Hz. MUHAMMED (salla'llâhü aleyhi ve sellem)'İN HİTÂBELERİ (Safâ'dan Son Nefesine Kadar)
TAKDİM
Beşiktaşlı
Şeyh Yahya Efendi Vakfı'nın gayelerinden birisi de; Yahyâ Efendi'nin hayatı ve
fikriyatı doğrultusunda eserler yayınlayarak halkı aydınlatmaktır.
Bu
noktadan hareketle 1997 yılında Sayın İsmet Demir ve Hacı Osman Yıldırım
Beylere Yahyâ Efendi'nin hayatı ve kerametlerini anlatan "Beşiktaşlı Şeyh
Yahyâ Efendi ve Üveysîlik" adlı eseri hazırlatarak bu konudaki büyük bir
boşluğu doldurduğumuz inancındayım.
Bilindiği
gibi Şeyh Yahyâ Efendi Üveysı'dir ve Üveysîliği diğer tarikatlerden ayıran en
bâriz vasıfsa "İlhâmı, araya başka bir vâsıta girmeksizin doğrudan doğruya
Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ve Hızır Alayhisselâm 'dan almaları." olayıdır.
Vakıf
yöneticileri olarak; "hayatı, sohbetleri, ve bize
kadar ulaşan hadisleriyle her Müslüman'a doğrudan ilhâm kaynağı olan
Peygamberimiz Hz.
Muhammed
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in hitabelerini" konu alan bir eser
hazırlatmaya karar verdik.
Bizi
kırmayan ve bu uğurda emeğini esirgemeyerek "Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'in Hitabeleri" adlı bu güzide eseri yayma hazırlayan
dostumuz ve vakfımız yönetim kurulu üyesi olan Sayın İsmet Demir Bey'e vakıf
yöneticileri adına teşekkür ederiz.
Ocak
1998
Kemal
ATA
Şeyh
Yahya Efendi
Kültür
ve Araştırma Vakfı Başkanı
SUNUŞ
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in vecîz ifadeleriyle muhataplarını
büyüleyen "Vedâ Hutbesi" elime geçtikçe O'nun yirmi üç senelik
risâleti döneminde yapmış oldukları hitabelerini hatırlar ve fem-i
saâdetlerinden "Eyyühe'n-nâs!" diye başlayan diğer öğüt ve
tavsiyelerinin çeşitli tarih ve hadis kitaplarının sayfaları arasından
çıkartılıp neden yayınlanmadığını merak eder dururdum. Bu merakımı gidermek
için önce "Kütüb-i Sitte"nin birinci kitabı olan "Sahîh-i
Buharî"den başlayarak sayfa sayfa taradım. Elime O'nun hitabeleriyle
ilgili pek çok malzeme geçmişti, öyle bırakmayı doğrusu içime sindire -medim ve
arkasından Müslim'i, Tirmizî'yi, Ehû Davud'u, Nesâî'yi, derken Ibn-i
Mâcdyi de gözden geçirdim. Bilindiği gibi bu saydığım eserler hadisle
ilgili çalışma yapanların ilk başvuru kaynağıdır. Bütün bu taramaların sonunda
elime yüze yakın metin geçti.
Değerli
arkadaşım ve aynı zamanda bu konularla ilgili ciddî çalışmalar yapan, sahanın
uzmanı, çalışmalarıyla kıvanç duyduğum Prof. Ahmet Lütfi Kazancı'nın "Peygamber
Efendimizin Hitabeleri" adlı eserindeki: "Medine cemâatinin
O'ndan dinlediği beş yüze yakın hitabesinin bulunduğu, hatta sabah
namazlarından sonra yaptığı konuşmalar da dahil
edilirse hitabelerinin binin üzerinde olduğu" ifadelerinden hareketle,
başta "İbn-i Hişam", "İbn-i îshak", "Tarîk-i
Taberî" ve "Belâzurî" gibi bu hususta ikinci derecede
kaynak olabilecek eserleri incelemeye karar verdim. Yaptığım incelemeler sonucu
ne yazık ki, birinci elden kaynaklarda tespit ettiklerim dışında beş-on
hitabeden fazla bir şey bulamadım.
Bu
iki kaynak çalışmasından sonra Türkiye'de neşredilen hadis, İslâm tarihi ve
siyer kitaplarını da temin ederek araştırdım. Bunların başında Mevlanâ
Şiblî'nin "Asr-ı Saâdet"\, Ahmed Cevded Paşa'nm "Kısas-ı
Enbiyâ "sı, M. Asım Kök.safın "İslâm
Tarihi", Şehbender-zâde'nin "İslâm Tarihi" ve
"Bibliyografya" bölümünde isimlerini saydığımız eserleri de gözden
geçirdim. Muhterem hocam Prof. İbrahim Canan Beyefendi'nin büyük emekler
sarfederek toplumumuza kazandırmış olduğu "Hadis Ansiklopedisi" (Kütüb-i Sille} ile Yeni Şafak Gazetesi'nin
okuyucularına ve Türk insanına sunduğu Rûdânî'nin "Cem‘u'l-Fevâid"
adlı eseri doğrusu beni bu konuda bir hayli rahatlattı. Bilhassa Rûdânî'nin bu
kıymetli eserine ayrıca diğer bazı kaynakları da ilave ederek hadîs-i şerifleri
ta briçleriyle birlikte sunan meslektaşlara ne kadar teşekkür edilse azdır
kanaatindeyim.
Bu
taramaların dışında "Keşfü'z-Zünûn"ım hadis kitaplarıyla
ilgili bölümlerini ve "el-Mu‘cemüİ-Müfehres" adlı eseri de
elden geçirerek, özellikle "Eyyühe'n-nâs" diye verilen hadislerin
kaynaklarını bir daha gözden geçirdim. "Keşfü'z-Zünûn"da kaydını
bulduğum ve Sultanahmed Câmii Birinci İmam ve Hatibi olan Es-Seyyid Mehmed
Şefik Ervasî tarafından hazırlanarak 1965 yılında yayınlanan "Hutabu'n-Nebeviyye11
veya "Câmi‘u'l-Hutâb" adh eseri gördüm. Bu eser
"Keşfü'z-Zü-nûn"un kaydına göre Musul Hâkimi Ubeydullah bin el-Ved‘an
tarafından H. 594 tarihinde kaleme alınmış. Doğrusu çok erken
bir tarih. Ervasî Hoca eserin eline nasıl geçtiğini yazmamış,
kütüphaneleri taramama rağmen asıl metni veya bu eseri bulamadım. Ervasî Hoca
tarafından Arapça metinler çeşitli cümlelere bölünerek ve numaralarak verilmiş,
terceme oldukça karışık, izah için kullanılan âyet ve hadis mealleri asıl
metnin tercemesi ile içiçe girmiştir. Metinlerdeki ravîler güvenilir ve udûl
derecesine ulaşmış olmalarına rağmen tek ravîdirler ve ravî zinciri yoktur.
Eseri bu yönleri dolayısıyla ilk etepta tereddütle karşıladım. 40 hutbeyi
ihtivâ eden bu eser genellikle uzun hadis metinlerinden teşkil edilmiş olup,
hadisler genellikle "zühd ve takvâ" ile ilgilidir. "Kütüb-i
Sitte"ye tekrar dönerek "Zühd ve Takvâ" bölümlerinde yayınlanan
metinlerin bir çoğunu parça parça da olsa buralarda gördüm.
Durum böyle olunca bu eserde toplanan bazı hitâbeleri ve özellikle genele hitap
eden hutbeleri de buraya aldım.
Hitâbeleri
tespit konusunda takip ettiğim metodu böylece ifade ettikten sonra şunu da
hemen belirteyim ki, tespit ettiğim metinlerin çeşitli şahıslar tarafından
yapılmış, metne sadâkat gösteren, anlaşılması kolay ve akıcı bir üslûpla ifade
edilmiş tercemelerini hemen hemen aynen aldım. Bazılarını da yapılan
tercemelerden istifade ederek kendim hazırladım ve mümkün olduğunca orijinal
metnin dışına çıkmamaya özen gösterdim. Zühd ve takvâya ait olan hitabelerde
kullanılan kelimeler çeşitli manaları havî ve yüklü kelimeler olması
münâsebetiyle; tercemelerde bu kelimelerin deruhte ettiği manayı verebilmek
için çeşitli lügatlerden istifade ile yer yer cümlelere virgül koyarak diğer
bir manayı da ifade etmeye çalıştım. Ayrıca, yanlış ve hatalı anlama endişesi
duyduğum veya Peygamberimizin cemâati toplayarak hitâbe-sine sebep olan
olayları da dipnot olarak verme mecburiyeti duydum.
Hitabeleri
sıralarken tahmini tarihleri ve İslâm tarihinde cereyan eden olayları da
dikkate alarak kronolojik bir sıraya koymaya çalıştım. "Giriş"
bölümünde de ifade ettiğim gibi inşâallah konunun uzmanları tespit edip
yayınladığımız bu hitabeleri daha geniş bir şekilde yayınlayarak İslâm'ın özü
ve ruhu durumunda olan bu eseri İslâm âlemine kazandırmış olurlar.
Gayret
bizden, tevfîk Allah'tandır.
İsmet
DEMİR
Ataköy-1998
I.
BÖLÜM
GİRİŞ
A
HADİS VE SÜNNETİN MAHİYETİ
a- Sünnetin İslâm Hukukundaki Yeri
Bilindiği
gibi hadis ve sünnetin İslâm Hukuku'nun teşekkül ve tedvininde önemli bir yeri
vardır. Esasen İslâm Hukuku'nun, aslî ve talî olmak üzere iki kaynağı vardır.
Aslî kaynağı; Kur’ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerifler, talî kaynakları da; icmâ-ı
ümmet ve kıyas-ı fukahâdır. İslâm Hukuku bu esaslardan teşekkül etmiştir ve bu
hususta hiç bir İslâm ulemâsı, müctehid ve mezhep erbabının tereddüdü de söz
konusu değildir. İslâm âlimlerinin bu konuda ittifak içerisinde oluşlarına
âmil; Kur’ân-ı Kerîm'in apaçık olan hükmüdür. Şöyle ki:
"Hayır!
Rabbin hakkı için mü’minler kendi aralarında vukûbulan anlaşmazlıklarda seni
hakem tanıymcaya, sonunda senin verdiğin hüküm ve kararlardan dolayı
gönüllerinde bir hoşnutsuzluk hissi bulunmayıncaya ve senden sâdır olan her
şeyi tam bir itâatla kabul edinceye kadar onlar îman etmiş sayılmazlar"
(Nisâ 65)
İşte
bu âyet ve aşağıda meallerini vermeye çalışacağımız diğer âyet ve hadisler,
sünnetin İslâm Hukuku'nun kaynağı olması açısından hiç bir şüpheye mahal
bırakmamıştır. Esasen "Vemâ yentiku ani'l-hevâ in hüve illâ
vahyü'n-yûhâ" yâni "O (Hz. Muhammed), kendine vabyedilmediği
sürece hevâ ve hevesinden hiç bir şey konuşmaz" âyeti gereğince O, hep
vahye muntazır ve mûcizeleri içeren konuşmalar yapmıştır.
Hitâbelerini
sunduğumuz Allah Resûlü'nün ifadeleri incelendiğinde de görülecek ki Asr-ı
Saâdet'ten Kıyâmet'e dek, gerek ümmetin, gerekse tüm insanlığın huzur ve sükûnu
için ortaya koyduğu umdeler bütün tazeliği ve berraklığı ile ortadadır. Hiç bir
talimatını göz ardı etmek mümkün değildir. İstiklâl ve istikbâllerine düşkün,
analarından hür doğdukları gibi ilelebet hür yaşamaya talip olan millet ve
idarecilere öylesine kesin emir ve tavsiyelerde bulunmuşlardır ki, âdeta bu
tavsiye ve öğütlere kulak verenler için bu tavsiyeler hürriyetlerinin ve
istiklâllerinin sigortasıdır. O'nun "Ey insanlar" diye başlayarak uyarıp
sakındırdıkları şeyler sosyolojik gerçeklere öylesine dayalıdır ki, onlar kulak
ardı edildiği takdirde ayakta kalmaları mümkün değildir.
Çocukluğundan
başlayarak vefatına kadar bütün ömrü mûcizelerle dolu olan Allah Resûlü
İslâm'ın sâfiyetini, elastikiyetini ve hayata kolayca adapte edilecek
özelliğini yok ederek onun uygulanabilirliğini ortadan kaldırmayı
hedefleyenlerin önce sünnet ve hadîs-i şeriflere saldıracaklarını bakınız nasıl
ortaya koymuştur. Bizim de hitabelerin içerisine aldığımız bu hadîs-i şerifi
Ebû Dâvud, İrbat bin Sâriye'den rivâyet etmiştir. İrbat bin Sâriye şöyle diyor:
-
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir gün bize namaz kıldırdı, sonra
yüzünü bize çevirdi ve öyle beliğ bir konuşma yaptı ki, kalpler ürperdi, gözler
yaş döktü. Dinleyenlerden bir adam "Yâ Resûlullah! Sanki bu vedâ eden
birisinin konuşmasıdır, o halde bize ne gibi şeyleri tavsiye edersin"
dedi. Hz. Muhammed (salla'llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Size
Allah'ın azabından korkmayı, rahmetinden ümitvâr olmayı, siyahî bir köle de
olsa büyüklerinizi dinleyip itaat etmeyi tavsiye ederim. Biliniz ki, aranızda
benden sonra yaşayacak olanlar pek çok ihtilaflar görecekler. Siz o zaman benim
sünnetime ve doğru yolda giden Reşit Halîfeler’in sünnetine sarılınız. Sadece
bunlara yapışınız. Sakın başka yollara sapmayınız. Dinde yeni işler yapmaktan
şiddetle sakınınız. Çünkü dinde yapılacak her yenilik bid'at ve her bid‘at da
sapıklıktır. Sapıklığın her çeşidi insanı ateşe atar.
Sizden
birinizin, emrettiklerimden bir emir, yasakladıklarımdan bir yasak geldiğinde
koltuğuna yaslanarak: "Ben başkasını bilmem, Allah'ın Kitâbı'nda
bulduklarımıza tâbi oluruz" dediğini istemem. Sizden biriniz koltuğuna
yaslanarak: "Allah bu Kur’ân'da olanlardan başka hiç bir şeyi haram
kılmamıştır" demenin doğru olacağını mı zanneder? Hayır! Benim nice
emirlerim, tavsiyelerim ve yasaklarım vardır ki, onlar Kur’ân gibidir. Hatta
bazı hallerde Kur’ân'dan da ileri."
Bu
noktada sünnetin tanımını yapmak gerekmektedir, sünnetin lügat manası: âdet,
yol demektir. Fıkıh ıstılahında ise: Cenâb-ı Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)'in, söz ve hareketleriyle Müslümanlar'dan yapmalarını istedikleri
hususlardır. Nur sûresinin 63. âyetinde: "O'nun emrine muhalefet
edenler bu yüzden kendilerine bir fitnenin, yahut acı
bir azabın isabet edeceğinden çekinsinler" buyurulmaktadır. Bu âyetle
Müslümanların Hz. Peygamberin sünnetine intisâb etmeleri istenmektedir.
İbâdetlerimizde
sünnetin oynadığı rol ne ise, fert olarak hayatımızın hemen her alanında
sünnetin aynı tarzda önemi vardır. Eğer bu fert bir devlet başkanı veya devleti
idare eden bir kişi veya kişilerse alacakları karar, verecekleri talimat ve
çıkaracakları kanunlarda durum çok daha ayrı bir önem arzeder. Çünkü yukarıdaki
âyette; sünneti terkeden cemâatlere azabın isabet edeceğinden bahsedilmektedir.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir Hz. Mesih veya bir Hz. Yahya değil,
O, aynı zamanda devlet kuran ve toplulukları emredildiği tarzda idare eden bir
Hz. Dâvud veya bir Hz. Süleymandır. Bunlar milletlerinin mukadderâtını
ellerinde tutan peygamberlerdir. İşte bu açıdan Hz. Peygamber'in davranışları,
dini hayata adapte açısından çok önemlidir.
O,
zaman oldu ki Arabistan'ın tüm hâzinelerini eline geçirdi. Fakat buna rağmen
Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) kendisine ne yumuşak bir yatak
istemiş, ne bir tabak nefis yemek yemiş, ne de bir kat muhteşem elbise giymiş
veya cebine bir miktar altın koymuştur. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve
sellem)'in hayatını okuyan, bir kişi O'nu kisrâ ve kayserler derecesinde bir
şehinşâh veya bir imparator gibi düşüneceği sırada, birdenbire O'nu hakiki
renkleriyle görmeye başlayacak ve gözünün önüne sâde giyinmiş bir adam,
Mekke'de dolaşan bir öksüz, semâdan yere inen masum bir melek gelecektir.
Örnek
olarak ele alınacak şahsın pratik bir hayat sahibi olması esastır. Aksi
takdirde örnek kişinin tüm insanlığı kucaklaması mümkün değildir. Kur’ân-ı
Kerîm'in-. "Biz O'nu âlemlere rahmet olarak gönderdik" ifadesi
dikkate alındığında, O'nun pratik bir hayat sahibi ve aynı zamanda çok yönlü
yâni herkese ve her millete örnek olabilecek fiil ve hareketler sergilediğini
görürüz. Bir başka ifadeyle, Hz. Peygamber'in elçiliğinin ve dolayısıyla O'nun
sünnetinin, yaşama tarzının evrensel bir boyuta sahip olduğu gerçeği ortaya
çıkmaktadır.
Bilindiği
gibi O, peygamberlerin sonuncusudur. Getirdiği din de bütün peygamberlerin
tebliğ ve tâlim ettiği dinlerin özü ve en son şeklidir. Bu açıdan O'nun tebliğ
ettiği din de evrensel ve bütün insanları kucaklayan bir dindir. Hz. Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) de bu evrensel dini tebliğle memurdur. Nitekim A'raf
sûresinin 158. âyeti bu hususu şöyle ifade etmiştir: "De ki, ey
insanlar! Ben, sizin hepinize göklerin ve yerin sahibi olan Allah’ın
elçisiyim." Bunun içindir ki bütün toplum kesimlerinin her türlü
ihtiyaçlarını fert, âile, millet, ümmet ve insanlık seviyesinde ve evrensel
çerçevede karşılamak, şekillendirmek, örneklendirmek sünnetin sorumluluğu ve
özelliğidir.
Allahtı
Tealâ'nın Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'i "en güzel
örnek" diye tanımlaması, O'nun hayatında bütün bu hayat şart ve
şekillerine göre İslâm çerçevesinde örnek alınabilecek ahenkli bir çeşitlilik,
zenginlik, seyyâliyet ve uygulanabilirlik bulunduğunu göstermektedir. Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in hayatını ve ondaki çeşitliliği
Ashâb-ı Kiram: "O bir peygamberdir, bizden farklıdır. Biz kendi işimize
bakalım" yorumu ile değil, "O'nun bütün hareketlerinin bize bakan bir
yönü mutlaka bulunmalıdır, biz O'nu örnek almalıyız" yaklaşımı içinde
algılamışlardır. Hem Sahâbe-i Kirâm'ın hem de mü’minlerin O'nun sünnetini böyle
algılama mecburiyeti de vardır. Nitekim yine Kur’ân'da: "Peygamber size
ne verirse onu alın, neyi yasaklarsa ondan da kaçının" (Haşr 7), "De
ki Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı
bağışlasın" (Âl-i İmran 31) duyurulmaktadır. Hz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'in hayatını ciddiyet ve insaf ile tetkik eden herkes neticede
O'nda, tarih boyunca hiç bir kimsede toplanmamış, hayatın her yönünü etkileyen
ve şekillendiren üstün özelliklerin bulunduğunu itiraf etmekten kendilerini
alamamışlardır.
Bütün
insanlığa tebliğ edilmek üzere kâinatın hâlikı tarafından gönderilen İslâm'ı;
kâinatın efendisi ve âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) pek de uzun sayılmayan yirmi üç senelik peygamberliği devrinde sünnet
adını verdiğimiz fiil ve davranışlarıyla bu İlâhî kanunları öylesine başarıyla
uygulamış ve ortaya koymuştur ki İlâhî bir güce ve o İlâhî gücün ilham ve
irâdesine râm olmayan hiç bir beşerin bu başarıyı göstermesi mümkün değildir. Bunu
bir Müslüman olarak biz değil yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, her hak ve
hakkı teslimi şiâr edinen kişilerden binlercesi itiraf etmiştir. Bu noktada
sözü fazla uzatmadan bir örnekle bitirmek istiyorum.
Alfons
de la Martin, "Histoire de la Turguie" adlı eserinde O'nun
için şöyle diyor:
"Şayet
gayenin büyüklüğü, vasıtaların küçüklüğü ve neticenin azameti insan dehasının
üç ölçüsü olursa, modern tarihin herhangi bir büyük şahsiyetini Muhammed ile
mukayeseye kim cüret edebilir. En meşhur adamlar ancak silahları, kanunları,
imparatorlukları harekete geçirdiler; tesis ettikleri (şayet buna muvaffak
olabilmişlerse) ekseriya kendilerinden evvel yıkılan maddî kuvvetlerdi. Halbuki
O, silahları, kanunları, imparatorlukları, kavimleri, hanedanları, meskûn arzın
üçte birinde milyonlarca insanı harekete geçirdi, fakat O, bundan başka
âyinleri, ilâhları, dinleri, fikirleri, inanışları, ruhları harekete geçirdi;
Her harfi bir kanun olan bir kitap üzerine, her dilden ve her ırktan kavimleri
içine alan manevî bir milliyet (ümmet) kurdu ve bu Müslüman milliyetinin
silinmez karakteri olarak, sahte ilâhlara nefret ve maddeden münezzeh olan bir
Allah aşkı ilhâm etti ..... Ahkâmına arzın üçte birinin
râmedilmesi O'nun mûcizesi oldu. Uydurma ilâhların bıkkınlığı içinde ilan
edilen Allah'ın birliği fikri, öyle bir fazîlete mâlikti ki, bu O'nun
dudaklarında terennüm edilirken putların bütün eski mâbedlerini yaktı ve
lemalarıyla Dünya'nm üçte birini nurlandırdı.
O,
filozof, hatip, havari, kanun vâzıı, muharip, fikirler fatihi, makul esaslar
nâzımı ve resimsiz bir dinin kurucusu, yirmi Dünya imparatorluğunun ve bir
gönül imparatorluğunun müessisi: İşte Hz. Muhammedi
Beşer
büyüklüğünün ölçüldüğü bütün ölçülerle hangi insan O'ndan daha büyüktür?"
b- Türk Milleti'nin Kur an ve Sünnete Olan
Bağlılığı
Türk
milleti ve Türk insanının sünnete olan bağlılığını tarihin derinliklerinde
aramak lâzımdır kanaatindeyim.
Mengü
Han bir tartışmada Ehl-i Kitâb olduklarını iddia eden kişilere şöyle diyor:
"Tanrı size kitaplar, bize da Kamlar verdi. Biz onların söylediklerini
yapar, rahat ederiz." İslâm'la müşerref olmadan önce Türkler'in "Kam”
denilen tecrübe sahibi, Türk'ün örf ve âdetlerini bilen, darda kalındığı zaman,
fikir ve düşüncelerine daima baş vurdukları, hatta
duâlarını talep ettikleri kişiler vardı. Türk hâkanları ve halkın bunlara her
hâlükârda bağlı olduklarını ve itibar ettiklerini detarihî kayıtlardan
biliyoruz. Yukarıda verdiğim örneğe benzer yüzlerce örneği sıralamakta
mümkündür.
Ayrıca
Türk milletinin Tanrı inancı, O'nun her şeye kâdir olduğu, milletlerin ve
insanların kaderlerinin O'nun elinde ve takdiriyle vukû bulduğuna olan
itikatları da bir çok güvenilir kaynaklardan günümüze
aktarılmıştır. Meselâ: Göktürkler Devri'nde gökle alâkalı olmakla beraber
mücerred manasıyla tek bir Tanrı'nm varlığı itikadı hâkimdir. Orhun Kitâbeleri
yer, gök ve bütün mahlûkâtın yaratıcısı, insanların iyi ya da kötü kaderlerini
tayin edici bir Allah'tan bahisle bu kitâbelerde-, Türk milletinin yükseliş ve
sükûtlarında, kaanlarm kabiliyetli ve kabiliyetsiz oluşlarında, milletin
müreffeh ve sıkıntılı hallerinin Tanrı'ya karşı işledikleri iyilik yada kötülüklerin mükafatı veya cezası olduğu inancı
belirtilmektedir.1
Türk
milleti İslâm'la müşerref olduktan sonra iç dünyalarında yatan bu iki
saygıdeğer güç bir anda İslâm'ın talim ve telkin ettiği Allah ve peygamber
sevgi ve saygısına tahvil oldu. Bu konuda hiç bir zorlanma ve tereddüt te söz
konusu olmadan adetâ "işittik îman ettik ve itâat edeceğiz" demiş
lerdir.
Emevî
ve Abbasîler'in birbirleriyle olan siyasî kavgaları ve ortaya çıkan mezhep
münâkaşalarının ayyûka çıktığı bir anda henüz yeni ve taptaze bir inançla hamûle
olan Türk insanı bu münâkaşalara aldırmadan kitleler hâlinde Müslüman olmanın
sevinç ve gururunu yaşıyor, kurbanlar keserek Allah'a duâ ediyorlardı.
Yerli
ve yabancı bir çok kaynakta okuduğumuz gibi Türk
milletinin bilhassa büyük guruplar hâlinde Müslüman olmalarına vesile olan
Satuk Buğra Han'ın, Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'i rüyalarında
görerek "tebanın İslâm'a girme zamanı henüz gelmedi mi?" ikazıyla
karşılaşması sonucu Satuk Buğra Han kendisine bağlı kırk bin çadır mensubuna bu
güzel rüyayı anlatarak İslâm'a dâvet ediyor ve bir kurban bayramı sabahı
İslâm'ı kabul şahâdetiyle birlikte kurbanlarını keserek İslâm'a giriyorlardı.
Bu
dönemde mezhep ve mezhep münâkaşaları bitmiş ve taşlar yerine oturmuştu. İmâm-ı
A‘zam Ebû Hanîfe (699-767) adıyla Hanefî Mezhebi, İmâm-ı Mâlik (711-792)
vasıtasıyla Mâlikî Mezhebi, İmâm-ı Şafiî'nin (767-819) çalışmalarıyla Şâfiî
mezhebi, Ebâ Abdullah Ahmed İbn-i Hanbel'le de (780-855) Hanbelî Mezhebi
teşekkül etmişti.
699
tarihinde Kûfe'de doğan İmâm-ı A'zam bir Türk âilesine mensuptur. Çok küçük
yaşta Kur’ân'ı ezberlemiş ve ilmiye sınıfına intisâb ederek dinî ilimleri
tahsile başlamıştır. Kûfe'de Rey ekolünün üstadı olan Hammad bin Ebû
Süleyman'ın dikkatini çekmiş ve Hammad tarafından 18 yıl gibi uzunca bir süre
yetiştirilmiştir. Ebû Hanîfe'nin ilmi, hocası Hammad aracılığı ile İbrahim
en-Nehaî ve Ebû Amr es-Sabî'den, dolayısı ile Mesruk b. Ecda, Kadı Şurey, Esved
b. Yezid ve Allâme b. Kays'tan, bunların ilimleri de Sahâbe'nin en âlimlerinden
olan Hz. Ömer, Hz. Ali, Abdullah b. Mesûd ve Abdullah b. Abbas'tan gelmekteydi.
Ebû Hanîfe'nin içtihatlarında bu silsilenin çok büyük tesiri olmuş ve bu
mezhebin hem Türkler, hem de diğer Müslümanlar'ın tercihinde ilim tahsilindeki
hoca zinciri büyük rol oynamıştır.
İmâm-ı
A'zam'ın bir Türk olması, Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in
yetiştirdiği ve O'ndan feyz alan âlim ve fâzıl bir Sahâbe zincirine kadar
ulaşan hocalardan mükemmel bir tahsil görmesi, bilâhare yüzlerce öğrenciyi her
türlü maddî imkanlarını da seferber ederek
yetiştirmesi, devlet ricali ve İslâm ulemâsının dikkatini çekmekle kalmıyor,
onun her yönüyle temâyüz eden şahsiyeti Müslüman kitleleri ona hayran
bırakıyordu.
Bu
noktada İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe'ye atfedilen bir rivayette kayda şâyandır.
Şöyle ki: Ebû Hanîfe Hac esnasında "Ey Allah'ım! Ben senin için Muhammed (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)’in şeriatını takrir ettim. Eğer içtihadım doğru ve mezhebim
haksa bana yardım et" diye Allah'dan niyaz eder. Hâtiften gelen bir sesle:
"Sen doğru söyledin, kılıç Türkler'in elinde bulundukça mezhebine zeval
yoktur" cevabını alır. Bu rivâyeti nakleden Selçuklu tarihçisi Ravendi
şunu ilave etmektedir: "Allah'a hamdolsun ki, artık İslâm'ın arkası
kuvvetli ve Hanefî Mezhebi mensupları mesuddur."
Ayrıca
menâkıb kitaplarında İmâm-ı A'zam'la ilgili olan hadis ve hadis meâlleri de bu
mezhebin vüs'atinde büyük bir rol oynamıştır. Bu hadislerden birinde: "Ebû
Hanîfe veya Numan adında bir şahsın geleceği, ümmetin ışığı olacağı, dini ve
Hz. Muhammed'in sünnetini ihyâ edeceği" ifade edilmektedir.
Yukarıda
sıralamaya çalıştığım İmâm-ı A'zam'm bu özellik ve hususiyetleri ve onunla
ilgili rivâyetler Türkler'in, Kitap ve sünnete bağlı, Sahabe ve Tâbiîn'e
saygılı, velî ve meşâyihe karşı hürmetkar olan bu
mezhebi kabule ve onu ihya için de Türk hakan ve ulemâsı her türlü güçlüğü
göğüslemeye karar vermişti.
Şimdi
bu konudaki Selçuklu ve Osmanlı dönemi örneklerini görelim ve kısa bir
neticeyle bu bölümü tamamlayalım.
Selçuklu
Sultanı Tuğrul Bey Anadolu yolunu açan seferlerini yaptıktan sonra Hilâfeti Şiî
Büveyhîler'in elinden almak ve Müslüman ahaliyi bunların zulmünden kurtarmak
için 1055 tarihinde Bağdad Seferi'ne çıkıyor. Halîfeye gönderdiği tuğralı (ok,
yay ve ismini havî) mektubunda: "Hz. Muhammed'e hizmetle şeref kazanmak,
bizzat hacca giderek yolları açmak, asîleri tenkil etmek ve Mısır şakileri ile, Şiî ve Fatımîler'le savaşmak arzusundayım"
demektedir. Tuğrul Bey hilâfet merkezine girip Büveyhîler'i temizledikten
sonra, halîfe kendisine taç giydirme ve kılıç kuşatma merasimi yaparak onu " Dünya
sultanı" ilan ediyor. Ona "Rükneddîn (dinin temeli)" ve
"Kasım, Emîru'l-Mü’minîn" ünvanlarını veriyordu. Böylece kısa bir
dönem sonra Selçuklular İslâm halifeliğini Abbasîler'in elinden himayelerine
almış ve dokuz asırlık Türk-İslâm saltanat devri başlamıştı.
Bugün
İslâm dünyasının hemen her tarafında görülen câmi, medrese, hastahâne,
kervansaray, türbe ve zâviye gibi âbideler bu taze îman ve aşkın sahibi
Selçuklularındır. Bu âbidevî eserler hem İktisadî, hem de kültürel yükselişin
maddî ve manevî delillerinden başka bir şey değildir. Bu sayededir ki,
Anadolu'nun Konya'sı, Kayseri'si, Sivas'ı ve daha bir çok
şehri onların mübarek elleriyle ve Kıyâmet'e dek yaşamaya kararlı eserleriyle
birer açık müze durumundadır.
"Her
şeyin biçilmiş bir ömrü vardır." Devletler de insanlar gibi doğar, büyür
ve yıkılırlar. Önemli olan kendi yerlerine kendi ideal ve düşüncelerini devam
ve daha güzeliyle ihya ederek sürdürecek emânet ehillerini yetiştirmektir.
Selçuklular da öyle yaptı ve emâneti âdeta kansız ve kavgasız, daha idealist ve
daha vasî bir görüşün mensubu, en az kendileri kadar İslâm îmanına bağlı,
peygamber sevgisiyle dolu, Yunus ve Mevtana hayranı OsmanlI'ya İslâmî Türk
Devleti'ni bıraktı. Artık tarih sahnesinde fetihleriyle kıtaları birleştiren ve
"İlâ-yt Kelimetullâh" aşkı ve azmiyle kıtadan kıtaya koşan Osmanlı
sultanları ve onların mücâhidleri vardır.
Sıra
Selçuklular'm bir dizi seferleriyle fethe muktedir olamadığı Bizans'ın elindeki
büyük şehirlere gelmişti. H. 726 (1326)'da Bursa'nın fethi
için her türlü hazırlığı yapan ve fetihten önce büyük bir rahatsızlık geçirerek
"Dâru'l-Bekâ"ya göç eden Osman Gazi Han, ölümünden önce oğlu Orhan
Gazi'yi yanlarında Ahi Şemseddin, Ahi Haşan, Saltuk ve Tuğrul, Çandarlı Mevlana
olduğu halde huzura çağırarak; devletin idaresini kendisine emânet ettiğini ve
bu hususta dikkat etmesi gereken şeyleri sıkı sıkıya tenbih ve vasiyet ederek,
bu tenbihlere riâyat etmesini, aksi halde huzûru Mahşer'de yakasına
yapışacağını söyleyerek şöyle diyordu:
"Oğul,
şu anda devlet işlerini ve onun idaresini sana emânet ediyorum. Seni Hüdâ'ya emânet
ederim. Hakk'ın korunmasını istediği her şeyi sana havâle ediyor ve sana
yüklüyorum. Ceza ve hesap gününde bu İlâhî emânetleri senden talep ederim. Sana
bu bâbda bir kaç vasiyetim var.
Dinî
ve dünyevî işlerinde şerîat-ı garrâ-yı Muhammedi'den sakın ayrılma, Allah'ın
emir ve nehyettikleri şeylerde her zaman ve her türlü hassasiyeti göster. Sakın
onlara muhalefet edeyim deme, mübhem ve meçhul olan işlerle karşılaştığında
Hüdâ ve Resûl'ün emri ve şerîat imamlarının yol göstericiliği ve ulemâ-i
râsihînin sözleri ile amel et ki, bu vasiyet hayırları toplayıcı ve ebedî
saâdeti temin edici olsun. Adâleti bütün işlerinde esas kabul et. Merhamet ve
ihsân melekesiyle kendini donat ki; bu, devlet adamlarının vasfı ve onların
şânındandır. Onun icabı olan adi ve ihsânı kendi himmet ve zimmetin üzere
vâciblerin vâcibi kabul et. Ellerinin altındaki insanlara, hatta mahlûkâta dahi
merhamet ve şefkat et.
Mücâhidlerin
başlarını, teba ve halkının ileri gelenlerini ve tebanm tamamını ve bütün
askerlerini kendi evlat ve akrabalarının menzilesinde tut. Hasbel kader kusur
ve kabahatleri söz konusu olduğunda onları af ve kabahatlerini görmemezlikten
gelerek onlara şefkatle muâmele et, ikrâmını kesme gibi bir şeye sakın tevessül
etme, Sana gelen garip ve kimsesizlere dost ve ikrâm elini uzat, vatan
gariplerinin gönüllerini al."
Yine
Fâtih'in Bosna'yı fethettikten sonra komutan ve idarecilere verdiği yazılı
talimatın ilham kaynağı da hiç şüphe yok ki Hz. Muhammed'in ve Hulefâ-yı
Râşidîn'in fethettikleri ülkelerdeki gayr-i müslimlere karşı takındıkları tutum
ve davranışlardır. O, bu talimatlarında şöyle emrediyordu:
"Kılıçlar
kınına sokulmuştur. Bundan böyle hiç biriniz ve hiç bir idareci gayr-i
müslimlerin mâbedlerine, dinî liderlerine, idarecilerine, yaşlılarına,
kadınlarına ve mallarına dokunmayacak. Şayet dokunulursa Kur’ân'a, yüz yirmi
dört bin peygambere, Hz. Muhammed'e ve kuşandığım kılıcıma yemin ederim ki
zâlimden mazlumun âhını alırım."
Asırlarca
İslâm âleminin hizmetinde bulunmuş Osmanlı sultanlarının devlet işlerini idare
ettikleri meşhur Topkapı Sarayı'nın âbidevî saltanat kapısı yâni Bâb-ı
Hümayûn'un iki tarafında müsennâ bir yazı ile: "Bu kapı zâlimin zulmünden
kurtulmak isteyen mazlumların sığınağıdır" ifadesi de Fâtih ve kendisinden
sonra gelen idarecilerin ideal ve duygularını yansıtmaktadır.
Sözü
daha fazla uzatmadan Osmanlı sultanları ve Türk halkının şer'-i şerife ve
sünnete olan bağlılıklarını görmek isteyenlerin Ahmet Akgündüz Bey'in "Osmanlı
Kanunnâmeleri" adlı eserine bakmalarını tavsiye ederim.
Osmanlı
Devleti bu geleneği devam ettirdiği sürece büyümüş ve yücelmiş, bu bağlar
gevşeyip çözüldüğü nisbette de küçülmüş ve ufalmıştır. Osmanlı Devleti'nin son
dönemi, yâni yıkılmaya yüz tuttuğu ve ayakta kalması için çare ve çabaların
harcandığı, yeni arayışların başladığı ve idarecilerin bir
çoğunun da çareyi Batı ve Batı kanunlarında gördükleri bir dönemde
devletin yıkılışını değil, bu devlet yıkılırsa Dünya nizamının da bozulacağını
düşünen Doğu ve Batı'nm aklı başında mütefekkirleri Osmanlı Devleti'nin
idarecilerine teklifler ve lâyihalar göndererek kurtuluşun çarelerini ortaya
koymaya çalışıyorlardı. Başbakanlık Osmanlı Arşivi'nde bulunan bu lâyihalardan
biri câlib-i dikkat olduğu için ondan bir kaç satır alarak sözü bitireceğim.
"Her
halde Şark'taki ahvâlin ıslâhı İçin körü körüne tedbirler almaya kalkışmak
ahmaklıktır. Kanaatime göre, Osmanlı Devleti'nin resmî dini
İslâm'dır ve Avrupa'nın arzuladığı şeyse Osmanlı Devleti'ni gayr-i müslim bir
devlet hâline getirmek ve Türkler'in dinlerini değiştirmektir." dendikten
sonra "dinî ve şer‘î kanunların İmparatorluğun yıkılma ve dağılmasına
sebep değil, bilakis bu devletin ihtişamını şer'î hukukun sağladığını, çöküşüne
de bu kanunlardan uzaklaşıp Batı taklitçiliğine tevessül ve son zamanlarda
Osmanlı maârifinin bilgi ile mücehhez, karakteri sağlam devlet ricali
yetiştirmediği" sebep olarak gösterilmektedir.2
B-
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Hitâbet tarzı
Hitâbet
ve belâgat peygamberliğin en önemli vasıflarından biridir. Bundan dolayıdır ki;
Hz. Musa kavmine gönderildiği zaman "Yâ Rabbi! Dilimdeki düğümü çöz ki
söyleyeceklerimi tam olarak anlayabilsinler" (Tâhâ 27-28) diye duâ ve
niyazda bulunmuştur. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bu
sıfata tam olarak hâizdir. O, "Ben Arablann en fasihiyim",
"Ben derli-toplu, dağınık olmayan sözlerle gönderildim" buyurmuştur.
Arab
kabilelerinden her biri kendilerini fesahat ve belâgat yönünden milletlerin ve
kabilelerin en üstünü olarak addederler, özellikle bunlardan Kureyş ve Havâzin
bu hususta en iddialı olan kabilelerdi. Bunlardan Kureyş, Peygamberimiz'in
mensup olduğu kabile, Havâzin ise; Pey-gamberimiz'in aralarında yetişmiş olduğu
kabiledir. Bundan dolayı Peygamberimiz "Ben en fasîhinizim, çünkü ben
Kureyşîyim, lisanım Benî Said'in lisanıdır" derdi.3
Resûl-i
Ekrem hitâbelerini sâde bir lisanla ifade ederdi. O, konuşma veya halka
herhangi bir hususta hitabede bulunacaksa evinden yalnız başına çıkar,
maiyetinde kimseyi bulundurmaz, kendisini halktan ayırdedecek herhangi bir
kıyafeti tercih etmezdi. Yalnız, bazan elinde bir âsâ veya bir yay bulundurur
ve bunlara dayanarak konuşmayı tercih ederdi.4
İbn-i
Mâce'nin rivâyetine göre Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) mescitte
cemâate konuşma yapacağı zaman âsâya, harp meydanlarında da yaya dayanırdı.
Cuma ve Bayram namazlarının hutbelerini belirli vakitlerde yapar, fakat diğer
konuşmalar için belirli ve muayyen bir zaman söz konusu olmazdı. O, lüzum hâsıl
olduğunda gereken konuşmayı yapar ve bitirirdi. Bundan dolayıdır ki; kaynaklar
O'nun, zaman zaman konuşmalarını minber üzerinde, deve sırtında veya hiç bir
şeye ihtiyaç duymadan yerde yaptığını kaydetmektedirler.
Peygamberimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) halkı aydınlatmak ve onları irşad için yaptığı
konuşmalarda özellikle ihbarî (bir olayı haber verme veya bildirme) cümleler
kullanırdı. Hutbenin tesirini artırmak istediği zaman, konuşmalarını soru ve
cevap şekline dönüştürürdü. Huneyn Gazvesi münâsebetiyle yapmış olduğu hitâbe
ile Vedâ Haccı münâsebetiyle yaptığı konuşmaları bu tarz konuşmalardır.
Konuşmalarının önemli anlarında bütün vücudunun tepeden tırnağa titrediği
görülürdü. Abdullah İbn-i Ömer (r.a.) der ki: "Bir gün Resûl-i Ekrem'i
minber üzerinde konuşma yaparken gördüm, "semavât ve arzın hâlikı olan
Cenâb-ı Hakk, semavât ve arzı avucunun içine alır" dedi ve yumruğunu
kapadı, sonra açtı. O'nun vücudu bazan sağa, bazan sola eğiliyordu. O kadar ki,
minberin kökünden sallandığını gördüm. İçimden, acaba minberle Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) birlikte devrilecek mi? dedim."5
Hadis
kitapları Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in sözlerini tertipsiz
bir tarzda kaydetmişlerdir. Bunlar tetkik edildiğinde hitabeleri, mâhiyeti ve
hitap tarzlarıyla, kurulan cümleler bakımından hemen diğer konuşmalarından
ayrılır ve farkedilir.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem); insanları dine dâvet eden bir
peygamber, bir fatih, bir vaiz, bir kumandan ve bir kadıdır. Bu bakımdan O'nun
hitâbe ve konuşmaları, bulunduğu duruma muvafık bir hal ve şekil alırdı. O, bir
din dâvetçisi sıfatıyla konuşurken, sözlerinde dinî vecdin bütün coşkunluğunu
görmek mümkündür. Meselâ: "En yakın akrabalarım inzâr et"
(Şuarâ 214) âyet-i kerîmesi nâzil olduğu zaman bütün akrabalarını en
yakınlarından başlayarak isim isim zikretmiş ve toplamıştı. Her ne kadar bu ilk
ve şâheser konuşmasını Ebû Leheb kesmiş ve yarıda bırakmışşa da bu konuşma,
yine de îcaz itibariyle konuşmalarının en seçkinlerinden biridir.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu konuşmasını yapmak için Safâ
Tepesi'ne çıkmış, yüksekçe bir taşın üzerinde: "Yâ Sabâhah!"
diye söze başlamıştı. O'nun kullandığı bu kelimenin Arab kabîle ve kavimlerince
ayrı bir yeri ve çağrışımı vardır. Bir hatib bu ifadeyi ender anlarda kullanır.
Şayet konuşmaya böyle bir ifade ile başlanıyorsa, kavim ve kabilelerin çok
büyük bir tehlike ile karşı karşıya gelme ihtimali vardır. Onun için herkesin
böyle bir toplantı ve nutku dinlemek üzere orada bulunması gerekir. Hadis literatürleri ve tarih kitapları tetkik edildiğinde;
gerçekten de Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in "Yâ
Sabâhâh" ifadesini duyan herkes oraya koşmuş, gidemeyenler de verilecek haberle
ilgili kendilerini temsil edecek kişileri göndermişlerdir. O, toplanan kişilere
ve kabîle reislerine bu tarihî ifadenin akabinde şöyle diyordu: "Size bu
dağın arkasında atlılar görünmek üzere olduğunu söylesem bana inanır
mısınız?" Hep bir ağızdan: "Evet inanırız. Çünkü senin bugüne kadar
hiç yalan söylediğini görmedik."
Biz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu cevabı aldıktan sonra şöyle diyordu:
"O halde biliniz ki ben size, şiddetli bir azaba karşı uyarıcı olarak
gönderildim." Hatta O, Müslim'in Zübeyr bin Amr'dan rivayet ettiği hadîs-i
şerife göre bu sözlerinin hemen akabinde: "Ey Abdülmenâf Oğulları! Benim
meselimle sizin meseliniz ancak düşmanı görüpte ehlini korumak için koşup
fırlayan ve düşmanların kendisini geçmelerinden endişe ederek avaz avaz bağırmaya
başlayanın meseli gibidir" diye ilave ediyordu. Şayet Ebû Leheb gibi bir
muannid ve küfürde musir olan biri olmasa herhalde tarihin en şanlı
konuşmalarından birini sergileyecekti. Bunu şimdiki hal Hz. Ali gibi sezgisi ve
iç dünyası nurlu, geleceği apaşikar görebilme, gönül zenginliğine sahip
kimseden başka, henüz idrak edecek yoktu.
İslâm
ordusunun Huneyn Gazvesi'nden sonra elde ettiği ganimetleri Hz. Muhammed'in,
Müslümanlığı yeni kabul eden ve çoğunluğunu da Mekke'lilerin teşkil ettiği
kişilere vermesi Ensâr'ı üzmüş ve hatta dedikodu yapmaya başlamışlardı. Bu
durumu öğrenen Hz. Peygamber Ensâr'ı toplayarak yapmış olduğu tarihî konuşmada:
"Ey Ensâr! Herkes ganimetten elde ettiği koyun ve develeriyle yurtlarına
dönerken, sizin Peygamberle beraber yurdunuza dönmeniz sizi hoşnut etmez mi?
Yemin ederim ki, sizin dönüşünüz ötekilerin dönüşünden çok daha
hayırlıdır" buyurmuştur. Bu sözleri dinleyen Ensâr ağlıyor ve hep bir
ağızdan "biz sizden hoşnutuz yâ Resûlullah" nidalarıyla ortalığı
çınlatıyordu. Bu hâli gören Allah'ın Resûlü ellerini kaldırmış "Allah'ım!
Ensâr ve Ensâr'm gençlerine sen rahmet ve merhamet et" diye duâ ediyordu.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Mekke'ye fatih olarak girdiği zaman
bütün hadis kitaplarının kaydettiği hutbelerinde, Arab-ların örf ve âdetlerini,
onların Mekke şehri ve Kabe hakkındaki tarihin
derinliklerinden gelen duygu ve düşüncelerini beliğ ifadeleriyle dile getiriyor
ve onlara şöyle hitap ediyordu:
"Cenâb-ı
Hakk, Arz ve semâyı yarattığı günden beri Mekke'yi haram şehir ilan etmiştir.
Onun için Mekke, Allah'ın emriyle Kıyamet gününe kadar mukaddes bir yerdir.
Benden evvel bu hürmete riâyet olundu, Ben'den sonra da hürmete devam
edilecektir. Bana da Mekke ancak bir saat için helâl edildi. Mekke'nin av
hayvanları takip olunmaz, Mekke'nin dikeni, çayırı kesilmez. Mekke'nin açık
yerleri kapatılmaz. Mekke'de kaybolan bir şey onu arayandan başkasına helâl
olmaz."
Kılıçlar
çoktan kınından çıkmış, muzaffer olan olmuş, kaybedenlerle birlikte herkes bu
nutku dinliyor ve kınından çıkan kılıçlardan hâla kan damlıyor ve herkes
Resûlullah'ın ağzından çıkacak tek bir kelimeye bakıyordu. Durum ne olacak?
Resûlullah ne emir verecekti? Bunu hem muzaffer İslâm ordularının kumandan ve
askerleri, hem de Sahâbe kanı akıtan Mekke müşrikleri bekliyor ve konuşmayı
nefes almadan dinliyorlardı. Evet! bir tek kelime,
henüz Müslüman olmamış binlerce insanın başlarını yere düşürür, kadınları dul
ve çocukları yetim bırakabilirdi.
Nihayet
konuşmasını tamamlayan O âlicenâp insan, âlemlere rahmet olarak gönderilen
Hatemü'l-Enbiyâ, kâinâtın O'nun yüzü suyu hürmetine yaratıldığı melek tabiatlı
zât, son cümlelerini rahmet saçan mübarek ağızlarından döküyor ve şöyle
diyordu: "Ey Mekke'liler! Size ne yapmamı bekliyorsunuz?"
Mekke'liler: "Sen'den hayır bekliyoruz. Çünkü Sen şerefli, yüce asâlet
sahibi kardeş ve yüce asâlet sahibi kardeşin oğlusun" diye cevap
veriyorlar.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara: "Haydi gidiniz, hepinizi serbest
bırakıyorum" dedi.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in en müessir hutbelerinden birisi de
Veda Haccı hutbesidir. Gerçi bu hitabe daha ziyade dinî emir ve nehiyleri
ihtiva eden bir konuşma olması münâsebetiyle edebî yönüyle pek parlak görülmese
bile; konuların işleniş tarzı, kelime ve cümlelerin kullanış ve kuruluş şekli
ile akıcılığı, üslûbun berraklığı, muhteviyatı, onu en beliğ ve en yüksek
hutbelerin arasına yüceltmiştir.
Bu
hitabeden bazı cümleleri ele alacak olursak, konuşma ve hitabetteki parlaklığı
ve hitap ettiği cemâati ne kadar etkileyici olduğunu görürüz. Peygamber (salla’llâhü
aleyhi ve sellem), dinleyicilere hitabesinin önem ve ehemmiyetini ifade için
Allah'a hamd ü senâdan sonra şöyle başlıyor:
"Ey
insanlar!
Dinleyiniz,
bilmiyorum belki bu seneden sonra sizinle burada, bu ayda, bu şehirde bir daha
buluşamayacağız" O, bu cümleleriyle bekâ âlemine göç edeceğini ifade
ediyor ve bu cümleye büyük bir kuvvet kazandırıyordu. Bu cümle ve ifadenin
hemen arkasından can, mal ve şerefin insan için önem ve ehemmiyetini ortaya
koyuyor ve diyordu ki: "Cenâb-ı Hakk kanlarınızı, mallarınızı ve
ırzlarınızı bu ayınızdaki, bu şehrinizdeki, bu gününüzün hürmeti gibi haram
kılmıştır. Sakın benden sonra kâfir olarak birbirinizin boyunlarını
vurmayınız." Bu cümlenin hemen arkasından Arab kabîle ve kavimlerinin
birbirine düşmelerine vesîle olan asılsız ve yersiz duygu ve düşünceleri bir
defa daha dile getirerek bunları kökünden halletmek için şöyle devam ediyor-.
"Rabbiniz
birdir. Babanız birdir, hepiniz Âdem'densiniz. Âdem de topraktandır. Sizin
Allah indinde en iyiniz ve en yüceniz Allah'tan en çok korkan ve
çekinenizdir."
İbn-i
İshak'a göre Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Medine'de kıldırdığı
ilk cuma namazında okuduğu hutbelerinde:
"Ey
insanlar!
Yarınınız
için iyi bir iş işleyiniz. Biliyorsunuz ki biriniz, yıldırıma çarpılmış bîhuş
(baygın) düşüp sürülerini çobansız bıraktığı ve Allah'ın huzuruna tercümansız,
vasıtasız ve rehbersiz gittiği zaman Cenâb-ı Hakk ona: "Sana benim elçim
gelip tebligatta bulunmadı mı? Sana ihtiyaçtan fazla mal verdiğim halde nefsin
için ne hazırladın?" diye soracak. O zaman sağınıza ve solunuza bakacak ve
bir şey bulamayacak, sonra önünüze bakacak ve Cehennem'den başka bir şey
görmeyeceksiniz. İçinizde yüzünü ateşten velev bir hurma parçası ile olsun
koruyabilecek olan bunu yapsın, şayet bulamazsa güzel bir sözle buna
çalışsın" buyurmuştur.
O,
bu cümleleriyle Sahâbe-i Kirâm'a Âhiret'i, gerçek âlemi, ebedî durağı
hatırlatıyor, ölümün şiddetini, sorgu ve suâlin varlığını, insanın başıboş
yaratılmadığını ve bu hesaplaşmanın kurtuluş yollarını da apaçık bir tarz ve
şekilde ifade ediyordu. Asıl mesele buydu. Çünkü dilinin düğümü çözüktü.
Kendilerini dinleyen insanların nelerden anlayacaklarını çok iyi biliyor ve ona
görede gerektiği yerde teşbihleriyle onları ürpertiyor ve kendilerine
getiriyor, sonra da; kurtuluşu: "Velev ki bir parça hurmayla da olsa ikram
ederek sağlayınız" diyordu. Onu da bulamayanlara: "Güzel bir söz,
güzel bir söz de kurtuluş için kâfidir" diyerek muhtaçların gönüllerini
kazanmaya bağlıyordu.
Allah'ın
elçisi hayatta kaldığı sürece güzeli, iyiyi, doğruyu hemen her fırsat ve
ortamda ya tarif ve talim etmiş, veya başkalarında
gördüyse ona sahip çıkılmasını istemiştir. Yanlışlar ve kötülükler için de aynı
şey söz konusu olmuş ve bu tür fiillerin de tenkidini yapmış ve onları tekbîh
etmiştir. Böylece kendisine vahyolunan âyet ve hadislerin âmir hükümlerini söz
ve fiilleriyle yaşayarak anlatmış ve izah etmiştir.
Yine
bir hutbelerinde: "İki umde (esas) vardır; kelâm ve amel. Kelâmın en
güzeli Allah'ın kelâmıdır. Amelin en güzeli Muhammed'in ameli (sünneti)dir.
Dininize yeni şeyleri sokmaktan şiddetle kaçınınız. Çünkü en fena şeyler
bunlardır. Bu gibi sonradan dine sokulan şeyler bid'attir. Her bid'at
dalâlettir" ifadeleriyle bid'atin çirkinliğini ve din adına uydurulan
şeylerin, insanları dinden nasıl uzaklaştırarak küfre götüreceğini bütün
çıplaklığıyla anlattığı gibi, yolun en güzelinin, dinin ve amelin en doğru ve
Allah'a yaklaştıranının da sünnet olduğunu ifade ediyordu.
Hz.
Peygamberin oğlu İbrahim vefat ediyor. Bir tesadüf eseri olarak o gün Güneş
tutuluyor. Bu olayın Hz. İbrahim'in ölümünden dolayı meydana geldiği sözleri
kulağına gelir-gelmez O yüce insan, ateşe olurmuşçasına ayağa fırlıyor ve hemen
bir hutbe îrad ediyor. Bu hutbelerinde:
"Ey
insanlar!
Görmediğim
bir şey yok ki, onu bu makamımda görmüş olmayayım. Bana Cennet ve Cehennem
gösterildi. Ona öyle yaklaştırıldım ki, elimi uzatsam ondan bir şey koparır
durumdaydım. Cehennem'i gördüm. Orada biri sürükleniyordu. Bunun Ebû Şemâme Amr
bin Mâlik olduğunu bildim. O; "Güneş ve Ay ancak büyüklerden birinin ölümü
için tutulur" derdi. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu
sözleriyle dinî olmayan, yanlış bir itikadın ve bid‘atin tehlikesini
mü’minlerin kafa ve gönüllerinden siliyordu.
Aynı
hitabesindeki şu cümleler toplum ve toplumu meydana getiren fertler için huzur
ve sükûn vâdeden berrak ifadeler değil mi?
"Her
atî yakındır. Gelmeyecek olan uzaktır. Mesut, başkalarının hâlinden ibret
alandır. Mü’minle harbetmek küfürdür. Mü’mine sövmek fısktır. Bir Müslüman'ın
diğer bir Müslüman'la üç günden fazla dargın durması helâl değildir."
Ebû
Hureyre tarafından rivâyet edilen bir hutbelerinde Allah Resûlü (salla’llâhü
aleyhi ve sellem):
"Ey
insanlar!
Hikmet
ve bilgiyi ehil olmayan insanlardan başkasına vermeyin (şayet karakter ve
tiyneti bozuk insanlara verirseniz hikmete veya bilgiye) zulmetmiş olursunuz.
Ehil olan kişilerden de hikmeti menedecek olursanız (bu defa da hikmeti ve
bilgiyi almaya lâyık, dürüst ve faziletli insanlara) zulmedersiniz."
buyurarak dün ve bugünün insanlarının çile ve ızdıraplarının asıl kaynağına
böylece işaret etmiş oluyor. Bıçak kadar güzel, kıymete hâiz faydalı bir âlet
yoktur. Onu hemen her yerde kullanırız. Fakat bir canînin elinde o öldürücü bir
aletten başka bir şey değildir. Kim bilir kaç insanın bağrına saplanarak
kadınları dul, çocukları öksüz ve yetim bırakmıştır. Kaç masum ve günahsız
delikanlım bu aletle toprağa gömülmüştür. Ve şimdi hâin ellerde ve kafalardaki
bilginin neticesi olan mamuller nice topluluk ve insanları teker teker yok
ediyor. Bir düşünün!
Devletin
çeşitli kademelerinde idareci olarak görev yapan bürokratlarımız,
hukukçularımız, doktorlarımız ve iş adamlarımız toplumu teşkil eden tüm
insanlarımıza yeterli ahlâkî eğitim, sağlam bir karakter, dürüst bir düşünce,
yapmacık olmayan çelebice davranış ve insan sevgisi ile hamûle bir gönül adamı
olma vasfı kazandırabilse, vatan ve millet sevgisi, hürriyet aşkının her şeyin
üzerinde ve önünde geldiğine inandıracak fiil ve hareketleri önce kendi
dünyamızda yaşayıp, sonra da eğitmeye çalıştığımız insanlara bunları sindire
sindire verebilsek, herhalde başta ülkemiz olmak üzere tüm insanlık kurtulur
veya çileleri en aza indirilmiş olurdu. Bütün
bu olumsuzluklara rağmen millet olarak ayakta kalmışsak hiç şüphesiz yine de
tavsif etmeye çalıştığım insanların varlığına borçlu olduğumuzu da burada bir
kadirşinaslık olarak itiraf etmek durumunda ve inancındayım.
Peygamberimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) yine aynı hitâbelerinin bir paragrafında:
"Ey
insanlar!
Ben
size güzel ve iyi olan iki ameli haber vereyim mi? Onların zahmeti az, fakat
Allah yanında ecir ve mükâfatı boldur. Bunları terkederek başka amellerle
uğraşanların Allah huzuruna böyle bol ecirle gitmeleri de mümkün değildir.
Bunlardan birisi: Lüzumsuz şeyleri konuşmamak, bilmediğiniz işlere karışmamak,
İkincisi ise: Güzel huy ve ahlâk sahibi olmaktır." buyurmaktadır.
Bu
terbiye ve eğitime ne kadar muhtaç olduğumuzu lütfen düşünüp, yaşadığımız
toplumu ve toplumda gördüğümüz alışkanlıkların nedenini ona göre
değerlendirmeye çalışalım.
23
sene Cenâb-ı Hakk tarafından kendisine lütfedilen ve bahşedilen o büyük
enerjiyi, ahlâksızlığın batağına saplanmış bir topluma öğütleri, nasihatleri,
davranışları, vefası ve hitâbeleriyle harcayan ve peygamberliğin son ve bir
bakıma da ilk halkası olan bu yüce insan böyle bir toplumdan herkesin kabul
edeceği bir "Asr-ı Saadet" meydana getirdi ve "bir dağda
bir koyunu kurt yese Allah onu Ömer'den sorar" diyen bir lider ve liderler
silsilesi yetiştirdi ise; bugünün emniyet ve bu cemiyetin aksaklıklarını
gidermeye talip olan insanlara her halde bu ışık kâfi gelecektir. Yeter
ki samimî ve dürüst olalım.
Kütüb-i
Sitte'nin ikinci kitabı olan Sahîh-i Müslim'de Ebû Zer-i Gıfarî (r.a.)
tarafından rivayet edilen bir hitabesinde, ki bu
hitâbe aynı zamanda bir kutsî hadistir. O, şöyle buyuruyor:
"Ey
kullarım!
Haberiniz
olsun ki Ben zulmü kendi nefsime haram ettim, onu sizin de aranızda haram
kıldım. O halde birbirinize zulmetmeyiniz" hitâbesinin son parağrafı ise
şöyle bitmektedir:
"Ey
kullarım!
Sade
sizin amellerinizdir ki, Ben onları sizin için sayar, size karşı muhafaza eder,
sonra da onları size tastamam veririm. Onun için her kim hayır bulursa hemen
Allah'a ham-detsin. Onun gayrisini bulan da kendini levmetsin."
Yukarıda
da bahsettiğimiz gibi hadis kitapları ve önemli tarihî kaynaklarda dağınık bir
tarzda bulunan, İslâm'ın ve İslâmî esasların bir bakıma özünü meydana getiren,
bir beşer olarak içerisinde yaşadığı topluma verdiği veya sunduğu dini, yanlış
anlayan veya yorumlayan kişileri uyarıcı mahiyette bulduğumuz hitabeleri,
tespit edebildiğimiz ve erişebildiğimiz öz kaynaklardan alarak yayınlamayı
uygun bulduk. Bu
konunun İlmî tertip ve tahlîlini ise bu sahanın uzmanlarına bırakmanın daha
doğru olduğunu düşünüyoruz.
Eler
hitâbe ve öğüt bizce eksik ve aksak yönlerimizi ve düşüncelerimizi gidermeye
vesîle olacak kanaatindeyiz.
II.
BÖLÜM
PEYGAMBERİMİZ
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'İN HİTÂBELERİ
Peygamberimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in İslâm'a Alenî Daveti ve İlk Hitabesi
Abdullah
îbn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Habîbim,
en yakın kavim ve kabileni (Allah'ın azabıyla) korkut!"
(Şuarâ 214) meâlindeki âyet nazil olduğunda, Nebî (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
evinden çıktı. Tâ Safâ dağına ve birbiri üzerine yığılmış büyük taş kümelerinin
yanına vardı, en yüksek bir kayanın üstüne çıkıp yükseldi. Sonra:
"Yâ
Sabâhâh! Ey Kureyş buraya geliniz, toplanınız!...
Büyük bir iş karşısında bulunuyorsunuz" diye seslendi.6 Kureyş
kabilelerini "Ey Fihr Oğulları, Ey Adiy Oğulları, Ey Abd-i Menâf Oğulları,
Ey Abdülmuttalib Oğulları!" diye oymak oymak çağırmaya başladı.
Resûlullah'ın
bu dâvetini işitenler birbirlerine:
·
-
Bu seslenen kimdir? diye sordular. Yine birbirlerine:
·
-
Muhammed'dir, diye cevap vererek ve Ebû Leheb de beraberlerinde olarak gelip
Resûlullah'ın çevresinde toplandılar. Gidemeyenler de bu toplantının mâhiyetini
anlamak için adam gönderdiler. Sonra Peygamber Efendimiz (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) umumî bir hitapla:
6
Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, Kitâbül-îman, hadis no. 348-355.
-
"Ey Kureyş Cemâati! Allah'tan kendinizi ibâdet ve ubûdiyet mukâbilinde
satın alarak O'nun azabından kurtarınız. Bu azabtan halâsınız için Ben Allah
tarafından verilmiş hiç bir nüfûz ve kudrete mâlik değilim" buyurdu.
Bundan
sonra Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kureyş oymaklarını hususî
surette ve mâlûm olan adlarıyla birer birer anarak şöyle buyurmuştur:
"Ey
Kâ‘b ibn-i Lühey Oğulları! Allah'tan kendinizi ibâdet bedelinde satın alarak
azabından kurtarınız. Bu azabtan kurtulmanız için Ben Allah tarafından verilmiş
hiç bir nüfûza sahip değilim.
Ey
Mürre ibn-i Kâ‘b Oğulları! Allah'tan ibâdet mukâbili kendinizi satın alın. Ben
sizi bu azabdan kurtarmak için O'nun tarafından verilmiş hiç bir imkana sahip değilim.
Ey
Abd-i Şems Oğulları! Allah'a tâat ve itâat ederek Allah'ın azabından
kurtulunuz. Bu hususta Ben sizi kurtarmak için hiç bir nüfûza sahip değilim.
Ey
Abdulmuttalib Oğulları! Siz de Allah'a ibâdet ve tâatla Allah'ın azabından
kendinizi koruyunuz. Bu hususta Bana O'nun tarafından sizi kurtarmak üzere
verilmiş hiç bir imkan da yoktur.
Ey
Abbas ibn-i Abdulmuttalib Oğulları! Allah'a ibâdet ederek nefsinizi Allah'tan
satın alınız. Sizi de Allah'ın azabından kurtaracak hiç bir güce mâlik değilim.
Ey
Zübeyr ibn-i Avvâm'ın annesi ve Resûlullah'ın halası! (Abdulmuttalib'in kızı
Safiye), Ey Muhammed'in kızı Fâtıma! Siz de kendilerinizi Allah'tan ibâdet
mukâbilinde satın alınız da azabından kurtulunuz. Allah'ın azabından
kurtulmanız için Ben Allah tarafından verilmiş bir nüfûza mâlik değilim.
Sizinle aramızda bir hısımlık hakkı vardır, onu da terketmem, ziyaretle
muhakkak yerine getiririm. İşte malım! Ondan ne arzu ederseniz isteyin,
esirgemem veririm.
Ey
Kureyş Cemâati! Bana cevap verir misiniz? Ben size şu dağın eteğinde veya şu
vadide düşman süvarisi var, üzerinize baskın edecektir desem bana inanır
mısınız?" diye sordu. Onlar:
·
-
"Evet inanırız! Çünkü bütün tecrübelerimizde Seni hep sadakatli ve hep
doğru bulduk. Yalan hususunda hiç tecrü -bemiz geçmedi" dediler. Bunun
üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
·
-
"Öyle ise ben size ileride şiddetli bir azab günü bulunduğunu, mücrimlerin
o gün edileceklerini haber vermeğe ve o azabtan sizi menetmeğe memurum"
buyurdu. Sonra:
·
-
"Ey Kureyş Cemâati! Benimle sizin benzeriniz, şu bir kimsenin meseli ve
benzeri gibidir ki; o kimse düşmanı görür de ailesini bundan haberdar ederek
onları düşman baskınından kurtarmak üzere ailesine koşar ve düşmanın
kendisinden önce ailesine yetişip zarar vermesinden korkarak Yâ sabâhah! diye haykırmaya başlar.
Ey
Kureyş! siz uykuya dalar gibi öleceksiniz, uykudan
uyanır gibi de dirileceksiniz. Kabirden kalkıp Allah'ın divânına varmanız,
Dünya'daki her hareketinizin hesabını vermeniz muhakkaktır. Neticede
hayırlarınızın, ibâdetlerinizin mükâfâtını ve kötü işlerinizin de ceza ve
şiddetli azabını göreceksiniz. İşte o mükâfât ebedî Cennet'tir.
Mücâzât da daimî Cehennem'dir."
Bunun
üzerine Ebû Leheb: "Hüsranda kal, bizi bunun için mi topladın" dedi.
İşte bunun üzerine Tebbet sûresi nâzil oldu:
"Ebû
Leheb’in iki eli kurusun! Kurudu da. Malı ve kazandıkları ona fayda vermedi. O,
alevli bir ateşe yaşlanacaktır. Odun taşıyıcı olarak ve boynunda bir ip olduğu
halde karısı da (ateşe girecek)." (Tebbet
1-5) 6
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Ranuna'da İlk Cuma Hutbesi
Cabir
ibn-i Abdullah (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ranuna'daki Cuma hutbesinde şunları
söylemiştir:
"Ey
insanlar! Ölmeden evvel tevbe ediniz.
Derdinizin
başınızdan aşacağı günden önce sâlih amellere koşunuz.
Gizli
ve açık olarak Allah'ı çok cok anmak ve çok sadaka vermek suretiyle Rabbiniz'le
aranızda vuslatı sağlayınız.
Böyle
yaparsanız rızıklandırılırsınız. Yardım olunur ve düzgün bir hâle
getirilirsiniz.
Biliniz
ki; benim bulunduğum yerde ve bu yılın bu ayındaki bu gününde Allah size,
Kıyamet gününe kadar Cuma Namazı'nı farz kıldı.
İyi-kötü
bir imamları varken sağlığında olsun, benden sonra olsun, ehemmiyetsiz görerek
veya inkar ederek onu terkedenin iki yakasını Allah
bir araya getirmesin, onun işlerinden bereketi kaldırsın.
Biliniz
ki; onun, tevbe etmedikçe ne namazı, ne zekâtı, ne haccı, ne orucu, ne de
iyilikleri vardır (Allah katında makbul değildir.)
Kim
tevbe ederse Allah onun tevbesini kabul eder, ona azab
etmekten vazgeçer.
Kadının
erkeğe, Bedevî (Çöl ArabO'nın muhacire, kötü kimsenin
îmanlı, ameli iyi olan kişiye imamlık edemeyeceğinden de haberiniz olsun. Meğer ki o kötü kişi zorbalığıyla mü'mini sindirmiş, kılıç
ve kırbacıyla korkutmuş olsun." 7 8
*
İbn-i
Mâce'nin Cabir'den rivâyet ettiği cuma ile ilgili bu hitabesinden başka
Taberanî de Evsâfında İbn-i Ömer (r.a.)'dan bazı
farklılıklarla Cuma Namazı ile ilgili şu hutbeyi rivâyet etmiştir:
"Bilmiş
olunuz ki, Allah (c.c.) Hazretleri Cuma'yı benim şu durduğum yerde ve bu
yılımın bu ayındaki bu günümde size Kıyamet gününe kadar farz etmiştir. Her kim
hayatımda olsun, benden sonra olsun âdil, câir (zâlim) bir imamı varken onu
istihfaf ederek, yahut inkâr ederek terkedecek olursa
Allah (c.c.) iki yakasını bir araya getirmesin ve kendisine ait hiç bir hususu
mübarek kılmasın.
Haberiniz
olsun ki, böylesi tevbe etmedikçe ne namaz, ne zekât, ne hac, ne oruç, ne da
başka hiç bir hayrının sevabı vardır. Her kim de tevbe ederse Allah (c.c.)
tevbesini kabul etsin."
Ranuna'da
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in İkinci Hutbeleri
Ebî
Seleme't-ibn-i Abdurrahman (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Allah'a
hamd olsun. Allah'a hamd ederim ve O'ndan yardım dilerim. Nefislerimizin
şerrinden ve kötü amellerinden Allah'a sığınırız.
Allah'ın
doğru yola ilettiğini hiç kimse saptıramaz, saptırdığını da hiç kimse doğru
yola iletemez.
Şahâdet
ederim ki; Allah'tan başka hiç bir kimse doğru yola iletemez.
O
birdir, O'nun şeriki yoktur.
Sözlerin
en güzeli yüce Allah'ın Kitâbı'dır.
Allah
kimin kalbini Kur’ân'la süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyet'e sokar, o da,
Kur’ân'ı insanların sözlerine tercih ederse, işte o kimse felah bulmuştur.
Doğrusu
Kitâbullah sözlerin en güzeli ve beliğidir.
Allah'ın
sevdiğini seviniz! Allah'ı bütün kalbinizle seviniz!
Allah'ın
kelâmından kalbinize kasvet ve darlık gelmesin. Çünkü o, Allah'ın yarattığı her
şeyin üstününü ayırıp seçer. Amellerin hayırlısını, kulların seçkinlerini
(peygamberleri),
kıssaların
iyisini zikreder. Helâl ve haram olan her şeyi beyan eder.
Artık
Allah'a ibâdet ediniz ve O'na hiç bir şeyi şerîk koşmayınız. O'ndan gereği gibi
sakınınız!
Dilinizle
söylediğiniz güzel sözlerinizle Allah'ı tasdîk ve ikrâr ediniz! Allah'ın ihsan
ettiği rahmetle aranızda sevişiniz!
Muhakkak
biliniz ki; Allah ahdinin bozulmasına gazab eder.
Sizlere
selam olsun."9
Peygamberimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Medine'deki İlk Hutbesi
Said
ibn-i Abdurrahman el- Cemhî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Taberî'nin
kaydettiği bir hutbede Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle
buyurmuştur:
"Hamd
Allah'a mahsustur.
Ben
O'na hamd eder, O'ndan yardım ister, O'ndan mağfiret ve hidâyet dilerim.
O'na
îman eder ve O'na küfretmem, O'na küfredenlere de düşmanlık ederim.
Ben
Allah'tan başka tanrı olmadığına, O'nun bir ve tek olduğuna, şerîki ve nâziri
bulunmadığına inanırım. Muham-med de O'nun kulu ve Resûlüdür ki; O'nu,
peygamberlerin arası kesilmiş, ilim azalmış, insanlar sapıklığa düşmüş, zaman
inkıtaa uğramış, Kıyâmet'in kopması ve âlemin nihayet bulması yaklaşmış iken
tam bir hidâyet, nur ve mev'ıze ile gönderdi.
Kim
Allah ve Resûlü'ne itâat ederse muhakkak doğru yolu bulmuş, kim de Allah'a ve
Resûlü'ne asî olursa elbette azgınlık ve taşkınlığa düşmüş ve büyük bir sapıklıkla
yoldan çıkmıştır.
Ey
nâs! Ben size Allah'tan korkmayı tavsiye ederim. Çünkü;
bir Müslüman'ın diğer bir Müslüman'a en hayırlı tavsiyesi onu Âhiret'e teşvik
etmesi ve ona Allah'tan korkmayı emretmesidir.
Allah'ın
sizleri bizzat sakındırdığı şeylerden sakının. Bir Müslüman'ın diğer
Müslüman'a, bu yoldaki tavsiyelerinden daha faziletli bir nasihat ve bundan
daha efdal bir öğüdü olamaz.
Takva
sahibi bir kişi için; Âhiret'le ilgili istek ve arzularına kavuşma hususundaki
en emin yol Rabbin'den korkarak ve yüreği titreyerek O'na ibâdet etmesidir.
Kim
gizli ve aşikar her hâlinde yalnız Allah'ın rızâsını
isteyerek, Allah'la kendi arasındaki ilgiyi ıslah eder ve O'na olan kulluk
görevini yerine getirirse bu hem Dünya'da onun için hayırla anılma, hem de
ölümünden sonra kişinin kendinden evvel gönderdiği hayra muhtaç olacağı zamanda
ona bir azık olur.
"Her
kişinin yaptığı iyiliği ve yaptığı kötülüğü hazır bulacağı günü bir düşünün.
Kullarına karşı şefkatli olan Allah size kendinden korkmanızı emreder."(Âl-i
İmran 30)
Sözünü
gerçekleştiren ve va'dini yerine getiren Allah'a yemin olsun ki; bunda cayma
yoktur. Çünkü Aziz ve Celîl olan Allah: "Benim indimde söz
değiştirilmez ve Ben kullanma zulmetmem" (Kâf 29) buyurur.
Binâen-aleyh şimdiki ve gelecekteki işlerinizde gizli ve açık yaptıklarınızdan
dolayı Allah'ın vikayesini talep edin.
Kim
Allah'ın vikayesini talep ederse Allah onun günahlarını örter, ecrini de
büyütür. Allah'ın himayesine talip olan kimse büyük bir kurtuluşa ermiştir.
Allah'a sığınmak ve O'nun himâyesine talip olmak ise insanı Allah'ın azab ve
gazabından korur. Allah'ın vikâyesini talep etmek yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut
eder, dereceyi yükseltir.
Nasibinizi
alın, fakat işlerinizde Allah için ifrat ve tefritte bulunmayın. Çünkü Allah
doğru olanı ve yanlış olanı bilsinler diye size Kitâbı'nı göndermiş ve yolunu
açıkça öğretmiştir.
Allah'ın
size ihsan ettiği gibi siz de ihsan edin. Allah'ın düşmanlarına düşman olun.
O'nun yolunda hakkıyla mücâ-hede edip çalışın. Çünkü sizi O seçti ve size "Müslümanlar"
ismini O verdi. "Tâ ki helak olan apaçık bir delilden sonra helak
olsun, sağ kalan da açık delillerle sağ kalsın. "(Enfâl 42)
Kuvvet
ancak Allah iledir. Öyleyse Allah'ı çok zikredin ve bugünden sonra için
çalışın. Şu muhakkak ki; kim Allah ile kendi arasındaki ilgiyi ıslah eder, O'na
olan kulluğunu îfâda kusur etmemeye gayret harcarsa, Allah onunla insanlar
arasında olacak işleri düzeltir. Çünkü Allah insanlara hükmeder. İnsanlar ise
O'na hükmedemezler. O insanlara mâliktir, insanlar ise O'ndan hiç bir şeye
mâlik değildir. Allah büyüktür ve kudret yalnız azîm olan Allah'ındır."10
İslâm
Kardeşliği ve Dayanışmanın Önemi
Ebû
Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Birbirinize
hased etmeyin. Kendiniz almak istemediğiniz halde diğerini zarara sokmak için
bir malı methedip fiyatını artırma yarışına kalkışmayın. Birbirinize
buğzetmeyin. Birbirinize yüz çevirip arka dönmeyin. Sizden bazınız diğer
bazınızın alış-verişi üzerine alış-verişe girişmesin.
Ey
Allah'ın kulları! Birbirinizle kardeş olunuz. Müslüman Müslüman'ın kardeşidir.
Müslüman Müslüman'a zulmetmez, yardıma muhtaç olduğu dar bir zamanda onu yalnız
ve yardımcısız bırakmaz. Onu hor ve hakir görmez. Allah sizin cesetlerinize ve
sûretlerinize bakmaz, fakat Allah sizin kalple-inize nazar buyurur.
Birbirinizin
hususî ve mahrem hayatını araştırmayın. Birbirinizin eksiklerini ve ayıplarını
görmeye ve işitmeye çalışmayın. Zandan kaçınınız, çünkü zan sözlerin en
yalanıdır.
Muhakkak
Allah Kıyâmet gününde: "Sırf benim azametim ve tâatim için
birbirleriyle sevişenler nerededirler? benim gölgemden
başka biç bir gölge bulunmayan hu günde ben onları kendi gölgemde gölgelendiririm"
buyurur.
Her
perşembe ile pazartesi gününde ameller arzolunur. Azîz ve Celîl olan Allah, din
kardeşi ile aralarında kin ve
düşmanlık
bulunan kimse müstesna olmak üzere Allah'a hiç bir şeyi ortak koşmayan her bir
insana bu günler içinde mağfiret eder.
Bir
kimsenin (din) kardeşine hakaret etmesi şer nâmına ona kâfi gelir. Her
Müslüman'ın kanı, malı ve ırzı (şerefi ve nâmusu) diğer Müslüman üzerine
haramdır."11
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Dünya ve Âhire! Saâdetiyle Müjdelediği
İnsanlar
Enes
İbn-i Mâlik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir:
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Ced‘a adındaki devesi üzerinde olduğu halde bize
şöyle hitap etmiştir:
"Ey
insanlar! Şu Dünya’da ölüm sanki bizden başkası üzerine yazılmıştır. Ve sanki
hak, hukuk ve ferâiz-i İlâhî bizim dışımızdakiler üzerine vacip olmuştur. Sanki
defnetmek üzere mezarlarına götürdüğümüz ölüler kısa zamanda tekrar bize
döneceklerdir. Kabirlerine koyduğumuz ölülerin bıraktığı malları taksim edip
pervasızca yiyoruz. Sanki onlardan sonra biz Dünya'da bakî kalacağız. İbret
dolu bir yığın olay ve hâdiselerden gerekli dersleri almıyor ve bizim de
başımıza ve mallarımıza gelecek belâ ve âfetlerden emimmişiz gibi davranıyoruz.
Bu tutumumuz koyu bir gafletten başka bir şey değildir.
Şu
insanlara müjdeler olsun ki; kendi ayıplarıyla meşgul olmaktan başkalarının
ayıplarını görmezler, kazançlarını helâlinden temin edip onu Allah için ihtiyaç
sahiplerine infâk ederler, hikmet ve ilim sahipleriyle beraber hemhâl olur ve
onlarla otururlar, kibir ve gururlarını kırarak fakr u zarûret içerisinde
olanlarla birlikte bulunurlar ve dalâlet içerisinde olup, aynı zamanda
insanlara zulmeden zâlimlerden de uzak dururlar.
Yine;
nefsine hâkim olup ahlâkını güzelleştiren, hüsn ü hâl içerisinde ve insanlara
ne söz ve ne de hareketle herhangi bir kötülüğü dokunmayana da müjdeler olsun.
Şu
insanlara da müjdeler olsun ki; helâlinden elde ettiği rızkın fazla olanını
Allah için sarfeder, konuşurken menfaat ve hayırlı sözün dışında bir şey
söylememek için diline hâkim olur, Resûlullah'ın sünnetine uyar ve her nevi
bid'atten uzak durur."12
Ölümden
Sonra Amel Defteri Kapanmayanlar
Cerîr
îbn-i Abdullah (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Biz
gündüzün ortasında Resûlullah'ın yanında idik. Derken, siyah-beyaz yollu "nemire"
denilen yün izarlarını veya abalarını ortalarından delerek başlarını içine
sokmak suretiyle giyinmiş, kılıçlarını kuşanmış, çoğu, belki de hepsi Mudar
kabilesinden olan çıplak, yalın ayak bir cemâat Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem)'e geldiler. Bunları derin bir fakirlik içerisinde gördüğünden dolayı
Resûlullah'ın yüzü derhal değişti. İçeri girip çıktıktan sonra Bilal'e emretti.
Bilal ezan okudu ve kameti yaptı. Resûlullah öğle namazını kıldırdıktan sonra
şöyle buyurdu:
"Ey
insanlar!
"Sizi
bir tek candan yaratan, ondan da yine onun zevcesini vücuda getiren ve
ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar türeten
Rabbiniz'e sığının. Kendisi ile birbirinize dileklerde bulunduğunuz Allah'tan
ve akrabalık (bağlarını kırmak)tan sakınınız. Çünkü Allah sizin üzerinizde tam
bir gözeticidir."
(Nisâ 1)
"Ey
îman edenler! Allah'tan korkun. Herkes yarın için önden ne göndermiş olduğuna
baksın. Allah'tan korkun, çünkü Allah yaptıklarınızdan hakkıyla
haberdardır." (Haşr
18) âyetini okuyup: "Her insan dinarından, dirheminden,
elbisesinden,
bir sa‘ buğdayından, bir sa‘ hurmasından, hatta bir hurmanın yarısı bile olsa
sadaka versin" buyurdu.
İlk
önce Ensâr'dan bir zat eliyle taşıyamayacak derecede ağır ve içi para dolu bir
torba getirdi. Bundan sonra insanlar arka arkaya gelip bir şeyler getirdiler.
Nihayet ben, yiyecek ve giyecek nevinden ehemmiyetli iki küme mal yığıldığını
gördüm. Bu toplanma sonunda, Resûlullah'm yüzünü altın yaldızlı gümüş bir levha
gibi parlar bir surette gördüm. Bunun üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem):
-
"Her kim İslâm Dini'nde tesis edilen güzel bir hayrı ilk evvel işler,
güzel bir çığır açarsa; ona, hem işlediği bu hayrın sevabı, hem de kendisinden
sonra bu hayrı işleyecek olan hayır sahiplerinin sevabı, onların sevabından hiç
bir şey eksilmeksizin verilir. Yine kim İslâm'da kötülüğü bildirilen hayırsız
bir işe başlar, kötü bir çığır açarsa; hem işlediği bu kötü işin günahı, hem de
kendisinden sonra onu işleyecek olanların günahları, bunların günahlarından hiç
bir şey eksilmeksizin ona ait olur" buyurdu.13
Dünya
Nîmetlerine Aşın Bağlılığın Zararları
İbn-i
Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyururlar ki:
"Ey
insanlar!
Nefislerinizin
gayri meşru istek ve arzularını, Dünya ve Dünya nîmetlerine olan aşırı
bağlılığınızı ve onların elden çıkma korkusundan duyduğunuz gam ve kederi,
ölümü çok çok hatırlayarak hafifletiniz. Binâen-aleyh eğer böyle yaparsanız;
hüzün ve keder sizde ehvenleşir, sabreder, isyan etmez ve ecir kazanırsınız.
Zenginlik
hâlinde ölümü unutmaz, onu hatırlarsanız o zaman; mala olan muhabbetiniz
azalır, bilakis ona karşı aşırı bağlılığınızın yanlışlığını düşünür ve dürüst
kazanç elde ederek Âhiret hesabını kolaylaştırırsınız. Aksi takdirde malı
vârise bırakır, cezayı siz çekersiniz. "Helalin hesabı, haramın da
azabı vardır."
Hiç
şüpheniz olmasın ki; ölüm Dünya ve Âhiret'le ilgili bütün istek ve arzuları
keser ve koparır. Geceler de ecelleri yaklaştırır.
Gerçekte
kişi; iki gün arasındadır. Biri geçen gün, diğeri de gelecek gündür. Geçen
gündeki her türlü davranışlarının hesap ve kitabı yapılmış ve üzeri
mühürlenmiştir. Gelecek 68
gününde
ise; kişi yaşayıp yaşamayacağı hususunda endişelidir.
Şu
bir gerçek ki; insanoğlunun ruhu bedeninden çıkıp, cesedi kabre konulunca önüne
konulacak tek şey Dünya'da işledikleri güzel fiillerin mükâfatıdır, arkasına
bıraktığı mal ve melalinin faydası pek az ulaşacaktır.
İhtimaldir
ki; kişinin toplayıp biriktirdiği mal ve mülkü haramdan elde edilmiştir veya
ondan ne fukaranın ne de miskinin hakkını (zekât ve sadakayı) vermeyerek
onların hukukunu gaspetmiştir."14
Kötülüklerden
Kurtuluş Kur’ân'a Sarılmakla Mümkündür
El-Hâris
el-A‘ver (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)in şöyle buyurduğunu duydum:
İleride
fitne olacaktır."
-
Peki yâ Resûlullah ondan kurtuluş nasıl olur? Diye
sordum. Şöyle buyurdu:
"Allah'ın
Kitâbı'na sarılmakla. Çünkü, sizden öncekilerin
haberleri ile sizden sonrakilerin haberleri O'nun içindedir. Aranızda
vereceğiniz hükümler de O'nun içindedir. O Kur’ân, önemli bilgileri ihtiva
eder. İçinde lüzumsuz hiç bir söz yoktur. Kim O'nu akılsızlığından dolayı
terkederse Allah onun belini kırar. Kim hidâyeti O'ndan başkasında ararsa Allah
onu saptırır. O, Allah'ın sapasağlam bir ipidir.
O,
hikmetli bir zikirdir. O, dosdoğru yoldur. O, kendisiyle arzuların sapmadığı,
dillerin yalan şeyler söylemediği, âlimlerin doymadığı, çok okumakla eskimeyen,
harikuladeliği tükenmeyen bir kitaptır. O, cinlerin işitip de şöyle dediği bir
kitaptır.- "Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel bir
Kur’ân dinledik de O'na îman ettik." (Cin 1)
Kim
O'ndan bir haber getirirse, doğru söylemiş olur. Kim O'nunla amel ederse ecir
alır. Kim O'nunla hükmederse
âdil
olur. Kim insanları O'na dâvet ederse doğru yola iletmiş olur. Ey (Haris el-)
A‘ver (bu öğütleri) dinle, kulağına küpe olsun."15
Şüpheli
ve Haram Şeylerden Servet Edinenin Hâli
Enes
(r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Ben
Resûlullah'dan işittim bazı hutbelerinde buyurdular ki:
"Ey
insanlar!
Görmediniz
mi? İşitmediniz mi?
Şüpheli
ve haram şeyleri ellerine geçirerek şehvetlerinin kurbanı olup, keyfe mâ yeşâ
ölünceye kadar öyle hareket edip, her türlü nefs-i itmi'nâna kavuştuğunu
zannettiği bir anda ansızın Azrail'in yakasına yapışıp, her şeyinin kendisi
için zahmet ve meşakkate dönüşüverdiği insanı!
Onlar;
ümit ve hayal ettikleri şeylere ne ilâ nihâye nâil olurlar, ne de zayî
ettikleri, boşa geçirdikleri zamanı telafi etmek için yeniden Dünya'ya rücûları
mümkün olur.
Şehevî
duygular, dünyevi arzular ve haksız olarak ele geçirdikleri Dünya malı ile
mağrur olan kişiler kötü amellerini, çirkin duygularını arkalarına bırakarak
gittiler. Şimdi, yaptıkları her şeye pişman ve nedâmet duyuyorlar. Halbuki onların bu nedâmetleri ve pişmanlıkları onlara hiç
bir fâide de vermeyecektir.
Cenâb-ı
Hakk, ölmeden önce hayrını göndermiş, fazladan olarak malından, muhtaç olanlara
infakta bulunmuş ve
hem
da Allah'a verdiği sözde sâdık kalmış, insanlara da sadâkat göstermiş kişiye
rahmet etsin.
Şu
insana da Cenâb-ı Hakk rahmet ve merhamet etsin ki; nefsanî istek ve
arzularına, onun meydana getireceği belâ ve çirkinliklere galip olup, hiç bir
kötü arzu ve istek kendisine hâkim olamamıştır."16
îmanın
Kemâli Hangi Amellerle Mümkündür
Ehû
Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz bir hutbelerinde şöyle buyurmuştur-.
"Ey
insanlar! içinizden herhangi biriniz, elinden ve
dilinden diğer insanlar selâmette olmadığı sürece Müslüman sayılmazsınız.
Mü’min; komşusu kendisinden her türlü tehlikeden emniyet içerisinde olmadığı
sürece îmanının lezzetine eremez. Aynı zamanda bir kul haramdan uzaklaşabilmek
için şüpheli olan şeyleri terketmedikçe muttaki insanlar içerisinde sayılmaz.
Ey
insanlar! Şu bir gerçek ki; bir yolcu çöl ve bir yabandan korkarsa, gideceği
yere bir an önce varabilmek için gece ve gündüz durmadan yürür. Siz
amellerinizin ind-i İlâhî'de makbul olup olmadığını bilmiyorsunuz ve bu hususta
elinizde herhangi bir belirti ve emare de yoktur, bunu ancak ömrünüzün
nihâyetinde anlayacaksınız.
Ey
insanlar! Şunu iyi bilin ki; mü’minin niyeti amelinden daha hayırlı, fâsıkın
kötü niyeti ise amelinden daha fenâdır."17
Cihad
ve Cihadın Dindeki Yeri
Ebû
Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Allah
yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar Rabbları katında
diridirler. Allah 'm lutuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile hepsi şâd
olarak rızıklanırlar. Arkalarından henüz onlara katılmayanlar hakkında da:
Onlara hiç bir korku yoktur. Onlar mahzun da olacak değillerdir, diye müjde
vermek isterler." (M-i
İmrân 169-170)
Yüce
Allah kendi yolunda cihada çıkan kimseye: "Onu evinden çıkaran kuvvet
sırf benim yolumda cihad için, sırf bana îman için ve sırf Peygamberim'i tasdik
için çıkarsa onu Cennet'e koymaklığımı yahut nail olduğu sevap ve ganimetle
içinden çıkmış olduğu evine salimen döndürmekliğimi ona kati teminat
vermişimdir" diye tekeffül etti.
Muhammed'in
nefsi elinde olan Allah'a yemin ediyorum ki; Allah yolunda açılan her bir yara
Kıyamet gününde muhakkak yeni açıldığı andaki şekli üzere gelecektir. Rengi kan
rengi fakat, kokusu misk kokusudur.
Muhammed'in
nefsi elinde olan Allah'a yeminle söylüyorum: Müslümanlar üzerine meşakkat
verecek olmasaydım Allah yolunda gazâ eden hiç bir seriyyenin (küçük askerî
birlik) ardından ebediyyen oturmazdım. Fakat ben onları binek ve teçhizatlarla
gazaya gönderme hususunda bir bolluk
bulamıyorum,
onların da bu imkanları yoktu. Bu sebeplerden dolayı onların cihadda benden
geri kalmaları onlar üzerine ağır bir meşakkat veriyor.
Muhammed'in
nefsi elinde olan Allah'a yemin ediyorum ki; Allah yolunda gazâ edip
öldürülmemi, sonra gazâ edip öldürülmemi, sonra gazâ edip öldürülmemi ne kadar
arzu ederdim."19
Sahîh-i
Müslim ve Tercemesi, c. VI, s. 79; Ayrıca bkz. s. 106, 108, 109 ve 121 nolu
hadisler; İbn-i Mâce, c. VII, s. 464.
Cihada
Teşvik ve Cihadın Önemi
Büreyr
(r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir ordu üzerine yahut bir ordu birliğine bir kumandan
tayin ettiği zaman, hususî olarak bu kumandanın nefsi hakkında Allah'ın
vikâyesine girmesini öğütler (yâni Allah'a takvâlı olmasını) ve maiyyetinde
bulunan Müslümanlar hakkında da hayır tavsiyesinde bulunmak âdetinde idi. Bu
tavsiyeden sonra şöyle buyururdu:
"Allah'ın
yolunda ve Allah'ın ismiyle cenk etmeye gidiniz. Allah'a kâfirlik edenlerle
mukâtele ediniz. Gazâya gidiniz, fakat ganimetlere hıyânetlik yapmayınız.
Ahitlerinizi bozmayınız, ölülerin burunlarını kesmek suretiyle onları
çirkinleş-tirmeyihiz. Hiç bir çocuğu öldürmeyiniz.
Müşrikler'den
olan düşmanına kavuştuğun zaman (evvela) üç haslete (yahut üç şeye) dâvet et.
Bu üç şeyden herhangisinde sana icâbet ederlerse onlardan elini çek. Onları
İslâm'a dâvet et. Eğer onlar bu hususta sana icâbet ederlerse onlardan bu
icâbeti kabul et ve kendilerinden elini çek. Sonra onları kendi yurtlarından
Muhâcirler'in yurduna göçmeye çağır ve onlara haber ver ki, eğer kendileri bunu
yaparlarsa, Muhâcirler'in lehine olan şeyler onlara da olacak, Muhâcirler'in üzerine
olan mükellefiyetler onların üzerine de olacaktır. Eğer kendi yurtlarını
değiştirmekten imtina eder, çekinirlerse onlara haber ver ki; bu takdirde onlar
Müslüman
Bedeviler
gibi olacaklardır.
Müslümanlar üzerinde carî olan Allah'ın hükmü onlar üzerinde de cereyan
edecektir. Müslümanlarla beraber cihad etmeleri hâli müstesna onlara,
ganimetten ve feyden hiç bir şey ayrılmayacaktır.
Eğer
onlar bu Müslüman olma teklifini kabul etmezlerse bu takdirde onlardan cizye
vergisi iste. Şayet onlar bu cizyeyi vermek hususunda sana icâbet ederlerse,
sen onlardan bunu kabul et ve onlarla harp etmeyi bırak. Eğer onlar Müslüman
olma yahut cizye verme tekliflerini kabul etmezlerse o takdirde, Allah'tan
yardım iste ve onlarla mukâtele yap.
Bir
kale halkını muhasara ettiğin ve onlar da senden kendilerine Allah'ın ahdini ve
Peygamber'nin ahdini tayin etmeni istedikleri zaman sakın sen onlar için
Allah'ın ve Peygamberinin ahd ve zimmetini tayin etme. Lâkin sen onlar için
kendi zimmetini ve ashabının zimmetini kararlaştır. Çünkü sizlerin kendi
ahidlerinizi ve ashabınızın ahidlerini bozmanız, Allah'ın ahdini ve
Peygamberinin ahdini bozmanızdan daha hafiftir.
Sen
bir kale ahalisini muhasara ettiğin ve onlar da senden kendilerini Allah'ın
hükmüne indirmeni istedikleri zaman sakın sen onları Allah'ın hükmüne
indirmeyesin. Lâkin sen onları yalnız kendi hükmüne indirmelisin. Çünkü sen
onlar hakkmdaki Allah'ın hükmüne isabet ediyor musun? yahut
etmiyor musun? bilemezsin."18
Rızık
ve Ömür
İbn-i
Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyuruyorlar ki:
"Ey
insanlar!
Şüpheniz
olmasın ki; rızıklar Cenâb-ı Hakk tarafından taksim ve takdir edilmiştir.
Öyleyse hiç kimse kendilerine takdir edilmiş olan rızıktan fazlasını elde etmek
için başkasının rızkına tecavüz etmesin. Allah'tan rızkın iyi ve güzelini talep
etsin.
Muhakkak
insan ömrü Allah tarafından takdir edilmiştir. Kendisine takdir edilen ömrü
aşması da mümkün değildir. O halde ecel gelip sizi yakalamadan, amel-i sâlih
işleme hususunda acele edin. Biliniz ki insanın iyi ya da kötü her türlü ameli
hiç bir şey ihmal edilmeyecek şekilde sayılacaktır.
Şu
halde Allah'ın rızâsına vesile olacak olan amel-i sâlihi çok çok işlemeye
gayret harcayın. Çünkü Allah'ın rızâsı onunla ve amel-i sâlihin mükâfatı Cennet'tir.
Ey
insanlar! Biliniz ki, kanaat kişide iç huzuru temin eder, kalp darlığını
ortadan kaldırır, rahat etmenize vesîle olur, gönül zenginliği meydana getirir.
Hiç şüphesiz iktisada riâyet de; rahatınızı temine, darlığınızın ortadan
kalkmasına vesiledir, onda da huzur ve sükûnet vardır.
Zühd
ve takvada da rahat-ı tâmme vardır. Yâni kişinin; Dünya'nın alâyiş ve
debdebesine itiber etmeyerek, kifâf-ı nefs ile kanaat ederek ömrünü Allah'ın
rızâsını gözeterek geçirmesi, hem Dünya'nın meşakkatlerinden uzak kalmasına,
hem de kulluk görevini îfâda sarfettiği gayretle Âhiret endişesini azaltmaya
vesiledir.
Amel
hayır ise cezası ve mükâfatı hayırdır. Amel şer ise ceza ve mücâzatı da şerdir.
Gelecek olan her şeyin gelmesi yakındır."19
Rızık
ve Rızkın Takdiri
İbn-i
Ömer (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:
"Cehennem
ateşinden sizi uzaklaştıracak hiç bir şey kalmadı ki sizlere onu söylemiş
olmayayım.
Yine
sizi Cennet'e yaklaştıracak olan her şeyi sizlere öğütledim ve yol gösterdim.
Cibril-i
Emîn bana; hiç bir kulun Cenâb-ı Hakk'm kendisi için takdir ettiği rızkı elde
edinceye kadar ölmeyeceğini haber verdi. Öyleyse Allah'ın sizin için takdir
etmiş olduğu rızkı güzel ve temiz yollardan talep edin ve isteyin.
Allah'ın
sizin için takdir etmiş olduğu rızkın elinize geç ulaşması sakın sizi endişeye
sevkedip de Allah'ın haram kıldığı yollardan rızık aramaya kalkışmayınız. Çünkü
Cenâb-ı Hakk'ın takdir ve tayin ettiği rızka O'na isyanla değil, O'na itaat ve
O'nun rızâsını kazanarak güzel niyet ve fiillerle ulaşılır.
"Biliniz
ki herkes için tayin edilmiş bir rızık vardır. Takdir edilen rızka rızâ
gösterildiği sürece Allah onu bereketlendirip artıracaktır. Kim ki kendisi için
tespit ettiğimiz rızka rızâ göstermezse onda bereket olmaz ve ihtiyacına kâfi
de gelmez."
Ecel
sizi nasıl vakti ve zamanı gelince arayıp bulursa, rızkınız da size öyle
ulaşacaktır. Yâni ölüm ve rızık sizlerden hiç ayrılmayacak olan iki
takdirimizdir."22
·
22
Câmi'u'l-Hutâb, s. 190-191.
NOT:
Hiç şüphesiz rızıklar Cenâb-ı Hakk'ın takdiriyledir. Ancak bu takdir kulun
rızık temini konusunda göstereceği gayret ve faaliyetlere bağlı olarak takdir
edilecektir. Kur’ân-ı Kerîm'in Necm sûresinde Allah: "İnsanoğlu için
yalnız çalıştığı ve sarfettiği gayret kadarı vardır" ifadesiyle rızık
konusunda her türlü akıllı ve şuurlu bir gayretin ve çabanın harcanmasını
istemiştir. Yine Kur’ârida-. "Ey îman edenler! Cuma günü namaz için
çağrıldığınızda her türlü dünyevî alış-verişinizi bırakarak Allah 'ı zikretmeye
koşun. Eğer bilirseniz bu sizin yarannızadır. Ve namaz bittiğinde yer yüzüne serbestçe dağılın, Allah'ın sizin için takdir
ettiği rızkınızı arayın, Allah'ı da çok çok anın ki mutluluğa erişesiniz."
(.Cuma 10) buyurulmaktadır. Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)’in
hitâbelerinin bir çok yerinde de görüleceği gibi rızık
temini hususunda harcanan çabaların ibâdet derecesinde kişiyi Allah'a
yaklaştıracağı ve O'nun rızâsını kazanmaya vesîle olacağı ifade edilmiştir. Bu
hususta öylesine tavsiyeleri var ki meselâ: "Bir insanın sabah
çoluk-çocuğunun maîşet ve yiyeceğini temin için çıkıp akşam evine ciönünceye
kadar sarfettiği gayretin kul için nafile bir ibâdet, hatta ondan daha
ileri" olduğu da belirtilmiştir.
Hitabede
ifade edilen ind-i İlahîdeki rızkın takdiri olayı hiç bir zaman kişiyi atâlet
ve tenbelliğe sürükleme hâdisesi değildir. Buradaki ifade: Rızık temini
konusunda endişeye düşerek veya daha çok mal toplamak gayreti ve hevesiyle
Allah'ın haram kıldığı yollara başvurulmaması ve yukarıdaki endişe veya
heveslerden dolayı kişinin şeytanın tuzağı ve iğfâlâ-tına kapılmaması vurgulanmıştır.
"İki günü birbirine eşit olan Müslüman aldanmıştır" hadîs-i
şeriflerini îrad eden bir Peygamber ve O'nun getirdiği din asla atâleti ve
uyuşuk uyuşuk oturmayı ve başkalarına muhtaç olmayı kabul etmez ve
kabullenemez. Bilakis "veren elin alan elden daha hayırlı" olduğu,
"güçlü ve kuvvetli bir mü’minin zayıf ve güçsüz olandan daha faziletli ve
üstünlüğü" yine O'nun tarafından ifade edilmiştir.
İbrahim
sûresinin 7. âyetindeki: "Bana şükrederseniz muhakkak ki, size kat kat
fazla nzık veririm. Nankönlük ederseniz bilin ki benim azabım gerçekten çok
çetindir" İlahî nazmını hitabenin 3. paragrafı adeta tefsir ve izah
sadedindedir.
Güneş
ve Ay Tutulması
Hz.
Âişe (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.
Allah
Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Ey
insanlar!
Güneş
ve Ay, bunlar Allah'ın âyetlerinden iki âyettir. İnsanlardan birinin ölümü için
tutulmaz. Görmediğim bir şey yok ki onu bu makamımda görmemiş olayım. Cennet ve
Cehennem'i bile gördüm. Bana kabirlerde Deccal'in fitnesi gibi fitnelere
uğrayacağınız vahyolundu. Birinize gelinecek ve ona benim için:
·
-
"Bu adamla münâsebetin ne?" denilecek. Yakın sahibi olanlar:
·
-
"Bu Allah'ın Elçisi Muhammed'dir. Bize açık-seçik delillerle, hidâyetle
geldi, biz de O'nun dâvetine icabet ve O'na itaat ettik” diyecekler. Fakat
mürtedler:
·
-
"Bilmiyoruz, herkes bir şeyler söylüyordu, biz de söyledik"
diyecekler.
Bana
gireceğiniz her yer gösterildi. Cennet öyle gösterildi ki elimi uzatıp içinden
bir şey koparmak istesem onu koparırdım, fakat elimi tuttum. Sonra Cehennem
gösterildi. İçinde bir kadının kedisi yüzünden azaba uğradığını gördüm. Çünkü
bu kadın; kedisini bağlamış ve o hayvanı
beslemediği
gibi, serbest bırakıp artıklarla beslenmesine de izin vermemişti.
Cehennem'de
Ebû Şumâme Amr İbn-i Mâlik'i de gördüm. O Cehennem'de sürükleniyordu. Bu adam,
Güneş ve Ay ancak büyüklerden birinin ölümü için tutulur derdi.
Güneş
ve Ay Allah'ın size gösterdiği âyetlerden iki âyettir. Bunlar tutulursa, küsûf
ve husûf olayı bitinceye kadar namaz kılınız."
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunlardan sonra bid'atleri red hususunda şunları
söylemiştir:
"İki
umde vardır: Kelâm ve amel. Kelâmın en güzeli Allah'ın kelâmıdır. Amelin en
güzeli Muhammed'in amelidir. Dininize sonradan uydurulan yeni şeyleri sokmaktan
şiddetle kaçınınız. Çünkü en fena şey bunlardır. Bu gibi sonradan ihdâs olunan
şeyler bid'attir. Her bid'at dalâlettir.
Zaman
uzayıp da sakın yürekleriniz katılaşmasın. Her atî yakındır, gelmeyecek olan
uzaktır. Bedbaht, anasının karnında bedbaht olandır. Mesut başkasının hâlinden
ibret alandır. Mü’minle harp etmek küfürdür. Mü’mine sövmek fısktır. Bir
Müslüman'ın bir Müslüman'a üç günden fazla dargın durması helâl değildir.
Yalandan kati surette kaçınınız."20
NOT:
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in oğlu Hz. İbrahim küçük yaşta
vefat eder ve o gün bir tesadüf eseri olarak Ay tutulması olur. Sahâbe-i Kiram
arasında fısıldaşmalar başlar, Hz Peygamber kendisine gelen haberlerden bu
fısıldaşmaların; "Hz. İbrahim'in ölümü üzerine Ay'ın tutulduğu"
şeklinde bir düşüncenin neticesinde meydana geldiğini öğrenir. Bunun üzerine bu
hutbeyi îrad ederek Ay ve Güneş tutulması hâdisesinin insanların ölümü ile
alâkasının olmadığını, bâtıl inançların dinde yerinin bulunmadığını belirtir. Ayrıca
şu cümlelerle îrad ettiği hutbelerinde de bu konuyu şöyle dile getirir:
"Dininize, sonradan uydurulan yeni şeyleri sokmaktan şiddetle kaçınınız.
Çünkü en fena şey bunlardır. Bu gibi ihdas olunan şeyler bid'attir ve her
bid'at dalâlettir."
İslâm
Dini'ni tahrif etmek maksadıyla İslâm'ın yeni yayıldığı sırada özellikle
Yahudiler, bu ve benzeri olayları fırsat bilerek bir hayli hikaye
ve senaryolar yazmış ve uydurmuşlardır. Halbuki
Kur’ân'da ve sahîh hadislerde bu tür uydurmaları görmek de mümkün değildir.
Meselâ,
Yâsin sûresinin 38. âyeti ve bunu takip eden iki âyetin meâlleri şöyledir: "Güneş
kendisine ait bir yörüngede akıp gider; hu, kudret sahihi ve her şeyi bilen
Allah'ın irâdesinin bir sonucudur. Ve Ay, Biz onu kuru ve eğik, bir hurma
dalını andırır hâle gelinceye kadar çeşitli safhalardan geçirdik. Ne Güneş Ay'a
erişebilir, ne de gece gündüzü yok edebilir. Çünkü hepsi uzayda (yasalarımız
doğrultusunda) hareket ederler."
Yukarıdaki
hutbede Resûlullah'ın bedduâ ettiği şahıs ta bir Yahudi idi ve Hz. İbrahim'in
ölümünü fırsat bilerek Sahâbe arasında "lâ dinî" bir olayı dine
yamama gayreti güdüyordu.
Şehidlik
ve Ecirleri
Enes
(r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Allah
Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Şehid
üç çeşittir:
Birincisi:
Canmı-malını ortaya koyarak savaşa çıkar, fakat ne öldürmek, ne de öldürülmek
ister, sadece Müslü-manlar'm sayısının artırılmasını ister. Bu adam ölür yahut
öldürülürse bütün günahları bağışlanır, kabir azabından emîn olur, Kıyâmet'in
dehşetinden de kurtulur, kerâmet elbisesi giydirilir, başına da vakar tacı
konur.
İkincisi:
Sırf Allah rızâsı için, karşılığını da Allah'tan bekleyerek öldürmek ve
öldürülmek gayesi ile çıkar. Bu niyet ve maksadla çıkan kişi eğer ölür ya da
öldürülürse onun dizi, Allah'ın huzurunda, muktedir melikin yanındaki sadâkat
koltuğunda oturan, Rahmân'm dostu İbrahim'in yanında olur.
Üçüncüsü:
Sırf Allah rızâsını kastederek öldürmek ya da öldürülmek gâyesi ile çıkar. Bu
kişi ölürse, Kıyâmet gününde kılıcı omuzunda gelir. Diz üstü çökmüş olan halka:
-
"Çekilin, yol açın, biz Allah yolunda kan akıtmış kimseleriz!" der.
Nefsim
kudret elinde olana yemin ederim ki, bu sözü Rahmân'ın dostu İbrahim'e ya da
herhangi bir peygambere
söylerse,
bunu hak ettikleri için çekilip onlara yol verirler. Nihayet Arş'ın altındaki
nur minbere gelip otururlar. İnsanlar arasında Allah nasıl hüküm verecek
diyerek, orada insanları seyrederler.
Ölüm
dertleri olmaz, Berzâh'da da durmazlar. Kıyamet gürültüsünü duymazlar. Ne
hesap, ne mîzan, ne sırat gibi dertleri ve kasavetleri de bulunmaz. İnsanlar
arasında nasıl hükmedildiğini seyrederler. Ne isterlerse kendilerine verilir.
Cennetten istedikleri verildiği gibi, Cennette istedikleri yere de
yerleşebilirler.21
Resûlullah.
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Bedir Savaşı'ndan Önce Mücâhidlere Hitabesi
Müslim
bin Hâris (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.
Peygamberimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Allah'a hamd ü senâdan sonra Müslümanlar'a şöyle
hitap etti:
"Bundan
sonra derim ki; Ben sizi Allah'ın emir ve teşvik ettiği şeye teşvik eder,
nehyettiği şeylerden de nehyederim.
Şüphe
yok ki, şânı yüce olan Allah, hak ve gerçek olanı emreder. Doğruluğu sever,
hayır sahiplerine -kendi katındaki mevki ve liyâkatlerine göre- sevap verir ki,
onlar onunla anılır ve onunla üstün sayılırlar.
Siz,
hak yerlerinden öyle bir yerde bulundunuz ki, Allah orada, hiç kimsenin Allah
rızâsından başka bir karşılık istediği amelini kabul etmez.
Sabır,
zahmet ve sıkıntı ânında gösterilirse, Allah onunla üzüntüleri açar, dağıtır,
gamdan kurtarır. Âhiret'te de felah ve necata eriştirir.
Allah'ın
aranızda bulunan Peygamberi, sizi Allah'ın azabıyla korkutur ve size emir ve
tavsiyelerde bulunur. Allah'ın buğzettiği bazı işlerinizi, bugün O'nun
görmesinden utanınız. "... Allah’ın gazabı, sizin kendinize
(birbirinize) olan öfkenizden daha büyüktür." (Mü’min 10) O halde,
Allah'ın
Kitâbı'nda
size emrettiği şeylere ve âyetlerinden gösterdiklerine bakınız.
Allah
size zilletten sonra şeref verdi. Öyle ise Kitâbı'na ve emirlerine sımsıkı
sarılınız ki, Rabbiniz sizden razı olsun. Rabbiniz'in bu yerde size rahmetini
ve mağfiretini vâ'dettiği emrini yerine getirmeye ve imtihanı kazanmaya
çalışınız. Çünkü O'nun vâ‘di hak, sözü gerçek, ikâbı da şiddetlidir.
Ben
ve siz Hayy ve Kayyûm olan Allah'a bağlıyız. O'na sığınmış, O'na tutunmuş, O'na
dayanmışızdır. En son dönüşümüz de O'nadır!
Allah,
beni ve Müslümanlar'ı yarlığasın!''25
Bu
öğütlerden sonra Müslim b. Haris der ki:
"Resûlullah,
bizi bir seriyye ile göndermişti. Halka saldırdığımız sırada ben at üzerinde
bulunduğum için, arkadaşlarımdan ileri gitmiştim. Kadınlar ve çocuklar
feryatlarla bizi karşıladılar. Onlara "kurtulmak istiyor musunuz?"
dedim. "Evet" dediler. "Öyle ise Eşhedü en lâ ilahe illallah ve
eşhedü enne Muhammeden abdühû ve Resûlüh! deyiniz"
dedim. Dediler, benden ve arkadaşlarımdan emniyette kaldılar.
Dönünce
bunu, Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e bildirdim. "Bu güzel
hareketinizden dolayı sizden her insana şu kadar ecir yazıldı!"
buyurdular.22 23^
Zarûret
Olmadan Dilenmenin Haramlığı
Kabisa
ibn-i Muharrik-i Amirî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Allah
Resulü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Kim
ki, iffetli yaşamak ve dilencilik zilletinden kurtulmak isterse, Allah onu
halka muhtaç olmaktan berî kılar. Kim ki, halktan müstağni yaşamak isterse
Allah onu da ganî kılar. Kim ki, iki yüz dirhem gümüş değerinde bir servete
mâlik iken halktan dilenirse, zorlama ve ısrar ile ihtiyacı olmadan dilenmiş
olur.
Ey
Kabisa, istemek yalnız üç sınıf insanlardan herhangi birisi için helaldir.
·
1-
Bir cemâate veya ferde kefil olarak borçlanan kimseye, kefâreti yerine getirene
kadar helâl olur. Fakat aldığı sadaka ile deruhte ettiği borcu ödedikten sonra
artık istemekten kaçınır.
·
2-
Serveti bir âfete uğrayıp helak olan kimse de hayat ve maişette zarurî olan
ihtiyaçlarını temin için isteyebilir.
·
3-
Zengin iken fakr u ihtiyaca düşen kimsenin de sadaka istemesi mübahtır. Bu mal
düşkünü de, aklı başında konu komşuları ve hemşehrileri arasında: "Vah! falan kimse fakir düşmüştür" diye acınacak derecede
şiddetli bir ihtiyaç içinde
bulunmalıdır.
Bu da hayat ve maişette zaruri olan ihtiyaçlarını temin edinceye kadar helâl
olarak isteyebilir. Ey Kabisa, bu üç sınıf insanlardan başkasının dilenmesi
haramdır. O kişi dilendiği parayı haram olarak yer.
Hayatım
kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, sizden birinizin urganı alıp
arkasına dağdan odun yüklenerek getirmesi ve satıp geçinmesi, bir zengine gelip
de sadaka istemesinden çok daha hayırlıdır. Kimbilir o da ya verir, minneti
altına girersin, yahutta vermez, zillet ve mahrumiyet içinde kalırsın."24
haricinde
yine şerefli ve sevimli bir varlığı vardır. Fakat,
insanın haram olan şeyler arasında bütün şeref ve izzet-i nefsini tahrip eden
tek bir haram varsa, o da lüzumsuz ve ihtiyaçsız dilenciliğe tenezzül
etmesidir. El açmak ve boyun eğmek, bir insan için üstünde taşıdığı şeref ve
itibarın bitişini ilan etmekten başka bir şey değildir.
Bunun
için fakir ve âcizlere yardım etmeyi emreden dinimiz, onların yüzlerinin
kızartılmamasını teminen, servetlerinin belirli bir kısmını fukaraya vermekle
mükellef olan insanlara Bakara sûresinin 264. âyetinde: "Ey îman eden
kullarım! Sadakalarınızın ecrini fukaranın başına kakarak, ezâ ederek
kaçırmayınız, nasıl ki Allah'a ve Ahiret gününe îman etmeyip de yalnız cömert
denilmek için malını infâk eden riyakâr sadakasının ecr ü sevabını kaçırır.
Şimdi bu müraînin bâli, üzeri biraz toprakla örtülmüş düz ve yalçın taşın hâli
gibidir ki, o taşa bolca yağmur yağınca toprağını yıkayıp onu kupkuru ve bir
şey bitirmez hâle getirir. Bunun gibi riyâ ile infâk edenler, başa kakmak ve
ezâ etmek suretiyle sadaka verenler, Dünya'da işledikleri hu amelleriyle
Ahiret'te hiç bir sevaba nail olamazlar. Allah kafirleri
hayr u sevaba hidâyet etmez, "buyurulmaktadır.
Belâ
ve Musibetlerden Kurtuluş Yolu
EbîSaîd
el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Allah
Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Ey
insanlar! ilmi ile âmil olan âlimin yaptığı işle, ilim
tahsil ve tâlimi yapan kişinin gayretinden daha hayırlı olan bir şey yoktur.
Ey
insanlar! Siz, basımlarınızla barış ve anlaşma yapacak, herkese hak ve
hukuklarını vermek suretiyle onları râzı edecek bir zaman içerisindesiniz. Zîra
onlarla helâlleşiniz, çünkü süratle kabre doğru gidiyorsunuz.
Gece
ile gündüzü görüyorsunuz-, O her tazeyi eskitip yıpratıyor, her uzağı
yakınlaştırıyor ve her va'di de yerine getiriyor."
Mikdat
(r.a.) "Yâ Resûlullah hudne nedir?" dedi.
"Hudne:
Herhangi bir şeye aşırı düşkünlük ve sonra da o aşırı düşkün olunan şeyle
imtihan edilerek ayrılmanızdır.
Ey
insanlar! Simsiyah karanlık geceler gibi cehâlet, belâ ve musibetler üzerinize
çöküp; gözleriniz Flakk yolunu görmez olduğunda Kur’ân-ı azîmü'ş-şân'a sımsıkı
yapışın ve O'na mürâcaat ediniz. Çünkü Kur’ân apaçık ve parlak bir yol
gösterici, şefaati makbul bir şefâatçi ve şahâdeti tasdik edilmiş bir şâhittir.
(
Öyleyse
her kim Kur’ân'ı önüne koyup ona tabî olursa
f
Kur’ân
onu Dâr-ı Naîm'e, Cennet'e çeker, kim de O'nu arka
sına
atar ve O'na ittibâ etmezse; Kur'ân onu Daru'n-Nâr'a yâni Cehennem'e sevkeder.
Kur’ân-ı mübîn selâmet ve saâdet yolunu gösteren en açık ve sarîh bir
rehberdir. Kur’ân-ı Kerîm
ji
ile
hükmeden doğru ve hakîkate mutabık hükmetmiş olur.
Onunla
amel eden mükâfatlandırılır ve bahtiyar olur." 25
Memurların
Hediye Almalarının Yasak Olduğu
Ebû
Hıımeyd es-Sâidî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Kendisini
zekât toplamaya gönderdiğim şu memurun hâli nedir ki! "Şu sizin zekât
malımzdır, bu da bana hediye verilmiştir" diyor. Bu adam babasının yahut
anasının evinde otursaydı yine de kendisine bir hediye verilir miydi? yoksa verilmez miydi? görseydi ya.
Muhammed'in
nefsi elinde olan Allah'a yemin ederim ki; bir kimse hıyânet edip Beytü'l-mâl'den
(hakkından başka) bir şey alırsa muhakkak ki, Kıyamet gününde o insan, çaldığı
malı boynuna yükleyerek getirilir, çaldığı hayvan deve ise; boynunda inleye
inleye, sığır ise; avaz avaz bağırarak, koyun ise; meleyerek Arasat meydanına
gelir."
Bundan
sonra Resûlullah iki elini koltuk altı beyazlığı görünene kadar kaldırdı, sonra
da iki defa:
-"Yâ
Allah emirlerini tebliğ ettim mi?"
-"Yâ
Allah emirlerini tebliğ ettim mi?" dedi.26
Ebû
Humeyd es-Sâidî anlatıyor: "Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Esed kabilesinden İbnu'l-Lütbiyye adında birisini Benû Süleym'in zekâtını
toplamak üzere vazifelendirmişti. Dönüşünde Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem): "Ne topladın? nerelere
harcadın?" diye hesap sorunca adam: "Şu sizinki, şu da benimki, bu da
bana hediye edildi" dedi. Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
minbere çıkarak Allah'a hamd ve senadan sonra bu hutbeyi okumuştur.
İslâm
hukukçuları rüşvetin tarifini şöyle yapmışlardır: "Rüşvet: Bir
hakkın iptali veya hakkı olmayan bir şeyin (bâtılın) elde edilmesi (ihkâkı)
için verilen şey." Bu maksadı temin etmek gayesi ile verilen şey ister
büyük (çok), isterse küçük (az) olsun hiç bir şey değişmez. Az veya çok devlet
malını çalmak aynen rüşvettir.
Adiyy
ibn-i Amire el-Kindî anlatıyor.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in şöyle dediğini işittim:
"Ey
insanlar! Sizden kimi bir iş için tayin ettiğimizde o, bizden bir iğneyi veya
iğneden daha değersiz bir şeyi gizleyecek olsa bu bir gulüldür, hıyanettir.
Kıyamet günü onunla gelecek ve onunla rüsvây olacak." Bu sözü işiten
Ensâr'dan siyah bir adam, memuriyetin helâk edici mesuliyetinden korkarak ayağa
kalkıp: "Ey Allah'ın Resûlü bana verdiğin memuriyeti geri al" dedi.
Hz. Peygamber: "Bu da ne demek?" diye sordu. Adam: "Senin şöyle
şöyle söylediğini işittim" deyince Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) meselenin ehemmiyetini te'kiden şu cevabı verdi: "Ben aynı şeyleri
şimdi bir kere daha tekrar ediyorum. Sizden kimi bir vazifeye tayin edersek;
az-çok ne elde etti ise getirsin. Ondan kendisine tarafımızdan verileni alsın,
menedilenden kaçınsın."
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem), Muaz ibn-i Cebel'i Yemen'e kadı tayin
ederken meselenin ehemmiyetini tebârüz ettirecek bir tarzda, rüşvetle alâkalı
olarak uyması gereken tavsiyelerde bulunmuş, öğüt vermiş ve ayrıca, memur
tayinlerinde göstermesi gereken hassasiyeti ifade eden bir de talimatnâme
yazdırmıştır. Hz. Muaz'ın anlattığına göre, Yemen'e kadı olarak
vazifelendirildikten sonra daha yola çıkmadan Hz. Muhammed tarafından geri
çağırılır, huzura girince Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
"Seni niye geri getirttim, biliyor musun?" diye sorar ve ilave eder
"benim iznim olmadıkça hiç bir şeye dokunmayacaksın, zîra bu gulüldür,
devlet malından çalmak ihânettir. Kim gulülde bulunursa Kıyâmet günü çaldığı
şeyle birlikte gelir. İşte bunu hatırlatmak için çağırdım, haydi işine
git.'"
Konunun
ehemmiyeti ve günümüzdeki rüşvet belâsından sakınmak ve devletin hiç bir vasıta
ve eşyasını şahsî menfaatimiz için
kullanamayacağımızı
ifade açısından İslâm tarihi kitaplarına da örnek olarak geçen küçük bir
hâdiseyi burada zikretmeden geçemeyeceğiz.
Hz.
Ömer'in oğlu Abdullah (r.a.) bir deve satın alarak onu, beslenmesi için
devletin koruma alanında olan ormana salıverir. Deve günlerce burada beslenir.
Satılmak için çarşıya getirilen bu besili deveyi gören Hz. Ömer (r.a.) bunun
kime âit olduğunu sorar. Devenin, oğlu Abdullah'ın olduğunu öğrenince oğlunu
çağırtır ve onu dinledikten sonra-. "Emîri'l-Mü’minîn'in oğlunun devesini
güdün, sulayın, semirtin, ... olmaz böyle şey! Ey
Abdullah! deveyi sat, sermayeni al, fazlasını
Beytü'l-Mâl'e koy" der ve öyle yaptırtır.
22
Zamanı İyi Değerlendirmek
Said
İbn-i Cübeyr (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den işittim hutbesinde buyurdu ki:
"Ey
insanlar! Sizin için mâlûm olan farz vakitler vardır. O vakitlerde edâ
edeceğiniz namazlar ve işleyeceğiniz sâlih amellerle Cennet-i Alâ'ya vâsıl olunuz. Çünkü ömrünüz için biçilmiş bir nihayet
vardır. Öyleyse ömrünüzün nihayetine kadar kulluk vazifenizi yapın.
Mü’min
korkulu iki hal içerisinde bulunmaktadır. Bunlardan biri; geçirmiş olduğu
zamanıdır ve bu zaman hakkında Cenâb-ı Hakk'm kendisi için ne takdir ettiğini
bilmez. Haylimi? yoksa şer mi? takdir etmiştir.
İkincisi ise; içerisinde bulunduğu vakit ve geleceğine ait zamandır. Hal sahibi
bu zaman içinde Cenâb-ı Hakk'm kendisi için nasıl bir hüküm vereceğini de
bilemez, rızâ ve merhamet hükmü mü? yoksa gazab ve
azab hükmü mü?
Öyleyse
kul; Kıyamet gününün rahatı için Dünya rahatından fedakarlık
yapsın ve ihtiyarlık gelmeden gençliğinden istifade etsin.
Nefsimi
kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki; Ölümden sonra basımlarını razı
edip günahını noksanlaştıracak ve iyiliğini ziyadeleştirecek hiç bir imkan ve mahal yoktur. Dünya'dan sonra Cennet ve Cehennem'den
de başka bir yer yoktur. 30
·
30
Câmiü'l-Hutâb, s. 38-39.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e Göre Faziletli İnsan Kimdir?
İbn-i
Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
bize öyle bir hitabede bulundu ki, bu konuşmanın tesirinden gözlerimizden yaşlar
aktı, kalplerimiz korku ve ürperti içinde kaldı. O hitabeden hafızamda kalan
şunlardır:
"Ey
insanlar!
İnsanların
en faziletlileri; yüksek bir makama ve dereceye sahip olduğu halde, insanlara
tevazu gösteren, zengin olduğu halde kibir ve gururdan uzak, sefih bir hayat
yerine zühd ve takvayı seçen, gazap ve öfke hâlinde kötülük yapabilecek güçte
iken yumuşak ve âdil davranan kişilerdir.
Biliniz
ki; Dünya nimetlerinden kendine yetecek kadarıyla iktifâ edip, helâlinden
kazanarak yaşamayı tercih eden, iffetine düşkün ve bağlı, Âhiret yolculuğu için
azığını hazırlayanlar da insanların en faziletli olanlarıdır.
Ey
insanlar!
Sizin
en akıllı olanınız Rabbini bilip O'na itâat eden, nefsini bilip onun kötü
arzularına isyân eden, ebedi durağını (Âhiret'i) bilip amel-i sâlih işlemek
için gayret sarf eden ve bu uzun yolculuk için hazırlıklı olandır.
Şunu
iyi bilin ki; azığın en iyi ve hayırlı olanı takva, amellerin en güzeli samimî
niyet, insanların ind-i İlâhîde en yüksek dereceyi kazananları O'ndan korkarak
ve ürpererek hareket edenlerdir."27
Peygamberimiz
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Mübârek Bir Duası
İbn-i
Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Bir
gece Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in namazdan çıktıktan sonra
şöyle duâ ettiğini duydum.
"Allah'ım!
Katından kalbime hidâyet edecek, işimi toparlayacak, dağınıklığımı bertaraf
edecek, iç dünyamı güzel ahlâkla olgunlaştıracak, böylece beni yüceltecek,
amelimi temiz çıkaracak, bana doğru yolu ilhâm edecek, ülfet edeceğim dostumu
temin edecek ve beni her kötüden koruyacak bir rahmet dilerim.
Allah'ım!
Bana, dinden sonra küfrün yeri olmayacak bir îman ve yakın bahşet. Dünya ve
Âhiret'te senin nazarında şerefini elde edebileceğim bir rahmet ihsân et.
Allah'ım!
Hakkımızda vereceğin hükmünde, lütfunla kurtuluşu, şehidler menzilini, bahtiyar
kulların yaşantısını ve düşmana karşı yardımını dilerim!
Allah'ım!
Görüşüm zayıf, amelim eksik olsa bile Ben Se.rî'den
işimin bir an önce görülmesini dilerim, Sen'in rahmetine muhta’cım. Ey işlere
hükmedip gören, gönüllere şifâ veren, denizleri birbirine karıştırmayıp
aralarını ayırdığın gibi, Beni de Cehennem azabından, helâk olmaya çağıran
kabirler fitnesinden (azabından) kurtar.
Allah'ım1.
Görüşüm kısa olup da sana söyleyemediğim isteklerimi, sana ulaştıramadığım
niyetlerimi kabul edip kendilerine iyilik yapmayı vâdettiğin yarattıkların ve
kullarından kendilerine iyilik yapacak olduğun kimseler gibi Ben1 i
de kabul edip, tıpkı Ben'i de onlar gibi eyle. Ey âlemlerin Rabbi! rahmetini diliyorum.
Sağlam
ip, doğru yol sahibi olan Allah'ım, vaîd (korku) günü senden güvenceyi,
ebediyet günü senden Cennet'i istiyorum. Hem de huzurunda bulunan mukarreb
melekler ve çokça secde edenlerle birlikte. Sözlerinde duran
kullarla beraber ve birlikte. Çünkü Sen Rahîm'sin, Vedûd'sun, dilediğini
yaparsın.
Allah'ım!
bizi sapmadan, saptırmadan doğruya eren, hidâyet
rehberlerinden eyle! Düşmanlarınla harp hâlinde, dostlarınla barışık kıl!
Sevdiklerini seni sevdikleri için severiz. Sana karşı gelenlere senin
düşmanlığın için düşman oluruz.
Allah'ım!
işte duâm budur, artık kabul etmek sana düşer. İşte
gayretimiz, dayanağımız ise sensin.
Allah'ım!
kalbime nur verip aydınlat, kabrime nur verip
aydınlat, önüme nur verip aydınlat, arkama nur verip aydınlat, sağıma nur verip
aydınlat, soluma nur verip aydınlat, üstü -me nur verip aydınlat, altıma nur
verip aydınlat, kulağıma nur verip aydınlat, gözüme nur verip aydınlat, saçıma
nur verip aydınlat, derime nur verip aydınlat, etime nur verip aydınlat, kanıma
nur verip aydınlat, beynime nur verip aydınlat, kemiğime nur verip aydınlat!
Allah'ım!
benim için nuru(mu) büyüt ve bana bir nur ver! benim için bir nur daha ver.
İzzeti
bürünerek kendine bayrak edinmiş (Rabbim) Sen münezzehsin. Kullarına bolca
ikram eden (Rabbim) Sen münezzehsin. Tesbîhin ancak kendisine yakıştığı ve
gerektiği Sen pek yüce ve (noksan sıfatlardan) münezzehsin. Ey fazl ve İhsan ve
nîmet sahibi olan (Rabbim) Sen münezzehsin! Mecd ve kerem sahibi olan (Rabbim)
Sen münezzehsin! Celâl ve ikram sahibi olan (Rabbim) Sen münezzehsin!"28
Sadaka
ve Çeşitleri
Hz.
Âişe (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Şu
muhakkak ki Âdem oğullarından her bir insan üçyüz
altmış eklem üzerine yaratılmıştır.
Her
kim Allah'ı tekbîr eder, Allah'a hamd eder, Allah'ı tehlîl eder, Allah'ı tesbjh
eder, Allah'a istiğfar eder, insanların yolundan bir taş giderir yahut bir
diken veya bir kemiği insanların yolundan uzaklaştırır, bir ma'rûfu emreder
yahut bir münkerden nehyeder de bu hayır fiilleri, o üçyüz altmış sayısına
ulaşırsa işte öyle kimse o gün kendini ateşten uzaklaştırmış olur.
Her
insanın, her günün gündüzünde beden azâların-daki eklemlerin bahşettiği
menfaatlere karşı Allah'a şükretmesi kendisine bir borç ve mühim bir sadakadır.
İki hasım kimse arasında adalet etmesi yüksek bir sadakadır. Hayvanına binmek
veya yükünü yüklemek isteyen kişiye yardım edip hayvanına bindirmek,
yahut eşyasını yüklemek de pekâlâ bir sadakadır. Güzel söz de en güzel bir
sadakadır. Namaza gitmek, cenazeyi teşyî, ilim talebi gibi hayır için sahibinin
attığı adım da bir sadakadır."29
NOT:
İslâm Dini'ni Müslümanm sırtında taşınmaz bir yük gibi takdim etmeye çalışan,
Müslüman ve İslâm'a muarız insanlar Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Efendimiz'in bu mübarek sözleri karşısında ne kadar yanıldıklarını acaba idrak
ederler mi? dersiniz.
"Kolaylaştırın
güçleştirmeyin, müjdeleyin nefret ettirmeyin"
hadîs-i şerîfi günümüzün sosyo-ekonomik şartları altında kıvranan insanların,
hiç olmazsa inandıkları ve güvendikleri Allah ve Peygamberinin bağışlamasını,
O'nun gafûr ve rahîm oluşunu hatırlayarak rahat nefes almasını sağlamaktadır.
Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in bu güzel tebliğlerini kimden ve
neden esirgediğimizi hiç düşündük mü?
İnsanlara
eziyet vermesi muhtemel bir dikeni, bir taşı veya benzeri bir eşyayı yol
üzerinden almak, birine güzel bir öğüt vermek veya herhangi bir güçlüğe maruz
kalmış bir insanın yükünü hafifletmek için göstereceğimiz küçücük bir çaba
Allah'ın rızâsını ve Ahiret'te ebedî istirahat yurdu olan Cennet'i kazanmaya
vesile olacağını ifade eden bir din ve onun bugünkü mensuplarını böylesine bir
inançla nasıl telif edebiliriz?
Kur’ân-ı
Kerîm'de kurtuluşa erecek olan insanların "ancak amel-i sâlih işleyen
insanlar olacağı" defalarca ifade edilmiştir. "İlle'l-lezîne
âmenû ve amilu's-sâlihâti" (îman edenler ve sonra da amel-i sâlih
işleyenler) âyeti bu gerçeği ortaya koymaktadır. Amel-i sâlih ise.
İnsanların yükünü, ızdırabını, çilesini hafifletmek için sarfedilen maddî ve
manevî gayret, bu uğurda harcanan enerjidir. Allah rahmet
eylesin muhterem büyüğüm ve çok çok sevdiğim Mahir İz hocam hem derslerdeki
konuşmalarında, hem de "İslâm ve Cemiyet" adlı eserinde şöyle
diyordu: "Bir insan velev ki farz olan bir hacca niyet etse,
parasını-pulunu hazırlasa, sonrada bir yakınının veya Müslüman bir kardeşinin
ameliyat parası bulamadığı için hastalık pençesinde kıvrandığını duymasına
rağmen hacca gitmeye kalkışsa ve hasta da o hâliyle ölse, Allah böyle duygusuz
bir Müslüman ve sözde hacıdan hacca gidişinin hesabını soracaktır." İşte
Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in bize telkîn ettiği dinin
temelinde bu duygu ve bu düşünce yatmaktadır.
Yunus
da bunu bir dörtlüğünde bakın ne güzel ifade etmiştir: "Ak
sakallı bir hoca, hiç bilmez ki Hakk nice, varıp gitmesin hacca, bir
gönül yıkar ise."
ilmin Fazileti ve İlme Teşvikin Önemi
Ebu'd-Derdâ
(r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Allah
Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Her
kim ilim talep etmek için bir yola giderse, Cennet yollarından bir yola girmiş
olur. Melekler kanatlarını ilim talibine, ondan hoşlandıklarından dolayı
indirip gererler. İlim talep edenin günah ve hatalarının affı için göktekiler,
yerde-kiler ve su içindeki balıklar bile Allah'tan mağfiret dilerler.
Âlimin
âbide üstünlüğü, ayın dolunay hâlinde iken diğer yıldızlara olan üstünlüğü
gibidir. Âlimler hiç şüphe yok ki peygamberlerin vârisleridir. Peygamberler ne
dinarı, ne de dirhemi mîras bırakmışlardır. Onlar mîras olarak ilmi
bırakmışlardır. Kim o ilmi alırsa çok büyük bir nasibi almış olur."30
İlim
ve İlmi İstismarın Cezası
Ka‘b
ibn-i Mâlik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:
"Kim
ilmi, sırf âlimlerle tartışmak, alçaklarla münâkaşa etmek ve onları mağlup edip
insanların teveccühünü kazanmak için öğrenirse Allah onu Cehennem'e koyar.
Kim
ilmi, Allah'tan başkası için öğrenip, Allah'tan başkasını isterse ateşteki
yerine hazırlansın.
Âhir
zamanda din vâsıtasıyla dünyalık elde etmek üzere bir takım
adamlar zuhûr edecekler. İnsanlara yumuşak görünmek için koyun postuna
bürünecekler. Dilleri baklan tatlı fakat, kalpleri
kurt kalbi olacaktır. Allah (c.c.) buyuracaktır ki: "Bana mı
güveniyorsunuz? yoksa bana karşı cür'et mi
gösteriyorsunuz? Zâtıma yemin ederim ki; onlara öyle bir fitne göndereceğim ki,
içlerinde hâlim olan kişi bile şaşırıp kalacaktır."
İnsanlara
iyiliği öğretip de kendisi unutan kişi, insanları aydınlatıp da kendini yakan
mum gibidir.
İslâm
o kadar zuhûr edip güçlenecek ki, tacirler gemilerle deniz aşırı (ülkelere)
gidecekler; atlar Allah yolunda şahlanıp kişneyecekler. Sonra Kur’ân okuyan bir
takım insanlar zuhûr edip şöyle diyecekler: "Var mı bizim gibi
okuyan?
Var mı bizim kadar bilen? Var mı bizim kadar anlayan?" Sonra Ashâbı'na
şöyle buyurdu: "Bunlarda hayır var mıdır?" Sahâbe-i Kiram:
"Allah ve O'nun elçisi en iyi bilir" dediler. O şöyle buyurdu:
"Onlar sizden, bu ümmettendir, onlar ateşin yakıtlarıdır. "35
35cemü'l-Fevâid
c. I, s. 61, 62.
NOT:
Sünen-i Nesâî'de rivayet edilen 257 numaralı hadîs-i şerîfte: "Kim çok
arzularını tek arzu (Allah rızâsını kazanma) hâline dönüştürürse Allah onun
Dünya'ya âit arzusu için yeterlidir. Ve kim ki, Dünya ahvâli hakkındaki
arzulan dağılırsa veya arzular kendisini dağıtırsa onun Dünya'nm hangi
deresinde helâk olduğuna Allah iltifat etmiyecektir" buyuruluyor. Bu hadisi takip eden ve İbn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilen
258 numaralı hadîs-i şerîfte Nebî (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in yukarıda
îrad buyurduğu hutbelerindeki: "Kim ilmi Allah'tan başkası için öğrenir
ve O'ndan başkasını isterse" ifadeleri şu şekilde geçmektedir: "Kim
Allah'tan başka bir şey için ilim talep ederse ve o ilimle Allah'ın rızâsından
başka bir maksat edinirse Cehennemden olan üzerine hazırlansın." Yine
259 numaralı hadiste: "Alimlere karşı
böbürlenerek övünmek veya cahillerle münâkaşa etmek veyahut halkın teveccühünü
kendinize çevirmek için ilim (dini) öğrenmeyiniz. Kim böyle yaparsa o kimse
ateştedir." Bu hadis, Huzeyfe (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir. Bu
son hadîs-i şerifin Rumûzu'l-Ehâdis'in şerhinde yapılan uzunca bir
izahında Mücâhid: "Biz ilme talip olduğumuz sırada uzun boylu ihlâslı
niyetimiz yoktu. Sonra Cenâb-ı Hakk bize niyetimizin tashihini nasip eyledi"
demiştir. Gazali de Muaz (r.a.)'dan rivayet ettiği bir
hadîs-i şerîfde "Âlimlerden Cebennem'e müstehak olanlar şu guruplara
ayrılırlar" der:
a-
İlmini hazîne gibi gizleyerek başkasının bilmesini istemeyenler. Bunlar
Cehennem'in ilk tabakasındadırlar.
b-
İlminde kendisini padişah gibi eşşiz görüp, ilminden bir mesele reddedildiği
zaman hazmedemeyip öfkelenenler. Bunlar Cehennem'in ikinci tabakasındadırlar.
c-
İlmini yalnız zenginlere ve esnafa açıklayıp başka insanlara anlatmayanlar.
Bunlar Cehennem'in üçüncü tabakasındadırlar.
d-
Kendisini fetva vermeye liyakatli göstererek halka yanlış fetva verenler.
Bunlar da dördüncü tabakadadırlar.
e-
Ehl-i Kitâb'ın söylediklerini söyleyenler. Bunlar beşinci tabaka ehlidir.
f-
İlmini halk arasında bir büyüklük ve şahsının anılmasına, övülmesine araç
kılanlar altıncı tabaka ehlindendirler.
g-
İlmi dolayısıyla beslediği kibir, gurur ve böbürlenerek hoplayan ve hiç
kimsenin nasihat ve İkazını kabul etmiyerek kendini müstağni sayan gurup ta
Cehennem'in yedinci tabakasını boylar.
Darda
Olan İnsanlara Yardım Etmek
Ebû
Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki;
"Her
kim bir mü’minin Dünya gamlarından bir gamını giderirse, Allah da onun Kıyamet
gününün gamlarından birini giderir.
Her
kim darlıkta olan bir kimseye karşı kolaylık gösterirse Allah da ona Dünya ve
Âhiret darlıklarında kolaylık İhsan eder.
Her
kim Dünya meşakkat ve sıkıntıları İle yüzyüze kalmış bir Müslüman'ı korur ve
onu bu sıkıntılardan muhafazaya çalışırsa Allah da onu Dünya ve Âhiret
ayıplarından muhafaza eder.
Müslüman
bir kul din kardeşinin yardımında bulundukça Allah da onun yardımında bulunur.
Her
kim ilim tahsili maksadıyla yola çıkarsa Allah da o kişinin Cennet yolunu
kolaylaştırır.
Herhangi
bir millet veya topluluk Allah'ın evlerinden bir evde toplanıp da Allah'ın
Kitâbı'nı tilâvetle ve onu aralarında karşılıklı tartışarak ders yaparlarsa, o
topluluk sükûnet ve rahata kavuşur, mutmaîn olur, huzur bulurlar ve onları
Allah'tan bir rahmet kaplar. Melekler onların etrafını
çepeçevre
ihata edip kuşatırlar ve Allah da onları kendi nezdinde bulunanların içinde
anar. Yoksa ameli eksik olan kişinin soylu bir aileden gelmesi onu, amel
sahiplerinin derecesine ulaştırmaz."31
îman
Zayıflığının Alâmetleri
Enes
ibn-i Mâlik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:
"Ey
insanoğlu!
Allah'a,
O'nun emir ve yasaklarına isyan ederek insanların rızâsını ve muhabbetini
kazanmaya çalışman îman zayıflığının neticesidir. Bir kişinin, Allah'ın kendisi
için takdir ettiği rızkı herhangi birinin eliyle göndermesi ve o kişinin de
Allah'a değil de kuluna hamdetmesi îman zayıflığının işaretidir. Bir kimsenin
istediği bir şey yerine getirilmediği takdirde insanları zem ve onlara küfür
etmesi de îtikad zaafına delildir. Hârisin hırsının kendisine takdir olunan
rızıktan fazlasını getirmesi de mümkün değildir. Günahkar
bir insanın günahı sebebiyle Allah, takdir ettiği rızkı da geri çevirmez.
Şüphesiz bir kişinin rahat ve huzuru celâl ve cemâl sahibi Allah'a yakînen
(O'nu görür gibi) îman etmesiyle mümkündür.
Ey
insanoğlu! Unutma ki sen Allah'ın ikâb ve azabından ittikâ ederek Allah'ın
yasak ettiği şeylere tevessül etmemenden dolayı, Allah muhtaç olduğun şeyin
daha hayırlısını sana ihsân edecektir. Sen Allah'ın rızâsını tahsile engel
olacak hiç bir şeyi O'na tercih etmediğin sürece Allah, işlediğin güzel
amellerinin mükâfatını katlayarak verecektir.
Durum
böyle olunca ve herkes ancak Cenâb-ı Hakk tarafından kendisi için takdir edilen
rızıktan başkasını elde edemeyecekse sen bütün gayret ve çabanı gazâb-ı
İlâhîden kurtulmaya ve Ö'nun rızâsını kazanarak Âhiret'te vereceği bitmez
tükenmez nimetlere yönelt. "37
·
37
Câmiü'l-Hutâb, s. 184-186.
Devlet Başkam ve İdarecilerin. Sorumluluğu
Amr
ibni'l- Âs (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Allah
Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki;
"Ey
insanlar!
Emirleriniz
hayırlı kişiler, zenginleriniz müsamahakâr ve cömert kişiler, işleriniz de
aranızda istişâreli olduğu zaman, yerin üstü sizin için altından daha
hayırlıdır. Emirleriniz kötüleriniz, zenginleriniz cimrileriniz, işlerinizi de
idare eden kadınlarınız olduğu zaman ise; bilin ki yerin altı sizin için yerin
üstünden daha hayırlıdır."
"Hepiniz
çobansınız. Hepiniz güttüğünden (idare ettiğinden) sorumludur. İmam (lider) bir
çobandır, sürüsünden (yönetimindeki insanlardan) sorumludur. Kişi ailesinin
çobanıdır, ehlinden sorumludur. Kadın kocanın evinde bir çobandır, görevli
olduğu işten sorumludur. Hizmetçi efendisinin malının çobanıdır, onun
idaresinden sorumludur. Kişi babasının malının çobanıdır, onun idaresinden
sorumludur. Hulâsa hepiniz çobansınız, hepiniz uhdesinde bulunan işinden
sorumludur."
"Allah
Müslümanlar'm idaresini bir kimsenin eline verir de o kimse Müslümanlar'm
ihtiyaçlarını ve zarûretlerini dinlemekten geri kalırsa, Allah da Kıyâmet günü
onun ihtiyaç ve zaruretini dinlemekten geri durur."
"Adaletli
davrananlar Allah katında Rahmân'm sağındaki nurdan minberler üstündedir. Onlar
halka, aile ve lyâline başta bulundukları sürece âdil davrananlardır."38
·
38
Cemü'l-Fevâid, c. III, s. 160, hadis no. 5961-5964.
NOT:
Devleti idare eden her kademedeki insanların görüp gözetmek ve ümmetin işlerini
tanzim ve tedvin hususunda gerekli her türlü hassasiyeti göstermesinin
gerekliliği bu hitabede ifade edildiği gibi; Kur’ân-ı Kerîm'de bu görevi
üslenen kişilerin ind-i İlâhî'de mesuliyet ve sorumluluktan kurtulmaları için
mutlak bir gayretin içerisinde gece ve gündüzlerini de feda ederek
çalışmalarının gerekliliği ortaya konduğu gibi, âdil davranmaları, suistimal
etmemeleri, gayr-i hukukî olarak milletin mal ve emvalini ele geçirmemeleri
hususunda, aksi hareket edenler için hem dünyevî, hem de uhrevî olarak ağır
cezalara çarptırılacakları bu hitabede olduğu gibi bir çok
âyette de ifade edilmiştir.
Milletin
işlerini tedvîr etmek üzere idareye talip olanların içerisinden en iyilerinin
ve ehliyetli olan insanların seçilmesi için idare edilen insanlara Kur’ân-ı
Kerîm büyük bir yük yüklemektedir. Ehliyetli ve rüştünü her alanda ispat etmiş
insanlara böyle bir görevin verilmesi istenmektedir. Bu konuda şu âyet-i kerîme
dikkat çekici olup, seçmenlere apaçık bir vebal yüklemektedir.
"(Ey
mü’minler!) Allah, size emânet edilen (şey)leri ehil olanlara tevdî etmenizi ve
her ne zaman insanlar arasında hüküm verecek olursanız adâletle hükmetmenizi
emreder, Allah’ın size yapılmasını tavsiye ettiği (şey) mutlaka en güzel (şeyidir. Allah kesinlikle her şeyi işiten, her şeyi
görendir." (Nisa
58)
İdare
edilenler, yâni halk bu âdil idareciyi seçtikten sonra; artık ona itaat etmek
düşmektedir. Velev ki devlet yöneticisi kendi alayhine karar verse bile.
Yukarıda zikrettiğimiz âyet-i kerîmenin hemen arkasından gelen âyet bunu âmir
hüküm emretmektedir:
"Siz
ey îman etmiş olanlar! Allah'a, Peygamber'e ve aranızdan kendilerine otorite
emânet edilmiş olanlara itaat edin; Ve herhangi bir
konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allah'a ve Peygambere götürün, eğer Allah'a
ve Ahiret gününe (gerçekten) inanıyorsanız bu (sizin için) en hayırlısıdır. Ve
sonuç olarak da en iyisidir."
Kur’ân-ı
Kerîm'in bu ve benzeri âyetlerinin yanında konuyla ilgili sahih bir hayli
hadîs-i şerifin varlığı da söz konusudur. Biz burada dikkat çekmesi açısından
bir-iki örnek vermekle yetineceğiz.
"Kıyamet
gününde Allah'ın en çok sevdiği ve kendisine en yakın olan insan, âdil yönetici
olacaktır. Allah'ın en nefret ettiği ve kendisinden en uzak olan kişi de zâlim
yönetici olacaktır."
"Allah'ın
herhangi hir kulu insanların başına geçipte eğer o, onları aldatır da bu hal
üzere ölürse Allah ona Cennet'i yasak eder."
"Allahım!
kim ümmetimin işinin başına geçip onlara zorluk
çıkarırsa, Sen de ona zorluk çıkar; kim de ümmetimin işinin başına geçipte
yumuşaklıkla muâmele ederse Sen de ona yumuşaklıkla muamele et"
duası Hz. Muhammecl'in âdil olanlar için yaptığı duâdır.
Benim
Ümmetim Dünya'da Üç Sınıf Üzerinde Olacaktır
Abdullah
ibn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
,
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den işittim. Buyurdular ki:
"Benim
ümmetim Dünya'da üç sınıf üzerinde olacaktır.
Bunlardan
birinci tabaka: Açlık ve kıtlık korkusu veya benzeri endişelerden dolayı mal
biriktirme gibi herhangi bir endişeye kapılmadan karın tokluğu ile setr-i avret
edecek kadar kılık ve kıyafetle iktifa edip, Dünya'ya rağbet etmeyenlerdir.
Onların Dünya zenginliği kendilerini Allah'a vâsıl edecek olan fiil ve
hareketlerle Allah yolunda harcayabildikleri imkanlardır.
Bunlar için ne Dünya ne de Âhiret'te korku yoktur.
İkinci
tabaka: Dünya malını en güzel yoldan helâl ve haramı dikkate alarak kazanmayı
düşünen ve seven, aynı zamanda, kazanıp biriktirdiklerini en güzel tarzda ve
şekilde Allah yolunda ve O'nun rızâsı için sarfedenler. Onlar bu mallarla
sıla-i rahîm eder ve din kardeşlerine ve akrabalarına izzet-i ikramda
bulunurlar. Onlardan biri haram olan bir dirhemi bile kazanmayı ateş üzerine
oturmaktan daha kötü sayar veyahut kazandıkları maldan yersiz harcamayı,
israfı, fukaraya ait olan zekâtı vermemeyi veya onu ömrünün sonuna kadar
biriktirerek mal yığmayı da aynı şekilde yalın ayak ateşe basmaktan daha kötü
sayar. Bu ikinci tabaka
Kıyamet
günü eğer inceden inceye bir hesaba çekilmezlerse bağışlanır ve rızâ-yı İlâhîye
nail olurlar.
Üçüncü
tabakaya gelince: Bunların Dünya'da en çok sevdiği ve muhabbet ettiği şey haram
ve helâl demeden mal biriktirmektir. Sarfettikleri zaman haddinden fazla israf
ederler. Kazandıklarının çabucak altından girip üstünden çıkarlar. Eğer
harcamazlarsa; bu takdirde de malı biriktirir ve daha çok kazanmak için ihtikâr
yoluna giderler. Artık bu insanların Dünya'dan başka hiç bir şeye sevgi ve
muhabbetleri kalmamıştır. Bunların mala ve Dünya'ya olan muhabbet ve sevgileri
ateşe atıncaya kadar devam eder. 39
·
39
Câmi‘u'1-Hutâb, s. 177-180.
32
Akıllı
İnsan Kime Denir?
Hz.
Ebu'd-Derdâ (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Cuma
günü Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize hitap etti ve buyurdu ki:
"Ey
nâs! Ölmeden evvel mâsiyet ve günahlarınızdan dolayı Allah'a tevbe edin. Sizi
meşgul edecek bir takım sıkıntı ve meşakkatlerle karşılaşmadan, amel-i sâliha
işlemek için gayret sarfedin. Allah'ı çok çok zikrederek O'nun rahmetine
kavuşun, mesut ve bahtiyar olun. Bol bol sadaka verin ki; Cenâb-ı Hakk sizi
daha çok rızıklandırsın. İyiliğin yaygınlaşması ve kötülüklerin ortadan
kalkması için gayret sarfedin ki; belâ ve âfâtlardan kurtulup düşmanlarınıza
galip gelesiniz.
Ey
insanlar! Sizin en akıllı olanınız ölümü düşünerek Allah'ı en çok
zikredeninizdir. Ve sizin en kuvvetli olanınız da ölüme karşı mücehhez ve
hazırlıklı bulunanınızdır.
Aklınızı
başınıza toplayıp, biliniz ki akıllılık; gaflet ve gurur evinden başka bir şey
olmayan Dünya muhabbetinden sıyrılarak, ebedî ve bakî olan Âhiret'e muhabbet ve
ona yönelmektir."32
Haram
Kazançtan Hayır Beklenir mi?
Ebû
Saîd el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) minberin üzerine oturdu, biz de etrafına toplandık.
Resûlullah:
·
-
"Benden sonra Dünya çiçeğinden ve Dünya ziynetlerinden önünüze açılacak
nice nimetler, sizin için korktuğum muhakkak olan şeylerdendir" dedi.
Bunun üzerine Sahâbe'den biri:
·
-
"Hiç hayır olan şey şer getirir mi? Yâ Resûlullah!" diye sordu.
Resûlullah buna cevap vermeyip bir müddet sustu. Soruyu sorana Sahabiler:
"Sen kim oluyorsun da Resûlullah'a sual soruyorsun, halbuki
O sana cevap bile vermiyor?" dediler. Biz o sırada O'na vahiy geldiğini
anladık, biraz sonra Resûlullah açıldı, akan terini sildi ve soruyu soranı öven
bir edâ ile şöyle devam etti:
"Şu
muhakkak ki; hayır şer getirmez. Şu da muhakkak ki baharın bitireceği otlardan
bir kısmı zehirlidir. O yiyeni öldürür. Yahut Ölüme yaklaştırır. Ama yeşil ot
(zararsız ot) yiyen müstesnadır. Çünkü bu hayvan yeşil otu yer, nihayet iki
yanı şiştiği zaman bahar güneşinin aynını karşılar. Kolayca tersler, işer, yine bol bol otlar.
İşte
bu Dünya malı da yeşil ot gibi cazip ve tatlı bir şeydir. Bu nimetten miskine,
yetime, muhtaca ve yolcuya tasadduk eden Müslüman ne hayırlı bir kişidir."
Yine
Resûlullah: "Şu da muhakkak ki; haksız, haram mal tutup toplayan bir kimse
daima yiyen, bir türlü doymayan obur gibidir. Kıyâmet gününde bu mal kendi
sahibinin cimriliğine şahadet edecektir" buyurdu.33
İnsan
Sahip Olduğu Enerjiyi Nasıl ve Nerede Ilarcamalıdır?
Ehû
Saîd el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Uhud
Dağı'ndan dönerken, Sahabe-i Kiram Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)
Efendimiz'in etrafını çevirmiş, O da Talha (r.a.)'ya dayanmış vaziyette iken
şöyle söylediğini işittim:
"Ey
insanlar!
Yerine
getirmekle mükellef olduğunuz işlerinizi yaparak Âhiret'inizi ıslâh etmeye
yöneliniz.
Cenâb-ı
Hakk'ın sizin için tekeffül etmiş olduğu rızkı elde etmek için ihtirasa
düşmeyiniz.
Rabbiniz'in
her türlü güzellik ve nimetle, sıhhatle süslemiş olduğu âzâ-yı cevârihlerinizi
(uzuvlarınızı) Allah'ın gazabını celbedecek kötü ve yasak yerlerde
kullanmayınız.
Her
türlü iş ve meşgalenizi Allah'ın rızâsına ve mağfiretine vesile olacak tarz ve
şekle sokunuz.
Siz
himmet ve gayretinizi, Cenâb-ı Hakk'ın tâati ve rızâsını temine yönelterek
Allah'a yaklaşmaya vesile ve vasıta kılınız.
Şunu
bilin ki kim Dünya'ya ait olan nasibini temini Âhiret nasibine takdim ve tercih
ederse, Âhiret nasibini zâyi ettiği gibi Dünya nasibine de nâil olamaz.
Her
kim de Âhiret'e ait olan nasibini Dünya nasibine tercih ederse, takdir edilen
rızık kendisine ulaştığı gibi Âhiret'te de muradına, isteğine nail olmuş
olur."34
İstihare
ve İstihâre Duası
Câbir
ibn-i Abdullah (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Allah
Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize Kur’ân'dan sûre öğretir gibi, her
işimizde istihareyi öğretirdi ve şöyle buyurdu:
"Biriniz
bir işe niyet ettiği zaman; farz olmaksızın iki rekat
namaz kılsın ve şöyle dua etsin:
"Ey
Allah'ım! Senin ilminle hayır dilerim; Sen'in kudretinle Sen'den kudret talep
ederim; Sen'in büyük olan fazlından isterim; Sen'in gücün yeter, benimki
yetmez; Sen bilirsin, ben bilmem, Sen gaybları fazlasıyla bilensin.
Allah'ım!
Şu iş benim için, dinim, hayatım, akıbetim ve işlerimin sonu bakımından hayırlı
ise Sen bilirsin, onu benim için takdir et ve onu bana kolay kıl, onu bana
bereketli eyle.
Ey
Allah'ım! O iş Sen'in ilminde benim için şerli ise; evvelki gibi dinim, Dünyam
ve âkıbetim hakkında onu benden uzak kıl, beni de ondan uzak kıl. Hayır her nerede olursa olsun onu bana takdir et ve beni o
hayrınla râzı kıl."35
Allah
Korkusu
Ebî
Eyyûb el-Ensârî (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den işittim şöyle buyurdu:
"Ey
insanlar!
Nefislerinizi
Allah'a itâatle süsleyiniz. Çünkü ibâdet ve O'na itaat mü’minin ziynetidir.
Gönlünüz haşyet-i İlâhî örtüsü ile daima örtülü kalsın. Yâni Allah korkusunu
gönlünüzden hiç çıkarmayın. Dünyada Allah'ın rızâsını kazanmak için çalışın ve
Âhiret'i lehinize mâledin. Dünyada mesâiniz, çalışıp-çabalamanız, ebedî
karargâhınız olan Âhiret için olsun.
Biliniz
ve unutmayınız ki; az bir zaman sonra göç edecek ve dönüşünüz, yolculuğunuz
Allah'a olacaktır. Dünya'da bıraktığınız hiç bir şey sizi zengin etmeye kâfi
gelmeyecektir. Ancak burada işlediğiniz sâlih amelden Allah'a ne takdim
ettiyseniz sizin için zenginlik o olacaktır, veya din
kardeşlerinizin rahat ve huzuru için yaptığınız hayrat, işlediğiniz güzel bir
sevap size fâide verecektir.
Hiç
şüpheniz olmasın ki siz; Dünya'dan Âhiret'e gönderdiğiniz şeyler üzerine
gönderileceksiniz ve geçmişte oraya ne takdim ettiyseniz onunla
mükâfâtlandırılacaksınız.
Bu
denî Dünya’nın, geçici âlemin ziynetleri, mal ve mülkü sakın sizi aldatmasın ve
sizi Cennet-i A'lâ'dan mahrum etmesin.
O
gün perde açılır ve her türlü şüphe ortadan kalkar. Sanki kişi gideceği yeri
biliyormuş gibi oraya vâsıl olur."36
Zekât'm
Farziyeti ve Önemi
Muâz
(r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Muâz (r.a.)'yı Yemen'e vali olarak
gönderdiğinde ona şöyle buyurdu-.
"Şüphesiz
sen Ehl-i Kitâb olan bir kavme gidiyorsun. Onları Allah'tan başka bir ilâh
olmadığı ve benim Allah'ın Resûlü olduğum şahadetine dâvet et. Eğer onlar bu
dâvet için sana itaat ederlerse, Allah'ın her gün ve gecede beş vakit namazı
onlar üzerine farz kıldığını onlara bildir. Eğer onlar bunun için sana itâat
ederlerse, Allah'ın onların malından sadaka (zekâtı) onlara farz kıldığını
bildir. Bu sadaka onların zenginlerinden alınır, fakirlerine verilir. Eğer
onlar bunun için sana itâat ederlerse sen onların mallarının seçkinlerinden
sakın, mazlumun bedduasından da sakın. Çünkü o beddua ile Allah arasında hiç
bir perde yoktur."45
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha sonra şu âyetleri okudu: "Onların
mallarında sâil ve yoksul için belirli bir hak vardır." (Meâriç 25).
·
45
Cem'u'l-Fevâid, c. II, s. 7-8.
NOT:
Ebû Hureyre (r.a.)'dan rivayet ectiien ve Kütüb-i
Sitte'nin tamamında yar alan sahîh bir hadisi burada hatırlatmakta fayda
vardır.
"Mazlum
günahkar olsa bile hedduâsı makbuldür. Onun günahı
onun boynunadır."
"(Ey
Muhammed!) O altın ve gümüşü toplayıp Allah yolunda harcamayanlar var ya, işte
onlara Kıyamet gününde çetin bir azabı müjdele! O gün, bu toplanan altın ve
gümüş tekrar tekrar ısıtılarak (onların) alınlarına, böğürlerine ve yanlarına
basılır da, onlara; "Bunlar kendi nefsiniz için topladığınız altın ve
gümüşlerdir. Şimdi biriktirdiğiniz bu hâzinelerin başınıza açtığı belâyı
tadınız!" denir." (Tevbe
34-35).
Zekâtın,
Malın Helâl ve İyi Olanından Verilmesi
Abdullah
ibn-iMesud (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Allah
sizin rızkınızı nasıl taksim etti ise, ahlâk ve şeciyenizi de öyle birbirinden
farklı surette yaratmıştır. Allah Dünya malını sevdiğine de sevmediğine de
verir. Fakat dini, münhasıran sevdiği kullarına verir. Kim ki Allah kendisine
din bahşetmiştir, muhakkak o Allah'ın mahbûbudur.
Hayatım
kudret elinde bulunan Allah'a yemin ederim ki; bir Müslüman kulun gönlü fena
temayüllerden, dili de kötü sözlerden salim olmadıkça Müslümanlığı selâmette
olmaz.
Bir
mü’min de, komşusu onun zulmünden, fanalığından emin olmadıkça o mü’minin îmanı
tamam değildir.
Bir
kimse tasadduk için, teberrük için haram bir mal kazansa ve bu haram kazancı
kabul olunur diye tasadduk edip arkaya bırakmasa, muhakkak ki, bu haram mal onu
Cehennem'e sürükler. Cenâb-ı Hakk günahı günahla izâle etmez, belki kötülüğü
iyilikle giderir. Çünkü necâsetle necâset temizlenmez."
"Ey
inananlar! kazandıklarınızın temizlerinden ve size
yerden çıkardıklarımızdan muhtaç olanlara sarfedin. İğrenmeden alamıyacağmız
pis şeyleri vermeye kalkmayın, Allah'ın müstağni ve övülmeye lâyık olduğunu
bilin. Şeytan
sizi fakirlikle korkutarak cimriliği ve
hayâsızlığı emreder. Allah ise kendisinden size mağfiret ve bol nîmet vadeder.
Allah'ın lütfü boldur, O her şeyi bilir."
(Bakara 267 -268) 46
·
46
Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. V, s. 196.
NOT:
İbn-i Abbas (r.a.) bu âyetleri tefsir ederken demiştir ki: "Cenâb-ı Hakk
bu âyet-i kerîmede fukaraya sadaka olarak malınızın en temizinden, en
iyisinden, en nefisinden vermenizi emrediyor. Malınızın âdisinden, çürük
çarığından infâk etmenizi de nehyetmiştir. Allah temizdir, temiz ve helâl
maldan verilen sadakayı kabul eder." Nitekim Tirmizî de Sa‘d (r.a.)'dan: "Allah temizdir, temiz olana muhabbet
eder" hadisini rivayet etmiştir.
Mü’min
Hayrı Tercih Etmelidir
Abdullah
İbn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:
"Mü’minler
Dünya'da iki fiilden birini tercihle karşı karşıyalar. Bunlardan biri hayır ve
hayra vesîle olan fiillerdir. Diğeri de kaçınılması, ittikâ edilmesi gereken
şerlerdir.
İşlenilmemesi
mutlak gerekli olan şey bâtıl olandır ki; harâmiyeti, yasaklığı kitap ve
sünnetle apaçık belirtilmiş ve beyan edilmiştir. Bu fiillerden ictinab edilir
ve kaçınılır.
İkincisi
ise; Hak ve hakikati nâslarla, âyet ve hadislerle belirlenen, ifade edilen
fiillerdir ki; bunların da işlenilmesi arzu ve talep edilir.
Gelmesi
mutlak olan ve gölgesi üzerimize düşen bir Âhiret vardır, onun için çalışılır.
Bir de fâidesi ve sağladığı menfaat geçici olan Dünya vardır. Sağladığı fâide
kalıcı olmayan bir Dünya ile ilgi ve alâkası sapasağlam, üstelik şehevî arzu ve
istekleri de Âhiret'i yalanlıyorsa bu durumda olan bir insan Âhiret için nasıl
güzel bir amel işleyip ona hazır olur.
Şu
insana hayret edilir ki; hem Âhiret'i tasdik ediyor, varlığını kabule inanıyor,
buna rağmen Dünya'yı Âhiret'e tercih ediyor. Yine o insana şaşılır ki; Allah'ın
rızâsının Allah'a
itaatle
olduğunu bildiği halde, O'nun yasak ettiği ve istemediği fiilleri
işliyor."37
Sakınılması
Gereken Kötü Fiiller
Ebû
Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:
"Çok
yemekten sakınınız. Çünkü çok yemek kalbin kasvetle mühürlenmesine sebep olur, ve uzuvların ibâdetten haz almasına engel olur.
Dinlediği veya okuduğu, anlamak istediği şeylere karşı muhabbet ve sevgisi
kalmaz, bu duyguları sağırlaştırır.
Sizi
lüzumsuz "ve dinin yasak ettiği şeylere" bakmaktan da sakındırıyorum.
Zîra bu tür nazar şehveti, hevâ ve hevesinizi körükler, şehvet tohumları eker,
gaflete, dikkatsizliğe ve dalgınlığa vesîle olur.
Kendinizi
ifrat derecesine varan tamahkârlıktan da sakındırıyorum. Çünkü aşırı arzu ve
hırs kalbi bu isteğe karşı daha da sulandırır ve kalbi mühürler. "Artık
kalbiniz başka şeylere açık değildir".
Dünya
muhabbeti, "Dünya metâına olan aşırı sevgi" bütün kötülüklerin
anahtarıdır ve her türlü güzel amel ve işlerden "hâsıl olan sevabın"
yok olmasına bu aşırı sevgi sebep olur."38
Yersiz
ve Lüzumsuz Konuşmamak
İbn-i
Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Peygember
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:
"Konuşurken
bilerek konuşan ve sükût ederken de bilerek sükût edip dilini tutana Allah
rahmet etsin. Şüphesiz insan üzerinde dilin hâkimiyeti diğer âzâlanndan daha
hâkim ve zorbadır.
Dikkatli
olun ve biliniz ki; Allah'ı zikir, iyiliği emr ve kötülükten nehy ve
mü’minlerin aralarını ıslah ve iyileştirmek için yapılan konuşmaların dışında
insanoğlunun yapmış olduğu konuşmalar lehine değil alayhinedir."
Bunun
üzerine Muaz ibn-i Cebel: "Yâ Resûlullah biz konuştuğumuz şeylerden
muâhaza olup, hesaba çekilecek miyiz?" dedi.
Resûl-i
Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "İnsanı yüzüstü nâr-ı
Cehennemle atacak olan dilin işlediği hatalardır. Şimdi her kim ki; Kıyamet
selâmeti istiyor ve arzu ediyorsa, dilini başkalarını yaralamaktan ve gıybetten
muhafaza etsin, kalbini îman, tasdîk, ihlâs, marifet ve Allah korkusunda sabit
kılsın. Hem de Âhiret selâmeti isteyen kimse "Allah'ın rızâsına
muvafık" güzel işlerde bulunsun ve "Dünya ile ilgili" uzun
uzadıya kuruntulardan da vazgeçsin.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in bu konuşmasından kısa bir süre sonra
Nisa sûresi'nin 114. âyeti nâzil olmuştur.
"İnsanların
konuşmalarında, ihtiyaç sahibi ve muhtaçlara verilmek üzere sadaka ile ilgili
tavsiye ve nasihatleri, iyiliği ve güzelliği yaygınlaştırmak için yapılan
konuşmalarla, insanların aralarını bulmak için ifade edilen sözlerin dışında
olan kelâmında kişinin lehine bir hayır yoktur." 49
4-9
Câmi'u'l-Hutâb, s. 69-71.
Cenâb-ı
Hakk ın Her Emri İnsanların Yararınadır
Ehû
Zer-i Gıfarî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Ebû
Zer-i Gıfarî (r.a.) Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den, O da Allahu
Teâlâ'dan rivayet etmiştir.
Yüce
Allah şöyle buyurdu-.
"Ey
kullarım! Haberiniz olsun ki Ben zulmü kendi nefsime haram ettim. Onu sizin de
aranızda haram kıldım. Binâenalyh birbirinize zulmetmeyiniz.
Ey
kullarım! Benim hidâyet verdiklerim müstesna, sizler her biriniz doğru yoldan
sapıcılarsınız. O halde Ben'den hidâyet isteyin ki sizlere hidâyet edeyim.
Ey
kullarım! Sizler hep açsınız, ancak Benim doyurduklarım müstesnâdır. Onun için
Ben'den yiyecek isteyiniz ki sizlere yiyecek vereyim. Ey kullarım! Benim
giydirdiklerimden başka sizler hep çıplaksınızdır. Onun için Ben'den giyecek
isteyiniz ki sizi giydireyim. Ey kullarım! sizler
gece-gündüz hep hatalar yaparsınız. Ben ise bütün günahları mağfiretimle
örterim. O halde Bana istiğfar ediniz ki size mağfiret edeyim.
Ey
kullarım! Sizler asla Bana zarar verecek dereceye ulaşamayacak ve Bana zarar
veremeyeceksiniz. Ve kezâ sizler
asla
Bana fayda verecek dereceye ulaşamayacak ve Bana hiç bir fayda veremeyeceksiniz.
Ey
kullarım! Sizin evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz, içinizden en temiz
kalpli bir adam gidişinde olsa o Benim mülkümden bir şey artırmaz. Ey kullarım!
sizin evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz,
içinizden en fena kalpli bir adam gidişinde olsa o Benim mülkümden bir şey
eksiltmez. Ey kullarım! Sizin evveliniz, âhiriniz, insiniz, cinniniz, hepiniz
bir yere toplanıp Ben'den isteseler de Ben sizlerden her insana istediğini
versem mülkümden bir şey eksilmez. Bunun hepsi Benim katımda olanlardan ancak
dikiş İğnesinin denize bir kere daldırıldığı zaman denizden eksiltmesi gibidir.
(Yâni bir iğneyi bir kere denize batırıp çıkarmakla denizden ne eksilir?)
Ey
kullarım! Sâde sizin amellerinizdir ki, ben onları sizin için sayar, size karşı
muhafaza eder sonra da onları size tastamam veririm. Onun için her kim hayır
bulursa hemen Allah'a hamdetsin. Onun gayrisini bulan da ancak kendini
levmetsin.39
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e Göre Fazilet ve Rezalet Sahipleri
Abdullah
ibn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:
"Her
kim Dünya'da, işlerini gerekli tedbirleri alarak Allah'a tam bir tevekkül ile
havale ederse Allah onun her işine kifayet eder. Kim ki Allah’ın zikir ve
tâatından yüz çevirir, yalnız Dünya'ya yönelirse Cenâb-ı Hakk da onu Dünya'ya
terkeder, sıkıntı ile ömrünü geçirir.
Her
kim ki; Allah'a isyan yâni "Allah indinde günah sayılan şeylerle"
arzu ettiği şeye kavuşmak isterse, o kişi bu yolla istek ve arzusuna
kavuşamadığı gibi aksine, umduğu ve beklediği şeyden daha da uzaklaşarak hiç
istemediği sıkıntılarla başbaşa kalır.
Eler
kim ki; insanlara şirin ve iyi görünmek için Allah'a isyân ederse,
teveccühlerini kazanmak için çalıştığı insanlar bir gün gelir, bu insanı zemm
ve küfürle yâd ederler.
Her
kim ki; Allah'ın dışında mahlûkun rızâsını tahsil için Hâlık'ına isyân ederse
Cenâb-ı Hakk mahlûkunun kahrı ile onu helak eder.
Eler
kim ki; insanların gazab ve kinlerine aldırmayarak Allah'ın rızâsından
vazgeçmez ve O'nun rızâsını tahsile
devam
ederse, Allah onu insanların şerrinden muhafazaya kâfidir.
Her
kim ki; Allah'ın rızâsını tahsil ve Cenâb-ı Hakk'la arasını iyileştirmek için
gayret sarfederse; Allah o kişi ile insanların arasını iyi yapmaya kâfidir.
Her
kim ki; kalbini, niyet ve düşüncelerini, dedikodu, kin ve hasedden, Dünya
muhabbeti, mevkî ve makamdan, mal sevgisi gibi şeylerden uzak tutarak, bu gibi
kalbî hastalıklardan kendini tedavi ederse Cenâb-ı Hakk diğer âzâlarından
meydana gelecek olan hatalarını ıslah eder.
Her
kim ki; Âhiret ve Allah rızâsını kazanmak için gayret sarfederse Cenâb-ı Hakk
Dünya işlerinde onu muvaffak kılar. "51
51
Câmi'u'I-Hutâb, s. 62-64.
Komşu
ve Komşuluk Hukuku
Ebû
Şureyh (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:
"Allah'a
ve Âhiret gününe îman edip inanan kişi komşusuna ezâ etmesin. Allah'a ve Âhiret
gününe îman eden her kişi misafirlerine ikrâm etsin. Allah'a ve Âhiret gününe
îman eden her kişi hayır söylesin yahut sussun."
Buharî'nin
"Allah'a ve Âhiret gününe îman eden kişi komşusuna eziyet etmesin"
başlığı altında rivayet olunan hadislerin İzahı bölümünde el-Hâfız el- Fetih de
bir kaç yolla rivayet olunan hadisleri derleyip sonunda şöyle diyor.
Bu
hadislere göre Sahabe-i Kirâm:
-
Yâ Resûlullah! Komşunun komşu üzerindeki hakkı nedir? Diye sordu. Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Komşun
senden bir şey ödünç isterse, ödünç olarak vereceksin; senden yardım dilerse
ona yardım edeceksin; hastalanırsa ziyaret edeceksin; ihtiyacı olursa yardım
edersin; hayırlı bir işi olursa tebrik edersin; başına bir iş gelirse tâziyette
ve tesellide bulunursun; öldüğü zaman cenazesine iştirak edersin. Meskeni hava
alamıyacak biçimde bitişiğinde ise ondan izin almadan meskeninden yüksek bina
yapamazsın. Tencerenin yemek kokusuyla ona eziyet etmezsin, meğer
ki
yemekten ona da sunsan. Meyve alırsan ona da hediye et, şayet hediye
etmiyeceksen meyveyi (ona göstermeden) gizlice eve götür, senin çocuğun meyveyi
dışarı çıkarmasın ki komşunun çocuğu görmesin.
Vallahi
îman etmiş olmaz! Vallahi îman etmiş olmaz! Vallahi îman etmiş olmaz!"52
buyurdu. Hazır bulunanlar:
·
-
Yâ Resûlullah bu îman etmiş olmayan kimdir? diye
sordular. Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem):
·
-
"Kim olacak; şu komşusu zulmünden, şerrinden emîn olmayan kişi" diye
cevap verdi.40 41 42
Müslüman
Fitnelere Karşı Uyanık Olmalıdır
Abdurrahman
bin Abd-i Rabbi'l-Ka‘be (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:
"Benden
önce her peygamber üzerine kendi ümmeti için hayır bildiği şeyleri onlara
göstermesi, şer bildiği şeylere karşı uyarıp korkutması şüphesiz bir hak ve bir
görev oldu. Sizin bu ümmetinizin afiyeti (yâni dine zarar veren şeylerden
selâmette bulunması) evvelinde kılındı. Bu ümmetin son kısmının başına belâ ve
hoşlanmayacağı bir takım işler muhakkak gelecektir. Sonra öyle fitneler gelecek
ki; bâzısı diğer bâzısını hafifletecek (yâni sonra gelen fitne bir önceki
fitneden daha şiddetli olacak). Artık mü’min kul (bir fitne) geldiğinde; işte
beni helâk edecek fitne budur der. Bir süre sonra o fitne geçer, bunun
arkasından başka bir fitne gelir ve mü’min kul; işte beni helâk edici fitne
budur der. Sonra o fitne açılıp gider.
Artık
kim, Cehennem ateşinden uzaklaştırılması ve Cennet'e girdirilmesi kendisini
sevindiriyorsa Allah'a ve Âhiret gününe îman eder olduğu halde gelsin ve
insanlara, kendisine yapmalarını arzu ettiği şeyleri yapsın.
Kim
bir devlet başkanına bey'at edip ona elini vermiş (yâni onu seçmiş) ve
samimiyetle bağlanmış ise artık olanca
gücü
ile ona itâat etsin. Şayet bundan sonra başka bir devlet başkanı çıkıp gelir de
birincisi ile nizâa kalkışırsa (isyan çıkarmak isterse) sonradan gelene itâat
etmesin. 54
·
54
ibn-i Mâce, c. X, s. 167.
NOT:
Bu hadîs-i şerîf Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz'in
vefatından bir süre sonra doğacak olan fitneleri bir mûcize olarak haber
veriyor. Bu fitne Emevî ve Abbasîler döneminde de doğmuştur. Bundan sonra da
doğacak olan fitnelerin habercisidir. Vahye dayalı olan bu sözler her
Müslümanın her devirde müteyakkız olmasını gerektiren haberlerdir. Bu tür
fitnelerin zuhûru sırasında Müslümanların dikkat etmesi gereken hususlar bu
hitâbede açıkça belirtilmektedir.
a-
Böyle anlarda Allah'a ve Âhiret'e îman edenlerin îmanını muhafaza etmesi ve
îmanlı olarak ölmeye çalışması,
b-
Müslüman bir kimsenin kendi nefsi için arzulamadığı bir şeyi başkalarına revâ
görmemesi,
c-
Devlete ve millete zarar verecek, ümmet içerisinde kargaşa çıkaracak insanlarla
iş birliği yapmaması ve onlara fırsat vermemesi gerekmektedir.
Gönül
Zenginliği ve Huzur
Amr
ibni’l-Âs (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Allah
Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Müslüman
olup kendisine yetecek kadar rızık verilip, Allah'ın verdiklerine karşı kanaat
sahibi olan kişi gerçekten kurtuluşa ermiştir.
Âdem
oğlunun şunlardan
başka (temel) hakkı yoktur. Oturacağı ev, mahrem uzuvlarını örteceği elbise ve
bir de katıksız ekmekle su.
Katımda
gıpta edilen dostlarım şunlardır: Maddî durumu zayıf, namazdan nasibini almış,
Rabbi'ne itâatini güzel yapmış, gizli gizli halkdan uzak durumlarda O'na itaat
etmiş, insanlar tarafından da parmakla gösterilmemiş, rızkı yeterli olmamasına
rağmen sabırlı olan mü’mindir." Sonra eliyle işaret etti ve:
"Çabuk
ölmüş, geride az mal bırakmış, ağlayıcıları da az olan insan."
"Rabbim
Bana Mekke topraklarını altın olarak arzetti de Ben dedim ki; "Hayır yâ
Rabbi! Bir gün tok, bir gün aç olayım. Aç kaldığım zaman Sana yalvarır, Sen'i
zikrederim. Tok olduğum zaman Sana hamdeder, Sana şükrederim."
"Zenginlik
çok mala sahip olmak değildir. Asıl zenginlik gönül zenginliği ve göz
tokluğudur."
"Kim
ihtiyacı olmadığı halde dilenirse, Kıyamet gününde o dilendiği şey, yüzünde bir
yırtık, tırmık ya da yara-bere olduğu halde gelecektir. Kim malına mal katmak
için dilenirse, mutlak olarak o, bir ateş kıvılcımı istemiş olur. Öyleyse
(şimdi) ister çok istesin, ister az istesin."
"Gerçek
yoksul bir veya iki hurmaya ihtiyacı olan kimse değildir. Asıl yoksul;
gerçekten ihtiyacını giderecek bir şey bulamayan, kendisine sadaka verilmesinin
zarûreti (halk tarafından) bilinmeyen ve (buna rağmen) kalkıp insanlardan da
dilenmeyen kimsedir.
Yoksul
ancak, zarûret içinde iffetli kalıp, kimseden bir şey istemeyendir. Dilerseniz
şu âyeti okuyun: "Onlar yüzsüzlük ederek insanlardan istemezler."(Bakara
273)43
Milletlerin
Felâketine Sebep Olan Âmiller
Abdullah
ibn-i Ömer (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize yönelerek şöyle buyurdu:
"Ey
Muhacirler cemâati!
Beş
şey vardır ki, onlarla mübtelâ olacağınız zaman Ben sizlerin o şeylere
erişmenizden Allah'a sığınırım. Onlar şunlardır;
·
1-
Bir milletin içinde zina, fuhuş ortaya çıkıp nihayet o millet bu suçu alenî
olarak işlediğinde, mutlaka içlerinde taun hastalığı ve onlardan önce
gelip-geçmiş milletlerde vukû bulmamış hastalıklar yayılır.
·
2-
Ölçü ve tartıyı eksik yapan her millet mutlaka kıtlık, geçim sıkıntısı ve
başlarındaki hükümdarların zulmü ile cezalandırılırlar.
·
3-
Mallarının zekâtını vermekten kaçan her millet mutlaka yağmurdan menedilir
(kuraklık cezası ile cezalandırılır) ve hayvanları olmasa (Allah hayvanlara
acımasa) onlara yağmur yağdırmaz.
·
4-
Allah'ın ahdini (emirlerini) ve Resûlün sünnetini terkeden her milletin başına
mutlaka Allah kendilerinden olmayan düşmanı musallat eder ve düşman o milletin
elindeki-avucundakilerin bir kısmını alır.
·
5- İmamları (yâni devlet adamları) Allah'ın
Kitabı ile amel etmeyip Allah'ın indirdiği hükümlerden işlerine geleni seçtikçe
Allah onların hesabını kendi aralarında görür. 56
·
56
Nesâî, c. X, s. 243-244.
Dinî
Hayatta Sünnet ve Hadisin Önemi
îrbat
bin Sâriye (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Abdurrahman
bin Amr es-Sülemî ile Hucr bin Hucr dediler ki:
·
-
Bir gün Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize namaz kıldırdı, sonra
mübarek yüzünü bize çevirerek, gözleri yaşartan, kalpleri yerinden oynatan son
derece güzel ve tesirli bir öğüt verdi. İçimizden bir adam dedi ki:
·
-
Ey Allah'ın Resûlü! Sanki bu bize veda eden birinin öğüdü gibi geldi. Bize
tavsiyen nedir? Resûlullah şöyle buyurdu:
"Size
Allah'tan korkmanızı, dinleyip itâat etmenizi tavsiye ederim. Habeşî bir köle
bile başınıza geçse ona itâat etmelisiniz. Çünkü benden sonra yaşayanlar bir çok ihtilaflar göreceklerdir. Onun için benim sünnetime;
hidâyete ermiş, doğru yolda olan râşit halifelerin sünnetine sarılın. Ona
sımsıkı sarılın, azı dişlerle ısırıp bırakmayın. Sonradan icad edilmiş (İslâm'a
aykırı) işlerden uzak durun. Çünkü sonradan icad edilmiş her şey bid'attir. Her
bid'at de dalâlet (sapıklıktır."
"Yakındır,
bir adama benim hadisim ulaşacak ve o, kalçasının üstüne yaslanıp oturacak ve
şöyle diyecek: "Bizimle sizin aranızda Allah'ın Kitâbı vardır. O'nun
içinde
helâl
olarak bulduğumuzu helâl sayar, haram olarak gördüğümüzü haram sayarız.'1
Oysa zavallı bilmiyor ki; Allah Resûlü'nün haram kıldığı şey de Allah'ın haram
kıldığı şey gibidir."
Ebû
Dâvud'un rivâyetinde bu metne şu fark ilave edilmiştir:
"Dikkat
edin! Bana Kitap verildi. O'nunla beraber bir o kadar olan (hadis)de verildi. Dikkat
edin’."44
Cennet'e
Gitmeye Vesile Olan Ameller
Muaz
ibn-i Cebel (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Yâ
Resûlullah beni Cennet'e dahil edecek, Cehen-nenı'den
uzaklaştıracak bir amel bildir diye ricada bulundum. Bunun üzerine bana şunları
söyledi:
"Dikkat
et, sana hayır kapılarını gösteriyorum: Oruç (günah ve azaba karşı) bir
kalkandır. Sadaka da suyun ateşi söndürdüğü gibi günahın alevini söndürür. Ve
bir insanın gece ortasındaki namazı sâlih mü’minin sembolüdür.” Buyurdu. Sonra
da şu âyeti okudu.
"Onlar
geceleyin namaz kılmak için yataklarından kalkarlar, korkarak ve ümitvâr olarak
Rablan'na yalvarırlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır yollarına
harcarlar. Artık işledikleri sâlih amellere karşılık onlar için göz aydınlığını
(saklanan müjdeyi) hiç kimse bilmez."
(Secde 16-17)
"Bilmiş
ol ki, sana işin başını bildirdim. Diğerini haber veriyorum. O da cihaddır.
Şu
anlattığımın hepsine sahip olmanın dönüm noktasını sana haber vereyim mi?"
Buyurdu.
-
Haber ver dedim.
·
-
"Şunu, yâni dilini aleyhinde (bulunmaktan) men edeceksin" dedi.
·
-
Yâ Nebiyyullah! Biz konuştuğumuz şeylerden dolayı gerçekten sorumlu tutulur
muyuz? dedim.
·
-
"Yâ Muaz! Bu işten gafletine şaşarım. Dillerin biçtikleri faydasız
sözlerinden başka bir şey insanları Cehennem'e düşürür mü?" buyurdu. 545
Güzel
Amellerle Âhirct Hazırlığı
İbn-i
Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdular ki:
"Ey
insanlar!
Şüphesiz
insanın ölüm gelmeden önceki emel ve arzuları son derece geniş ve çoktur.
Kıyamet
ise amellerin dereceleri ve insanların gidecekleri yerlerin belirlendiği
mahaldir.
Amel-i
sâlih işleyerek Allah indinde derece ve mertebe kazanan insanlar zengin, Amal-i
sâlihe tevessül etmeyenler ise gam ve keder sahibidir.
Ey
insanlar!
Allah'tan
başkasından bir şeyler beklemek ve başkalarına tamah etmek muhtaçlık ve
züğürtlüktür. Allah'ın gayrından bir şey beklememek ise zenginlik ve gınâdır.
Allah'ın
takdir ettiği ile iktifâ etmek kalbin ve nefsin rahatı için en büyük âmildir.
Bu zühdî düşünce; ihtiyaç hâlinde sahibine huzur ve sükûn bahşettiği gibi,
sâlih bir düşünce oluşu ile Âhiret'te de Allah tarafından taltife sebep olur.
Allah'a
yemin olsun ki, Dünya'nızda geçirmiş olduğunuz zamanın benim şu cübbemdeki
çizgi kadar bir değeri yok veya mevcut olan malımın saçağı kadar beni mesrûr
etmiyor. Dünyanızdan bakî kalan kısımsa suyun suya olan müşâbehetinden
farksızdır.
Biliniz
ki, her mahlûk ve her şey tükenip yok. olmaya
mahkumdur. Çünkü vukû bulması kesin olan şey vukû bulmuş kabul edilir ve ona
göre hazırlık yapılır.
Öyleyse
ey Ashâbım! Tabiî ve kolayca nefes alıp verirken ve gençliğiniz elde iken, ölüm
de sizi sıkboğaz etmeden evvel amel-i sâlihaya başvurmakta acele edin. Çünkü
bilâhare çok çok pişman olacaksınız, fakat o pişmanlık size fâide
vermeyecektir.
59
Câmi'u'l-Hutâb, s. 171-172.
Hâcet
Hutbesi
Abdullah
ibn-i Mes‘ûd (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Allah
Restılü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize Hâcet Hutbesi'ni şöyle öğretti:
"Hamd
Allah'a mahsustur. O'ndan yardım dileriz, O'ndan af dileriz, nefislerimizin
şerlerinden, amellerimizin kötülüklerinden O'na sığınırız. Allah kime hidâyet
verirse onu saptıracak yoktur. Allah kimi de saptırmışsa onu hidâyete erdirecek
yoktur. Allah'tan başka ilâh olmadığına, Hz. Muhammed'in O'nun kulu ve Resûlü
olduğuna şahadet ederim.
"Ey
îman edenler! adını zikrederek birbirinize talepte
bulunduğunuz Allah'tan ve aranızdaki akrabalık bağlarını koparmaktan korkun.
Şurası muhakkak ki Allah üzerinizde murakıptır."
(Nisa 1)
"Ey
îman edenler! Allah'tan hakkıyla korkun. Sakın ba Müslüman olmaktan başka
(herhangi bir) şekilde ölmeyin." (Âl-i
İmrân 102)
"Ey
îman edenler! Allah’tan korkun ve sağlam bir söz söyleyin. Tâ ki, Allah sizin
işlerinizi salâha çıkarsın ve günahlarınızı da affetsin. Kim Allah ve Resulüne
itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur."
(Ahzâb 70-71.)^°
60
Cem'u'l-Fevâid c. II, s. 233.
NOT;
Abdullah ibn-i Mesud Cr.a.) şöyle diyor: Her hayır
için veciz sözler ve her hayrın sonuçlarına âit en edebî konuşmalar Allah
(c.c.) tarafından Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'e verildi. O da
bize namazın sonunda okunan teşehhüdü (ettehiyyâtü) ve nikâh akdi ile benzeri
hâcetin başlangıç hutbesini öğretti. Hacet kelimesi ile yalnız nikâh akdi
değil, her çeşit hayırlı ihtiyaç ve iş kastedilmiştir.
İmam
Şâfi, bu hadîs-i şeriften hareket ederek: "Nikâh, satış ve diğer bütün
akidlerde hutbe okumak sünnettir" der. Tekmile yazarı da bu hadisin, nikâh
ve diğer önemli akidlerde anılan hutbeyi okumanın müstehablığma delâlet
ettiğini zikretmektedir.
Ensâr
ve Faziletleri
Ehû
Said el-Hudrî (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Huneyn'de alınan ganîmet
mallarından Kureyş ve diğer Arab kabilelerine fazlaca pay ayırmıştı. Ayrılan bu
fazla paya özellikle Ensâr gençleri itiraz etmiş veya serzenişte bulunmuşlardı.
Bu durumu Sa'd bin Ubâde Hz. Peygamber'e iletti. Peygamber (salla’llâhü aleyhi
ve sellem) Efendimiz Sa'd bin Ubâde'ye emrederek Ensâr'm toplanmasını istemiş
ve şu hitabede bulunmuştur:
Allah'a
hamd ve senadan sonra:
"Ey
Ensâr topluluğu! Bana söylemiş olduğunuz sözler ve dargınlığınızı işittim.
Ben,
siz dalâlette iken yanınıza gelmedim mi? Ve size Allah doğru yolu göstermedi
mi?
Siz
fakirdiniz Allah sizi zengin etmedi mi? Sizler birbirinize düşmandınız Allah
kalblerinizi birleştirmedi mi?" diye hitap etti. Ensâr:
·
-
"Ey Allah'ın Resûlü bunlardan her biri Allah'ın ve Resûlün birer
lütfudur" dediler. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) onlara-,
·
-
"Ey Ensâr! cevap vermeyecek misiniz?"
dediğinde onlar:
·
-
"Ey Allah'ın Elçisi ne diye cevap verelim, bunlardan her biri Allah'ın ve
Resûlü'nün lütfü ve fazlıdır" dediler. Resûlullah Ensâr'a şöyle dedi:
·
-
"Eğer siz isteseydiniz: Onlar Sen'i yalanladılar Biz Sen'i tasdîk ettik,
onlar Sen'i hakîr gördüler Biz Sana yardım ettik, onlar Sen’i sürmüşlerdi Biz
Sen'i yurdumuza yerleştirdik, Sen fakirdin biz Sana yardımda bulunduk diye
cevap verebilirdiniz.
Ey
Ensâr topluluğu! Sizin kalbiniz Dünya'nın önemsiz ve az nesnelerine meyletti.
Ben başka kimseleri Dünya'nın önemsiz bu malı ile Müslüman olsunlar diye
kalplerini İslâmiyet'e alıştırmak istedim. Sizi de Müslümanlığınıza havale
ettim.
Ey
Ensâr topluluğu! Başkaları koyun ve develerle yurtlarına dönerken siz Allah'ın
Resûlü ile birlikte konak yerlerinize dönmeye râzı olmayacak mısınız?
Muhammed'in nefsini kudret elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, Hicret şerefi
olmadığı takdirde Ensâr'dan biri olurdum. İnsanlar dağın bir yoluna, Ensâr da
dağın diğer bir yoluna saptığı takdirde, ben Ensâr'm saptığı yola
sapardım.
Ey
Allah'ım! Ensâr'ı, onların oğullarını, oğullarının oğullarını esirge."
Ensâr
ağlamaya başladı, o kadar ağladılar ki, göz yaşları
sakallarını bile ıslattı ve:
-
"Resûlullah'ın bizim için ayırmış olduğu paya biz memnun ve razıyız"
dediler.
Tarîhi'l-Umem
ve'i-Mülûk, c. III, s. 138.
NOT:
İbn-i Mâce c. I, s. 282'de kayıtlı 163 numaralı hadîs-i şerifte Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem): "Kim Ensâr'ı severse Allah ta onu sever ve kim
onlara buğzederse Allah ta ona buğzeder."-, 164 numaralı hadîs-i
şerîfte ise: "Ensâr, şiâr (bedene en yakın iç elbise) gibidir, diğer
insanlar da üst elbiseye benzerler (disâr) gibidir. Eğer insanlar bir dere veya dağ yoluna
yönelip ve Ensâr da başka bir dere yoluna yönelmiş olsalardı şüphesiz Ben
Ensâr'm yöneldiği dere yolundan giderim. Ve eğer Hicret (in yüce şeref ve üstün
fazileti) olmasaydı muhakkak. Ben kendimi Ensâr'dan bir kişi saymış
olurdum"
buyurmaktadır. Nesâî bundan sonraki kısımda s. 285 yukarıdaki hutbeyi
kaydetmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Ensâr ve Muhâcirîn'e Tavsiyeleri
Enes
ibn-i Malik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Ey
insanlar! Size Ensâr hakkında hayırlı olmanızı tavsiye ederim. Onlar Benim has
cemâatim ve mahrem-i esrârımdır (Onlar sizi vaktiyle evlerinde misafir
etmediler mi? Her hususta sizi nefislerine tercih etmediler mi?)
Ey
insanlar! Bugün halk Medine'de günden güne çoğalmakta, halbuki
Ensâr yemek içindeki tuz kadar azalmaktadır. Sizden biriniz iş başına geçer de
iyilik veya kötülük edebilecek kadar nüfûz sahibi olursa, Ensâr'ın iyilerinin
iyiliklerini alsın, kusurlarının da günahlarını bağışlasın.
Ashâbım!
İlk Muhâcirler'e de hürmet etmenizi vasiyet ederim. Bütün Muhâcirler de
birbirlerine haklı ve hayırlı olsunlar. Her iş Rabbim'in izniyle ve irâdesiyle
cereyan eder. Allah'ın iznine ve irâdesine galebe etmeye çalışanlar en sonunda
mağlup olurlar. Allah'ı aldatmak isteyenler de muhakkak aldanırlar.
Ey
insanlar! Peygamberiniz'in irtihâlini düşünüp de telaş ettiğinizi işittim.
Hangi peygamber gönderildiği ümmeti arasında ebedî kalmıştır ki Ben de sizin
aranızda ebedî kalayım. Biliniz ki Ben Rabbim'e kavuşacağım ve buna Ben
hepinizden daha müstehakım. Yine biliniz ki, siz de Bana kavuşacaksınız.
Buluşacağımız yer de Kevser havuzunun
kenarıdır.
Orada Benim'le buluşmak isteyenler ellerini ve dillerini günahlardan çeksinler.
Ey
insanlar! Üsâme ibn-i Zeyd'in emâretine itiraz ettiğinizi işittim. Bundan önce
babası Zeyd'in emâretine de itiraz etmiştiniz. Allah'a yemin ederim ki, Zeyd
emarete nasıl lâyıksa ve Zeyd Bana nasıl en sevimli kimselerden ise, işte oğlu
Üsâme de babasından sonra Bana en sevimli kimselerdendir.
Allah,
Yehûd ve Nasârâ'ya lanet etsin. Onlar peygamberlerinin kabirlerini birer mescid
edindiler."46
Cemâatle
Namaz Kılmanın Önemi
Abdullah
ibn-i Mesud (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Kim
yarın Müslüman olarak Allah'a kavuşmaktan sevinirse şu beş vakit namazını ezan
okunan yerde muhafaza etsin (edâ etsin). Çünkü bu namazlar hidâyet sünnetlerin
-dendir. Ve şüphesiz Allah Peygamberiniz'e Hüdâ sünnetlerini meşru kılmıştır.
Andolsun
ki; eğer her biriniz kendi evinde namaz kılmış olsaydı siz Peygamberiniz'in
sünnetini terketmiş olurdunuz. Ve Peygamberiniz'in sünnetini terketmiş
olsaydınız, şüphesiz dalâlete düşmüş olurdunuz.
Vallahi
Ben, sizleri bilirim ki, 63 münâfıklığı mâlûm olan münâfıklardan başka hiç
kimse cemâatten geri kalmazdı.
Vallahi
safa girinceye kadar iki kişi arasında tutularak mescide getirileni bilirim.
Hiç
kimse yoktur ki, tertemiz ve güzelce abdestini alıp mescide gider, içinde
namazını kılar da attığı her adımla Allah
·
63
"Vallahi ben sizleri bilirim ki" ifadesini hadisin şârihi şöyle izah
ediyor-. Vallahi Ben kendimin ve Sahabîler'in bütün namazları cemaatle
kılageldiğimizi bilirim ve münâfıklıkları besbelli olan münafıklardan başka hiç
kimse bu derece cemâatten geri kalmazdı.
Münâfıklık,
küfrü gizlemek ve İmanlı görünmektir. Münafık da küfrünü gizleyen ve mü’min
görünen kişidir.
onu
bir derece yükseltmesin ve her adımla onun bir günahım affetmesin.^4
·
64
ibn-i Mâce , c. II, s. 615, hadis no.
777.
NOT:
Hadiste geçen Sünen-i Hüdâ: Dini mükemmelleştirmek için devamlı olarak
yapılması istenen sünnettir. Bu tür sünneti özürsüz olarak sürekli surette
terketmek mekruhtur ve terkeden kişi hadiste zikredildiği gibi kınanır.
İbn-i
Mâce, Kitâbu'l-Mesâcid 794 numaralı ve İbn~i Abbas'tan rivayet edilen hadîs-i
şerifte Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmaktadır:
"Vallahi
bazı kavimler cemâatleri terketmekten ya vazgeçecekler ya da Allah onların
kalplerini mühürleyecektir. Sonra da muhakkak gafillerden olacaklar."
Yalanın
Fert ve Toplum Üzerindeki Tahribatı
Abdullah
ibn-i Mesud (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
"Kitap
ve sünnetten başka uyulması gerekli üçüncü bir şey yoktur.
Sözlerin
en güzeli Allahu Tealâ'nın kelâmı ve yolların en güzeli Hz. Muhammed'in yolu ve
sîretidir.
Dikkat
edin! Dinde ihdas edilmek istenen şeylerden sakının. Çünkü şer işlerden biri de
sonradan ihdâs edilen şeylerdir. Dinde icad edilen her şey bid'attir ve her
bid'at dalâlettir.
Dikkat
edin! Emel ve arzularınız uzayıp size ecelinizi unutturmasın. Aksi takdirde
kalpleriniz katılaşır. Gerçekten gelici olan yakındır. Hakîkaten gelmeyecek
olan şey uzak sayılır.
Dikkat
edin! Şekavedi ancak o kimsedir ki; annesinin karnında iken şakîdir. Mesud adam
da ancak o kimsedir ki; başkasından ibret alır.
Dikkat
edin! Mü’minle döğüşmek küfür ehlinin ve ona sövmek de fâsıkların işidir.
Müslüman için üç günden fazla süre ile kardeşine küs durması helâl değildir.
Dikkat
edin! Yalancılıktan şiddetle kaçının, çünkü ne ciddî, ne de şaka yollu
yalancılık mübah değil, Müslüman'ın
şanına
yakışmaz. Sakın kimse, yerine getirmeyeceği bir şeyi çocuğuna bile vâdetmesin.
Çünkü yalancılık gerçekten insanı fücûre sürükler. Fücûr ise Cehennem'e
götürür. Doğruluk ta muhakkak insanı hayra yöneltir. Hayırlı işlerde Cennet'e
kılavuz olur. Doğru adam için; "o doğru söyledi, hayır işledi"
denilir. Yalancı kişi içinse; "o yalan söyledi, şer işledi" denir.
Dikkat
edin! Kul gerçekten yalan söyleye söyleye bu hâli kendisine şiar edinir.
Nihayet yalancılığı îtiyat hâline getiren bu idmanlı yalancı Allah'u Teâlâ'nın
divânında "kezzâh" olarak yazılır." 65
·
65
Nesâî, c. I, s. 73, hadis no. 46.
NOT:
Sünen-i Nesâî'deki bu 46 numaralı hadisin dışında, 42, 43 ve 45 numaralı
hadisler de bid'atlerle ilgili olup, okunması gerekli olan hadislerdir. îrbat
bin Sâriye tarafından rivayet edilen 42 numaralı hadiste şöyle deniliyor:
"Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize sabah namazını kıldırdı.Sonra mübarek yüzünü bize döndürüp çok tesirli bir
vaaz îrad etti.
"Müslümanın
üç günden fazla süre ile din kardeşine küs durması helâl değildir."
Bu hususta Sindi diyor ki: Üç günden fazla küs
kalmanın haramlığı yabancılar içindir ve küsmenin dinî bir husustan dolayı
olmaması şartına bağlıdır. Ev halkının te’dip ve terbiyesi için daha fazla küs
kalınabilir. Nitekim Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir ara bir ay
müddetle hanımlarıyla konuşmadı. Keza dinî bir konudan dolayı küs kalmak için
bu süre esas değildir. Meselâ: Dine aykırı davranıştan dolayı terkedilen
Müslüman, o kötülüğü terkedene kadar ona küs kalınabilir. Nitekim Tebük
Savaşı'na özürsüz olarak katılmayan üç Sahabî1 elli gün süre ile
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in emri ile Sahabîler tarafından terkedildiler.
Nihayet tevbeleri Allahtı Tealâ tarafından kabul edilince onlarla konuşma izni
verildi.
Birisi
ile konuşulduğu ve temas kurulduğu takdirde ondan dinî yönden veya Dünya
bakımından zarar geleceğinden endişe duyan Müslümanın ondan uzak durması ve
kaçınması âlimlerce caiz görülmüştür.
Dinden
İrtidâdın Cezası
Abdullah
ibn-i Abbas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) bizim aramızda bir mev'ıze hitabesi yapmak üzere
ayağa kalktı ve şöyle buyurdu:
"Ey
insanlar! Muhakkak sizler Allah'ın huzuruna yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz
olarak toplanacaksınız. "İlk yaradılışa nasıl başladıksa, üzerimizde
hak bir va‘d olarak yine onu iade edeceğiz." Hakikatte failler
biziz." (Enbiyâ 104)
Haberiniz
olsun ki, Kıyamet günü mahlûkât içinde ilk olarak elbise giydirilecek kimse
İbrâhim (aleyhisselâm)'dır. Şundan da haberiniz olsun
ki, ümmetimden bir takım insanlar getirilecek, onlar yakalanıp sol tarafa
(Cehennem tarafına) götürülürler. Hemen Ben: Ey Rabbim Onlar Benim
Sahâbîlerim'dir! diye sesleneceğim de Bana: "Sen
onların Sen'den sonra (dinde) neler icad ettiklerini bilmezsin" denilir.
Ben de Allah'ın sâlih kulu ve peygamberi (Meryem oğlu İsâ)'nın dediği gibi
Şöyle derim: "... Ben içlerinde bulunduğum müddetçe üzerlerinde murâkıb
idim. Fakat vaktaki Sen Beni (içlerinden) aldın, üstlerinde murâkıb ancak Sen
kaldın ve zaten Sen her şeye hakkıyla şâhidsin. Eğer kendilerine azab edersen,
şüphe yok ki onlar Sen'in kullarındır. Eğer onlara mağfiret edersen, yine
şüphesiz ki mutlak galip ve yegâne hüküm ve hikmet sahibi olan da
Sen'sin." (Mâide 117-118)
Bunun
üzerine Bana: "Emîn ol ki Sen bunlardan ayrıldığından beri onlar
ökçelerine basarak geri dönmüş, mürted-ler olmakta devam etmişlerdir"
denilir.
Ravîlerden
Vek’ı ile Muaz'ın hadisinde: "Sen onların Sen'den sonra neler icad
eylediklerini bilmezsin denilir" şeklinde geçmektedir.
Sahîh-i
Müslim ve Tercemesi, c. VIII, s. 384-385; Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i
Sarih Tercemesi, c. IX, s. 104-105, hadis no. 1374.
NOT:
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in yaşadığı dönem içerisinde Sahabîler
arasında irtidâd (dinden çıkma) hâdisesi olmamıştır, bilakis Ebû Süfyan'ın
Hırakl ile muhâveresini nakleden hadisinde böyle bir olayın vukû bulmadığı
tasrîh edilmektedir. Ancak Hz. Muhammed'in vefatını müteakip ve Hz. Ebû Bekir
devrinde Bedevî Arabların cahilane hareketleri ile yer yer irticaî hareketler
meydana gelmiş ve hepsi de tenkîl edilmiştir. Bu hadiste zikredilen mürtedler
daha sonra nâslara ve sahîh hadislere rağmen dindeki bazı şeyleri yok sayan
veya dinde olmayan bir takım meseleleri dine idhal eden kişilerdir.
Fetih
Hutbesi
Katade
Sedusi (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Kabe'nin
kapısı önüne gelerek ayakta durduktan sonra şöyle hitap etti:
"
Allah'tan başka ilâh yoktur, o birdir, şerîki ve nazîri yoktur. O vadini yerini
getirdi, kuluna yardım etti, aleyhimize toplanan Arab kabilelerini yalnız O,
tek başına hezimete uğrattı.
Bugünden
itibaren atalardan intikal eden meziyetler ve onlarla öğünülen her şey, kan ve
mal davaları ortadan kalkmış ve benim şu iki ayağım altında çiğnenmiştir. Kabe kapıcılığı ve hacılar için su tedariki bunların
dışındadır.
Yanlışlıkla
öldürülenler için, bilerek öldürülenlere verilen diyet (kan bedeli) ödenir.
Dayak ve kamçı ile vurularak öldürülenler için kan bedeli, yavruları karnında
olan kırk devedir.
Ey
Kureyş topluluğu!
Yüce
Allah kendinizi büyük göstererek başkalarını aşağılamayı, Câhiliyet'ten kalma
meziyetleri, âbâ ve ecdâdla övünmeyi ortadan kaldırmıştır" dedi ve şu
âyeti okudu:
"Ey
insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden halkettik. Rabbiniz'i tanımanız için
sizi kavim ve kabilelere ayırdık.
Allah
katında en mûteber olanınız, hayır ve takvaya en çok riâyet edeninizdir. Allah
her şeyi bilendir, her şeyden haberdar olandır."
(Hucurât 13)
Ey
Kureyş topluluğu ve Mekkeliler! Size ne yapacağımı düşünüyorsunuz?
·
-
Senden hayır bekliyoruz. Çünkü Sen şerefli, yüce, asalet sahibi kardeş ve yüce
asalet sahibi kardeşin oğlusun.
Resûlullah
onlara:
·
-
"Yusuf'un kardeşlerine dediği gibi ben de size: Artık bugün size geçmişten
dolayı tevbih ve muâhaze yoktur derim. Haydi gidiniz,
hepinizi serbest bırakıyorum."
Belâzurî
Mekke'nin fethinden bahsederken bu hitabeye şu ilaveyi yapıyor: "Ben size
ancak kardeşim Yusuf'un sözlerini tekrarlıyorum. Bugün sizi azarlamıyorum.
Allah'ın kendisi sizi yarlığasın, esirgeyen ve bağışlayan yalnız O'dur."47
Resûlullah"
diye teslim etti. Hz. Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) anahtarı alıp Kabe'nin açılmasını emretti. Kabe'nin
duvarları suretlerle doluydu. Hz. İbrahim ve İsmail'in resimleri de vardı. Bu
iki peygamber ellerindeki birer fal oku ile kısmet diliyorlardı. Buharî'nin
İbn-i Abbas'tan rivayetine göre bunlar birer puttu. Resûl-i Ekrem (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Hz. İbrahim ve İsmail'in bu resimlerine bakarak: "Allah
bunları yapanları helak etsin! Allah'a yemin ederim ki bu putperestler bu iki
peygamberin hiç bir zaman azıklarını ve maişetlerini böyle münker ve fena
şeylerle aramadıklarını ve dilemediklerini pek iyi
bilirler" buyurmuştur. Hz Ömer (r.a.) derhal bunların dışarı çıkarılmasını
emretti ve Kabe putlardan temizlendi. Resûlullah içeri
girdi, yanında Sahâbe'den Üsâme ibn-i Zeyd, Bilâl-i Habeşî ve Hz. Osman da
vardı. Kabe'nin kapısını kapadılar ve bir müddet orada
kaldılar. Sonra kapı açıldı. Bu sırada bütün Kureyş Mescîd-i Harâm'a doldu. Saf
bağlandı ve haklarında Allah Resûlü'nün ne muamele edeceğini bekliyorlardı.
Resûlullah kapının eşiğinde durup iki süvesini iki eliyle tuttu yalnız Kureyş'e
ve Mekkeliler'e değil bütün beşeriyete hitap eden meşhur Fetih hutbesini îrad
etti ve bu hutbenin sonunda ifade edildiği gibi onlara "Haydi gidin,
hepinizi serbest bırakıyorum" buyuruyorlardı.
Bu
bir aff-ı umumî idi. Fakat kimin kimleri affı? Kendilerini Hakk'a, adalete,
hürriyete ve eşitliğe dâvet eden bir Peygamber-i Zîşân'ın irşadına karşı her
türlü fenalığı irtikab eden zâlim bir kavmin affı! Bu yönüyle İslâm
mütefekkirleri bu umumî affı ilan eden yukarıdaki Fetih hutbesini tahlil ederek
ehemmiyetini tebarüz ettirmişlerdir.
Fransız
İnkılâbı neticesinde yayınlanan "İnsan Haklan Bayannâmesi" ile
"Fetih Hutbesi"nin mukâyesesini yapan batılı hukukçuların
hakkı teslimle ilgili sözleri bir yana, bu beyannâmeyi hazırlayan General
Lafeyette'nin o günlerde bu vazife dolayısı ile Kur’ân'ı mütâlea ettikten
sonra: "Aşkolsun ey şanlı Arab, adâleti sen kurmuşsun" sözünü
okuyuculara hatırlatmak isterim.
Bilgi,
Hikmet ve Mevkî Kimlere Verilmeli
Ebû
Hureyre (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki:
"Ey
insanlar!
Hikmet
ve bilgiyi ehil olmayan insanlardan başkasına vermeyin (şayet karakter ve
tiyneti bozuk insanlara verirseniz hikmete veya bilgiye) zulmetmiş olursunuz.
Ehil olan kişilerden de hikmeti menedecek olursanız (bu defa da hikmeti ve
bilgiyi almaya lâyık, dürüst ve faziletli insanlara) zulmedersiniz.
Siz
mü’min olan zâlime mukâvemette bulunmayın, onların yaptıkları kötülüklere
misliyle karşılık vermeyin, onları affedin, bağışlayın, çünkü fazilet
affetmektedir. Aksi takdirde; kazandığınız iyi hal ve fazlınızı kaybedersiniz.
Ey
insanlar!
İbâdetinizi
insanlara göstermek suretiyle riyakar olmayınız ki,
amellerinizin karşılığı bâtıl olmasın. Kazançlarınızdan ve mallarınızdan
ihtiyaç sahibi olan insanlara vermek hususunda cimrilik yapmayın ki, hayrınız
(malınız) azalıp eksilmesin.
Ey
insanlar!
İşler
(yâni fiil ve hareketler, emir ve nehiyler) üç kısımdır:
Bunlardan
biri: Doğruluğu apaçık ayan-beyan olanlardır. Ona mutlaka tâbi olunuz ve uyunuz.
İkincisi:
Kötülüğü ve doğru olmadığı açıkça belli olan şeyler. Onlardan da şiddetle
kaçınınız.
Üçüncüsü
ise: Sizin için şüpheli olan ve doğruluğu ve yanlışlığından endişe ettiğiniz
şeylerdir. Onları da Allah'a havale ediniz.
Ey
insanlar!
Ben
size güzel ve iyi olan iki ameli haber vereyim mi? Onların zahmeti az fakat, ecir ve mükâfatı çoktur. Onların kişiye temin ettiği
sevap ve ecirin misliyle bir başka kulun Allah'a kavuşması mümkün değildir.
Bunlardan
birincisi; lüzumsuz şeyleri konuşmamak ve sükût etmek, İkincisi de; güzel huy
ve ahlâk sahibi olmaktır. "68
6®
Câmi'u'l-Hutâb, s. 100-102.
Haram
ve Helâl Arasında Şüpheli Olan Şeylerden Sakınmak
Nu'man
bin Beşir (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Ben
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in şu buyruğunu işittim:
"Helâl
olan şeyler bellidir. Haram olan şeyler de bellidir. Helâl ile haram arasında
da helâl mi? haram mı? olduğunu çok kimsenin bilmediği
bir takım şüpheli şeyler vardır. Bu itibarla kim şüpheli şeylerden sakınırsa,
dinini noksanlıktan, ırzını, şeref ve haysiyetini halkın dilinden kurtarmış
olur.
Şüpheli
şeylere dalan kimse de; koru etrafında (davarlarını) otlatıp koru içinde
otlaması an meselesi olan çoban gibidir.
Dikkat
ediniz! Allah'ın yeryüzündeki korusu da haram ettiği şeylerdir. Dikkat ediniz,
haberiniz olsun! İnsanın vücudunda bir lokmacık et parçası vardır ki, o iyi
olduğu zaman bütün ceset iyi olur. O bozulduğu zaman bütün ceset bozulur.
Bilmiş olunuz ki o et parçası kalptir.48
Şüpheli
şeylere dalan bir kimsenin harama girmesi tehlikesini Hz. Muhammed yukarıdaki
konuşmasında bir örnekle belirtmiştir.
Resûl-i
Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) daha sonra kalbin önemini beyan ederek
korunmasını istemiş ve insan cesedinin bütün organlarının düzelmesinin ancak
kalbin düzelmesi ile mümkün olduğunu, kalbin bozulması ile cesedin kalan
organlarının da bozulacağını açıklamıştır. Çünkü kalp, cesedin hükümdarı
gibidir. Bütün organlar ondan direktif alırlar. îman merkezi olan kalp
kötülüklerden arındırıldığı ve Allah'ın zikriyle meşgul edildiği takdirde,
ondan direktif alan cesedin bütün organları Allah'a itaat eder.
El-Harîs
Kabilesi ne Öğretmen Olarak Gönderilen Anır ibn-i Hazm (r.a.)'a Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'in Tavsiyeleri
Abdullah
ibn-i Ebû Bekir (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) öğretmen ve maliye memuru olarak
Ensâr'ın Benî Neccâr kolundan Amr ibn-i Hazm'i Benî el-Hâris Kabîlesi'ne
gönderdi. Amr ibn-i Hazm'a görev yaptığı sürece dikkat etmesi gereken
hususlarla ilgili besmele-i şerîfe ile başlayan bir de mektup vermişti, bu
mektubunda şöyle demektedir:
"Bütün
işlerinde Allah'tan sakınarak hareket et. Çünkü Allah kendisinden sakınan,
hayır ve iyiliklerde bulunanlarla birliktedir. Allah nasıl emretti ise hak ve
hukûka o şekilde riâyet ederek iş gör, insanlara hayrı müjdele ve hayırlı
işleri emret. Ahaliye Kur’ân ve İslâm Dini'nin kaidelerini öğret, kötülüklerden
uzak durmalarını emret. Temiz olmayan kimse Kur’ân'ı eline almasın.
Ahaliye
leh ve aleyhlerinde olan emir ve hükümleri anlat, hak ve doğruluk hususunda söz
söylerken mülayim ol, zulüm hakkında söz söylerken şiddetli davran, çünkü Allah
(c.c.) zulümden iğrenir ve zulmü yasak eder. Allahtı Zü'l-Celâl Kitâbı'nda
zâlimlere lânet okumuştur. İnsanlara Cennet'i müjdelemeli ve Cennet'e götüren
hayırlı işleri öğretmeli. Cehennem ateşi ile korkutmalı ve cezaya sebep olan
kötü işleri anlatmalı.
İnsanlar
alışmcaya kadar dinin kaidelerini ve hac amellerini, farz ve sünnetleri,
Allah'ın hacc-ı ekber ile umreden ibaret olan küçük hac hakkındaki emirlerini
iyice bildirmelidir.
Elbise
vücudun enseye kadar olan kısmım örtmelidir. Kısa, küçük elbise giyerek; mahrem
olan mahalleri açık bulundurmak suretiyle tek bir giyime bürünerek namaz
kılmaktan menederim. Saçları enseye kadar uzadığı takdirde kimse saçını
örmesin.
Kabîle
ve insanlar arasında kargaşa, fesat ve fitneler baş gösterdiği vakitlerde
kabîle ve aşiretlere başvurarak onlara yalvarmaktan sizi menederirm çünkü
yalvarma tek ve ortağı olmayan Allah'a yapılır ve bu hususta O'na başvurmalı,
O'na yalvarmalıdır. Herhangi bir kabîle veya şahıs Allah'a yalvarma ve O'na duâ
etmeden başkalarına yalvarırsa onları kılıçlarınızla te’dip ediniz ki Allah'tan
başkasına yalvarılmayacağım bilsinler.
Müslüman'a
mükemmel bir sûrette abdest almayı, yüzü dirseklere kadar, iki eli ve yumru kemiklerine
kadar iki ayağı iyice yıkamayı, ulu olan Allah'ın emrettiği gibi başlarına mess
yapmayı öğretmeli.
Allahu
Zü'l-Celâl namazların vaktinde kılınmasını, mükemmel bir surette rükû
edilmesini, namazların huşû içerisinde kalpten Allah'a yalvararak kılınmasını,
sabah namazlarının sabah karanlığında, öğle namazlarının Güneş zevalden
meyledinceye kadar, ikindi namazının Güneş yeryüzüne doğru arkasını çevirdiği
vakit, akşam namazının akşam karanlığında ve gökte yıldızlar gözükmeden önce,
yatsı namazının gecenin evvelinde kılınmasını, ezan okunduğunda cuma namazında
hazır bulunulmasını, cumaya gitmeden önce bütün vücudun yıkanmasını emretti.49
Zorluklar
Güçlü îmanla Aşılır
Enes
ibn-i Mâlik (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den işittim. O şöyle buyurdu:
"Ey
Müslümanlar topluluğu!
Gelmesi
ciddî ve katî olan ölüme hazır olunuz. Sefer hazırlığınızı yapınız. Çünkü göç
yakın, yolunuz da oldukça uzaktır. Siz sarp ve güç bir yokuşun başındasmız.
Yükünüzü hafif tutun. Onu ancak hafif bir yükle aşabilirsiniz. Tevbe ve
istiğfar ederek yükünüzü hafifletiniz.
Ey
insanlar!
Kıyametten
önce, içerisinde yaşadığınız zamanda sorgu ve suâl meleklerinin şiddetli
suâline benzer korkunç, tehlikesi büyük, çetin ve zor günlerle karşı karşıya
kalıp, zamâne insanlarıyla yüz yüze geleceksiniz. O gün zâlimler, hak ve hukuk
tanımayan insanlar bol bol mal ve mülk edinecekler, Allah'ın emirlerini hiçe
sayan, sapık ve günahkar, fısk u fücûr sahipleri de
baş köşeye ve koltuklarına yerleşecekler.
Ey
insanlar!
İşte
böyle bir zaman için güçlü bir îman hazırlamaya gayret ediniz. Ve siz mevcut
îmanınızı azı dişlerinizle sımsıkı, bırakmamak üzere yakalayıp tutunuz.
îmanınızı muhafaza
için
amel-i sâlih işleyerek Allah'a iltica ediniz ve O'na sığınınız.
Nefislerinize
ağır gelen salât, sıyâm ve infâk gibi şeylerle onu terbiye ederek güç ve
takatinizi artırınız. Nîmetlerin en büyüğü olan îman gibi bir nîmeti Rabbiniz
size ihsan ettiği için siz de ihsanda bulunarak her türlü güçlük ve zorluğa
karşı mütemekkin ve sabırlı olunuz ki; Âhiret'te Allah'ın îman ve ihsanına
vâsıl olasınız."50
Câhiliye
Devri'ne Ait Her Şey Lağvedilmiştir
Ebû
Bekir (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Hz.
Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:
"Ey
insanlar!
Câhiliyet'e
ait her şeyi çiğniyorum.
Câhiliyet'e
ait kan davaları kâmilen mülgâdır. İlgâ edilen ilk kan davası Rebîat'ibn-i
Hâris'in kan davasıdır.
Câhiliyet'in
ribâsı mülgadır. İlgâ ettiğim ilk ribâ Abdulmuttalib'in oğlu Abbas'ın
ribâsıdır.
Kadınlar
hakkında Allah'tan korkunuz. Sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır.
Onların da sizin üzerinde hakları vardır.
Sizin
kanlarınız ve mallarınız, Allahmız'a mülâki olduğunuz zaman bugün nasıl
mukaddes bir gün ise, bu ay nasıl mukaddes bir ay ise, bu şehir nasıl mukaddes
bir şehir ise öylece mukaddestir.
Size
öyle bir şey bırakıyorum ki; ona sımsıkı sarıldıkça dalâlete asla sapmazsınız.
Bu da Kitâbullah'tır.
Cenâb-ı
Hakk her hak sahibinin hakkını vermiştir. Onun için vârisler için vasiyyete
lüzum yoktur.
Erkek
çocuk kimin yatağında doğmuşsa ona aittir. Zanîlerin istihkak kesbettiği şey
taşdır. Bunların hesabı Allah'a aittir.
Babasından
başkasına ait olduğunu iddia eden ve efendilerinden başkasına intisâb eden
köleler Allah'ın lânetini kazanırlar.
Bir
kadının, kocasının izni olmadıkça onun malından bir şeyi başkasına vermesi câiz
değildir. Borç edâ olunur. Ödünç alınan şey iâde edilir. Hediyeler hediyelerle
mukabele olunur. Başkasına kefil olan kişi mesuliyeti üzerine alır."
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bunları söyledikten sonra dinleyenlere
şunu sordu:
-"Size
beni soracaklar, ne diyeceksiniz?"
Sahâbe-i
Kirâm:
-"Allah'ın
gönderdiklerini tebliğ ettin, vazifeni yaptın" diyeceğiz.
Allah'ın
Resûlü şahâdet parmağını kaldırarak: "Şâhid ol yâ Rabbi, Şâhid ol yâ
Rabbi, Şâhid ol yâ Rabbi" dedi.
Tam
bu sırada Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) peygamberliğinin ve
risâletinin son bulduğunu ilan ediyorken: "Bugün size dininizi ikmâl
ettim. Size ibsân ettiğim nimetleri tamamladım. Müslümanlığın dininiz olmasını
kabul ettim." (Mâide 3) âyeti nâzil oldu.51
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Kadınlarla İlgili Tavsiyeleri
Amr
b. el-Ahvas (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Vedâ
Haccı'nda Allah Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem) ile bulundum, Allah'a
hamd ü senâ etti, hatırlattı ve öğüt verdi, sonra da şöyle dedi:
·
-
"Bu çok kutsal gün hangi gündür?"
·
-
"Hacc-ı ekber günüdür" dediler. Bunun üzerine şöyle buyurdu:
"Sizin
kanlarınız, mallarınız, ırz ve namuslarınız size tıpkı bu gününüz gibi
haramdır. Bu beldeniz gibi, bu ayınız gibi haramdır.
Dikkat
edin! Cinayet işleyen kendi aleyhine cinayet işlemiş olur. Dikkat edin! Baba
çocuğuna karşı cinayet işlemesin, çocuk da babasına karşı cinâyet işlemesin.
Dikkat edin! Müslüman Müslüman'ın kardeşidir. Müslüman kardeşinin hiç bir şeyi,
kendiliğinden helâl etmedikçe diğer Müslüman'a helâl olmaz.
Dikkat
edin! Câhiliyet'te işlenen her türlü kan dâvası kaldırılmıştır. Câhiliyet'te
irtikâb edilen kanlardan ilk kaldırdığım kan (dâvası), Abdulmuttalib oğlu
el-Hâris'in kanıdır.
Dikkat
edin! Kadınlara iyi davranın, onlar sizin yanınızda birer emânettirler. Onlarda
bundan başka bir
hakkınız
yoktur. Ama açık bir kabahat irtikâb ederlerse yataklarınızı ayırın, aşırı
olmaksızın te’dib edin. Size itaat ederlerse, onların aleyhine (boşamak gibi)
başka bir yol aramayın.
Dikkat
edin! Sizin kadınlarınızın üzerinde haklarınız vardır. Kadınlarınızın da sizin
üzerinizde hakları vardır.
Sizin
kadınlar üzerinde bulunan hakkınıza gelince; yataklarınızı hoşlanmadığınız
kimselere çiğnetmemeleri ve evinize girmesinden hoşlanmadığınız kimselere izin
vermemeleridir.
Onların
sizin üzerinizdeki haklarına gelince; giyimlerinde ve yemelerinde onlara son
derece iyi davranmanızdır.
Dikkat
edin! Bu beldenizde şeytan kendisine tapıl-maktan umudunu kesmiştir. Ne var ki,
sizin küçümsediğiniz bazı amel ve davranışlarınızda, onun hoşnut olacağı
itâatler bulunabilir.52
Vedâ
Hutbesi
Allah'a
hamd ve senâlar olsun. O'nu över, O'nun yardımını diler, O'nun affını isteriz.
Ve biz O'na döneceğiz; ve nefislerimizin hatalarından,
fiillerimizin kötülüklerinden bizi muhafaza eylemesini O'ndan dileriz. Allah'ın
hidâyete erdirdiğini kimse dalâlete düşüremez; O'nun dalâlete düşürdüğüne de
kimse hidâyet edemez. Allah'tan baka hiç bir ilâh bulunmadığını tasdîk ederim
ve yine tasdîk ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Resûlü'dür.
Ey
Allah'ın kulları! Size Allah'tan korkmanızı emrederim. Ve sizi, O'na itâat
etmeye dâvet ederim. Böylece en iyi olanla başlıyorum.
O
halde ey insanlar! Beni dinleyiniz, size açıklıyorum. Belki bu seneden sonra
buraya ebediyen bir daha gelemeyeceğim.
Ey
insanlar! Şüphesiz, bu ayda, bu (kutsal, haram) bölgede, bugünün tecâvüzden
mâsun olduğu gibi; kanlarınız, mülkleriniz ve nâmuslarınız da Rabbiniz'in
huzuruna çıkıncaya kadar tecâvüzden mâsundur. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!
Kim
bir emânet kabul etmişse emâneti kendisine teslim edene iâde etsin.
Ve
Câhiliyet Devri'nin faizi kaldırılmıştır, fakat sermayenizin aslında hakkınız
vardır; Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emri ile faizcilik artık
yasaktır. Ve kaldırdığım ilk faiz amcam Abbas ibn-i Abdulmuttalib'in fâizidir.
Ve
Câhiliyet Devri'nin kan dâvaları da kaldırılmıştır. Ve kaldırdığım ilk kan
dâvası (yeğenim) Amr İbn-i Râbia İbnü'l-Haris İbn-i Abdulmuttalib'in kan
dâvasıdır. (Bir oğlu öldürülmüş idi.)
Ve
Câhiliyet Devri'nden kalma vazifeler lağvedilmiştir. (Kâbe'nin) muhafasa(sı) ve
(hacılara) su verme bundan müstesnâdır.
Ve
kasdî olarak cinâyet işleme kısasla cezalandırılacaktır. Ve değnek veya sopa
ile işlenip de kasdî görülmeyen cinâyet (kan bedeli olarak) yüz deve ile
ödenecektir. Bundan fazlasını isteyen Câhiliyet Devri'nin adamı gibidir. Tebliğ
ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!
Ey
insanlar! Hakîkat, Şeytan sizin topraklarınızda tapınılmaktan ümidini
kesmiştir; fakat o başka şeylerde, ehemmiyetsiz telakkî ettiğiniz işlerde itaat
olunmaktan bahtiyarlık duyacaktır. O halde, dininiz için ondan kendinizi
koruyunuz.
Ey
insanlar! Hakîkat (Allah'ın sulh aylarının ortasına kutsal olmayan bir) ay
ilavesi kâfirlerin bir katmasıdır; küfre sapanlar bu ilaveyle sapmışlardır.
Onlar bu ayı bir sene helâl, bir sene haram telakki ederler. Bu Allah'ın takdis
ettiği (ayları) zahiren takip etmek içindir. Onlar, Allah'ın helâl ettiğini
haram, haram ettiğini helâl ederler. Ve şüphesiz zaman, Allah'ın gökleri ve
yeri yarattığı gündeki hâline dönmüştür (katma aylı ve katmasız aylı sene
mutabakat arzetmektedir) ve filhakika, Allah'ın Kitâbı'nda gökleri ve yeri
yarattığı günde, Allah indinde ayların sayısı onikidir. Bu oniki aydan dördü
kutsaldır (haramdır), bunların üçü ard arda, biri ayrıdır: Zilkâde, Zilhicce,
Muharrem ve Şaban ile Cumâda arasında bulunan Müdaroğulları'nm Receb ayı.
Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!
.
Ey insanlar! Kadınlarınıza gelince; onların sizin üzerinizde hakları ve sizin
de onlar üzerinde hakkınız vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, siz
hariç hiç kimseyi yatağınıza bırakmamaları, sizin izniniz hâricinde
sevmediğiniz hiç kimsenin evinize girmesine müsâde etmemeleri ve kötü
münâsebetlerde bulunmamalarıdır. Şayet onlar bunu yaparlarsa, şüphesiz Allah sizin
onları uzaklaştırmanıza, yataklarınızı ayırmanıza ve çok şiddetli olmayarak
onları dövmenize müsâde etmiştir. Onlar bundan çekinip size itâat ettikçe
onlara güzel bir şekilde yiyecek ve giyecek temin etmek sizin vazifenizdir. Ve
kadınlara en iyi bir şekilde muamele ediniz. Zîra,
şüphesiz onlar sizin yardımcılarınızdır ve kendiliklerinden bir şey yapamazlar.
Ve şüphesiz siz onları Allah'ın bir emâneti olarak aldınız. Allah'ın adıyla
onlara yaklaşmanız size helâl edilmiştir. O halde kadınlarla ilgili olarak
Allah'tan korkunuz ve onlara en iyi şekilde muamele ediniz. Tebliğ edebildim
mi? Şâhid ol yâ Rab!
Ey
insanlar! Hakikat mü’minler kardeştirler. Ve bir kardeşin mülkünde kendi arzusu
ile olmadıkça başkasının hakkı yoktur. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!
Benim
vefatımdan sonra birbirlerinizin boynunu vurarak kâfirlerden olmayın. Ve
hakikat ben size dalâlete düşmemeniz için Allah'ın Kitâbı'nı ve Peygamber'in
sünnetini bırakıyorum. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!
Ey
insanlar! Şüphesiz Rabbiniz birdir. Atanız da birdir. Hepiniz Âdem'in
çocuklarısınız, Âdem ise topraktandır. Allah indinde en liyâkatti olanınız
(O'ndan) en çok korkanınızdır. Ve hiç bir Arab'ın Arab olmayan biri üzerine,
takvâ hariç hiç bir üstünlüğü yoktur. Tebliğ ettim mi? Şâhid ol yâ Rab!
Kalabalığın
"evet" diye haykırması üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) ilave etti: Burada bulunanlar bulunmayanlara (bu tebliği) bildirsinler.
Ey
insanlar! Şüphesiz Allah her vâris için mirastaki hissesini tespit etmiştir. O
halde bir vâris lehine (mahfûz hissesinden fazla olarak) bir vasiyet yapmaya
müsâde yoktur. Ve bir yabancı lehine yapılacak bir vasiyet (mirasın bütününün)
üçte birini aşamaz. Ve evlad yatağa (anneye) aittir. Zinâ işleyen erkeğin
cezası recmdir. Kim kendisini babasından başkasına nispet (ederse) ve kim kendi
hamilerinden (Mevlâsmdan) başka bir himâye ararsa, Allah'ın, meleklerin ve
bütün beşerin laneti onun üzerine olsun. Ondan (Âhiret gününde) hiç bir ödeme
ve karşılık (necat fidyesi) alınmayacaktır.
Selâm
üzerinize olsun.53
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Sahâbe'den Helâllik İstemesi
Fazl
ibn-i Abbas (r.a.) tarafından rivâyet edilmiştir.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz buyurdu ki:
"Ey
Müslümanlar!
Kendisinden
başka bir mâbud olmayan Allah'ı över ve O'nu rnedh u senâ ederim. Aranızda
bazılarının benim üzerimde hakkı olabilir. Aranızdan birinin arkasını kamçıladı
isem, işte arkam, benden öcünü alsın. Birinizin nâmus ve şerefine dokundu isem,
işte nâmusum, benden kısasını alsın. Biliniz ki; husâmet ve düşmanlık benim
işim ve karakterim değildir.
Biliniz
ki benim nazarımda en sevgiliniz, hakkı varsa benden hakkını isteyendir. Yahut
Rabbim'e kavuşmadan önce hakkını helâl edeninizdir. Ben ancak bu takdirde
kalbim hoş olduğu halda Rabbim'e kavuşacağım. Fakat bu sözlerimi yalnız bir defa
söylemekle kanaatlenmeyeceğimi görüyorum. Size bu sözlerimi defalarca söylemem
gerekecektir."
Hz.
Fazl (r.a.): Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bu sözleri söyledi ve
minberden indi, öğle namazını kıldık, sonra tekrar minbere çıktı, husûmet ve
düşmanlığın kendisinin karakteri olmadığını bir defa daha tekrar ettikten sonra
biri ayağa kalktı ve "Ey Allah'ın elçisi, benim senden üç dirhem alacağım
var" dedi.
Hz.
Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Fazl'a "Onu öde" dedi ve
sonra şöyle devam etti:
"Ey
insanlar!
Herhangi
birinizin üzerinde geçmiş bir hakkı varsa onu ödesin."
-
Sonra Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) oturdu ve-,
"Ey
Müslümanlar! Aranızda herhangi birinizin nefsi, yasak olan herhangi bir
kötülüğe meyletti ve onu işledi ise kendisinin levmolunacağından korkmasın, onu
ayağa kalkıp söylesin, onun hakkında hayır duada bulunacağım."
Bunun
üzerine cemâat içerisinden hata eden ve suç işleyenler ayağa kalkıp suçlarını
birer ikişer itiraf ettiler ve Resûlullah da onların bağışlanması için yol
gösterdi ve onlara duâ etti.54
66
i
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Kendi Teçhiz ve Tekvini ile İlgili
K
Hitâbesi
Abdullah
ibn-i Mesûd (r.a.) tarafından rivayet edilmiştir.
Sevgili
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bize kendi ölüm haberini, ölmeden
önce altı şeyle verdi. Bizi Aişe'nin evinde topladı, bizlere şöyle bir baktı,
gözleri yaşardı ve şöyle buyurdu:
"Merhaba
size! Allah sizi yaşatsın ve korusun. Sizi
•
barındırıp
yardım etsin. Allah sizin derecenizi yükseltsin.
h
‘ Allah
size hidâyet etsin. Allah sizi rızıklandırsm, sizi başarıya
t
erdirsin.
Allah sizi selamete erdirsin. Size Allah'ın takvasını
ı:
!
i'
tavsiye
ediyorum, Allah da size onu tavsiye etmiştir, onu size
’ı:
emânet
etmiştir. Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım. Allah'a
\
karşı kulları ve
ülkeleri hususunda baş kaldırmayın, çünkü
f
’ Allah, hem size,
hem bana hitâben şöyle buyurdu: "Bu Âhiret
yurdunu, yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu
istemeyen kimselere veririz, sonuç Allah'a karşı gelmekten
sakınanlarındır"
(Kasas 83). Ve yine şöyle buyurmuştur: "Cehennemde böbürlenenler için
yer yok mudur?" (Zümer 60). r
"Haydi
bakalım içinde ebedî kalacağınız Cehennem’in
ı,
kapılarından oraya girin, o gün kendilerini
boş yere büyüklük
J
■ duygusuna kaptırmış olanların durumu
gerçekten ne kötü
olacak"
(Nahl 29).
J
1
Sonra
şöyle buyurdu: "Ecel yaklaştı, böylece Allah'a,
|
Sidre-i
Müntehâ'ya, Cennetü'l-Me’vâ'ya, Ke’s-i Evfâ'ya, Rafîk-i
!
>
A'lâ'ya
gidiş de yaklaştı." -Sanırım ravî şöyle dedi- dedik ki: "Ey Allah'ın
Resûlü! Öyleyse seni kim yıkayacak?"
·
-
"Ehl-i Beytim'in erkekleri yakınlık derecelerine göre yıkasınlar."
·
-
"Peki seni ne içinde kefenleyelim?"
·
-
"İsterseniz şu giydiğim elbise, isterseniz Yemen yapımı ya da Mısır yapımı
beyaz bir elbise içinde kefenlersiniz."
·
-
"Peki senin namazını içimizden kim
kıldırsın?" (bunu söylerken ağladık), O da ağladı ve dedi ki:
·
-
Yavaş olun! Allah sizi bağışlasın, Peygamberiniz'den yana sizleri hayır ile
mükâfatlandırsın. Beni yıkayıp bu kabrimde, bu evimdeki bu döşeğime koyduğunuz
zaman, biraz yanımdan çıkıp uzaklaşın. Çünkü; benim
ilk namazımı kılacak olan, dostum ve yanımdan ayrılmayan Cibril'dir, sonra
Mikâil, sonra İsrafil, sonra da ordularıyla ölüm meleği, sonra tüm melekler,
sonra yanıma dalga dalga girip namazımı kılın ve Bana selam verin.
Mâtemci
tutup da ağlatarak beni rahatsız etmeyin. Haykırarak çığlık atan kadınları da
uzaklaştırın. Önce namazımı Ehl-i Beytim'in erkekleri kılsın, sonra siz kılın.
Ruhlarınıza benden selam okuyun, kardeşlerimden burada bulunmayanlara da
selamımı söyleyin. Sizinle beraber dininize girenlere de selamımı söyleyin.
Sizi şâhid gösteririm ki, ben de O'na ve dinimde bana uyan her kimseye
bugünümden
başlayarak Kıyamet gününe kadar selam ederim." Dedik ki:
·
-
"İçimizden seni kabre kim indirecek?"
·
-
"Ehl-i Beytim'den birtakım adamlarla, sizi görüpte sizin kendilerini
göremediğiniz melekler." 7f>
76
Cem'u'l-Fevâid, c. I, s. 366; Tarîhi'l-Ümem ve'l-Mülûk, c. III, s. 192-193.
III.
BÖLÜM
PEYGAMBERİMİZ
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'İN KOMŞU ÜLKE DEVLET BAŞKANLARINI İSLÂM'A DÂVETİ
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Şarkî Roma İmparatoru Hıraklıyus'a Gönderdiği
Mektup
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Şarkî Roma İmparatoru Hıraklıyus'a hitaben
yazılan mektubunu Dihye ibn-i Halîfe eliyle gönderdi. Peygamber'in hususî
sahâbîlerinden olan Dihye Ashâb'ın en güzeli ve en kibar bir sîmâsı idi.
Rivayete göre Dihye Şam'a vardığında bütün evlerden herkes çıkıp bu necîb
çehreyi görmeğe koşmuşlardı. Dihye adında Ashâb arasında başka bir kimse de
yoktu. Bâzı defa Cibrîl, Resûlullah'ın huzuruna Dihye süreline temessül ederek
gelirdi. Bununla beraber Dihye Bedir'den sonraki gazaların hepsinde bulunmuş ve
yüksek hizmetler görmüştür.55
Bu cihetle Roma İmparatorluğu gibi o devrin muazzam bir devletinin reîsine
böyle necîb ve kibar bir sîmânm gönderilmesinde son derece yüksek bir hüsn ü
intihâb (güzel seçim) vardır.
Dihyetü'l-Kelbî
vâsıtasıyla gönderilen dâvetnâme sûreti ve bu Peygamber mektubu üzerine Kayser
Hıraklıyus -Peygamberimizin âilesi, şahsî hayatı, ötedenberi kavmiyle
münâsebeti, kendisine îman edenlerin İçtimaî vaziyetleri, teblîğ ettiği dinin
esas umdeleri, muhâlifleriyle mütekabil
vaziyetleri
gibi hususlar hakkında- devlet erkânı huzûrunda Ebû Sufyân ibn-i Harb'den bilgi
aldı.56
Bu
derin incelemelerden ve aldığı müsbet cevablardan sonra Kayser Ebû Sufyân'a:
-
Eğer bu cevabların doğru ise, ayaklarımın bastığı şu topraklara yakın bir
zamanda o zât mâlik olacaktır. Esâsen ben bu peygamberin zuhûr edeceğini çok
iyi bilirdim. Yalnız O'nun sizin aranızdan çıkacağını sanmazdım. Eğer O!nun
yanına varabileceğimi bilsem O'na mülâkî olmak için her zahmete katlanırdım.
Yanında bulunsaydım ayaklarını yıkar, O'na hizmet ederdim.57 58
Bundan
sonra Hıraklıyus, Dihye ile gönderilen Peygamber mektubunu istedi. Dihye de
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in mektubunu sundu. Dâvetnâmenin
meâli şöyledir:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın
kulu ve Peygamberi Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den Rûm’un büyüğü
Hırakl'e.
Hidâyet
yoluna uyanlara selâm olsun. Bu temenniden sonra: Ey Rûm milletinin ulusu, seni
İslâm câmiasma ve Müslümanlığa dâvet ediyorum. Müslüman ol ki selâmette
bulunasın, Müslüman ol ki Allah ecrini iki kat versin.58 Eğer bu dâvetimi kabul etmezsen Hırisiyan
çiftçilerin günâhı boynuna olsun. Ey Ehl-i Kitâb, bizimle sizin aranızda müsâvî
ve müşterek olan bir söze
(Tevhîd kelimesine) geliniz, birleşelim, Allah'tan başkasına ibâdet
etmiyelim ve O'na hiç bir şeyi şerik koşmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi
Rabb edinmeyelim. Eğer Ehl-i Kitâb bu dâvetten yüz çevirirlerse ey Müslümanlar,
siz de onlara: "şâhid olunuz biz Müslümanız" deyiniz."
Ebû
Sufyân der ki: Hırakl bu sözleri dedikten ve mektubu okutmasını bitirdikten
sonra yanında gürültüler çoğaldı ve sesler yükseldi. Biz de yanından
çıkarıldık. Bunun üzerine ben arkadaşlarıma dedim ki:
-İbn-i
Ebî Kebşe'nin59
(yâni Resûlullah'ın) işi büyüdü. Benû Asfar hükümdarı bile ondan korkuyor.
Artık Resûlullah'ın gâlib geleceğine Cenâb-ı Hakk gönlüme İslâm sevgisini
koyuncaya kadar kanâatim devâm etti.60
68
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in İran Kisrâsına Gönderdiği Mektup
Abdullah
ibn-i Huzâfe (r.a.) Benû Sehm'den ve Kureyş eşrafından olup Habeşistan'a hicret
eden ilk Müslüman-lar'dandır. Bedir Muhârebesi'nde de bulunmuştur. Bu cihetle
İran Sefâreti'ne de bu zât bir mektupla gönderilmiştir.
Peygamber
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in davet mektubu şöyledir-,
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın
kulu ve Peygamberi Muhammed (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den Fars'ın ulusu
Kisrâ'ya.
Doğru
yola gidenlere, Allah 'a ve Resûlüne îman edenlere, bir Allah’tan başka hiç bir
ma’bûd olmayıp O’nun şeriki bulunmadığına ve Muhammed’in O’nun kulu ve
Peygamberi olduğuna şahadet edenlere selâm olsun. Ey Kisrâ, seni Allah dini
Müslümanlığa davet ediyorum. Çünkü Ben bütün insanlara Peygamber gönderildim:
Hayatta olanları inzâr eylemek ve kâfirler üzerinde ihkâk-ı hakk etmek için. Ey
Kisrâ, Müslüman ol ki selâmete eresin. Olmazsan Mecusî kavminin günâhı boynuna
olsun ".
Abdullah
ibn-i Abbâs (r.a.) şöyle haber vermiştir. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve
sellem) bir mektubunu kisrâya gönderdi ve mektubu götüren Abdullah ibn-i
Huzâfe'ye mektubu Bahreyn'in büyük emîrine61 vermesini emredip, emîr, Kisrâ'ya gönderir,
buyurdu. Bahreyn emîri vâsıtasıyle Peygamber'in davetnamesi Kisrâ'ya verilip de
okuyunca (bu küstah) Kisrâ, Resûlullah'm mektubunu yırttı attı. Resûlullah'a bu
haber erişince Kisrâ'nın mülkünün tamâmiyle parçalanmasına duâ buyurdu (ve öyle
oldu).62
69
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Habeşistan Necâşîsi Ashame'ye Gönderdiği
Mektup
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem) Amr ibn-i Umeyye vâsıtasıyla bir dâvetnâme de
Habeşistan Necâşîsi Ashame'ye gönderdi. Amr, Ashâb'm bahâdırlarındandı. Damrî
nisbetiyle meşhûr olan Abdi Menâtoğulları'ndan idi. Resûlullah'm davetnamesinin
tercemesi şöyledir:
"B
ismillâh irrahmânirrah îm.
Allah'ın
Peygamberi Muhammed'den Habeşe Meliki Necâşî'ye
Ey
Melik! Müslüman olmanı dilerim. Ben senin nâmına -Melik, Kuddûs, Selâm, Mü'min,
Müheymin (ulu
sıfatlarını hâiz) olan- Allah 'a hamd ü senâ ederim ve şahâdet ederim ki:
îsâ ibn-i Meryem, Allah'ın rûhu ve kelimesidir. Allah, o kelimeyi (ki
Isâ'ya vücûd veren "Ol" hitâbıdır) ve o rûhu -çok temiz ve afif
olan ve Dünya hayâtından tamâmiyle çekilmiş bulunan-Meryem'e nejhetti. Ve bu
sûretle: Meryem îsâ'ya hâmil oldu ve böylece Allah ruhiyle ve nefiriyle îsâ'yı
yarattı. Nasıl ki Âdem'i de Allah kudret eliyle (ve bir hârika olarak) yaratmıştı.
Ey Melik, seni eşi ve ortağı olmayan bir Allah'a îmana ve O'na ibâdete ve Bana
mutâbaate Allah cânibinden gelen şeylere îmana dâvet ediyorum. Çünkü Ben
Allah’ın bunları teblîğe memûr Resûlü'yüm, seni ve askerini Azîz ve Celîl olan
Allah'a dâvet ediyorum, şimdi ben size (İslâm umdelerini) teblîğ ettim
ve nasîhat eyledim, siz de nasihatimi kabûl ediniz. Doğru yola gidenlere selâm
olsun
Amr
ibn-i Umeyye bu sefâret vazifesini pek güzel îfâ etmiştir, ibn-i İshâk'm
rivayetine göre bu zât Habeşistan’a varıp mektubu Necâşî Ashame’ye verdikten
sonra şu hitabede bulunmuştur:
-Muhterem
Necâşî Ashame! Bana düşen vazîfe vaziyeti söylemek, cevâbınızı da lütfen dinlemek.
Senin bize karşı gösterdiğin rikkat ve şefkat derecesinde bizim de size samimî
güvenimiz vardır. Biz cenâbmızdan ne gûna hayır ümîd ettikse, muhakkak ona nail
olduk. Hiç bir veçhile endişelenmedik, dâima emîn bulunduk. Biz senin
lisânından şu emniyet hüccetini almıştık: "Bizimle sizin aranızda İncil
reddolunmaz bir şâhid, zulüm etmez, âdil bir hâkim olsun". Bu defa
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) etraftaki devletlere birer sefir
gönderdi. Beni de cenâbmıza. Fakat ben onların ummadıkları hüsn ü kabûlü sizden
umarak ve onların korktukları sûi muâmele ihtimâlinden emîn olarak geldim.
Geçmiş hayra istinâd ve müstakbel ecir ve mükâfâta intizâr ederek huzûru-nuzda
bulunuyorum".
Necâşî,
Amrîn bu nutkuna karşı şöyle mukabele etti: -Muhterem sefir! Allah’ı şâhid
tutarım ki Hazreti Muhammed, Ehl-i Kitâb’m intizâr ettiği Ümmî Nebî’dir.
Hazreti Mûsâ’nın rakîbü’l-himârı (yâni Hazreti îsâ'nm kudümünü) beşareti,
îsâinın rakîbü’l-cemeli (yâni Hazreti Muhammed’in kudû-münü) müjdelemesi
gibidir. Gözle görülen hakikat bu beşaret haberinden daha ziyâde gönüle şifâ ve
kanâat veremez!
Bundan
sonra Necâşî, Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in mektubuna şöyle
cevap yazdı:
"Bismillah
irrah mân irrah îm.
Allah’ın
Resûlü Muhammed’e NecâşîAshame tarafından.
Yâ
Nebîyyallah, selâm Sana ve Allah'ın rahmeti ve bereketi Sen'in üzerine olsun.
Şol Allah ki, O’ndan başka hakîkî mabûd yoktur. Ancak O vardır. Allahu Tealâ'yı
tevhîd ve hakkı risâletlerinde selâmet temennisinden sonra: Yâ Resûlullah!
Hazreti îsâ hakkında beyânatı hâvî mektubunuz bana vâsıl oldu. Yerin, göğün
Rabbi’ne yemin ederim ki, Hazreti îsâ da kendi hakkında zikrettiğiniz şeylerden
ziyâde bir şey söylememiştir. Onun tebligatı da hep buyurduğunuz gibidir. Bize
tebliğe memur olduğunuz İslâm esaslarını öğrendik. Amcan oğlu ile
"diyârımıza hicret eden" Ashâbın'la tanıştık. Ben şahâdet ederim ki,
Sen Allah'ın Resûlü'sün, sözünde sâdıksın, geçmiş peygamberleri tasdîk
ediyorsun. Yâ Resûlullah ben zâtına bey‘at ettim. (Sizden önce) amcan oğluna da
bey‘at edip onun delâletiyle Âlemlerin Rabbi Allahu Tealâ'ya îman edip Müslüman
oldum".
Bundan
sonra ibn-i İshâk rivâyetine devâm ederek Necâşî'nin Hicret'in dokuzuncu
yılında vefât ettiğini ve Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) tarafından
vefâtı Ashâb'a haber verilerek Ashâb ile beraber musallaya çıkıp müteveffa
üzerine cenâze namazı kıldığını ve dört tekbîr aldığını bildiriyor. Fakat
Müslim'in SahiMndeki rivayetine göre Resûlullah'ın mektup gönderdiği
Necâşî, üzerine namaz kıldığı Necâşî değildir. Bu cihetle İbnü'l-Kayyim diyor
ki: İbn-i İshâk'ın bu rivayeti -Allahü â‘lem- bir vehim olsa gerek. Râvî,
Resûlullah'ın üzerine namaz kıldığı Necâşî'yi -ki Peygamber1 e îman
ve Ashâbı'na ikram etmiştir bununla kendisine mektup yazıp İslâm'a davet ettiği
Necâşî'yi ayırdetmeyip iki Necâşî'yi birbirine karıştırmıştır.
Resûlullah'ın
amcası oğlu olarak zikrolunan Câfer ibn-i Ebî Tâlib'dir. Ve Necâşî onun
delâletiyle Müslüman olmuştur. Amr ibn-i Umeyye Resûlullah'ın mektubunu
götürdüğünde Câfer hazretleri birtakım İslâm muhâcirleriyle beraber Habe-şe'de
bulunuyorlardı. Bu ikinci Habeşe muhâcirleri arasında Ebû Sufyân'm kızı Ümmü
Habîbe de bulunuyordu. Zevci vefat edip elemli bir vaziyette idi. Hazreti
Peygamber sefîr Amr vâsıtasiyle muhâcirlerin Medîne'ye müreffehen
gönderilmelerini ve Ümmü Habîbe'nin kendisine nikâh edilerek hatırının hoş
edilmesi delâletini de Necâşî'ye bildirmişti.
Necâşî
Ümmü Habîbe'yi Resûlullah'a nikâh ettirdiği gibi Habeşistan'da bulunan bütün
İslâm muhâcirlerini iki gemi ile Cezîretü'l-Arab sâhiline gönderdi. Ve
Resûlullah'ın Hayber gazâsında fetih ve zaferi sırasında Hayber'e vâsıl
oldular. Hazreti Peygamber iki sûrede mesrûr olarak Habeşistan muhâcirlerine de
Hayber ganimetinden hisse ayırıp verdi.63’
70
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Mısır Meliki Mukavkıs Cureyc ibn-i Mînâ'ya
Gönderdiği Mektup
Hâtıb
ibn-i Ebî Beltea (r.a.) da bir davetname ile ve Ebû Zer-i Gıfarî hazretlerinin
âzadlısı Câbir refâkatiyle Mısır Meliki Mukavkıs Cureyc ibn-i Mînâ'ya
gönderildi. O vakitler Mısır Hükümeti Şarkî Roma İmparatorluğuma tâbi olup
Mukavkıs Unvanındaki Mısır meliki, Roma kayseri tarafından tayin olunurdu. Ve
Mukavkıslar İskenderiye'de otururlardı. Bu cihetle Mukavkıslar Arab
müellifâtında ekseriyetle "İskenderiye Meliki" diye anılırlar. Hâtıb
da Resûlullah'm mektubunu Cureyc ibn-i Mînâ'ya İskenderiye'de verdi. Hâtıb'm
taşıdığı dâvetnâmenin meâli şöyledir:
"Bism
illâh irrah mânirrah îm.
Allah’ın
kulu ve Resûlü Muhammed'den Kıbt milletinin ulusu Mukavkıs’a
Selâm
hidâyet yoluna giden kimselere olsun. Bu duâ ve temenniden sonra derim ki: Seni
İslâm camiasına ve dinine dâvet ediyorum. Müslüman ol ki, selâmete eresin ve
Müslüman ol ki, Allah ecir ve mükâfatını iki kat vere
(Nasrâniyet ve İslâmiyet mükâfâtları). Eğer bu dâvetimden yüz çevirirsen
Kıbt kavminin günâhı boynuna olsun. Ey Ehl-i Kitâb, bizimle sizin aramızda müsâvî
ve müşterek olan bir söze (Tevhîd kelimesine) geliniz. Birleşip
Allah'tan başkasına ibâdet etmeyelim. Ve O'na hiç bir şeyi şerîk koşmayalım.
Allah’ı bırakıp da birbirimizi Rabb edinmeyelim. Eğer Kıbt kavmi bu tevhîde yüz
çevirirlerse, ey Müslümanlar siz de onlara "şâhid olunuz,
bizMüslümanız!"deyiniz."
Hâtıb,
Resûlullah'ın dâvetnâmesini Mukavkıs'a verip, bu zât meâline muttalî olunca:
-
"Bu zât peygamberse düşmanlarına duâ edip de onları niçin
mahvetmiyor?" diye münkirâne bir çehre ile karşıladı.
Hâtıb
da şöyle hakîmâne ve susturucu cevab verdi:
-Ey
Kıbt kavminin ulusu! Senden önce bu Mısır tahtında bulunan bir hükümdar
(Fir'avn) kendisini Rabb-i A‘lâ (Ulu Tanrı) zu’m etmişti, fakat Cenâb-ı Hakk
onu (derhal helâk etmedi. Nihayet mev'ûd vakti
gelince) Dünya ve Âhiret azabıyla yakaladı, ve ondan
intikam aldı. Ey hükümdar, başkasından ibret al da başkasına ibret olma!
Hâtıb'ın
bu hakîmâne mütâleaları üzerine Mukavkıs: -Bugün için bizim bir dinimiz var,
biz bu dinimizi bundan daha hayırlı bir din olmadıkça bırakamayız! dedi.
Hâtıb
buna da şöyle cevap verdi:
-Biz
sizi bir İslâm Dini'ne dâvet ediyoruz ki, Allah bugün beşeriyete din olmak
üzere bu dini ikâme edip ondan başkalarını neshetmiştir. Sizi İslâm Dini'ne
dâvet eden bu muhterem Nebî bütün insanları dâvet etmiştir. O'na karşı en
şiddetli husûmeti Kureyş müşrikleri göstermiştir. En azgın düşmanı da
Yahudîler'dir. O'na diyânet hususunda en yakın millet Hıristiyanlar bulunuyor.
Hayatıma yemîn ederim ki, Mûsâ'nın îsâ'yı tebşîr etmesi, îsâ'nın Muhammed'in gelişini
müjdelemesi gibidir. Bizim cenabınızı Kur’ân ahkâmına davetimiz, sizin Ehl-i
Tevrât'ı (Yahudîler'i) İncil'e dâvet etmeniz gibidir. Her peygamber bir kavme
idrâk etmiştir, ki o muâsır kavim o Peygamber'in
ümmetidir. Benimle beraber bir takım akvâm da o Peygamber'e itâat ederek O'nun
ümmeti câmiasına iltihâk etmişlerdir. Ey hükümdar! Cenâbmız da bu azîz
Peygamber'in nübüvveti zamanına erişen bahtiyarlardan bulunuyorsunuz. Biz sizi
îsâ dininden menetmiyoruz. Belki onun teblîgâtiyle emr (ve onun teblîgâtı mûcibince
İslâm'a dâvet) ediyoruz.
Bunun
üzerine Mukavkıs:
-Ben
bu Peygamber'in hâlini, şânını tedkîk ettim. O, ne fenâ şeyler emreder, ne de
iyi şeylerden nehyeder. O sâhir değildir, kâhin değildir, kâzib de değildir.
Kendisinde işlerin gizliliklerini bulup çıkarmak ve gönüllerdeki gizli
temâyülleri bilip haber vermek gibi nübüvvet alâmeti de buldum. Biraz daha
düşünmek isterim! dedi.
Resûlullah'ın
mektubunu aldı ve fildişinden küçük bir kutu içine koyup mahfazayı mühürleyerek
bir câriyesine verdi. Sonra Arapça kitâbete muktedir bir kâtibini çağırıp
Resûlullah'a şu cevabı yazdırdı:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Muhammed
ibn-i Abdillah'a, Kıbt'ın ulusu Mukavkıs'tan.
Selâm
sana Azîz Peygamber! Bundan sonra arzolunur ki, mektubunu okudum, münderecâtmı
ve davet ettiğiniz hususu anladım. Peygamber silsilesinden ba‘s olunacak bir
peygamber kaldığını bilirdim. Fakat onun Şam'dan çıkacağını sanırdım.
Sefirinize ikram ettim. Size iki câriye gönderiyorum. Bunların Kıbtîler
arasındaki mevkii yüksektir. Bir de kisve takdim ettim. Binmeniz için bir de
ester hediye ettim. Selâm sana. Muhterem Peygamber!".
Mukavkıs
Cureyc ibn-i Mînâ Müslüman olmamış ise de Peygamber'in sefiri Hâtıb'e çok
hürmet etmiştir. Hâtıb ibn-i Ebî Beltea da hakîmâne mütâlealarıyla bu hürmete
liyâkat kesbetmiştir.8()
Takdîm
edilen hemşîre câriyeler Mâriye ve Şîrîn adlarında idi. Resûlullah Mâriye'yi
Müslüman olduktan sonra Mülkü Yemîn ile istifrâş edip bundan İbrahim adında bir
oğlu oldu. Ve onsekiz aylık nevzâd iken vefât etti.
Mâriye'nin
hemşîresi Sîrîn'i Resûlullah, şâiri Haşan ibn-i Sâbit'e vermiştir. Düldül adındaki
beyaz ester Muâviye zamanına kadar yaşamıştır. Peygamber'in ölümünden sonra
Hazreti Ali binmiştir.64
65
71
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Yemâme Meliki Hûze ibn-i Ali'ye Gönderdiği
Mektup
Resûlullah
Sulayt ibn-i Amr vâsıtasıyla bir mektup da Yemâme Meliki Hûze ibn-i Ali'ye
gönderdi. Sulayt ibn-i Amr Habeşistan'a hicret eden kıdemli Sahâbî'den olmakla
Yemâme'ye sefir tayin olunmuş ve Hicret'in 12. yılında yine burada, Yemâme
Harbi'nde şehîd olmuştur. Hûze'ye gönderilen dâvetnâmenin meâli şöyle idi:
"Bismillâhirrahmânirrahîm.
Allah'ın
Peygamberi Muhammed'den Hûze ibn-i Ali'ye
Doğru
yoldan gidene selâm olsun! Malûmun olsun ki, Rabbim İslâm Dini'ni yakın zamanda
Dünya’nın uzak ufuklarında parlatacaktır. Binâenaleyh ey Hûze, Müslüman ol ki
selâmete eresin! Ben de hâkimiyetin altındaki memleketi sana tefviz
ederim."
Sulayt
(r.a.) Resûlullah'm mühürlü mektubunu hamilen Yemâme'ye vardı. Hıristiyan olan
Hûze'nin huzûrunda Resûlullah'm mektubunu okudu. Hûze Resûlullah'm dâvetini
mükerreren reddetmekle beraber cevabî bir mektup yazarak mektubunda:
"Beni
davet ettiğin din ne güzel şeydir, onu kabul ederim. Şu kadar ki, Arab kavmi
benim yerime göz dikmiştir. 208
Saltanatımın
bekâsını temîn için beni velîahd yaparsan Sana tâbi olurum" diye bildirdi.
Sefir
Sulayt'a da caize verip Hecr kumaşından dikilmiş elbise giydirerek gönderdi.
Sulayt ibn-i Amr bu mektup ve hediyelerle Resûlullah'a sefâret hâtırasını arz
ve cevabî mektubu takdîm etti. Resûlullah mektubu okuyunca:
-
"Bu adam ne söylüyor? Bu şartla şahadet parmağı kadar toprak istese onu
bile veremem. Kaldı ki elindeki Yemâme diyarının hükümranlığı?"
buyurdu.
Resûlullah
Mekke'nin fethinden avdet buyurduğu sırada Cibril gelip Hûze'nin öldüğünü
teblîğ etti. Bunun üzerine de Resûlullah:
-"Fakat
Yemâme işi bitmiş değildir, yakında orada yalancı peygamber türeyecektir"
dedi.
Maamâfîh
onun da öldürüleceğini haber verdi. Ashâbdan birisi:
-Yâ
Resûlullah! O yalancıyı kim öldürecek? diye sordu.
Resûlullah da:
-"Seninle
mücâhid arkadaşların"
diye cevap verdi. Ve hakîkaten Hazreti Ebû Bekir'in hilâfeti zamanında
Resûlullah'ın haber verdiği veçhile Yemâme mürtecîleri Ashâb-ı Kirâm tarafından
tenkîl edildi.
Müverrih
Vâkıdî'nin beyânına göre Şam'ın Nasârâ ulularından olan Erkün, Hûze'nin yanında
bulunduğu sırada Resûlullah ile münâsebetini sordu. Hûze:
-Geçenlerde
bir mektubunu aldım. Beni İslâmiyet'e davet ediyordu. İcabet etmedim, diye
cevap verdi.
Erkün-,
-Niçin
icabet etmedin? dedi. Hûze:
-Ben
dinime bağlı bir adamım. Bununla beraber kavmimin meliki bulunuyorum. Eğer
Muhammed'e tâbi olursam ne din kalır, ne saltanat! diye
cevap verdi.
Bunun
üzerine Erkün şu yolda öğüt verdi:
-Ey
Hûze, yanlış düşünüyorsun! Eğer sen Muhammed'e tâbi olsaydın, muhakkak seni
mülkünde ibkâ ederdi. Senin için en doğru hareket Muhammed'e tâbi olmaktı. İyi
bil ki O Nebiyy-i Arabî, îsâ ibn-i Meryem'in müjdelediği peygamberdir; biz
Hıristiyan ulemâsına göre Incil'de Muhammed Resûlullah diye yazılmıştır ve bu
muhakkaktır.66
72
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Gassân Meliki Haris ibn-i Ebî Şemmer'e
Gönderdiği Mektup
Şüca‘
hazretleri Bedir gazilerinden ve bütün gazalarda Resûlullah'ın maiyyetinde
hizmet eden bir Sahâbî idi. Bu cihetle Resûlullah Şüca‘ (r.a.)'yı Gassân Meliki
Haris ibn-i Ebî Şemmer'e bir mektupla sefîr gönderdi. Şam'ın Belka’ şehri
Gassânîler'in hükümet merkezi olduğundan Haris bâzı müellefâtta da Belka’
hükümdarı olarak kaybolunmuştur. Resûlullah Hudeybiye dönüşünde bir dâvetnâme
yazdırıp Şüca1 hazretleriyle Hâris'e gönderdi ki, meâli şöyledir:
"Bismillâbirrabmânirrabîm.
Allah'ın
Resûlü Muhammed'den Haris ibn-i Ebî Şemmer'e.
Doğru
yolda gidenlere ve Allah'a îman, Resûlü'nün nübüvvetini tasdîk edenlere selâm
olsun. Ey hükümdar, seni şeriki olmayan bir Allah’a îmana davet ediyorum:
İcabet ettiğiniz sûrette mülkünüzde yine hükümdar olarak kalacak-ınız! ".
O
günlerde Haris Şam'ın Guta şehrinde67 bulunuyordu. Şüca‘ hazretleri Peygamber'in
mektubunu Hâris'e Guta'da verdi. Haris Resûlullah'ın mektubunu okuyup yere
attı. Bu küstah, Şam'da Kayser'in bir vâlisi mesabesinde idi. Müstakil bir
devlet reisi bile değildi. Metbû'u olan Kayser Hıraklıyus bile dâvetine ve
sefirine karşı hürmet ettiği halde Hâris böyle bir hürmetsizlikte bulundu.
Hattâ Kayser'e mürâcaat ederek Medîne üzerine asker şevkine müsâade istedi.
Fakat Kayser reddetti.
Şüca‘
hazretleri Medine'ye gelerek keyfiyeti Resûlullah'a arz ettiğinde:
"Allah
mülkünü elinden alsın!"
diye aleyhinde duâ etti.
Hâris
Mekke fethi sırasında öldü. Bir müddet sonra da Müslümanlar Gassân diyârını
zaptederek Gassân idâresine son verdiler.68
73
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Bahreyn Emîri Munzir ibn-i Sâvî'ye Gönderdiği
Mektup
Vâkıdî'nin
İkrime'den rivayetine göre îkrime der ki: Resûlullah'ın Munzir ibn-i Sâvî'ye
yazdığı dâvetnâmeye dâir bir vesikayı ben İbn-i Abbâs'ın vefâtından sonra
kitapları arasında bulup istinsah ettim. Bunda deniliyor ki: Resûlullah bu
mektubunda Munzir’i İslâm'a dâvet eyledi. Munzir Resû-lullah'a yazdığı cevabî
mektubunda ihtiram arzından sonra: "Yâ Resûlullah! Kitâbınızı Bahreyn
ahalisine okudum. Bunlardan bir kısmı İslâm'a muhabbet ve icâbet edip Müslüman
olmuştur. Bir kısmı ise Müslüman olmayı hoş görmemiştir. Memleketimde Mecusî,
Yahudî tebam da vardır.69
Bu vaziyet hakkında Peygamber1 in emrini bildirmelerini ricâ
ederim."
Bunun
üzerine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) şu cevabı verdi:
"Bismillah
irrah mân irrah îm.
Allah'ın
Peygamber'i Muhammed'den Munzir ibn-i Sâvî'ye
Selâm
sana. Kendisinden başka tanrı olmayan Allahu Tealâ’ya senin nâmına hamd ü senâ
ederim. Ve Allahu Tealâ'nın varlığına, birliğine ve Muhammed'in Allah'ın kulu
ve peygamberi olduğuna şahâdet ederim. Bu hamd ü senâ ve şahadetten sonra, ey
Melik, seni Azîz ve Celîl olan Allah adına hayır ile yâd ve sana vasiyet
ederim. Muhakkak ki bir kimse bir mü 'mine öğüt
verirse onun hayır ve sevabı ile müstefid olur. Her kim de elçilerimin
hayırhâhâne nasihatlerine mutavaat edip emirlerine tâbi olursa Bana itâat etmiş
olur. Ey Munzir, elçilerim seni senâ edip hayır ile andılar. Ben de kavmin
hakkında sana şefâat ederek derim ki, bunların Müslüman olanlarını
Müslümanlık'ta sebat ettikleri müddetçe kendi hallerinde bırak. Günahkâr
olanların da günahları hususunda arzettikleri özürlerini kabûl et! Ey Melik,
sen kavmin hakkında nasîhatçi oldukça şerefin artar, bir şey eksilmez.
Yahudîler'le Mecusîler kendi mezheblerinde durmak isterlerse serbest bırakır ve
cizye vermeği tarh edersin."
Alâ
ibn-i Hadramî, Resûlullah'ın bu mektubunu yüklenerek Munzir ibn-i Sâvî nezdine
bu defa sefîr olarak değil, vali olarak gitmiş ve mektubun içindekilere göre
Yahudîler'le Mecusîler'e mezhebi hürriyet bahşolunup kendilerinin mal, can ve
müşterek vatan emniyeti nâm ve hesâbma muayyen bir vergi tarhedilmiştir.
Müslümanlar da zekât farizasıyla mükellef bulunuyorlardı.
Umman'm
kuzey batısında ve Umman'dan Basra Körfezi'ne kadar Kızıldeniz'in bütün
sevâhili boyunca devam eden bu geniş kıtanın zekât ile cizye gelirleri
Medine'de şiddetli bir zarûret içinde bulunan Beytü'l-mâl'i zarûretten
kurtarmıştır.70
74
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in Ummân Meliki Ceyfer ile Abd'e Gönderdiği
Mektup
Resûlullah
bir dâvetnâme ile de Amr ibni'l-Âs'ı Ummân meliki iki kardeş Ceyfer ile Abd'e
gönderdi. Umman, Cezîre -tü'l-Arab'ın güneydoğusunda ve Hindistan'ın karşısında
gâyet geniş bir kıta olup Hindistan'ın, İran'ın, Cezîretü'l-Arab'ın ticâret
anbarı mesabesinde idi. Bu cihetle İslâm'ın yayılmasına çok müsâid bulunuyordu.
Böyle mühim bir mıntıkaya Amr ibni'l-Âs gibi bir siyasî dahînin intihab
duyurulmasında büyük bir isâbet vardı. İbn-i Hişâm Stresinde, Amr ibni'l-Âs'ın
Hâlid ibn-i Velîd ve Osmân ibn-i Talhâ ile birlikte Hicret'in sekizinci
senesinde Mekke'nin fethinden altı ay önce Müslüman olduğu rivayet olunduğuna
göre, Amr İbni'l-Âs Resûlullah'ın sefirlerinin sonu olacaktır.
Umman'da
Cülendî oğulları'ndan bu iki birader hükümrân bulunuyordu. Bunlara gönderilen
dâvetnâmenin terce-mesi de şöyledir:
"Bismillâhirrahmânirrabîm.
Allah'ın
kulu ve peygamberi Muhammed'den Cülendî oğulları'ndan Ceyfer ile Abd'e
Doğru
yolda gidenlere selâm olsun! Bu duadan sonra ey iki birader, sizi İslâm
câmiasma dâvet ediyorum. Müslüman olunuz ki selâmete eresiniz. Ben beşeriyetin
umûmuna gönderilmiş Allah'ın Peygamberi'yim. Hayatta olanları inzâr etmek,
kâfirler üzerine de Allah 'm emirlerini yerine getirmek vazifemdir. Ey kardeş
hükümdarlar, İslâm Dini'ni tasdik ve kabul etmezseniz gene biliniz ki, mülk ve
saltanatınız uhdenizden zail olmuştur. İslâm süvârîleri topraklarınızı
çiğneyecektir. Mülkünüzde nübüvvetim hâkim olacaktır!"
Resûlullah'ın
bu mehâbetli davetnamesini Ubeyy ibn-i Ka’b (r.a.) yazıp mühürlemiştir.
Zâdü'l-Meâd'da
Amr ibni'l-Âs'm Umman'a giderek sefaret vazifesini İfâsı, bu iki biraderle
günlerce devam eden temas sûreti, Amr'ın kendi lisanından naklederek uzun boylu
izâh ve tafsil edildikten sonra -ki bütün Amr'ın siyâset hünerini ifâde
etmektedir- en sonu bu iki Umman hükümdarının Muhammed'in Nübüvveti'ni tasdik
ve İslâm şerefi ile müşerref oldukları bildiriliyor.71
BİBLİYOGRAFYA
AHMED
BİN ALİ, "Sünen-i Nesâî", Kahire 1930.
AHMED
CEVDED PAŞA, "Kısas-ı Enbiyâ ve Tevârih-i Hulefâ", Dersaâdet
1331.
AKGÜNDÜZ,
Ahmet, "Osmanh Kanunnâmeleri, ve Hukuki
Tahlilleri", İstanbul 1990.
BELÂZURÎ,
"Fütûhu'l-Buldân", Ter: Zakir Kadri Ugan, İstanbul 1955.
CANAN,
İbrahim, "Kütübü's-Sitte" (Hadis Ansiklopedisi), İstanbul
1996.
CORCİ
ZEYDAN, "Osmanlı Devleti ve Medeniyeti Tarihi", İstanbul 1994.
"Doğuştan
Günümüze Büyük İslâm Tarihi",
Redaktör: Hakkı Dursun YILDIZ, İstanbul.
E.
Y. VİNSİNK - MENSINÇ, "El-Mu‘cemü'l-Müfehres" (Corcondance),
Leyden 1943.
EBÛ
NASR MUHAMMED İBN-İ ALİ BİN UBEYDULLAH BİN VED'AN, "Câmi'u'l-Hutâb",
Ter: Mehmed Şefik Ervasî, Dersaâdet 1384.
HATİBOĞLU,
Haydar, "Sü nen -i İbn -i Mâce Terceme ve Şerhi", İstanbul
1982.
İBN-İ
ESİR, "Üstü'l-Gâbe fîMa'rifeti’s-Sahâbe"
İBN-İ
HİŞAM, "Es-Sîretü'n-Nebeviyye", 3. baskı 1391/1971 Beyrut.
İBN-İ
KAYYIM el-CEVZİYYE, "Zâ‘dü1-Meâd" 3- baskı, Mısır 1973.
KANDEMİR
Yaşar, ÇAKAN İ. Lütfi, KÜÇÜK Raşit, "Riyâzü's-Sâlihîn",
İstanbul 1997.
KÂTİP
ÇELEBİ, "Keşfü'z-Zünûn", İstanbul 1971.
KAZANCI,
Ahmet Lütfi, "Peygamber Efendimizin Hitâbeti", İstanbul 1980.
KOKSAL,
M. Asım, "Islâm Tarihi", İstanbul 1987.
MEVLÂNA
ŞİBLÎ, "Sadru'l-İslâm", (İslâm Tarihi), Ter: Ömer Rızâ Doğrul,
Dersaâdet 1346/1921.
MİRAS,
Kâmil-NAİM Ahmed, "Sahîh-i Buharı Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh
Tercemesi", Ankara 1987.
MUHAMMED
BİN MUHAMMED SÜLEYMAN ER-RÛDÂNÎ, "Cem‘u’l-Fevâid min Câmi'i'l-Usûl ve
Mecma'i'z-Zevâid", Ter: Naim Erdoğan, İstanbul 1987.
MUHAMMED
ESED, "Kur’an Mesajı", İstanbul 1997.
MUHAMMED
FUAD ABDULBAKİ, "Mu‘cemü'l-Müfehris", Beyrut 1378.
MUHAMMED
HAMİDULLAH, "El-Vesâiku's-Siyasiyye", 6. baskı, Beyrut 1987.
MUHAMMED
HAMİDULLAH, "İslâm Peygamberi", Ter: M. Said Mutlu-Salih Tuğ,
İstanbul 1969.
MUHAMMED
HAMİDULLAH, "Siyer-i îbn-i îshak" (Peygamberler Tarihi),
İstanbul 1991.
MUHAMMED
İBN-İ İSA BİN SEVRE, "Sünen-i Tirmizî", 1. baskı, Kahire
1382/1962.
MUHAMMED
İBN-İ CERİR ET-TABERÎ, "Tarîhii-Ümem ve'l-Mülûk", 1. baskı,
Mısır.
ÖZEK,
Ali, "Ricâlü'l-Hadîs", İstanbul 1967.
SOFUOĞLU
Mehmed, "Sahîh-i Müslim ve Tercemesi", İstanbul 1969.
SOFUOĞLU
Mehmed, "Sahîh-i Buharî ve Tercemesi", İstanbul 1989.
SÜLEYMAN
EL-EŞ'AS, "Sünen-i Ehû Dâvud", 1969.
ŞEMSEDDİN
SAMİ, "Kâmûsu'lAİâm", İstanbul 1306.
TAŞKÖPRÜLÜZÂDE
KEMALEDDİN MEHMED EFENDİ, "Mevzu'atü'l-Ulûm" İstanbul 1895-
"Teysîri'l
Vusûlİlâ Câmi‘i’l-Usûl",
Ter: İbrahim CANAN, Zaman Gaz. Yay., İstanbul
TURAN,
Osman, "Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi
Tarihi", İstanbul 1997.
VÂKIDÎ,
"Megâzi" Kahire 1367-1948.
YAZIR,
Muhammed Hamdi (Elmalılı), "Hak Dini Kur’ân Dili", İstanbul
1936
Dr.
Cevdet KÜÇÜK Bağışıdır.
Bu
konuda daha geniş bilgi veya kaynak bulmak isteyenler Prof. Osman Turan'ın
"Türk Cihan Hakimiyeti Mefkuresi Tarihi" ve
"Selçuklular ve İslâmiyet" adlı eserlerine bakabilirler.
BOA.
Yıldız Esas Evrakı, 14-1540; Ayrıca bkz. Osmanlı Kanunnâmeleri, c. I, s. 47.
İbn-i
Sa'd, c. I, s. 71.
İslâm
Tarihi (Asr-ı Saâdet), c. II, s. 822, Ayrıca bkz. Ebû Dâvud, c. I,
Kitâbu's-Salât bâbu'l-Cum‘a ve'l-Hutbe alâ kavs.
İslâm
Tarihi (Asr-ı Saâdet), c. II, s. 822,-823 Ayrıca bkz. İbn-i Mâce,
Zikru'l-Meb'âs.
İbn-i
Hişam, c. I, s. 280-281; Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c.
IX, s. 245-247.
NOT:
Bu toplantı veya alenî dâvet Nişaburî'nin tefsirinde İbn-i Abbas'tan rivayet
ettiği bir hadise göre Hz. Muhammed'in peygamberliğinin 3. senesinde vuku
bulmuştur.
Kâmil
Miras'ın tarihçilerden naklettiğine göre: Ebû Leheb'in bu toplantıdaki çirkin
hareketi ve Tebbet sûresinin de nüzûlü üzerine Ebû Leheb Haşimîler tarafından
terkedilmiş ve Bedir Harbi'nden bir müddet sonra Adese denilen ufak bir çıban
yüzünden ölmüştür. Öldüğü sıralarda o kadar menfûr ve metrûk bir vaziyete
düşmüştür ki, cenazesini kaldıracak kimse bulunamamış, hatta üç gün meydanda
kalarak kokmaya başlamıştır. Daha sonra ücretle tutulan Sudanîler tarafından
kaldırılarak defnolunmuştur.
İbn-i
Mâce, c. III, s. 398.
Sahîh-i
Buharı Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. III, s. 47-48.
İbn-i
İshak, İbn-i Hişam, Sîre, c. II, s. 142-147.
Taberî,
Tarîhu'l-Ümem ve'l-Mülûk, c. II, s. 255.
Sahîh-i
Müslim ve Tercemesi "Kitâbu'l-birr ve's-sıla ve'l-âdâb" s. 31, hadis
no. 32, genel no. 2564; Ayrıca bkz. 28-31 numaralı hadisler.
Câmi‘ül-Hutâb,
s. 13-15.
Sahîh-i
Müslim Tercemesi, c. III, s. 206-207, "Kitâbü'z-Zekât", hadis no.
69,
genel no. 1017.
^5
Câmi'u'l-Hutâb, s. 79.
Cem'u'l-Fevâid,
c. IV, s. 9, hadis no. 6706.
Câmiü'l-Hutâb,
s. 95.
Câmiü'l-Hutâb,
s. 57-58.
Sahîh-i
Müslim ve Tercemesi, c. V, s. 350; Tirmizî, c. IV, Kitâbü's-Siyer, hadis no.
1617; Cem'u'l-Fevâid, c.III, hadis no. 6176.
Câmi‘u'l-Hutâb,
s. 86-87.
İslâm
Tarihi -Asr-ı Saâdet, s. 730-731; Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. III,
Kitâbü'l-Küsûf, hadis no. 1-3-10, Genel no. 901-915; İmam Mâlik (Küsûf 4, s.
188); Buharî (Küsûf 10-11); Ebû Dâvud (No 1192).
Cem‘u'l-Fevâid,
c. III, s. 198-199, hadis no 6138.
·
25
Vâkıdî, Megazi, s. 42-43.
^
İslâm Tarihi, Medine Devri, c. II, s. 129.
Sahîh-i
Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarih Tercemesi, c. V, s. 93-
NOT:
Mişkâtü'l-Mesâbih'te: "Kendileri için istemek (dilenmek) helâl olan ve
olmayan kimseler" başlığı altında Müslim'den nakl ile Kabisa ibn-i
Muharik-i Amiri (r.a.) tarafından rivayet edilen bu hadîs-i şerifin vürûd
sebebini Kabisa hazretleri şöyle anlatıyor:
Bir
kere kefaletten dolayı ağır bir borç altına girmiştim. O sırada Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem)'e gelip bu borç sebebiyle kendisinden sadaka istemeye mecbur
oldum. Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem): "Biraz otur, sabret!
Bize zekât malı getiren olur, sana vermelerini emrederiz" dedi. Sonra
Resûl-i Ekrem (salla’llâhü aleyhi ve sellem) sözüne devam ederek kendileri için
istemek helâl olan ve olmayanlarla ilgili hadisi îrad buyurdular der.
Yukarıda
görüldüğü gibi, İslâm Dini1 kadar insanlara benliğini, izzet-i
nefsini muhafaza yollarını öğreten hiç bir din, hiç bir ahlakî ve İçtimaî
teşekkül yoktur.
İslâm
nazarında milletin istiklâli, cemiyetin şeref ve nâmusu ne kadar mukaddes ise,
ferdin izzeti ve itibarı da o nisbette korunması gereken bir esastır. Onun için
herkes bu paha biçilmez olan esası muhafaza ile mükelleftir. Bu maksatla
insanlara İslâm'daki bütün fazîlet yolları gösterilmiş ve gerek toplumu,
gerekse ferdi her türlü rezâletten kurtarma yolları açıkça belirtilmiştir.
"Her
rüsvaylık ve rezalet insanın benliğinden ve şerefinden bir parça -sini, farkına
varmadan götürür. Neticede o yalnız bu hastalıkla mâlûl olur. Fakat diğer
faziletleri muhâfaza edebilir." Meselâ, bir sarhoşun, sarhoşluğu
Câmiü'l-Hutâb,
s. 44-45.
NOT:
İslâm Dini hemen her yerde orta yolu, yâni mûtedil olan davranışları
mensuplarına tavsiyede bulunmuş ve aşırı olan hiç bir düşünce ve fiili tasvip
etmemiştir. Bu münâsebetle hem Kur’ân-ı Kerîm'de hem de hadîs-i şeriflerde hep
itidal üzere olunması istenmiştir. Hatta meşhur bir hadîs-i şerifte "Hayru'l
umur-ı evsatuhâ" (işlerin en hayırlısı vasat olanıdır) yâni ne Dünya
ne de Âhiret'le ilgili işler hususunda ne aşırı ne de ilgisiz kalınmaması
tavsiye edilmiştir.
Yukarıdaki
hitabede de yine Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Arapça
metinde "hudne" kelimesini kullanarak: "Sizler
gelecekte imtihandan geçecek, aşın fiil ve hareketlerinizden sorumlu
tutulacaksınız. Dolayısı ile ne Dünya'ya ve ne de Dünya metâma aşırı hir
tutkudan hareketle gerek insanlar arasında, gerek diğer hususlarda âdil ve
vasat bir yol takibinden sakın vazgeçmiyesiniz.
Simsiyah
karanlık geceler gibi cehalet, fitne, belâ ve musibetlerle gözleriniz hak yolu
görmeyebilir ve hırslarla davranabilirsiniz. Böyle bir zamanda yine de
yapacağınız şey Kur’ân'a sarılarak O sarîh ve açık olan rehberden istifade ve
ilhâmla hareket edin,
"tavsiyesinde bulunmuşlardır.
Sahîh-i
Müslim ve Tercemesi "Kitâbu'l-İmâre Babı", c. VI, s. 27.
NOT:
Hz. Peygamber (salla’llâhü aleyhi ve sellem) bir çok
hadisleriyle teşvik ettiği hediyeyi memurlar hakkında yasaklamıştır.
"Memurlara verilen hediye gulüldür, ihanettir ve her çeşidi ile haram
kılınmıştır" hadîs-i şerîfi hemen hemen bütün sahîh hadis kitaplarında yer
almıştır.
Câmi'u'l-Hutâb,
s. 107-109.
Cem'u'l-Fevâid,
c. V, s. 250-251, hadis no. 9305.
Sahîh-i
Müslim ve Tercemesi, c. III, s. 198-199-
Cem'u'l-Fevâid
c. I, s. 53.
NOT:
Tirmizî'de bu hadisin başında şöyle bir kıssa yer almaktadır:
Bir
adam, Medine'den Şam'a Ebu'd-Derdâ'nın yanına geldi. Ebu'd-Derdâ "Kardeşim
seni buraya getiren sebep nedir?" diye sorunca, adam: "Allah'ın
Resûlü (salla’llâhü aleyhi ve sellem)'den rivayet ettiğini haber aldığım bir
hadis" diye cevap verdi. Bunun üzerine Ebu'd-Derdâ: "Sen hakîkaten
başka bir iş için gelmedin mi?" deyince adam: "Hayır" dedi.
Ebu'd-Derdâ yine: "Ticaret için de mi gelmedin?" diye sorunca adam:
"Hayır, yalnız bu hadisi bir de sizin ağzınızdan işitmek için geldim"
dedi. Daha sonra Ebu'd-Derdâ bu hadisi bir defa daha teyit etti.
Sahîh-i
Müslim ve Tercemesi, c. VIII, s. 186, hadis no. 38, genel hadis no. 2699.
Câmi‘u'l-Hutâb,
s. 29-30.
Sahîh-i
Müslim ve Tercemesi, c. III, s. 242, Ayrıca bkz. s. 240-241.
NOT:
Bu hitâbe beliğ birkaç temsil ihtiva etmektedir. Bunlardan biri : "Size
açılacak Dünya çiçeği ..." fıkrasıdır. Bununla; Ben aranızdan ebediyet âlemine
gittikten sonra, Kayserlerin ve Kisrâlarm ziynetlerini elinize geçirdiğiniz
zaman bu Dünya nimetlerinin sizleri değiştirmesinden, lüks bir hayat ve
sefahate düşürmesinden endişe ediyorum ifadesi ki, bu ifadelerle Resûlullah hem
bir mûcizeyi ortaya koyuyor, hem de böyle bir hayattan sakınmalarını istiyor.
"Hayır,
hayırdan başka bir şey getirmez" vecîzesi de iki temsil ile açıklanmıştır:
Baharın yetiştirdiği otlar aynı yağmurun eseri oldukları halde bunların bir
kısmı zehirlidir, öldürücüdür, bir kısmı da temizdir, faydalıdır temsilidir.
Bu
iki temsilden birincisi ile: Haksız kazançların zehirli otlar gibi öldürücü
olduğu, fakirlerden menedilerek israfla harcanan servetin, sahiplerinin Ahiret
hayatını zehir edeceğini bildirmiştir.
İkinci
temsil ile: "Yeşil çayır otu yiyen hayvan ölüm tehlikesinden
masundur" yâni, helâl yollardan kazanılan ve helâl yerlere sarfedilen,
zekât ve sadakası verilen servetler yeşil otlara benzetilip, sahibinin Dünya ve
Ahiret saadetlerinin sebebi olacağı ifade edilmiştir.
Câmi‘u'l-Hutâb,
s. 147-149 .
Tirmizî,
c. II, s. 345.
Câmi'u'l-Hutâb,
s. 160-161.
Câmi'u'l-Hutâb,
s. 157-158.
Câmi'u'l-Hutâb,
s. 154-155.
5®
Sahîh-i Müslim ve Tercemesi, c. VIII, s. 44, hadis no. 55, genel hadis no.
2577.
52
"îman etmiş olmaz" cümlesinden kasıt îmanın esası değil, îmanın
kemâlidir.
İbn-i
Mâce, c. IX, s. 462; Sahîh-i Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. XII,
s. 131; Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. VII, s. 404-405.
NOT:
Hz. Âişe (r.a.)'dan rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte Resûlullah (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) Efendimiz: "Cibril biç durmaz komşu hakkına hürmet
olunmasını Bana tavsiye ederdi. Bu o kadar tevali etti ki, hattâ Ben yakında
Allah komşuyu komşuya mirasçı kılacak zannettim" buyuruyorlar.
Kâmil
Miras (r.a.), bu hadîs-i şerifin izahında komşu hakkına riâyet hususunda
rivâyet edilen hadîs-i şerifler mübalağa derecesinde bir ciddiyeti arzeder.
Komşu tabirinde de müslim, kâfir, âbid, fâsık, dost-düşman, mukîm-misafir,
menfaatli-mazarratlı, yakın-uzak istisnasız bütün komşular dahildir.
Komşu sınırını ise Hz. Ali (r.a.)'nın: "ses işitmek" suretiyle tahdid
ettiği rivâyet olunmuştur. Hz. Âişe (r.a.) da: Her tarafından kırk evin
halkının komşuluk hakkı bulunduğunu bildirmiştir.
Cemü'l-Fevâid,
c. II, s. 35-37.
NOT:
Bu hadisler birbirlerinin mütemmimi ve aynı senetle fakat,
ayrı ayrı rivâyet edildiği için bir araya getirilmiştir.
Cem'u'l-Fevâid,
c. I, s. 43-44, hadis no. 127-129; Ebû Dâvud (hadis
no: 4604, 4607; Tirmizî (hadis no: 2664, 2676).
İbn-i
Mâce, c. X, s. 187-188.
Sahîh-i
Buharî Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. XI, s. 15-16.
NOT:
Peygamberimiz (salla’llâhü aleyhi ve sellem), hastalığı arttığı zaman Mescîd-i
Nebevî'de namaz kıldırmak için Hz. Ebû Bekir (r.a.)'yı görevlendirmişti. Bir
ara Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) vücudunda hafiflik hissederek iki
kişiye, Hz. Ali (r.a.) ve Fazl ibn-i Abbas (r.a.)'ya dayanarak namaza çıktı.
Hz. Ebû Bekir (r.a.) namazdan geri çekilmek istedi fakat Resûlullah, yerinde
dur! diye işaret etti. Sonra götürülüp Ebû Bekir'in
yanına oturtuldu ve namazı öyle kıldı. Resûlullah bu hitâbeyi namazdan sonra yapmıştır
ve Ashâb'a son konuşmasıdır.
Resûlullah
(salla’llâhü aleyhi ve sellem)'in konuşmaya Ensâr'la başlaması ise: Resûl-i
Ekrem'in hastalığı sırasında Ebû Bekir ile Abbas ibn-i Abdulmuttalib, Mescîd-i
Saâdet'te toplanıp ağlaşmakta olan Ensâr'ı görerek durumu Resûlullah'a arzediyorlar.
Hastalığının hararetine ve takatsizliğine rağmen şefkat ve merhameti galebe
çalarak mescide geliyor ve konuşmaya Ensâr'la başlıyor.
Belâzurî,
c. I, s. 71-72; Tarîhi'l-Ümem ve'l-Mülûk, c. III, s. 130; Sahîh-i Buharî
Muhtasarı Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, c. X, s. 311-313.
NOT:
Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Efendimiz Fetih hutbesini îrad
etmeden önce: Abdullah ibn-i Mesud'un rivâyetine göre: Mekke'nin fethi günü
Nebî (salla’llâhü aleyhi ve sellem) Harem-i Şerîf'e girdi. Halbuki
Kâbe'nin etrafında ibâdet için dikilmiş (kurşunla tahkim edilmiş) üçyüz altmış
put vardı. Resûlullah (salla’llâhü aleyhi ve sellem) elindeki deynekle bunlara
dürtüyor ve şöyle diyordu: "Hakk geldi bâtıl zâil oldu, helak oldu. Hakk
geldi, halbuki (ölen bâtıl) ne icada ne de öleni
diriltmeğe muktedir değildir."
İbn-i
Habban'ın Sahihinde rivâyetine göre: Resûl-i Ekrem deynekle bunlara
dokundukça bunlar birer birer yere seriliyorlardı. Sonra Allah'ın Resûlü
Kâbe'nin kapıcısı Osman ibn-i Talha'yı çağırdı. Kâbe'nin anahtarını istedi. O
da gidip vâlidesinden alarak Resûlullah'a: "Emânettir yâ
İbn-i
Mâce, c. X, s. 199, Kitâbu'l-Fiten hadis no. 3984.
NOT:
Nevevî bu hadisin önemi hakkında özetle şöyle der: Resûl-i Ekrem (salla’llâhü
aleyhi ve sellem) bu hadiste: Yiyecek, içecek , giyecek
ve diğer şeylerin temiz ve helâl olmasına dikkat edilmesini, helâl şeyleri
iyice tanımayı ve şüpheli şeylerden sakınmayı emrederek; şüpheli şeyleri
bırakmanın Müslümanın diyanetini, yâni dindarlığını, haysiyetini ve şerefini
korumaya sebep olduğunu açıklamıştır.
"Tarihi'l-Umem
ve'l-Mülûk", c. III, s.157-158.
Câmi'u'l-Hutâb,
s. 200-202.
Asr-ı
Saadet, İslâm Tarihi, c. II, s. 734-739; Buharî, Müslim ve Ebû Davud'un
Sünen'lerinde de bu hadis zikredilmiştir.
Cem'u'l-Fevâid,
c. I, s. 37.
E1-Vesâik,
c. II, s. 278; Belâzurî, c. I , s. 175; Tarîhu'l-Ûmem
ve'l-Mülûk, c. III, s. 168-169.
7^
Tarîhi'l-Ümem ve'l-Mülûk, c. III, s. 191.
Umdetü'l-Kaarî,
c. I, s. 93-
Dihye,
Peygamber'in mektubunu Kayser'e verdiği sırada Ebû Sufyân bir ticâret
kafilesiyle Şam'da bulunuyordu ve Peygamber hakkında tahkîkat icrâsı için
İmparator tarafından saraya dâvet olunmuş ve heyet içinde Ebû Sufyân'ın
Peygamber'e karabeti bulunduğundan ondan sorulmuş ve alman cevabda arkadaşları
işhâd edilmiştir.
Kayser'in
Buhârî metninde rivayet olunan bu ifâdelerine göre îman ettiği muhakkak olmakla
berâber, Kayser'in bu itirafları üzerine mecliste bulunan devlet erkânının
gürültülü patırtılı müdâhaleleri üzerine daha ileri
gidemeyip
sarfı nazar etmiş ve sefir Dihye'yi kıymetli hediyelerle ve bazı siyer
müelliflerinin bildirdiği cevabî bir mektup ile hoş ederek geri göndermiştir.
8®
İki ecir ve sevâbın biri îsâ'ya, öbürü de Muhammed'e îman ettiğinin mükâfatı.
8^ "Ebû Kebşe"
Hazreti Peygamber'in ana cihetinden büyük babası idi. Putlara tapmaz, yıldıza
ibâdet ederdi. Resûlullah putlara ibâdet aleyhinde bulununca, ona nisbet ederek
İbn-i Ebî Kebşe dediler.
Sahîh-i
Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7120.
·
83
o sırada Bahreyn vilâyeti İran'a tâbi olup emaretinde de Munzir ibn-i Sâvî bulunuyordu.
Rivayete göre Bahreyn fetholunup Alâ Hadramî vâli
tayin buyurulduğunda Munzir ibn-i Sâvî ile beraber Bahreyn'deki bütün Arablar
Müslüman olmuştur.
Sahîh-i
Buharî ve Tercemesi, c. .XV, s. 7122.
5
Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7123-
8^
Hâtıb ibn-i Ebî Beltea Bedir harbi gâzilerinden ve böyle yüksek mefkûre sahibi
bir zât olmakla beraber bir kere gaflet etmiş ve Mekke fethi için Resûlullâh'm
Medine'deki hazırlığını Mekke eşrâfına bir mektupla bildirmek istemiştir. Fakat
bu sakat hareketi Resûlullah'a vahiy olunmakla mektup geri alınmıştı.
Sahîh-i
Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7126.
Sahîh-i
Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7129.
Guta,
Dimeşk-ı Şam'ın şarkında imtidâd eden ve vaktiyle Dünya'nm Cennet'i diye anılan
bağlık, bahçelik kısımdır. Ba'de'l-İslâm Şam hilâfet ve
medeniyet
merkezi olmakla Guta şerefini arttırmış, bugün de Cennet gibi güzelliğini
muhafaza etmekte bulunmuştur.
99
Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7132.
Mektubun
bu kaydından Hıristiyan olan Munzir ile berâber Hıristiyan tebasının Müslüman
oldukları, Mecusîler'le Yahudîler'in müslüman olmadıkları anlaşılıyor.
·
92
Sahîh-i Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7132.
Sahîh-i
Buharî ve Tercemesi, c. XV, s. 7134.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar