Print Friendly and PDF

Hz. MUHAMMED (salla'llâhü aleyhi ve sellem)'İN HİTÂBELERİ (Safâ'dan Son Nefesine Kadar)

 


TAKDİM

Beşiktaşlı Şeyh Yahya Efendi Vakfı'nın gayelerinden birisi de; Yahyâ Efendi'nin hayatı ve fikriyatı doğrultusunda eserler yayınlayarak halkı aydınlatmaktır.

Bu noktadan hareketle 1997 yılında Sayın İsmet Demir ve Hacı Osman Yıldırım Beylere Yahyâ Efendi'nin hayatı ve kerametlerini anlatan "Beşiktaşlı Şeyh Yahyâ Efendi ve Üveysîlik" adlı eseri hazırlatarak bu konudaki büyük bir boşluğu doldurduğumuz inancındayım.

Bilindiği gibi Şeyh Yahyâ Efendi Üveysı'dir ve Üveysîliği diğer tarikatlerden ayıran en bâriz vasıfsa "İlhâmı, araya başka bir vâsıta girmeksizin doğrudan doğruya Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Hızır Alayhisselâm 'dan almaları." olayıdır.

Vakıf yöneticileri olarak; "hayatı, sohbetleri, ve bize kadar ulaşan hadisleriyle her Müslüman'a doğrudan ilhâm kaynağı olan Peygamberimiz Hz.

Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in hitabelerini" konu alan bir eser hazırlatmaya karar verdik.

Bizi kırmayan ve bu uğurda emeğini esirgemeyerek "Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Hitabeleri" adlı bu güzide eseri yayma hazırlayan dostumuz ve vakfımız yönetim kurulu üyesi olan Sayın İsmet Demir Bey'e vakıf yöneticileri adına teşekkür ederiz.

Ocak 1998

Kemal ATA

Şeyh Yahya Efendi

Kültür ve Araştırma Vakfı Başkanı

SUNUŞ

Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in vecîz ifadeleriyle muhataplarını büyüleyen "Vedâ Hutbesi" elime geçtikçe O'nun yirmi üç senelik risâleti döneminde yapmış oldukları hitabelerini hatırlar ve fem-i saâdetlerinden "Eyyühe'n-nâs!" diye başlayan diğer öğüt ve tavsiyelerinin çeşitli tarih ve hadis kitaplarının sayfaları arasından çıkartılıp neden yayınlanmadığını merak eder dururdum. Bu merakımı gidermek için önce "Kütüb-i Sitte"nin birinci kitabı olan "Sahîh-i Buharî"den başlayarak sayfa sayfa taradım. Elime O'nun hitabeleriyle ilgili pek çok malzeme geçmişti, öyle bırakmayı doğrusu içime sindire -medim ve arkasından Müslim'i, Tirmizî'yi, Ehû Davud'u, Nesâî'yi, derken Ibn-i Mâcdyi de gözden geçirdim. Bilindiği gibi bu saydığım eserler hadisle ilgili çalışma yapanların ilk başvuru kaynağıdır. Bütün bu taramaların sonunda elime yüze yakın metin geçti.

Değerli arkadaşım ve aynı zamanda bu konularla ilgili ciddî çalışmalar yapan, sahanın uzmanı, çalışmalarıyla kıvanç duyduğum Prof. Ahmet Lütfi Kazancı'nın "Peygamber Efendimizin Hitabeleri" adlı eserindeki: "Medine cemâatinin O'ndan dinlediği beş yüze yakın hitabesinin bulunduğu, hatta sabah namazlarından sonra yaptığı konuşmalar da dahil edilirse hitabelerinin binin üzerinde olduğu" ifadelerinden hareketle, başta "İbn-i Hişam", "İbn-i îshak", "Tarîk-i Taberî" ve "Belâzurî" gibi bu hususta ikinci derecede kaynak olabilecek eserleri incelemeye karar verdim. Yaptığım incelemeler sonucu ne yazık ki, birinci elden kaynaklarda tespit ettiklerim dışında beş-on hitabeden fazla bir şey bulamadım.

Bu iki kaynak çalışmasından sonra Türkiye'de neşredilen hadis, İslâm tarihi ve siyer kitaplarını da temin ederek araştırdım. Bunların başında Mevlanâ Şiblî'nin "Asr-ı Saâdet"\, Ahmed Cevded Paşa'nm "Kısas-ı Enbiyâ "sı, M. Asım Kök.safın "İslâm Tarihi", Şehbender-zâde'nin "İslâm Tarihi" ve "Bibliyografya" bölümünde isimlerini saydığımız eserleri de gözden geçirdim. Muhterem hocam Prof. İbrahim Canan Beyefendi'nin büyük emekler sarfederek toplumumuza kazandırmış olduğu "Hadis Ansiklopedisi" (Kütüb-i Sille} ile Yeni Şafak Gazetesi'nin okuyucularına ve Türk insanına sunduğu Rûdânî'nin "Cem‘u'l-Fevâid" adlı eseri doğrusu beni bu konuda bir hayli rahatlattı. Bilhassa Rûdânî'nin bu kıymetli eserine ayrıca diğer bazı kaynakları da ilave ederek hadîs-i şerifleri ta briçleriyle birlikte sunan meslektaşlara ne kadar teşekkür edilse azdır kanaatindeyim.

Bu taramaların dışında "Keşfü'z-Zünûn"ım hadis kitaplarıyla ilgili bölümlerini ve "el-Mu‘cemüİ-Müfehres" adlı eseri de elden geçirerek, özellikle "Eyyühe'n-nâs" diye verilen hadislerin kaynaklarını bir daha gözden geçirdim. "Keşfü'z-Zünûn"da kaydını bulduğum ve Sultanahmed Câmii Birinci İmam ve Hatibi olan Es-Seyyid Mehmed Şefik Ervasî tarafından hazırlanarak 1965 yılında yayınlanan "Hutabu'n-Nebeviyye11 veya "Câmi‘u'l-Hutâb" adh eseri gördüm. Bu eser "Keşfü'z-Zü-nûn"un kaydına göre Musul Hâkimi Ubeydullah bin el-Ved‘an tarafından H. 594 tarihinde kaleme alınmış. Doğrusu çok erken bir tarih. Ervasî Hoca eserin eline nasıl geçtiğini yazmamış, kütüphaneleri taramama rağmen asıl metni veya bu eseri bulamadım. Ervasî Hoca tarafından Arapça metinler çeşitli cümlelere bölünerek ve numaralarak verilmiş, terceme oldukça karışık, izah için kullanılan âyet ve hadis mealleri asıl metnin tercemesi ile içiçe girmiştir. Metinlerdeki ravîler güvenilir ve udûl derecesine ulaşmış olmalarına rağmen tek ravîdirler ve ravî zinciri yoktur. Eseri bu yönleri dolayısıyla ilk etepta tereddütle karşıladım. 40 hutbeyi ihtivâ eden bu eser genellikle uzun hadis metinlerinden teşkil edilmiş olup, hadisler genellikle "zühd ve takvâ" ile ilgilidir. "Kütüb-i Sitte"ye tekrar dönerek "Zühd ve Takvâ" bölümlerinde yayınlanan metinlerin bir çoğunu parça parça da olsa buralarda gördüm. Durum böyle olunca bu eserde toplanan bazı hitâbeleri ve özellikle genele hitap eden hutbeleri de buraya aldım.

Hitâbeleri tespit konusunda takip ettiğim metodu böylece ifade ettikten sonra şunu da hemen belirteyim ki, tespit ettiğim metinlerin çeşitli şahıslar tarafından yapılmış, metne sadâkat gösteren, anlaşılması kolay ve akıcı bir üslûpla ifade edilmiş tercemelerini hemen hemen aynen aldım. Bazılarını da yapılan tercemelerden istifade ederek kendim hazırladım ve mümkün olduğunca orijinal metnin dışına çıkmamaya özen gösterdim. Zühd ve takvâya ait olan hitabelerde kullanılan kelimeler çeşitli manaları havî ve yüklü kelimeler olması münâsebetiyle; tercemelerde bu kelimelerin deruhte ettiği manayı verebilmek için çeşitli lügatlerden istifade ile yer yer cümlelere virgül koyarak diğer bir manayı da ifade etmeye çalıştım. Ayrıca, yanlış ve hatalı anlama endişesi duyduğum veya Peygamberimizin cemâati toplayarak hitâbe-sine sebep olan olayları da dipnot olarak verme mecburiyeti duydum.

Hitabeleri sıralarken tahmini tarihleri ve İslâm tarihinde cereyan eden olayları da dikkate alarak kronolojik bir sıraya koymaya çalıştım. "Giriş" bölümünde de ifade ettiğim gibi inşâallah konunun uzmanları tespit edip yayınladığımız bu hitabeleri daha geniş bir şekilde yayınlayarak İslâm'ın özü ve ruhu durumunda olan bu eseri İslâm âlemine kazandırmış olurlar.

Gayret bizden, tevfîk Allah'tandır.

İsmet DEMİR

Ataköy-1998

I. BÖLÜM

GİRİŞ

A HADİS VE SÜNNETİN MAHİYETİ

a- Sünnetin İslâm Hukukundaki Yeri

Bilindiği gibi hadis ve sünnetin İslâm Hukuku'nun teşekkül ve tedvininde önemli bir yeri vardır. Esasen İslâm Hukuku'nun, aslî ve talî olmak üzere iki kaynağı vardır. Aslî kaynağı; Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifler, talî kaynakları da; icmâ-ı ümmet ve kıyas-ı fukahâdır. İslâm Hukuku bu esaslardan teşekkül etmiştir ve bu hususta hiç bir İslâm ulemâsı, müctehid ve mezhep erbabının tereddüdü de söz konusu değildir. İslâm âlimlerinin bu konuda ittifak içerisinde oluşlarına âmil; Kur’ân-ı Kerîm'in apaçık olan hükmüdür. Şöyle ki:

"Hayır! Rabbin hakkı için mü’minler kendi aralarında vukûbulan anlaşmazlıklarda seni hakem tanıymcaya, sonunda senin verdiğin hüküm ve kararlardan dolayı gönüllerinde bir hoşnutsuzluk hissi bulunmayıncaya ve senden sâdır olan her şeyi tam bir itâatla kabul edinceye kadar onlar îman etmiş sayılmazlar" (Nisâ 65)

İşte bu âyet ve aşağıda meallerini vermeye çalışacağımız diğer âyet ve hadisler, sünnetin İslâm Hukuku'nun kaynağı olması açısından hiç bir şüpheye mahal bırakmamıştır. Esasen "Vemâ yentiku ani'l-hevâ in hüve illâ vahyü'n-yûhâ" yâni "O (Hz. Muhammed), kendine vabyedilmediği sürece hevâ ve hevesinden hiç bir şey konuşmaz" âyeti gereğince O, hep vahye muntazır ve mûcizeleri içeren konuşmalar yapmıştır.

Hitâbelerini sunduğumuz Allah Resûlü'nün ifadeleri incelendiğinde de görülecek ki Asr-ı Saâdet'ten Kıyâmet'e dek, gerek ümmetin, gerekse tüm insanlığın huzur ve sükûnu için ortaya koyduğu umdeler bütün tazeliği ve berraklığı ile ortadadır. Hiç bir talimatını göz ardı etmek mümkün değildir. İstiklâl ve istikbâllerine düşkün, analarından hür doğdukları gibi ilelebet hür yaşamaya talip olan millet ve idarecilere öylesine kesin emir ve tavsiyelerde bulunmuşlardır ki, âdeta bu tavsiye ve öğütlere kulak verenler için bu tavsiyeler hürriyetlerinin ve istiklâllerinin sigortasıdır. O'nun "Ey insanlar" diye başlayarak uyarıp sakındırdıkları şeyler sosyolojik gerçeklere öylesine dayalıdır ki, onlar kulak ardı edildiği takdirde ayakta kalmaları mümkün değildir.

Çocukluğundan başlayarak vefatına kadar bütün ömrü mûcizelerle dolu olan Allah Resûlü İslâm'ın sâfiyetini, elastikiyetini ve hayata kolayca adapte edilecek özelliğini yok ederek onun uygulanabilirliğini ortadan kaldırmayı hedefleyenlerin önce sünnet ve hadîs-i şeriflere saldıracaklarını bakınız nasıl ortaya koymuştur. Bizim de hitabelerin içerisine aldığımız bu hadîs-i şerifi Ebû Dâvud, İrbat bin Sâriye'den rivâyet etmiştir. İrbat bin Sâriye şöyle diyor:

- Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir gün bize namaz kıldırdı, sonra yüzünü bize çevirdi ve öyle beliğ bir konuşma yaptı ki, kalpler ürperdi, gözler yaş döktü. Dinleyenlerden bir adam "Yâ Resûlullah! Sanki bu vedâ eden birisinin konuşmasıdır, o halde bize ne gibi şeyleri tavsiye edersin" dedi. Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Size Allah'ın azabından korkmayı, rahmetinden ümitvâr olmayı, siyahî bir köle de olsa büyüklerinizi dinleyip itaat etmeyi tavsiye ederim. Biliniz ki, aranızda benden sonra yaşayacak olanlar pek çok ihtilaflar görecekler. Siz o zaman benim sünnetime ve doğru yolda giden Reşit Halîfeler’in sünnetine sarılınız. Sadece bunlara yapışınız. Sakın başka yollara sapmayınız. Dinde yeni işler yapmaktan şiddetle sakınınız. Çünkü dinde yapılacak her yenilik bid'at ve her bid‘at da sapıklıktır. Sapıklığın her çeşidi insanı ateşe atar.

Sizden birinizin, emrettiklerimden bir emir, yasakladıklarımdan bir yasak geldiğinde koltuğuna yaslanarak: "Ben başkasını bilmem, Allah'ın Kitâbı'nda bulduklarımıza tâbi oluruz" dediğini istemem. Sizden biriniz koltuğuna yaslanarak: "Allah bu Kur’ân'da olanlardan başka hiç bir şeyi haram kılmamıştır" demenin doğru olacağını mı zanneder? Hayır! Benim nice emirlerim, tavsiyelerim ve yasaklarım vardır ki, onlar Kur’ân gibidir. Hatta bazı hallerde Kur’ân'dan da ileri."

Bu noktada sünnetin tanımını yapmak gerekmektedir, sünnetin lügat manası: âdet, yol demektir. Fıkıh ıstılahında ise: Cenâb-ı Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in, söz ve hareketleriyle Müslümanlar'dan yapmalarını istedikleri hususlardır. Nur sûresinin 63. âyetinde: "O'nun emrine muhalefet edenler bu yüzden kendilerine bir fitnenin, yahut acı bir azabın isabet edeceğinden çekinsinler" buyurulmaktadır. Bu âyetle Müslümanların Hz. Peygamberin sünnetine intisâb etmeleri istenmektedir.

İbâdetlerimizde sünnetin oynadığı rol ne ise, fert olarak hayatımızın hemen her alanında sünnetin aynı tarzda önemi vardır. Eğer bu fert bir devlet başkanı veya devleti idare eden bir kişi veya kişilerse alacakları karar, verecekleri talimat ve çıkaracakları kanunlarda durum çok daha ayrı bir önem arzeder. Çünkü yukarıdaki âyette; sünneti terkeden cemâatlere azabın isabet edeceğinden bahsedilmektedir.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir Hz. Mesih veya bir Hz. Yahya değil, O, aynı zamanda devlet kuran ve toplulukları emredildiği tarzda idare eden bir Hz. Dâvud veya bir Hz. Süleymandır. Bunlar milletlerinin mukadderâtını ellerinde tutan peygamberlerdir. İşte bu açıdan Hz. Peygamber'in davranışları, dini hayata adapte açısından çok önemlidir.

O, zaman oldu ki Arabistan'ın tüm hâzinelerini eline geçirdi. Fakat buna rağmen Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kendisine ne yumuşak bir yatak istemiş, ne bir tabak nefis yemek yemiş, ne de bir kat muhteşem elbise giymiş veya cebine bir miktar altın koymuştur. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in hayatını okuyan, bir kişi O'nu kisrâ ve kayserler derecesinde bir şehinşâh veya bir imparator gibi düşüneceği sırada, birdenbire O'nu hakiki renkleriyle görmeye başlayacak ve gözünün önüne sâde giyinmiş bir adam, Mekke'de dolaşan bir öksüz, semâdan yere inen masum bir melek gelecektir.

Örnek olarak ele alınacak şahsın pratik bir hayat sahibi olması esastır. Aksi takdirde örnek kişinin tüm insanlığı kucaklaması mümkün değildir. Kur’ân-ı Kerîm'in-. "Biz O'nu âlemlere rahmet olarak gönderdik" ifadesi dikkate alındığında, O'nun pratik bir hayat sahibi ve aynı zamanda çok yönlü yâni herkese ve her millete örnek olabilecek fiil ve hareketler sergilediğini görürüz. Bir başka ifadeyle, Hz. Peygamber'in elçiliğinin ve dolayısıyla O'nun sünnetinin, yaşama tarzının evrensel bir boyuta sahip olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.

Bilindiği gibi O, peygamberlerin sonuncusudur. Getirdiği din de bütün peygamberlerin tebliğ ve tâlim ettiği dinlerin özü ve en son şeklidir. Bu açıdan O'nun tebliğ ettiği din de evrensel ve bütün insanları kucaklayan bir dindir. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) de bu evrensel dini tebliğle memurdur. Nitekim A'raf sûresinin 158. âyeti bu hususu şöyle ifade etmiştir: "De ki, ey insanlar! Ben, sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın elçisiyim." Bunun içindir ki bütün toplum kesimlerinin her türlü ihtiyaçlarını fert, âile, millet, ümmet ve insanlık seviyesinde ve evrensel çerçevede karşılamak, şekillendirmek, örneklendirmek sünnetin sorumluluğu ve özelliğidir.

Allahtı Tealâ'nın Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'i "en güzel örnek" diye tanımlaması, O'nun hayatında bütün bu hayat şart ve şekillerine göre İslâm çerçevesinde örnek alınabilecek ahenkli bir çeşitlilik, zenginlik, seyyâliyet ve uygulanabilirlik bulunduğunu göstermektedir. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in hayatını ve ondaki çeşitliliği Ashâb-ı Kiram: "O bir peygamberdir, bizden farklıdır. Biz kendi işimize bakalım" yorumu ile değil, "O'nun bütün hareketlerinin bize bakan bir yönü mutlaka bulunmalıdır, biz O'nu örnek almalıyız" yaklaşımı içinde algılamışlardır. Hem Sahâbe-i Kirâm'ın hem de mü’minlerin O'nun sünnetini böyle algılama mecburiyeti de vardır. Nitekim yine Kur’ân'da: "Peygamber size ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının" (Haşr 7), "De ki Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın" (Âl-i İmran 31) duyurulmaktadır. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in hayatını ciddiyet ve insaf ile tetkik eden herkes neticede O'nda, tarih boyunca hiç bir kimsede toplanmamış, hayatın her yönünü etkileyen ve şekillendiren üstün özelliklerin bulunduğunu itiraf etmekten kendilerini alamamışlardır.

Bütün insanlığa tebliğ edilmek üzere kâinatın hâlikı tarafından gönderilen İslâm'ı; kâinatın efendisi ve âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) pek de uzun sayılmayan yirmi üç senelik peygamberliği devrinde sünnet adını verdiğimiz fiil ve davranışlarıyla bu İlâhî kanunları öylesine başarıyla uygulamış ve ortaya koymuştur ki İlâhî bir güce ve o İlâhî gücün ilham ve irâdesine râm olmayan hiç bir beşerin bu başarıyı göstermesi mümkün değildir. Bunu bir Müslüman olarak biz değil yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, her hak ve hakkı teslimi şiâr edinen kişilerden binlercesi itiraf etmiştir. Bu noktada sözü fazla uzatmadan bir örnekle bitirmek istiyorum.

Alfons de la Martin, "Histoire de la Turguie" adlı eserinde O'nun için şöyle diyor:

"Şayet gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının üç ölçüsü olursa, modern tarihin herhangi bir büyük şahsiyetini Muhammed ile mukayeseye kim cüret edebilir. En meşhur adamlar ancak silahları, kanunları, imparatorlukları harekete geçirdiler; tesis ettikleri (şayet buna muvaffak olabilmişlerse) ekseriya kendilerinden evvel yıkılan maddî kuvvetlerdi. Halbuki O, silahları, kanunları, imparatorlukları, kavimleri, hanedanları, meskûn arzın üçte birinde milyonlarca insanı harekete geçirdi, fakat O, bundan başka âyinleri, ilâhları, dinleri, fikirleri, inanışları, ruhları harekete geçirdi; Her harfi bir kanun olan bir kitap üzerine, her dilden ve her ırktan kavimleri içine alan manevî bir milliyet (ümmet) kurdu ve bu Müslüman milliyetinin silinmez karakteri olarak, sahte ilâhlara nefret ve maddeden münezzeh olan bir Allah aşkı ilhâm etti ..... Ahkâmına arzın üçte birinin râmedilmesi O'nun mûcizesi oldu. Uydurma ilâhların bıkkınlığı içinde ilan edilen Allah'ın birliği fikri, öyle bir fazîlete mâlikti ki, bu O'nun dudaklarında terennüm edilirken putların bütün eski mâbedlerini yaktı ve lemalarıyla Dünya'nm üçte birini nurlandırdı.

O, filozof, hatip, havari, kanun vâzıı, muharip, fikirler fatihi, makul esaslar nâzımı ve resimsiz bir dinin kurucusu, yirmi Dünya imparatorluğunun ve bir gönül imparatorluğunun müessisi: İşte Hz. Muhammedi

Beşer büyüklüğünün ölçüldüğü bütün ölçülerle hangi insan O'ndan daha büyüktür?"

b- Türk Milleti'nin Kur an ve Sünnete Olan Bağlılığı

Türk milleti ve Türk insanının sünnete olan bağlılığını tarihin derinliklerinde aramak lâzımdır kanaatindeyim.

Mengü Han bir tartışmada Ehl-i Kitâb olduklarını iddia eden kişilere şöyle diyor: "Tanrı size kitaplar, bize da Kamlar verdi. Biz onların söylediklerini yapar, rahat ederiz." İslâm'la müşerref olmadan önce Türkler'in "Kam” denilen tecrübe sahibi, Türk'ün örf ve âdetlerini bilen, darda kalındığı zaman, fikir ve düşüncelerine daima baş vurdukları, hatta duâlarını talep ettikleri kişiler vardı. Türk hâkanları ve halkın bunlara her hâlükârda bağlı olduklarını ve itibar ettiklerini detarihî kayıtlardan biliyoruz. Yukarıda verdiğim örneğe benzer yüzlerce örneği sıralamakta mümkündür.

Ayrıca Türk milletinin Tanrı inancı, O'nun her şeye kâdir olduğu, milletlerin ve insanların kaderlerinin O'nun elinde ve takdiriyle vukû bulduğuna olan itikatları da bir çok güvenilir kaynaklardan günümüze aktarılmıştır. Meselâ: Göktürkler Devri'nde gökle alâkalı olmakla beraber mücerred manasıyla tek bir Tanrı'nm varlığı itikadı hâkimdir. Orhun Kitâbeleri yer, gök ve bütün mahlûkâtın yaratıcısı, insanların iyi ya da kötü kaderlerini tayin edici bir Allah'tan bahisle bu kitâbelerde-, Türk milletinin yükseliş ve sükûtlarında, kaanlarm kabiliyetli ve kabiliyetsiz oluşlarında, milletin müreffeh ve sıkıntılı hallerinin Tanrı'ya karşı işledikleri iyilik yada kötülüklerin mükafatı veya cezası olduğu inancı belirtilmektedir.1

Türk milleti İslâm'la müşerref olduktan sonra iç dünyalarında yatan bu iki saygıdeğer güç bir anda İslâm'ın talim ve telkin ettiği Allah ve peygamber sevgi ve saygısına tahvil oldu. Bu konuda hiç bir zorlanma ve tereddüt te söz konusu olmadan adetâ "işittik îman ettik ve itâat edeceğiz" demiş lerdir.

Emevî ve Abbasîler'in birbirleriyle olan siyasî kavgaları ve ortaya çıkan mezhep münâkaşalarının ayyûka çıktığı bir anda henüz yeni ve taptaze bir inançla hamûle olan Türk insanı bu münâkaşalara aldırmadan kitleler hâlinde Müslüman olmanın sevinç ve gururunu yaşıyor, kurbanlar keserek Allah'a duâ ediyorlardı.

Yerli ve yabancı bir çok kaynakta okuduğumuz gibi Türk milletinin bilhassa büyük guruplar hâlinde Müslüman olmalarına vesile olan Satuk Buğra Han'ın, Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'i rüyalarında görerek "tebanın İslâm'a girme zamanı henüz gelmedi mi?" ikazıyla karşılaşması sonucu Satuk Buğra Han kendisine bağlı kırk bin çadır mensubuna bu güzel rüyayı anlatarak İslâm'a dâvet ediyor ve bir kurban bayramı sabahı İslâm'ı kabul şahâdetiyle birlikte kurbanlarını keserek İslâm'a giriyorlardı.

Bu dönemde mezhep ve mezhep münâkaşaları bitmiş ve taşlar yerine oturmuştu. İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe (699-767) adıyla Hanefî Mezhebi, İmâm-ı Mâlik (711-792) vasıtasıyla Mâlikî Mezhebi, İmâm-ı Şafiî'nin (767-819) çalışmalarıyla Şâfiî mezhebi, Ebâ Abdullah Ahmed İbn-i Hanbel'le de (780-855) Hanbelî Mezhebi teşekkül etmişti.

699 tarihinde Kûfe'de doğan İmâm-ı A'zam bir Türk âilesine mensuptur. Çok küçük yaşta Kur’ân'ı ezberlemiş ve ilmiye sınıfına intisâb ederek dinî ilimleri tahsile başlamıştır. Kûfe'de Rey ekolünün üstadı olan Hammad bin Ebû Süleyman'ın dikkatini çekmiş ve Hammad tarafından 18 yıl gibi uzunca bir süre yetiştirilmiştir. Ebû Hanîfe'nin ilmi, hocası Hammad aracılığı ile İbrahim en-Nehaî ve Ebû Amr es-Sabî'den, dolayısı ile Mesruk b. Ecda, Kadı Şurey, Esved b. Yezid ve Allâme b. Kays'tan, bunların ilimleri de Sahâbe'nin en âlimlerinden olan Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Mesûd ve Abdullah b. Abbas'tan gelmekteydi. Ebû Hanîfe'nin içtihatlarında bu silsilenin çok büyük tesiri olmuş ve bu mezhebin hem Türkler, hem de diğer Müslümanlar'ın tercihinde ilim tahsilindeki hoca zinciri büyük rol oynamıştır.

İmâm-ı A'zam'ın bir Türk olması, Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in yetiştirdiği ve O'ndan feyz alan âlim ve fâzıl bir Sahâbe zincirine kadar ulaşan hocalardan mükemmel bir tahsil görmesi, bilâhare yüzlerce öğrenciyi her türlü maddî imkanlarını da seferber ederek yetiştirmesi, devlet ricali ve İslâm ulemâsının dikkatini çekmekle kalmıyor, onun her yönüyle temâyüz eden şahsiyeti Müslüman kitleleri ona hayran bırakıyordu.

Bu noktada İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe'ye atfedilen bir rivayette kayda şâyandır. Şöyle ki: Ebû Hanîfe Hac esnasında "Ey Allah'ım! Ben senin için Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in şeriatını takrir ettim. Eğer içtihadım doğru ve mezhebim haksa bana yardım et" diye Allah'dan niyaz eder. Hâtiften gelen bir sesle: "Sen doğru söyledin, kılıç Türkler'in elinde bulundukça mezhebine zeval yoktur" cevabını alır. Bu rivâyeti nakleden Selçuklu tarihçisi Ravendi şunu ilave etmektedir: "Allah'a hamdolsun ki, artık İslâm'ın arkası kuvvetli ve Hanefî Mezhebi mensupları mesuddur."

Ayrıca menâkıb kitaplarında İmâm-ı A'zam'la ilgili olan hadis ve hadis meâlleri de bu mezhebin vüs'atinde büyük bir rol oynamıştır. Bu hadislerden birinde: "Ebû Hanîfe veya Numan adında bir şahsın geleceği, ümmetin ışığı olacağı, dini ve Hz. Muhammed'in sünnetini ihyâ edeceği" ifade edilmektedir.

Yukarıda sıralamaya çalıştığım İmâm-ı A'zam'm bu özellik ve hususiyetleri ve onunla ilgili rivâyetler Türkler'in, Kitap ve sünnete bağlı, Sahabe ve Tâbiîn'e saygılı, velî ve meşâyihe karşı hürmetkar olan bu mezhebi kabule ve onu ihya için de Türk hakan ve ulemâsı her türlü güçlüğü göğüslemeye karar vermişti.

Şimdi bu konudaki Selçuklu ve Osmanlı dönemi örneklerini görelim ve kısa bir neticeyle bu bölümü tamamlayalım.

Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey Anadolu yolunu açan seferlerini yaptıktan sonra Hilâfeti Şiî Büveyhîler'in elinden almak ve Müslüman ahaliyi bunların zulmünden kurtarmak için 1055 tarihinde Bağdad Seferi'ne çıkıyor. Halîfeye gönderdiği tuğralı (ok, yay ve ismini havî) mektubunda: "Hz. Muhammed'e hizmetle şeref kazanmak, bizzat hacca giderek yolları açmak, asîleri tenkil etmek ve Mısır şakileri ile, Şiî ve Fatımîler'le savaşmak arzusundayım" demektedir. Tuğrul Bey hilâfet merkezine girip Büveyhîler'i temizledikten sonra, halîfe kendisine taç giydirme ve kılıç kuşatma merasimi yaparak onu " Dünya sultanı" ilan ediyor. Ona "Rükneddîn (dinin temeli)" ve "Kasım, Emîru'l-Mü’minîn" ünvanlarını veriyordu. Böylece kısa bir dönem sonra Selçuklular İslâm halifeliğini Abbasîler'in elinden himayelerine almış ve dokuz asırlık Türk-İslâm saltanat devri başlamıştı.

Bugün İslâm dünyasının hemen her tarafında görülen câmi, medrese, hastahâne, kervansaray, türbe ve zâviye gibi âbideler bu taze îman ve aşkın sahibi Selçuklularındır. Bu âbidevî eserler hem İktisadî, hem de kültürel yükselişin maddî ve manevî delillerinden başka bir şey değildir. Bu sayededir ki, Anadolu'nun Konya'sı, Kayseri'si, Sivas'ı ve daha bir çok şehri onların mübarek elleriyle ve Kıyâmet'e dek yaşamaya kararlı eserleriyle birer açık müze durumundadır.

"Her şeyin biçilmiş bir ömrü vardır." Devletler de insanlar gibi doğar, büyür ve yıkılırlar. Önemli olan kendi yerlerine kendi ideal ve düşüncelerini devam ve daha güzeliyle ihya ederek sürdürecek emânet ehillerini yetiştirmektir. Selçuklular da öyle yaptı ve emâneti âdeta kansız ve kavgasız, daha idealist ve daha vasî bir görüşün mensubu, en az kendileri kadar İslâm îmanına bağlı, peygamber sevgisiyle dolu, Yunus ve Mevtana hayranı OsmanlI'ya İslâmî Türk Devleti'ni bıraktı. Artık tarih sahnesinde fetihleriyle kıtaları birleştiren ve "İlâ-yt Kelimetullâh" aşkı ve azmiyle kıtadan kıtaya koşan Osmanlı sultanları ve onların mücâhidleri vardır.

Sıra Selçuklular'm bir dizi seferleriyle fethe muktedir olamadığı Bizans'ın elindeki büyük şehirlere gelmişti. H. 726 (1326)'da Bursa'nın fethi için her türlü hazırlığı yapan ve fetihten önce büyük bir rahatsızlık geçirerek "Dâru'l-Bekâ"ya göç eden Osman Gazi Han, ölümünden önce oğlu Orhan Gazi'yi yanlarında Ahi Şemseddin, Ahi Haşan, Saltuk ve Tuğrul, Çandarlı Mevlana olduğu halde huzura çağırarak; devletin idaresini kendisine emânet ettiğini ve bu hususta dikkat etmesi gereken şeyleri sıkı sıkıya tenbih ve vasiyet ederek, bu tenbihlere riâyat etmesini, aksi halde huzûru Mahşer'de yakasına yapışacağını söyleyerek şöyle diyordu:

"Oğul, şu anda devlet işlerini ve onun idaresini sana emânet ediyorum. Seni Hüdâ'ya emânet ederim. Hakk'ın korunmasını istediği her şeyi sana havâle ediyor ve sana yüklüyorum. Ceza ve hesap gününde bu İlâhî emânetleri senden talep ederim. Sana bu bâbda bir kaç vasiyetim var.

Dinî ve dünyevî işlerinde şerîat-ı garrâ-yı Muhammedi'den sakın ayrılma, Allah'ın emir ve nehyettikleri şeylerde her zaman ve her türlü hassasiyeti göster. Sakın onlara muhalefet edeyim deme, mübhem ve meçhul olan işlerle karşılaştığında Hüdâ ve Resûl'ün emri ve şerîat imamlarının yol göstericiliği ve ulemâ-i râsihînin sözleri ile amel et ki, bu vasiyet hayırları toplayıcı ve ebedî saâdeti temin edici olsun. Adâleti bütün işlerinde esas kabul et. Merhamet ve ihsân melekesiyle kendini donat ki; bu, devlet adamlarının vasfı ve onların şânındandır. Onun icabı olan adi ve ihsânı kendi himmet ve zimmetin üzere vâciblerin vâcibi kabul et. Ellerinin altındaki insanlara, hatta mahlûkâta dahi merhamet ve şefkat et.

Mücâhidlerin başlarını, teba ve halkının ileri gelenlerini ve tebanm tamamını ve bütün askerlerini kendi evlat ve akrabalarının menzilesinde tut. Hasbel kader kusur ve kabahatleri söz konusu olduğunda onları af ve kabahatlerini görmemezlikten gelerek onlara şefkatle muâmele et, ikrâmını kesme gibi bir şeye sakın tevessül etme, Sana gelen garip ve kimsesizlere dost ve ikrâm elini uzat, vatan gariplerinin gönüllerini al."

Yine Fâtih'in Bosna'yı fethettikten sonra komutan ve idarecilere verdiği yazılı talimatın ilham kaynağı da hiç şüphe yok ki Hz. Muhammed'in ve Hulefâ-yı Râşidîn'in fethettikleri ülkelerdeki gayr-i müslimlere karşı takındıkları tutum ve davranışlardır. O, bu talimatlarında şöyle emrediyordu:

"Kılıçlar kınına sokulmuştur. Bundan böyle hiç biriniz ve hiç bir idareci gayr-i müslimlerin mâbedlerine, dinî liderlerine, idarecilerine, yaşlılarına, kadınlarına ve mallarına dokunmayacak. Şayet dokunulursa Kur’ân'a, yüz yirmi dört bin peygambere, Hz. Muhammed'e ve kuşandığım kılıcıma yemin ederim ki zâlimden mazlumun âhını alırım."

Asırlarca İslâm âleminin hizmetinde bulunmuş Osmanlı sultanlarının devlet işlerini idare ettikleri meşhur Topkapı Sarayı'nın âbidevî saltanat kapısı yâni Bâb-ı Hümayûn'un iki tarafında müsennâ bir yazı ile: "Bu kapı zâlimin zulmünden kurtulmak isteyen mazlumların sığınağıdır" ifadesi de Fâtih ve kendisinden sonra gelen idarecilerin ideal ve duygularını yansıtmaktadır.

Sözü daha fazla uzatmadan Osmanlı sultanları ve Türk halkının şer'-i şerife ve sünnete olan bağlılıklarını görmek isteyenlerin Ahmet Akgündüz Bey'in "Osmanlı Kanunnâmeleri" adlı eserine bakmalarını tavsiye ederim.

Osmanlı Devleti bu geleneği devam ettirdiği sürece büyümüş ve yücelmiş, bu bağlar gevşeyip çözüldüğü nisbette de küçülmüş ve ufalmıştır. Osmanlı Devleti'nin son dönemi, yâni yıkılmaya yüz tuttuğu ve ayakta kalması için çare ve çabaların harcandığı, yeni arayışların başladığı ve idarecilerin bir çoğunun da çareyi Batı ve Batı kanunlarında gördükleri bir dönemde devletin yıkılışını değil, bu devlet yıkılırsa Dünya nizamının da bozulacağını düşünen Doğu ve Batı'nm aklı başında mütefekkirleri Osmanlı Devleti'nin idarecilerine teklifler ve lâyihalar göndererek kurtuluşun çarelerini ortaya koymaya çalışıyorlardı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan bu lâyihalardan biri câlib-i dikkat olduğu için ondan bir kaç satır alarak sözü bitireceğim.

"Her halde Şark'taki ahvâlin ıslâhı İçin körü körüne tedbirler almaya kalkışmak ahmaklıktır. Kanaatime göre, Osmanlı Devleti'nin resmî dini İslâm'dır ve Avrupa'nın arzuladığı şeyse Osmanlı Devleti'ni gayr-i müslim bir devlet hâline getirmek ve Türkler'in dinlerini değiştirmektir." dendikten sonra "dinî ve şer‘î kanunların İmparatorluğun yıkılma ve dağılmasına sebep değil, bilakis bu devletin ihtişamını şer'î hukukun sağladığını, çöküşüne de bu kanunlardan uzaklaşıp Batı taklitçiliğine tevessül ve son zamanlarda Osmanlı maârifinin bilgi ile mücehhez, karakteri sağlam devlet ricali yetiştirmediği" sebep olarak gösterilmektedir.2

B- Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Hitâbet tarzı

Hitâbet ve belâgat peygamberliğin en önemli vasıflarından biridir. Bundan dolayıdır ki; Hz. Musa kavmine gönderildiği zaman "Yâ Rabbi! Dilimdeki düğümü çöz ki söyleyeceklerimi tam olarak anlayabilsinler" (Tâhâ 27-28) diye duâ ve niyazda bulunmuştur. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bu sıfata tam olarak hâizdir. O, "Ben Arablann en fasihiyim", "Ben derli-toplu, dağınık olmayan sözlerle gönderildim" buyurmuştur.

Arab kabilelerinden her biri kendilerini fesahat ve belâgat yönünden milletlerin ve kabilelerin en üstünü olarak addederler, özellikle bunlardan Kureyş ve Havâzin bu hususta en iddialı olan kabilelerdi. Bunlardan Kureyş, Peygamberimiz'in mensup olduğu kabile, Havâzin ise; Pey-gamberimiz'in aralarında yetişmiş olduğu kabiledir. Bundan dolayı Peygamberimiz "Ben en fasîhinizim, çünkü ben Kureyşîyim, lisanım Benî Said'in lisanıdır" derdi.3

Resûl-i Ekrem hitâbelerini sâde bir lisanla ifade ederdi. O, konuşma veya halka herhangi bir hususta hitabede bulunacaksa evinden yalnız başına çıkar, maiyetinde kimseyi bulundurmaz, kendisini halktan ayırdedecek herhangi bir kıyafeti tercih etmezdi. Yalnız, bazan elinde bir âsâ veya bir yay bulundurur ve bunlara dayanarak konuşmayı tercih ederdi.4

İbn-i Mâce'nin rivâyetine göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) mescitte cemâate konuşma yapacağı zaman âsâya, harp meydanlarında da yaya dayanırdı. Cuma ve Bayram namazlarının hutbelerini belirli vakitlerde yapar, fakat diğer konuşmalar için belirli ve muayyen bir zaman söz konusu olmazdı. O, lüzum hâsıl olduğunda gereken konuşmayı yapar ve bitirirdi. Bundan dolayıdır ki; kaynaklar O'nun, zaman zaman konuşmalarını minber üzerinde, deve sırtında veya hiç bir şeye ihtiyaç duymadan yerde yaptığını kaydetmektedirler.

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) halkı aydınlatmak ve onları irşad için yaptığı konuşmalarda özellikle ihbarî (bir olayı haber verme veya bildirme) cümleler kullanırdı. Hutbenin tesirini artırmak istediği zaman, konuşmalarını soru ve cevap şekline dönüştürürdü. Huneyn Gazvesi münâsebetiyle yapmış olduğu hitâbe ile Vedâ Haccı münâsebetiyle yaptığı konuşmaları bu tarz konuşmalardır. Konuşmalarının önemli anlarında bütün vücudunun tepeden tırnağa titrediği görülürdü. Abdullah İbn-i Ömer (r.a.) der ki: "Bir gün Resûl-i Ekrem'i minber üzerinde konuşma yaparken gördüm, "semavât ve arzın hâlikı olan Cenâb-ı Hakk, semavât ve arzı avucunun içine alır" dedi ve yumruğunu kapadı, sonra açtı. O'nun vücudu bazan sağa, bazan sola eğiliyordu. O kadar ki, minberin kökünden sallandığını gördüm. İçimden, acaba minberle Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) birlikte devrilecek mi? dedim."5

Hadis kitapları Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in sözlerini tertipsiz bir tarzda kaydetmişlerdir. Bunlar tetkik edildiğinde hitabeleri, mâhiyeti ve hitap tarzlarıyla, kurulan cümleler bakımından hemen diğer konuşmalarından ayrılır ve farkedilir.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem); insanları dine dâvet eden bir peygamber, bir fatih, bir vaiz, bir kumandan ve bir kadıdır. Bu bakımdan O'nun hitâbe ve konuşmaları, bulunduğu duruma muvafık bir hal ve şekil alırdı. O, bir din dâvetçisi sıfatıyla konuşurken, sözlerinde dinî vecdin bütün coşkunluğunu görmek mümkündür. Meselâ: "En yakın akrabalarım inzâr et" (Şuarâ 214) âyet-i kerîmesi nâzil olduğu zaman bütün akrabalarını en yakınlarından başlayarak isim isim zikretmiş ve toplamıştı. Her ne kadar bu ilk ve şâheser konuşmasını Ebû Leheb kesmiş ve yarıda bırakmışşa da bu konuşma, yine de îcaz itibariyle konuşmalarının en seçkinlerinden biridir.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu konuşmasını yapmak için Safâ Tepesi'ne çıkmış, yüksekçe bir taşın üzerinde: "Yâ Sabâhah!" diye söze başlamıştı. O'nun kullandığı bu kelimenin Arab kabîle ve kavimlerince ayrı bir yeri ve çağrışımı vardır. Bir hatib bu ifadeyi ender anlarda kullanır. Şayet konuşmaya böyle bir ifade ile başlanıyorsa, kavim ve kabilelerin çok büyük bir tehlike ile karşı karşıya gelme ihtimali vardır. Onun için herkesin böyle bir toplantı ve nutku dinlemek üzere orada bulunması gerekir. Hadis literatürleri ve tarih kitapları tetkik edildiğinde; gerçekten de Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in "Yâ Sabâhâh" ifadesini duyan herkes oraya koşmuş, gidemeyenler de verilecek haberle ilgili kendilerini temsil edecek kişileri göndermişlerdir. O, toplanan kişilere ve kabîle reislerine bu tarihî ifadenin akabinde şöyle diyordu: "Size bu dağın arkasında atlılar görünmek üzere olduğunu söylesem bana inanır mısınız?" Hep bir ağızdan: "Evet inanırız. Çünkü senin bugüne kadar hiç yalan söylediğini görmedik."

Biz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu cevabı aldıktan sonra şöyle diyordu: "O halde biliniz ki ben size, şiddetli bir azaba karşı uyarıcı olarak gönderildim." Hatta O, Müslim'in Zübeyr bin Amr'dan rivayet ettiği hadîs-i şerife göre bu sözlerinin hemen akabinde: "Ey Abdülmenâf Oğulları! Benim meselimle sizin meseliniz ancak düşmanı görüpte ehlini korumak için koşup fırlayan ve düşmanların kendisini geçmelerinden endişe ederek avaz avaz bağırmaya başlayanın meseli gibidir" diye ilave ediyordu. Şayet Ebû Leheb gibi bir muannid ve küfürde musir olan biri olmasa herhalde tarihin en şanlı konuşmalarından birini sergileyecekti. Bunu şimdiki hal Hz. Ali gibi sezgisi ve iç dünyası nurlu, geleceği apaşikar görebilme, gönül zenginliğine sahip kimseden başka, henüz idrak edecek yoktu.

İslâm ordusunun Huneyn Gazvesi'nden sonra elde ettiği ganimetleri Hz. Muhammed'in, Müslümanlığı yeni kabul eden ve çoğunluğunu da Mekke'lilerin teşkil ettiği kişilere vermesi Ensâr'ı üzmüş ve hatta dedikodu yapmaya başlamışlardı. Bu durumu öğrenen Hz. Peygamber Ensâr'ı toplayarak yapmış olduğu tarihî konuşmada: "Ey Ensâr! Herkes ganimetten elde ettiği koyun ve develeriyle yurtlarına dönerken, sizin Peygamberle beraber yurdunuza dönmeniz sizi hoşnut etmez mi? Yemin ederim ki, sizin dönüşünüz ötekilerin dönüşünden çok daha hayırlıdır" buyurmuştur. Bu sözleri dinleyen Ensâr ağlıyor ve hep bir ağızdan "biz sizden hoşnutuz yâ Resûlullah" nidalarıyla ortalığı çınlatıyordu. Bu hâli gören Allah'ın Resûlü ellerini kaldırmış "Allah'ım! Ensâr ve Ensâr'm gençlerine sen rahmet ve merhamet et" diye duâ ediyordu.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mekke'ye fatih olarak girdiği zaman bütün hadis kitaplarının kaydettiği hutbelerinde, Arab-ların örf ve âdetlerini, onların Mekke şehri ve Kabe hakkındaki tarihin derinliklerinden gelen duygu ve düşüncelerini beliğ ifadeleriyle dile getiriyor ve onlara şöyle hitap ediyordu:

"Cenâb-ı Hakk, Arz ve semâyı yarattığı günden beri Mekke'yi haram şehir ilan etmiştir. Onun için Mekke, Allah'ın emriyle Kıyamet gününe kadar mukaddes bir yerdir. Benden evvel bu hürmete riâyet olundu, Ben'den sonra da hürmete devam edilecektir. Bana da Mekke ancak bir saat için helâl edildi. Mekke'nin av hayvanları takip olunmaz, Mekke'nin dikeni, çayırı kesilmez. Mekke'nin açık yerleri kapatılmaz. Mekke'de kaybolan bir şey onu arayandan başkasına helâl olmaz."

Kılıçlar çoktan kınından çıkmış, muzaffer olan olmuş, kaybedenlerle birlikte herkes bu nutku dinliyor ve kınından çıkan kılıçlardan hâla kan damlıyor ve herkes Resûlullah'ın ağzından çıkacak tek bir kelimeye bakıyordu. Durum ne olacak? Resûlullah ne emir verecekti? Bunu hem muzaffer İslâm ordularının kumandan ve askerleri, hem de Sahâbe kanı akıtan Mekke müşrikleri bekliyor ve konuşmayı nefes almadan dinliyorlardı. Evet! bir tek kelime, henüz Müslüman olmamış binlerce insanın başlarını yere düşürür, kadınları dul ve çocukları yetim bırakabilirdi.

Nihayet konuşmasını tamamlayan O âlicenâp insan, âlemlere rahmet olarak gönderilen Hatemü'l-Enbiyâ, kâinâtın O'nun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı melek tabiatlı zât, son cümlelerini rahmet saçan mübarek ağızlarından döküyor ve şöyle diyordu: "Ey Mekke'liler! Size ne yapmamı bekliyorsunuz?" Mekke'liler: "Sen'den hayır bekliyoruz. Çünkü Sen şerefli, yüce asâlet sahibi kardeş ve yüce asâlet sahibi kardeşin oğlusun" diye cevap veriyorlar.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara: "Haydi gidiniz, hepinizi serbest bırakıyorum" dedi.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in en müessir hutbelerinden birisi de Veda Haccı hutbesidir. Gerçi bu hitabe daha ziyade dinî emir ve nehiyleri ihtiva eden bir konuşma olması münâsebetiyle edebî yönüyle pek parlak görülmese bile; konuların işleniş tarzı, kelime ve cümlelerin kullanış ve kuruluş şekli ile akıcılığı, üslûbun berraklığı, muhteviyatı, onu en beliğ ve en yüksek hutbelerin arasına yüceltmiştir.

Bu hitabeden bazı cümleleri ele alacak olursak, konuşma ve hitabetteki parlaklığı ve hitap ettiği cemâati ne kadar etkileyici olduğunu görürüz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), dinleyicilere hitabesinin önem ve ehemmiyetini ifade için Allah'a hamd ü senâdan sonra şöyle başlıyor:

"Ey insanlar!

Dinleyiniz, bilmiyorum belki bu seneden sonra sizinle burada, bu ayda, bu şehirde bir daha buluşamayacağız" O, bu cümleleriyle bekâ âlemine göç edeceğini ifade ediyor ve bu cümleye büyük bir kuvvet kazandırıyordu. Bu cümle ve ifadenin hemen arkasından can, mal ve şerefin insan için önem ve ehemmiyetini ortaya koyuyor ve diyordu ki: "Cenâb-ı Hakk kanlarınızı, mallarınızı ve ırzlarınızı bu ayınızdaki, bu şehrinizdeki, bu gününüzün hürmeti gibi haram kılmıştır. Sakın benden sonra kâfir olarak birbirinizin boyunlarını vurmayınız." Bu cümlenin hemen arkasından Arab kabîle ve kavimlerinin birbirine düşmelerine vesîle olan asılsız ve yersiz duygu ve düşünceleri bir defa daha dile getirerek bunları kökünden halletmek için şöyle devam ediyor-.

"Rabbiniz birdir. Babanız birdir, hepiniz Âdem'densiniz. Âdem de topraktandır. Sizin Allah indinde en iyiniz ve en yüceniz Allah'tan en çok korkan ve çekinenizdir."

İbn-i İshak'a göre Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine'de kıldırdığı ilk cuma namazında okuduğu hutbelerinde:

"Ey insanlar!

Yarınınız için iyi bir iş işleyiniz. Biliyorsunuz ki biriniz, yıldırıma çarpılmış bîhuş (baygın) düşüp sürülerini çobansız bıraktığı ve Allah'ın huzuruna tercümansız, vasıtasız ve rehbersiz gittiği zaman Cenâb-ı Hakk ona: "Sana benim elçim gelip tebligatta bulunmadı mı? Sana ihtiyaçtan fazla mal verdiğim halde nefsin için ne hazırladın?" diye soracak. O zaman sağınıza ve solunuza bakacak ve bir şey bulamayacak, sonra önünüze bakacak ve Cehennem'den başka bir şey görmeyeceksiniz. İçinizde yüzünü ateşten velev bir hurma parçası ile olsun koruyabilecek olan bunu yapsın, şayet bulamazsa güzel bir sözle buna çalışsın" buyurmuştur.

O, bu cümleleriyle Sahâbe-i Kirâm'a Âhiret'i, gerçek âlemi, ebedî durağı hatırlatıyor, ölümün şiddetini, sorgu ve suâlin varlığını, insanın başıboş yaratılmadığını ve bu hesaplaşmanın kurtuluş yollarını da apaçık bir tarz ve şekilde ifade ediyordu. Asıl mesele buydu. Çünkü dilinin düğümü çözüktü. Kendilerini dinleyen insanların nelerden anlayacaklarını çok iyi biliyor ve ona görede gerektiği yerde teşbihleriyle onları ürpertiyor ve kendilerine getiriyor, sonra da; kurtuluşu: "Velev ki bir parça hurmayla da olsa ikram ederek sağlayınız" diyordu. Onu da bulamayanlara: "Güzel bir söz, güzel bir söz de kurtuluş için kâfidir" diyerek muhtaçların gönüllerini kazanmaya bağlıyordu.

Allah'ın elçisi hayatta kaldığı sürece güzeli, iyiyi, doğruyu hemen her fırsat ve ortamda ya tarif ve talim etmiş, veya başkalarında gördüyse ona sahip çıkılmasını istemiştir. Yanlışlar ve kötülükler için de aynı şey söz konusu olmuş ve bu tür fiillerin de tenkidini yapmış ve onları tekbîh etmiştir. Böylece kendisine vahyolunan âyet ve hadislerin âmir hükümlerini söz ve fiilleriyle yaşayarak anlatmış ve izah etmiştir.

Yine bir hutbelerinde: "İki umde (esas) vardır; kelâm ve amel. Kelâmın en güzeli Allah'ın kelâmıdır. Amelin en güzeli Muhammed'in ameli (sünneti)dir. Dininize yeni şeyleri sokmaktan şiddetle kaçınınız. Çünkü en fena şeyler bunlardır. Bu gibi sonradan dine sokulan şeyler bid'attir. Her bid'at dalâlettir" ifadeleriyle bid'atin çirkinliğini ve din adına uydurulan şeylerin, insanları dinden nasıl uzaklaştırarak küfre götüreceğini bütün çıplaklığıyla anlattığı gibi, yolun en güzelinin, dinin ve amelin en doğru ve Allah'a yaklaştıranının da sünnet olduğunu ifade ediyordu.

Hz. Peygamberin oğlu İbrahim vefat ediyor. Bir tesadüf eseri olarak o gün Güneş tutuluyor. Bu olayın Hz. İbrahim'in ölümünden dolayı meydana geldiği sözleri kulağına gelir-gelmez O yüce insan, ateşe olurmuşçasına ayağa fırlıyor ve hemen bir hutbe îrad ediyor. Bu hutbelerinde:

"Ey insanlar!

Görmediğim bir şey yok ki, onu bu makamımda görmüş olmayayım. Bana Cennet ve Cehennem gösterildi. Ona öyle yaklaştırıldım ki, elimi uzatsam ondan bir şey koparır durumdaydım. Cehennem'i gördüm. Orada biri sürükleniyordu. Bunun Ebû Şemâme Amr bin Mâlik olduğunu bildim. O; "Güneş ve Ay ancak büyüklerden birinin ölümü için tutulur" derdi. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sözleriyle dinî olmayan, yanlış bir itikadın ve bid‘atin tehlikesini mü’minlerin kafa ve gönüllerinden siliyordu.

Aynı hitabesindeki şu cümleler toplum ve toplumu meydana getiren fertler için huzur ve sükûn vâdeden berrak ifadeler değil mi?

"Her atî yakındır. Gelmeyecek olan uzaktır. Mesut, başkalarının hâlinden ibret alandır. Mü’minle harbetmek küfürdür. Mü’mine sövmek fısktır. Bir Müslüman'ın diğer bir Müslüman'la üç günden fazla dargın durması helâl değildir."

Ebû Hureyre tarafından rivâyet edilen bir hutbelerinde Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

"Ey insanlar!

Hikmet ve bilgiyi ehil olmayan insanlardan başkasına vermeyin (şayet karakter ve tiyneti bozuk insanlara verirseniz hikmete veya bilgiye) zulmetmiş olursunuz. Ehil olan kişilerden de hikmeti menedecek olursanız (bu defa da hikmeti ve bilgiyi almaya lâyık, dürüst ve faziletli insanlara) zulmedersiniz." buyurarak dün ve bugünün insanlarının çile ve ızdıraplarının asıl kaynağına böylece işaret etmiş oluyor. Bıçak kadar güzel, kıymete hâiz faydalı bir âlet yoktur. Onu hemen her yerde kullanırız. Fakat bir canînin elinde o öldürücü bir aletten başka bir şey değildir. Kim bilir kaç insanın bağrına saplanarak kadınları dul, çocukları öksüz ve yetim bırakmıştır. Kaç masum ve günahsız delikanlım bu aletle toprağa gömülmüştür. Ve şimdi hâin ellerde ve kafalardaki bilginin neticesi olan mamuller nice topluluk ve insanları teker teker yok ediyor. Bir düşünün!

Devletin çeşitli kademelerinde idareci olarak görev yapan bürokratlarımız, hukukçularımız, doktorlarımız ve iş adamlarımız toplumu teşkil eden tüm insanlarımıza yeterli ahlâkî eğitim, sağlam bir karakter, dürüst bir düşünce, yapmacık olmayan çelebice davranış ve insan sevgisi ile hamûle bir gönül adamı olma vasfı kazandırabilse, vatan ve millet sevgisi, hürriyet aşkının her şeyin üzerinde ve önünde geldiğine inandıracak fiil ve hareketleri önce kendi dünyamızda yaşayıp, sonra da eğitmeye çalıştığımız insanlara bunları sindire sindire verebilsek, herhalde başta ülkemiz olmak üzere tüm insanlık kurtulur veya çileleri en aza indirilmiş olurdu. Bütün bu olumsuzluklara rağmen millet olarak ayakta kalmışsak hiç şüphesiz yine de tavsif etmeye çalıştığım insanların varlığına borçlu olduğumuzu da burada bir kadirşinaslık olarak itiraf etmek durumunda ve inancındayım.

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) yine aynı hitâbelerinin bir paragrafında:

"Ey insanlar!

Ben size güzel ve iyi olan iki ameli haber vereyim mi? Onların zahmeti az, fakat Allah yanında ecir ve mükâfatı boldur. Bunları terkederek başka amellerle uğraşanların Allah huzuruna böyle bol ecirle gitmeleri de mümkün değildir. Bunlardan birisi: Lüzumsuz şeyleri konuşmamak, bilmediğiniz işlere karışmamak, İkincisi ise: Güzel huy ve ahlâk sahibi olmaktır." buyurmaktadır.

Bu terbiye ve eğitime ne kadar muhtaç olduğumuzu lütfen düşünüp, yaşadığımız toplumu ve toplumda gördüğümüz alışkanlıkların nedenini ona göre değerlendirmeye çalışalım.

23 sene Cenâb-ı Hakk tarafından kendisine lütfedilen ve bahşedilen o büyük enerjiyi, ahlâksızlığın batağına saplanmış bir topluma öğütleri, nasihatleri, davranışları, vefası ve hitâbeleriyle harcayan ve peygamberliğin son ve bir bakıma da ilk halkası olan bu yüce insan böyle bir toplumdan herkesin kabul edeceği bir "Asr-ı Saadet" meydana getirdi ve "bir dağda bir koyunu kurt yese Allah onu Ömer'den sorar" diyen bir lider ve liderler silsilesi yetiştirdi ise; bugünün emniyet ve bu cemiyetin aksaklıklarını gidermeye talip olan insanlara her halde bu ışık kâfi gelecektir. Yeter ki samimî ve dürüst olalım.

Kütüb-i Sitte'nin ikinci kitabı olan Sahîh-i Müslim'de Ebû Zer-i Gıfarî (r.a.) tarafından rivayet edilen bir hitabesinde, ki bu hitâbe aynı zamanda bir kutsî hadistir. O, şöyle buyuruyor:

"Ey kullarım!

Haberiniz olsun ki Ben zulmü kendi nefsime haram ettim, onu sizin de aranızda haram kıldım. O halde birbirinize zulmetmeyiniz" hitâbesinin son parağrafı ise şöyle bitmektedir:

"Ey kullarım!

Sade sizin amellerinizdir ki, Ben onları sizin için sayar, size karşı muhafaza eder, sonra da onları size tastamam veririm. Onun için her kim hayır bulursa hemen Allah'a ham-detsin. Onun gayrisini bulan da kendini levmetsin."

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi hadis kitapları ve önemli tarihî kaynaklarda dağınık bir tarzda bulunan, İslâm'ın ve İslâmî esasların bir bakıma özünü meydana getiren, bir beşer olarak içerisinde yaşadığı topluma verdiği veya sunduğu dini, yanlış anlayan veya yorumlayan kişileri uyarıcı mahiyette bulduğumuz hitabeleri, tespit edebildiğimiz ve erişebildiğimiz öz kaynaklardan alarak yayınlamayı uygun bulduk. Bu konunun İlmî tertip ve tahlîlini ise bu sahanın uzmanlarına bırakmanın daha doğru olduğunu düşünüyoruz.

Eler hitâbe ve öğüt bizce eksik ve aksak yönlerimizi ve düşüncelerimizi gidermeye vesîle olacak kanaatindeyiz.

II. BÖLÜM

PEYGAMBERİMİZ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'İN HİTÂBELERİ

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in İslâm'a Alenî Daveti ve İlk Hitabesi

Abdullah îbn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Habîbim, en yakın kavim ve kabileni (Allah'ın azabıyla) korkut!" (Şuarâ 214) meâlindeki âyet nazil olduğunda, Nebî (salla’llâhü aleyhi ve sellem) evinden çıktı. Tâ Safâ dağına ve birbiri üzerine yığılmış büyük taş kümelerinin yanına vardı, en yüksek bir kayanın üstüne çıkıp yükseldi. Sonra:

"Yâ Sabâhâh! Ey Kureyş buraya geliniz, toplanınız!... Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz" diye seslendi.6 Kureyş kabilelerini "Ey Fihr Oğulları, Ey Adiy Oğulları, Ey Abd-i Menâf Oğulları, Ey Abdülmuttalib Oğulları!" diye oymak oymak çağırmaya başladı.

Resûlullah'ın bu dâvetini işitenler birbirlerine:

·        - Bu seslenen kimdir? diye sordular. Yine birbirlerine:

·        - Muhammed'dir, diye cevap vererek ve Ebû Leheb de beraberlerinde olarak gelip Resûlullah'ın çevresinde toplandılar. Gidemeyenler de bu toplantının mâhiyetini anlamak için adam gönderdiler. Sonra Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) umumî bir hitapla:

6 Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, Kitâbül-îman, hadis no. 348-355.

- "Ey Kureyş Cemâati! Allah'tan kendinizi ibâdet ve ubûdiyet mukâbilinde satın alarak O'nun azabından kurtarınız. Bu azabtan halâsınız için Ben Allah tarafından verilmiş hiç bir nüfûz ve kudrete mâlik değilim" buyurdu.

Bundan sonra Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kureyş oymaklarını hususî surette ve mâlûm olan adlarıyla birer birer anarak şöyle buyurmuştur:

"Ey Kâ‘b ibn-i Lühey Oğulları! Allah'tan kendinizi ibâdet bedelinde satın alarak azabından kurtarınız. Bu azabtan kurtulmanız için Ben Allah tarafından verilmiş hiç bir nüfûza sahip değilim.

Ey Mürre ibn-i Kâ‘b Oğulları! Allah'tan ibâdet mukâbili kendinizi satın alın. Ben sizi bu azabdan kurtarmak için O'nun tarafından verilmiş hiç bir imkana sahip değilim.

Ey Abd-i Şems Oğulları! Allah'a tâat ve itâat ederek Allah'ın azabından kurtulunuz. Bu hususta Ben sizi kurtarmak için hiç bir nüfûza sahip değilim.

Ey Abdulmuttalib Oğulları! Siz de Allah'a ibâdet ve tâatla Allah'ın azabından kendinizi koruyunuz. Bu hususta Bana O'nun tarafından sizi kurtarmak üzere verilmiş hiç bir imkan da yoktur.

Ey Abbas ibn-i Abdulmuttalib Oğulları! Allah'a ibâdet ederek nefsinizi Allah'tan satın alınız. Sizi de Allah'ın azabından kurtaracak hiç bir güce mâlik değilim.

Ey Zübeyr ibn-i Avvâm'ın annesi ve Resûlullah'ın halası! (Abdulmuttalib'in kızı Safiye), Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Siz de kendilerinizi Allah'tan ibâdet mukâbilinde satın alınız da azabından kurtulunuz. Allah'ın azabından kurtulmanız için Ben Allah tarafından verilmiş bir nüfûza mâlik değilim. Sizinle aramızda bir hısımlık hakkı vardır, onu da terketmem, ziyaretle muhakkak yerine getiririm. İşte malım! Ondan ne arzu ederseniz isteyin, esirgemem veririm.

Ey Kureyş Cemâati! Bana cevap verir misiniz? Ben size şu dağın eteğinde veya şu vadide düşman süvarisi var, üzerinize baskın edecektir desem bana inanır mısınız?" diye sordu. Onlar:

·        - "Evet inanırız! Çünkü bütün tecrübelerimizde Seni hep sadakatli ve hep doğru bulduk. Yalan hususunda hiç tecrü -bemiz geçmedi" dediler. Bunun üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

·        - "Öyle ise ben size ileride şiddetli bir azab günü bulunduğunu, mücrimlerin o gün edileceklerini haber vermeğe ve o azabtan sizi menetmeğe memurum" buyurdu. Sonra:

·        - "Ey Kureyş Cemâati! Benimle sizin benzeriniz, şu bir kimsenin meseli ve benzeri gibidir ki; o kimse düşmanı görür de ailesini bundan haberdar ederek onları düşman baskınından kurtarmak üzere ailesine koşar ve düşmanın kendisinden önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak Yâ sabâhah! diye haykırmaya başlar.

Ey Kureyş! siz uykuya dalar gibi öleceksiniz, uykudan uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah'ın divânına varmanız, Dünya'daki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede hayırlarınızın, ibâdetlerinizin mükâfâtını ve kötü işlerinizin de ceza ve şiddetli azabını göreceksiniz. İşte o mükâfât ebedî Cennet'tir. Mücâzât da daimî Cehennem'dir."

Bunun üzerine Ebû Leheb: "Hüsranda kal, bizi bunun için mi topladın" dedi. İşte bunun üzerine Tebbet sûresi nâzil oldu:

"Ebû Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O, alevli bir ateşe yaşlanacaktır. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda bir ip olduğu halde karısı da (ateşe girecek)." (Tebbet 1-5) 6

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Ranuna'da İlk Cuma Hutbesi

Cabir ibn-i Abdullah (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ranuna'daki Cuma hutbesinde şunları söylemiştir:

"Ey insanlar! Ölmeden evvel tevbe ediniz.

Derdinizin başınızdan aşacağı günden önce sâlih amellere koşunuz.

Gizli ve açık olarak Allah'ı çok cok anmak ve çok sadaka vermek suretiyle Rabbiniz'le aranızda vuslatı sağlayınız.

Böyle yaparsanız rızıklandırılırsınız. Yardım olunur ve düzgün bir hâle getirilirsiniz.

Biliniz ki; benim bulunduğum yerde ve bu yılın bu ayındaki bu gününde Allah size, Kıyamet gününe kadar Cuma Namazı'nı farz kıldı.

İyi-kötü bir imamları varken sağlığında olsun, benden sonra olsun, ehemmiyetsiz görerek veya inkar ederek onu terkedenin iki yakasını Allah bir araya getirmesin, onun işlerinden bereketi kaldırsın.

Biliniz ki; onun, tevbe etmedikçe ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de iyilikleri vardır (Allah katında makbul değildir.)

Kim tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder, ona azab etmekten vazgeçer.

Kadının erkeğe, Bedevî (Çöl ArabO'nın muhacire, kötü kimsenin îmanlı, ameli iyi olan kişiye imamlık edemeyeceğinden de haberiniz olsun. Meğer ki o kötü kişi zorbalığıyla mü'mini sindirmiş, kılıç ve kırbacıyla korkutmuş olsun." 7 8

*

İbn-i Mâce'nin Cabir'den rivâyet ettiği cuma ile ilgili bu hitabesinden başka Taberanî de Evsâfında İbn-i Ömer (r.a.)'dan bazı farklılıklarla Cuma Namazı ile ilgili şu hutbeyi rivâyet etmiştir:

"Bilmiş olunuz ki, Allah (c.c.) Hazretleri Cuma'yı benim şu durduğum yerde ve bu yılımın bu ayındaki bu günümde size Kıyamet gününe kadar farz etmiştir. Her kim hayatımda olsun, benden sonra olsun âdil, câir (zâlim) bir imamı varken onu istihfaf ederek, yahut inkâr ederek terkedecek olursa Allah (c.c.) iki yakasını bir araya getirmesin ve kendisine ait hiç bir hususu mübarek kılmasın.

Haberiniz olsun ki, böylesi tevbe etmedikçe ne namaz, ne zekât, ne hac, ne oruç, ne da başka hiç bir hayrının sevabı vardır. Her kim de tevbe ederse Allah (c.c.) tevbesini kabul etsin."

Ranuna'da Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in İkinci Hutbeleri

Ebî Seleme't-ibn-i Abdurrahman (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Allah'a hamd olsun. Allah'a hamd ederim ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerinden Allah'a sığınırız.

Allah'ın doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını da hiç kimse doğru yola iletemez.

Şahâdet ederim ki; Allah'tan başka hiç bir kimse doğru yola iletemez.

O birdir, O'nun şeriki yoktur.

Sözlerin en güzeli yüce Allah'ın Kitâbı'dır.

Allah kimin kalbini Kur’ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyet'e sokar, o da, Kur’ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuştur.

Doğrusu Kitâbullah sözlerin en güzeli ve beliğidir.

Allah'ın sevdiğini seviniz! Allah'ı bütün kalbinizle seviniz!

Allah'ın kelâmından kalbinize kasvet ve darlık gelmesin. Çünkü o, Allah'ın yarattığı her şeyin üstününü ayırıp seçer. Amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini (peygamberleri),

kıssaların iyisini zikreder. Helâl ve haram olan her şeyi beyan eder.

Artık Allah'a ibâdet ediniz ve O'na hiç bir şeyi şerîk koşmayınız. O'ndan gereği gibi sakınınız!

Dilinizle söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdîk ve ikrâr ediniz! Allah'ın ihsan ettiği rahmetle aranızda sevişiniz!

Muhakkak biliniz ki; Allah ahdinin bozulmasına gazab eder.

Sizlere selam olsun."9

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Medine'deki İlk Hutbesi

Said ibn-i Abdurrahman el- Cemhî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Taberî'nin kaydettiği bir hutbede Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Hamd Allah'a mahsustur.

Ben O'na hamd eder, O'ndan yardım ister, O'ndan mağfiret ve hidâyet dilerim.

O'na îman eder ve O'na küfretmem, O'na küfredenlere de düşmanlık ederim.

Ben Allah'tan başka tanrı olmadığına, O'nun bir ve tek olduğuna, şerîki ve nâziri bulunmadığına inanırım. Muham-med de O'nun kulu ve Resûlüdür ki; O'nu, peygamberlerin arası kesilmiş, ilim azalmış, insanlar sapıklığa düşmüş, zaman inkıtaa uğramış, Kıyâmet'in kopması ve âlemin nihayet bulması yaklaşmış iken tam bir hidâyet, nur ve mev'ıze ile gönderdi.

Kim Allah ve Resûlü'ne itâat ederse muhakkak doğru yolu bulmuş, kim de Allah'a ve Resûlü'ne asî olursa elbette azgınlık ve taşkınlığa düşmüş ve büyük bir sapıklıkla yoldan çıkmıştır.

Ey nâs! Ben size Allah'tan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü; bir Müslüman'ın diğer bir Müslüman'a en hayırlı tavsiyesi onu Âhiret'e teşvik etmesi ve ona Allah'tan korkmayı emretmesidir.

Allah'ın sizleri bizzat sakındırdığı şeylerden sakının. Bir Müslüman'ın diğer Müslüman'a, bu yoldaki tavsiyelerinden daha faziletli bir nasihat ve bundan daha efdal bir öğüdü olamaz.

Takva sahibi bir kişi için; Âhiret'le ilgili istek ve arzularına kavuşma hususundaki en emin yol Rabbin'den korkarak ve yüreği titreyerek O'na ibâdet etmesidir.

Kim gizli ve aşikar her hâlinde yalnız Allah'ın rızâsını isteyerek, Allah'la kendi arasındaki ilgiyi ıslah eder ve O'na olan kulluk görevini yerine getirirse bu hem Dünya'da onun için hayırla anılma, hem de ölümünden sonra kişinin kendinden evvel gönderdiği hayra muhtaç olacağı zamanda ona bir azık olur.

"Her kişinin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günü bir düşünün. Kullarına karşı şefkatli olan Allah size kendinden korkmanızı emreder."(Âl-i İmran 30)

Sözünü gerçekleştiren ve va'dini yerine getiren Allah'a yemin olsun ki; bunda cayma yoktur. Çünkü Aziz ve Celîl olan Allah: "Benim indimde söz değiştirilmez ve Ben kullanma zulmetmem" (Kâf 29) buyurur. Binâen-aleyh şimdiki ve gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan dolayı Allah'ın vikayesini talep edin.

Kim Allah'ın vikayesini talep ederse Allah onun günahlarını örter, ecrini de büyütür. Allah'ın himayesine talip olan kimse büyük bir kurtuluşa ermiştir. Allah'a sığınmak ve O'nun himâyesine talip olmak ise insanı Allah'ın azab ve gazabından korur. Allah'ın vikâyesini talep etmek yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir.

Nasibinizi alın, fakat işlerinizde Allah için ifrat ve tefritte bulunmayın. Çünkü Allah doğru olanı ve yanlış olanı bilsinler diye size Kitâbı'nı göndermiş ve yolunu açıkça öğretmiştir.

Allah'ın size ihsan ettiği gibi siz de ihsan edin. Allah'ın düşmanlarına düşman olun. O'nun yolunda hakkıyla mücâ-hede edip çalışın. Çünkü sizi O seçti ve size "Müslümanlar" ismini O verdi. "Tâ ki helak olan apaçık bir delilden sonra helak olsun, sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın. "(Enfâl 42)

Kuvvet ancak Allah iledir. Öyleyse Allah'ı çok zikredin ve bugünden sonra için çalışın. Şu muhakkak ki; kim Allah ile kendi arasındaki ilgiyi ıslah eder, O'na olan kulluğunu îfâda kusur etmemeye gayret harcarsa, Allah onunla insanlar arasında olacak işleri düzeltir. Çünkü Allah insanlara hükmeder. İnsanlar ise O'na hükmedemezler. O insanlara mâliktir, insanlar ise O'ndan hiç bir şeye mâlik değildir. Allah büyüktür ve kudret yalnız azîm olan Allah'ındır."10

İslâm Kardeşliği ve Dayanışmanın Önemi

Ebû Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Birbirinize hased etmeyin. Kendiniz almak istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak için bir malı methedip fiyatını artırma yarışına kalkışmayın. Birbirinize buğzetmeyin. Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyin. Sizden bazınız diğer bazınızın alış-verişi üzerine alış-verişe girişmesin.

Ey Allah'ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz. Müslüman Müslüman'ın kardeşidir. Müslüman Müslüman'a zulmetmez, yardıma muhtaç olduğu dar bir zamanda onu yalnız ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Allah sizin cesetlerinize ve sûretlerinize bakmaz, fakat Allah sizin kalple-inize nazar buyurur.

Birbirinizin hususî ve mahrem hayatını araştırmayın. Birbirinizin eksiklerini ve ayıplarını görmeye ve işitmeye çalışmayın. Zandan kaçınınız, çünkü zan sözlerin en yalanıdır.

Muhakkak Allah Kıyâmet gününde: "Sırf benim azametim ve tâatim için birbirleriyle sevişenler nerededirler? benim gölgemden başka biç bir gölge bulunmayan hu günde ben onları kendi gölgemde gölgelendiririm" buyurur.

Her perşembe ile pazartesi gününde ameller arzolunur. Azîz ve Celîl olan Allah, din kardeşi ile aralarında kin ve

düşmanlık bulunan kimse müstesna olmak üzere Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayan her bir insana bu günler içinde mağfiret eder.

Bir kimsenin (din) kardeşine hakaret etmesi şer nâmına ona kâfi gelir. Her Müslüman'ın kanı, malı ve ırzı (şerefi ve nâmusu) diğer Müslüman üzerine haramdır."11

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Dünya ve Âhire! Saâdetiyle Müjdelediği İnsanlar

Enes İbn-i Mâlik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir:

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ced‘a adındaki devesi üzerinde olduğu halde bize şöyle hitap etmiştir:

"Ey insanlar! Şu Dünya’da ölüm sanki bizden başkası üzerine yazılmıştır. Ve sanki hak, hukuk ve ferâiz-i İlâhî bizim dışımızdakiler üzerine vacip olmuştur. Sanki defnetmek üzere mezarlarına götürdüğümüz ölüler kısa zamanda tekrar bize döneceklerdir. Kabirlerine koyduğumuz ölülerin bıraktığı malları taksim edip pervasızca yiyoruz. Sanki onlardan sonra biz Dünya'da bakî kalacağız. İbret dolu bir yığın olay ve hâdiselerden gerekli dersleri almıyor ve bizim de başımıza ve mallarımıza gelecek belâ ve âfetlerden emimmişiz gibi davranıyoruz. Bu tutumumuz koyu bir gafletten başka bir şey değildir.

Şu insanlara müjdeler olsun ki; kendi ayıplarıyla meşgul olmaktan başkalarının ayıplarını görmezler, kazançlarını helâlinden temin edip onu Allah için ihtiyaç sahiplerine infâk ederler, hikmet ve ilim sahipleriyle beraber hemhâl olur ve onlarla otururlar, kibir ve gururlarını kırarak fakr u zarûret içerisinde olanlarla birlikte bulunurlar ve dalâlet içerisinde olup, aynı zamanda insanlara zulmeden zâlimlerden de uzak dururlar.

Yine; nefsine hâkim olup ahlâkını güzelleştiren, hüsn ü hâl içerisinde ve insanlara ne söz ve ne de hareketle herhangi bir kötülüğü dokunmayana da müjdeler olsun.

Şu insanlara da müjdeler olsun ki; helâlinden elde ettiği rızkın fazla olanını Allah için sarfeder, konuşurken menfaat ve hayırlı sözün dışında bir şey söylememek için diline hâkim olur, Resûlullah'ın sünnetine uyar ve her nevi bid'atten uzak durur."12

Ölümden Sonra Amel Defteri Kapanmayanlar

Cerîr îbn-i Abdullah (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Biz gündüzün ortasında Resûlullah'ın yanında idik. Derken, siyah-beyaz yollu "nemire" denilen yün izarlarını veya abalarını ortalarından delerek başlarını içine sokmak suretiyle giyinmiş, kılıçlarını kuşanmış, çoğu, belki de hepsi Mudar kabilesinden olan çıplak, yalın ayak bir cemâat Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e geldiler. Bunları derin bir fakirlik içerisinde gördüğünden dolayı Resûlullah'ın yüzü derhal değişti. İçeri girip çıktıktan sonra Bilal'e emretti. Bilal ezan okudu ve kameti yaptı. Resûlullah öğle namazını kıldırdıktan sonra şöyle buyurdu:

"Ey insanlar!

"Sizi bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten Rabbiniz'e sığının. Kendisi ile birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allah'tan ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakınınız. Çünkü Allah sizin üzerinizde tam bir gözeticidir." (Nisâ 1)

"Ey îman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için önden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır." (Haşr 18) âyetini okuyup: "Her insan dinarından, dirheminden,

elbisesinden, bir sa‘ buğdayından, bir sa‘ hurmasından, hatta bir hurmanın yarısı bile olsa sadaka versin" buyurdu.

İlk önce Ensâr'dan bir zat eliyle taşıyamayacak derecede ağır ve içi para dolu bir torba getirdi. Bundan sonra insanlar arka arkaya gelip bir şeyler getirdiler. Nihayet ben, yiyecek ve giyecek nevinden ehemmiyetli iki küme mal yığıldığını gördüm. Bu toplanma sonunda, Resûlullah'm yüzünü altın yaldızlı gümüş bir levha gibi parlar bir surette gördüm. Bunun üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

- "Her kim İslâm Dini'nde tesis edilen güzel bir hayrı ilk evvel işler, güzel bir çığır açarsa; ona, hem işlediği bu hayrın sevabı, hem de kendisinden sonra bu hayrı işleyecek olan hayır sahiplerinin sevabı, onların sevabından hiç bir şey eksilmeksizin verilir. Yine kim İslâm'da kötülüğü bildirilen hayırsız bir işe başlar, kötü bir çığır açarsa; hem işlediği bu kötü işin günahı, hem de kendisinden sonra onu işleyecek olanların günahları, bunların günahlarından hiç bir şey eksilmeksizin ona ait olur" buyurdu.13

Dünya Nîmetlerine Aşın Bağlılığın Zararları

İbn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyururlar ki:

"Ey insanlar!

Nefislerinizin gayri meşru istek ve arzularını, Dünya ve Dünya nîmetlerine olan aşırı bağlılığınızı ve onların elden çıkma korkusundan duyduğunuz gam ve kederi, ölümü çok çok hatırlayarak hafifletiniz. Binâen-aleyh eğer böyle yaparsanız; hüzün ve keder sizde ehvenleşir, sabreder, isyan etmez ve ecir kazanırsınız.

Zenginlik hâlinde ölümü unutmaz, onu hatırlarsanız o zaman; mala olan muhabbetiniz azalır, bilakis ona karşı aşırı bağlılığınızın yanlışlığını düşünür ve dürüst kazanç elde ederek Âhiret hesabını kolaylaştırırsınız. Aksi takdirde malı vârise bırakır, cezayı siz çekersiniz. "Helalin hesabı, haramın da azabı vardır."

Hiç şüpheniz olmasın ki; ölüm Dünya ve Âhiret'le ilgili bütün istek ve arzuları keser ve koparır. Geceler de ecelleri yaklaştırır.

Gerçekte kişi; iki gün arasındadır. Biri geçen gün, diğeri de gelecek gündür. Geçen gündeki her türlü davranışlarının hesap ve kitabı yapılmış ve üzeri mühürlenmiştir. Gelecek 68

gününde ise; kişi yaşayıp yaşamayacağı hususunda endişelidir.

Şu bir gerçek ki; insanoğlunun ruhu bedeninden çıkıp, cesedi kabre konulunca önüne konulacak tek şey Dünya'da işledikleri güzel fiillerin mükâfatıdır, arkasına bıraktığı mal ve melalinin faydası pek az ulaşacaktır.

İhtimaldir ki; kişinin toplayıp biriktirdiği mal ve mülkü haramdan elde edilmiştir veya ondan ne fukaranın ne de miskinin hakkını (zekât ve sadakayı) vermeyerek onların hukukunu gaspetmiştir."14

Kötülüklerden Kurtuluş Kur’ân'a Sarılmakla Mümkündür

El-Hâris el-A‘ver (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu duydum:

İleride fitne olacaktır."

- Peki yâ Resûlullah ondan kurtuluş nasıl olur? Diye sordum. Şöyle buyurdu:

"Allah'ın Kitâbı'na sarılmakla. Çünkü, sizden öncekilerin haberleri ile sizden sonrakilerin haberleri O'nun içindedir. Aranızda vereceğiniz hükümler de O'nun içindedir. O Kur’ân, önemli bilgileri ihtiva eder. İçinde lüzumsuz hiç bir söz yoktur. Kim O'nu akılsızlığından dolayı terkederse Allah onun belini kırar. Kim hidâyeti O'ndan başkasında ararsa Allah onu saptırır. O, Allah'ın sapasağlam bir ipidir.

O, hikmetli bir zikirdir. O, dosdoğru yoldur. O, kendisiyle arzuların sapmadığı, dillerin yalan şeyler söylemediği, âlimlerin doymadığı, çok okumakla eskimeyen, harikuladeliği tükenmeyen bir kitaptır. O, cinlerin işitip de şöyle dediği bir kitaptır.- "Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur’ân dinledik de O'na îman ettik." (Cin 1)

Kim O'ndan bir haber getirirse, doğru söylemiş olur. Kim O'nunla amel ederse ecir alır. Kim O'nunla hükmederse

âdil olur. Kim insanları O'na dâvet ederse doğru yola iletmiş olur. Ey (Haris el-) A‘ver (bu öğütleri) dinle, kulağına küpe olsun."15

Şüpheli ve Haram Şeylerden Servet Edinenin Hâli

Enes (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Ben Resûlullah'dan işittim bazı hutbelerinde buyurdular ki:

"Ey insanlar!

Görmediniz mi? İşitmediniz mi?

Şüpheli ve haram şeyleri ellerine geçirerek şehvetlerinin kurbanı olup, keyfe mâ yeşâ ölünceye kadar öyle hareket edip, her türlü nefs-i itmi'nâna kavuştuğunu zannettiği bir anda ansızın Azrail'in yakasına yapışıp, her şeyinin kendisi için zahmet ve meşakkate dönüşüverdiği insanı!

Onlar; ümit ve hayal ettikleri şeylere ne ilâ nihâye nâil olurlar, ne de zayî ettikleri, boşa geçirdikleri zamanı telafi etmek için yeniden Dünya'ya rücûları mümkün olur.

Şehevî duygular, dünyevi arzular ve haksız olarak ele geçirdikleri Dünya malı ile mağrur olan kişiler kötü amellerini, çirkin duygularını arkalarına bırakarak gittiler. Şimdi, yaptıkları her şeye pişman ve nedâmet duyuyorlar. Halbuki onların bu nedâmetleri ve pişmanlıkları onlara hiç bir fâide de vermeyecektir.

Cenâb-ı Hakk, ölmeden önce hayrını göndermiş, fazladan olarak malından, muhtaç olanlara infakta bulunmuş ve

hem da Allah'a verdiği sözde sâdık kalmış, insanlara da sadâkat göstermiş kişiye rahmet etsin.

Şu insana da Cenâb-ı Hakk rahmet ve merhamet etsin ki; nefsanî istek ve arzularına, onun meydana getireceği belâ ve çirkinliklere galip olup, hiç bir kötü arzu ve istek kendisine hâkim olamamıştır."16

îmanın Kemâli Hangi Amellerle Mümkündür

Ehû Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bir hutbelerinde şöyle buyurmuştur-.

"Ey insanlar! içinizden herhangi biriniz, elinden ve dilinden diğer insanlar selâmette olmadığı sürece Müslüman sayılmazsınız. Mü’min; komşusu kendisinden her türlü tehlikeden emniyet içerisinde olmadığı sürece îmanının lezzetine eremez. Aynı zamanda bir kul haramdan uzaklaşabilmek için şüpheli olan şeyleri terketmedikçe muttaki insanlar içerisinde sayılmaz.

Ey insanlar! Şu bir gerçek ki; bir yolcu çöl ve bir yabandan korkarsa, gideceği yere bir an önce varabilmek için gece ve gündüz durmadan yürür. Siz amellerinizin ind-i İlâhî'de makbul olup olmadığını bilmiyorsunuz ve bu hususta elinizde herhangi bir belirti ve emare de yoktur, bunu ancak ömrünüzün nihâyetinde anlayacaksınız.

Ey insanlar! Şunu iyi bilin ki; mü’minin niyeti amelinden daha hayırlı, fâsıkın kötü niyeti ise amelinden daha fenâdır."17

Cihad ve Cihadın Dindeki Yeri

Ebû Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar Rabbları katında diridirler. Allah 'm lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile hepsi şâd olarak rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılmayanlar hakkında da: Onlara hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir, diye müjde vermek isterler." (M-i İmrân 169-170)

Yüce Allah kendi yolunda cihada çıkan kimseye: "Onu evinden çıkaran kuvvet sırf benim yolumda cihad için, sırf bana îman için ve sırf Peygamberim'i tasdik için çıkarsa onu Cennet'e koymaklığımı yahut nail olduğu sevap ve ganimetle içinden çıkmış olduğu evine salimen döndürmekliğimi ona kati teminat vermişimdir" diye tekeffül etti.

Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemin ediyorum ki; Allah yolunda açılan her bir yara Kıyamet gününde muhakkak yeni açıldığı andaki şekli üzere gelecektir. Rengi kan rengi fakat, kokusu misk kokusudur.

Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yeminle söylüyorum: Müslümanlar üzerine meşakkat verecek olmasaydım Allah yolunda gazâ eden hiç bir seriyyenin (küçük askerî birlik) ardından ebediyyen oturmazdım. Fakat ben onları binek ve teçhizatlarla gazaya gönderme hususunda bir bolluk

bulamıyorum, onların da bu imkanları yoktu. Bu sebeplerden dolayı onların cihadda benden geri kalmaları onlar üzerine ağır bir meşakkat veriyor.

Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemin ediyorum ki; Allah yolunda gazâ edip öldürülmemi, sonra gazâ edip öldürülmemi, sonra gazâ edip öldürülmemi ne kadar arzu ederdim."19

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. VI, s. 79; Ayrıca bkz. s. 106, 108, 109 ve 121 nolu hadisler; İbn-i Mâce, c. VII, s. 464.

Cihada Teşvik ve Cihadın Önemi

Büreyr (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir ordu üzerine yahut bir ordu birliğine bir kumandan tayin ettiği zaman, hususî olarak bu kumandanın nefsi hakkında Allah'ın vikâyesine girmesini öğütler (yâni Allah'a takvâlı olmasını) ve maiyyetinde bulunan Müslümanlar hakkında da hayır tavsiyesinde bulunmak âdetinde idi. Bu tavsiyeden sonra şöyle buyururdu:

"Allah'ın yolunda ve Allah'ın ismiyle cenk etmeye gidiniz. Allah'a kâfirlik edenlerle mukâtele ediniz. Gazâya gidiniz, fakat ganimetlere hıyânetlik yapmayınız. Ahitlerinizi bozmayınız, ölülerin burunlarını kesmek suretiyle onları çirkinleş-tirmeyihiz. Hiç bir çocuğu öldürmeyiniz.

Müşrikler'den olan düşmanına kavuştuğun zaman (evvela) üç haslete (yahut üç şeye) dâvet et. Bu üç şeyden herhangisinde sana icâbet ederlerse onlardan elini çek. Onları İslâm'a dâvet et. Eğer onlar bu hususta sana icâbet ederlerse onlardan bu icâbeti kabul et ve kendilerinden elini çek. Sonra onları kendi yurtlarından Muhâcirler'in yurduna göçmeye çağır ve onlara haber ver ki, eğer kendileri bunu yaparlarsa, Muhâcirler'in lehine olan şeyler onlara da olacak, Muhâcirler'in üzerine olan mükellefiyetler onların üzerine de olacaktır. Eğer kendi yurtlarını değiştirmekten imtina eder, çekinirlerse onlara haber ver ki; bu takdirde onlar Müslüman

Bedeviler gibi olacaklardır. Müslümanlar üzerinde carî olan Allah'ın hükmü onlar üzerinde de cereyan edecektir. Müslümanlarla beraber cihad etmeleri hâli müstesna onlara, ganimetten ve feyden hiç bir şey ayrılmayacaktır.

Eğer onlar bu Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse bu takdirde onlardan cizye vergisi iste. Şayet onlar bu cizyeyi vermek hususunda sana icâbet ederlerse, sen onlardan bunu kabul et ve onlarla harp etmeyi bırak. Eğer onlar Müslüman olma yahut cizye verme tekliflerini kabul etmezlerse o takdirde, Allah'tan yardım iste ve onlarla mukâtele yap.

Bir kale halkını muhasara ettiğin ve onlar da senden kendilerine Allah'ın ahdini ve Peygamber'nin ahdini tayin etmeni istedikleri zaman sakın sen onlar için Allah'ın ve Peygamberinin ahd ve zimmetini tayin etme. Lâkin sen onlar için kendi zimmetini ve ashabının zimmetini kararlaştır. Çünkü sizlerin kendi ahidlerinizi ve ashabınızın ahidlerini bozmanız, Allah'ın ahdini ve Peygamberinin ahdini bozmanızdan daha hafiftir.

Sen bir kale ahalisini muhasara ettiğin ve onlar da senden kendilerini Allah'ın hükmüne indirmeni istedikleri zaman sakın sen onları Allah'ın hükmüne indirmeyesin. Lâkin sen onları yalnız kendi hükmüne indirmelisin. Çünkü sen onlar hakkmdaki Allah'ın hükmüne isabet ediyor musun? yahut etmiyor musun? bilemezsin."18

Rızık ve Ömür

İbn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyuruyorlar ki:

"Ey insanlar!

Şüpheniz olmasın ki; rızıklar Cenâb-ı Hakk tarafından taksim ve takdir edilmiştir. Öyleyse hiç kimse kendilerine takdir edilmiş olan rızıktan fazlasını elde etmek için başkasının rızkına tecavüz etmesin. Allah'tan rızkın iyi ve güzelini talep etsin.

Muhakkak insan ömrü Allah tarafından takdir edilmiştir. Kendisine takdir edilen ömrü aşması da mümkün değildir. O halde ecel gelip sizi yakalamadan, amel-i sâlih işleme hususunda acele edin. Biliniz ki insanın iyi ya da kötü her türlü ameli hiç bir şey ihmal edilmeyecek şekilde sayılacaktır.

Şu halde Allah'ın rızâsına vesile olacak olan amel-i sâlihi çok çok işlemeye gayret harcayın. Çünkü Allah'ın rızâsı onunla ve amel-i sâlihin mükâfatı Cennet'tir.

Ey insanlar! Biliniz ki, kanaat kişide iç huzuru temin eder, kalp darlığını ortadan kaldırır, rahat etmenize vesîle olur, gönül zenginliği meydana getirir. Hiç şüphesiz iktisada riâyet de; rahatınızı temine, darlığınızın ortadan kalkmasına vesiledir, onda da huzur ve sükûnet vardır.

Zühd ve takvada da rahat-ı tâmme vardır. Yâni kişinin; Dünya'nın alâyiş ve debdebesine itiber etmeyerek, kifâf-ı nefs ile kanaat ederek ömrünü Allah'ın rızâsını gözeterek geçirmesi, hem Dünya'nın meşakkatlerinden uzak kalmasına, hem de kulluk görevini îfâda sarfettiği gayretle Âhiret endişesini azaltmaya vesiledir.

Amel hayır ise cezası ve mükâfatı hayırdır. Amel şer ise ceza ve mücâzatı da şerdir. Gelecek olan her şeyin gelmesi yakındır."19

Rızık ve Rızkın Takdiri

İbn-i Ömer (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:

"Cehennem ateşinden sizi uzaklaştıracak hiç bir şey kalmadı ki sizlere onu söylemiş olmayayım.

Yine sizi Cennet'e yaklaştıracak olan her şeyi sizlere öğütledim ve yol gösterdim.

Cibril-i Emîn bana; hiç bir kulun Cenâb-ı Hakk'm kendisi için takdir ettiği rızkı elde edinceye kadar ölmeyeceğini haber verdi. Öyleyse Allah'ın sizin için takdir etmiş olduğu rızkı güzel ve temiz yollardan talep edin ve isteyin.

Allah'ın sizin için takdir etmiş olduğu rızkın elinize geç ulaşması sakın sizi endişeye sevkedip de Allah'ın haram kıldığı yollardan rızık aramaya kalkışmayınız. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ın takdir ve tayin ettiği rızka O'na isyanla değil, O'na itaat ve O'nun rızâsını kazanarak güzel niyet ve fiillerle ulaşılır.

"Biliniz ki herkes için tayin edilmiş bir rızık vardır. Takdir edilen rızka rızâ gösterildiği sürece Allah onu bereketlendirip artıracaktır. Kim ki kendisi için tespit ettiğimiz rızka rızâ göstermezse onda bereket olmaz ve ihtiyacına kâfi de gelmez."

Ecel sizi nasıl vakti ve zamanı gelince arayıp bulursa, rızkınız da size öyle ulaşacaktır. Yâni ölüm ve rızık sizlerden hiç ayrılmayacak olan iki takdirimizdir."22

·        22 Câmi'u'l-Hutâb, s. 190-191.

NOT: Hiç şüphesiz rızıklar Cenâb-ı Hakk'ın takdiriyledir. Ancak bu takdir kulun rızık temini konusunda göstereceği gayret ve faaliyetlere bağlı olarak takdir edilecektir. Kur’ân-ı Kerîm'in Necm sûresinde Allah: "İnsanoğlu için yalnız çalıştığı ve sarfettiği gayret kadarı vardır" ifadesiyle rızık konusunda her türlü akıllı ve şuurlu bir gayretin ve çabanın harcanmasını istemiştir. Yine Kur’ârida-. "Ey îman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığınızda her türlü dünyevî alış-verişinizi bırakarak Allah 'ı zikretmeye koşun. Eğer bilirseniz bu sizin yarannızadır. Ve namaz bittiğinde yer yüzüne serbestçe dağılın, Allah'ın sizin için takdir ettiği rızkınızı arayın, Allah'ı da çok çok anın ki mutluluğa erişesiniz." (.Cuma 10) buyurulmaktadır. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in hitâbelerinin bir çok yerinde de görüleceği gibi rızık temini hususunda harcanan çabaların ibâdet derecesinde kişiyi Allah'a yaklaştıracağı ve O'nun rızâsını kazanmaya vesîle olacağı ifade edilmiştir. Bu hususta öylesine tavsiyeleri var ki meselâ: "Bir insanın sabah çoluk-çocuğunun maîşet ve yiyeceğini temin için çıkıp akşam evine ciönünceye kadar sarfettiği gayretin kul için nafile bir ibâdet, hatta ondan daha ileri" olduğu da belirtilmiştir.

Hitabede ifade edilen ind-i İlahîdeki rızkın takdiri olayı hiç bir zaman kişiyi atâlet ve tenbelliğe sürükleme hâdisesi değildir. Buradaki ifade: Rızık temini konusunda endişeye düşerek veya daha çok mal toplamak gayreti ve hevesiyle Allah'ın haram kıldığı yollara başvurulmaması ve yukarıdaki endişe veya heveslerden dolayı kişinin şeytanın tuzağı ve iğfâlâ-tına kapılmaması vurgulanmıştır. "İki günü birbirine eşit olan Müslüman aldanmıştır" hadîs-i şeriflerini îrad eden bir Peygamber ve O'nun getirdiği din asla atâleti ve uyuşuk uyuşuk oturmayı ve başkalarına muhtaç olmayı kabul etmez ve kabullenemez. Bilakis "veren elin alan elden daha hayırlı" olduğu, "güçlü ve kuvvetli bir mü’minin zayıf ve güçsüz olandan daha faziletli ve üstünlüğü" yine O'nun tarafından ifade edilmiştir.

İbrahim sûresinin 7. âyetindeki: "Bana şükrederseniz muhakkak ki, size kat kat fazla nzık veririm. Nankönlük ederseniz bilin ki benim azabım gerçekten çok çetindir" İlahî nazmını hitabenin 3. paragrafı adeta tefsir ve izah sadedindedir.

Güneş ve Ay Tutulması

Hz. Âişe (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.

Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Ey insanlar!

Güneş ve Ay, bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. İnsanlardan birinin ölümü için tutulmaz. Görmediğim bir şey yok ki onu bu makamımda görmemiş olayım. Cennet ve Cehennem'i bile gördüm. Bana kabirlerde Deccal'in fitnesi gibi fitnelere uğrayacağınız vahyolundu. Birinize gelinecek ve ona benim için:

·        - "Bu adamla münâsebetin ne?" denilecek. Yakın sahibi olanlar:

·        - "Bu Allah'ın Elçisi Muhammed'dir. Bize açık-seçik delillerle, hidâyetle geldi, biz de O'nun dâvetine icabet ve O'na itaat ettik” diyecekler. Fakat mürtedler:

·        - "Bilmiyoruz, herkes bir şeyler söylüyordu, biz de söyledik" diyecekler.

Bana gireceğiniz her yer gösterildi. Cennet öyle gösterildi ki elimi uzatıp içinden bir şey koparmak istesem onu koparırdım, fakat elimi tuttum. Sonra Cehennem gösterildi. İçinde bir kadının kedisi yüzünden azaba uğradığını gördüm. Çünkü bu kadın; kedisini bağlamış ve o hayvanı

beslemediği gibi, serbest bırakıp artıklarla beslenmesine de izin vermemişti.

Cehennem'de Ebû Şumâme Amr İbn-i Mâlik'i de gördüm. O Cehennem'de sürükleniyordu. Bu adam, Güneş ve Ay ancak büyüklerden birinin ölümü için tutulur derdi.

Güneş ve Ay Allah'ın size gösterdiği âyetlerden iki âyettir. Bunlar tutulursa, küsûf ve husûf olayı bitinceye kadar namaz kılınız."

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunlardan sonra bid'atleri red hususunda şunları söylemiştir:

"İki umde vardır: Kelâm ve amel. Kelâmın en güzeli Allah'ın kelâmıdır. Amelin en güzeli Muhammed'in amelidir. Dininize sonradan uydurulan yeni şeyleri sokmaktan şiddetle kaçınınız. Çünkü en fena şey bunlardır. Bu gibi sonradan ihdâs olunan şeyler bid'attir. Her bid'at dalâlettir.

Zaman uzayıp da sakın yürekleriniz katılaşmasın. Her atî yakındır, gelmeyecek olan uzaktır. Bedbaht, anasının karnında bedbaht olandır. Mesut başkasının hâlinden ibret alandır. Mü’minle harp etmek küfürdür. Mü’mine sövmek fısktır. Bir Müslüman'ın bir Müslüman'a üç günden fazla dargın durması helâl değildir. Yalandan kati surette kaçınınız."20

NOT: Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in oğlu Hz. İbrahim küçük yaşta vefat eder ve o gün bir tesadüf eseri olarak Ay tutulması olur. Sahâbe-i Kiram arasında fısıldaşmalar başlar, Hz Peygamber kendisine gelen haberlerden bu fısıldaşmaların; "Hz. İbrahim'in ölümü üzerine Ay'ın tutulduğu" şeklinde bir düşüncenin neticesinde meydana geldiğini öğrenir. Bunun üzerine bu hutbeyi îrad ederek Ay ve Güneş tutulması hâdisesinin insanların ölümü ile alâkasının olmadığını, bâtıl inançların dinde yerinin bulunmadığını belirtir. Ayrıca şu cümlelerle îrad ettiği hutbelerinde de bu konuyu şöyle dile getirir: "Dininize, sonradan uydurulan yeni şeyleri sokmaktan şiddetle kaçınınız. Çünkü en fena şey bunlardır. Bu gibi ihdas olunan şeyler bid'attir ve her bid'at dalâlettir."

İslâm Dini'ni tahrif etmek maksadıyla İslâm'ın yeni yayıldığı sırada özellikle Yahudiler, bu ve benzeri olayları fırsat bilerek bir hayli hikaye ve senaryolar yazmış ve uydurmuşlardır. Halbuki Kur’ân'da ve sahîh hadislerde bu tür uydurmaları görmek de mümkün değildir.

Meselâ, Yâsin sûresinin 38. âyeti ve bunu takip eden iki âyetin meâlleri şöyledir: "Güneş kendisine ait bir yörüngede akıp gider; hu, kudret sahihi ve her şeyi bilen Allah'ın irâdesinin bir sonucudur. Ve Ay, Biz onu kuru ve eğik, bir hurma dalını andırır hâle gelinceye kadar çeşitli safhalardan geçirdik. Ne Güneş Ay'a erişebilir, ne de gece gündüzü yok edebilir. Çünkü hepsi uzayda (yasalarımız doğrultusunda) hareket ederler."

Yukarıdaki hutbede Resûlullah'ın bedduâ ettiği şahıs ta bir Yahudi idi ve Hz. İbrahim'in ölümünü fırsat bilerek Sahâbe arasında "lâ dinî" bir olayı dine yamama gayreti güdüyordu.

Şehidlik ve Ecirleri

Enes (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Şehid üç çeşittir:

Birincisi: Canmı-malını ortaya koyarak savaşa çıkar, fakat ne öldürmek, ne de öldürülmek ister, sadece Müslü-manlar'm sayısının artırılmasını ister. Bu adam ölür yahut öldürülürse bütün günahları bağışlanır, kabir azabından emîn olur, Kıyâmet'in dehşetinden de kurtulur, kerâmet elbisesi giydirilir, başına da vakar tacı konur.

İkincisi: Sırf Allah rızâsı için, karşılığını da Allah'tan bekleyerek öldürmek ve öldürülmek gayesi ile çıkar. Bu niyet ve maksadla çıkan kişi eğer ölür ya da öldürülürse onun dizi, Allah'ın huzurunda, muktedir melikin yanındaki sadâkat koltuğunda oturan, Rahmân'm dostu İbrahim'in yanında olur.

Üçüncüsü: Sırf Allah rızâsını kastederek öldürmek ya da öldürülmek gâyesi ile çıkar. Bu kişi ölürse, Kıyâmet gününde kılıcı omuzunda gelir. Diz üstü çökmüş olan halka:

- "Çekilin, yol açın, biz Allah yolunda kan akıtmış kimseleriz!" der.

Nefsim kudret elinde olana yemin ederim ki, bu sözü Rahmân'ın dostu İbrahim'e ya da herhangi bir peygambere

söylerse, bunu hak ettikleri için çekilip onlara yol verirler. Nihayet Arş'ın altındaki nur minbere gelip otururlar. İnsanlar arasında Allah nasıl hüküm verecek diyerek, orada insanları seyrederler.

Ölüm dertleri olmaz, Berzâh'da da durmazlar. Kıyamet gürültüsünü duymazlar. Ne hesap, ne mîzan, ne sırat gibi dertleri ve kasavetleri de bulunmaz. İnsanlar arasında nasıl hükmedildiğini seyrederler. Ne isterlerse kendilerine verilir. Cennetten istedikleri verildiği gibi, Cennette istedikleri yere de yerleşebilirler.21

Resûlullah. (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Bedir Savaşı'ndan Önce Mücâhidlere Hitabesi

Müslim bin Hâris (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Allah'a hamd ü senâdan sonra Müslümanlar'a şöyle hitap etti:

"Bundan sonra derim ki; Ben sizi Allah'ın emir ve teşvik ettiği şeye teşvik eder, nehyettiği şeylerden de nehyederim.

Şüphe yok ki, şânı yüce olan Allah, hak ve gerçek olanı emreder. Doğruluğu sever, hayır sahiplerine -kendi katındaki mevki ve liyâkatlerine göre- sevap verir ki, onlar onunla anılır ve onunla üstün sayılırlar.

Siz, hak yerlerinden öyle bir yerde bulundunuz ki, Allah orada, hiç kimsenin Allah rızâsından başka bir karşılık istediği amelini kabul etmez.

Sabır, zahmet ve sıkıntı ânında gösterilirse, Allah onunla üzüntüleri açar, dağıtır, gamdan kurtarır. Âhiret'te de felah ve necata eriştirir.

Allah'ın aranızda bulunan Peygamberi, sizi Allah'ın azabıyla korkutur ve size emir ve tavsiyelerde bulunur. Allah'ın buğzettiği bazı işlerinizi, bugün O'nun görmesinden utanınız. "... Allah’ın gazabı, sizin kendinize (birbirinize) olan öfkenizden daha büyüktür." (Mü’min 10) O halde, Allah'ın

Kitâbı'nda size emrettiği şeylere ve âyetlerinden gösterdiklerine bakınız.

Allah size zilletten sonra şeref verdi. Öyle ise Kitâbı'na ve emirlerine sımsıkı sarılınız ki, Rabbiniz sizden razı olsun. Rabbiniz'in bu yerde size rahmetini ve mağfiretini vâ'dettiği emrini yerine getirmeye ve imtihanı kazanmaya çalışınız. Çünkü O'nun vâ‘di hak, sözü gerçek, ikâbı da şiddetlidir.

Ben ve siz Hayy ve Kayyûm olan Allah'a bağlıyız. O'na sığınmış, O'na tutunmuş, O'na dayanmışızdır. En son dönüşümüz de O'nadır!

Allah, beni ve Müslümanlar'ı yarlığasın!''25

Bu öğütlerden sonra Müslim b. Haris der ki:

"Resûlullah, bizi bir seriyye ile göndermişti. Halka saldırdığımız sırada ben at üzerinde bulunduğum için, arkadaşlarımdan ileri gitmiştim. Kadınlar ve çocuklar feryatlarla bizi karşıladılar. Onlara "kurtulmak istiyor musunuz?" dedim. "Evet" dediler. "Öyle ise Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh! deyiniz" dedim. Dediler, benden ve arkadaşlarımdan emniyette kaldılar.

Dönünce bunu, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e bildirdim. "Bu güzel hareketinizden dolayı sizden her insana şu kadar ecir yazıldı!" buyurdular.22 23^

Zarûret Olmadan Dilenmenin Haramlığı

Kabisa ibn-i Muharrik-i Amirî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Allah Resulü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Kim ki, iffetli yaşamak ve dilencilik zilletinden kurtulmak isterse, Allah onu halka muhtaç olmaktan berî kılar. Kim ki, halktan müstağni yaşamak isterse Allah onu da ganî kılar. Kim ki, iki yüz dirhem gümüş değerinde bir servete mâlik iken halktan dilenirse, zorlama ve ısrar ile ihtiyacı olmadan dilenmiş olur.

Ey Kabisa, istemek yalnız üç sınıf insanlardan herhangi birisi için helaldir.

·        1- Bir cemâate veya ferde kefil olarak borçlanan kimseye, kefâreti yerine getirene kadar helâl olur. Fakat aldığı sadaka ile deruhte ettiği borcu ödedikten sonra artık istemekten kaçınır.

·        2- Serveti bir âfete uğrayıp helak olan kimse de hayat ve maişette zarurî olan ihtiyaçlarını temin için isteyebilir.

·        3- Zengin iken fakr u ihtiyaca düşen kimsenin de sadaka istemesi mübahtır. Bu mal düşkünü de, aklı başında konu komşuları ve hemşehrileri arasında: "Vah! falan kimse fakir düşmüştür" diye acınacak derecede şiddetli bir ihtiyaç içinde

bulunmalıdır. Bu da hayat ve maişette zaruri olan ihtiyaçlarını temin edinceye kadar helâl olarak isteyebilir. Ey Kabisa, bu üç sınıf insanlardan başkasının dilenmesi haramdır. O kişi dilendiği parayı haram olarak yer.

Hayatım kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizden birinizin urganı alıp arkasına dağdan odun yüklenerek getirmesi ve satıp geçinmesi, bir zengine gelip de sadaka istemesinden çok daha hayırlıdır. Kimbilir o da ya verir, minneti altına girersin, yahutta vermez, zillet ve mahrumiyet içinde kalırsın."24

haricinde yine şerefli ve sevimli bir varlığı vardır. Fakat, insanın haram olan şeyler arasında bütün şeref ve izzet-i nefsini tahrip eden tek bir haram varsa, o da lüzumsuz ve ihtiyaçsız dilenciliğe tenezzül etmesidir. El açmak ve boyun eğmek, bir insan için üstünde taşıdığı şeref ve itibarın bitişini ilan etmekten başka bir şey değildir.

Bunun için fakir ve âcizlere yardım etmeyi emreden dinimiz, onların yüzlerinin kızartılmamasını teminen, servetlerinin belirli bir kısmını fukaraya vermekle mükellef olan insanlara Bakara sûresinin 264. âyetinde: "Ey îman eden kullarım! Sadakalarınızın ecrini fukaranın başına kakarak, ezâ ederek kaçırmayınız, nasıl ki Allah'a ve Ahiret gününe îman etmeyip de yalnız cömert denilmek için malını infâk eden riyakâr sadakasının ecr ü sevabını kaçırır. Şimdi bu müraînin bâli, üzeri biraz toprakla örtülmüş düz ve yalçın taşın hâli gibidir ki, o taşa bolca yağmur yağınca toprağını yıkayıp onu kupkuru ve bir şey bitirmez hâle getirir. Bunun gibi riyâ ile infâk edenler, başa kakmak ve ezâ etmek suretiyle sadaka verenler, Dünya'da işledikleri hu amelleriyle Ahiret'te hiç bir sevaba nail olamazlar. Allah kafirleri hayr u sevaba hidâyet etmez, "buyurulmaktadır.

Belâ ve Musibetlerden Kurtuluş Yolu

EbîSaîd el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! ilmi ile âmil olan âlimin yaptığı işle, ilim tahsil ve tâlimi yapan kişinin gayretinden daha hayırlı olan bir şey yoktur.

Ey insanlar! Siz, basımlarınızla barış ve anlaşma yapacak, herkese hak ve hukuklarını vermek suretiyle onları râzı edecek bir zaman içerisindesiniz. Zîra onlarla helâlleşiniz, çünkü süratle kabre doğru gidiyorsunuz.

Gece ile gündüzü görüyorsunuz-, O her tazeyi eskitip yıpratıyor, her uzağı yakınlaştırıyor ve her va'di de yerine getiriyor."

Mikdat (r.a.) "Yâ Resûlullah hudne nedir?" dedi.

"Hudne: Herhangi bir şeye aşırı düşkünlük ve sonra da o aşırı düşkün olunan şeyle imtihan edilerek ayrılmanızdır.

Ey insanlar! Simsiyah karanlık geceler gibi cehâlet, belâ ve musibetler üzerinize çöküp; gözleriniz Flakk yolunu görmez olduğunda Kur’ân-ı azîmü'ş-şân'a sımsıkı yapışın ve O'na mürâcaat ediniz. Çünkü Kur’ân apaçık ve parlak bir yol gösterici, şefaati makbul bir şefâatçi ve şahâdeti tasdik edilmiş bir şâhittir.

(                    Öyleyse her kim Kur’ân'ı önüne koyup ona tabî olursa

f               Kur’ân onu Dâr-ı Naîm'e, Cennet'e çeker, kim de O'nu arka

sına atar ve O'na ittibâ etmezse; Kur'ân onu Daru'n-Nâr'a yâni Cehennem'e sevkeder. Kur’ân-ı mübîn selâmet ve saâdet yolunu gösteren en açık ve sarîh bir rehberdir. Kur’ân-ı Kerîm

ji              ile hükmeden doğru ve hakîkate mutabık hükmetmiş olur.

Onunla amel eden mükâfatlandırılır ve bahtiyar olur." 25

Memurların Hediye Almalarının Yasak Olduğu

Ebû Hıımeyd es-Sâidî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Kendisini zekât toplamaya gönderdiğim şu memurun hâli nedir ki! "Şu sizin zekât malımzdır, bu da bana hediye verilmiştir" diyor. Bu adam babasının yahut anasının evinde otursaydı yine de kendisine bir hediye verilir miydi? yoksa verilmez miydi? görseydi ya.

Muhammed'in nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki; bir kimse hıyânet edip Beytü'l-mâl'den (hakkından başka) bir şey alırsa muhakkak ki, Kıyamet gününde o insan, çaldığı malı boynuna yükleyerek getirilir, çaldığı hayvan deve ise; boynunda inleye inleye, sığır ise; avaz avaz bağırarak, koyun ise; meleyerek Arasat meydanına gelir."

Bundan sonra Resûlullah iki elini koltuk altı beyazlığı görünene kadar kaldırdı, sonra da iki defa:

-"Yâ Allah emirlerini tebliğ ettim mi?"

-"Yâ Allah emirlerini tebliğ ettim mi?" dedi.26

Ebû Humeyd es-Sâidî anlatıyor: "Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Esed kabilesinden İbnu'l-Lütbiyye adında birisini Benû Süleym'in zekâtını toplamak üzere vazifelendirmişti. Dönüşünde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem): "Ne topladın? nerelere harcadın?" diye hesap sorunca adam: "Şu sizinki, şu da benimki, bu da bana hediye edildi" dedi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) minbere çıkarak Allah'a hamd ve senadan sonra bu hutbeyi okumuştur.

İslâm hukukçuları rüşvetin tarifini şöyle yapmışlardır: "Rüşvet: Bir hakkın iptali veya hakkı olmayan bir şeyin (bâtılın) elde edilmesi (ihkâkı) için verilen şey." Bu maksadı temin etmek gayesi ile verilen şey ister büyük (çok), isterse küçük (az) olsun hiç bir şey değişmez. Az veya çok devlet malını çalmak aynen rüşvettir.

Adiyy ibn-i Amire el-Kindî anlatıyor.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini işittim:

"Ey insanlar! Sizden kimi bir iş için tayin ettiğimizde o, bizden bir iğneyi veya iğneden daha değersiz bir şeyi gizleyecek olsa bu bir gulüldür, hıyanettir. Kıyamet günü onunla gelecek ve onunla rüsvây olacak." Bu sözü işiten Ensâr'dan siyah bir adam, memuriyetin helâk edici mesuliyetinden korkarak ayağa kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü bana verdiğin memuriyeti geri al" dedi. Hz. Peygamber: "Bu da ne demek?" diye sordu. Adam: "Senin şöyle şöyle söylediğini işittim" deyince Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) meselenin ehemmiyetini te'kiden şu cevabı verdi: "Ben aynı şeyleri şimdi bir kere daha tekrar ediyorum. Sizden kimi bir vazifeye tayin edersek; az-çok ne elde etti ise getirsin. Ondan kendisine tarafımızdan verileni alsın, menedilenden kaçınsın."

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Muaz ibn-i Cebel'i Yemen'e kadı tayin ederken meselenin ehemmiyetini tebârüz ettirecek bir tarzda, rüşvetle alâkalı olarak uyması gereken tavsiyelerde bulunmuş, öğüt vermiş ve ayrıca, memur tayinlerinde göstermesi gereken hassasiyeti ifade eden bir de talimatnâme yazdırmıştır. Hz. Muaz'ın anlattığına göre, Yemen'e kadı olarak vazifelendirildikten sonra daha yola çıkmadan Hz. Muhammed tarafından geri çağırılır, huzura girince Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem): "Seni niye geri getirttim, biliyor musun?" diye sorar ve ilave eder "benim iznim olmadıkça hiç bir şeye dokunmayacaksın, zîra bu gulüldür, devlet malından çalmak ihânettir. Kim gulülde bulunursa Kıyâmet günü çaldığı şeyle birlikte gelir. İşte bunu hatırlatmak için çağırdım, haydi işine git.'"

Konunun ehemmiyeti ve günümüzdeki rüşvet belâsından sakınmak ve devletin hiç bir vasıta ve eşyasını şahsî menfaatimiz için

kullanamayacağımızı ifade açısından İslâm tarihi kitaplarına da örnek olarak geçen küçük bir hâdiseyi burada zikretmeden geçemeyeceğiz.

Hz. Ömer'in oğlu Abdullah (r.a.) bir deve satın alarak onu, beslenmesi için devletin koruma alanında olan ormana salıverir. Deve günlerce burada beslenir. Satılmak için çarşıya getirilen bu besili deveyi gören Hz. Ömer (r.a.) bunun kime âit olduğunu sorar. Devenin, oğlu Abdullah'ın olduğunu öğrenince oğlunu çağırtır ve onu dinledikten sonra-. "Emîri'l-Mü’minîn'in oğlunun devesini güdün, sulayın, semirtin, ... olmaz böyle şey! Ey Abdullah! deveyi sat, sermayeni al, fazlasını Beytü'l-Mâl'e koy" der ve öyle yaptırtır.

22 Zamanı İyi Değerlendirmek

Said İbn-i Cübeyr (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den işittim hutbesinde buyurdu ki:

"Ey insanlar! Sizin için mâlûm olan farz vakitler vardır. O vakitlerde edâ edeceğiniz namazlar ve işleyeceğiniz sâlih amellerle Cennet-i Alâ'ya vâsıl olunuz. Çünkü ömrünüz için biçilmiş bir nihayet vardır. Öyleyse ömrünüzün nihayetine kadar kulluk vazifenizi yapın.

Mü’min korkulu iki hal içerisinde bulunmaktadır. Bunlardan biri; geçirmiş olduğu zamanıdır ve bu zaman hakkında Cenâb-ı Hakk'm kendisi için ne takdir ettiğini bilmez. Haylimi? yoksa şer mi? takdir etmiştir. İkincisi ise; içerisinde bulunduğu vakit ve geleceğine ait zamandır. Hal sahibi bu zaman içinde Cenâb-ı Hakk'm kendisi için nasıl bir hüküm vereceğini de bilemez, rızâ ve merhamet hükmü mü? yoksa gazab ve azab hükmü mü?

Öyleyse kul; Kıyamet gününün rahatı için Dünya rahatından fedakarlık yapsın ve ihtiyarlık gelmeden gençliğinden istifade etsin.

Nefsimi kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki; Ölümden sonra basımlarını razı edip günahını noksanlaştıracak ve iyiliğini ziyadeleştirecek hiç bir imkan ve mahal yoktur. Dünya'dan sonra Cennet ve Cehennem'den de başka bir yer yoktur. 30

·        30 Câmiü'l-Hutâb, s. 38-39.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e Göre Faziletli İnsan Kimdir?

İbn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah bize öyle bir hitabede bulundu ki, bu konuşmanın tesirinden gözlerimizden yaşlar aktı, kalplerimiz korku ve ürperti içinde kaldı. O hitabeden hafızamda kalan şunlardır:

"Ey insanlar!

İnsanların en faziletlileri; yüksek bir makama ve dereceye sahip olduğu halde, insanlara tevazu gösteren, zengin olduğu halde kibir ve gururdan uzak, sefih bir hayat yerine zühd ve takvayı seçen, gazap ve öfke hâlinde kötülük yapabilecek güçte iken yumuşak ve âdil davranan kişilerdir.

Biliniz ki; Dünya nimetlerinden kendine yetecek kadarıyla iktifâ edip, helâlinden kazanarak yaşamayı tercih eden, iffetine düşkün ve bağlı, Âhiret yolculuğu için azığını hazırlayanlar da insanların en faziletli olanlarıdır.

Ey insanlar!

Sizin en akıllı olanınız Rabbini bilip O'na itâat eden, nefsini bilip onun kötü arzularına isyân eden, ebedi durağını (Âhiret'i) bilip amel-i sâlih işlemek için gayret sarf eden ve bu uzun yolculuk için hazırlıklı olandır.

Şunu iyi bilin ki; azığın en iyi ve hayırlı olanı takva, amellerin en güzeli samimî niyet, insanların ind-i İlâhîde en yüksek dereceyi kazananları O'ndan korkarak ve ürpererek hareket edenlerdir."27

Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Mübârek Bir Duası

İbn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Bir gece Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in namazdan çıktıktan sonra şöyle duâ ettiğini duydum.

"Allah'ım! Katından kalbime hidâyet edecek, işimi toparlayacak, dağınıklığımı bertaraf edecek, iç dünyamı güzel ahlâkla olgunlaştıracak, böylece beni yüceltecek, amelimi temiz çıkaracak, bana doğru yolu ilhâm edecek, ülfet edeceğim dostumu temin edecek ve beni her kötüden koruyacak bir rahmet dilerim.

Allah'ım! Bana, dinden sonra küfrün yeri olmayacak bir îman ve yakın bahşet. Dünya ve Âhiret'te senin nazarında şerefini elde edebileceğim bir rahmet ihsân et.

Allah'ım! Hakkımızda vereceğin hükmünde, lütfunla kurtuluşu, şehidler menzilini, bahtiyar kulların yaşantısını ve düşmana karşı yardımını dilerim!

Allah'ım! Görüşüm zayıf, amelim eksik olsa bile Ben Se.rî'den işimin bir an önce görülmesini dilerim, Sen'in rahmetine muhta’cım. Ey işlere hükmedip gören, gönüllere şifâ veren, denizleri birbirine karıştırmayıp aralarını ayırdığın gibi, Beni de Cehennem azabından, helâk olmaya çağıran kabirler fitnesinden (azabından) kurtar.

Allah'ım1. Görüşüm kısa olup da sana söyleyemediğim isteklerimi, sana ulaştıramadığım niyetlerimi kabul edip kendilerine iyilik yapmayı vâdettiğin yarattıkların ve kullarından kendilerine iyilik yapacak olduğun kimseler gibi Ben1 i de kabul edip, tıpkı Ben'i de onlar gibi eyle. Ey âlemlerin Rabbi! rahmetini diliyorum.

Sağlam ip, doğru yol sahibi olan Allah'ım, vaîd (korku) günü senden güvenceyi, ebediyet günü senden Cennet'i istiyorum. Hem de huzurunda bulunan mukarreb melekler ve çokça secde edenlerle birlikte. Sözlerinde duran kullarla beraber ve birlikte. Çünkü Sen Rahîm'sin, Vedûd'sun, dilediğini yaparsın.

Allah'ım! bizi sapmadan, saptırmadan doğruya eren, hidâyet rehberlerinden eyle! Düşmanlarınla harp hâlinde, dostlarınla barışık kıl! Sevdiklerini seni sevdikleri için severiz. Sana karşı gelenlere senin düşmanlığın için düşman oluruz.

Allah'ım! işte duâm budur, artık kabul etmek sana düşer. İşte gayretimiz, dayanağımız ise sensin.

Allah'ım! kalbime nur verip aydınlat, kabrime nur verip aydınlat, önüme nur verip aydınlat, arkama nur verip aydınlat, sağıma nur verip aydınlat, soluma nur verip aydınlat, üstü -me nur verip aydınlat, altıma nur verip aydınlat, kulağıma nur verip aydınlat, gözüme nur verip aydınlat, saçıma nur verip aydınlat, derime nur verip aydınlat, etime nur verip aydınlat, kanıma nur verip aydınlat, beynime nur verip aydınlat, kemiğime nur verip aydınlat!

Allah'ım! benim için nuru(mu) büyüt ve bana bir nur ver! benim için bir nur daha ver.

İzzeti bürünerek kendine bayrak edinmiş (Rabbim) Sen münezzehsin. Kullarına bolca ikram eden (Rabbim) Sen münezzehsin. Tesbîhin ancak kendisine yakıştığı ve gerektiği Sen pek yüce ve (noksan sıfatlardan) münezzehsin. Ey fazl ve İhsan ve nîmet sahibi olan (Rabbim) Sen münezzehsin! Mecd ve kerem sahibi olan (Rabbim) Sen münezzehsin! Celâl ve ikram sahibi olan (Rabbim) Sen münezzehsin!"28

Sadaka ve Çeşitleri

Hz. Âişe (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Şu muhakkak ki Âdem oğullarından her bir insan üçyüz altmış eklem üzerine yaratılmıştır.

Her kim Allah'ı tekbîr eder, Allah'a hamd eder, Allah'ı tehlîl eder, Allah'ı tesbjh eder, Allah'a istiğfar eder, insanların yolundan bir taş giderir yahut bir diken veya bir kemiği insanların yolundan uzaklaştırır, bir ma'rûfu emreder yahut bir münkerden nehyeder de bu hayır fiilleri, o üçyüz altmış sayısına ulaşırsa işte öyle kimse o gün kendini ateşten uzaklaştırmış olur.

Her insanın, her günün gündüzünde beden azâların-daki eklemlerin bahşettiği menfaatlere karşı Allah'a şükretmesi kendisine bir borç ve mühim bir sadakadır. İki hasım kimse arasında adalet etmesi yüksek bir sadakadır. Hayvanına binmek veya yükünü yüklemek isteyen kişiye yardım edip hayvanına bindirmek, yahut eşyasını yüklemek de pekâlâ bir sadakadır. Güzel söz de en güzel bir sadakadır. Namaza gitmek, cenazeyi teşyî, ilim talebi gibi hayır için sahibinin attığı adım da bir sadakadır."29

NOT: İslâm Dini'ni Müslümanm sırtında taşınmaz bir yük gibi takdim etmeye çalışan, Müslüman ve İslâm'a muarız insanlar Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in bu mübarek sözleri karşısında ne kadar yanıldıklarını acaba idrak ederler mi? dersiniz.

"Kolaylaştırın güçleştirmeyin, müjdeleyin nefret ettirmeyin" hadîs-i şerîfi günümüzün sosyo-ekonomik şartları altında kıvranan insanların, hiç olmazsa inandıkları ve güvendikleri Allah ve Peygamberinin bağışlamasını, O'nun gafûr ve rahîm oluşunu hatırlayarak rahat nefes almasını sağlamaktadır. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in bu güzel tebliğlerini kimden ve neden esirgediğimizi hiç düşündük mü?

İnsanlara eziyet vermesi muhtemel bir dikeni, bir taşı veya benzeri bir eşyayı yol üzerinden almak, birine güzel bir öğüt vermek veya herhangi bir güçlüğe maruz kalmış bir insanın yükünü hafifletmek için göstereceğimiz küçücük bir çaba Allah'ın rızâsını ve Ahiret'te ebedî istirahat yurdu olan Cennet'i kazanmaya vesile olacağını ifade eden bir din ve onun bugünkü mensuplarını böylesine bir inançla nasıl telif edebiliriz?

Kur’ân-ı Kerîm'de kurtuluşa erecek olan insanların "ancak amel-i sâlih işleyen insanlar olacağı" defalarca ifade edilmiştir. "İlle'l-lezîne âmenû ve amilu's-sâlihâti" (îman edenler ve sonra da amel-i sâlih işleyenler) âyeti bu gerçeği ortaya koymaktadır. Amel-i sâlih ise. İnsanların yükünü, ızdırabını, çilesini hafifletmek için sarfedilen maddî ve manevî gayret, bu uğurda harcanan enerjidir. Allah rahmet eylesin muhterem büyüğüm ve çok çok sevdiğim Mahir İz hocam hem derslerdeki konuşmalarında, hem de "İslâm ve Cemiyet" adlı eserinde şöyle diyordu: "Bir insan velev ki farz olan bir hacca niyet etse, parasını-pulunu hazırlasa, sonrada bir yakınının veya Müslüman bir kardeşinin ameliyat parası bulamadığı için hastalık pençesinde kıvrandığını duymasına rağmen hacca gitmeye kalkışsa ve hasta da o hâliyle ölse, Allah böyle duygusuz bir Müslüman ve sözde hacıdan hacca gidişinin hesabını soracaktır." İşte Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in bize telkîn ettiği dinin temelinde bu duygu ve bu düşünce yatmaktadır.

Yunus da bunu bir dörtlüğünde bakın ne güzel ifade etmiştir: "Ak sakallı bir hoca, hiç bilmez ki Hakk nice, varıp gitmesin hacca, bir gönül yıkar ise."

ilmin Fazileti ve İlme Teşvikin Önemi

Ebu'd-Derdâ (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Her kim ilim talep etmek için bir yola giderse, Cennet yollarından bir yola girmiş olur. Melekler kanatlarını ilim talibine, ondan hoşlandıklarından dolayı indirip gererler. İlim talep edenin günah ve hatalarının affı için göktekiler, yerde-kiler ve su içindeki balıklar bile Allah'tan mağfiret dilerler.

Âlimin âbide üstünlüğü, ayın dolunay hâlinde iken diğer yıldızlara olan üstünlüğü gibidir. Âlimler hiç şüphe yok ki peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne dinarı, ne de dirhemi mîras bırakmışlardır. Onlar mîras olarak ilmi bırakmışlardır. Kim o ilmi alırsa çok büyük bir nasibi almış olur."30

İlim ve İlmi İstismarın Cezası

Ka‘b ibn-i Mâlik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

"Kim ilmi, sırf âlimlerle tartışmak, alçaklarla münâkaşa etmek ve onları mağlup edip insanların teveccühünü kazanmak için öğrenirse Allah onu Cehennem'e koyar.

Kim ilmi, Allah'tan başkası için öğrenip, Allah'tan başkasını isterse ateşteki yerine hazırlansın.

Âhir zamanda din vâsıtasıyla dünyalık elde etmek üzere bir takım adamlar zuhûr edecekler. İnsanlara yumuşak görünmek için koyun postuna bürünecekler. Dilleri baklan tatlı fakat, kalpleri kurt kalbi olacaktır. Allah (c.c.) buyuracaktır ki: "Bana mı güveniyorsunuz? yoksa bana karşı cür'et mi gösteriyorsunuz? Zâtıma yemin ederim ki; onlara öyle bir fitne göndereceğim ki, içlerinde hâlim olan kişi bile şaşırıp kalacaktır."

İnsanlara iyiliği öğretip de kendisi unutan kişi, insanları aydınlatıp da kendini yakan mum gibidir.

İslâm o kadar zuhûr edip güçlenecek ki, tacirler gemilerle deniz aşırı (ülkelere) gidecekler; atlar Allah yolunda şahlanıp kişneyecekler. Sonra Kur’ân okuyan bir takım insanlar zuhûr edip şöyle diyecekler: "Var mı bizim gibi

okuyan? Var mı bizim kadar bilen? Var mı bizim kadar anlayan?" Sonra Ashâbı'na şöyle buyurdu: "Bunlarda hayır var mıdır?" Sahâbe-i Kiram: "Allah ve O'nun elçisi en iyi bilir" dediler. O şöyle buyurdu: "Onlar sizden, bu ümmettendir, onlar ateşin yakıtlarıdır. "35

35cemü'l-Fevâid c. I, s. 61, 62.

NOT: Sünen-i Nesâî'de rivayet edilen 257 numaralı hadîs-i şerîfte: "Kim çok arzularını tek arzu (Allah rızâsını kazanma) hâline dönüştürürse Allah onun Dünya'ya âit arzusu için yeterlidir. Ve kim ki, Dünya ahvâli hakkındaki arzulan dağılırsa veya arzular kendisini dağıtırsa onun Dünya'nm hangi deresinde helâk olduğuna Allah iltifat etmiyecektir" buyuruluyor. Bu hadisi takip eden ve İbn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilen 258 numaralı hadîs-i şerîfte Nebî (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in yukarıda îrad buyurduğu hutbelerindeki: "Kim ilmi Allah'tan başkası için öğrenir ve O'ndan başkasını isterse" ifadeleri şu şekilde geçmektedir: "Kim Allah'tan başka bir şey için ilim talep ederse ve o ilimle Allah'ın rızâsından başka bir maksat edinirse Cehennemden olan üzerine hazırlansın." Yine 259 numaralı hadiste: "Alimlere karşı böbürlenerek övünmek veya cahillerle münâkaşa etmek veyahut halkın teveccühünü kendinize çevirmek için ilim (dini) öğrenmeyiniz. Kim böyle yaparsa o kimse ateştedir." Bu hadis, Huzeyfe (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir. Bu son hadîs-i şerifin Rumûzu'l-Ehâdis'in şerhinde yapılan uzunca bir izahında Mücâhid: "Biz ilme talip olduğumuz sırada uzun boylu ihlâslı niyetimiz yoktu. Sonra Cenâb-ı Hakk bize niyetimizin tashihini nasip eyledi" demiştir. Gazali de Muaz (r.a.)'dan rivayet ettiği bir hadîs-i şerîfde "Âlimlerden Cebennem'e müstehak olanlar şu guruplara ayrılırlar" der:

a- İlmini hazîne gibi gizleyerek başkasının bilmesini istemeyenler. Bunlar Cehennem'in ilk tabakasındadırlar.

b- İlminde kendisini padişah gibi eşşiz görüp, ilminden bir mesele reddedildiği zaman hazmedemeyip öfkelenenler. Bunlar Cehennem'in ikinci tabakasındadırlar.

c- İlmini yalnız zenginlere ve esnafa açıklayıp başka insanlara anlatmayanlar. Bunlar Cehennem'in üçüncü tabakasındadırlar.

d- Kendisini fetva vermeye liyakatli göstererek halka yanlış fetva verenler. Bunlar da dördüncü tabakadadırlar.

e- Ehl-i Kitâb'ın söylediklerini söyleyenler. Bunlar beşinci tabaka ehlidir.

f- İlmini halk arasında bir büyüklük ve şahsının anılmasına, övülmesine araç kılanlar altıncı tabaka ehlindendirler.

g- İlmi dolayısıyla beslediği kibir, gurur ve böbürlenerek hoplayan ve hiç kimsenin nasihat ve İkazını kabul etmiyerek kendini müstağni sayan gurup ta Cehennem'in yedinci tabakasını boylar.

Darda Olan İnsanlara Yardım Etmek

Ebû Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki;

"Her kim bir mü’minin Dünya gamlarından bir gamını giderirse, Allah da onun Kıyamet gününün gamlarından birini giderir.

Her kim darlıkta olan bir kimseye karşı kolaylık gösterirse Allah da ona Dünya ve Âhiret darlıklarında kolaylık İhsan eder.

Her kim Dünya meşakkat ve sıkıntıları İle yüzyüze kalmış bir Müslüman'ı korur ve onu bu sıkıntılardan muhafazaya çalışırsa Allah da onu Dünya ve Âhiret ayıplarından muhafaza eder.

Müslüman bir kul din kardeşinin yardımında bulundukça Allah da onun yardımında bulunur.

Her kim ilim tahsili maksadıyla yola çıkarsa Allah da o kişinin Cennet yolunu kolaylaştırır.

Herhangi bir millet veya topluluk Allah'ın evlerinden bir evde toplanıp da Allah'ın Kitâbı'nı tilâvetle ve onu aralarında karşılıklı tartışarak ders yaparlarsa, o topluluk sükûnet ve rahata kavuşur, mutmaîn olur, huzur bulurlar ve onları Allah'tan bir rahmet kaplar. Melekler onların etrafını

çepeçevre ihata edip kuşatırlar ve Allah da onları kendi nezdinde bulunanların içinde anar. Yoksa ameli eksik olan kişinin soylu bir aileden gelmesi onu, amel sahiplerinin derecesine ulaştırmaz."31

îman Zayıflığının Alâmetleri

Enes ibn-i Mâlik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:

"Ey insanoğlu!

Allah'a, O'nun emir ve yasaklarına isyan ederek insanların rızâsını ve muhabbetini kazanmaya çalışman îman zayıflığının neticesidir. Bir kişinin, Allah'ın kendisi için takdir ettiği rızkı herhangi birinin eliyle göndermesi ve o kişinin de Allah'a değil de kuluna hamdetmesi îman zayıflığının işaretidir. Bir kimsenin istediği bir şey yerine getirilmediği takdirde insanları zem ve onlara küfür etmesi de îtikad zaafına delildir. Hârisin hırsının kendisine takdir olunan rızıktan fazlasını getirmesi de mümkün değildir. Günahkar bir insanın günahı sebebiyle Allah, takdir ettiği rızkı da geri çevirmez. Şüphesiz bir kişinin rahat ve huzuru celâl ve cemâl sahibi Allah'a yakînen (O'nu görür gibi) îman etmesiyle mümkündür.

Ey insanoğlu! Unutma ki sen Allah'ın ikâb ve azabından ittikâ ederek Allah'ın yasak ettiği şeylere tevessül etmemenden dolayı, Allah muhtaç olduğun şeyin daha hayırlısını sana ihsân edecektir. Sen Allah'ın rızâsını tahsile engel olacak hiç bir şeyi O'na tercih etmediğin sürece Allah, işlediğin güzel amellerinin mükâfatını katlayarak verecektir.

Durum böyle olunca ve herkes ancak Cenâb-ı Hakk tarafından kendisi için takdir edilen rızıktan başkasını elde edemeyecekse sen bütün gayret ve çabanı gazâb-ı İlâhîden kurtulmaya ve Ö'nun rızâsını kazanarak Âhiret'te vereceği bitmez tükenmez nimetlere yönelt. "37

·        37 Câmiü'l-Hutâb, s. 184-186.

Devlet Başkam ve İdarecilerin. Sorumluluğu

Amr ibni'l- Âs (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki;

"Ey insanlar!

Emirleriniz hayırlı kişiler, zenginleriniz müsamahakâr ve cömert kişiler, işleriniz de aranızda istişâreli olduğu zaman, yerin üstü sizin için altından daha hayırlıdır. Emirleriniz kötüleriniz, zenginleriniz cimrileriniz, işlerinizi de idare eden kadınlarınız olduğu zaman ise; bilin ki yerin altı sizin için yerin üstünden daha hayırlıdır."

"Hepiniz çobansınız. Hepiniz güttüğünden (idare ettiğinden) sorumludur. İmam (lider) bir çobandır, sürüsünden (yönetimindeki insanlardan) sorumludur. Kişi ailesinin çobanıdır, ehlinden sorumludur. Kadın kocanın evinde bir çobandır, görevli olduğu işten sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır, onun idaresinden sorumludur. Kişi babasının malının çobanıdır, onun idaresinden sorumludur. Hulâsa hepiniz çobansınız, hepiniz uhdesinde bulunan işinden sorumludur."

"Allah Müslümanlar'm idaresini bir kimsenin eline verir de o kimse Müslümanlar'm ihtiyaçlarını ve zarûretlerini dinlemekten geri kalırsa, Allah da Kıyâmet günü onun ihtiyaç ve zaruretini dinlemekten geri durur."

"Adaletli davrananlar Allah katında Rahmân'm sağındaki nurdan minberler üstündedir. Onlar halka, aile ve lyâline başta bulundukları sürece âdil davrananlardır."38

·        38 Cemü'l-Fevâid, c. III, s. 160, hadis no. 5961-5964.

NOT: Devleti idare eden her kademedeki insanların görüp gözetmek ve ümmetin işlerini tanzim ve tedvin hususunda gerekli her türlü hassasiyeti göstermesinin gerekliliği bu hitabede ifade edildiği gibi; Kur’ân-ı Kerîm'de bu görevi üslenen kişilerin ind-i İlâhî'de mesuliyet ve sorumluluktan kurtulmaları için mutlak bir gayretin içerisinde gece ve gündüzlerini de feda ederek çalışmalarının gerekliliği ortaya konduğu gibi, âdil davranmaları, suistimal etmemeleri, gayr-i hukukî olarak milletin mal ve emvalini ele geçirmemeleri hususunda, aksi hareket edenler için hem dünyevî, hem de uhrevî olarak ağır cezalara çarptırılacakları bu hitabede olduğu gibi bir çok âyette de ifade edilmiştir.

Milletin işlerini tedvîr etmek üzere idareye talip olanların içerisinden en iyilerinin ve ehliyetli olan insanların seçilmesi için idare edilen insanlara Kur’ân-ı Kerîm büyük bir yük yüklemektedir. Ehliyetli ve rüştünü her alanda ispat etmiş insanlara böyle bir görevin verilmesi istenmektedir. Bu konuda şu âyet-i kerîme dikkat çekici olup, seçmenlere apaçık bir vebal yüklemektedir.

"(Ey mü’minler!) Allah, size emânet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdî etmenizi ve her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adâletle hükmetmenizi emreder, Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği (şey) mutlaka en güzel (şeyidir. Allah kesinlikle her şeyi işiten, her şeyi görendir." (Nisa 58)

İdare edilenler, yâni halk bu âdil idareciyi seçtikten sonra; artık ona itaat etmek düşmektedir. Velev ki devlet yöneticisi kendi alayhine karar verse bile. Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerîmenin hemen arkasından gelen âyet bunu âmir hüküm emretmektedir:

"Siz ey îman etmiş olanlar! Allah'a, Peygamber'e ve aranızdan kendilerine otorite emânet edilmiş olanlara itaat edin; Ve herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygambere götürün, eğer Allah'a ve Ahiret gününe (gerçekten) inanıyorsanız bu (sizin için) en hayırlısıdır. Ve sonuç olarak da en iyisidir."

Kur’ân-ı Kerîm'in bu ve benzeri âyetlerinin yanında konuyla ilgili sahih bir hayli hadîs-i şerifin varlığı da söz konusudur. Biz burada dikkat çekmesi açısından bir-iki örnek vermekle yetineceğiz.

"Kıyamet gününde Allah'ın en çok sevdiği ve kendisine en yakın olan insan, âdil yönetici olacaktır. Allah'ın en nefret ettiği ve kendisinden en uzak olan kişi de zâlim yönetici olacaktır."

"Allah'ın herhangi hir kulu insanların başına geçipte eğer o, onları aldatır da bu hal üzere ölürse Allah ona Cennet'i yasak eder."

"Allahım! kim ümmetimin işinin başına geçip onlara zorluk çıkarırsa, Sen de ona zorluk çıkar; kim de ümmetimin işinin başına geçipte yumuşaklıkla muâmele ederse Sen de ona yumuşaklıkla muamele et" duası Hz. Muhammecl'in âdil olanlar için yaptığı duâdır.

Benim Ümmetim Dünya'da Üç Sınıf Üzerinde Olacaktır

Abdullah ibn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

, Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den işittim. Buyurdular ki:

"Benim ümmetim Dünya'da üç sınıf üzerinde olacaktır.

Bunlardan birinci tabaka: Açlık ve kıtlık korkusu veya benzeri endişelerden dolayı mal biriktirme gibi herhangi bir endişeye kapılmadan karın tokluğu ile setr-i avret edecek kadar kılık ve kıyafetle iktifa edip, Dünya'ya rağbet etmeyenlerdir. Onların Dünya zenginliği kendilerini Allah'a vâsıl edecek olan fiil ve hareketlerle Allah yolunda harcayabildikleri imkanlardır. Bunlar için ne Dünya ne de Âhiret'te korku yoktur.

İkinci tabaka: Dünya malını en güzel yoldan helâl ve haramı dikkate alarak kazanmayı düşünen ve seven, aynı zamanda, kazanıp biriktirdiklerini en güzel tarzda ve şekilde Allah yolunda ve O'nun rızâsı için sarfedenler. Onlar bu mallarla sıla-i rahîm eder ve din kardeşlerine ve akrabalarına izzet-i ikramda bulunurlar. Onlardan biri haram olan bir dirhemi bile kazanmayı ateş üzerine oturmaktan daha kötü sayar veyahut kazandıkları maldan yersiz harcamayı, israfı, fukaraya ait olan zekâtı vermemeyi veya onu ömrünün sonuna kadar biriktirerek mal yığmayı da aynı şekilde yalın ayak ateşe basmaktan daha kötü sayar. Bu ikinci tabaka

Kıyamet günü eğer inceden inceye bir hesaba çekilmezlerse bağışlanır ve rızâ-yı İlâhîye nail olurlar.

Üçüncü tabakaya gelince: Bunların Dünya'da en çok sevdiği ve muhabbet ettiği şey haram ve helâl demeden mal biriktirmektir. Sarfettikleri zaman haddinden fazla israf ederler. Kazandıklarının çabucak altından girip üstünden çıkarlar. Eğer harcamazlarsa; bu takdirde de malı biriktirir ve daha çok kazanmak için ihtikâr yoluna giderler. Artık bu insanların Dünya'dan başka hiç bir şeye sevgi ve muhabbetleri kalmamıştır. Bunların mala ve Dünya'ya olan muhabbet ve sevgileri ateşe atıncaya kadar devam eder. 39

·        39 Câmi‘u'1-Hutâb, s. 177-180.

32

Akıllı İnsan Kime Denir?

Hz. Ebu'd-Derdâ (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Cuma günü Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize hitap etti ve buyurdu ki:

"Ey nâs! Ölmeden evvel mâsiyet ve günahlarınızdan dolayı Allah'a tevbe edin. Sizi meşgul edecek bir takım sıkıntı ve meşakkatlerle karşılaşmadan, amel-i sâliha işlemek için gayret sarfedin. Allah'ı çok çok zikrederek O'nun rahmetine kavuşun, mesut ve bahtiyar olun. Bol bol sadaka verin ki; Cenâb-ı Hakk sizi daha çok rızıklandırsın. İyiliğin yaygınlaşması ve kötülüklerin ortadan kalkması için gayret sarfedin ki; belâ ve âfâtlardan kurtulup düşmanlarınıza galip gelesiniz.

Ey insanlar! Sizin en akıllı olanınız ölümü düşünerek Allah'ı en çok zikredeninizdir. Ve sizin en kuvvetli olanınız da ölüme karşı mücehhez ve hazırlıklı bulunanınızdır.

Aklınızı başınıza toplayıp, biliniz ki akıllılık; gaflet ve gurur evinden başka bir şey olmayan Dünya muhabbetinden sıyrılarak, ebedî ve bakî olan Âhiret'e muhabbet ve ona yönelmektir."32

Haram Kazançtan Hayır Beklenir mi?

Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) minberin üzerine oturdu, biz de etrafına toplandık. Resûlullah:

·        - "Benden sonra Dünya çiçeğinden ve Dünya ziynetlerinden önünüze açılacak nice nimetler, sizin için korktuğum muhakkak olan şeylerdendir" dedi. Bunun üzerine Sahâbe'den biri:

·        - "Hiç hayır olan şey şer getirir mi? Yâ Resûlullah!" diye sordu. Resûlullah buna cevap vermeyip bir müddet sustu. Soruyu sorana Sahabiler: "Sen kim oluyorsun da Resûlullah'a sual soruyorsun, halbuki O sana cevap bile vermiyor?" dediler. Biz o sırada O'na vahiy geldiğini anladık, biraz sonra Resûlullah açıldı, akan terini sildi ve soruyu soranı öven bir edâ ile şöyle devam etti:

"Şu muhakkak ki; hayır şer getirmez. Şu da muhakkak ki baharın bitireceği otlardan bir kısmı zehirlidir. O yiyeni öldürür. Yahut Ölüme yaklaştırır. Ama yeşil ot (zararsız ot) yiyen müstesnadır. Çünkü bu hayvan yeşil otu yer, nihayet iki yanı şiştiği zaman bahar güneşinin aynını karşılar. Kolayca tersler, işer, yine bol bol otlar.

İşte bu Dünya malı da yeşil ot gibi cazip ve tatlı bir şeydir. Bu nimetten miskine, yetime, muhtaca ve yolcuya tasadduk eden Müslüman ne hayırlı bir kişidir."

Yine Resûlullah: "Şu da muhakkak ki; haksız, haram mal tutup toplayan bir kimse daima yiyen, bir türlü doymayan obur gibidir. Kıyâmet gününde bu mal kendi sahibinin cimriliğine şahadet edecektir" buyurdu.33

İnsan Sahip Olduğu Enerjiyi Nasıl ve Nerede Ilarcamalıdır?

Ehû Saîd el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Uhud Dağı'ndan dönerken, Sahabe-i Kiram Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in etrafını çevirmiş, O da Talha (r.a.)'ya dayanmış vaziyette iken şöyle söylediğini işittim:

"Ey insanlar!

Yerine getirmekle mükellef olduğunuz işlerinizi yaparak Âhiret'inizi ıslâh etmeye yöneliniz.

Cenâb-ı Hakk'ın sizin için tekeffül etmiş olduğu rızkı elde etmek için ihtirasa düşmeyiniz.

Rabbiniz'in her türlü güzellik ve nimetle, sıhhatle süslemiş olduğu âzâ-yı cevârihlerinizi (uzuvlarınızı) Allah'ın gazabını celbedecek kötü ve yasak yerlerde kullanmayınız.

Her türlü iş ve meşgalenizi Allah'ın rızâsına ve mağfiretine vesile olacak tarz ve şekle sokunuz.

Siz himmet ve gayretinizi, Cenâb-ı Hakk'ın tâati ve rızâsını temine yönelterek Allah'a yaklaşmaya vesile ve vasıta kılınız.

Şunu bilin ki kim Dünya'ya ait olan nasibini temini Âhiret nasibine takdim ve tercih ederse, Âhiret nasibini zâyi ettiği gibi Dünya nasibine de nâil olamaz.

Her kim de Âhiret'e ait olan nasibini Dünya nasibine tercih ederse, takdir edilen rızık kendisine ulaştığı gibi Âhiret'te de muradına, isteğine nail olmuş olur."34

İstihare ve İstihâre Duası

Câbir ibn-i Abdullah (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize Kur’ân'dan sûre öğretir gibi, her işimizde istihareyi öğretirdi ve şöyle buyurdu:

"Biriniz bir işe niyet ettiği zaman; farz olmaksızın iki rekat namaz kılsın ve şöyle dua etsin:

"Ey Allah'ım! Senin ilminle hayır dilerim; Sen'in kudretinle Sen'den kudret talep ederim; Sen'in büyük olan fazlından isterim; Sen'in gücün yeter, benimki yetmez; Sen bilirsin, ben bilmem, Sen gaybları fazlasıyla bilensin.

Allah'ım! Şu iş benim için, dinim, hayatım, akıbetim ve işlerimin sonu bakımından hayırlı ise Sen bilirsin, onu benim için takdir et ve onu bana kolay kıl, onu bana bereketli eyle.

Ey Allah'ım! O iş Sen'in ilminde benim için şerli ise; evvelki gibi dinim, Dünyam ve âkıbetim hakkında onu benden uzak kıl, beni de ondan uzak kıl. Hayır her nerede olursa olsun onu bana takdir et ve beni o hayrınla râzı kıl."35

Allah Korkusu

Ebî Eyyûb el-Ensârî (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den işittim şöyle buyurdu:

"Ey insanlar!

Nefislerinizi Allah'a itâatle süsleyiniz. Çünkü ibâdet ve O'na itaat mü’minin ziynetidir. Gönlünüz haşyet-i İlâhî örtüsü ile daima örtülü kalsın. Yâni Allah korkusunu gönlünüzden hiç çıkarmayın. Dünyada Allah'ın rızâsını kazanmak için çalışın ve Âhiret'i lehinize mâledin. Dünyada mesâiniz, çalışıp-çabalamanız, ebedî karargâhınız olan Âhiret için olsun.

Biliniz ve unutmayınız ki; az bir zaman sonra göç edecek ve dönüşünüz, yolculuğunuz Allah'a olacaktır. Dünya'da bıraktığınız hiç bir şey sizi zengin etmeye kâfi gelmeyecektir. Ancak burada işlediğiniz sâlih amelden Allah'a ne takdim ettiyseniz sizin için zenginlik o olacaktır, veya din kardeşlerinizin rahat ve huzuru için yaptığınız hayrat, işlediğiniz güzel bir sevap size fâide verecektir.

Hiç şüpheniz olmasın ki siz; Dünya'dan Âhiret'e gönderdiğiniz şeyler üzerine gönderileceksiniz ve geçmişte oraya ne takdim ettiyseniz onunla mükâfâtlandırılacaksınız.

Bu denî Dünya’nın, geçici âlemin ziynetleri, mal ve mülkü sakın sizi aldatmasın ve sizi Cennet-i A'lâ'dan mahrum etmesin.

O gün perde açılır ve her türlü şüphe ortadan kalkar. Sanki kişi gideceği yeri biliyormuş gibi oraya vâsıl olur."36

Zekât'm Farziyeti ve Önemi

Muâz (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Muâz (r.a.)'yı Yemen'e vali olarak gönderdiğinde ona şöyle buyurdu-.

"Şüphesiz sen Ehl-i Kitâb olan bir kavme gidiyorsun. Onları Allah'tan başka bir ilâh olmadığı ve benim Allah'ın Resûlü olduğum şahadetine dâvet et. Eğer onlar bu dâvet için sana itaat ederlerse, Allah'ın her gün ve gecede beş vakit namazı onlar üzerine farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bunun için sana itâat ederlerse, Allah'ın onların malından sadaka (zekâtı) onlara farz kıldığını bildir. Bu sadaka onların zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir. Eğer onlar bunun için sana itâat ederlerse sen onların mallarının seçkinlerinden sakın, mazlumun bedduasından da sakın. Çünkü o beddua ile Allah arasında hiç bir perde yoktur."45

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha sonra şu âyetleri okudu: "Onların mallarında sâil ve yoksul için belirli bir hak vardır." (Meâriç 25).

·        45 Cem'u'l-Fevâid, c. II, s. 7-8.

NOT: Ebû Hureyre (r.a.)'dan rivayet ectiien ve Kütüb-i Sitte'nin tamamında yar alan sahîh bir hadisi burada hatırlatmakta fayda vardır.

"Mazlum günahkar olsa bile hedduâsı makbuldür. Onun günahı onun boynunadır."

"(Ey Muhammed!) O altın ve gümüşü toplayıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte onlara Kıyamet gününde çetin bir azabı müjdele! O gün, bu toplanan altın ve gümüş tekrar tekrar ısıtılarak (onların) alınlarına, böğürlerine ve yanlarına basılır da, onlara; "Bunlar kendi nefsiniz için topladığınız altın ve gümüşlerdir. Şimdi biriktirdiğiniz bu hâzinelerin başınıza açtığı belâyı tadınız!" denir." (Tevbe 34-35).

Zekâtın, Malın Helâl ve İyi Olanından Verilmesi

Abdullah ibn-iMesud (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Allah sizin rızkınızı nasıl taksim etti ise, ahlâk ve şeciyenizi de öyle birbirinden farklı surette yaratmıştır. Allah Dünya malını sevdiğine de sevmediğine de verir. Fakat dini, münhasıran sevdiği kullarına verir. Kim ki Allah kendisine din bahşetmiştir, muhakkak o Allah'ın mahbûbudur.

Hayatım kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; bir Müslüman kulun gönlü fena temayüllerden, dili de kötü sözlerden salim olmadıkça Müslümanlığı selâmette olmaz.

Bir mü’min de, komşusu onun zulmünden, fanalığından emin olmadıkça o mü’minin îmanı tamam değildir.

Bir kimse tasadduk için, teberrük için haram bir mal kazansa ve bu haram kazancı kabul olunur diye tasadduk edip arkaya bırakmasa, muhakkak ki, bu haram mal onu Cehennem'e sürükler. Cenâb-ı Hakk günahı günahla izâle etmez, belki kötülüğü iyilikle giderir. Çünkü necâsetle necâset temizlenmez."

"Ey inananlar! kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan muhtaç olanlara sarfedin. İğrenmeden alamıyacağmız pis şeyleri vermeye kalkmayın, Allah'ın müstağni ve övülmeye lâyık olduğunu bilin. Şeytan

sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve hayâsızlığı emreder. Allah ise kendisinden size mağfiret ve bol nîmet vadeder. Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir." (Bakara 267 -268) 46

·        46 Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. V, s. 196.

NOT: İbn-i Abbas (r.a.) bu âyetleri tefsir ederken demiştir ki: "Cenâb-ı Hakk bu âyet-i kerîmede fukaraya sadaka olarak malınızın en temizinden, en iyisinden, en nefisinden vermenizi emrediyor. Malınızın âdisinden, çürük çarığından infâk etmenizi de nehyetmiştir. Allah temizdir, temiz ve helâl maldan verilen sadakayı kabul eder." Nitekim Tirmizî de Sa‘d (r.a.)'dan: "Allah temizdir, temiz olana muhabbet eder" hadisini rivayet etmiştir.

Mü’min Hayrı Tercih Etmelidir

Abdullah İbn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:

"Mü’minler Dünya'da iki fiilden birini tercihle karşı karşıyalar. Bunlardan biri hayır ve hayra vesîle olan fiillerdir. Diğeri de kaçınılması, ittikâ edilmesi gereken şerlerdir.

İşlenilmemesi mutlak gerekli olan şey bâtıl olandır ki; harâmiyeti, yasaklığı kitap ve sünnetle apaçık belirtilmiş ve beyan edilmiştir. Bu fiillerden ictinab edilir ve kaçınılır.

İkincisi ise; Hak ve hakikati nâslarla, âyet ve hadislerle belirlenen, ifade edilen fiillerdir ki; bunların da işlenilmesi arzu ve talep edilir.

Gelmesi mutlak olan ve gölgesi üzerimize düşen bir Âhiret vardır, onun için çalışılır. Bir de fâidesi ve sağladığı menfaat geçici olan Dünya vardır. Sağladığı fâide kalıcı olmayan bir Dünya ile ilgi ve alâkası sapasağlam, üstelik şehevî arzu ve istekleri de Âhiret'i yalanlıyorsa bu durumda olan bir insan Âhiret için nasıl güzel bir amel işleyip ona hazır olur.

Şu insana hayret edilir ki; hem Âhiret'i tasdik ediyor, varlığını kabule inanıyor, buna rağmen Dünya'yı Âhiret'e tercih ediyor. Yine o insana şaşılır ki; Allah'ın rızâsının Allah'a

itaatle olduğunu bildiği halde, O'nun yasak ettiği ve istemediği fiilleri işliyor."37

Sakınılması Gereken Kötü Fiiller

Ebû Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:

"Çok yemekten sakınınız. Çünkü çok yemek kalbin kasvetle mühürlenmesine sebep olur, ve uzuvların ibâdetten haz almasına engel olur. Dinlediği veya okuduğu, anlamak istediği şeylere karşı muhabbet ve sevgisi kalmaz, bu duyguları sağırlaştırır.

Sizi lüzumsuz "ve dinin yasak ettiği şeylere" bakmaktan da sakındırıyorum. Zîra bu tür nazar şehveti, hevâ ve hevesinizi körükler, şehvet tohumları eker, gaflete, dikkatsizliğe ve dalgınlığa vesîle olur.

Kendinizi ifrat derecesine varan tamahkârlıktan da sakındırıyorum. Çünkü aşırı arzu ve hırs kalbi bu isteğe karşı daha da sulandırır ve kalbi mühürler. "Artık kalbiniz başka şeylere açık değildir".

Dünya muhabbeti, "Dünya metâına olan aşırı sevgi" bütün kötülüklerin anahtarıdır ve her türlü güzel amel ve işlerden "hâsıl olan sevabın" yok olmasına bu aşırı sevgi sebep olur."38

Yersiz ve Lüzumsuz Konuşmamak

İbn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Peygember (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:

"Konuşurken bilerek konuşan ve sükût ederken de bilerek sükût edip dilini tutana Allah rahmet etsin. Şüphesiz insan üzerinde dilin hâkimiyeti diğer âzâlanndan daha hâkim ve zorbadır.

Dikkatli olun ve biliniz ki; Allah'ı zikir, iyiliği emr ve kötülükten nehy ve mü’minlerin aralarını ıslah ve iyileştirmek için yapılan konuşmaların dışında insanoğlunun yapmış olduğu konuşmalar lehine değil alayhinedir."

Bunun üzerine Muaz ibn-i Cebel: "Yâ Resûlullah biz konuştuğumuz şeylerden muâhaza olup, hesaba çekilecek miyiz?" dedi.

Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İnsanı yüzüstü nâr-ı Cehennemle atacak olan dilin işlediği hatalardır. Şimdi her kim ki; Kıyamet selâmeti istiyor ve arzu ediyorsa, dilini başkalarını yaralamaktan ve gıybetten muhafaza etsin, kalbini îman, tasdîk, ihlâs, marifet ve Allah korkusunda sabit kılsın. Hem de Âhiret selâmeti isteyen kimse "Allah'ın rızâsına muvafık" güzel işlerde bulunsun ve "Dünya ile ilgili" uzun uzadıya kuruntulardan da vazgeçsin.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in bu konuşmasından kısa bir süre sonra Nisa sûresi'nin 114. âyeti nâzil olmuştur.

"İnsanların konuşmalarında, ihtiyaç sahibi ve muhtaçlara verilmek üzere sadaka ile ilgili tavsiye ve nasihatleri, iyiliği ve güzelliği yaygınlaştırmak için yapılan konuşmalarla, insanların aralarını bulmak için ifade edilen sözlerin dışında olan kelâmında kişinin lehine bir hayır yoktur." 49

4-9 Câmi'u'l-Hutâb, s. 69-71.

Cenâb-ı Hakk ın Her Emri İnsanların Yararınadır

Ehû Zer-i Gıfarî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Ebû Zer-i Gıfarî (r.a.) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den, O da Allahu Teâlâ'dan rivayet etmiştir.

Yüce Allah şöyle buyurdu-.

"Ey kullarım! Haberiniz olsun ki Ben zulmü kendi nefsime haram ettim. Onu sizin de aranızda haram kıldım. Binâenalyh birbirinize zulmetmeyiniz.

Ey kullarım! Benim hidâyet verdiklerim müstesna, sizler her biriniz doğru yoldan sapıcılarsınız. O halde Ben'den hidâyet isteyin ki sizlere hidâyet edeyim.

Ey kullarım! Sizler hep açsınız, ancak Benim doyurduklarım müstesnâdır. Onun için Ben'den yiyecek isteyiniz ki sizlere yiyecek vereyim. Ey kullarım! Benim giydirdiklerimden başka sizler hep çıplaksınızdır. Onun için Ben'den giyecek isteyiniz ki sizi giydireyim. Ey kullarım! sizler gece-gündüz hep hatalar yaparsınız. Ben ise bütün günahları mağfiretimle örterim. O halde Bana istiğfar ediniz ki size mağfiret edeyim.

Ey kullarım! Sizler asla Bana zarar verecek dereceye ulaşamayacak ve Bana zarar veremeyeceksiniz. Ve kezâ sizler

asla Bana fayda verecek dereceye ulaşamayacak ve Bana hiç bir fayda veremeyeceksiniz.

Ey kullarım! Sizin evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz, içinizden en temiz kalpli bir adam gidişinde olsa o Benim mülkümden bir şey artırmaz. Ey kullarım! sizin evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz, içinizden en fena kalpli bir adam gidişinde olsa o Benim mülkümden bir şey eksiltmez. Ey kullarım! Sizin evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz, hepiniz bir yere toplanıp Ben'den isteseler de Ben sizlerden her insana istediğini versem mülkümden bir şey eksilmez. Bunun hepsi Benim katımda olanlardan ancak dikiş İğnesinin denize bir kere daldırıldığı zaman denizden eksiltmesi gibidir. (Yâni bir iğneyi bir kere denize batırıp çıkarmakla denizden ne eksilir?)

Ey kullarım! Sâde sizin amellerinizdir ki, ben onları sizin için sayar, size karşı muhafaza eder sonra da onları size tastamam veririm. Onun için her kim hayır bulursa hemen Allah'a hamdetsin. Onun gayrisini bulan da ancak kendini levmetsin.39

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e Göre Fazilet ve Rezalet Sahipleri

Abdullah ibn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:

"Her kim Dünya'da, işlerini gerekli tedbirleri alarak Allah'a tam bir tevekkül ile havale ederse Allah onun her işine kifayet eder. Kim ki Allah’ın zikir ve tâatından yüz çevirir, yalnız Dünya'ya yönelirse Cenâb-ı Hakk da onu Dünya'ya terkeder, sıkıntı ile ömrünü geçirir.

Her kim ki; Allah'a isyan yâni "Allah indinde günah sayılan şeylerle" arzu ettiği şeye kavuşmak isterse, o kişi bu yolla istek ve arzusuna kavuşamadığı gibi aksine, umduğu ve beklediği şeyden daha da uzaklaşarak hiç istemediği sıkıntılarla başbaşa kalır.

Eler kim ki; insanlara şirin ve iyi görünmek için Allah'a isyân ederse, teveccühlerini kazanmak için çalıştığı insanlar bir gün gelir, bu insanı zemm ve küfürle yâd ederler.

Her kim ki; Allah'ın dışında mahlûkun rızâsını tahsil için Hâlık'ına isyân ederse Cenâb-ı Hakk mahlûkunun kahrı ile onu helak eder.

Eler kim ki; insanların gazab ve kinlerine aldırmayarak Allah'ın rızâsından vazgeçmez ve O'nun rızâsını tahsile

devam ederse, Allah onu insanların şerrinden muhafazaya kâfidir.

Her kim ki; Allah'ın rızâsını tahsil ve Cenâb-ı Hakk'la arasını iyileştirmek için gayret sarfederse; Allah o kişi ile insanların arasını iyi yapmaya kâfidir.

Her kim ki; kalbini, niyet ve düşüncelerini, dedikodu, kin ve hasedden, Dünya muhabbeti, mevkî ve makamdan, mal sevgisi gibi şeylerden uzak tutarak, bu gibi kalbî hastalıklardan kendini tedavi ederse Cenâb-ı Hakk diğer âzâlarından meydana gelecek olan hatalarını ıslah eder.

Her kim ki; Âhiret ve Allah rızâsını kazanmak için gayret sarfederse Cenâb-ı Hakk Dünya işlerinde onu muvaffak kılar. "51

51 Câmi'u'I-Hutâb, s. 62-64.

Komşu ve Komşuluk Hukuku

Ebû Şureyh (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:

"Allah'a ve Âhiret gününe îman edip inanan kişi komşusuna ezâ etmesin. Allah'a ve Âhiret gününe îman eden her kişi misafirlerine ikrâm etsin. Allah'a ve Âhiret gününe îman eden her kişi hayır söylesin yahut sussun."

Buharî'nin "Allah'a ve Âhiret gününe îman eden kişi komşusuna eziyet etmesin" başlığı altında rivayet olunan hadislerin İzahı bölümünde el-Hâfız el- Fetih de bir kaç yolla rivayet olunan hadisleri derleyip sonunda şöyle diyor.

Bu hadislere göre Sahabe-i Kirâm:

- Yâ Resûlullah! Komşunun komşu üzerindeki hakkı nedir? Diye sordu. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

"Komşun senden bir şey ödünç isterse, ödünç olarak vereceksin; senden yardım dilerse ona yardım edeceksin; hastalanırsa ziyaret edeceksin; ihtiyacı olursa yardım edersin; hayırlı bir işi olursa tebrik edersin; başına bir iş gelirse tâziyette ve tesellide bulunursun; öldüğü zaman cenazesine iştirak edersin. Meskeni hava alamıyacak biçimde bitişiğinde ise ondan izin almadan meskeninden yüksek bina yapamazsın. Tencerenin yemek kokusuyla ona eziyet etmezsin, meğer

ki yemekten ona da sunsan. Meyve alırsan ona da hediye et, şayet hediye etmiyeceksen meyveyi (ona göstermeden) gizlice eve götür, senin çocuğun meyveyi dışarı çıkarmasın ki komşunun çocuğu görmesin.

Vallahi îman etmiş olmaz! Vallahi îman etmiş olmaz! Vallahi îman etmiş olmaz!"52 buyurdu. Hazır bulunanlar:

·        - Yâ Resûlullah bu îman etmiş olmayan kimdir? diye sordular. Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem):

·        - "Kim olacak; şu komşusu zulmünden, şerrinden emîn olmayan kişi" diye cevap verdi.40 41 42

Müslüman Fitnelere Karşı Uyanık Olmalıdır

Abdurrahman bin Abd-i Rabbi'l-Ka‘be (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:

"Benden önce her peygamber üzerine kendi ümmeti için hayır bildiği şeyleri onlara göstermesi, şer bildiği şeylere karşı uyarıp korkutması şüphesiz bir hak ve bir görev oldu. Sizin bu ümmetinizin afiyeti (yâni dine zarar veren şeylerden selâmette bulunması) evvelinde kılındı. Bu ümmetin son kısmının başına belâ ve hoşlanmayacağı bir takım işler muhakkak gelecektir. Sonra öyle fitneler gelecek ki; bâzısı diğer bâzısını hafifletecek (yâni sonra gelen fitne bir önceki fitneden daha şiddetli olacak). Artık mü’min kul (bir fitne) geldiğinde; işte beni helâk edecek fitne budur der. Bir süre sonra o fitne geçer, bunun arkasından başka bir fitne gelir ve mü’min kul; işte beni helâk edici fitne budur der. Sonra o fitne açılıp gider.

Artık kim, Cehennem ateşinden uzaklaştırılması ve Cennet'e girdirilmesi kendisini sevindiriyorsa Allah'a ve Âhiret gününe îman eder olduğu halde gelsin ve insanlara, kendisine yapmalarını arzu ettiği şeyleri yapsın.

Kim bir devlet başkanına bey'at edip ona elini vermiş (yâni onu seçmiş) ve samimiyetle bağlanmış ise artık olanca

gücü ile ona itâat etsin. Şayet bundan sonra başka bir devlet başkanı çıkıp gelir de birincisi ile nizâa kalkışırsa (isyan çıkarmak isterse) sonradan gelene itâat etmesin. 54

·        54 ibn-i Mâce, c. X, s. 167.

NOT: Bu hadîs-i şerîf Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in vefatından bir süre sonra doğacak olan fitneleri bir mûcize olarak haber veriyor. Bu fitne Emevî ve Abbasîler döneminde de doğmuştur. Bundan sonra da doğacak olan fitnelerin habercisidir. Vahye dayalı olan bu sözler her Müslümanın her devirde müteyakkız olmasını gerektiren haberlerdir. Bu tür fitnelerin zuhûru sırasında Müslümanların dikkat etmesi gereken hususlar bu hitâbede açıkça belirtilmektedir.

a- Böyle anlarda Allah'a ve Âhiret'e îman edenlerin îmanını muhafaza etmesi ve îmanlı olarak ölmeye çalışması,

b- Müslüman bir kimsenin kendi nefsi için arzulamadığı bir şeyi başkalarına revâ görmemesi,

c- Devlete ve millete zarar verecek, ümmet içerisinde kargaşa çıkaracak insanlarla iş birliği yapmaması ve onlara fırsat vermemesi gerekmektedir.

Gönül Zenginliği ve Huzur

Amr ibni’l-Âs (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

"Müslüman olup kendisine yetecek kadar rızık verilip, Allah'ın verdiklerine karşı kanaat sahibi olan kişi gerçekten kurtuluşa ermiştir.

Âdem oğlunun şunlardan başka (temel) hakkı yoktur. Oturacağı ev, mahrem uzuvlarını örteceği elbise ve bir de katıksız ekmekle su.

Katımda gıpta edilen dostlarım şunlardır: Maddî durumu zayıf, namazdan nasibini almış, Rabbi'ne itâatini güzel yapmış, gizli gizli halkdan uzak durumlarda O'na itaat etmiş, insanlar tarafından da parmakla gösterilmemiş, rızkı yeterli olmamasına rağmen sabırlı olan mü’mindir." Sonra eliyle işaret etti ve:

"Çabuk ölmüş, geride az mal bırakmış, ağlayıcıları da az olan insan."

"Rabbim Bana Mekke topraklarını altın olarak arzetti de Ben dedim ki; "Hayır yâ Rabbi! Bir gün tok, bir gün aç olayım. Aç kaldığım zaman Sana yalvarır, Sen'i zikrederim. Tok olduğum zaman Sana hamdeder, Sana şükrederim."

"Zenginlik çok mala sahip olmak değildir. Asıl zenginlik gönül zenginliği ve göz tokluğudur."

"Kim ihtiyacı olmadığı halde dilenirse, Kıyamet gününde o dilendiği şey, yüzünde bir yırtık, tırmık ya da yara-bere olduğu halde gelecektir. Kim malına mal katmak için dilenirse, mutlak olarak o, bir ateş kıvılcımı istemiş olur. Öyleyse (şimdi) ister çok istesin, ister az istesin."

"Gerçek yoksul bir veya iki hurmaya ihtiyacı olan kimse değildir. Asıl yoksul; gerçekten ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan, kendisine sadaka verilmesinin zarûreti (halk tarafından) bilinmeyen ve (buna rağmen) kalkıp insanlardan da dilenmeyen kimsedir.

Yoksul ancak, zarûret içinde iffetli kalıp, kimseden bir şey istemeyendir. Dilerseniz şu âyeti okuyun: "Onlar yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler."(Bakara 273)43

Milletlerin Felâketine Sebep Olan Âmiller

Abdullah ibn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize yönelerek şöyle buyurdu:

"Ey Muhacirler cemâati!

Beş şey vardır ki, onlarla mübtelâ olacağınız zaman Ben sizlerin o şeylere erişmenizden Allah'a sığınırım. Onlar şunlardır;

·        1- Bir milletin içinde zina, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde taun hastalığı ve onlardan önce gelip-geçmiş milletlerde vukû bulmamış hastalıklar yayılır.

·        2- Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezalandırılırlar.

·        3- Mallarının zekâtını vermekten kaçan her millet mutlaka yağmurdan menedilir (kuraklık cezası ile cezalandırılır) ve hayvanları olmasa (Allah hayvanlara acımasa) onlara yağmur yağdırmaz.

·        4- Allah'ın ahdini (emirlerini) ve Resûlün sünnetini terkeden her milletin başına mutlaka Allah kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman o milletin elindeki-avucundakilerin bir kısmını alır.

·        5- İmamları (yâni devlet adamları) Allah'ın Kitabı ile amel etmeyip Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe Allah onların hesabını kendi aralarında görür. 56

·        56 Nesâî, c. X, s. 243-244.

Dinî Hayatta Sünnet ve Hadisin Önemi

îrbat bin Sâriye (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Abdurrahman bin Amr es-Sülemî ile Hucr bin Hucr dediler ki:

·        - Bir gün Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize namaz kıldırdı, sonra mübarek yüzünü bize çevirerek, gözleri yaşartan, kalpleri yerinden oynatan son derece güzel ve tesirli bir öğüt verdi. İçimizden bir adam dedi ki:

·        - Ey Allah'ın Resûlü! Sanki bu bize veda eden birinin öğüdü gibi geldi. Bize tavsiyen nedir? Resûlullah şöyle buyurdu:

"Size Allah'tan korkmanızı, dinleyip itâat etmenizi tavsiye ederim. Habeşî bir köle bile başınıza geçse ona itâat etmelisiniz. Çünkü benden sonra yaşayanlar bir çok ihtilaflar göreceklerdir. Onun için benim sünnetime; hidâyete ermiş, doğru yolda olan râşit halifelerin sünnetine sarılın. Ona sımsıkı sarılın, azı dişlerle ısırıp bırakmayın. Sonradan icad edilmiş (İslâm'a aykırı) işlerden uzak durun. Çünkü sonradan icad edilmiş her şey bid'attir. Her bid'at de dalâlet (sapıklıktır."

"Yakındır, bir adama benim hadisim ulaşacak ve o, kalçasının üstüne yaslanıp oturacak ve şöyle diyecek: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın Kitâbı vardır. O'nun içinde

helâl olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü haram sayarız.'1 Oysa zavallı bilmiyor ki; Allah Resûlü'nün haram kıldığı şey de Allah'ın haram kıldığı şey gibidir."

Ebû Dâvud'un rivâyetinde bu metne şu fark ilave edilmiştir:

"Dikkat edin! Bana Kitap verildi. O'nunla beraber bir o kadar olan (hadis)de verildi. Dikkat edin’."44

Cennet'e Gitmeye Vesile Olan Ameller

Muaz ibn-i Cebel (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Yâ Resûlullah beni Cennet'e dahil edecek, Cehen-nenı'den uzaklaştıracak bir amel bildir diye ricada bulundum. Bunun üzerine bana şunları söyledi:

"Dikkat et, sana hayır kapılarını gösteriyorum: Oruç (günah ve azaba karşı) bir kalkandır. Sadaka da suyun ateşi söndürdüğü gibi günahın alevini söndürür. Ve bir insanın gece ortasındaki namazı sâlih mü’minin sembolüdür.” Buyurdu. Sonra da şu âyeti okudu.

"Onlar geceleyin namaz kılmak için yataklarından kalkarlar, korkarak ve ümitvâr olarak Rablan'na yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır yollarına harcarlar. Artık işledikleri sâlih amellere karşılık onlar için göz aydınlığını (saklanan müjdeyi) hiç kimse bilmez." (Secde 16-17)

"Bilmiş ol ki, sana işin başını bildirdim. Diğerini haber veriyorum. O da cihaddır.

Şu anlattığımın hepsine sahip olmanın dönüm noktasını sana haber vereyim mi?" Buyurdu.

- Haber ver dedim.

·        - "Şunu, yâni dilini aleyhinde (bulunmaktan) men edeceksin" dedi.

·        - Yâ Nebiyyullah! Biz konuştuğumuz şeylerden dolayı gerçekten sorumlu tutulur muyuz? dedim.

·        - "Yâ Muaz! Bu işten gafletine şaşarım. Dillerin biçtikleri faydasız sözlerinden başka bir şey insanları Cehennem'e düşürür mü?" buyurdu. 545

Güzel Amellerle Âhirct Hazırlığı

İbn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:

"Ey insanlar!

Şüphesiz insanın ölüm gelmeden önceki emel ve arzuları son derece geniş ve çoktur.

Kıyamet ise amellerin dereceleri ve insanların gidecekleri yerlerin belirlendiği mahaldir.

Amel-i sâlih işleyerek Allah indinde derece ve mertebe kazanan insanlar zengin, Amal-i sâlihe tevessül etmeyenler ise gam ve keder sahibidir.

Ey insanlar!

Allah'tan başkasından bir şeyler beklemek ve başkalarına tamah etmek muhtaçlık ve züğürtlüktür. Allah'ın gayrından bir şey beklememek ise zenginlik ve gınâdır.

Allah'ın takdir ettiği ile iktifâ etmek kalbin ve nefsin rahatı için en büyük âmildir. Bu zühdî düşünce; ihtiyaç hâlinde sahibine huzur ve sükûn bahşettiği gibi, sâlih bir düşünce oluşu ile Âhiret'te de Allah tarafından taltife sebep olur.

Allah'a yemin olsun ki, Dünya'nızda geçirmiş olduğunuz zamanın benim şu cübbemdeki çizgi kadar bir değeri yok veya mevcut olan malımın saçağı kadar beni mesrûr etmiyor. Dünyanızdan bakî kalan kısımsa suyun suya olan müşâbehetinden farksızdır.

Biliniz ki, her mahlûk ve her şey tükenip yok. olmaya mahkumdur. Çünkü vukû bulması kesin olan şey vukû bulmuş kabul edilir ve ona göre hazırlık yapılır.

Öyleyse ey Ashâbım! Tabiî ve kolayca nefes alıp verirken ve gençliğiniz elde iken, ölüm de sizi sıkboğaz etmeden evvel amel-i sâlihaya başvurmakta acele edin. Çünkü bilâhare çok çok pişman olacaksınız, fakat o pişmanlık size fâide vermeyecektir.

59 Câmi'u'l-Hutâb, s. 171-172.

Hâcet Hutbesi

Abdullah ibn-i Mes‘ûd (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Allah Restılü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize Hâcet Hutbesi'ni şöyle öğretti:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'ndan yardım dileriz, O'ndan af dileriz, nefislerimizin şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. Allah kime hidâyet verirse onu saptıracak yoktur. Allah kimi de saptırmışsa onu hidâyete erdirecek yoktur. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve Resûlü olduğuna şahadet ederim.

"Ey îman edenler! adını zikrederek birbirinize talepte bulunduğunuz Allah'tan ve aranızdaki akrabalık bağlarını koparmaktan korkun. Şurası muhakkak ki Allah üzerinizde murakıptır." (Nisa 1)

"Ey îman edenler! Allah'tan hakkıyla korkun. Sakın ba Müslüman olmaktan başka (herhangi bir) şekilde ölmeyin." (Âl-i İmrân 102)

"Ey îman edenler! Allah’tan korkun ve sağlam bir söz söyleyin. Tâ ki, Allah sizin işlerinizi salâha çıkarsın ve günahlarınızı da affetsin. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur." (Ahzâb 70-71.)^°

60 Cem'u'l-Fevâid c. II, s. 233.

NOT; Abdullah ibn-i Mesud Cr.a.) şöyle diyor: Her hayır için veciz sözler ve her hayrın sonuçlarına âit en edebî konuşmalar Allah (c.c.) tarafından Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e verildi. O da bize namazın sonunda okunan teşehhüdü (ettehiyyâtü) ve nikâh akdi ile benzeri hâcetin başlangıç hutbesini öğretti. Hacet kelimesi ile yalnız nikâh akdi değil, her çeşit hayırlı ihtiyaç ve iş kastedilmiştir.

İmam Şâfi, bu hadîs-i şeriften hareket ederek: "Nikâh, satış ve diğer bütün akidlerde hutbe okumak sünnettir" der. Tekmile yazarı da bu hadisin, nikâh ve diğer önemli akidlerde anılan hutbeyi okumanın müstehablığma delâlet ettiğini zikretmektedir.

Ensâr ve Faziletleri

Ehû Said el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Huneyn'de alınan ganîmet mallarından Kureyş ve diğer Arab kabilelerine fazlaca pay ayırmıştı. Ayrılan bu fazla paya özellikle Ensâr gençleri itiraz etmiş veya serzenişte bulunmuşlardı. Bu durumu Sa'd bin Ubâde Hz. Peygamber'e iletti. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Sa'd bin Ubâde'ye emrederek Ensâr'm toplanmasını istemiş ve şu hitabede bulunmuştur:

Allah'a hamd ve senadan sonra:

"Ey Ensâr topluluğu! Bana söylemiş olduğunuz sözler ve dargınlığınızı işittim.

Ben, siz dalâlette iken yanınıza gelmedim mi? Ve size Allah doğru yolu göstermedi mi?

Siz fakirdiniz Allah sizi zengin etmedi mi? Sizler birbirinize düşmandınız Allah kalblerinizi birleştirmedi mi?" diye hitap etti. Ensâr:

·        - "Ey Allah'ın Resûlü bunlardan her biri Allah'ın ve Resûlün birer lütfudur" dediler. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara-,

·        - "Ey Ensâr! cevap vermeyecek misiniz?" dediğinde onlar:

·        - "Ey Allah'ın Elçisi ne diye cevap verelim, bunlardan her biri Allah'ın ve Resûlü'nün lütfü ve fazlıdır" dediler. Resûlullah Ensâr'a şöyle dedi:

·        - "Eğer siz isteseydiniz: Onlar Sen'i yalanladılar Biz Sen'i tasdîk ettik, onlar Sen'i hakîr gördüler Biz Sana yardım ettik, onlar Sen’i sürmüşlerdi Biz Sen'i yurdumuza yerleştirdik, Sen fakirdin biz Sana yardımda bulunduk diye cevap verebilirdiniz.

Ey Ensâr topluluğu! Sizin kalbiniz Dünya'nın önemsiz ve az nesnelerine meyletti. Ben başka kimseleri Dünya'nın önemsiz bu malı ile Müslüman olsunlar diye kalplerini İslâmiyet'e alıştırmak istedim. Sizi de Müslümanlığınıza havale ettim.

Ey Ensâr topluluğu! Başkaları koyun ve develerle yurtlarına dönerken siz Allah'ın Resûlü ile birlikte konak yerlerinize dönmeye râzı olmayacak mısınız? Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Hicret şerefi olmadığı takdirde Ensâr'dan biri olurdum. İnsanlar dağın bir yoluna, Ensâr da dağın diğer bir yoluna saptığı takdirde, ben Ensâr'm saptığı yola sapardım.

Ey Allah'ım! Ensâr'ı, onların oğullarını, oğullarının oğullarını esirge."

Ensâr ağlamaya başladı, o kadar ağladılar ki, göz yaşları sakallarını bile ıslattı ve:

- "Resûlullah'ın bizim için ayırmış olduğu paya biz memnun ve razıyız" dediler.

Tarîhi'l-Umem ve'i-Mülûk, c. III, s. 138.

NOT: İbn-i Mâce c. I, s. 282'de kayıtlı 163 numaralı hadîs-i şerifte Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem): "Kim Ensâr'ı severse Allah ta onu sever ve kim onlara buğzederse Allah ta ona buğzeder."-, 164 numaralı hadîs-i şerîfte ise: "Ensâr, şiâr (bedene en yakın iç elbise) gibidir, diğer insanlar da üst elbiseye benzerler (disâr) gibidir. Eğer insanlar bir dere veya dağ yoluna yönelip ve Ensâr da başka bir dere yoluna yönelmiş olsalardı şüphesiz Ben Ensâr'm yöneldiği dere yolundan giderim. Ve eğer Hicret (in yüce şeref ve üstün fazileti) olmasaydı muhakkak. Ben kendimi Ensâr'dan bir kişi saymış olurdum" buyurmaktadır. Nesâî bundan sonraki kısımda s. 285 yukarıdaki hutbeyi kaydetmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Ensâr ve Muhâcirîn'e Tavsiyeleri

Enes ibn-i Malik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Ey insanlar! Size Ensâr hakkında hayırlı olmanızı tavsiye ederim. Onlar Benim has cemâatim ve mahrem-i esrârımdır (Onlar sizi vaktiyle evlerinde misafir etmediler mi? Her hususta sizi nefislerine tercih etmediler mi?)

Ey insanlar! Bugün halk Medine'de günden güne çoğalmakta, halbuki Ensâr yemek içindeki tuz kadar azalmaktadır. Sizden biriniz iş başına geçer de iyilik veya kötülük edebilecek kadar nüfûz sahibi olursa, Ensâr'ın iyilerinin iyiliklerini alsın, kusurlarının da günahlarını bağışlasın.

Ashâbım! İlk Muhâcirler'e de hürmet etmenizi vasiyet ederim. Bütün Muhâcirler de birbirlerine haklı ve hayırlı olsunlar. Her iş Rabbim'in izniyle ve irâdesiyle cereyan eder. Allah'ın iznine ve irâdesine galebe etmeye çalışanlar en sonunda mağlup olurlar. Allah'ı aldatmak isteyenler de muhakkak aldanırlar.

Ey insanlar! Peygamberiniz'in irtihâlini düşünüp de telaş ettiğinizi işittim. Hangi peygamber gönderildiği ümmeti arasında ebedî kalmıştır ki Ben de sizin aranızda ebedî kalayım. Biliniz ki Ben Rabbim'e kavuşacağım ve buna Ben hepinizden daha müstehakım. Yine biliniz ki, siz de Bana kavuşacaksınız. Buluşacağımız yer de Kevser havuzunun

kenarıdır. Orada Benim'le buluşmak isteyenler ellerini ve dillerini günahlardan çeksinler.

Ey insanlar! Üsâme ibn-i Zeyd'in emâretine itiraz ettiğinizi işittim. Bundan önce babası Zeyd'in emâretine de itiraz etmiştiniz. Allah'a yemin ederim ki, Zeyd emarete nasıl lâyıksa ve Zeyd Bana nasıl en sevimli kimselerden ise, işte oğlu Üsâme de babasından sonra Bana en sevimli kimselerdendir.

Allah, Yehûd ve Nasârâ'ya lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini birer mescid edindiler."46

Cemâatle Namaz Kılmanın Önemi

Abdullah ibn-i Mesud (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Kim yarın Müslüman olarak Allah'a kavuşmaktan sevinirse şu beş vakit namazını ezan okunan yerde muhafaza etsin (edâ etsin). Çünkü bu namazlar hidâyet sünnetlerin -dendir. Ve şüphesiz Allah Peygamberiniz'e Hüdâ sünnetlerini meşru kılmıştır.

Andolsun ki; eğer her biriniz kendi evinde namaz kılmış olsaydı siz Peygamberiniz'in sünnetini terketmiş olurdunuz. Ve Peygamberiniz'in sünnetini terketmiş olsaydınız, şüphesiz dalâlete düşmüş olurdunuz.

Vallahi Ben, sizleri bilirim ki, 63 münâfıklığı mâlûm olan münâfıklardan başka hiç kimse cemâatten geri kalmazdı.

Vallahi safa girinceye kadar iki kişi arasında tutularak mescide getirileni bilirim.

Hiç kimse yoktur ki, tertemiz ve güzelce abdestini alıp mescide gider, içinde namazını kılar da attığı her adımla Allah

·        63 "Vallahi ben sizleri bilirim ki" ifadesini hadisin şârihi şöyle izah ediyor-. Vallahi Ben kendimin ve Sahabîler'in bütün namazları cemaatle kılageldiğimizi bilirim ve münâfıklıkları besbelli olan münafıklardan başka hiç kimse bu derece cemâatten geri kalmazdı.

Münâfıklık, küfrü gizlemek ve İmanlı görünmektir. Münafık da küfrünü gizleyen ve mü’min görünen kişidir.

onu bir derece yükseltmesin ve her adımla onun bir günahım affetmesin.^4

·        64 ibn-i Mâce , c. II, s. 615, hadis no. 777.

NOT: Hadiste geçen Sünen-i Hüdâ: Dini mükemmelleştirmek için devamlı olarak yapılması istenen sünnettir. Bu tür sünneti özürsüz olarak sürekli surette terketmek mekruhtur ve terkeden kişi hadiste zikredildiği gibi kınanır.

İbn-i Mâce, Kitâbu'l-Mesâcid 794 numaralı ve İbn~i Abbas'tan rivayet edilen hadîs-i şerifte Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:

"Vallahi bazı kavimler cemâatleri terketmekten ya vazgeçecekler ya da Allah onların kalplerini mühürleyecektir. Sonra da muhakkak gafillerden olacaklar."

Yalanın Fert ve Toplum Üzerindeki Tahribatı

Abdullah ibn-i Mesud (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

"Kitap ve sünnetten başka uyulması gerekli üçüncü bir şey yoktur.

Sözlerin en güzeli Allahu Tealâ'nın kelâmı ve yolların en güzeli Hz. Muhammed'in yolu ve sîretidir.

Dikkat edin! Dinde ihdas edilmek istenen şeylerden sakının. Çünkü şer işlerden biri de sonradan ihdâs edilen şeylerdir. Dinde icad edilen her şey bid'attir ve her bid'at dalâlettir.

Dikkat edin! Emel ve arzularınız uzayıp size ecelinizi unutturmasın. Aksi takdirde kalpleriniz katılaşır. Gerçekten gelici olan yakındır. Hakîkaten gelmeyecek olan şey uzak sayılır.

Dikkat edin! Şekavedi ancak o kimsedir ki; annesinin karnında iken şakîdir. Mesud adam da ancak o kimsedir ki; başkasından ibret alır.

Dikkat edin! Mü’minle döğüşmek küfür ehlinin ve ona sövmek de fâsıkların işidir. Müslüman için üç günden fazla süre ile kardeşine küs durması helâl değildir.

Dikkat edin! Yalancılıktan şiddetle kaçının, çünkü ne ciddî, ne de şaka yollu yalancılık mübah değil, Müslüman'ın

şanına yakışmaz. Sakın kimse, yerine getirmeyeceği bir şeyi çocuğuna bile vâdetmesin. Çünkü yalancılık gerçekten insanı fücûre sürükler. Fücûr ise Cehennem'e götürür. Doğruluk ta muhakkak insanı hayra yöneltir. Hayırlı işlerde Cennet'e kılavuz olur. Doğru adam için; "o doğru söyledi, hayır işledi" denilir. Yalancı kişi içinse; "o yalan söyledi, şer işledi" denir.

Dikkat edin! Kul gerçekten yalan söyleye söyleye bu hâli kendisine şiar edinir. Nihayet yalancılığı îtiyat hâline getiren bu idmanlı yalancı Allah'u Teâlâ'nın divânında "kezzâh" olarak yazılır." 65

·        65 Nesâî, c. I, s. 73, hadis no. 46.

NOT: Sünen-i Nesâî'deki bu 46 numaralı hadisin dışında, 42, 43 ve 45 numaralı hadisler de bid'atlerle ilgili olup, okunması gerekli olan hadislerdir. îrbat bin Sâriye tarafından rivayet edilen 42 numaralı hadiste şöyle deniliyor: "Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize sabah namazını kıldırdı.Sonra mübarek yüzünü bize döndürüp çok tesirli bir vaaz îrad etti.

"Müslümanın üç günden fazla süre ile din kardeşine küs durması helâl değildir." Bu hususta Sindi diyor ki: Üç günden fazla küs kalmanın haramlığı yabancılar içindir ve küsmenin dinî bir husustan dolayı olmaması şartına bağlıdır. Ev halkının te’dip ve terbiyesi için daha fazla küs kalınabilir. Nitekim Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir ara bir ay müddetle hanımlarıyla konuşmadı. Keza dinî bir konudan dolayı küs kalmak için bu süre esas değildir. Meselâ: Dine aykırı davranıştan dolayı terkedilen Müslüman, o kötülüğü terkedene kadar ona küs kalınabilir. Nitekim Tebük Savaşı'na özürsüz olarak katılmayan üç Sahabî1 elli gün süre ile Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in emri ile Sahabîler tarafından terkedildiler. Nihayet tevbeleri Allahtı Tealâ tarafından kabul edilince onlarla konuşma izni verildi.

Birisi ile konuşulduğu ve temas kurulduğu takdirde ondan dinî yönden veya Dünya bakımından zarar geleceğinden endişe duyan Müslümanın ondan uzak durması ve kaçınması âlimlerce caiz görülmüştür.

Dinden İrtidâdın Cezası

Abdullah ibn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bizim aramızda bir mev'ıze hitabesi yapmak üzere ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:

"Ey insanlar! Muhakkak sizler Allah'ın huzuruna yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız. "İlk yaradılışa nasıl başladıksa, üzerimizde hak bir va‘d olarak yine onu iade edeceğiz." Hakikatte failler biziz." (Enbiyâ 104)

Haberiniz olsun ki, Kıyamet günü mahlûkât içinde ilk olarak elbise giydirilecek kimse İbrâhim (aleyhisselâm)'dır. Şundan da haberiniz olsun ki, ümmetimden bir takım insanlar getirilecek, onlar yakalanıp sol tarafa (Cehennem tarafına) götürülürler. Hemen Ben: Ey Rabbim Onlar Benim Sahâbîlerim'dir! diye sesleneceğim de Bana: "Sen onların Sen'den sonra (dinde) neler icad ettiklerini bilmezsin" denilir. Ben de Allah'ın sâlih kulu ve peygamberi (Meryem oğlu İsâ)'nın dediği gibi Şöyle derim: "... Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde murâkıb idim. Fakat vaktaki Sen Beni (içlerinden) aldın, üstlerinde murâkıb ancak Sen kaldın ve zaten Sen her şeye hakkıyla şâhidsin. Eğer kendilerine azab edersen, şüphe yok ki onlar Sen'in kullarındır. Eğer onlara mağfiret edersen, yine şüphesiz ki mutlak galip ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da Sen'sin." (Mâide 117-118)

Bunun üzerine Bana: "Emîn ol ki Sen bunlardan ayrıldığından beri onlar ökçelerine basarak geri dönmüş, mürted-ler olmakta devam etmişlerdir" denilir.

Ravîlerden Vek’ı ile Muaz'ın hadisinde: "Sen onların Sen'den sonra neler icad eylediklerini bilmezsin denilir" şeklinde geçmektedir.

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. VIII, s. 384-385; Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, c. IX, s. 104-105, hadis no. 1374.

NOT: Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in yaşadığı dönem içerisinde Sahabîler arasında irtidâd (dinden çıkma) hâdisesi olmamıştır, bilakis Ebû Süfyan'ın Hırakl ile muhâveresini nakleden hadisinde böyle bir olayın vukû bulmadığı tasrîh edilmektedir. Ancak Hz. Muhammed'in vefatını müteakip ve Hz. Ebû Bekir devrinde Bedevî Arabların cahilane hareketleri ile yer yer irticaî hareketler meydana gelmiş ve hepsi de tenkîl edilmiştir. Bu hadiste zikredilen mürtedler daha sonra nâslara ve sahîh hadislere rağmen dindeki bazı şeyleri yok sayan veya dinde olmayan bir takım meseleleri dine idhal eden kişilerdir.

Fetih Hutbesi

Katade Sedusi (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kabe'nin kapısı önüne gelerek ayakta durduktan sonra şöyle hitap etti:

" Allah'tan başka ilâh yoktur, o birdir, şerîki ve nazîri yoktur. O vadini yerini getirdi, kuluna yardım etti, aleyhimize toplanan Arab kabilelerini yalnız O, tek başına hezimete uğrattı.

Bugünden itibaren atalardan intikal eden meziyetler ve onlarla öğünülen her şey, kan ve mal davaları ortadan kalkmış ve benim şu iki ayağım altında çiğnenmiştir. Kabe kapıcılığı ve hacılar için su tedariki bunların dışındadır.

Yanlışlıkla öldürülenler için, bilerek öldürülenlere verilen diyet (kan bedeli) ödenir. Dayak ve kamçı ile vurularak öldürülenler için kan bedeli, yavruları karnında olan kırk devedir.

Ey Kureyş topluluğu!

Yüce Allah kendinizi büyük göstererek başkalarını aşağılamayı, Câhiliyet'ten kalma meziyetleri, âbâ ve ecdâdla övünmeyi ortadan kaldırmıştır" dedi ve şu âyeti okudu:

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden halkettik. Rabbiniz'i tanımanız için sizi kavim ve kabilelere ayırdık.

Allah katında en mûteber olanınız, hayır ve takvaya en çok riâyet edeninizdir. Allah her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır." (Hucurât 13)

Ey Kureyş topluluğu ve Mekkeliler! Size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?

·        - Senden hayır bekliyoruz. Çünkü Sen şerefli, yüce, asalet sahibi kardeş ve yüce asalet sahibi kardeşin oğlusun.

Resûlullah onlara:

·        - "Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de size: Artık bugün size geçmişten dolayı tevbih ve muâhaze yoktur derim. Haydi gidiniz, hepinizi serbest bırakıyorum."

Belâzurî Mekke'nin fethinden bahsederken bu hitabeye şu ilaveyi yapıyor: "Ben size ancak kardeşim Yusuf'un sözlerini tekrarlıyorum. Bugün sizi azarlamıyorum. Allah'ın kendisi sizi yarlığasın, esirgeyen ve bağışlayan yalnız O'dur."47

Resûlullah" diye teslim etti. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) anahtarı alıp Kabe'nin açılmasını emretti. Kabe'nin duvarları suretlerle doluydu. Hz. İbrahim ve İsmail'in resimleri de vardı. Bu iki peygamber ellerindeki birer fal oku ile kısmet diliyorlardı. Buharî'nin İbn-i Abbas'tan rivayetine göre bunlar birer puttu. Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Hz. İbrahim ve İsmail'in bu resimlerine bakarak: "Allah bunları yapanları helak etsin! Allah'a yemin ederim ki bu putperestler bu iki peygamberin hiç bir zaman azıklarını ve maişetlerini böyle münker ve fena şeylerle aramadıklarını ve dilemediklerini pek iyi bilirler" buyurmuştur. Hz Ömer (r.a.) derhal bunların dışarı çıkarılmasını emretti ve Kabe putlardan temizlendi. Resûlullah içeri girdi, yanında Sahâbe'den Üsâme ibn-i Zeyd, Bilâl-i Habeşî ve Hz. Osman da vardı. Kabe'nin kapısını kapadılar ve bir müddet orada kaldılar. Sonra kapı açıldı. Bu sırada bütün Kureyş Mescîd-i Harâm'a doldu. Saf bağlandı ve haklarında Allah Resûlü'nün ne muamele edeceğini bekliyorlardı. Resûlullah kapının eşiğinde durup iki süvesini iki eliyle tuttu yalnız Kureyş'e ve Mekkeliler'e değil bütün beşeriyete hitap eden meşhur Fetih hutbesini îrad etti ve bu hutbenin sonunda ifade edildiği gibi onlara "Haydi gidin, hepinizi serbest bırakıyorum" buyuruyorlardı.

Bu bir aff-ı umumî idi. Fakat kimin kimleri affı? Kendilerini Hakk'a, adalete, hürriyete ve eşitliğe dâvet eden bir Peygamber-i Zîşân'ın irşadına karşı her türlü fenalığı irtikab eden zâlim bir kavmin affı! Bu yönüyle İslâm mütefekkirleri bu umumî affı ilan eden yukarıdaki Fetih hutbesini tahlil ederek ehemmiyetini tebarüz ettirmişlerdir.

Fransız İnkılâbı neticesinde yayınlanan "İnsan Haklan Bayannâmesi" ile "Fetih Hutbesi"nin mukâyesesini yapan batılı hukukçuların hakkı teslimle ilgili sözleri bir yana, bu beyannâmeyi hazırlayan General Lafeyette'nin o günlerde bu vazife dolayısı ile Kur’ân'ı mütâlea ettikten sonra: "Aşkolsun ey şanlı Arab, adâleti sen kurmuşsun" sözünü okuyuculara hatırlatmak isterim.

Bilgi, Hikmet ve Mevkî Kimlere Verilmeli

Ebû Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:

"Ey insanlar!

Hikmet ve bilgiyi ehil olmayan insanlardan başkasına vermeyin (şayet karakter ve tiyneti bozuk insanlara verirseniz hikmete veya bilgiye) zulmetmiş olursunuz. Ehil olan kişilerden de hikmeti menedecek olursanız (bu defa da hikmeti ve bilgiyi almaya lâyık, dürüst ve faziletli insanlara) zulmedersiniz.

Siz mü’min olan zâlime mukâvemette bulunmayın, onların yaptıkları kötülüklere misliyle karşılık vermeyin, onları affedin, bağışlayın, çünkü fazilet affetmektedir. Aksi takdirde; kazandığınız iyi hal ve fazlınızı kaybedersiniz.

Ey insanlar!

İbâdetinizi insanlara göstermek suretiyle riyakar olmayınız ki, amellerinizin karşılığı bâtıl olmasın. Kazançlarınızdan ve mallarınızdan ihtiyaç sahibi olan insanlara vermek hususunda cimrilik yapmayın ki, hayrınız (malınız) azalıp eksilmesin.

Ey insanlar!

İşler (yâni fiil ve hareketler, emir ve nehiyler) üç kısımdır:

Bunlardan biri: Doğruluğu apaçık ayan-beyan olanlardır. Ona mutlaka tâbi olunuz ve uyunuz.

İkincisi: Kötülüğü ve doğru olmadığı açıkça belli olan şeyler. Onlardan da şiddetle kaçınınız.

Üçüncüsü ise: Sizin için şüpheli olan ve doğruluğu ve yanlışlığından endişe ettiğiniz şeylerdir. Onları da Allah'a havale ediniz.

Ey insanlar!

Ben size güzel ve iyi olan iki ameli haber vereyim mi? Onların zahmeti az fakat, ecir ve mükâfatı çoktur. Onların kişiye temin ettiği sevap ve ecirin misliyle bir başka kulun Allah'a kavuşması mümkün değildir.

Bunlardan birincisi; lüzumsuz şeyleri konuşmamak ve sükût etmek, İkincisi de; güzel huy ve ahlâk sahibi olmaktır. "68

6® Câmi'u'l-Hutâb, s. 100-102.

Haram ve Helâl Arasında Şüpheli Olan Şeylerden Sakınmak

Nu'man bin Beşir (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Ben Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in şu buyruğunu işittim:

"Helâl olan şeyler bellidir. Haram olan şeyler de bellidir. Helâl ile haram arasında da helâl mi? haram mı? olduğunu çok kimsenin bilmediği bir takım şüpheli şeyler vardır. Bu itibarla kim şüpheli şeylerden sakınırsa, dinini noksanlıktan, ırzını, şeref ve haysiyetini halkın dilinden kurtarmış olur.

Şüpheli şeylere dalan kimse de; koru etrafında (davarlarını) otlatıp koru içinde otlaması an meselesi olan çoban gibidir.

Dikkat ediniz! Allah'ın yeryüzündeki korusu da haram ettiği şeylerdir. Dikkat ediniz, haberiniz olsun! İnsanın vücudunda bir lokmacık et parçası vardır ki, o iyi olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O bozulduğu zaman bütün ceset bozulur. Bilmiş olunuz ki o et parçası kalptir.48

Şüpheli şeylere dalan bir kimsenin harama girmesi tehlikesini Hz. Muhammed yukarıdaki konuşmasında bir örnekle belirtmiştir.

Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha sonra kalbin önemini beyan ederek korunmasını istemiş ve insan cesedinin bütün organlarının düzelmesinin ancak kalbin düzelmesi ile mümkün olduğunu, kalbin bozulması ile cesedin kalan organlarının da bozulacağını açıklamıştır. Çünkü kalp, cesedin hükümdarı gibidir. Bütün organlar ondan direktif alırlar. îman merkezi olan kalp kötülüklerden arındırıldığı ve Allah'ın zikriyle meşgul edildiği takdirde, ondan direktif alan cesedin bütün organları Allah'a itaat eder.

El-Harîs Kabilesi ne Öğretmen Olarak Gönderilen Anır ibn-i Hazm (r.a.)'a Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Tavsiyeleri

Abdullah ibn-i Ebû Bekir (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) öğretmen ve maliye memuru olarak Ensâr'ın Benî Neccâr kolundan Amr ibn-i Hazm'i Benî el-Hâris Kabîlesi'ne gönderdi. Amr ibn-i Hazm'a görev yaptığı sürece dikkat etmesi gereken hususlarla ilgili besmele-i şerîfe ile başlayan bir de mektup vermişti, bu mektubunda şöyle demektedir:

"Bütün işlerinde Allah'tan sakınarak hareket et. Çünkü Allah kendisinden sakınan, hayır ve iyiliklerde bulunanlarla birliktedir. Allah nasıl emretti ise hak ve hukûka o şekilde riâyet ederek iş gör, insanlara hayrı müjdele ve hayırlı işleri emret. Ahaliye Kur’ân ve İslâm Dini'nin kaidelerini öğret, kötülüklerden uzak durmalarını emret. Temiz olmayan kimse Kur’ân'ı eline almasın.

Ahaliye leh ve aleyhlerinde olan emir ve hükümleri anlat, hak ve doğruluk hususunda söz söylerken mülayim ol, zulüm hakkında söz söylerken şiddetli davran, çünkü Allah (c.c.) zulümden iğrenir ve zulmü yasak eder. Allahtı Zü'l-Celâl Kitâbı'nda zâlimlere lânet okumuştur. İnsanlara Cennet'i müjdelemeli ve Cennet'e götüren hayırlı işleri öğretmeli. Cehennem ateşi ile korkutmalı ve cezaya sebep olan kötü işleri anlatmalı.

İnsanlar alışmcaya kadar dinin kaidelerini ve hac amellerini, farz ve sünnetleri, Allah'ın hacc-ı ekber ile umreden ibaret olan küçük hac hakkındaki emirlerini iyice bildirmelidir.

Elbise vücudun enseye kadar olan kısmım örtmelidir. Kısa, küçük elbise giyerek; mahrem olan mahalleri açık bulundurmak suretiyle tek bir giyime bürünerek namaz kılmaktan menederim. Saçları enseye kadar uzadığı takdirde kimse saçını örmesin.

Kabîle ve insanlar arasında kargaşa, fesat ve fitneler baş gösterdiği vakitlerde kabîle ve aşiretlere başvurarak onlara yalvarmaktan sizi menederirm çünkü yalvarma tek ve ortağı olmayan Allah'a yapılır ve bu hususta O'na başvurmalı, O'na yalvarmalıdır. Herhangi bir kabîle veya şahıs Allah'a yalvarma ve O'na duâ etmeden başkalarına yalvarırsa onları kılıçlarınızla te’dip ediniz ki Allah'tan başkasına yalvarılmayacağım bilsinler.

Müslüman'a mükemmel bir sûrette abdest almayı, yüzü dirseklere kadar, iki eli ve yumru kemiklerine kadar iki ayağı iyice yıkamayı, ulu olan Allah'ın emrettiği gibi başlarına mess yapmayı öğretmeli.

Allahu Zü'l-Celâl namazların vaktinde kılınmasını, mükemmel bir surette rükû edilmesini, namazların huşû içerisinde kalpten Allah'a yalvararak kılınmasını, sabah namazlarının sabah karanlığında, öğle namazlarının Güneş zevalden meyledinceye kadar, ikindi namazının Güneş yeryüzüne doğru arkasını çevirdiği vakit, akşam namazının akşam karanlığında ve gökte yıldızlar gözükmeden önce, yatsı namazının gecenin evvelinde kılınmasını, ezan okunduğunda cuma namazında hazır bulunulmasını, cumaya gitmeden önce bütün vücudun yıkanmasını emretti.49

Zorluklar Güçlü îmanla Aşılır

Enes ibn-i Mâlik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den işittim. O şöyle buyurdu:

"Ey Müslümanlar topluluğu!

Gelmesi ciddî ve katî olan ölüme hazır olunuz. Sefer hazırlığınızı yapınız. Çünkü göç yakın, yolunuz da oldukça uzaktır. Siz sarp ve güç bir yokuşun başındasmız. Yükünüzü hafif tutun. Onu ancak hafif bir yükle aşabilirsiniz. Tevbe ve istiğfar ederek yükünüzü hafifletiniz.

Ey insanlar!

Kıyametten önce, içerisinde yaşadığınız zamanda sorgu ve suâl meleklerinin şiddetli suâline benzer korkunç, tehlikesi büyük, çetin ve zor günlerle karşı karşıya kalıp, zamâne insanlarıyla yüz yüze geleceksiniz. O gün zâlimler, hak ve hukuk tanımayan insanlar bol bol mal ve mülk edinecekler, Allah'ın emirlerini hiçe sayan, sapık ve günahkar, fısk u fücûr sahipleri de baş köşeye ve koltuklarına yerleşecekler.

Ey insanlar!

İşte böyle bir zaman için güçlü bir îman hazırlamaya gayret ediniz. Ve siz mevcut îmanınızı azı dişlerinizle sımsıkı, bırakmamak üzere yakalayıp tutunuz. îmanınızı muhafaza

için amel-i sâlih işleyerek Allah'a iltica ediniz ve O'na sığınınız.

Nefislerinize ağır gelen salât, sıyâm ve infâk gibi şeylerle onu terbiye ederek güç ve takatinizi artırınız. Nîmetlerin en büyüğü olan îman gibi bir nîmeti Rabbiniz size ihsan ettiği için siz de ihsanda bulunarak her türlü güçlük ve zorluğa karşı mütemekkin ve sabırlı olunuz ki; Âhiret'te Allah'ın îman ve ihsanına vâsıl olasınız."50

Câhiliye Devri'ne Ait Her Şey Lağvedilmiştir

Ebû Bekir (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:

"Ey insanlar!

Câhiliyet'e ait her şeyi çiğniyorum.

Câhiliyet'e ait kan davaları kâmilen mülgâdır. İlgâ edilen ilk kan davası Rebîat'ibn-i Hâris'in kan davasıdır.

Câhiliyet'in ribâsı mülgadır. İlgâ ettiğim ilk ribâ Abdulmuttalib'in oğlu Abbas'ın ribâsıdır.

Kadınlar hakkında Allah'tan korkunuz. Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır. Onların da sizin üzerinde hakları vardır.

Sizin kanlarınız ve mallarınız, Allahmız'a mülâki olduğunuz zaman bugün nasıl mukaddes bir gün ise, bu ay nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehir nasıl mukaddes bir şehir ise öylece mukaddestir.

Size öyle bir şey bırakıyorum ki; ona sımsıkı sarıldıkça dalâlete asla sapmazsınız. Bu da Kitâbullah'tır.

Cenâb-ı Hakk her hak sahibinin hakkını vermiştir. Onun için vârisler için vasiyyete lüzum yoktur.

Erkek çocuk kimin yatağında doğmuşsa ona aittir. Zanîlerin istihkak kesbettiği şey taşdır. Bunların hesabı Allah'a aittir.

Babasından başkasına ait olduğunu iddia eden ve efendilerinden başkasına intisâb eden köleler Allah'ın lânetini kazanırlar.

Bir kadının, kocasının izni olmadıkça onun malından bir şeyi başkasına vermesi câiz değildir. Borç edâ olunur. Ödünç alınan şey iâde edilir. Hediyeler hediyelerle mukabele olunur. Başkasına kefil olan kişi mesuliyeti üzerine alır."

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunları söyledikten sonra dinleyenlere şunu sordu:

-"Size beni soracaklar, ne diyeceksiniz?"

Sahâbe-i Kirâm:

-"Allah'ın gönderdiklerini tebliğ ettin, vazifeni yaptın" diyeceğiz.

Allah'ın Resûlü şahâdet parmağını kaldırarak: "Şâhid ol yâ Rabbi, Şâhid ol yâ Rabbi, Şâhid ol yâ Rabbi" dedi.

Tam bu sırada Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) peygamberliğinin ve risâletinin son bulduğunu ilan ediyorken: "Bugün size dininizi ikmâl ettim. Size ibsân ettiğim nimetleri tamamladım. Müslümanlığın dininiz olmasını kabul ettim." (Mâide 3) âyeti nâzil oldu.51

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Kadınlarla İlgili Tavsiyeleri

Amr b. el-Ahvas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Vedâ Haccı'nda Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile bulundum, Allah'a hamd ü senâ etti, hatırlattı ve öğüt verdi, sonra da şöyle dedi:

·        - "Bu çok kutsal gün hangi gündür?"

·        - "Hacc-ı ekber günüdür" dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu:

"Sizin kanlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız size tıpkı bu gününüz gibi haramdır. Bu beldeniz gibi, bu ayınız gibi haramdır.

Dikkat edin! Cinayet işleyen kendi aleyhine cinayet işlemiş olur. Dikkat edin! Baba çocuğuna karşı cinayet işlemesin, çocuk da babasına karşı cinâyet işlemesin. Dikkat edin! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir. Müslüman kardeşinin hiç bir şeyi, kendiliğinden helâl etmedikçe diğer Müslüman'a helâl olmaz.

Dikkat edin! Câhiliyet'te işlenen her türlü kan dâvası kaldırılmıştır. Câhiliyet'te irtikâb edilen kanlardan ilk kaldırdığım kan (dâvası), Abdulmuttalib oğlu el-Hâris'in kanıdır.

Dikkat edin! Kadınlara iyi davranın, onlar sizin yanınızda birer emânettirler. Onlarda bundan başka bir

hakkınız yoktur. Ama açık bir kabahat irtikâb ederlerse yataklarınızı ayırın, aşırı olmaksızın te’dib edin. Size itaat ederlerse, onların aleyhine (boşamak gibi) başka bir yol aramayın.

Dikkat edin! Sizin kadınlarınızın üzerinde haklarınız vardır. Kadınlarınızın da sizin üzerinizde hakları vardır.

Sizin kadınlar üzerinde bulunan hakkınıza gelince; yataklarınızı hoşlanmadığınız kimselere çiğnetmemeleri ve evinize girmesinden hoşlanmadığınız kimselere izin vermemeleridir.

Onların sizin üzerinizdeki haklarına gelince; giyimlerinde ve yemelerinde onlara son derece iyi davranmanızdır.

Dikkat edin! Bu beldenizde şeytan kendisine tapıl-maktan umudunu kesmiştir. Ne var ki, sizin küçümsediğiniz bazı amel ve davranışlarınızda, onun hoşnut olacağı itâatler bulunabilir.52

Vedâ Hutbesi

Allah'a hamd ve senâlar olsun. O'nu över, O'nun yardımını diler, O'nun affını isteriz. Ve biz O'na döneceğiz; ve nefislerimizin hatalarından, fiillerimizin kötülüklerinden bizi muhafaza eylemesini O'ndan dileriz. Allah'ın hidâyete erdirdiğini kimse dalâlete düşüremez; O'nun dalâlete düşürdüğüne de kimse hidâyet edemez. Allah'tan baka hiç bir ilâh bulunmadığını tasdîk ederim ve yine tasdîk ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resûlü'dür.

Ey Allah'ın kulları! Size Allah'tan korkmanızı emrederim. Ve sizi, O'na itâat etmeye dâvet ederim. Böylece en iyi olanla başlıyorum.

O halde ey insanlar! Beni dinleyiniz, size açıklıyorum. Belki bu seneden sonra buraya ebediyen bir daha gelemeyeceğim.

Ey insanlar! Şüphesiz, bu ayda, bu (kutsal, haram) bölgede, bugünün tecâvüzden mâsun olduğu gibi; kanlarınız, mülkleriniz ve nâmuslarınız da Rabbiniz'in huzuruna çıkıncaya kadar tecâvüzden mâsundur. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!

Kim bir emânet kabul etmişse emâneti kendisine teslim edene iâde etsin.

Ve Câhiliyet Devri'nin faizi kaldırılmıştır, fakat sermayenizin aslında hakkınız vardır; Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emri ile faizcilik artık yasaktır. Ve kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas ibn-i Abdulmuttalib'in fâizidir.

Ve Câhiliyet Devri'nin kan dâvaları da kaldırılmıştır. Ve kaldırdığım ilk kan dâvası (yeğenim) Amr İbn-i Râbia İbnü'l-Haris İbn-i Abdulmuttalib'in kan dâvasıdır. (Bir oğlu öldürülmüş idi.)

Ve Câhiliyet Devri'nden kalma vazifeler lağvedilmiştir. (Kâbe'nin) muhafasa(sı) ve (hacılara) su verme bundan müstesnâdır.

Ve kasdî olarak cinâyet işleme kısasla cezalandırılacaktır. Ve değnek veya sopa ile işlenip de kasdî görülmeyen cinâyet (kan bedeli olarak) yüz deve ile ödenecektir. Bundan fazlasını isteyen Câhiliyet Devri'nin adamı gibidir. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!

Ey insanlar! Hakîkat, Şeytan sizin topraklarınızda tapınılmaktan ümidini kesmiştir; fakat o başka şeylerde, ehemmiyetsiz telakkî ettiğiniz işlerde itaat olunmaktan bahtiyarlık duyacaktır. O halde, dininiz için ondan kendinizi koruyunuz.

Ey insanlar! Hakîkat (Allah'ın sulh aylarının ortasına kutsal olmayan bir) ay ilavesi kâfirlerin bir katmasıdır; küfre sapanlar bu ilaveyle sapmışlardır. Onlar bu ayı bir sene helâl, bir sene haram telakki ederler. Bu Allah'ın takdis ettiği (ayları) zahiren takip etmek içindir. Onlar, Allah'ın helâl ettiğini haram, haram ettiğini helâl ederler. Ve şüphesiz zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı gündeki hâline dönmüştür (katma aylı ve katmasız aylı sene mutabakat arzetmektedir) ve filhakika, Allah'ın Kitâbı'nda gökleri ve yeri yarattığı günde, Allah indinde ayların sayısı onikidir. Bu oniki aydan dördü kutsaldır (haramdır), bunların üçü ard arda, biri ayrıdır: Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Şaban ile Cumâda arasında bulunan Müdaroğulları'nm Receb ayı. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!

. Ey insanlar! Kadınlarınıza gelince; onların sizin üzerinizde hakları ve sizin de onlar üzerinde hakkınız vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, siz hariç hiç kimseyi yatağınıza bırakmamaları, sizin izniniz hâricinde sevmediğiniz hiç kimsenin evinize girmesine müsâde etmemeleri ve kötü münâsebetlerde bulunmamalarıdır. Şayet onlar bunu yaparlarsa, şüphesiz Allah sizin onları uzaklaştırmanıza, yataklarınızı ayırmanıza ve çok şiddetli olmayarak onları dövmenize müsâde etmiştir. Onlar bundan çekinip size itâat ettikçe onlara güzel bir şekilde yiyecek ve giyecek temin etmek sizin vazifenizdir. Ve kadınlara en iyi bir şekilde muamele ediniz. Zîra, şüphesiz onlar sizin yardımcılarınızdır ve kendiliklerinden bir şey yapamazlar. Ve şüphesiz siz onları Allah'ın bir emâneti olarak aldınız. Allah'ın adıyla onlara yaklaşmanız size helâl edilmiştir. O halde kadınlarla ilgili olarak Allah'tan korkunuz ve onlara en iyi şekilde muamele ediniz. Tebliğ edebildim mi? Şâhid ol yâ Rab!

Ey insanlar! Hakikat mü’minler kardeştirler. Ve bir kardeşin mülkünde kendi arzusu ile olmadıkça başkasının hakkı yoktur. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!

Benim vefatımdan sonra birbirlerinizin boynunu vurarak kâfirlerden olmayın. Ve hakikat ben size dalâlete düşmemeniz için Allah'ın Kitâbı'nı ve Peygamber'in sünnetini bırakıyorum. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!

Ey insanlar! Şüphesiz Rabbiniz birdir. Atanız da birdir. Hepiniz Âdem'in çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah indinde en liyâkatti olanınız (O'ndan) en çok korkanınızdır. Ve hiç bir Arab'ın Arab olmayan biri üzerine, takvâ hariç hiç bir üstünlüğü yoktur. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!

Kalabalığın "evet" diye haykırması üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ilave etti: Burada bulunanlar bulunmayanlara (bu tebliği) bildirsinler.

Ey insanlar! Şüphesiz Allah her vâris için mirastaki hissesini tespit etmiştir. O halde bir vâris lehine (mahfûz hissesinden fazla olarak) bir vasiyet yapmaya müsâde yoktur. Ve bir yabancı lehine yapılacak bir vasiyet (mirasın bütününün) üçte birini aşamaz. Ve evlad yatağa (anneye) aittir. Zinâ işleyen erkeğin cezası recmdir. Kim kendisini babasından başkasına nispet (ederse) ve kim kendi hamilerinden (Mevlâsmdan) başka bir himâye ararsa, Allah'ın, meleklerin ve bütün beşerin laneti onun üzerine olsun. Ondan (Âhiret gününde) hiç bir ödeme ve karşılık (necat fidyesi) alınmayacaktır.

Selâm üzerinize olsun.53

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Sahâbe'den Helâllik İstemesi

Fazl ibn-i Abbas (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.

Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:

"Ey Müslümanlar!

Kendisinden başka bir mâbud olmayan Allah'ı över ve O'nu rnedh u senâ ederim. Aranızda bazılarının benim üzerimde hakkı olabilir. Aranızdan birinin arkasını kamçıladı isem, işte arkam, benden öcünü alsın. Birinizin nâmus ve şerefine dokundu isem, işte nâmusum, benden kısasını alsın. Biliniz ki; husâmet ve düşmanlık benim işim ve karakterim değildir.

Biliniz ki benim nazarımda en sevgiliniz, hakkı varsa benden hakkını isteyendir. Yahut Rabbim'e kavuşmadan önce hakkını helâl edeninizdir. Ben ancak bu takdirde kalbim hoş olduğu halda Rabbim'e kavuşacağım. Fakat bu sözlerimi yalnız bir defa söylemekle kanaatlenmeyeceğimi görüyorum. Size bu sözlerimi defalarca söylemem gerekecektir."

Hz. Fazl (r.a.): Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sözleri söyledi ve minberden indi, öğle namazını kıldık, sonra tekrar minbere çıktı, husûmet ve düşmanlığın kendisinin karakteri olmadığını bir defa daha tekrar ettikten sonra biri ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın elçisi, benim senden üç dirhem alacağım var" dedi.

Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Fazl'a "Onu öde" dedi ve sonra şöyle devam etti:

"Ey insanlar!

Herhangi birinizin üzerinde geçmiş bir hakkı varsa onu ödesin."

- Sonra Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) oturdu ve-,

"Ey Müslümanlar! Aranızda herhangi birinizin nefsi, yasak olan herhangi bir kötülüğe meyletti ve onu işledi ise kendisinin levmolunacağından korkmasın, onu ayağa kalkıp söylesin, onun hakkında hayır duada bulunacağım."

Bunun üzerine cemâat içerisinden hata eden ve suç işleyenler ayağa kalkıp suçlarını birer ikişer itiraf ettiler ve Resûlullah da onların bağışlanması için yol gösterdi ve onlara duâ etti.54

66

i                Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Kendi Teçhiz ve Tekvini ile İlgili

K                                   Hitâbesi

Abdullah ibn-i Mesûd (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.

Sevgili Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize kendi ölüm haberini, ölmeden önce altı şeyle verdi. Bizi Aişe'nin evinde topladı, bizlere şöyle bir baktı, gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu:

"Merhaba size! Allah sizi yaşatsın ve korusun. Sizi

•            barındırıp yardım etsin. Allah sizin derecenizi yükseltsin.

h ‘             Allah size hidâyet etsin. Allah sizi rızıklandırsm, sizi başarıya

t             erdirsin. Allah sizi selamete erdirsin. Size Allah'ın takvasını

ı:

! i'              tavsiye ediyorum, Allah da size onu tavsiye etmiştir, onu size

’ı:

emânet etmiştir. Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a

\           karşı kulları ve ülkeleri hususunda baş kaldırmayın, çünkü

f ’           Allah, hem size, hem bana hitâben şöyle buyurdu: "Bu Âhiret

yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu istemeyen kimselere veririz, sonuç Allah'a karşı gelmekten sakınanlarındır" (Kasas 83). Ve yine şöyle buyurmuştur: "Cehennemde böbürlenenler için yer yok mudur?" (Zümer 60). r             "Haydi bakalım içinde ebedî kalacağınız Cehennem’in

ı,              kapılarından oraya girin, o gün kendilerini boş yere büyüklük

J ■            duygusuna kaptırmış olanların durumu gerçekten ne kötü

olacak" (Nahl 29).

J 1                   Sonra şöyle buyurdu: "Ecel yaklaştı, böylece Allah'a,

|               Sidre-i Müntehâ'ya, Cennetü'l-Me’vâ'ya, Ke’s-i Evfâ'ya, Rafîk-i

! >

A'lâ'ya gidiş de yaklaştı." -Sanırım ravî şöyle dedi- dedik ki: "Ey Allah'ın Resûlü! Öyleyse seni kim yıkayacak?"

·        - "Ehl-i Beytim'in erkekleri yakınlık derecelerine göre yıkasınlar."

·        - "Peki seni ne içinde kefenleyelim?"

·        - "İsterseniz şu giydiğim elbise, isterseniz Yemen yapımı ya da Mısır yapımı beyaz bir elbise içinde kefenlersiniz."

·        - "Peki senin namazını içimizden kim kıldırsın?" (bunu söylerken ağladık), O da ağladı ve dedi ki:

·        - Yavaş olun! Allah sizi bağışlasın, Peygamberiniz'den yana sizleri hayır ile mükâfatlandırsın. Beni yıkayıp bu kabrimde, bu evimdeki bu döşeğime koyduğunuz zaman, biraz yanımdan çıkıp uzaklaşın. Çünkü; benim ilk namazımı kılacak olan, dostum ve yanımdan ayrılmayan Cibril'dir, sonra Mikâil, sonra İsrafil, sonra da ordularıyla ölüm meleği, sonra tüm melekler, sonra yanıma dalga dalga girip namazımı kılın ve Bana selam verin.

Mâtemci tutup da ağlatarak beni rahatsız etmeyin. Haykırarak çığlık atan kadınları da uzaklaştırın. Önce namazımı Ehl-i Beytim'in erkekleri kılsın, sonra siz kılın. Ruhlarınıza benden selam okuyun, kardeşlerimden burada bulunmayanlara da selamımı söyleyin. Sizinle beraber dininize girenlere de selamımı söyleyin. Sizi şâhid gösteririm ki, ben de O'na ve dinimde bana uyan her kimseye

bugünümden başlayarak Kıyamet gününe kadar selam ederim." Dedik ki:

·        - "İçimizden seni kabre kim indirecek?"

·        - "Ehl-i Beytim'den birtakım adamlarla, sizi görüpte sizin kendilerini göremediğiniz melekler." 7f>

76 Cem'u'l-Fevâid, c. I, s. 366; Tarîhi'l-Ümem ve'l-Mülûk, c. III, s. 192-193.

III. BÖLÜM

PEYGAMBERİMİZ (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'İN KOMŞU ÜLKE DEVLET BAŞKANLARINI İSLÂM'A DÂVETİ

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Şarkî Roma İmparatoru Hıraklıyus'a Gönderdiği Mektup

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Şarkî Roma İmparatoru Hıraklıyus'a hitaben yazılan mektubunu Dihye ibn-i Halîfe eliyle gönderdi. Peygamber'in hususî sahâbîlerinden olan Dihye Ashâb'ın en güzeli ve en kibar bir sîmâsı idi. Rivayete göre Dihye Şam'a vardığında bütün evlerden herkes çıkıp bu necîb çehreyi görmeğe koşmuşlardı. Dihye adında Ashâb arasında başka bir kimse de yoktu. Bâzı defa Cibrîl, Resûlullah'ın huzuruna Dihye süreline temessül ederek gelirdi. Bununla beraber Dihye Bedir'den sonraki gazaların hepsinde bulunmuş ve yüksek hizmetler görmüştür.55 Bu cihetle Roma İmparatorluğu gibi o devrin muazzam bir devletinin reîsine böyle necîb ve kibar bir sîmânm gönderilmesinde son derece yüksek bir hüsn ü intihâb (güzel seçim) vardır.

Dihyetü'l-Kelbî vâsıtasıyla gönderilen dâvetnâme sûreti ve bu Peygamber mektubu üzerine Kayser Hıraklıyus -Peygamberimizin âilesi, şahsî hayatı, ötedenberi kavmiyle münâsebeti, kendisine îman edenlerin İçtimaî vaziyetleri, teblîğ ettiği dinin esas umdeleri, muhâlifleriyle mütekabil

vaziyetleri gibi hususlar hakkında- devlet erkânı huzûrunda Ebû Sufyân ibn-i Harb'den bilgi aldı.56

Bu derin incelemelerden ve aldığı müsbet cevablardan sonra Kayser Ebû Sufyân'a:

- Eğer bu cevabların doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklara yakın bir zamanda o zât mâlik olacaktır. Esâsen ben bu peygamberin zuhûr edeceğini çok iyi bilirdim. Yalnız O'nun sizin aranızdan çıkacağını sanmazdım. Eğer O!nun yanına varabileceğimi bilsem O'na mülâkî olmak için her zahmete katlanırdım. Yanında bulunsaydım ayaklarını yıkar, O'na hizmet ederdim.57 58

Bundan sonra Hıraklıyus, Dihye ile gönderilen Peygamber mektubunu istedi. Dihye de Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in mektubunu sundu. Dâvetnâmenin meâli şöyledir:

"Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın kulu ve Peygamberi Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den Rûm’un büyüğü Hırakl'e.

Hidâyet yoluna uyanlara selâm olsun. Bu temenniden sonra: Ey Rûm milletinin ulusu, seni İslâm câmiasma ve Müslümanlığa dâvet ediyorum. Müslüman ol ki selâmette bulunasın, Müslüman ol ki Allah ecrini iki kat versin.58 Eğer bu dâvetimi kabul etmezsen Hırisiyan çiftçilerin günâhı boynuna olsun. Ey Ehl-i Kitâb, bizimle sizin aranızda müsâvî ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz, birleşelim, Allah'tan başkasına ibâdet etmiyelim ve O'na hiç bir şeyi şerik koşmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer Ehl-i Kitâb bu dâvetten yüz çevirirlerse ey Müslümanlar, siz de onlara: "şâhid olunuz biz Müslümanız" deyiniz."

Ebû Sufyân der ki: Hırakl bu sözleri dedikten ve mektubu okutmasını bitirdikten sonra yanında gürültüler çoğaldı ve sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. Bunun üzerine ben arkadaşlarıma dedim ki:

-İbn-i Ebî Kebşe'nin59 (yâni Resûlullah'ın) işi büyüdü. Benû Asfar hükümdarı bile ondan korkuyor. Artık Resûlullah'ın gâlib geleceğine Cenâb-ı Hakk gönlüme İslâm sevgisini koyuncaya kadar kanâatim devâm etti.60

68

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in İran Kisrâsına Gönderdiği Mektup

Abdullah ibn-i Huzâfe (r.a.) Benû Sehm'den ve Kureyş eşrafından olup Habeşistan'a hicret eden ilk Müslüman-lar'dandır. Bedir Muhârebesi'nde de bulunmuştur. Bu cihetle İran Sefâreti'ne de bu zât bir mektupla gönderilmiştir.

Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in davet mektubu şöyledir-,

"Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın kulu ve Peygamberi Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den Fars'ın ulusu Kisrâ'ya.

Doğru yola gidenlere, Allah 'a ve Resûlüne îman edenlere, bir Allah’tan başka hiç bir ma’bûd olmayıp O’nun şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve Peygamberi olduğuna şahadet edenlere selâm olsun. Ey Kisrâ, seni Allah dini Müslümanlığa davet ediyorum. Çünkü Ben bütün insanlara Peygamber gönderildim: Hayatta olanları inzâr eylemek ve kâfirler üzerinde ihkâk-ı hakk etmek için. Ey Kisrâ, Müslüman ol ki selâmete eresin. Olmazsan Mecusî kavminin günâhı boynuna olsun ".

Abdullah ibn-i Abbâs (r.a.) şöyle haber vermiştir. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir mektubunu kisrâya gönderdi ve mektubu götüren Abdullah ibn-i Huzâfe'ye mektubu Bahreyn'in büyük emîrine61 vermesini emredip, emîr, Kisrâ'ya gönderir, buyurdu. Bahreyn emîri vâsıtasıyle Peygamber'in davetnamesi Kisrâ'ya verilip de okuyunca (bu küstah) Kisrâ, Resûlullah'm mektubunu yırttı attı. Resûlullah'a bu haber erişince Kisrâ'nın mülkünün tamâmiyle parçalanmasına duâ buyurdu (ve öyle oldu).62

69

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Habeşistan Necâşîsi Ashame'ye Gönderdiği Mektup

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Amr ibn-i Umeyye vâsıtasıyla bir dâvetnâme de Habeşistan Necâşîsi Ashame'ye gönderdi. Amr, Ashâb'm bahâdırlarındandı. Damrî nisbetiyle meşhûr olan Abdi Menâtoğulları'ndan idi. Resûlullah'm davetnamesinin tercemesi şöyledir:

"B ismillâh irrahmânirrah îm.

Allah'ın Peygamberi Muhammed'den Habeşe Meliki Necâşî'ye

Ey Melik! Müslüman olmanı dilerim. Ben senin nâmına -Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min, Müheymin (ulu sıfatlarını hâiz) olan- Allah 'a hamd ü senâ ederim ve şahâdet ederim ki: îsâ ibn-i Meryem, Allah'ın rûhu ve kelimesidir. Allah, o kelimeyi (ki Isâ'ya vücûd veren "Ol" hitâbıdır) ve o rûhu -çok temiz ve afif olan ve Dünya hayâtından tamâmiyle çekilmiş bulunan-Meryem'e nejhetti. Ve bu sûretle: Meryem îsâ'ya hâmil oldu ve böylece Allah ruhiyle ve nefiriyle îsâ'yı yarattı. Nasıl ki Âdem'i de Allah kudret eliyle (ve bir hârika olarak) yaratmıştı. Ey Melik, seni eşi ve ortağı olmayan bir Allah'a îmana ve O'na ibâdete ve Bana mutâbaate Allah cânibinden gelen şeylere îmana dâvet ediyorum. Çünkü Ben Allah’ın bunları teblîğe memûr Resûlü'yüm, seni ve askerini Azîz ve Celîl olan Allah'a dâvet ediyorum, şimdi ben size (İslâm umdelerini) teblîğ ettim ve nasîhat eyledim, siz de nasihatimi kabûl ediniz. Doğru yola gidenlere selâm olsun

Amr ibn-i Umeyye bu sefâret vazifesini pek güzel îfâ etmiştir, ibn-i İshâk'm rivayetine göre bu zât Habeşistan’a varıp mektubu Necâşî Ashame’ye verdikten sonra şu hitabede bulunmuştur:

-Muhterem Necâşî Ashame! Bana düşen vazîfe vaziyeti söylemek, cevâbınızı da lütfen dinlemek. Senin bize karşı gösterdiğin rikkat ve şefkat derecesinde bizim de size samimî güvenimiz vardır. Biz cenâbmızdan ne gûna hayır ümîd ettikse, muhakkak ona nail olduk. Hiç bir veçhile endişelenmedik, dâima emîn bulunduk. Biz senin lisânından şu emniyet hüccetini almıştık: "Bizimle sizin aranızda İncil reddolunmaz bir şâhid, zulüm etmez, âdil bir hâkim olsun". Bu defa Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) etraftaki devletlere birer sefir gönderdi. Beni de cenâbmıza. Fakat ben onların ummadıkları hüsn ü kabûlü sizden umarak ve onların korktukları sûi muâmele ihtimâlinden emîn olarak geldim. Geçmiş hayra istinâd ve müstakbel ecir ve mükâfâta intizâr ederek huzûru-nuzda bulunuyorum".

Necâşî, Amrîn bu nutkuna karşı şöyle mukabele etti: -Muhterem sefir! Allah’ı şâhid tutarım ki Hazreti Muhammed, Ehl-i Kitâb’m intizâr ettiği Ümmî Nebî’dir. Hazreti Mûsâ’nın rakîbü’l-himârı (yâni Hazreti îsâ'nm kudümünü) beşareti, îsâinın rakîbü’l-cemeli (yâni Hazreti Muhammed’in kudû-münü) müjdelemesi gibidir. Gözle görülen hakikat bu beşaret haberinden daha ziyâde gönüle şifâ ve kanâat veremez!

Bundan sonra Necâşî, Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in mektubuna şöyle cevap yazdı:

"Bismillah irrah mân irrah îm.

Allah’ın Resûlü Muhammed’e NecâşîAshame tarafından.

Yâ Nebîyyallah, selâm Sana ve Allah'ın rahmeti ve bereketi Sen'in üzerine olsun. Şol Allah ki, O’ndan başka hakîkî mabûd yoktur. Ancak O vardır. Allahu Tealâ'yı tevhîd ve hakkı risâletlerinde selâmet temennisinden sonra: Yâ Resûlullah! Hazreti îsâ hakkında beyânatı hâvî mektubunuz bana vâsıl oldu. Yerin, göğün Rabbi’ne yemin ederim ki, Hazreti îsâ da kendi hakkında zikrettiğiniz şeylerden ziyâde bir şey söylememiştir. Onun tebligatı da hep buyurduğunuz gibidir. Bize tebliğe memur olduğunuz İslâm esaslarını öğrendik. Amcan oğlu ile "diyârımıza hicret eden" Ashâbın'la tanıştık. Ben şahâdet ederim ki, Sen Allah'ın Resûlü'sün, sözünde sâdıksın, geçmiş peygamberleri tasdîk ediyorsun. Yâ Resûlullah ben zâtına bey‘at ettim. (Sizden önce) amcan oğluna da bey‘at edip onun delâletiyle Âlemlerin Rabbi Allahu Tealâ'ya îman edip Müslüman oldum".

Bundan sonra ibn-i İshâk rivâyetine devâm ederek Necâşî'nin Hicret'in dokuzuncu yılında vefât ettiğini ve Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından vefâtı Ashâb'a haber verilerek Ashâb ile beraber musallaya çıkıp müteveffa üzerine cenâze namazı kıldığını ve dört tekbîr aldığını bildiriyor. Fakat Müslim'in SahiMndeki rivayetine göre Resûlullah'ın mektup gönderdiği Necâşî, üzerine namaz kıldığı Necâşî değildir. Bu cihetle İbnü'l-Kayyim diyor ki: İbn-i İshâk'ın bu rivayeti -Allahü â‘lem- bir vehim olsa gerek. Râvî, Resûlullah'ın üzerine namaz kıldığı Necâşî'yi -ki Peygamber1 e îman ve Ashâbı'na ikram etmiştir bununla kendisine mektup yazıp İslâm'a davet ettiği Necâşî'yi ayırdetmeyip iki Necâşî'yi birbirine karıştırmıştır.

Resûlullah'ın amcası oğlu olarak zikrolunan Câfer ibn-i Ebî Tâlib'dir. Ve Necâşî onun delâletiyle Müslüman olmuştur. Amr ibn-i Umeyye Resûlullah'ın mektubunu götürdüğünde Câfer hazretleri birtakım İslâm muhâcirleriyle beraber Habe-şe'de bulunuyorlardı. Bu ikinci Habeşe muhâcirleri arasında Ebû Sufyân'm kızı Ümmü Habîbe de bulunuyordu. Zevci vefat edip elemli bir vaziyette idi. Hazreti Peygamber sefîr Amr vâsıtasiyle muhâcirlerin Medîne'ye müreffehen gönderilmelerini ve Ümmü Habîbe'nin kendisine nikâh edilerek hatırının hoş edilmesi delâletini de Necâşî'ye bildirmişti.

Necâşî Ümmü Habîbe'yi Resûlullah'a nikâh ettirdiği gibi Habeşistan'da bulunan bütün İslâm muhâcirlerini iki gemi ile Cezîretü'l-Arab sâhiline gönderdi. Ve Resûlullah'ın Hayber gazâsında fetih ve zaferi sırasında Hayber'e vâsıl oldular. Hazreti Peygamber iki sûrede mesrûr olarak Habeşistan muhâcirlerine de Hayber ganimetinden hisse ayırıp verdi.63

70

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Mısır Meliki Mukavkıs Cureyc ibn-i Mînâ'ya Gönderdiği Mektup

Hâtıb ibn-i Ebî Beltea (r.a.) da bir davetname ile ve Ebû Zer-i Gıfarî hazretlerinin âzadlısı Câbir refâkatiyle Mısır Meliki Mukavkıs Cureyc ibn-i Mînâ'ya gönderildi. O vakitler Mısır Hükümeti Şarkî Roma İmparatorluğuma tâbi olup Mukavkıs Unvanındaki Mısır meliki, Roma kayseri tarafından tayin olunurdu. Ve Mukavkıslar İskenderiye'de otururlardı. Bu cihetle Mukavkıslar Arab müellifâtında ekseriyetle "İskenderiye Meliki" diye anılırlar. Hâtıb da Resûlullah'm mektubunu Cureyc ibn-i Mînâ'ya İskenderiye'de verdi. Hâtıb'm taşıdığı dâvetnâmenin meâli şöyledir:

"Bism illâh irrah mânirrah îm.

Allah’ın kulu ve Resûlü Muhammed'den Kıbt milletinin ulusu Mukavkıs’a

Selâm hidâyet yoluna giden kimselere olsun. Bu duâ ve temenniden sonra derim ki: Seni İslâm camiasına ve dinine dâvet ediyorum. Müslüman ol ki, selâmete eresin ve Müslüman ol ki, Allah ecir ve mükâfatını iki kat vere (Nasrâniyet ve İslâmiyet mükâfâtları). Eğer bu dâvetimden yüz çevirirsen Kıbt kavminin günâhı boynuna olsun. Ey Ehl-i Kitâb, bizimle sizin aramızda müsâvî ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz. Birleşip Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim. Ve O'na hiç bir şeyi şerîk koşmayalım. Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer Kıbt kavmi bu tevhîde yüz çevirirlerse, ey Müslümanlar siz de onlara "şâhid olunuz, bizMüslümanız!"deyiniz."

Hâtıb, Resûlullah'ın dâvetnâmesini Mukavkıs'a verip, bu zât meâline muttalî olunca:

- "Bu zât peygamberse düşmanlarına duâ edip de onları niçin mahvetmiyor?" diye münkirâne bir çehre ile karşıladı.

Hâtıb da şöyle hakîmâne ve susturucu cevab verdi:

-Ey Kıbt kavminin ulusu! Senden önce bu Mısır tahtında bulunan bir hükümdar (Fir'avn) kendisini Rabb-i A‘lâ (Ulu Tanrı) zu’m etmişti, fakat Cenâb-ı Hakk onu (derhal helâk etmedi. Nihayet mev'ûd vakti gelince) Dünya ve Âhiret azabıyla yakaladı, ve ondan intikam aldı. Ey hükümdar, başkasından ibret al da başkasına ibret olma!

Hâtıb'ın bu hakîmâne mütâleaları üzerine Mukavkıs: -Bugün için bizim bir dinimiz var, biz bu dinimizi bundan daha hayırlı bir din olmadıkça bırakamayız! dedi.

Hâtıb buna da şöyle cevap verdi:

-Biz sizi bir İslâm Dini'ne dâvet ediyoruz ki, Allah bugün beşeriyete din olmak üzere bu dini ikâme edip ondan başkalarını neshetmiştir. Sizi İslâm Dini'ne dâvet eden bu muhterem Nebî bütün insanları dâvet etmiştir. O'na karşı en şiddetli husûmeti Kureyş müşrikleri göstermiştir. En azgın düşmanı da Yahudîler'dir. O'na diyânet hususunda en yakın millet Hıristiyanlar bulunuyor. Hayatıma yemîn ederim ki, Mûsâ'nın îsâ'yı tebşîr etmesi, îsâ'nın Muhammed'in gelişini müjdelemesi gibidir. Bizim cenabınızı Kur’ân ahkâmına davetimiz, sizin Ehl-i Tevrât'ı (Yahudîler'i) İncil'e dâvet etmeniz gibidir. Her peygamber bir kavme idrâk etmiştir, ki o muâsır kavim o Peygamber'in ümmetidir. Benimle beraber bir takım akvâm da o Peygamber'e itâat ederek O'nun ümmeti câmiasına iltihâk etmişlerdir. Ey hükümdar! Cenâbmız da bu azîz Peygamber'in nübüvveti zamanına erişen bahtiyarlardan bulunuyorsunuz. Biz sizi îsâ dininden menetmiyoruz. Belki onun teblîgâtiyle emr (ve onun teblîgâtı mûcibince İslâm'a dâvet) ediyoruz.

Bunun üzerine Mukavkıs:

-Ben bu Peygamber'in hâlini, şânını tedkîk ettim. O, ne fenâ şeyler emreder, ne de iyi şeylerden nehyeder. O sâhir değildir, kâhin değildir, kâzib de değildir. Kendisinde işlerin gizliliklerini bulup çıkarmak ve gönüllerdeki gizli temâyülleri bilip haber vermek gibi nübüvvet alâmeti de buldum. Biraz daha düşünmek isterim! dedi.

Resûlullah'ın mektubunu aldı ve fildişinden küçük bir kutu içine koyup mahfazayı mühürleyerek bir câriyesine verdi. Sonra Arapça kitâbete muktedir bir kâtibini çağırıp Resûlullah'a şu cevabı yazdırdı:

"Bismillâhirrahmânirrahîm.

Muhammed ibn-i Abdillah'a, Kıbt'ın ulusu Mukavkıs'tan.

Selâm sana Azîz Peygamber! Bundan sonra arzolunur ki, mektubunu okudum, münderecâtmı ve davet ettiğiniz hususu anladım. Peygamber silsilesinden ba‘s olunacak bir peygamber kaldığını bilirdim. Fakat onun Şam'dan çıkacağını sanırdım. Sefirinize ikram ettim. Size iki câriye gönderiyorum. Bunların Kıbtîler arasındaki mevkii yüksektir. Bir de kisve takdim ettim. Binmeniz için bir de ester hediye ettim. Selâm sana. Muhterem Peygamber!".

Mukavkıs Cureyc ibn-i Mînâ Müslüman olmamış ise de Peygamber'in sefiri Hâtıb'e çok hürmet etmiştir. Hâtıb ibn-i Ebî Beltea da hakîmâne mütâlealarıyla bu hürmete liyâkat kesbetmiştir.8()

Takdîm edilen hemşîre câriyeler Mâriye ve Şîrîn adlarında idi. Resûlullah Mâriye'yi Müslüman olduktan sonra Mülkü Yemîn ile istifrâş edip bundan İbrahim adında bir oğlu oldu. Ve onsekiz aylık nevzâd iken vefât etti.

Mâriye'nin hemşîresi Sîrîn'i Resûlullah, şâiri Haşan ibn-i Sâbit'e vermiştir. Düldül adındaki beyaz ester Muâviye zamanına kadar yaşamıştır. Peygamber'in ölümünden sonra Hazreti Ali binmiştir.64 65

71

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Yemâme Meliki Hûze ibn-i Ali'ye Gönderdiği Mektup

Resûlullah Sulayt ibn-i Amr vâsıtasıyla bir mektup da Yemâme Meliki Hûze ibn-i Ali'ye gönderdi. Sulayt ibn-i Amr Habeşistan'a hicret eden kıdemli Sahâbî'den olmakla Yemâme'ye sefir tayin olunmuş ve Hicret'in 12. yılında yine burada, Yemâme Harbi'nde şehîd olmuştur. Hûze'ye gönderilen dâvetnâmenin meâli şöyle idi:

"Bismillâhirrahmânirrahîm.

Allah'ın Peygamberi Muhammed'den Hûze ibn-i Ali'ye

Doğru yoldan gidene selâm olsun! Malûmun olsun ki, Rabbim İslâm Dini'ni yakın zamanda Dünya’nın uzak ufuklarında parlatacaktır. Binâenaleyh ey Hûze, Müslüman ol ki selâmete eresin! Ben de hâkimiyetin altındaki memleketi sana tefviz ederim."

Sulayt (r.a.) Resûlullah'm mühürlü mektubunu hamilen Yemâme'ye vardı. Hıristiyan olan Hûze'nin huzûrunda Resûlullah'm mektubunu okudu. Hûze Resûlullah'm dâvetini mükerreren reddetmekle beraber cevabî bir mektup yazarak mektubunda:

"Beni davet ettiğin din ne güzel şeydir, onu kabul ederim. Şu kadar ki, Arab kavmi benim yerime göz dikmiştir. 208

Saltanatımın bekâsını temîn için beni velîahd yaparsan Sana tâbi olurum" diye bildirdi.

Sefir Sulayt'a da caize verip Hecr kumaşından dikilmiş elbise giydirerek gönderdi. Sulayt ibn-i Amr bu mektup ve hediyelerle Resûlullah'a sefâret hâtırasını arz ve cevabî mektubu takdîm etti. Resûlullah mektubu okuyunca:

- "Bu adam ne söylüyor? Bu şartla şahadet parmağı kadar toprak istese onu bile veremem. Kaldı ki elindeki Yemâme diyarının hükümranlığı?" buyurdu.

Resûlullah Mekke'nin fethinden avdet buyurduğu sırada Cibril gelip Hûze'nin öldüğünü teblîğ etti. Bunun üzerine de Resûlullah:

-"Fakat Yemâme işi bitmiş değildir, yakında orada yalancı peygamber türeyecektir" dedi.

Maamâfîh onun da öldürüleceğini haber verdi. Ashâbdan birisi:

-Yâ Resûlullah! O yalancıyı kim öldürecek? diye sordu. Resûlullah da:

-"Seninle mücâhid arkadaşların" diye cevap verdi. Ve hakîkaten Hazreti Ebû Bekir'in hilâfeti zamanında Resûlullah'ın haber verdiği veçhile Yemâme mürtecîleri Ashâb-ı Kirâm tarafından tenkîl edildi.

Müverrih Vâkıdî'nin beyânına göre Şam'ın Nasârâ ulularından olan Erkün, Hûze'nin yanında bulunduğu sırada Resûlullah ile münâsebetini sordu. Hûze:

-Geçenlerde bir mektubunu aldım. Beni İslâmiyet'e davet ediyordu. İcabet etmedim, diye cevap verdi.

Erkün-,

-Niçin icabet etmedin? dedi. Hûze:

-Ben dinime bağlı bir adamım. Bununla beraber kavmimin meliki bulunuyorum. Eğer Muhammed'e tâbi olursam ne din kalır, ne saltanat! diye cevap verdi.

Bunun üzerine Erkün şu yolda öğüt verdi:

-Ey Hûze, yanlış düşünüyorsun! Eğer sen Muhammed'e tâbi olsaydın, muhakkak seni mülkünde ibkâ ederdi. Senin için en doğru hareket Muhammed'e tâbi olmaktı. İyi bil ki O Nebiyy-i Arabî, îsâ ibn-i Meryem'in müjdelediği peygamberdir; biz Hıristiyan ulemâsına göre Incil'de Muhammed Resûlullah diye yazılmıştır ve bu muhakkaktır.66

72

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Gassân Meliki Haris ibn-i Ebî Şemmer'e Gönderdiği Mektup

Şüca‘ hazretleri Bedir gazilerinden ve bütün gazalarda Resûlullah'ın maiyyetinde hizmet eden bir Sahâbî idi. Bu cihetle Resûlullah Şüca‘ (r.a.)'yı Gassân Meliki Haris ibn-i Ebî Şemmer'e bir mektupla sefîr gönderdi. Şam'ın Belka’ şehri Gassânîler'in hükümet merkezi olduğundan Haris bâzı müellefâtta da Belka’ hükümdarı olarak kaybolunmuştur. Resûlullah Hudeybiye dönüşünde bir dâvetnâme yazdırıp Şüca1 hazretleriyle Hâris'e gönderdi ki, meâli şöyledir:

"Bismillâbirrabmânirrabîm.

Allah'ın Resûlü Muhammed'den Haris ibn-i Ebî Şemmer'e.

Doğru yolda gidenlere ve Allah'a îman, Resûlü'nün nübüvvetini tasdîk edenlere selâm olsun. Ey hükümdar, seni şeriki olmayan bir Allah’a îmana davet ediyorum: İcabet ettiğiniz sûrette mülkünüzde yine hükümdar olarak kalacak-ınız! ".

O günlerde Haris Şam'ın Guta şehrinde67 bulunuyordu. Şüca‘ hazretleri Peygamber'in mektubunu Hâris'e Guta'da verdi. Haris Resûlullah'ın mektubunu okuyup yere attı. Bu küstah, Şam'da Kayser'in bir vâlisi mesabesinde idi. Müstakil bir devlet reisi bile değildi. Metbû'u olan Kayser Hıraklıyus bile dâvetine ve sefirine karşı hürmet ettiği halde Hâris böyle bir hürmetsizlikte bulundu. Hattâ Kayser'e mürâcaat ederek Medîne üzerine asker şevkine müsâade istedi. Fakat Kayser reddetti.

Şüca‘ hazretleri Medine'ye gelerek keyfiyeti Resûlullah'a arz ettiğinde:

"Allah mülkünü elinden alsın!" diye aleyhinde duâ etti.

Hâris Mekke fethi sırasında öldü. Bir müddet sonra da Müslümanlar Gassân diyârını zaptederek Gassân idâresine son verdiler.68

73

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Bahreyn Emîri Munzir ibn-i Sâvî'ye Gönderdiği Mektup

Vâkıdî'nin İkrime'den rivayetine göre îkrime der ki: Resûlullah'ın Munzir ibn-i Sâvî'ye yazdığı dâvetnâmeye dâir bir vesikayı ben İbn-i Abbâs'ın vefâtından sonra kitapları arasında bulup istinsah ettim. Bunda deniliyor ki: Resûlullah bu mektubunda Munzir’i İslâm'a dâvet eyledi. Munzir Resû-lullah'a yazdığı cevabî mektubunda ihtiram arzından sonra: "Yâ Resûlullah! Kitâbınızı Bahreyn ahalisine okudum. Bunlardan bir kısmı İslâm'a muhabbet ve icâbet edip Müslüman olmuştur. Bir kısmı ise Müslüman olmayı hoş görmemiştir. Memleketimde Mecusî, Yahudî tebam da vardır.69 Bu vaziyet hakkında Peygamber1 in emrini bildirmelerini ricâ ederim."

Bunun üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şu cevabı verdi:

"Bismillah irrah mân irrah îm.

Allah'ın Peygamber'i Muhammed'den Munzir ibn-i Sâvî'ye

Selâm sana. Kendisinden başka tanrı olmayan Allahu Tealâ’ya senin nâmına hamd ü senâ ederim. Ve Allahu Tealâ'nın varlığına, birliğine ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve peygamberi olduğuna şahâdet ederim. Bu hamd ü senâ ve şahadetten sonra, ey Melik, seni Azîz ve Celîl olan Allah adına hayır ile yâd ve sana vasiyet ederim. Muhakkak ki bir kimse bir mü 'mine öğüt verirse onun hayır ve sevabı ile müstefid olur. Her kim de elçilerimin hayırhâhâne nasihatlerine mutavaat edip emirlerine tâbi olursa Bana itâat etmiş olur. Ey Munzir, elçilerim seni senâ edip hayır ile andılar. Ben de kavmin hakkında sana şefâat ederek derim ki, bunların Müslüman olanlarını Müslümanlık'ta sebat ettikleri müddetçe kendi hallerinde bırak. Günahkâr olanların da günahları hususunda arzettikleri özürlerini kabûl et! Ey Melik, sen kavmin hakkında nasîhatçi oldukça şerefin artar, bir şey eksilmez. Yahudîler'le Mecusîler kendi mezheblerinde durmak isterlerse serbest bırakır ve cizye vermeği tarh edersin."

Alâ ibn-i Hadramî, Resûlullah'ın bu mektubunu yüklenerek Munzir ibn-i Sâvî nezdine bu defa sefîr olarak değil, vali olarak gitmiş ve mektubun içindekilere göre Yahudîler'le Mecusîler'e mezhebi hürriyet bahşolunup kendilerinin mal, can ve müşterek vatan emniyeti nâm ve hesâbma muayyen bir vergi tarhedilmiştir. Müslümanlar da zekât farizasıyla mükellef bulunuyorlardı.

Umman'm kuzey batısında ve Umman'dan Basra Körfezi'ne kadar Kızıldeniz'in bütün sevâhili boyunca devam eden bu geniş kıtanın zekât ile cizye gelirleri Medine'de şiddetli bir zarûret içinde bulunan Beytü'l-mâl'i zarûretten kurtarmıştır.70

74

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Ummân Meliki Ceyfer ile Abd'e Gönderdiği Mektup

Resûlullah bir dâvetnâme ile de Amr ibni'l-Âs'ı Ummân meliki iki kardeş Ceyfer ile Abd'e gönderdi. Umman, Cezîre -tü'l-Arab'ın güneydoğusunda ve Hindistan'ın karşısında gâyet geniş bir kıta olup Hindistan'ın, İran'ın, Cezîretü'l-Arab'ın ticâret anbarı mesabesinde idi. Bu cihetle İslâm'ın yayılmasına çok müsâid bulunuyordu. Böyle mühim bir mıntıkaya Amr ibni'l-Âs gibi bir siyasî dahînin intihab duyurulmasında büyük bir isâbet vardı. İbn-i Hişâm Stresinde, Amr ibni'l-Âs'ın Hâlid ibn-i Velîd ve Osmân ibn-i Talhâ ile birlikte Hicret'in sekizinci senesinde Mekke'nin fethinden altı ay önce Müslüman olduğu rivayet olunduğuna göre, Amr İbni'l-Âs Resûlullah'ın sefirlerinin sonu olacaktır.

Umman'da Cülendî oğulları'ndan bu iki birader hükümrân bulunuyordu. Bunlara gönderilen dâvetnâmenin terce-mesi de şöyledir:

"Bismillâhirrahmânirrabîm.

Allah'ın kulu ve peygamberi Muhammed'den Cülendî oğulları'ndan Ceyfer ile Abd'e

Doğru yolda gidenlere selâm olsun! Bu duadan sonra ey iki birader, sizi İslâm câmiasma dâvet ediyorum. Müslüman olunuz ki selâmete eresiniz. Ben beşeriyetin umûmuna gönderilmiş Allah'ın Peygamberi'yim. Hayatta olanları inzâr etmek, kâfirler üzerine de Allah 'm emirlerini yerine getirmek vazifemdir. Ey kardeş hükümdarlar, İslâm Dini'ni tasdik ve kabul etmezseniz gene biliniz ki, mülk ve saltanatınız uhdenizden zail olmuştur. İslâm süvârîleri topraklarınızı çiğneyecektir. Mülkünüzde nübüvvetim hâkim olacaktır!"

Resûlullah'ın bu mehâbetli davetnamesini Ubeyy ibn-i Ka’b (r.a.) yazıp mühürlemiştir.

Zâdü'l-Meâd'da Amr ibni'l-Âs'm Umman'a giderek sefaret vazifesini İfâsı, bu iki biraderle günlerce devam eden temas sûreti, Amr'ın kendi lisanından naklederek uzun boylu izâh ve tafsil edildikten sonra -ki bütün Amr'ın siyâset hünerini ifâde etmektedir- en sonu bu iki Umman hükümdarının Muhammed'in Nübüvveti'ni tasdik ve İslâm şerefi ile müşerref oldukları bildiriliyor.71

BİBLİYOGRAFYA

AHMED BİN ALİ, "Sünen-i Nesâî", Kahire 1930.

AHMED CEVDED PAŞA, "Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ", Dersaâdet 1331.

AKGÜNDÜZ, Ahmet, "Osmanh Kanunnâmeleri, ve Hukuki Tahlilleri", İstanbul 1990.

BELÂZURÎ, "Fütûhu'l-Buldân", Ter: Zakir Kadri Ugan, İstanbul 1955.

CANAN, İbrahim, "Kütübü's-Sitte" (Hadis Ansiklopedisi), İstanbul 1996.

CORCİ ZEYDAN, "Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi", İstanbul 1994.

"Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi", Redaktör: Hakkı Dursun YILDIZ, İstanbul.

E. Y. VİNSİNK - MENSINÇ, "El-Mu‘cemü'l-Müfehres" (Corcondance), Leyden 1943.

EBÛ NASR MUHAMMED İBN-İ ALİ BİN UBEYDULLAH BİN VED'AN, "Câmi'u'l-Hutâb", Ter: Mehmed Şefik Ervasî, Dersaâdet 1384.

HATİBOĞLU, Haydar, "Sü nen -i İbn -i Mâce Terceme ve Şerhi", İstanbul 1982.

İBN-İ ESİR, "Üstü'l-Gâbe fîMa'rifeti’s-Sahâbe"

İBN-İ HİŞAM, "Es-Sîretü'n-Nebeviyye", 3. baskı 1391/1971 Beyrut.

İBN-İ KAYYIM el-CEVZİYYE, "Zâ‘dü1-Meâd" 3- baskı, Mısır 1973.

KANDEMİR Yaşar, ÇAKAN İ. Lütfi, KÜÇÜK Raşit, "Riyâzü's-Sâlihîn", İstanbul 1997.

KÂTİP ÇELEBİ, "Keşfü'z-Zünûn", İstanbul 1971.

KAZANCI, Ahmet Lütfi, "Peygamber Efendimizin Hitâbeti", İstanbul 1980.

KOKSAL, M. Asım, "Islâm Tarihi", İstanbul 1987.

MEVLÂNA ŞİBLÎ, "Sadru'l-İslâm", (İslâm Tarihi), Ter: Ömer Rızâ Doğrul, Dersaâdet 1346/1921.

MİRAS, Kâmil-NAİM Ahmed, "Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi", Ankara 1987.

MUHAMMED BİN MUHAMMED SÜLEYMAN ER-RÛDÂNÎ, "Cem‘u’l-Fevâid min Câmi'i'l-Usûl ve Mecma'i'z-Zevâid", Ter: Naim Erdoğan, İstanbul 1987.

MUHAMMED ESED, "Kur’an Mesajı", İstanbul 1997.

MUHAMMED FUAD ABDULBAKİ, "Mu‘cemü'l-Müfehris", Beyrut 1378.

MUHAMMED HAMİDULLAH, "El-Vesâiku's-Siyasiyye", 6. baskı, Beyrut 1987.

MUHAMMED HAMİDULLAH, "İslâm Peygamberi", Ter: M. Said Mutlu-Salih Tuğ, İstanbul 1969.

MUHAMMED HAMİDULLAH, "Siyer-i îbn-i îshak" (Peygamberler Tarihi), İstanbul 1991.

MUHAMMED İBN-İ İSA BİN SEVRE, "Sünen-i Tirmizî", 1. baskı, Kahire 1382/1962.

MUHAMMED İBN-İ CERİR ET-TABERÎ, "Tarîhii-Ümem ve'l-Mülûk", 1. baskı, Mısır.

ÖZEK, Ali, "Ricâlü'l-Hadîs", İstanbul 1967.

SOFUOĞLU Mehmed, "Sahîh-i Müslim ve Tercemesi", İstanbul 1969.

SOFUOĞLU Mehmed, "Sahîh-i Buharî ve Tercemesi", İstanbul 1989.

SÜLEYMAN EL-EŞ'AS, "Sünen-i Ehû Dâvud", 1969.

ŞEMSEDDİN SAMİ, "Kâmûsu'lAİâm", İstanbul 1306.

TAŞKÖPRÜLÜZÂDE KEMALEDDİN MEHMED EFENDİ, "Mevzu'atü'l-Ulûm" İstanbul 1895-

"Teysîri'l Vusûlİlâ Câmi‘i’l-Usûl", Ter: İbrahim CANAN, Zaman Gaz. Yay., İstanbul

TURAN, Osman, "Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi Tarihi", İstanbul 1997.

VÂKIDÎ, "Megâzi" Kahire 1367-1948.

YAZIR, Muhammed Hamdi (Elmalılı), "Hak Dini Kur’ân Dili", İstanbul 1936

Dr. Cevdet KÜÇÜK Bağışıdır.

1

Bu konuda daha geniş bilgi veya kaynak bulmak isteyenler Prof. Osman Turan'ın "Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi" ve "Selçuklular ve İslâmiyet" adlı eserlerine bakabilirler.

2

BOA. Yıldız Esas Evrakı, 14-1540; Ayrıca bkz. Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, s. 47.

3

İbn-i Sa'd, c. I, s. 71.

4

İslâm Tarihi (Asr-ı Saâdet), c. II, s. 822, Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, c. I, Kitâbu's-Salât bâbu'l-Cum‘a ve'l-Hutbe alâ kavs.

5

İslâm Tarihi (Asr-ı Saâdet), c. II, s. 822,-823 Ayrıca bkz. İbn-i Mâce, Zikru'l-Meb'âs.

6

İbn-i Hişam, c. I, s. 280-281; Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. IX, s. 245-247.

NOT: Bu toplantı veya alenî dâvet Nişaburî'nin tefsirinde İbn-i Abbas'tan rivayet ettiği bir hadise göre Hz. Muhammed'in peygamberliğinin 3. senesinde vuku bulmuştur.

Kâmil Miras'ın tarihçilerden naklettiğine göre: Ebû Leheb'in bu toplantıdaki çirkin hareketi ve Tebbet sûresinin de nüzûlü üzerine Ebû Leheb Haşimîler tarafından terkedilmiş ve Bedir Harbi'nden bir müddet sonra Adese denilen ufak bir çıban yüzünden ölmüştür. Öldüğü sıralarda o kadar menfûr ve metrûk bir vaziyete düşmüştür ki, cenazesini kaldıracak kimse bulunamamış, hatta üç gün meydanda kalarak kokmaya başlamıştır. Daha sonra ücretle tutulan Sudanîler tarafından kaldırılarak defnolunmuştur.

7

İbn-i Mâce, c. III, s. 398.

8

Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. III, s. 47-48.

9

İbn-i İshak, İbn-i Hişam, Sîre, c. II, s. 142-147.

10

Taberî, Tarîhu'l-Ümem ve'l-Mülûk, c. II, s. 255.

11

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi "Kitâbu'l-birr ve's-sıla ve'l-âdâb" s. 31, hadis no. 32, genel no. 2564; Ayrıca bkz. 28-31 numaralı hadisler.

12

Câmi‘ül-Hutâb, s. 13-15.

13

Sahîh-i Müslim Tercemesi, c. III, s. 206-207, "Kitâbü'z-Zekât", hadis no.

69, genel no. 1017.

14

^5 Câmi'u'l-Hutâb, s. 79.

15

Cem'u'l-Fevâid, c. IV, s. 9, hadis no. 6706.

16

Câmiü'l-Hutâb, s. 95.

17

Câmiü'l-Hutâb, s. 57-58.

18

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. V, s. 350; Tirmizî, c. IV, Kitâbü's-Siyer, hadis no. 1617; Cem'u'l-Fevâid, c.III, hadis no. 6176.

19

Câmi‘u'l-Hutâb, s. 86-87.

20

İslâm Tarihi -Asr-ı Saâdet, s. 730-731; Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. III, Kitâbü'l-Küsûf, hadis no. 1-3-10, Genel no. 901-915; İmam Mâlik (Küsûf 4, s. 188); Buharî (Küsûf 10-11); Ebû Dâvud (No 1192).

21

Cem‘u'l-Fevâid, c. III, s. 198-199, hadis no 6138.

22

·        25 Vâkıdî, Megazi, s. 42-43.

23

^ İslâm Tarihi, Medine Devri, c. II, s. 129.

24

Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, c. V, s. 93-

NOT: Mişkâtü'l-Mesâbih'te: "Kendileri için istemek (dilenmek) helâl olan ve olmayan kimseler" başlığı altında Müslim'den nakl ile Kabisa ibn-i Muharik-i Amiri (r.a.) tarafından rivayet edilen bu hadîs-i şerifin vürûd sebebini Kabisa hazretleri şöyle anlatıyor:

Bir kere kefaletten dolayı ağır bir borç altına girmiştim. O sırada Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e gelip bu borç sebebiyle kendisinden sadaka istemeye mecbur oldum. Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem): "Biraz otur, sabret! Bize zekât malı getiren olur, sana vermelerini emrederiz" dedi. Sonra Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sözüne devam ederek kendileri için istemek helâl olan ve olmayanlarla ilgili hadisi îrad buyurdular der.

Yukarıda görüldüğü gibi, İslâm Dini1 kadar insanlara benliğini, izzet-i nefsini muhafaza yollarını öğreten hiç bir din, hiç bir ahlakî ve İçtimaî teşekkül yoktur.

İslâm nazarında milletin istiklâli, cemiyetin şeref ve nâmusu ne kadar mukaddes ise, ferdin izzeti ve itibarı da o nisbette korunması gereken bir esastır. Onun için herkes bu paha biçilmez olan esası muhafaza ile mükelleftir. Bu maksatla insanlara İslâm'daki bütün fazîlet yolları gösterilmiş ve gerek toplumu, gerekse ferdi her türlü rezâletten kurtarma yolları açıkça belirtilmiştir.

"Her rüsvaylık ve rezalet insanın benliğinden ve şerefinden bir parça -sini, farkına varmadan götürür. Neticede o yalnız bu hastalıkla mâlûl olur. Fakat diğer faziletleri muhâfaza edebilir." Meselâ, bir sarhoşun, sarhoşluğu

25

Câmiü'l-Hutâb, s. 44-45.

NOT: İslâm Dini hemen her yerde orta yolu, yâni mûtedil olan davranışları mensuplarına tavsiyede bulunmuş ve aşırı olan hiç bir düşünce ve fiili tasvip etmemiştir. Bu münâsebetle hem Kur’ân-ı Kerîm'de hem de hadîs-i şeriflerde hep itidal üzere olunması istenmiştir. Hatta meşhur bir hadîs-i şerifte "Hayru'l umur-ı evsatuhâ" (işlerin en hayırlısı vasat olanıdır) yâni ne Dünya ne de Âhiret'le ilgili işler hususunda ne aşırı ne de ilgisiz kalınmaması tavsiye edilmiştir.

Yukarıdaki hitabede de yine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Arapça metinde "hudne" kelimesini kullanarak: "Sizler gelecekte imtihandan geçecek, aşın fiil ve hareketlerinizden sorumlu tutulacaksınız. Dolayısı ile ne Dünya'ya ve ne de Dünya metâma aşırı hir tutkudan hareketle gerek insanlar arasında, gerek diğer hususlarda âdil ve vasat bir yol takibinden sakın vazgeçmiyesiniz.

Simsiyah karanlık geceler gibi cehalet, fitne, belâ ve musibetlerle gözleriniz hak yolu görmeyebilir ve hırslarla davranabilirsiniz. Böyle bir zamanda yine de yapacağınız şey Kur’ân'a sarılarak O sarîh ve açık olan rehberden istifade ve ilhâmla hareket edin, "tavsiyesinde bulunmuşlardır.

26

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi "Kitâbu'l-İmâre Babı", c. VI, s. 27.

NOT: Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir çok hadisleriyle teşvik ettiği hediyeyi memurlar hakkında yasaklamıştır. "Memurlara verilen hediye gulüldür, ihanettir ve her çeşidi ile haram kılınmıştır" hadîs-i şerîfi hemen hemen bütün sahîh hadis kitaplarında yer almıştır.

27

Câmi'u'l-Hutâb, s. 107-109.

28

Cem'u'l-Fevâid, c. V, s. 250-251, hadis no. 9305.

29

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. III, s. 198-199-

30

Cem'u'l-Fevâid c. I, s. 53.

NOT: Tirmizî'de bu hadisin başında şöyle bir kıssa yer almaktadır:

Bir adam, Medine'den Şam'a Ebu'd-Derdâ'nın yanına geldi. Ebu'd-Derdâ "Kardeşim seni buraya getiren sebep nedir?" diye sorunca, adam: "Allah'ın Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den rivayet ettiğini haber aldığım bir hadis" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu'd-Derdâ: "Sen hakîkaten başka bir iş için gelmedin mi?" deyince adam: "Hayır" dedi. Ebu'd-Derdâ yine: "Ticaret için de mi gelmedin?" diye sorunca adam: "Hayır, yalnız bu hadisi bir de sizin ağzınızdan işitmek için geldim" dedi. Daha sonra Ebu'd-Derdâ bu hadisi bir defa daha teyit etti.

31

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. VIII, s. 186, hadis no. 38, genel hadis no. 2699.

32

Câmi‘u'l-Hutâb, s. 29-30.

33

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. III, s. 242, Ayrıca bkz. s. 240-241.

NOT: Bu hitâbe beliğ birkaç temsil ihtiva etmektedir. Bunlardan biri : "Size açılacak Dünya çiçeği ..." fıkrasıdır. Bununla; Ben aranızdan ebediyet âlemine gittikten sonra, Kayserlerin ve Kisrâlarm ziynetlerini elinize geçirdiğiniz zaman bu Dünya nimetlerinin sizleri değiştirmesinden, lüks bir hayat ve sefahate düşürmesinden endişe ediyorum ifadesi ki, bu ifadelerle Resûlullah hem bir mûcizeyi ortaya koyuyor, hem de böyle bir hayattan sakınmalarını istiyor.

"Hayır, hayırdan başka bir şey getirmez" vecîzesi de iki temsil ile açıklanmıştır: Baharın yetiştirdiği otlar aynı yağmurun eseri oldukları halde bunların bir kısmı zehirlidir, öldürücüdür, bir kısmı da temizdir, faydalıdır temsilidir.

Bu iki temsilden birincisi ile: Haksız kazançların zehirli otlar gibi öldürücü olduğu, fakirlerden menedilerek israfla harcanan servetin, sahiplerinin Ahiret hayatını zehir edeceğini bildirmiştir.

İkinci temsil ile: "Yeşil çayır otu yiyen hayvan ölüm tehlikesinden masundur" yâni, helâl yollardan kazanılan ve helâl yerlere sarfedilen, zekât ve sadakası verilen servetler yeşil otlara benzetilip, sahibinin Dünya ve Ahiret saadetlerinin sebebi olacağı ifade edilmiştir.

34

Câmi‘u'l-Hutâb, s. 147-149 .

35

Tirmizî, c. II, s. 345.

36

Câmi'u'l-Hutâb, s. 160-161.

37

Câmi'u'l-Hutâb, s. 157-158.

38

Câmi'u'l-Hutâb, s. 154-155.

39

5® Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. VIII, s. 44, hadis no. 55, genel hadis no. 2577.

40

52 "îman etmiş olmaz" cümlesinden kasıt îmanın esası değil, îmanın

41

kemâlidir.

42

İbn-i Mâce, c. IX, s. 462; Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. XII, s. 131; Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. VII, s. 404-405.

NOT: Hz. Âişe (r.a.)'dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz: "Cibril biç durmaz komşu hakkına hürmet olunmasını Bana tavsiye ederdi. Bu o kadar tevali etti ki, hattâ Ben yakında Allah komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim" buyuruyorlar.

Kâmil Miras (r.a.), bu hadîs-i şerifin izahında komşu hakkına riâyet hususunda rivâyet edilen hadîs-i şerifler mübalağa derecesinde bir ciddiyeti arzeder. Komşu tabirinde de müslim, kâfir, âbid, fâsık, dost-düşman, mukîm-misafir, menfaatli-mazarratlı, yakın-uzak istisnasız bütün komşular dahildir. Komşu sınırını ise Hz. Ali (r.a.)'nın: "ses işitmek" suretiyle tahdid ettiği rivâyet olunmuştur. Hz. Âişe (r.a.) da: Her tarafından kırk evin halkının komşuluk hakkı bulunduğunu bildirmiştir.

43

Cemü'l-Fevâid, c. II, s. 35-37.

NOT: Bu hadisler birbirlerinin mütemmimi ve aynı senetle fakat, ayrı ayrı rivâyet edildiği için bir araya getirilmiştir.

44

Cem'u'l-Fevâid, c. I, s. 43-44, hadis no. 127-129; Ebû Dâvud (hadis no: 4604, 4607; Tirmizî (hadis no: 2664, 2676).

45

İbn-i Mâce, c. X, s. 187-188.

46

Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. XI, s. 15-16.

NOT: Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), hastalığı arttığı zaman Mescîd-i Nebevî'de namaz kıldırmak için Hz. Ebû Bekir (r.a.)'yı görevlendirmişti. Bir ara Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vücudunda hafiflik hissederek iki kişiye, Hz. Ali (r.a.) ve Fazl ibn-i Abbas (r.a.)'ya dayanarak namaza çıktı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) namazdan geri çekilmek istedi fakat Resûlullah, yerinde dur! diye işaret etti. Sonra götürülüp Ebû Bekir'in yanına oturtuldu ve namazı öyle kıldı. Resûlullah bu hitâbeyi namazdan sonra yapmıştır ve Ashâb'a son konuşmasıdır.

Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in konuşmaya Ensâr'la başlaması ise: Resûl-i Ekrem'in hastalığı sırasında Ebû Bekir ile Abbas ibn-i Abdulmuttalib, Mescîd-i Saâdet'te toplanıp ağlaşmakta olan Ensâr'ı görerek durumu Resûlullah'a arzediyorlar. Hastalığının hararetine ve takatsizliğine rağmen şefkat ve merhameti galebe çalarak mescide geliyor ve konuşmaya Ensâr'la başlıyor.

47

Belâzurî, c. I, s. 71-72; Tarîhi'l-Ümem ve'l-Mülûk, c. III, s. 130; Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. X, s. 311-313.

NOT: Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Fetih hutbesini îrad etmeden önce: Abdullah ibn-i Mesud'un rivâyetine göre: Mekke'nin fethi günü Nebî (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Harem-i Şerîf'e girdi. Halbuki Kâbe'nin etrafında ibâdet için dikilmiş (kurşunla tahkim edilmiş) üçyüz altmış put vardı. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elindeki deynekle bunlara dürtüyor ve şöyle diyordu: "Hakk geldi bâtıl zâil oldu, helak oldu. Hakk geldi, halbuki (ölen bâtıl) ne icada ne de öleni diriltmeğe muktedir değildir."

İbn-i Habban'ın Sahihinde rivâyetine göre: Resûl-i Ekrem deynekle bunlara dokundukça bunlar birer birer yere seriliyorlardı. Sonra Allah'ın Resûlü Kâbe'nin kapıcısı Osman ibn-i Talha'yı çağırdı. Kâbe'nin anahtarını istedi. O da gidip vâlidesinden alarak Resûlullah'a: "Emânettir yâ

48

İbn-i Mâce, c. X, s. 199, Kitâbu'l-Fiten hadis no. 3984.

NOT: Nevevî bu hadisin önemi hakkında özetle şöyle der: Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu hadiste: Yiyecek, içecek , giyecek ve diğer şeylerin temiz ve helâl olmasına dikkat edilmesini, helâl şeyleri iyice tanımayı ve şüpheli şeylerden sakınmayı emrederek; şüpheli şeyleri bırakmanın Müslümanın diyanetini, yâni dindarlığını, haysiyetini ve şerefini korumaya sebep olduğunu açıklamıştır.

49

"Tarihi'l-Umem ve'l-Mülûk", c. III, s.157-158.

50

Câmi'u'l-Hutâb, s. 200-202.

51

Asr-ı Saadet, İslâm Tarihi, c. II, s. 734-739; Buharî, Müslim ve Ebû Davud'un Sünen'lerinde de bu hadis zikredilmiştir.

52

Cem'u'l-Fevâid, c. I, s. 37.

53

E1-Vesâik, c. II, s. 278; Belâzurî, c. I , s. 175; Tarîhu'l-Ûmem ve'l-Mülûk, c. III, s. 168-169.

54

7^ Tarîhi'l-Ümem ve'l-Mülûk, c. III, s. 191.

55

Umdetü'l-Kaarî, c. I, s. 93-

56

Dihye, Peygamber'in mektubunu Kayser'e verdiği sırada Ebû Sufyân bir ticâret kafilesiyle Şam'da bulunuyordu ve Peygamber hakkında tahkîkat icrâsı için İmparator tarafından saraya dâvet olunmuş ve heyet içinde Ebû Sufyân'ın Peygamber'e karabeti bulunduğundan ondan sorulmuş ve alman cevabda arkadaşları işhâd edilmiştir.

57

Kayser'in Buhârî metninde rivayet olunan bu ifâdelerine göre îman ettiği muhakkak olmakla berâber, Kayser'in bu itirafları üzerine mecliste bulunan devlet erkânının gürültülü patırtılı müdâhaleleri üzerine daha ileri

58

gidemeyip sarfı nazar etmiş ve sefir Dihye'yi kıymetli hediyelerle ve bazı siyer müelliflerinin bildirdiği cevabî bir mektup ile hoş ederek geri göndermiştir.

59

8® İki ecir ve sevâbın biri îsâ'ya, öbürü de Muhammed'e îman ettiğinin mükâfatı.

8^ "Ebû Kebşe" Hazreti Peygamber'in ana cihetinden büyük babası idi. Putlara tapmaz, yıldıza ibâdet ederdi. Resûlullah putlara ibâdet aleyhinde bulununca, ona nisbet ederek İbn-i Ebî Kebşe dediler.

60

Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7120.

61

·        83 o sırada Bahreyn vilâyeti İran'a tâbi olup emaretinde de Munzir ibn-i Sâvî bulunuyordu. Rivayete göre Bahreyn fetholunup Alâ Hadramî vâli tayin buyurulduğunda Munzir ibn-i Sâvî ile beraber Bahreyn'deki bütün Arablar Müslüman olmuştur.

62

Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. .XV, s. 7122.

63

5 Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7123-

64

8^ Hâtıb ibn-i Ebî Beltea Bedir harbi gâzilerinden ve böyle yüksek mefkûre sahibi bir zât olmakla beraber bir kere gaflet etmiş ve Mekke fethi için Resûlullâh'm Medine'deki hazırlığını Mekke eşrâfına bir mektupla bildirmek istemiştir. Fakat bu sakat hareketi Resûlullah'a vahiy olunmakla mektup geri alınmıştı.

65

Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7126.

66

Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7129.

67

Guta, Dimeşk-ı Şam'ın şarkında imtidâd eden ve vaktiyle Dünya'nm Cennet'i diye anılan bağlık, bahçelik kısımdır. Ba'de'l-İslâm Şam hilâfet ve

68

medeniyet merkezi olmakla Guta şerefini arttırmış, bugün de Cennet gibi güzelliğini muhafaza etmekte bulunmuştur.

99 Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7132.

69

Mektubun bu kaydından Hıristiyan olan Munzir ile berâber Hıristiyan tebasının Müslüman oldukları, Mecusîler'le Yahudîler'in müslüman olmadıkları anlaşılıyor.

70

·        92 Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7132.

71

Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7134.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar