ABDULBAKIY GÖLPINARLI HOCA HAYATI, KİŞİLİĞİ, ESERLERİ
Hzl. Leyla İLKAY
ÖZSÜER
Abdulbaki
Gölpınarlı, hicri 1317 yılı Ramazan ayının onuncu gecesinde (12 Ocak 1900)
Sultanahmet civarında Kâtip Sinan Mahallesi’nde doğdu.
Ailesinin
kökeni Azerbaycan’dan gelmekteydi Gence’nin Gölbulağ köyüne mensup olduğu için,
köyüne nispetle, Gölpınarlı soyadını aldı. Ailesi Rus savaşından önce Bursa’ya
oradan da İstanbul’a göçmüştü. Babası Ahmet Âgâh Efendi “Tercümân-ı Hakikat”
gazetesinde çalışmaktaydı. Başarılı çalışma hayatından dolayı insanlar ona “Şeyhü’l
Muharririn” ve “baba” gibi unvanlar vermişlerdir. Annesi gene Kafkas
göçmen olan Aliye Şöhret hanımdır.
İlk
öğrenimini Babıâili yokuşundaki Yusuf Efendi Mektebi’nde (Şimdiki BasınYayın
Derleme Müdürlüğü), orta öğremini özel Menbaulirfan İdadisi’nde bitirdi. Lise
tahsilini Gelenbevi İdadisi’nde gördü ancak son sınıftayken babası vefat etti
ve okulu bIrakmak zorunda kaldı.
Bundan
sonra kendi okuduğu ortaokulda üç yıl Türkçe, Farsça ve komposizyon dersleri
verdi. Bir ara ticarete atıldı ve kendine Vezneciler’de bir kırtasiye dükkanı
açtı fakat işi yürütemedi. Mütareke yıllarında annesiyle Çorum’a giderek
ilkokul öğretmenliği ve müdürlüğü yaptı. Dört yıl Çorum’da kaldıktan sonra
İstanbul’a döndü. Evlerine yerleşenler olmuştu. Kumkapı’da sahip oldukları
mülkleri satarak elde ettiği paranın bir kısmı ile yarım bıraktığı eğitimine
geri döndü.
Gölpınarlı Edebiyat Fakültesi’ne girmek istiyordu ancak
lise eğitimini tamamlamamıştı.
Bunun için Yüksek Muallim Mektebi’ne girdi Okulun süresinin uzatılmasından
dolayı çeşitli zorluklarla karşılaştı. Bu zor günlerinde bir çok kişiden yardım
gördü fakat bunların en önemlileri kendisi gibi Mevlevi olan Hasan Ali Yücel
ve Galip Ata ( Nurullah Ataç’ın ağabeyi)’dir.
Bu
yardımlarla Bitlis Milli Eğitim Müdürlüğü’ne çıkan tayinini İstanbul’a
Mahmudiye İlkokulu’na aldı. Tüm dersleri tek günde toplandı. Böylelikle
Gölpınarlı’ya üniveriste kapıları açılmış oldu.
1930
yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. Hemen ardından
Konya Lisesi’ne edebiyat öğretmeni olarak atandı. Bunu sırasıyla Kayseri,
Kastamonu ve Balkesir’de yaptığı öğretmenlik izledi.
1937
yılında Yunus Emre’nin Hayatı adlı teziyle doktora imtihanını verdi.
Daha
sonra Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’nde doçent oldu. Burada Türk Edebiyat
Tarihi ve Metin Şerhi derslerini okuttu.
1940’ta
sağlık problemleri nedeniyle İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne tayin
oldu. Burada Türk Tasavvuf Tarihi ve Edebiyatı dersleri verdi. Emekli oluncaya
kadar burada çalıştı.
1945
yılında İleri Gençler Derneği’ne üye olduğu iddiasıyla kovuşturmaya
uğradı, tutuklandı, kominizm suçlamasıyla askeri mahkemeye sevk edildi. On ay
süren davanın sonucunda beraat etti.
Ankara’dan İstanbul’a taşınınca önce Nakkaştepe’de,
sonra da vefatına dek yaşadığı Üsküdar’da ki iki katlı ahşap bir evde oturdu.
Asıl
ilmi kariyerini İstanbul Üniversitesi’nde çalışmaya başladıktan sonra yaptı.
Çok iyi derecede Arapça, Farsça ve okuduğunu anlayacak kadar Fransızca
bilmekteydi. Kültürel zenginliğe sahip bir aile ortamında büyümüştü. Şiir,
tasavvuf, edebiyat, İslami ilimler ve çeviri dallarında bir çok eser kaleme
aldı.
1949 yılında kendi isteğiyle emekliye ayrıldı. 25 Nisan
1982’de kısa süreli bir hastalıktan sonra vefat etti.
Gölpınarlı’nın kabri Üsküdar Seyidahmet deresinde ki Şii
mezarlığındadır.
Gölpınarlı’nın
birçok ilim dalında başarılı olmasının kökenleri şüphesiz çocukluğunda
aranmalı. Daha küçüklüğünde Mevlevi muhibbi olan babasıyla Kulekapısı ve
Eyüp’te ki Bahariye Mevlevihanesi’nde ayinlere katılmaya başladı. Böylece
tasavvuf bilgisini hem yaşayarak hem okuyarak öğrendi. Tarikat âdâbını ve semaî
eğitimini mürşidinin görevlendirdiği Zuhûrî Dede’den öğrendi. Mevlevî
anlayışına göre çile çıkardı. Farsça öğrendi, Fahreddin Razi’nin felsefesi
hakkında bilgi edindi. Mevlevi Ali Celal Çelebi’den hilafet-name aldı.
Böylece Mevlevi tarikatının en yüksek derecesi olan halifeliğe yükseldi.
Hayatının
bir döneminde bir aile dostlarının ısrarıyla Bektaşi dergahına intisap etti.
Ancak burada aradığı mutluluğu bulamadı. Mevleviliğe geri döndü. Gölpınarlı bu
durumu şöyle anlatmıştır:
“Bazı Mevleviler Bektaşi olmuşlardı. Fakat
buna rağmen onlardaki Mevlevilik ön plandadır. Hiçbir Mevleviyi Bektaşilik tam
surette tatmin edemez. Musikisiyle, semaıyla, safâsıyla, vecd ve şiiriyle,
bilgisiyle Mevlevilik, Mevlevinin ruhuna öyle bir yerleşmiştir ki, Bektaşilik
bu estetik unsurlara ancak bir damla neşe katabilir. Ben onlarda aradığımı
bulamadım ve bir sabah kalktığımda “ Al külahını Eyvallah içinde” sözünü
yazdım, külahımı üstüne kapayıp tekkeden ayrıldım, ayrılış o ayrılış.”
Biz
onun bir dönem Bektaşiliği denemesinde ahbaplarının ısrarından çok Şiiliğinin
rolü olduğunu düşünüyoruz çünkü Mevlevilik Sünnî bir tarikattır. Mevlana’nın
Hz. Ebubekir’in soyundan geldiği inancı Mevlevilerin tasavvufi hareketlerin
çoğunluğu gibi kendilerini Hz. Ali’ye ve ehl-i beyt’e bağlamalarına engel
olmuştur. Oysaki Bektaşilik teoride İmamiye
mezhebine bağlıdır. Ne var ki, Gölpınarlı mezhebinden önce Kur’an’a bağlıydı ve
Türkiye’deki Şii kökenli tarikatların şeriatın uygulanması konusundaki
vurdumduymazlıkları, ibadeti geri plana alıp yerel ve menkıbevî bir İslam
anlayışı benimsemeleri bizce Gölpınarlı’nın Bektaşi iken mutlu olmasının önünü
kapamıştır. Bu yüzden şeriata sıkıca bağlı olan Mevleviliğe geri dönmüştür.
Gölpınarlı’nın sert
mizaçlı, çabuk sinirlenen, sözünü sakınmayan bir kişi olduğu söylenir. Melami tabiatlıydı.
Zekiydi, kuvvetli bir hafızaya sahipti. Kur’an’ın çoğunu ezbere bilirdi.
Hitabeti kuvvetli idi, insanları etkilerdi.
Tezat
gibi görünen davranışları kendi içinde uyumlu idi. Nitekim onun “Tasavvuf ” adlı
eserini okuyan bir kişi onun Caferi değil Vahhabî olduğunu sanabilirdi. Oysa
Gölpınarlı neredeyse tüm klasik tasavvuf eserlerini dilimize kazandırmıştı. Bir
çok değerli alimden dersler almış ve kendisini Fuad Köprülü ekolünden kabul
etmişti.
Gene
onun komünizm suçuyla yargılanması bizce yadırganmamalıdır. Çünkü
o Ebu Zerr’in, Ammar’ın takipçisidir. Yani her şeyin önüne sosyal adaleti
ve paylaşımcılığı koymaktadır. Türkiye açısından bakınca çok tuhaf görünen bu
durum yıllarca İslam coğrafyasının çeşitli bölgelerinde etkili olmuştur.
Gölpınarlı’yı
tanımanın en iyi yolu onun eserlerini tanımaktır. Bu yüzden onun eserlerine
kısaca değinmek istiyoruz. Gölpınarlının büyük küçük 140 telifi ve çevirisi,
çeşitli ansiklopedi, dergi ve gazetelerde yayınlanmış 400 kadar da makalesi
vardır. Biz onun belli başlı eserlerini çeviriler ve telifler ana başlıklarıyla
tanıtmak istiyoruz.
1. Tıp İlmi ve Meşhur Hekimlerin
Mahareti,Farsçadan çeviri, İstanbul, 1936.
1l’nci
asırda İran Selçukluları zamanında yaşayan Semerkandlı Nizamî Ârûzi’nin “Çehâr
Makale” adlı eserinin tıpla alakalı dördüncü makalesinin tercümesidir.
2. Sıhhat ve Maraz, Farsçadan çeviri,
İstanbul, 1940.
16’ncı
asır şairlerimizden Fuzûli’nin Farsça olarak kaleme aldığı bu küçük eserde,
insan vücudunun teşrihi ve fizyolojik tetkiki, zamanın tıp bilginlerinin
bedenle alâkalı piskolojik yönleri ele alınmaktadır.
3. Mesnevi, Farsçadan çeviri, İstanbul,
1943-46.
Altı
cilt halindedir. Cumhuriyet Türkiye’sinde Mesnevi’nin ilk çeviri ve şerhidir.
4. Hafız Divanı, Farsçadan çeviri,
İstanbul, 1944.
14’ncü
yüzyılda dünyaca ünlü İran’lı şair Hafız’ın dîvânının tercümesidir.
5. Mantık Al-Tayr, Arapçadan çeviri.
İran’lı
şair Attârın tasavvufî manzum eserinin tercümesidir. Sûfînin manevi yolculuğunu
anlatmaktadır.
6. İlahi-nâme, Farsçadan çeviri,
İstanbul, 1945.
17’nci
yüzyılda yaşamış Attârın tasavvufî hikayelerinden meydana gelir.
7. Hayyam-Rubailer ve Silsilet’tüt
Tertip, İbn-i Sina’nın Temcid tercümesi, İstanbul, 1953.
İran’lı
ünlü bilgin ve şair Ömer Hayyam’ın hayatı, rûbâîlerinin tercümesi ve adı geçen
diğer iki eserin tercümelerini içerir.
8. Yediler Meclisi, çeviri, Konya,
1965.
Mevlânâ’nın
tasavvufî hayata başlamadan önce verdiği vaazlardan ibarettir.
9. Caferi Mezhebi ve Esasları, çeviri,
İstanbul, 1966.
ÂluKâşifil-Gıtânın
eserinin tercümesidir. Şii mezhebi hakkında gerekli bilgileri vermektedir.
10. Caferiler Kimlerdir? , çeviri,
İstanbul, 1969.
Şirâzî’nin
22 sayfalık kitabının tercümesidir.
11. Nehc’ül-Belaga Tercümesi, İstanbul,
1972.
Dördüncü
halife Ali’den nakledilen hutbe, mektup, emir ve vecizlerden ibarettir.
12. Abdullah b. Sebâ, Bir Yalancını
Düzmeleri, çeviri,İstanbul, 1974.
Mürteza
el-Askeri’nin yazdığı eserin tercümesidir. Yüzyıllar boyunca Şiiliğin kurucusu zannedilen,
Yahudi asıllı bu Sebâ adlı kimsenin aslında olmadığını ortaya koyar.
1. Melamilik ve Melamiler, İstanbul
1931.
Gölpınarlı’nın
ilk önemli eseridir. Fakülteyi bitirme tezidir.
2. Bâkî, İstanbul, 1932.
16’ncı
yüzyıl şairlerinden Bâkî’nin hayatı ve divânından seçilmiş şiirlerinden meydana
gelmiştir.
3. Fuzulî, İstanbul, 1932.
16’ncı
yüzyıl şairlerinden Fuzulî’nin şiirlerinden seçmeleri ihtiva eden bu eser
tanıtma mahiyetindedir.
4. Kaygusuz Vizeli Alaaddin, Hayatı ve
Şiirleri, İstanbul, 1933.
Melâmi
- Hamzavî halk edebiyatının ileri gelen şairlerinden Kaygusuz’un şiirleri ve
hayatını içerir.
5. Yunus Emre, Hayatı, İstanbul, 1936.
Geniş
bir şekilde Yunus’un hayatını ve edebi yönünü anlatır.
6. Yunus Emre ve Aşık Paşa ve Yunus’un
Batiniliği,İstanbul, 1941.
13’üncü
yüzyılda Anadolu’da yaşayan iki sufinin batiniliği üzerinedir.
7. Yunus Emre Divanı, İstanbul,
1943-48.
Eser
iki cilt halinde olup, ikinci cilt birinciyi tamamlamaktadır.
8. Gülşen-i Râz, İstanbul.1944.
13’üncü
yüzyıl Moğol devrinde İran’ın tanınmış sufilerinden Şeyh Mahmud Şebusteri’nin
kendine sorulan tasavvufi sorulara verdiği cevaplardır.
9. Nesimi, Usuli, Ruhi, İstanbul,1953.
10. Şeyh Galip, İstanbul,1953.
11. Kaygusuz Abdâl, Hatâyi, Kul Himmet,
İstanbul, 1953.
12. Divan Şiiri, XV. yy’dan XX. yy’ya
kadar.
Varlık
yayın evinin çıkardığı küçük boydaki bu kitaplar kısa fakat faydalı bilgi ve
örnekler kapsamaktadır.
13. Nasreddin Hoca, Akşehir, 1963.
14. Alevi Bektaşi Nefesleri,
İstanbul,1963.
Alevi-Bektâşi
edebiyatının karakteri, inançları, giyim ve kuşamları, insanı görüşlerini
aksettiren çok önemli bir eserdir.
15. Sımavna Kadısı oğlu Şeyh Bedrettin,
İstanbul, 1966Pir Sultan Abdâl, İstanbul, 1991.
Meşhur
Türk mutasavvıfının hayatını içerir.
16. 100 Soruda Tasavvuf, İstanbul, 1969.
Soru
cevap şeklindebir tasavvuf tarihidir, konsunda ki her konuya cevap vermektedir.
17. Tasavvuftan Dilimize geçen Deyimler ve
Atasözleri, İstanbul, 1972.
Sahasında
çok önemli bir eserdir.
18. Pir Sultan Abdal, İstanbul, 2001
1. Kur’an-ı Kerim Meali, İstanbul,1955.
İki
cilt halindedir. Remzi kitapevinden yayınlanmıştır.
2. Hz. Muhammed ve Hadisler, İstanbul,
1957.
3. Kur’an- Kerim Hakkında Tartışmalar
Munasebetiyle, İstanbul, 1958.
1955’te
yaptığı Kur’an tercümesi dolayısıyla yapılan tenkitlere verilen cevaplardan
meydana gelmiştir.
4. İmam Ali Buyruğu, Ankara, 1958.
Hz.
Ali’ye ait 54 hutbe, 17 mektup, 44 hikmet ve vecize ile 48 şiirin tercümesinden
ibarettir.
5. Oniki İmam, Ankara, 1959.
Şii
mezhebinin kabul ettiği 12 imamın haytını anlatmaktadır.
6. Sosyal Açıdan İslam Tarihi,
İstanbul, 1969.
7. Müminlerin Emiri Hz. Ali, İstanbul,
1978.
Dördüncü
halife Hz. Ali’nin hayatını anlatmaktadır.
8. Tarih Boyunca İslam Mezhepleri ve
Şiilik, İstanbul, 1979.
İslam
mezhepleri bilhassa Şiilik üzerine geniş bilgi veren bir eserdir.
Kaynak: Leyla İLKAY ÖZSÜER,
Abdülbaki Gölpınarlı’nın Eserlerinde Hz. Ali Tasavvuru Kaynakları Ve Etkileri,
Yüksek Lisans Tezi,T.C. Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İlahiyat
Anabilim Dalı İslam Mezhepleri Tarihi Bilim Dalı, 2006, İstanbul
Not:
Bu isim, genellikle, yanlış bir şekilde “Abdülbâki” olarak yazılmaktadır.
Hâlbuki eski Türkçe’de “kef” harfiyle yazılan baki “bükâ”dan türemiş olup
“ağlayan” demektir. “Kaf’ harfiyle yazılan bâkiy ise “bekâ”dan türemiş olup
Allah Teâlâ’nın isimlerinden biridir ve “Her şey zeval bulduktan sonra var
olmaya devam eden Zât” demektir. Gölpınarlı hayatının son döneminde bunu
farkederek o zamana kadar hep Abdülbâki diye yazdığı ismini Abdülbâkıy diye
yazar olmuştu. [Hasretini çektiğim Üsküdar, Yazar: Ahmed Yüksel Özemre,
Dipnot 16]
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar
Yorum Gönder