Hz. Muhammed Salla'llâhü Aleyhi Ve Sellemden Sonra En Büyük Müslüman
" İslâmî İlimler " Ve Tasavvuf Arasındaki Gerginlik
Kendisini felsefe ye kelâm arasındaki gerginliğe maruz bırakırken, Gazâlî'nin İslâm için îfa ettiği hizmet gerçekten büyük olduğundan (genellikle inanıldığına göre) onun kendisini, isteyerek, Tasavvufî hareket ve tesis edilmiş " İslâmî ilimler " arasındaki gerginliğe de terk ederek başardığı şeyle bu hizmet daha da öteye götürülmüştür. Bu mesele üzerindeki bu genel- ve belki haklı- anlayışa rağmen,' burada Gazâlî'nin başarısının kesin olarak yerini belirtmek zordur. Tasavvufî hareket ve resmî (kamu görevlisi olan) münevverler arasında şüphesiz gerginlik mevcuttu ; fakat aynı zamanda resmî münevver sınıfın birkaç mensubu bizzat sûfî idi. Yakından tetkik edildiğinde, sûfîler üzerine yapılan hücumların bazısının da, kelâmı doktrinlerdeki araştırmalarının bazısı dindışı olan tenkitçinin inancından dolayı olduğu görülür. Bunlar, meselenin karışıklığının belirtileridirler ; fakat önemli gerginliğin bulunduğundan şüphe edilemez. Bu gerginliği akademik uzlet içerisinde tetkik etmek suretiyle - felsefe ile ilgili gerginliğe kendisini vermiş olduğu gibi, Gazâlî , aynı şekilde onunla da uğraşmaya arzu etmişti. Fakat o, sonunda, Tasavvufun bir yaşama meselesi olduğunu ve bir hayat tarzı olarak onu bizzat uygulamaksızın onun hakkında tam bir anlayışa ulaşamıyacağını anladı. Böylece o cesaretle, müdderisliğinden ayrılma kararını verdi.
O, halde, önce onun yaptığının ve yazdığının tasavvufî hareket üzerindeki etkisini inceleyelim. Daha önce görülmüş olduğu gibi, İhyâ 'nın en ayırıcı özelliği, Tasavvufî hayatın temelinin, dış faaliyet şekillerinin yazılı metinlerde belirtildiği ve " İslâmî ilimler ” de sistemleştirildiği gibi, yerine getirilmesi olduğunu ısrarla belirtmesidir. Hem bir fakîh, hem de bir sûfî olan Kuşeyrî (öl. 1072) gibi bir adamın kendi dış faaliyetlerini îfâda ihmalkâr olduğunu farz edemediğimiz halde, ona ve ona benzer birçoklarına, muhtemelen bu faaliyetlerin ifâsında fazla bir şey var görünmedi ; diğer sûfîler bu hususlardan tamamen kaçındılar. Gazâlî, bu dış faaliyetlerin ifâsı hakkında şüphe duyan kişiler için, onların bir hususa sahip olduklarını kuvvetlice ileri sürer ve o, o hususun ne olduğunu etraflıca gösterir. Böylece o, Tasavvufî hayat tarzının, esas İslâmî faaliyetlerin ifâsının bir alternatifi olmadığını, bilâkis onların tamamlayıcısı veya mükemmelliği olduğunu ve bu sebepten, onun, bunların yerine getirilmelerini önceden şart kıldığını açıklığa kavuşturdu. Bu davranışın Gazâlî tarafından ifade edilmesinin, Tasavvufî hareket üzerinde çeşitli etkilere sahip olduğunu farz etmek haklı görünüyor. Ahlâkî kayıtsızlık içerisinde bulunan kesimler, vaz’ edilmiş faaliyetleri ihmal ederken, kendilerinin haklı olup olmadıklarını daha ciddi olarak düşünmek zorundaydılar. Bu faaliyetlere şevksiz olarak inayet eden kimseler, sonunda onların önemini daha mükemmel olarak kavrayacaklardı. Standard faaliyetlere riayet etme zorunluluğunun farkında oldukları için, Tasavvufî hayat tarzını benimsemede tereddüt eden kimseler, sûfîliği uygulamanın, (tasavvufta) Şeriat'ın buyruklarına - uymanın dışarıda tutulması bir yana onları önceden şart kıldığını idrak edeceklerdi. Bilhassa bu son husus, Tasavvufî hareketin gelişmesine sebep olmuş olmalıdır. Aynı zamanda o, İslâm toplumunun hayatında daha mükemmel olarak tamamlandı.
Onikinci yüzyıl, bir din olarak İslâm'ın en karekteristik özelliklerinden birinin ilk olarak ortaya çıkışma şahit oldu ki, bu, derviş veya tasavvuf tarikatlarıdır ve onların ortaya çıkışından Gazâlî nereye kadar sorumludur, sorusu sorulmalıdır. Bu tarikatlar, mânevi eğitim ve disiplin için ve mensuplarının dayanışması için kardeşlik teşekkülleri olarak tanımlanabilir ve bir ölçüde Hıristiyanlığın manastır düzenine benzer. Zaman bakımından ilk ortaya çıkanın, 1166'da ölen Abdu'l-Kâdir el-Cîlânî tarafından kurulan Kâdiriyye olduğu genellikle kabul edilir. Tarikat kurma hareketi zamanla hızlandı ve bu tarikatların birçoğunun kısmen bağımsız birkaç kolu bulunduğu halde, modem bir liste yapılırsa, hemen hemen ikiyüz tarikat adı sayılabilir. Yirminci yüzyılın başında, daha aşağı tabakadaki müslümanların büyük bir kısmı, tarikatların tam üyesi olmadıkları halde, onlar tarikatlara bağlandılar ve çok sade Kur'ânî ibadette eksik olan şey, onlara tarikatın " zikr " inde verildiği görüldü ; zikr, esas ibadetlerden daha hissi, derin hisleri tahrik etmeye daha uygun ve bu küçük grubun sade atmosferinden dolayı, bazı hallerde, belki çok daha cazip olan bir ibadet veya dînî uygulama şekliydi. İmdi, muhtemel göründüğü gibi, Gazâlî tasavvu- fî hareketin daha hızlı gelişmesine yardım ettiyse ve onu sıradan bir kişinin erişebileceği birşey haline getirdiyse, Gazâlî tarikatların ortaya çıkışının esas sebeplerinden biri olarak kabul edilmeyebilir mi?
Bu soru tek bir kelimeyle cevaplandırılmaz. Tarikatların ibadetinin, esas ibadetlerin tamamlayıcısı olmaktan çok, ne ölçüde onların bir alternatifi olduğu araştırılmamıştır ; uygulamada o bazen bir alternatif haline gelmişti. Ve bu, Gazâlî'nin hareket etmekte olduğu istikâmetin zıddıdır. Kezâ, tarikatların ortaya çıkışı tam bir yenilik değildi. Mânevi disiplinden ve 800 (yılı) öncesine kadar geriye giden müşterek bir hayattan edinilen tecrübeler mevcuttu; bizzat Gazâlî Tûs'ta sûfî veya yarı-sûfî bir müessese kurmuştu. Tarikatları ayırd eden şey, daha büyük sistemleştirme ve daha büyük devamlılıktı. O halde olsa olsa Gazâlî'nin, içinden tarikatların doğduğu ruhsal hareketin baş temsilcilerinden biri olduğu kabul edilebilir ; fakat ona özel bir sorumluluk atfetmeyi haklı çıkaracak hiçbir delil şimdiye kadar mevcut olmamıştır.
Sonra,' Gazâlî'nin " İslâmî ilimler " ve onların taşıyıcıları, yani resmî münevverler üzerindeki etkisi düşünülmelidir. İlk bakışta bu etkinin küçük olduğu görülebilir. Âlimler, bir sınıf olarak var olmaya devam ettiler ve onların dünyaperestliği terk ettiklerine dair hiçbir delil mevcut değildir. Sûfistik öğreti " İslâmî ilimler " arasına dahil edilmedi. Gazâlî'nin, akıl alanı üstündeki ” doğrudan tecrübe " alanıyla ilgili spekülâsyonlarına hiç dikkat edilmedi. Bu hususlarda o, başarısızmış gibi görünebilir. Yine de, diğer yönden, söyleyecek birşeyler mevcuttur. Onun örneği, bazı münevverlere daha az dünyevî olmayı telkin etmiş olmalıdır ; zaman zaman, gerçek islâh etme gayretine rastlanılır. Münevver sınıftaki süfî olmayan kimseler Tasavvuf hakkında daha toleranslı oldular. Belki, bir süre, " İslâmî İlimlerin öğretilmesi daha az akademik hale geldi. Bunlar, haklarındaki ilk intihaların, daha sonraki araştırmalar tarafından değiştirilmeye maruz kaldığı meselelerdir, ama onlar, Gazâlî'nin, münevverler üzerinde etkisiz olmadığını, geçici olarak, ifade ederler.
Neticede, bir bütün olarak, İslâm toplumunun hayatına Gazâlî'nin ne ölçüde etki ettiği sorusu mevvcuttur. O, ortaya muntazam bir teori koymadığı ve resmî münevver sınıfını islâh etmediği halde. geniş bir etkiye sahipmiş gibi görünüyor. Tasavvuf ve " İslâmî ilimler" arasındaki gerginliği büyük ölçüde gidermek suretiyle, o, cemiyeti, bizzat içinde bulunduğu duruma uygun olan, değiştirilmiş bir fikrî yapıya kabul etmeye daha çok yaklaştırdı. Bu değiştirilmiş fikrî yapı, açık olmaktan çok, onun düşüncesinden zımnen anlaşıldı. O, bir cemiyetin hayatında dinin fonksiyonu ile ilgili yeni bir anlayıştı. İlk günlerde olduğu ve bazı dînî münevverlerin onun yine olabileceğini umduğu gibi, din artık devlet adamlarının daha geniş kapsamlı siyâsî kararlarında onların rehberi olmak zorunda değildi. Bunun yerine, din, sosyal ilişkilerinde ferdin hayatının mânevî yönü olmak zorundaydı. Gazâlî, sadece siyasi kararların değil, fakat sosyal hayatın bütün dış şekillerinin de bir kimsenin kontrol etme gücü ötesinde olduğunu farzetmiş görünüyor. Sosyal şekillerin bu sabitliği, şüphesiz, Gazâlî'nin zamanından iki asır kadar önce Hadislerin tesbit edilmesinin sonucuydu. Yaklaşık 850'ye kadar, genellikle, müslümanların dînî emellerinin, cemiyetin îslâmlaştırılmasma doğru yöneltilmiş olduğu söylenebilir. Dışta bu başarıldığında, dînî emeller için yeni bir hedef olarak daha mükemmel ahlâk güzelliğine ulaşılması ortaya çıktı. Gazâlî burada bir yenilikçi değildi ; çünkü birçok sıradan kimse zaten ou yönde idi ; fakat o, böyle kimselere, emellerinin sağlam olduğunu düşünmeleri için fikrî temel kazandırdı.
Gazâlî, kendisinin altıncı İslâmî asrın din " yenileyici " si olarak âdlandırıldığını düşündü ve daha sonraki birçok, belki pek çok, müslüman, onun gerçekten o çağın " yenileyici " si (müceddidi) olduğunu düşünmüştür. Hatta bazısı, ondan, Hz. Muhammed salla'llâhü aleyhi ve sellemden sonra en büyük müslüman olarak söz etmiştir. Başarısı gözden geçirilirken, onun bir sistemleştiriciden çok, peygamberimsi bir kişi olduğu açıklığa kavuşur. Buna rağmen o, sadece peygamber görevini yerine getiren bir kişi değildir ; fakat en iyisi onu peygamber kabilinden bir aydın olarak tanımlamaktır. O, arkadaşlarına zamanının en yüksek düşüncesiyle hitap etti. Herşeyden önce, o, dinin ferdiyetçi yönünü, fikren hatırı sayılır hale getirdi. Batılı âlimlerin bir hastalık hâline gelen ferdiyetçiliğine cazip gelen ve Gazâlî'ye aşırı övgü kazandıran şey, belki onun ferdiyetçi görüşe önem vermesidir. Fakat Gazâlî tam bir ferdiyetçi olmaktan uzaktı. Teorisini yaparken b, bazen dinin toplumculuğunu açıkça göz önünde bulundurmayı başaramaz ; fakat o, onu herzaman önceden kabul eder ve uygulamasında ferdiyetçilik ve toplumculuğun -gerçek bir kaynaşmasını ortaya koyar. Bu, onun şöhretinin ve İslâmî " yenileme " deki başarısının bir bölümüdür.
Gazâlî’nin hayatının evveliyatında, sıradan kimselerin -aydın liderlerinin başarısızlığına ve bozukluğuna rağmen - kalplerinde çok gerçek bir dindarlığın var olmaya devam ettiğini görürüz. Gazâlî’nin kendi hayatında biz, büyük dinlerde sık sık fakat önceden bilinemiyecek şekilde vuku bulan, yeniden-canlanma veya reformların tek bir insanın kalbinden nasıl kaynaklandığını görürüz. (Sh:131-135)
Kaynak: W. Montgomery Watt, Müslüman Aydın (Gazâli Hakkında Bir Araştırma), Çeviren: Hanifi Özcan, 1989,İzmir
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar