Etme Sevgili, Etme Sevgili
CIV
Sevgilim bugün de dünkü gibi gülerek gelirse, gökyüzü temelinden
secdeye varır, yerlere kapanır.
A aklı başında ayık, beni öldürmeye acele etme, zaten öldüreceğin
yere yaklaştık; bir soluk olsun yumuşak davran, ayrılığı kim önce icat etti,
bir sor soruştur.
Dedim ki a güleç gönül, ne diye böyle sertsin; yüreğin demirci
örsü sanki; şu sonsuz gözyaşını seyret, bu tufanın çevresinde bir dön dolaş.
Özürler getirmedeyim sana a benim efendim; gam her yanımı kapladı;
vefa göstermeye en lâyık olan sensin, şeytanı güldürme bana, sevindirme onu.
Bana diyor ki: Ne diye gamlanayım; ne diye âvâre bir gönüle sahip
olayım; ne hastayım, ne gamlı; pek o kadar gam tutmam ben.
A beni öldüren, diriltmek, yeniden hayata kavuşturmak için gel,
ziy aret et beni; her yanımı zaten sen kaplamışsın; üstünlük, lûtfetmekle olur;
yardım et bana.
Etme sevgili, etme sevgili; hem güzelsin, hem bilgilisin; lûtfunu,
keremini kesme bizden; etme a benim padişahım.
Şu işteki sabırsızlığımdan başka ne suçum var? Bu yüzden yüz
çevirme benden, bağışla suçumu, ört günahımı da cömertlik göster bana.
Acaba gönlü, tedbiri pervasızlıktan döner de bağışa başlar mı?
Tanrım, sen merhametini arttır onun da olmayacak şeyi mümkün et.
Size geldik, size geldik; buluşalım da diriltin bizi, şarabınızdan
sunun bize, bize de cömertlik edin, kardeşlere de.
Bir şefaatçi, tutsa da o çaresiz ölüyor dese öğüt kabul etmez
gönlün; işte bu dermansız bir dert.
Sarhoş bir halde ateşlere atıldım; ateşi yurt saydım; ateşe
alıştım, eş dost oldum onunla, kimdir ateşle eş dost olan?
Yanıp yakılışımı gördü mü, bu ya gösteriş der, yahut da şimşek,
kıvılcım bu. Gözyaşlarımı seyredince bu ya gözyaşı der, yahut da yağmur.
Dostum, göçeceğim zaman yaklaştı, hem de gönülsüz, akılsız olarak
göçeceğim zaman; yüz çevirme benden, helâk etme beni, beni unutarak mahvetme.
Bana der ki: Bizim derdimiz, her türlü şekerden, her çeşit
helvadan iyidir; sende ya sara var, ya sevda illeti, şekerden feryat eden var
mıdır?
O toplumu aldatan güzel, der ki bana: Aşkın belâsı şekere benzer;
sevda dikeni nerkis gibidir, a yapmacıklar yapan, ne diye ağlıyorsun?
Zahmetimden hazinelere, definelere sahip oldun, dikenimin yüzünden
gül bahçesine eş dost kesildin; ne diye aldatma yolunu tutar da ağlarsın?
Aldatanların padişahıyım ben.
Aşkın açtığı y aralar şifa verir sana; aşkın bulanıklığı arı duru
bir hale getirir seni; aşkın soğuklukları ısıtır seni; aşk ate şleri güldür,
reyhandır.
Yoksa hamları bizim yolumuzdan çıkarmak mı istiyorsun sen? Onlara
karşı böyle bir ters yol tutmuşsun, ağıtlar yakıyor, ağlayıp duruyorsun.
Zengin oldunsa nekeslik etme; aşkla sadakalar ver, yüceliklerde
bulun; yenecek şeylerde nekeslik ne kötü nekesliktir; bağışlarla cömertlik ne
güzel cömertliktir.
A naşı, zevk, işret meclisinde az nekeslikte bulun; olmaya ki
sevgili de huysuzluğa kalkışa da sana aynı şeyi yapa.
* A sâkî, sundukça sun, “Daha fazlasını elde etmek için başa
kakarak verme.” Döndür kadehlerimizi, sarhoş et bizi; zevk, neşe sarhoşlukla
elde edilir.
Güzelim kokulu şarabı içtin mi, şarap isteyen dostlara da sun;
hırsı, kötü huylu oluşu bırak, bu meydandan başka bir yerde şarap içme.
Küçük kâselerle sunma, taslarla sun; a şanı ulu, ulu taslarla,
büyük testilerle yardım et bize.
A benim canım, meyhaneden getirdiğin o küçük kadehi bırak; testiyi kadeh diye kullan; vakitsiz, geç geldik biz.
Rabbimiz
ağırladı bizi, lütfetti, suvardı bizi; koca ölçek ne de güzel bir tas; gam,
tasa ne kötü şey, tıpkı kurt gibi.
Getir o gamın
boynunu kıran güzel soluklu kadehi; getir o yüzlerce kaanın, ayaklarına toprak
kesildiği o mahrem dostu.
Yaşamamı
istiyorsan sâkîlik et bana ey aşk; varımı yoğumu yokluğa ver; borç da sensin,
borç veren de sen.
Candan coşan
şarap yokluk kadehine kondu mu, sonu bulunmayan aşk gibi ölümsüz bir yaşayış
verir.
A bizi sarhoş
eden sâkî, gönlü müjdelerle teselli eden, bizi düşmanlıklardan arıtıp tertemiz
eden şarapla doldur kadehlerimizi.
Bırak hileyi,
düzeni a sâkî, bütün toplumu ölümsüz bir hale getir; çünkü bil ki sen de küpteki
şarap gibi sâf mı sâfsın, arı duru bir güzelsin.
* Bize kâseler
sundukça sâkîmizin yüzünde bir şimşektir çaktı; biz yüceldikçe Furkan gibi
parıl parıl parlayan bir ışıkla ışıklandırdı bizi.
Ne sudur bu ki
içinde yüzlerce ateş yalımlanır; bir renk ki içinde yüzlerce renk parıl parıl
parlar.
Bir su ki ateş
gibi yanar, yakar, gümüş para gibi değerlidir; hem de öylesine gümüş para ki
kantarla, batmanla; ne sayısı var, ne teraziyle tartılabilir.
Kızıl altın gibi
bir şarap; fakat nurdan meydana gelmiş, üzümden değil hani; gözlerden körlüğü
giderir de insanı Zühal yıldızına doğru uçurur gider.
Sunduğu şarap
seni yok etti, kendinden geçirdi mi, o da içe içe azıttı mı, artık a dostlar
kendinizi de sakının, onu da; o şaşırmış kalmışa açın meydanı.
Şarap onu bir başka
hale getirdi mi coşar, köpürür, delilini getirir de canından ben Tanrı’yım sözü
fırlayıverir; ne yüceliktir bu, ne doğru delil.
Kaynak: Cilt 5
Mevlânâ Celâleddin-Divân-ı Kebîr-Hazırlayan : Abdülbâkiy
GÖLPINARLI
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar