ihsan isteyen herkese
bereket
yağmuru yağıyor
Şimşeklerin
çakıyor ama bana bir damla yağmur yağmıyor.”
Bu şiirin
üslûbuna hayran kaldım; anlamını düşündüm, kavramaya çalıştım.
Sonra aynı
kâfiye üzere ben de bir şiir yazdım. Bu beyti de güzelliğinden dolayı şiirimin
içine koydum. Böylece o dervişe de bir karşılık vermiş oldum. Allah ona rahmet
etsin!
1. La’la’daki
harap olmuş türap olmuş yerlerde dur
Şimdi
bomboş ıpıssız olan bu topraklarda sevdiklerinin yasını tut
2. Evlerin
yerinde dur ve şimdi ıpıssız oluşlarına şaşarak seslen onlara
O
kaybolmuş tatlı güzelliklerine ve şimdiki ağlanacak hâllerine
3. Ban
ağaçlarının yanında gördüm benim gibi nicelerini
Koparıp
toplayan ağaçların meyvelerini ve çimenli bahçenin güllerini
4. Senden
lütuf ve ihsan isteyen herkese bereket yağmuru yağıyor
Şimşeklerin
çakıyor ama bana bir damla yağmur yağmıyor.
5. O
sevgili/kız şöyle dedi: “Evet o karşılaşmamız gerçekleşmişti
En
bereketli bir yerde ağaçların dallarının gölgesinde
6. Benim
şimşeğim gülümseyen dudaklardan düşen bir şimşektir
Oysa
bugün ancak şu parlak taşın parıltısı kadar parlıyor şimşeğim
7. Öyleyse
kına o zamanı/kaderi ki imkânımız yok önüne geçmeye
Öyle ama,
La’la’da mesken tutmanın ne günahı var?”
8. O
güzelin sözlerini işitince onu mazur gördüm bağışladım
O da benim
gibi dertli bir gönülden yanıp yakılıyor, dedim
9. Kaldığı
evi görünce toprakla bitişik, sordum ona,
Ki
geceleri rüzgârın savrulduğu dört bir yanında:
10. “Rüzgârları
mı haber verdi sana öğle vakti nerede dinlendiklerini?”
O güzel
kız “Evet, dedi, onlar Zatü’l-Ecra’da dinlenmişlerdi
O
çadırların içindeki sabah güneşi gibi parlayan güzel kızlarla.”
1. Ah
gönlümde nice acılar var, ah gönlümde nice acılar var
Ah
ruhumda nice coşkular var nice sevinçler nice coşkular
2. Cayır
cayır yanıyor ciğerim yakıcı bir ateş düştü gönlüme
Ruhuma
yerleşti bir dolunay gecenin karanlığında
3. Ey
misk kokusu, ey dolunay, ey kum tepelerindeki ağaçların dalları!
Ne güzel
bir koku bu, ne parlak bir ay bu, ne yeşil dallar bunlar!
4. Ey
gülen yüz, ey gülümseyen dudaklar!
Sevdim
ben bembeyaz dişlerinizi
Çiy
tanesi gibi tükrüklerinizi emdim, tattım en saf en beyaz ballarınızı
5. Ey
yanaklarındaki kırmızılıktan ve yüzündeki utançtan ötürü
Akşam
kızıllığına bürünüp bize öyle gözüken ayyüzlü
6.
Eğer o sevgili örtüsünü
kaldırmış olsaydı dayanılmaz bir azap olurdu bizim için
İşte bu nedenle nice perdeler gerdi önümüze
7. Gökyüzünde
doğup parlayan bir kuşluk güneşi o
Yemyeşil
bir bahçede dikili kum tepelerinin dalları gibi
8. Korkudan
korkuya düştüm hep onu gözetledim durdum
Gökyüzünden
yağan yağmurla o dalları suluyordum
9. O
güzel sevgili görünmüş olsaydı gözüme elim ayağım dolaşırdı şaşırırdım
O
güzel sevgili gözümün önünden uzaklaşsaydı, ölümüme neden olurdu
10. Güzellik
altından bir taç giydirdi o güzelin başına
İşte sırf
bundan dolayı âşığım ben o günden beri o altına
11. İblis/şeytan görseydi Âdem’de onun
yüzündeki nuru ve güzelliği
Hiç inat eder miydi hiç geri teper
miydi
Âdem’e secde etmeyi?
12. İdris
görseydi onun yanaklarında bu güzelliğin çizgilerini
Kalkıp da
bunca yazıları yazmaya hiç girişir miydi?
13. Belkıs
görseydi onun üzerinde oturduğu minderi
Gönlünden
ne tahtını ne de köşkünü geçirirdi
14. Ey
vadideki sarha ağaçları ey koruluktaki ban ağaçları
Gönderin
bize doğru sabâ rüzgârıyla yayın o hoş kokunuzu
15. Misk
gibi güzel kokular sarıyor her yanımızı
Yayılarak
aşağıdaki çiçeklerden dağılarak tepelerdeki çiçeklerden
16. Ey
vadideki ban ağaçları gösterin bize ince dallarınızı
Ki
benziyor onun boyuna posuna,andırıyor onun narinliğini zarifliğini
17. Sabâ
rüzgârı anlatıyor gençlik günlerimizi
Hacir’de
Mina’daya da Kuba’da geçen günlerimizi
18. Ya
da kum tepelerinde ve otlakların yanında dereboylarında
Ya da
La’la’ tepesinde ki ceylanlar gelir oraya otlamaya
19. Şaşma,
şaşma, şaşma hiç şaşma!
Bu
güzelliklere çılgınca âşık olan bir Araba
20. Ne
zaman bir kumru ötse hemen sevgilisini hatırlayana
Sevinçlere
gark olup kendinden geçerek fâni olana
1. Vadinin
kıvrımındaki iki taşlı yol arasıdır buluşma yerimiz
Ihtır
develeri öyleyse, işte tam burasıdır en son buluşma yerimiz
2. Başka
yer arama uğraşma boyuna artık ünleme
Ey Bârik,
ey Hacir, ey Tahmed! diye
3. Oyna
orada tıpkı göğüsleri tomurcuklanmış kızların oynayışı gibi
Otla
orada tıpkı ürkek ceylanların otlayışı gibi
4. Bir
çimenlik ki orası uçuşur sinekleri ve durmadan vızıldaşırlar
Ve onlara
orada karşılık veren neşeyle ötüşen sevimli kuşlar
5. Kenarları
incelmiş rüzgârları dinmiş sükûna ermiş
Bulutları
bembeyaz olmuş pırıl pırıl parlamış,sanki bir şimşek çakmış
6. Yağmur
damlaları ince ince iniyor bulutların arasından
Tıpkı
sevgilisinden ayrıldığı için üzgün bir âşığın gözlerinden inen gözyaşları gibi
7. Ve
sen! Haydi durma iç şarabın özünü sarhoşluğuyla birlikte
Ve orada
şarkı söyleyen bir şarkıcıyı neşeyle sevinçle dinle
8. Ey
Âdem zamanına ait şarabın özsuyu
Sahih bir
hadis bize haber verdi Adn Cennetini
9. Doğrusu
güzel kadınlar misk gibi tükrüklerinden yaydılar onu
O güzel
bakireler bol bol bize dağıtmaktadırlar o güzel kokuyu
1.
Ey eski mabed, ey kadîm ev, senin için
yükseldi bir nur
Öyle bir
nur ki ta kalblerimizde parlıyor
2.
Geçtiğim çölleri çektiğim acıları şikayet
edeyim sana
Anlatayım sana döktüğüm gözyaşlarımı oralarda
3.
Kaç kez akşamladım kaç kez sabahladım bir
türlü rahata ermedim
Nice sabahlara erdim nice akşamlara eriştim
4. Kuşkusuz
yürümekten ayak tabanları şişse de dişi develerin
Gene de
yürürler geceleri hızlı hızlı adımlarla geçerler çölleri
5.
İşte bu yük develeri getirdi bizleri
arzuyla istekle şevkle size
Gerçi pek ummuyorlardı ulaşmayı bu şekilde size
6.
Sana ulaşmak için çölleri aştılar yağmursuz
toprakları tepelediler
Aşktan vecdden çılgına döndüler gene de yorulduk demediler
7. Onlar
hiç dert yanmadı aşkın eleminden ben yandım
Yorgunluktan ben yakındım, sahi ben ne saçma bir iş yaptım.
1. En-Nekâ
ile La’la’ arasında
Zatü’l-Ecra’nın
ceylanları dolaşmakta
2. Dolaşıyorlar
serbestçe oralarda
Birbirine
girmiş çalılıklar ve otlaklar arasında
3. Bu
dağların tepelerin ufuklarında
Görünen
hilâller doğan aylar
Ki o
hilâller doğmasın görünmesin
5. İstemem
hiçbir şey parlamasın
Kıvılcımından
çakmak taşının
6. İstemem
hiç bir şey parlamasın
Sırf
duygularımın hatırı için
7. Ey
gözyaşlarım haydi akın haydi
Ey iki
gözüm durdurma gözyaşlarını!
8. Ey
derin iççekişlerim haydi yükselişe geçin!
Ey
kalbim, ey canım ciğerim haydi parçalanın!
9. Ve
sen ey develerin sürücüsü yavaş ol!
Çünkü bir
ateş düştü göğüs kemiklerimin arasına
10. Ayrılık
korkusundan ötürü kapandı gözlerim
Dört bir
yana dağıldı akan gözyaşlarım
11. Ve
sonunda ayrılık ânı gelip çatınca
Göz
kalmadı ki döksün gözyaşı o dayanılmaz ana
12. Öyleyse
haydi çık yola kıvrım kıvrım tepeleriyle dolu vadiye
Onların
yerleşim yerlerine ve benim ölüm döşeğime
13. Çünkü
benim sevgililerim oralarda
El-Ecra’
sularının kıyılarında
14.
Haydi ünle şimdi onlara: “Kim yardım edecek
şu gence,
Aşkla arzuyla yanıp yakılan kendinden geçen şu gence?
İşte bu
şaşkınlık mahv etti onu harap etti indi ta yüreğine
16. Ey
karanlık gecede parlayan ay
N’olur al
ondan ona gerekmeyenleri koy onların yerine ona gerekeni
17. N’olur
ona şöyle bir nazar et
Örtünün
arkasından ona bir bak
18. Çünkü
o öyle zayıf öyle halsiz ki
Dayanamaz
karşısında durmaya o müthiş güzelliğin
19. Ya
da doldur bir kez daha umutlarla içini
Belki
böylece yeniden dirilir ya da anlar olup biteni
20. O
bir şey değil ölü bir varlıktan başka
Kalmış
en-Nekâ ile La’la’ arasında
21. Ölmüşüm
yeisden ve kederden ben de
Sanki
çakılıp kalmışım olduğum yerde
22. Sabâ
rüzgârı meğer doğru söylememiş
Bunca
aldatıcı hayalleri hileleri bana getirende
23. Duymadığı
şeyleri rüzgâr gelip sana söyler
Olur ya
bazen rüzgâr da yalan söyler
1. Anam
babam feda olsun bir o yana bir bu yana sallanan ince dallara
Kulaklar
üzerine dökülen al yanakları örten büklüm büklüm saçlara
2. Bırakılan
omuzlara lüle lüle örülmüş uzun saçlara
İpek gibi
yumuşak kıvrım kıvrım örgülü saçlara
3. Onurlarından
ötürü eteklerini yerlerde sürüyenlere
Güzelliklerinden
ötürü bürünmüş olan ipekli şallara
4. Güzelliklerini
göstermeyip saklayıp kaçıranlara
Yalnızca
babadan kalma eşyaları ve yepyeni ipekli şalları bağışlayanlara
5. Gülerek
gülümseyerek kendilerini hoşlandıranlara
Öpülesi
güzel dudaklara sahip olanlara
6. Dokunulası
mücerred güzelliklere ve tomurcuklanmış göğüslere
İnsana
bunca güzel hediyeler sunan zarif nazlı edalılara
7. Konuştukları
zaman dinleyenleri cezbedip gönülleri kendilerine bağlayanlara
İnsanı
celbeden şaşkına çeviren büyüleyen bakışlarıyla
8. Hayalarından
ötürü güzel yüzlerini kapatanlara
Nice
takva sahiplerinin kalblerini ve Tanrı ’dan korkan nicelerini böylece esir
alanlara
9. İnci
gibi parlayan dişlerini hiç saklamayanlara
Tükürükleriyle
zayıflara ve düşkünlere şifalar taşıyanlara
10. Gözlerinden
öldürücü oklar fırlatıp atanlara
Savaşlarda
ustalaşmış nicelerinin kalbini delip geçen bir vuruşta
11. Kalblerinden
ve gönüllerinden nice yeni hilâller doğuranlara
Dolunay
olma yolunda aytutulması korkusunu hiç duymayanlara
12. Gözlerinden
yağmur bulutları gibi gözyaşı akıtanlara
Gökgürültüsü
gibi nefes alıp soluklarını etrafa duyuranlara
13. Ey
benim dostlarım kanım canım feda olsun fidan boylu o güzelin yoluna
Bunca
ihsan lütuf iyilik ve bağışta bulunan bana
14. Birlik
nizamını kurandır o; bizim biricik ‘Nizam’ımızdır o
Hem Arap
hem Acemdir o; ariflerin kalbini sürekli meşgul eden o
15. Ne
zaman dik dik baksa, sana çekmiş demektir keskin kılıçları
Gösterince
sana inci dişlerini çakar göz kamaştırıcı şimşekleri
16. Ey
benim dostlarım, Hacir’in korunan otlaklarında biraz durun
Ey benim
dostlarım, durun oralarda biraz durun
17. Durun
ki size sorayım nereye gitti diye alaca tüylü develeri
Şimdi ben
dolaşıyorum ölümün ve yıkımın kol gezdiği yerleri
18. Dolaşıyorum
bildiğim ve bilmediğim tüm beldeleri
Hızlı bir
deveyle ki tabanları şişmiş dolaşmaktan vahaları çölleri
19. Açlıktan
ve susuzluktan birbirine yapışmış böğürleri
Tüketmiş
gücünü kesmiş takatını eritmiş hörgüçlerini seyrüseferi
20. Hacir’in
kum tepeleri üzerinde onu durduruncaya dek süren seferi
Ve
görünceye dek el-Useyl’de bizi izleyen dişi develeri
21. Yüzünde
bir korku görülen ayın yönlendirdiği develeri geceleri
Korktum
bir hâl gelir ya da kaçar gider geceleyin diye ve belime doladım ipini
22. Öyle
bir ay ki tavaf sırasında görünür gümüşsü ışıklarıyla
O benim
etrafımda tavaf eder durur ve ben onun etrafında
23. Yerleri
süpüren eteklerinin uçları siler süpürür ayak izlerini
Sen de
şaşar kalırdın rehber olup izleseydin o izleri
1. en-Neka
koruluğunda ılgın ağaçları arasında güzel keklik sürüleri
Üzerinde
bembeyaz çadırları kurmuş Güzellik sanki
2. Idam
çölünün tam orta yerinde
Otluyor
develeri hemen yanlarında ceylan sürüleri
3. Ey
benim dostlarım durun biraz oralarda
Konuşmaya
çalışın evlerin yıkıntılarıyla seyredin onlardan kalan harabeleri
4. Ağlayın
yas tutun bir gencin gönlü için
Ayrılış
günü gönlünü bırakan oralarda, ağlayın sızlayın onun için
5. Belki
gönlü haber verir onların nereye gittiklerini
Kuba’ya
doğru mu yoksa korunan otlakların tepelerine mi?
6. Hiç
farkına varmadım onlar yüklemişler develerini
Nasıl
olur ben bu denli dikkatsiz miyim ya da kör mü gözlerim
7. Hayır
hayır ne o ne bu hiçbiri değil
Bana
galebe çalan aşk şaşkınlığından başka bir şey değil
8. Ey
benim kederli düşüncelerim uçup giden ve takılan onların ardına
Sabâ
melikesinin askerleri gibi dağılan her yana onları aramaya
9. Seslendim
esen bütün rüzgârlara
Ey şimal
rüzgârı, ey güney rüzgârı, ey bad-ı sabâ
10. Ne
çektiğimden hiç haberiniz var mı bilseniz
Onların
ayrılışından dolayı ne acılar çekiyorum bir bilseniz
11. Nihayet
onların haberini bana sabâ rüzgârı getirdi
O da şîh
ağaçlarından almış, onlar da gültepedeki çiçeklerden o haberi
12. Diyor
ki: Kimi hasta ederse bu aşk derdi
Gitsin
eğlensin iyileşsin dinleyerek uzun aşk hikayeleri
13. Sonra
diyor ki: Ey şimal rüzgârı sen de söyle ona aynı haberi
Tıpkı
benim dediğim gibi ya da daha şaşırtıcı bir haberi
14. Sonra
sen de söyle ey güney rüzgârı sen de
Tıpkı
benim söylediğim gibi ya da daha tatlı bir haberi
15. Şimal
rüzgârı dedi ki: Bende öyle bir sevinç öyle bir ferahlık var ki
Güney
rüzgârı da ortaktır ona şimal rüzgârı da
16.
Bütün çirkinlikler birer
güzellik oluyor onların sevgilerinde
Rızalarını
kazanmak için çektiğim bütün acılar birer tatlı sevinç oluyor bende
17. Peki
öyleyse neye üzülüyorsun, niçin neden yakınıyorsun?
Bu
üzüntüden bu kederden ve bu dertten niçin bu denli şikayet ediyorsun?
18. Onlar
sana herhangi bir şey vaat ettikleri zaman
Görürsün
o vaatlerin olduğunu sadece birer yalan
19. Oysa
Görünmeyen o yüce Varlık gökte parlayan şimşeklerden
Altın
işlemeler süslü nakışlar yapıyor ucuna bir bulutun
20. Gözyaşları
aktı birden alyanaklarının üzerine sel gibi
Ve
tutuşturdu içindeki alevleri ve yaktı yalımlanan yüreğini
21. O
bir kırmızı güldür gözyaşlarımdan biten
O bir
beyaz nergistir bembeyaz bulutlar gibi bahar yağmuru indiren
22. Ne
zaman arzu etsen onu elde etmeyi
Gizlemek
için kendini şakaklarına salıverir akrepler gibi zülüflerini
23. Ne
zaman gülümsese güneşler doğar gül yüzünde
Rabbim ne
kadar da parlak habbeler bunlar bembeyaz dişlerinde
24. Ne
zaman düşürse alnına kömür gibi simsiyah gür ve sık saçlarını
Sanırsın
salmış gece ortalığa koyu karanlıklarını
25. Ne zaman tükürse, arılar yarışarak
başlarlar onu emmeye
Tanrım ne de güzel dişler bunlar böyle
26. Ne zaman eğilse çağrıştırır bize meyve
yüklü ince dalları
Ya da dikse gözlerini, sıyırır sanki
bakışlarından keskin kılıçları
27. Hacir’in kum tepelerinde nasıl da
konuşurdun âşıkâne
Ey saf Arapoğlu, o nazlı o ürkek
güzellerle
28. Değil mi ki ben de bir Arabım bu yüzden
ben de
Âşığım o beyaz tenli güzele, ben de
tutkunum vurgunum o nazlı güzellere
29.
Umurumda değil aşk ve
vecd görünmüş ya da görünmemiş bende Yeter ki olsun o sevgili yalnızca benimle
30. Ne
zaman “Elâ” dediysem, bana dediler “Ema”
Ne
zaman “Hel” dediysem, bana dediler “Eba”—
31. Ne
zaman çıktılarsa yukarılara ya da indilerse aşağılara
Aştım
dağları tepeleri, geçtim uçsuz bucaksız tehlikeli çölleri, koyuldum onları
aramaya
32. Bu zamanın Sâmirî’sidir
kalbim benim12
Gördükçe
ayak izlerini arıyor altına dönüşmüş şeyleri
33. Onlar
doğsa da batsa da hiç aldırmıyor gönlüm
Zülkarneyn
gibi onların ayak izlerini takip ediyor gönlüm
34. Onlara
kavuşalım diye nice dualar ettik
Ayrılacaklar
diye nice dualar ettik
35. Ey ez-Zevra oğulları13 işte bir ay doğdu ve
parladı yanınızda
Ne yazık
ki o ay battı ve karardı benim dünyamda
36. Vallahi
beni harap etti beni o harap etti
Nice bin
kez bağırdım çağırdım ardından ah beni o harap etti
37. Vah
bana, vah bana yanıyorum o genç güzelin yoluna
Ne zaman
bir güvercin ötse gözden kaybolan o güzelin yoluna
11
Bunlar
Arapçadaki soru edatlarıdır.
12
İsrailoğulları
kadınlarının Mısırlılardan topladığı mücevherleri ateşte eriten kişi.
1. Zatü’l-Eda’da
bir bulut parladı şimşekler fırlatan
Ovaların
çöllerin üzerine çakan şimşekler nurdan
2. Ve
bir gök gürültüsü koptu münacatı duyuldu göğün
Ardından
zincir gibi boşandı yağmur bulutlardan
3. Birbirini
ünledi deveciler: ‘Ih’tırın develeri! diye dinlemedi develer
Bense aşkımdan vecdimden çığlıklar
attım:
“Ey
sürücü!” diye ünledim
4. Ey
sürücü indir kervanı buraya ve kal biraz burada
Çünkü
benim âşık olduğum sevgili de yanınızda
5. Fidan
gibi ince narin selvi boylu o güzel mi güzel
Hüzünlü
bir âşığın gönlü benim gönlüm yanıyor onun özlemiyle
6. Onu
hatırlayan her meclisin içi dolar misk gibi güzel kokuyla
O
meclisde bulunan herkes alır onun güzel adını ağzına
7. Onun
meclisi kurulsaydı eğer bir vadiye
Oysa
kurmuş tahtını o ta dağın en yüksek tepesine
8. Vadi
de yükselirdi onunla birlikte yükseklere
Hayran
hayran seyredenler onu ulaşamaz asla o yüksekliğe
9. Bütün
harap yerler ıssız bütün çöller onunla bayındır olur
Çöldeki
bütün seraplar onun sayesinde olur bol bereketli berrak sular
10. Bütün
bahçeler onunla çiçeklenir bütün çimenlikler onunla yeşerir
Bütün içecekler onunla durulur onunla berraklaşır
11. Karanlık
gecelerim onun yüzüyle aydınlanır
Gündüzlerim
onun kara saçlarıyla kararır
12. Kalbim
paramparça oldu gönlümün çekirdeği yarıldı
Onu
gönlüme onun oklarıyla attı her çekirdeği Yaran Ulu Tanrı14
13. Tam
nişan almaya alışmış gözleri benim içorganlarımı
Oklarından
hiç biri şaşırmıyor asla hedefini
14. Ne
harap olmuş ıssız yerlerdeki gecekuşları ve kukumavlar
Ne
kumrular ne de havada dönen ötüşen kuzgunlar
15. Daha
uğursuzdur eyerleyip yola çıkarılan o yüklü deveden
Güzelliği
her şeyin üstünde olan sevgiliyi alıp götürsün diye
16. Ve
hüzünlü bir âşığı Zâtü’l-Edâ’da bırakıp gitsin diye
Aşkından
ölen ama gene de aşklarına sadık kalan bir âşığı yüzüstü bıraksın diye
14 bkz. Kur’ân, 6/95-96.
1. Unutamıyorum
el-Hadise ve el-Kerh arasında konuştuğumuz o tatlı sözlerimizi
Hatırlatan şimdi bana ömrümüzün ilkbaharını gençlik dönemlerimizi
2. Elli
yıldan sonra dedim kendi kendime:
Uzun uzun
düşüne düşüne döndüm ben bir kuş yavrusuna
3. Şimdi
o tatlı sözler hatırlatıyor bana
Selı ’ ve
Hacir dağlarını
Aklıma
yeniden getiriyor gençlik yıllarımı ömrümün ilkbaharını
4. Ve
develeri tepelere doğru sürüşümüzü vadilere doğru indirişimizi
Ve afare
ve merh ağaçlarının odunlarından onlar için yaktığımız ateşleri
1. Koruluktaki
ağaçların dallarına konan her güvercinle
Dilleşiyorum
içten içe söyleşiyorum hüzünlü sözlerle
2. Ve
gözyaşı akıtmadan ağlıyor o kederli güvercin de
Oysa
benim gözkapaklarımdan hüzün yağmurları inmekte
3.
Seslendim o güvercine
gözkapaklarım koyverince gözyaşlarımı sel gibi
Duygularımı dile getiren gözyaşlarım anlatır hâlimi
4.
Sevdiğim o güzel
sevgiliye dair bir bilgi var mı sende
Söylediler mi eğleşip kaldıklarını o yemyeşil dalların gölgesinde
1. Zerud
dağlarının arasında kum tepeleri yanında
Avcılar
ve aslanlar var ürkek ve çekingen kadınların bakışı gibi bakan
2. Savaşın
hengâmesinde doğmuşlar harplerde eğitilmişlerken yenilmişler Hani o kara gözlü
aslanlar, ne olmuşlar, nereye gitmişler
3. Belli
ki onları bu hâle o güzel kadınların öldürücü bakışları getirmiş
Ne
güzel bu bakışlar avcıların kızlarından gelen bu bakışlar15
15 bkz. Kur’ân, 55/72-76, Rahman Sûresinin
son kısmında anlatılan tasvirler .
1. Üç
ay yüzlü güzel hiç gerek duymadan süslenmeye
Çıktılar
yola et-Ten’im’e doğru başlarında ipekli örtülerle
2. Güneş
misali parlayan yüzlerinden kaldırdılar örtülerini
Ve
yüksek sesle “Lebbeyk!” dediler,‘tehlil’lerle
16yaparken
umrelerini
3.
Güzel keklikler gibi sekerek yavaş yavaş
yürüyerek geldiler güzeller
Üzerlerinde Yemen kumaşından yapılmış zarif
albenili giysiler
16 Lâ
ilâhe illallah,
sözünü söylemeye ‘tehlil’
denir.
1. Ey
Necid’in dağlık bölgeleri!
Ne
mübarek topraklarsınız öyle
Yağmur
bulutları yağmur üstüne yağmur indirsin üstünüze
2. Elli
yıldır sizi selâmlayan sizi gene selâmlasın
Dönüp
dönüp selâmlasın durup durup selâmlasın
3. O’na
kavuşmak için susuz çölleri aştım uzun yollardan geçtim
İri
hörgüçlü dişi bir deveyle ve iki hörgüçlü yaşlı bir hecin deveyle
4. Gada
ağaçlığı tarafından bir şimşek parlayıncaya dek
Ve
geceleyin çıkıp gelişi onun, coşku üstüne coşku uyandırdı bende
1. Ey
benim dostlarım gelin inin korunan şu otlaklara
Necid
dağlarını arayın ve size yolunuzu gösterecek işaretleri bulun oralarda
2. Kıvrım
kıvrım kum tepeleri gibi çadırların yanındaki suya inin
Dall ve
selâm ağaçlarının gölgesinde gölgelenin
3. Sonra,
Mina vadisine geldiğiniz zaman,
—Ki
canımın içi sevgilimin bulunduğu yere geldiniz demektir—
4. Aşk
selâmları söyleyin benden orada bulunanlara
Ya da
yalnızca “Selâm size!” deyin onlara
5. Dinleyin
ne cevap verecekler bakalım kulak verin onlara
Ve gönlü
çok dertli birinden haber götürün onlara
6. Aşkın
acılarından durmadan yakınan birinden
Her şeyi
alenen yapan, hep sevgilisinden haber bekleyen, herkese durmadan sorular soran
1. Tayba’dan 17, Mekke’den ve Mescid-i
Aksâ’dan sonra
Bağdan18 en sevgili şehirdir
benim için
Allah’ın
beldeleri arasında
2. Nasıl
olur mümkün mü ki sevmeyeyim o Selam şehrini
Dinimi,
aklımı, imanımı bana öğreten,bana yol gösteren önderimin şehrini
3. Evet
orada ikâmet etmiştir Fars kızlarının en güzeli
En güzel
imâlarda bulunan, zarif, latif, gözkapakları baygın biri
4. Bakışlarıyla
öldürdüğü kimseleri selâmlayıp yeniden dirilten biri
Güzelliğinden
ve ihsanından ayrı bambaşka bir bağışta bulunan biri
1. Canım kurban olsun beyaz
tenli nazlı edalı o güzel sevgililere19
Öperken Hacerü’l-Esved’i
ve Ka’be’nin sütunlarını oynadılar benimle
2. Arkalarından
izlerken onları bir an kaybetsen gözünün önünden
Başka
bir şey bulamazsın geride tatlı bir iz olarak misk kokuları dışında
3. Geceleyin
benim için ne karanlık kalır onları anımsayınca
Ne ay
kararması ve yürürüm apaydınlık gecede ay ışığında
4. Yürüyünce
onların uysal binekleriyle yan yana
Sabah güneşi gibi gözükür karanlık gece birden bana
5. Yöneldi
gönlüm o güzellerden birine âşık oldum birdenbire ona
Öyle güzel biri ki bir benzeri daha yok insanlar arasında
6. Kaldıracak
olsa bir an yüzündeki örtüyü, gösterir sana bir parıltı
Işığı hiç sönmeyen, değişmeyen güneş
gibi bir parıltı
7. Yüzünün
parlaklığı güneş parlaklığı saçının karalığı gece karanlığı
Ah ne şaşırtıcı bir suret böyle! Onda biraraya gelmiş güneşle gece
8. Onunla
beraberken biz geceleyin sanki gündüz ışığındayız
Siyah saçlarıyla öğle vakti sanki gece
karanlığındayız
1. Ezriat
ile Busra arasında bir kız ondördünde
Göründü
gözüme ayın ondördü güzelliğinde
2. Celâl
yönünden yükselmişti zamanın üstüne
Büyüklük
ve övünç yönünden ulaşmıştı zaman ötesine
3. Her
hilâl ulaşınca sonunda ondördüne dolunay hâline
Eksilmeye
başlar yeniden o ay tamamlansın diye
4. Ama
o ayyüzlü başka, çünkü dolaşmıyor burçlar arasında
Çünkü
Tek’in katları yapılmaz asla ve kat’a
5. Sen
bir güzel hokkasın, her türlü esans ve güzel koku birleşmiş sende
Sen bir
güzel bahçesin, yemyeşil çimenlikler ve rengârenk çiçekler boyvermiş sende
6. Sende
ulaşmış güzellik ulaşabileceği en son haddine
Senin
gibi birinin olması mümkün değildir imkân dahilinde
1. Allah
korudu Ban ağaçları üzerindeki bir kuşu
Bana
ondan doğru haber getiren bir kuşu
2. Sevgililer
vurdular eyerleri develerin üzerine
Ve
çıktılar yola seher vakti gittiler uzak yerlere
3. Ben
de çıktım sefere onların ardından kalbimde bir kor ateş
Onların gidişiyle içimde alev alev yanan bir ateş
4. Gecenin
zifiri karanlığında önlerine çıkmaya çalıştım
Arkalarından
seslendim, sonra izlerini takip ettim
5. İzlerini
takip ettim, fakat bir kılavuzum yoktu
Sevgilerinden kalan misk kokulu bir nefes dışında
6. Karanlık
gece aydınlandı o güzeller kaldırınca örtülerini
Sanki ayın gümüşsü ışığında yürüyordu develeri
7. Bense
akıttım gözyaşlarımı sel gibi o develerin önünde
Dediler: “Bu ırmak da nerden, ne zaman çıktı önümüze?”
8. Ve
bir türlü o ırmağın karşı kıyısına geçemediler
Bense
dedim onlara: “İşte, bu akan gözyaşlarımdır!”
9. Sanki
gök gürlemeleri işitiliyordu şimşek parıltıları arasında
Sanki bulutlar akıp geçiyordu yağan yağmur taneleri arasında
10. İnci gibi dişlerinin parlaklığı
karşısında yürekler titriyordu
Uzaklara giden yolcular için sel gibi
gözyaşları akıyordu
11. Ey boyunun posunun güzelliği selvi
güzelliği,fidan güzelliği sevgili
Ey sen zarifliği, narinliği, tazeliği çiçek tazeliği
12. Eğer
biri kalkıp aksini söyleseydi benim yaptığım bu teşbihin
Kuşkusuz akl-ı selim sahibi biri olurdu yerinde bir iş yapardı:
13. Selvilerin
fidanların güzelliği senin boyunun posunun güzelliği
Bahçelerdeki güllerin rengi senin
yüzündeki edebin utancın rengi
1. Ey
akıl sahipleri, ey gönül sahipleri, ey ilim ve hikmet ehli
Güneşle
ceylan güzeller —arasında çılgına döndüm
ben21
2. Süha
yıldızını unutan biri sayılmaz pek unutkan
Ama
güneşi unutan, işte asıl odur unutkan
3. Bırak
gitsin katsın sürüsünü sürüsüne
Küçük
dillere dek ağızları açar övgüyle hediye
4. Arap
kızlarından bir güzel kızdır o
Fakat
aslen Fars kızlarından biridir o
5. Onun
ağzına dizmiş güzellik inciden dişler
Safi
beyaz tıpkı billur gibi kar gibi dişler
6. Yüzündeki
parlaklığı görünce karıştı aklım
Güzelliği
ve paha biçilmez değeri karşısında kapıldım dehşete
7. İşte
bu iki hasletinden ötürü iki kez öldüm
Tıpkı
Kur’ân’daki gibi iki kez öldüm iki kez dirildim—
8. “Bana
ne oluyor, dedim kendi kendime, neden dehşete düşürüyor beni bu parlaklık?”
“Düşmanlar
sana saldırmak için buluştular gün doğarken” dedi o sevgili
9. Senin güzel yüzünü örten
o siyah saçların korur beni, dedim,23
Düşmanlarım
bana saldırınca, gönder aman saçlarını bana.
10. Bu
şiirimiz kafiyesiz redifsiz oldu ama ne önemi var ki
Benim
bu şiirden kastım zaten ondan başka nedir ki
li.
Benim
biricik amacım o ‘Ha’ sözcüğüdür25
“Al
gülünü ver gülümü!” derim sevmem pek pazarlığı
20
Bu dizedeki ‘el-meha’
sözcüğünü ‘güzel ceylanlar’ olarak çevirdik. Aslında bu sözcük ‘el-mehatü’
sözcüğünün çoğuludur ve güneşler demektir. Aynı zamanda kristal parçaları ve
vahşi inekler anlamına da gelmektedir.
21
Kur’ân,
65/12 âyetindeki “yetenezzelü’l-emrü beynehüm” kısmına bir atıfta bulunuluyor.
22
Kur’ân, 40/11: “Dediler ki Rabbimiz bizi iki kez
öldürdün mü ki iki kez dirilttin.”
23
Kur’ân, 72/26-27. “O, gaybı
bilendir. Kendi görünmez bilgisini kimseye göstermez. Ancak razı olduğu
elçilere gösterir, çünkü o, onların hem önüne hem de arkasına koruyucular
koyar.”
24
Şerhde
(Ez-Zehâyir ve’l-A’lâk) şu açıklamaya yer veriliyor: “Şair şöyle diyor:
Biz yalnızca onunla ilgileniriz, dış dünyayla ilgilenmemiz de gene ondan
ötürüdür. O, dış dünyada uygun bir şekilde zâhir olursa ilgileniriz. Tıpkı
birinin dediği gibi: “Ben zencileri, onu sevdiğim için severim, hatta
köpeklerin siyahını da gene onu sevdiğim için severim.” Ayrıca biz, Bedir
ismindeki bir arkadaşımıza şöyle demiştik: Seni sevdiğim için, bütün sevgileri
seviyorum. Gökte parlayan ayın ondördüne (el-Bedr) de senin isminden ötürü
âşığım.” ‘Şiirimiz kâfiyesiz oldu’ ifadesine gelince, burada kastedilen tam
kâfiye ya da redifsiz oldu denilmek isteniyor; yoksa şiirde kâfiye vardır.
25
‘Ha’ zamiri ‘O’ (Dişil) demektir.
1. Unutamam
hiç bir zaman ne Vana’daki evimi
Ne de
gidiş ve dönüşlerinde kervancılara söylediğim sözleri
2. Bir
kaç saat yanımızda kalın ki şifa bulalım böylece
Onları
sevenler üzerine yemin ederim,ben ancak teselli bulurum sizinle
3. Yola
çıksalar mutluluk ve güzellik içinde seyahat ederler
Yoldan
gelseler en verimli topraklara inerler
4. Onlarla
karşılaşmıştım ilk kez Kanat vadisinde bir su yolunda
Son kez
görmüştüm onları en-Naka ile Müşelşel arasında
5. Alaca
tüylü develerin otladığı meraları adım adım gözetliyorlardı
Oysa
şaşırmış çılgına dönmüş bir âşığın kalbine hiç bakmıyorlardı
6. Ey
develerin sürücüsü acıyın şu delikanlıya
Ebucehilkarpuzu
kırarken gördüğünüz gence veda anında
7. Avuçlarını
açıp göğsünün üstüne çaprazlama koyan
Devenin
üzerindeki tahtırevan gıcırtısından bile kalbi çarpan
8. Sabır,
sabır diyorlar fakat bu dert sabretmiyor ki
Bende
sabır yoksa ben ne yapabilirim ki
9. Sabrım
olsa bile, sabrın hükmü altına girsem bile
Nefsim
sabredemez ki, peki sabrım yoksa nasıl sabredebilirim ki?
1. Siyah
saçlarının zifiri karanlığında göründü ayın öndördü
Kıpkırmızı
gülleri suladı bembeyaz nergisler
2. Öyle
güzel ve genç bir kız ki o güzel kadınlar şaşar kalır onu görünce
Onun yüzündeki nur parlar gökteki ay
üzerinde
3. Güneşten
daha üstündür o parlaklıkta
O öyle
bir suret ki kıyaslanmaz başkalarıyla
4. Nur
feleği onun ayağının altındadır
Onun tacı
bütün kürelerin dışındadır
5. Gönlüne
girse birinin bu vehim yaralar kendini
Peki
öyleyse çıplak gözlerle o nasıl görülebilir ki
6. Öyle
güzel bir görüntüdür ki o, anımsayınca biz, kaybolur gözden
Gözlerin farkedemeyeceği latif bir varlıktır o
7. Bütün
sıfatlar onu nitelemeye tanıtmaya çalıştılar
Aşkın bir
varlık olduğundan o, onu anlatmada aciz kaldı tüm sıfatlar
8. Ne
zaman biri kalkıp onu nitelemeye çalışsa
Yaptığı
her çalışmada eksik kalır mutlaka
9. Onu
arayıp bulmak için yola çıkan biri mola verse de hayvanına
Onu düşünenler
ondan başkasını getiremezler asla akıllarına
10. O
öyle bir can ki onun aşkıyla yanıp tutuşanları
İnsan
mertebesinden daha üstün derecelere çıkartır
11. Kıskanır
sarnıçlarda biriken kirli sularla
Tertemiz
berrak suların karıştırılmasını kıskanır
1. Ey
gönlümün sevdikleri söyleyin nerede onlar
Allah
aşkına söyleyin nerede onlar
2. Tıpkı
gördüğünüz gibi onların tayflarını
Bana
gösterebilecek misiniz canlı varlıklarını
3. Bilseniz
nasıl ah bilseniz nasıl arıyorum ben onları
Ne kadar
istedim onların arasında olmayı
4. Hatta
aralarında olduğumdan eminken iyice
Gene de
kuşkulandım gerçekten aralarında mıyım diye
5. Bekliyorum
mutluluk yıldızım engel olur diye
Onların
beni bırakıp gitmesine
6. Nasip
olur gözlerim onları görürse
Demem
artık onlar nerde onlar nerde
1. Bir
aşk savaşı patlak verdi içorganlarla iri gözler arasından
Bu
savaştan ötürü kalbim harap acılar içinde kıvranan
2. Kiraz
dudaklı al yanaklı sevgili bal akan ağzından
Arıların
şehadeti—
yaptıkları saf beyaz baldan
3. Ayak bileklerindeki
gümüş halkalar—ay
üzerindeki karartılar gibi
Yanaklarında kızıl şafaklar tepelerdeki dallar gibi
4. Türlü
süslerle süslenmiş hiç evlenmemiş o güzel sevgili
Görünür
gülünce kar gibi bembeyaz dişleri
5. O
erişilmez biri, çok uzakta; fakat aşkla eğleniyor oynuyor
Ve ölüm
işte bu iki uç nokta arasında gelip gidiyor
6. Gece
kararmaya yüz tutsun hele bir kez
Öteden
beri herkesçe malumdur gecenin ardından gelir gündüz, taptaze bir nefes
7. Esmeye
görsün bir kez Sabâ rüzgârı yemyeşil çimenliklerde
Göğüsleri
kabarık eldeğmemiş nazlı güzeller gezinir üzerinde—
8. Eğilirken
ince dallar gibi karışır misk kokulu nefesleri
Topladıkları çiçeklerin güzel kokularına
9. Sabâ
rüzgârına sordum onları bir haber getirir diye bana
“Haberi
ne yapacaksın?” dedi Sabâ rüzgârı bana
10. “El-Ebrakayn’da
ve Berki’l-Gımad’da ve Birki’l-Gamim’de
Onları
(hacıları) bıraktım geldim oracıkta bir kenarda
11. Onlar
bir yerde duramazlar bir hâlde kalamazlar.”
“Aşkımın
ve şevkimin atları izledikçe onları,nereye kaçabilirler?”
12. Yazık!
Onların oturacağı başka bir yer yok gönlümün dışında
Ben
neredeysem öyleyse dolunay da benimle oradadır, haydi izleyin
13. Onlar
benim kafamın içinde doğup gönlümde batmıyorlar mı?
Artık Ban (ayrılık) ağaçlarının ve
Garaba
(Gurbet) ağaçlarının kötü bahtı da bitti
14. Artık
kargalar da “Gak! Gak!” diyemez bizim obalarda
Artık
bozamazlar sevgimizin nizamını,bir zarar veremezler aşkımıza
26
Allah’ın
arıya vahyettiğini bildiren âyete bir gönderme var, Kur’ân, 16/68
1. Ey
Zatü’l-Gadâ’da Ban ağaçları üzerine konan güvercinler
Bana
verdiğiniz acılardan içim nasıl daralıyor
2. Kim
dayanabilir bunca aşk acısına?
Kim
içebilir kaderin acı şerbetini varıncaya kadar son damlasına?
3.
Bakmayın böyle konuştuğuma; acımdan,
kederimden içimdeki ateşten konuşuyorum
Ah! Beni böyle hasta eden keşke hemşirem olsa da baksa bana
4.
Oysa eğlenerek geçti gitti kapımın önünden
dönüp bakmadı bile
Köşelere
gizlenerek yüzünü örterek başka tarafa bakarak geçti gitti
5. Yüzünü
örtmesi bana hiç bir zarar vermez
Ama başka
yana bakması yok mu işte beni mahv eden bu
1. Ey
alaca tüylü develerin sürücüsü!
Sel’e
varınca dön bir bak bu yana
Dur biraz
el-Müderric’de Ban ağaçlarının yanında
2. Ünle
onları yalvar yakar bağış ve lütuf iste
“Ey
efendiler, bir teselli kaynağı var mı sizde?”
3. En-Nakâ
ile Hacir tepeleri arasında Ramet’de
Bir güzel
kız kapalı kalmış tahtırevan içinde devenin üstünde
4. Ah!
Onun güzelliği! —Ah gözümün nuru güzel sevgili!
Ah!
Onun güzelliği ‘Târık’ı 29 aydınlatan güneşler gibi
5. Sedef
içinde saklı bir incidir onun güzelliği
Simsiyah
bir saç rengindeki sedefin içindeki gibi
6.
Öyle bir inci ki onu
bulmak için gönül dalar derine
Ve
saatlerce kalır onu almak için o derin denizin dibinde
7. Onu
görenler dağdaki güzel ceylanları görmüş gibi olurlar
O ince
boyunlu o zarif sevimli o gül gibi gonca gibi sevgili
8. Sanki
o Koç burcunda gözüken bir kuşluk güneşi gibi
Ve
dolaşan tüm burçları tâ en uzaktakine kadar hepsini
9. Eğer
örtüsünü kaldırsa ya da bir kez yüzünü açsa
Sabahın
parlak ışıkları sönük kalır onun yanında
10. Hımâ
tepeleriyle Ramet tepeleri arasında ünledim durdum
“Kimyardım
edecek Sel’de oturan gözü ufuklarda umutla bekleyen bir gence?
11. Çölde
yolunu şaşırmış kaybolmuş bir gence
Şaşkına
dönmüş aklı başından gitmiş dönmüş deliye
12. Gözyaşları
içinde boğulmuş dertli bir gence
Dişleri
kar gibi bembeyaz birinin aşkıyla mest olmuş kendinden geçmiş
13. Derin
iççekişleri tâ göklere dek çıkmış yüreğini yakmış bir gence
O sevimli
o hilâl kaşlı güzelin güzelliğine vurulmuş çılgına dönmüş
14. Aşkın
elleri onun kalbiyle istediği gibi oynamış
Ve bunu
yaparken de hiç bir mahzur görmemiş
29
Kur’ân,
86/1-3, Gece ortaya çıkan ilk yıldıza ‘Târık’ denir. Târık, şiddetle vuran,
çarpan demektir. Ayağını yere vurduğu için yolcuya da Târık denir. Gece gelene
Târık denmiştir. Daha sonraları gece ilk doğan yıldıza Târık denmiştir.
İnsanlığın karanlık gecesinde doğan yıldız anlamında Hz. Muhammed’e de Târık
adı verilmiştir.
1. Parmakları
kınalı o güzeli bana kim gösterecek?
Dilinden
bal akan o güzeli bana kim gösterecek?
2. Göğüsleri
kabarık soylu güzellerden biridir o
İffetini
koruyan narin nazlı güzellerden biridir o
3. Dalların
ucundan tepesinden doğan bir dolunaydır o
Kusursuz
noksansız mükemmel bir güzeldir o
4. Vücud
ülkemde bir bahçeye konmuş bir güvercindir o
Ban
ağaçları üzerinde şen şakrak öten bir güvercindir o
5. Şevkten ölen aşktan
eriyen biridir o 30
Tıpkı
benim gibi başına dert gelen biridir o
6. Dostu
için ağlayıp övgüler düzen biridir o
Tıpkı
beni attığı gibi kasten onu da atan
Zaman’ı
yerendir o
7. Yakınından
ayrı düşmüş evinden barkından uzak kalmış biridir o
Ah yazık!
Ah ayrılık zamanı! Ah kavuşma zamanı!
30 Kur’ân, 3/31. “De ki: Allah ’ı
seviyorsanız, bana uyun ki Allah da sizi sevsin.”
Kur’ân, 5/54: “O
onları sever ve onlar da O’nu sever.”
1. Yılan
gibi zehirliyor o güzel belikleriyle kendine yaklaşanları
Ah o güzel ne kadar da gaddar ne kadar da kıyıcı!
2. Ah
o güzel ne kadar da emin kendinden! Dik dik bakıyor
Eritiyor
bakışıyla âşığını yataklara düşürüyor
3. Yay
gibi hilâl gibi kaşlarının kavislerinden zehirli oklar fırlatıyor
Ah! Hangi yöne dönersem döneyim hedef oluyorum bu oklara
1. Zatü’l-Adâ’da,
Me’zimeyn’de ve Barik’de
Ve Zî
Selem’de ve El-Abrakayn’da bütün gece
2. Tarık’a31 gözüktü kılıç
parıltıları gülümseyen dudak parıltıları arasından
Misk gibi
kokan ağzından çıkan kokuyu duyamaz her koku alan
3. Savaş
açılsa onlara çekerler kılıçlarını bakışlarından
Barış
teklif edilse çözerler tüm kördüğümleri bütün sorunları
4. Onlar
tattı ise bir zevki biz de tattık aynı zevki
Maşukun
bir mülkü varsa çünkü âşığın da vardır bir mülkü
31 bkz. not 29.
1. Çimenlik
ve otlak olarak ‘Radva’yeter de artar bile bana
Çünkü
yemyeşil bir mera ve buz gibi soğuk sular var orada
2. Belki
sevdiklerim duymuştur oranın verimliliğini
Belki
gelip konaklarlar orada ‘ıh’tırırlar belki develerini
3. Bizim
öyle bir kalbimiz var ki sımsıkı bağlı onlara
Ne zaman
sürse deve sürücüsü develeri kulaklarımız derhal dikkat kesilir onlara
4. Ve
eğer sefere çıkmak için ünleseler birbirine dizilseler çöllere
Develerin
arkasından benim çığlıklarımı işitirsin sen çıkan göklere
5. Ve
eğer Ez-Zevrâe’ye doğru yönelseler, o önlerine dikilir
Ve eğer
El-Cer’âe’ye doğru gitseler,mutlaka orada konaklarlar
6. Talih
kuşu yalnızca onların olduğu yerde çadır kurduğu yerde uçar
Evet
talih kuşu ancak onların oymağında yavrular
7. Kendim
için korktum onun için korktum; korkularım tutuştu birbirine
İki
korkumdan hiç biri vermedi bir yol bir diğerine
8. Onun
parlaklığı, onun nuru birden kamaştırınca gözlerimi
Öylesine
ağladım ki sağır etti hıçkırıklarım onun kulaklarını
1. Ne
zaman vedalaşmak için karşı karşıya gelsek her seferinde
El
sıkışırken ve kucaklaşırken benziyorduk şeddeli bir harfe
2. Her
ne kadar iki ayrı vücut iki ayrı varlık var idiyse de bizde
İki
vücutta bir can görürdü bakan gözler bizde
3.
Benim aşktan eriyişimden ve onun nurunun
üstün oluşundan böyledir
Eğer inleyişlerim olmasaydı, böyle bir şeyi
göremezdi gözler
1. “Güneşler
gökkürededir!” dediler
Tabiî ki
güneşin menzili gökkürededir
2. Arşa
kurulunca taht ve kürsü
Taht ve
kürsüye Kral oturmasın bu hiç olur mu?
3. Kalp
kurtulursa eğer bilgisizliklerden
Kalbe
akın akın iner melekler göklerden
4. O
beni mülk edindi ben onu mülk edindim
Evet her
birimiz bir diğerini mülk edindi
5. Benim
ona mülk oluşum açıkça bellidir
Benim
onu mülk edinişim ise “Haydi gelsene!”—sözüyledir
6. Ey
alaca tüylü develerin sürücüsü dön bir bak bizden yana
Dâr
el-Felek tarafına doğru gönderme yolcuları yalvarırım sana
7.
Irmağın kıyısında bir ev demek hasta etti
seni
el-Müsenna’nın
yakınında demek seni tedavi etmedi
8. Keşke
Aşkın Rabb’i yükleseydi sana da
Tıpkı
benim yüklendiğim gibi bir yük sevgiden yana
9. Artık
ne Zerud ne Hacir ne de Selem
Seni ne
hasta edebilir ne de sana verebilir bir elem
10. Ona
bir an önce kavuşma arzusuyla gündüz çıktın yola
Kavuşma
bulutlarını aradın fakat bir şey gözükmedi ufukta
11. Kendi
sultanlığı için İzzeti seni zelil etti
Ah! Zelil
ettiği gibi keşke bir de sevgi gösterseydi
12. Ah!
O izzetinde dayattığına göre, Seven olmaya nazlandığına göre
Ah! Keşke
sana da bir yol gösterseydi böyle
32 Kur’ân, 12/23.
1. Ah!
Yok oluyorum aşk ve şevk beni yiyip tüketiyor,ona kavuşuyorum gene de
iyileşemiyorum
Ondan
ayrı olsam da ona kavuşsam da gene de şevkim bitmiyor
2. Ona
kavuşunca hiç ummadığım şeyler geliyor başıma
Demek ki
bir başka dertmiş aşkta şifa bulmak da
3. Ben
öyle birini görüyorum ki karşımda, her karşılaştığımızda
Güzelliği
tazeliği ve görkemi artıyor da artıyor haddinden de fazla
4. Demek
ki aşktan ve vecdden kurtuluş yok aşkla daim hemdem olmak gerek
Alnımızda
yazılı bir nizama göre artıp duruyor güzellik
1. Benim
arzum uzun kornişli geniş balkonlu Bağdat Köşküdür
Benim
arzum geniş balkonlu uzun kornişli Sindad Köşkü değildir
33
2. Çiçeklerle
süslü bir taç giymiş gibi kurulmuş kent bahçelerin üstünde
Sanki
duvağını açmış bir gelin gibi misk kokulu bir oda içinde
3. Rüzgâr
oynaşıp duruyor ağaçların dallarıyla,sanki okşuyor onları
Sanki
evlenecekler gibi söz vermişler birbirine ne kadar da bağlı
4. Sanki
Dicle onun gerdanında incilerin dizildiği ibrişim ip gibi
Bizim
efendimizdir, bize hakikati gösteren önderimizdir onun eşi
5. En-Nasır el-Mansur—halifelerin
en iyisidir
Savaş
alanında asla at sırtına binmeyen bir halifedir
6. Allah
ona selâm etsin salat etsin dünya durdukça
Sallanan
dallarda gerdanlıklı bir güvercin onun için inleyip durdukça
7. Gülümseyen
dudaklardan şimşek gibi parıltılar çıktıkça
Ki o
sevgili için kanlandı gözbebeklerimaktı gözyaşlarım al kırmızı
8. Sis
kalktı ortalıktan ve ışıklar parladı göz kamaştıran dünyayı aydınlatan
Güneş
gibi güzel eldeğmemiş güzellerin dudaklarından
33
Bu beytin ikinci dizesi
el-Esved b. Ya’fur’un bir şiirinde de yer almıştır. Mufaddaliyyat; Sindad, Hira’da bir
köşkün adıydı.
1. Ey
ilkbahar rüzgârı Necid’in ceylanlarına ilet şu haberi
Ben hep
sadık kaldım hep içimde sakladım bildiğiniz o ahdi
2. Söyle
kabilenin o güzel kızına ki buluşma yerimiz Hımâ’dır
Buluşma
günümüz ise Cumartesi sabahıdır
3. Necid’in
kızıl tepeleri yanında kayalıklardadır
Şırıl
şırıl akan derelerin sağında tek başına duran alemin yanındadır
4. Eğer
o güzel kız söylediklerinde doğruysa
Eğer o
güzel kız bana gönlünü yakan bir aşk ve şevk besliyorsa
5. Tıpkı
benim ona beslediğim gibi, öyleyse söyle ona
En sadık
sözlerle buluşalım gizlice onun çadırında öğle sıcağında
6. O
anlatsın ben anlatayım sevgimizi,söyleşelim çilemizi aşktan yana
Şiddetli
acılardan, belâlardan yana, vecd eleminden yana
7. Karmakarışık
bir düş mü bir hayal mi ya da rüyada gelen bir muştu mu
Ya
da bir hitabe mi dile getiren mutluluğumu?
35
8.
Umarım bu aşkı kalbime yerleştiren bir gün
karşılaştırır bizi
Umarım serper üzerime bir gün bahçelerinden devşirilmiş gülleri
35 Kur’ân, 12/44.
1. Ah!
çiçek gibi güzellere bir yol bulup ulaşabilecek miyim?
Ah! o
güzellerin izlerini bu hâlimle sürebilecek miyim?
2. Ah!
kum yığınları gibi çadırları yanında geceleri bekleyebilecek miyim?
Ah!
öğlenin kavurucu sıcağında
Arak
ağaçları altında gölgelenebilecek miyim?
3. İçimden
bir ses ‘hâl dili’yle şöyle seslendi bana:
“Ulaşabileceğin
şeyi temenni et!” diyor o güzel sana
4. Sana
duyduğum sevgi tamdır içtendir ey gönlümün son umudu
Sana
duyduğum sevgiden ötürü gönlüm dert sahibi oldu
Ey
kalbimin üzerine doğan dolunay
Ey
doğduktan sonra hiç batmayan dolunay
6. Canım
sana feda olsun ey güzellikte ve büyüklükte eşsiz sevgili
Ey
güzeller arasında eşi benzeri dengi bulunmayan sevgili
7. Bahçelerin
çiy taneleriyle ıslanmış güllerin kırmızı kırmızı
Herkes
âşık olmuş güzelliğine, âşıklar sende tadıyor aşkı
8. Çiçeklerin
rengârenk gülümsüyor dalların taptaze
Eğiliyor
ruhlar onların eğildiği yere
9. Zarifliğin
insanı baştan çıkarıyor bakışların ok gibi
Saldırıyor
üstüme o oklarla donanmış bir karabelâ süvari
1. Tayba’nın36 bir güzel ceylanı var ki
bakışları ok gibi
Büyüleyici
bakışları sanki keskin kılıç gibi
2. Arafat’da
anladım onun benden ne istediğini
Ama
sabredemedim bir türlü tutamadım kendimi
3. Onunla
biraraya geldik ‘Cem’ gecesi
Tıpkı
şu meşhur atasözünde söylendiği gibi37
4. O
kızın yemini çoğunlukla asılsızdır, dinle
Fakat pek
fazla güvenme aldatıcı sözlerine
5. Mina’dayaşadım
ben o büyük mutluluğu
İsterim
sürsün bu mutluluk ömrüm boyu
6. La’la’
tepelerinde görünce o güzeli kalbim sevinçle doldu
Ay
gibi parlayan parladıkça ışıklar saçan o güzeli
7. Ramet
tepelerinde attı atacağını; es-Saba’dayöneldi bu âleme
Ve
Hacir’in taşlı bayırlarında kaldırdı tüm yasakları
8. Durmadan
Barik üzerinde gezen bulutları gözetledi
Akıldan
geçen düşüncelerden daha süratli çakan şimşekleri
9. el-Gada
suları azaldı alev alev yanan ateşten
Bağrımda
yalımlanan aşkın tutuşturduğu bir ateşten
10. En-Nakâ’da
Ban ağaçları altında birden göründü o güzel
Saklanan
en kıymetli incilerle süslenmiş o güzel
11. Zatü’l-Adâ’da
gerisin geriye döndü o güzel
Orada
gizlenmiş duran aslandan korktu o güzel
12. Zî
Selem’de teslim etti kanımı canımı
Öldüren
bakışlarına yakıcı mı yakıcı
13. Hımâ’da
bekledi o güzel Liva’da eğlendi
Açığa
çıktı her şeyi geçersiz kılan o kararlı azmi
14. Alic’de
durdu ayarladı tüm işlerini
Ve bütün
yırtıcı kuşların pençelerinden kurtulmak istedi
15. Ve
işte yükseliyor tahtırevanı semaya deliyor tavanı
Yükseliyor
ta burçlara, erişemez artık ona yerdekilerin bakışları
36
Bakınız not 17. ‘Tayba’;
Medine’nin bir başka adıdır.
37
“Selâm vermesiyle vedalaşması bir oldu”
atasözü. (Ma selleme hatta veddea: ey kâne selâmühu
vedâen)
1. Sevdiklerin
yaptılar ahitlerini haydi sen de yetiş onların menziline
Döksün
bulutlar bardaktan boşanırcasına yağmurları onların üzerine
2. Onların
bulunduğu yere doğru dön ve derin derin çek içine esen yelleri
Aşkla ve
şevkle ki ruhlar söylesin sana tam olarak bulundukları yeri
3. Sanırım
onlar Idam’da Ban ağaçları altına kurmuşlar çadırları
Boyvermiş
orada Arar otları, Şîh ağaçları ve Ketem ağaçları
1. Ey
vadideki yemyeşil Ban ağaçları
Ey
Bağdat’ın ağaçları nehrin kıyısındaki
2. Sallanan
dallarda hüzünlü hüzünlü öten bir güvercin
Seni
anımsattı bana acılara boğdu beni
3. Böyle
kederli ötüşleri ve terennümleri
Anımsatıyor
bana meclisteki o hanımefendinin terennümlerini
4. Ne
zaman akort etse o güzel üç telli müzik âletini
Unutuverirsin
birden el-Hâdî’nin kardeşini 38
5. Yükselse
müziğin perdeleri duyulsa nağmeleri ezgileri
Deve
çobanı Enceşe’nin —ne
hükmü kalır ki
6. Zü’l-Hadimât’a
yemin ediyorum
Sonra
Sindad’a yemin ediyorum
7. Birden âşık oldum ben Selma’ya
Ecyad’da 40 oturan o güzeller güzeline
8. Hayır hayır yanlış söyledim o Ecyad’da
değil
Canımın içinde gönlümün en gizli
yerinde
9. Güzellik bile şaşkına dönmüş görünce
onun güzelliğini
Misk amber ve safran kokusu ondan
yayılmış sarmış evrenin çiçeklerini
38
El-Hadî, Abbasî
halifelerinden biridir. Bu halifenin kardeşi ünlü bir müzisyendi.
39
Enceşe,
Hz. Peygamber zamanında yaşayan bir deve çobanının adıdır. “Bu çobanın sesi
öylesine güzeldi ki develer bile onun sesinden erirdi, helâk olurdu.” (Zehâir
ve’l-A’lak, Bursa, Orhan 607, varak 88)
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar