ALİ ŞERİATİ: DEVRİMİN TAŞLARINI DÖŞEYEN MİSTİK
Ali Şeriati (1933-1977) pek
çoklarına göre, İran İslam Devrimi’ni mümkün kılan kişidir. Devrimin
ideologudur. Mevlana’nın
barışçı mistik felsefesinden olduğu kadar Franz Fanon’ un şiddeti kutsayan
görüşlerinden de etkilenmiştir. Batı kültürü tarafından asimile
edilmeye karşıdır ancak Batı’dan öğrenilecek şeyler de olduğu kanısındadır.
Batılı hocalarına karşı hayranlığını hiç saklamamıştır. Kimilerine göre
Marksist, kimilerine göre İslamcı bir sosyalist, kimilerine göre de Marksizmi
“olması gerektiği gibi” sert bir şekilde eleştiren dini bütün bir Müslüman’dır.
44 yaşındaki esrarlı ölümü kadar, kişiliği ve görüşleri hakkındaki tartışma da
halen bütün hızıyla sürmektedir. Bu çerçevede, son dönemde İran yönetiminin
muhaliflerince yine gündeme getirilen Şeriati’nin güçlü muhalif fikirlerinin,
İran’ın tarihinde oynadığı hayati rolü geleceğinde de tekrarlamaya aday
olduğunu söylemek aşırı bir spekülasyon olmayacaktır.
Şeriati, İran’ın kuzey doğusunda
Meşhet yakınlarındaki Kahak köyünde doğdu. Yardımseverliği ile ünlü köklü bir
ulema ailesinden geliyordu. Dedesi Horasan’ın Mazinan köyüne dini otorite
olması için davet edilmiş ve aile buraya yerleşmişti. Babası Muhammed Taghi
Şeraiti Mazinani, ünlü Meşhet Medresesinde eğitim görmüştü ancak daha sonra din
eğitimini yarıda bırakarak resmi eğitim sistemine bağlı bir öğretmen olmayı
tercih etti. Çünkü gençlerin modern zamanın gereklerine uygun bir din eğitim
alması gerektiğini düşünüyordu. Böylece kendisini genç Müslüman entelektüeller
yetiştirmeye adadı, sarığını ve cüppesini çıkararak Batı tarzı elbiseler giydi,
onlarla iletişim kurabilmek için gençlerin dilini öğrendi ve aile geleneğini
bozarak Mazinan’a dönmedi.
1941’te, Rıza Şah’ın tahta
geçirilmesinin ardından ülkede siyasi ve dini faaliyetlere izin verildi. Bir
yandan Tudeh Partisi örgütlenirken, diğer yandan eski bir molla olan ancak daha
sonra laikliğin savunuculuğunu üstlenen ünlü yazar Ahmet Kasravi (Kesrevi),
İslam’da bir sapma olarak gördüğü Şiiliğin temellerini sorguluyordu ve
ilerleyen yıllarda bunu hayatıyla ödeyecekti. Bu atmosferde baba Şeriati tek
başına, “İslam’ın ilerici ruhunun” propagandasını yapmaya girişti. 1944’te
Meşhet’te, “İslami Gerçekleri Tanıtma Merkezi’ni (İGTM) kurdu. Amacı ateizmi
vaaz eden komünist propaganda ile mücadele etmekti. Ayrıca, ulemanın dar
kafalılığının Kasravi’nin kollarına ittiği Müslüman entelektüelleri kazanmayı
amaçlıyordu. Ne ki, kısa sürede Meşhet’in geleneksel uleması ile karşı karşıya
gelecekti. Ali Şeriati’ye göre, 1941 ertesinde entelektüellerde Marksist
eğilimler vardı, dinciler ise gericiydi. Bu nedenle dinci entelektüeller
kendilerini boşlukta hissediyorlardı. Baba Şeriati onlara üçüncü bir yol
açmıştı.1
Ali Rahnema’ya göre, Tudeh’in
İran’daki ilerici güçler arasında giderek güç kazanması Tâki Şeriati’nin de
Marksist fikirlere ilgi duymasına yol açtı. Dolayısıyla, daha 1940 sonlarında
Marksizm ile İslam arasında diyalektik bir ilişki kuruldu. Seküler Tudeh’e
rakip olarak ortaya çıkan İGTM, partinin pek çok fikrini benimsemek zorunda
kaldı.2 1953’te Musaddık’a karşı yapılan darbe ertesinde, İGTM
Musaddık yanlılarının üssü haline geldi. Aynı yıl Musaddık çizgisini sürdürmek
üzere kurulan Milli Direniş Hareketinde (MDH), İGTM’nin pek çok üyesini de yer
alıyordu. Aynı sıralarda Meşhet’te aktif olan, “ Nehzad -e Khoda Parastan-e
Socialist-Allah’a İnanan Sosyalistler Hareketi” (AİSH ya da Hüdaperest
Sosyalistler) de MDH’ ya katıldı. Aralarında Tâki Şeriati’nin 20 yaşındaki oğlu
Ali de vardı.
Ali Şeriati ailesinin ilk çocuğuydu.
İlkokulda, çalışkan, sessiz ama düzensizdi. Yalnız bir çocuktu, dış dünya ile
pek bağlantısı yoktu. Daha sonra bu yılları için,“Diğerlerinden farklı bir
çocuktum” diyeçekti.3 Yaşına göre çok ileri kitaplar okuyordu,
ilkokulda bir yandan Victor Hugo’nun Sefiller’ini okurken bir yandan da
vitaminler ve sinemaya ilişkin kitapları hatmediyordu. Lisenin ilk yıllarında
felsefe ve mistizme merak sardı. Babasının 2 bin kitaplık kütüphanesine
gömüldü, bu nedenle pek çok genç entelektüelin devam ettiği İGTM’nin
seminerlerine pek az katıldı. Şeriati’ye göre, onu babasının eğitimi
şekillendirmişti. “Çevresindeki mahalle hocalarının telkinleriyle
şartlandırmak, geleneksel kültürün içerisine hapsetmek yerine onu, zengin
kütüphanesindeki kitaplarla baş başa bırakmayı tercih etmesinin düşünce
zenginliğinde çok önemli payı olmuştu. Onurun, özgürlüğün ve inancın önemini
ondan öğretmişti.”Rahnema, evde aldığı eğitimin onu kalabalıklara karışmayacak
ve bundan zevk almayacak denli kendi kendine yeten birisi haline getirdiği
yorumunu yapar. Arapça, sosyal bilimler ve din dersleri yanında en fazla
edebiyat ve felsefe üzerinde yoğunlaşmıştı. İranlı şairlerin yanında mistizm ve
sembolizmi kaynaştıran Belçikalı yazar Maurice Maeterlinck’den özellikle, “Mumu
söndürdüğümüzde alevi nereye gider?” sorusundan çok etkilenmişti.4
Şeriati, ilk önemli kişilik buhranını
yaşadığında 13 yaşındadır. Bu sırada, Schopenhauer, Kafka ve Sıddık Hidayet
okumaktadır. Onların
etkisiyle dini inançları kökünden sarsılır, güven veren, Allah'ın var olduğu
duygusunun yerini şüphe ve endişe almıştır ve Allah olmadan var olmak genç
Şeriati için son derece ürkütücüdür. Kendisini felsefi bir çıkmaz içinde
bulur, ya delirecek ya intihar edecektir.5 Ancak
Batılı felsefinin karıştırdığı aklı, huzuru Mevlana’nın Mesnevisinde
bulacaktır. İntiharı düşündüğü bir Meşhet akşamında onu Mesneviden dizeler
kurtarır. Mevlana’nın mistizmi genç Şeriati üzerinde silinmez bir iz bırakacak daha
sonraları “ideal insan’ın üç boyutunu özgürlük, eşitlik ve mistizm olarak
tanımlayacaktır.6
Şeriati, Meşhet Öğretmen Okuluna
girdiğinde hayatın anlamı ve insanın dünyadaki sorumlulukları üzerine kafa
yormaktaydı. İşte bu dönemde İslam’ı,“ideal hayatı ve toplumu” anlamada ve
tanımlamada bilgisel bir araç olarak keşfetti. İslam toplumundaki ideal insan
modelini ise Abu Zerde buldu. Sonunda huzura kavuşmuştu artık hayat anlamlıydı.
İlk ciddi eserlerinde, “Tarikh-e Takamol-e Falsafe-Felsefenin Gelişiminin
Tarihi” 1953, Abu Zer Gifari (1956), İslam’ı diğer siyasi, felsefi,
sosyo-ekonomik düşünce okullarından ayırmakta, geleneksel olarak nötr olan
Islami kavramları modernize ve politize ederek, modern sosyo-ekonomik ve siyasi
kavramlara Islami bir yorum getirmektedir. Bu eserlerinde bir Müslüman’ın
toplumdaki görevlerine de dikkat çekmekte, bunu yaparken de, “Allah’a İnanan
Sosyalistler Hareketi’nin öne sürdüğü fikirlerden etkilendiği görülmektedir.
Ebu-Zer Gifari, aslında Mısırlı yazar
Abdülhamid Cevdet el Seher’in çağdaş bir eseridir. Şeriati her ne kadar bu
Arapça metnin tercümesini yapmışsa da, kendi yorum ve görüşlerini de serbestçe
eklediğini ifade etmiştir. O kadar ki, yazarla tercüme edenin fikirlerini
birbirinden ayırmak olanaksız hale gelmiştir. Rahnema’ya göre, Ebu-Zer Gifari
karakterinde Şeriati, bir kahraman, bir model bir sembol yaratmıştır. Abu -Zer,
zenginlik, güç ve hatta dini otoriteye karşı, fakir ve ezilen alt sınıfın
otantik İslam’ının kurtarıcısıdır. İslam imparatorluğunun yüce yöneticisine
karşı tek adam; inançlı, kararlı, devrimci Müslüman, eşitlik, kardeşlik,
özgürlük ve adaleti savunmaktadır. Kitabın, İslamiyet’in ilk yayıldığı dönemde
yaşayan Ebu-Zer’in gerçek hayatını ne kadar yansıttığı ikincil bir konudur.
Çünkü kitabın amacı, sahte değerlerin, sahte kahramanların çağında gerçek
İslam’a ilişkin bir hatırlatma yapmak bir ders vermektir. Ayrıca Ebu-Zer’i
keşfi Şeriati’yi, İran’a Batılı yazarların eserleriyle giren eşitlik,
kardeşlik, adalet ve sosyalizmin aslında İslami mirasın önemli bir parçası
olduğuna ikna etmiştir. Bu nedenle gururla Ebu-Zer’in, Fransız Devrimi
sonrasında ortaya çıkan bütün egaliteryan (eşitlikçi, demokratik) düşünce
okullarının babası olduğunu ilan eder.7 Şeriati
ileriki yaşlarında giderek derinleşen bir şekilde kendisini Ebu-Zer ile
özdeşleştirecek, onun Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellemin gerçek
İslam’ından hiçbir şekilde sapmayışını, Şiiliğin ideallerini, öfke ve
isteklerini benimsediğini ifade edecektir. Rahnema,
onun kendini Abu Zer’in reenkarnasyonu gibi hissetmiş olabileceği yorumunu
yapar. Çünkü kendisini onu tanımladığı ifadelerle tanımlamıştır. İlginç bir
şekilde düşmanları da ona saldırmak için Ebu-Zer’i karalamışlardır. Mesela,
Tahranın önemli din adamlarından Hacı Eşref, Ebu-Zer’in adi bir hırsız olduğunu
ve ancak iyice yayıldıktan sonra İslam’ı benimsediğini söylemiştir, ölümünden
sonra da zamanının Ebu-Zer’i olarak anılmış, yandaşları onu Hz. Muhammed
salla’llâhu aleyhi ve sellemin Ebu-Zer için söylediği ileri sürülen, “Yalnız
yaşar, yalnız ölür ve göğe yalnız yükselir” sözleri ile uğurlanışlardır.8
1950-51 yıllarında, Şeriati yoğun
bir şekilde Musaddık hareketi ile ilgili tartışmalara ve parti toplantılarına
katılacaktır. Bu sıralarda Meşhet’te, İGTM ile yalandan bağlantılı 16 İslam
milliyetçisi modernist genç tarafından “Allaha İnanan Sosyalistler Hareketi
(AİSH)” kurulur. Şeriati de aralarındadır. İslam ile sosyalizmi harmanlamış
ve İslam’ın sosyo-ekonomik sisteminin (tek tanrılılığa dayalı), bilimsel
sosyalizm olduğuna karar vermişlerdir. Gazeteleri kapitalizm ve feodalizmin
imhasını savunmuş, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem ve Hz. Ali
kerremallâhü vecheh ve radıya'llâhu anhin sosyalizmin ve demokrasinin ataları
olarak tanımlamışlardır. AİSH, 21 Mayıs 1951’ de kendi görüşlerini muhafaza
ederek, “Hezb-e İran” (İran Partisi) ile birleşir ve Musaddık’ın Ulusal
Cephesinin bir parçası olur. 1953’te ayrılır ve “İran Jamiyat Azadi-e Mardom-e
İran-İran Halkının Özgürlüğü için Birlik” örgütünü kurar. Şeraiti de örgütün
üyesidir. 1953 darbesinden sonra ismini “Hezb-e Mardom-e İran-İran Halk
Partisi” olarak tekrar değiştirecektir. Şeriati’nin hareketin bu son halinin
içinde olup olmadığı tartışma konusudur. Ancak Musaddık yanlısı, İslami eğilimleri
olan gizli Milli Direniş Hareketine (MDH) katıldığı bilinmektedir. Şeriati
mitingler düzenlemekte, gizlice kitap ve broşürler basmaktadır. 28 Şubat
1954’te bir arkadaşı ile birlikte tutuklanır ve 17 gün hapsedilir. Bu sırada,
Ahmedabad’da ilkokul öğretmenliği yapmaktadır. Bütün bunların arasında
sınavlarını vererek edebiyat dalında diploma alır. MDH ile bağlantısı
sürmektedir. Horasan gazetesinin yazı işlerinde görevlidir. Burada yazarken
ileride yazı ve konuşmalarında kullanacağı üslubunu şekillendirecektir.
1955’te Meşhet Üniversitesinin
Edebiyat Bölümüne girer, bir yandan da ilkokul öğretmenliği yapmaktadır. Derin
edebi bilgisi ona bir hayran kitlesi kazandırır ve Meşhet’in entelektüel
çevrelerinde ünlenmeye başlar. Sadece bilgisi ve şiirleri ile değil, İslam’a
getirdiği farklı, ilerici modernist yorumla da ilgi çekmektedir. 1957’de,
MDH’nin ülke çapındaki şubelerine saldırılar başlar. Meşhet MDH’nin 14 ileri
geleni tutuklanır, bunların arasında Şeriati ve babası da vardır. Askeri bir
uçakla Tahrana götürülürler, Musaddık’ın politikasını sürdürmekle
suçlanmaktadırlar. Bir ay sonra Şeriati serbest bırakılır. Bu sıralarda bütün
İran’da, gençliğin anti-emperyalist ve milliyetçi duyguları sistematik bir
şekilde bastırılmaktadır. Parlamenter demokrasi kısa ömürlü olmuş, bağımsız ve
müreffeh bir İran için bütün umutlar kaybolmuştur. Şeraiti
bir yandan MDH’nin yeraltı faaliyetlerine katılırken, bir yandan da düşünsel
olarak “Ben
kimim?” sorusuna cevap aradığı ikinci bir
kimlik bunalımı, bir özeleştiri ve kendini yenileme dönemi yaşamıştır.
Musaddık’ dan çok etkilenen (1975’te şiirsel bir yazısında Musaddıkdan
“liderim” olarak söz edecektir) ve hareketinin başarısızlığı ile büyük düş
kırıklığına uğrayan Şeriati, hayatının diğer bölümünde demokrasi ve özgürlüğe
karşı bir tavır alacaktır. Musaddık ve özgürlüğe karşı büyük sevgi beslediği
halde, zayıf bir siyasi sistem olan parlamenter demokrasinin gelişmekte olan
ülkeler için uygun olmadığına karar verir.9
Rahnema’ya göre, Musaddık darbesinde
ABD’nin oynadığı rol ve Behbahani, Kaşani gibi Ayetullahların işbirlikçi
tutumu, İran gençliğini emperyalizmin tarihsel tutumunu, monarşik
diktatörlükleri ve ulemanın işbirlikçiliğini açıklayabilen ve bu üçlüye karşı
mücadeleyi öngören bir ideoloji olan devrimci komünizme yöneltir.
Mustafa Tahir’e göre, “Zer, ekonomiyi,
iktisadi güçlülüğü; zor, hükümeti, baskıyı; tezvir ise, halkı uyutmayı, din ya
da başka şeyler adına insanı aldatmayı ifade etmektedir. İnsan, insanlığına
kavuşmak için bu üç şeyle mücadele etmek durumundadır. Şeriati der ki,
Şeriati, üniversitede aynı bölümde
okuduğu Puran Razavi ile tanışır. Puran’ın erkek kardeşlerinden birisi, darbe
sonrasında anti-Amerikan bir gösteride polis kurşunu ile vurulmuştur ve ismi
Şaha karşı öğrenci hareketinin ilk şehidi olarak saygı görmektedir. 15 Temmuz
1958de Meşhet’te evlenirler. Bu evlilikten birisi erkek dört çocukları
olacaktır. 5 ay sonra üniversiteden büyük bir başarı ile mezun olur ve yurtdışı
bursuyla ödüllendirilir. Nisan 1959da Paris’e gider, eşi ve yeni doğan oğlu bir
yıl sonra onu izleyeceklerdir. Şeriati Paris’e karşı bir nefret ve aşk ilişkisi
duyacaktır. Bir yandan kentteki ahlaki yozlaşma, kumarhaneler, kabareler,
buralardaki kadınların durumu onu iter. Bu açıdan Şeriati Avrupa’yı bütün
kültür ve kişilikleri yutan, onları hazmedip manevi değerlerinden vazgeçirip
ahlaksız, zevk düşkünü, tüketici materyalistlere dönüştüren, acımasız bir demir
canavara benzetir. Bu şer merkezinde, ahlaki ve manevi değerlerini kaybetme
korkusu duyar.12 Diğer yandan ise, eğitim kurulularının alçakgönüllü
aydınlarında somutlaşan toplumsal uyanışın ve entelektüel aydınlanmanın
Paris’ine hayrandır. Daha sonra Fransız hocalarından ve ustalarından büyük bir
saygı ve minnetle söz edecektir.13
Paris’te Batı modernizasyonunun
körleştirdiği 3.dünya aydınları ise, Şeriati’ye göre aynı saygıyı hak
etmemektedirler. Batılı burjuva düşüncesini benimseyen ve evlerine
döndüklerinde Batı modelini olduğu gibi uygulamaya çalışan bu aydınlar, ona
göre emperyalizmin ve kolonyalizmin Truva atları olarak ülkelerinin dışa
bağımlılığının ve az gelişmişliğinin daha da artmasına hizmet etmektedirler.14
Şeriati ilerde, Batı’da eğitim almış
3.dünya aydınlarını ikiye ayıracaktır. Kendi kültürel ve tarihsel değerlerini
tamamen terk ederek Batının ideal ve değerlerini benimseyenler asimile
olanlardır. Şeriati, kendi kültürel miraslarını, geleneksel yaşantı ve
düşüncelerini modernde ve medeniyet önünde engel olarak gören bu kişileri aydın
olarak nitelemez. Bu çerçevede, İranlı bir “asimile” için İslam geleneği de
geçmişin bir ürünü ve ülkesinin geri kalma nedenlerinden birisidir.
Şeriati’nin, Seyyid Hasan Takizade’nin, “Bu ülkedeki yabancılara (Batıklara)
teslim olmalı ve tepeden tırnağa yabancı (Batılı) olmalıyız” sözlerine tepkisi
büyüktür.15 İkincisi, gerçek aydınlardır. Bunlar, peygamberlerin
misyonunu vahiy çağından sonra akıl çağına taşıyarak onların izlerinden giderek
insanlara bilinç aşılayanlardır. Bu gerçek entelektüellerin, kitleleri içinde
bulundukları koşullar konusunda aydınlatma ve başkaldırmalarını sağlayacak
bilince ulaştırma misyonları vardır. Bunun için de, kitlelerle ortak bir dile
sahip olmaları gerekir ki, bu da ancak kitlelerin inanç sistemini derinlemesine
anlamakla mümkün olabilir. Bu, Şeriati’nin kendisinin de bir örneği olduğu
Müslüman aydın modelidir.16 Ancak modern aydınların gözünde İslam,
batıl inanç, uyuşukluk, takiye, kurulu düzen savunuculuğu ve ulemanın
gericiliği ile özdeşleşmişti. Şeriati bu nedenle, İslam’ın eylem için ilerici
bir araç olduğunu kanıtlamak zorundaydı. Böylece İslam’ın, “gerçek mesajını
(bağımsızlık, özgürlük, eşitlik) maneviyatçılığa vurgu yaparak açıkladı ve
siyasi baskıya ve ekonomik sömürüye cevaz veren gerici İslam’dan ayırdı.”
1960’larda 3.dünya entelektüelleri
arasında yangın bir yabancı düşmanlığı varken, İranlı Müslüman entelektüelin
prototipi olan Şeriati, Batılı hocalarının ona olan katkılarını hiçbir zaman
inkâr etmedi. Pek çok şeyin yanında Batılı eğitimi, onun Şii olmayanların
Şiiler hakkındaki yorumlarından haberdar olmasını sağladı. Bu onun Şiilik
anlayışını, İran’daki resmi Şiilik anlayışından çok farklı bir boyuta taşıdı.
İslam hakkındaki yazıların içeriği ve mesajı ile ilgileniyordu, Şiiler
tarafından yazılmamaları önemli değildi. Bir reformist olarak, İslamologların
İslam’ı, egaliteryan, humanistik, mistik, isyankâr yönü ile tanıtan
analizlerine değer verdi. Şii ulemanın benimsemediği bu kaynakları kullanması,
onları çileden çıkardı, Sünni ve Vahhabi olarak suçlanmasına neden oldu.
Şeriati İslam’ı sadece Şii olmayanlardan değil, Müslüman olmayanlardan da
öğrenmelerini öneriyordu. 17
Ulema tarafından ona karşı pek çok
kez kullanılacak olan “İdollerim” başlığını taşıyan makalesinde, Batılı
hocalarını övüyordu. Bunların başında ünlü Fransız Katolik İslamolog Louis
Massignon geliyordu. Şeriati hocasını, “dahi”, “mükemmel insan”,
“katıksız iyi, saf ve muhteşem bir ruh” gibi ifadelerle tanımlıyordu.
1960-62 yılları arasında onun araştırma asistanı olarak çalışmıştı ve bu dönem
onda çok önemli değişimlere yol açmıştı. Nasıl ilk gençliğinde Mevlana onun hayata bakışını
değiştirdiyse, Massignon da erken olgunluk döneminin hocası oldu. Şeriati,
“Bana görme sanatını öğretti” der.
Paris’te iken kitaplarını Farsçaya
tercüme etmeye başlar. Şeriati’nin çok etkilendiği bir diğer Batılı ise,
tanınmış sosyolog George Gurvitch idi. Paris’te kaldığı 5 yıl boyunca
konferanslarına büyük bir istekle katıldı. Bu Yahudi, eski komünist, militan
Rus göçmeninin (Stalin ile ters düşerek ülkesinden kaçmıştı) teorilerinden,
yaşam tarzından ve hayatı boyunca adaletsizliğe karşı verdiği mücadeleden çok
etkilenmişti. Bir anlamda onda Batılı Ebu-Zer’i keşfetmişti. 1972’de babasına
yazdığı bir mektupta, Gurvitch’in hayatı boyunca faşizme, Stalin diktasına,
Cezayir’deki Fransız kolonyalizmine karşı verdiği mücadele ile Şiiliğin ruhuna,
hiç böyle mücadeleler vermemiş olan (İran’ın önemli Merce-i Taklid’lerinden)
Ayetullah Milani’den daha yakın olduğunu yazarak, Şiiliğin biçimi ve özü
arasında bir ayrıma gidecekti.
Franz Fanon ona 3. dünya
dayanışmasını ve enternasyonalizmini, Avrupa modeli gelişmeyi reddetmeyi, “yeni
bir fikir” ve “yeni bir tarih” üzerinde “yeni bir insan” oluşturmak için 3. bir
dünyanın gerekliliğini öğretti.18 Cezayir Bağımsızlık mücadelesinin
ideologu olarak tanınan ve diğer 3. dünya bağımsızlık hareketlerinin de izinden
gittiği, kolonyalizmin boyunduruğundan kurtulmak için şiddeti kutsayan Fanon,
Şeriati üzerinde derin izler bıraktı. Şeriati, “Ölen Kolonyalizm” kitabına
Fanon’un bir önsöz yazmasını ister, bu hiçbir zaman gerçekleşmez ancak
anti-kolonyal savaşta İslam’ın rolü hakkında mektuplaşırlar. Fanon, İslam’ı 3.
dünyanın kendi kimliğini ve bağımsızlığını keşfetmesinde bir çıkış noktası
olarak görmüştür. Şeriati
pek çok yazısında, sonuç bölümünü Farsçaya çevirdiği Fanon’un “Wretched of
the Earth-Yeryüzünün Lanetlileri” kitabına göndermeler yapmıştır.
Şeriati, derslerine katıldığı Jacques
Berque’den dini sosyolojik açıdan görmeyi öğrendi. Paul Sartre’ın eserleri ona
insanın özgür olması ve her türlü baskıya karşı çıkması gerektiğini öğretti.
Jean Cocteau insan ruhunun ne kadar gelişip, çiçek açabileceğini, gösterdi.
Alexis Carrel’in çalışmalarından bilim ve inancın bir arada olabileceğini
öğrendi. Carrel’in Nobel Ödülü, onun için bir kişinin bilimsel olabileceğini
ancak bunun bilimin açıklayamadığı metafizik güçlere inanmasını
engellemeyeceğini ve dinin sadece batıl inançla bağlantılı olduğu tezinin
yanlışlığını ortaya koyan bir kanıt gibiydi.19 Paris’e yeni
gittiğinde Carrel’in “Dualar” kitabını bularak çevirmeye başladı, daha sonra
Carrel ve Max Planck’ı bilim adamlarının maneviyata eğilimli olmalarına örnek
olarak verecekti.20
Şeriati’nin Paris’te hareketli bir
siyasi hayatı da olmuştu. Musaddık yanlısı İranlı öğrenciler ve Cezayir Ulusal
Bağımsızlık Cephesi (FLN) yanlıları ile yakın temastaydı. İranlı öğrenciler ile
İran’da ne yapılması gerektiğini tartışıyordu. İranlı Öğrenciler
Konfederasyonuna katıldı. Ulusal Cephe ile bağlantısını korudu. Mehdi
Bazergan’ın ve diğer İslamcı aydınların, İran Özgürlük Hareketi ile yakın
bağlantılar kurduysa da Rahnema’ya göre, aksi yöndeki iddialar da olmasına
karşın, hiç bir zaman üyesi olmadı. Musaddık yanlısı muhalif yayın organlarına
çokça yazdı. Genellikle mahlas kullanıyordu,
bunlardan birisi isminin harflerinden oluşan Şem idi. Bu mahlas üzerine, Fransızca mum anlamına gelen
Chandel isimli kurmaca bir karakter inşa etti. Prof.
Chandel, mükemmel bir düşünür ve müçtehit idi ve Şeriati’nin Toplu Eserlerinde
yansıttığı bütün görüşlerini savunuyordu. 1962’de Ulusal Cephenin Avrupa’daki
ilk kongresinden sonra, yayın organı “İran-e Azad-Özgür İran” m editörü oldu.
1962-63 yılında zamanının büyük
bölümünü İran rejimine muhalefet çalışmaları ile geçiriyordu. FLN’nin strateji
ve taktikleri ile askeri kanadı ALN’nin (Cezayir Ulusal Kurtuluş Ordusu)
başarılarından etkilenen Şeriati, silahlı eylemin gerekliliği konusunda ikna
oldu. Bu, kendisini davaya adamış, iyi eğitilmiş, profesyonel, örgütsel
bağımsızlığa sahip, yeraltında faaliyet gösteren küçük bir devrimci grup
tarafından gerçekleştirilmeliydi. İran Özgürlük Hareketinin ABD’deki
temsilcilerinden (devrim sonrasının ileride değineceğimiz dışişleri bakanı)
İbrahim Yezdi’ye yazdığı bir mektupta, Şah rejiminin silahlı mücadele ile
devrilmesi için özel bir birim kurulması gerektiğini savunuyordu. Bu birimin
üyelerini yurtdışındaki İranlı militan entelektüeller oluşturacaktı. FLN’nin, 1945’te
Mısır ve Avrupa’daki bütün Cezayirli öğrencileri geri dönüp dağlara çıkmaya
çağırması stratejisi izlenecekti. Bu çerçevede Şeriati arkadaşlarına, bölgedeki
ilerici bir ülkede düzenlemeyi planladığı eğitim kampına hangi tarihte
katılabileceklerini dahi sorar.21 Fakat Şeriati’nin
entelektüellerden devrimci bir öncü hareket oluşturma fikri gerçekleşmez, hem
entelektüellerde bunun için gereken istek yoktur, hem de Şeriati İran’da devrim
için objektif koşulların oluştuğu tezinden vazgeçmiştir. 1963 Haziranında,
Tahran’da Humeyni’yi ana muhalefet figürüne dönüştüren olaylar gelişirken, o
Paris’tedir. İslamcı hareketi, rejim karşıtlığı ve İslami özelliği nedeniyle
desteklemektedir. “Musaddık ulusal lider, Humeyni dini lider” başlıklı bir
makale yazar ama Avrupa’daki Ulusal Cephe yöneticileri .“Musaddık tek ulusal
liderdir” diyerek yazıyı reddederler.22
Siyasi çalışmalara çok fazla vakit
ayıran Şeriati, Sorbonne Edebiyat Fakültesini güçlükle bitirerek 1964’te ailesi
ile birlikte İrana dönmek üzere yola çıkar. Türk-İran sınırında, yurtdışında
iken rejime muhalefet ettiği gerekçesiyle tutuklanır, 1.5 ay sonra serbest
bırakılacaktır. Şeriati bundan sonra, kalan 13 yılını radikal bir İslamcı
ideoloji oluşturmaya adayacaktır. İlk 3 yılı büyük bir düş kırıklığı içerisinde
geçer, mesajlarını ulaştırmak için üniversite kitlesine ihtiyacı vardır ama
bütün çabalarına karşın bir üniversitede iş bulamaz. Meşhet civarında lise
öğretmenliği yapmaktadır. İranlıların siyasete karşı ilgisizliği de, onun için
ayrı bir düş kırıklığı nedenidir.
Massignon’un, Hz. Muhammed
salla’llâhu aleyhi ve sellemin yakın çevresinden bir İranlı olan Salman
halikındaki kitabını Farsçaya çevirir. Kevir (Çöl) isimli otobiyografik
kitabı da, aynı dönemin ürünüdür. Kevir, şiirsel bir dille yazılmış, “Samimi,
cesur ve açık bir psikolojik değerlendirmedir... Bu mistik çalışma Şeriati’nin
bir sufı olarak kendi içindeki bilgiyi arama yolculuğu hakkında da ipuçları
vermektedir... Şeriati’nin kendisini bir 20. yüzyıl Mesih’i olarak gördüğü
yolundaki inancını yansıtan çok önemli bir belgedir.” 23
Rahnema’ya göre, Şeriati’nin
kendisine biçtiği misyon, emperyalizm ve kolonyalizm çağında ekonomik, siyasal
ve kültürel baskı altındaki halkını uyandırmak ve özgürlüğüne kavuşturmaktır.
Düş kırıklığını ve bunalımını Mesihi bir misyona dönüştürmek için kendine özgü
sufızmi kullanmıştır. Şeriati’nin manevi gücünün kaynağı olan Kevir’de,
içerdiği bütün olumsuz duygulara karşın tünelin ucunda ışık vardır. Kitap, sadece
onun devrimci misyonuna meşruiyet kazandırmakla kalmayıp bu misyonun başarısını
da müjdeler. Daha sonra eserleri arasından ikisini seçmesini söyleseler,
kendisi için Kevir’i halkı için ise “İslam Şinasi-İslamoloji” yi seçeceğini
söyleyecektir.24
1967’de nihayet Meşhet
Üniversitesinde bir tarih öğretmenliği bulur, dört yıl sürecek bu dönemde
giderek artan bir popülariteye sahip olacaktır. Dersleri kısa sürede büyük bir
ün kazanır. Batılı akademik jargona olan hâkimiyeti onu her şeyi bilen süper
bir hoca statüsüne yükseltmiştir. Üstelik sosyal ve ekonomik sorunları İslami
terimlerle açıklamakta ve bunlara İslami çözümler sunmaktadır. Alışılmamış
öğretme yöntemleri, çekici üslubu ve konuşmalarının zengin içeriği izleyenleri büyülemektedir.
Üniversite kampüsü Şeriati modeli; peş peşe sigara içen, dalgın, isyankâr
filozof, gençlerle dolmuştur. Böylece ilk hedefi olan, geleceğin muhtemel
İslamcı entelektüellerinin ilgisini çekmeyi başarmıştır. Onlara, inancı ne
olursa olsun İrana siyasi ve sosyal değişim getirmeyi amaçlayan militan
entelektüelin, dini mirasını öğrenerek onun dili ile konuşması gerektiğini
göstermeye çalışır. Eğer, ortak dil, tarih ve kültürü paylaşmazlar ise, sosyal
ve ekonomik sorunları ve çözümlerini kitlelere anlatmakta başarısız
olacaklardır.
Şeriati’ye
göre, İran halkının ortak kültür, tarih ve dili İslam’dadır.
İslam öncesi tarihi de parlaktır ama kitleler tarafında çoktan unutulmuştur.
Dolayısıyla otantik İran kimliği, İslam ve Şii’dir. Başarılı olmak isteyen
militan entelektüeller, İslam’ın dilini, sembollerini, kodlarını,
kahramanlarını ve nihayet ideolojisini değişim için bir araç olarak kullanmak
zorundadırlar. Fakat öncelikle, İslam ideolojisinin saf hale getirilmesi ve
sadece kaderci bir ahret ideolojisi olmaktan çıkarılarak, hem bugünle hem de
ahretle ilgili isyancı bir düşünce akımı haline getirilmesi gerekmektedir.
Bunun için de bir İslam Rönesans’ı gerçekleştirilmelidir. Şeriati bu misyonu
yüklenmiştir.
1969 Ocak’ın da, “İslam Şinasi” basılır. Önsözünde, “1924’te Osmanlı
İmparatorluğu yıkıldı ve İslamiyet büyük bir darbe yedi” diye yazar. İranlı
Marksist ve entelektüellerin, “Osmanlı İmparatorluğunu çok büyük bir
imparatorluk olarak mı kabul ediyorsunuz?” sorusuna “Benim onların zulmüyle işim yoktur, yalnız
bildiğim bir şey var ki Avrupa’da Allahu Ekber sesi vardı. Ben bunu takdir
ediyorum Osmanlı’da. Dünyada İslam’ın bir azameti vardı,” cevabını verir. 25
Kitap, İslam tarihi hakkındaki konferanslarının bir derlemesidir ve Şeriati’nin
daha sonraki hayatı boyunca savunacağı fikirlerin işaretleri de bulunmaktadır,
önce, Batının asimile ettiği entelektüellere daha sonra ulemaya çatar. Kitabın,
İran’da bilimsel ve analitik İslam anlayışına doğru atılmış ilk adım olduğunu
savunur. “Orijinal İslam” olarak isimlendirdiği ve ilk İslam kaynaklarına
dayandırdığı bu İslam’ı, var olan İslam’dan ayırır. Şeriati’nin gönderme
yaptığı ilk kaynaklar, Kuran, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem ve Şii
imamlarının sünneti ile 4 halifenin icraatlarıdır. Ulema, sadece Şii kaynakları
kullanmadığı için (geleneksel Şii düşüncesi Hz. Ali dışındaki halifeleri kabul
etmez) onu çok ağır bir şekilde eleştirecektir. “İslam Şinasi”, Rahnema’ya göre
Şeriati’nin akademik ve iyi belgelenmiş az sayıdaki eserlerinden birisidir.
Çünkü gençlerden öylesine büyük bir ilgi görmüştür ki, bu kitaptan sonra
akademik araştırmalarını bırakıp propaganda faaliyetlerine ve konferanslara
ağırlık vermiştir. Bunu eleştirenlere, sosyal ve ekonomik sorunlara çözüm
bulmak için akademik araştırmalar yapmanın sadece zaman kaybı olacağı cevabını
vermiştir.26
Kitap üç amaca hizmet etmiştir.
Öncelikle ideal ve orijinal İslam olarak, modern, eşitlikçi ve demokratik bir
İslam sunmuştur. İkincisi, ideal İslam’a ulaşılmasının önündeki engelleri
tanımlamıştır. Üçüncü olarak ise, bu engelleri aşmanın niçin tevhide inanan
gerçek Müslümanların yükümlülüğü olduğunu açıklamıştır. İslam’ın, aksine
iddialara karşın, en başından beri modern kavramlarla uyumlu olduğunu
kanıtlamayı amaçlamıştır. Mesela, Hz. Muhammed salla’llâhu aleyhi ve selleme
dayandırarak, İslam’a göre akıl ve dinin eşdeğer olduğunu ileri sürer. Kuranın,
evrimin çeşitli nosyonlarını açıkladığını, dolayısıyla Darwin’in evrim
teorisinin İslami açıdan savunulabilir olduğu tezini ortaya atar.
Siyasi açıdan, İslam’ın demokrasi
üzerine inşa edildiğini, “şura” ve “icma’nın bunun örnekleri olduğunu,
“içtihat” ın ise, düşünce, ifade ve din özgürlüğünü içerdiğini vurgular. İdeal
İslam ekonomisi şu özelliklere sahiptir, “eşitlik, sömürünün yasaklanması,
sınıflı toplumun oluşmasının engellenmesi ve tüketimde mükemmel eşitliği
sağlayan bir ekonomik sistemin uygulanması.” İslam felsefesi konusunda ise,
bireyin hem özgür hem kısıtlı olduğunu belirtir, özgür iradeye sahip olmakla
birlikte determinizme tâbidir. Determenistik çerçeve, sosyal ve tarihi gelişim
sürecini yöneten genel bir yasadır ki, bu Hegelyan bir bakışla ideal veya
kusursuz olana doğru evrilir. Şeriati bunu, “Tarihin insandaki Tanrının
uyanmasına doğru ilerlemesi” olarak tanımlayacaktır. Ona göre, diyalektik dönüşüm
süreci sosyal ve tarihsel gelişim sürecinin anahtarıdır, diyalektik metodu
kabul eder. Tez, anti-tez ve sentez, tarihsel gelişimin genel tabiatını
açıklamak için kullanılabilir. Bu çerçevede, Marksist “tarihsel aşamalar”
önermesini benimser ve halkı tarihsel gelişimin ardındaki gerçek güç olarak
kabul eder.
Rahnema’ya göre, bu bağlamda
Şeriati’nin dünya görüşü çelişkilidir. Çünkü tanrıya inanca ve vahiye dayalı
dini idealizm ile akla ve bilimsel araştırmaya dayalı materyalizmi harmanlar.
Şeriati’nin bu eklektik yaklaşımı, (kökeni Allaha İnanan Sosyalistler
Hareketidir) hem İran’daki komünistleri hem de ulemayı kızdırır. Daha sonra
Şeriati kendi İslam ideolojisini geliştirecek ve İslam doktrininin “geometrik
formunu” eksiksiz bir inanç sistemi olarak formüle edecektir.27
“İslam Şinasi’nin ikinci amacı, Allah’ın düzenine kimlerin karşı çıkarak
insanların mükemmelliğe varmasını engellediğini ortaya koymaktı. Burada
Şeriati, Pehlevi monarşisini ve kurumsallaşmış ulemayı işaret etmekteydi.
Putperestliğin sadece Allah’ın reddedilmesinden ibaret olmadığını, Allah’ın
tekelinde olan eylemleri icra edenlerin kendilerini Allah ile bir tutanların
da, bunun modern bir örneği olduğunu ileri sürdü. Kişi kültü, insana tapma ya
da bir bireyin diğerini gözü kapalı takip etmesi de bir çeşit putperestlikti.
Şeriati, böylelikle monarşiyi isim vermeden hedef gösterse de ulemaya saldırısı
doğrudandı. Ulemanın her dediğine uyan bir kişinin de putperest olduğunu,
İslam’da bir ruhban sınıfı olmadığını çünkü Allah ile kulunun ilişkisinin
doğrudan olduğunu vurgulayarak, kurumsallaşmış dinin, din ve ulema dogmatizmine
yol açacağını belirtti. Son olarak “İslam Şinasî”, Müslümanların niçin
putperestliğe karşı çıkması gerektiğini göstermeyi amaçlar. Şeriati, halkı
değişimin katalizörü olarak tanımladıktan sonra, bu kez halkı adaletsiz
otoriteye karşı çıkması için cesaretlendirmeye girişir. Cehalet, korku ve aç
gözlülük bütün günah ve sapmaların kaynağıdır. “Muvahhit” yani tek tanrılı
birey bu şer üçlüsüne karşı bağışıklığa sahiptir. Çünkü sadece Allah’tan
korkulması ve ona koşulsuz saygı gösterilmesi gerektiğini bilir. Şeriati’nin
muvahhit’i ideal bir İslam devrimcisinin özelliklerine sahiptir; bağımsız,
korkusuz, egosuz, sadece Allah’ın önünde eğilen, güvenilir. Rahnema’ya göre,
Şeriati’nin bu naif genellemesi; reddetme, direnme ve putperest gücün bütün
kaynakları ile (diktatörlük, kapitalist sistem, sisteme dâhil olmuş ulema gibi)
savaşmak için, harekete geçirici bir siyasi davete dönüşmektedir. Şeriati
Müslümanları, bu tarihi ve devrimci olayı gerçekleştirecek biricik sosyal itici
güç olarak nitelendirerek, yüceltiyordu. Çünkü tek tanrıya inananlar olarak
putperestlerle bir arada var olamazlardı. Bu, bütün sahte tanrılara isyan etmek
için bir davetti.28
“İslam Şinasi’nin 1969’da basılması
ile birlikte geleneksel ulema ile ciddi bir çatışma içerisine girdi. İslam’ı
ikiye ayırıyordu. Kurumsallaşmış İslam ve militan İslam. Birincisi, gelirini de
sağlayan mal sahibi sınıfa bağımlıydı, diğeri “dinamik İslam” her türlü
adaletsizlikle savaşıyordu. Kitap, geleneksel ulema tarafından şiddetle
eleştirildi, Şeriati lanetlendi. En büyük düşmanlarından Şeyh Muhammed Ali
Ensari, “İslam ve Şii tarihinde son 1000 yılda Şeriati kadar tehlikeli ve
pervasız bir düşman görülmedi” diye yazdı.29
Haziran 1971’de, Meşhet
Üniversitesindeki görevine son verilince Şeriati Tahrana giderek zamanını
radikal ve modernist bir İslam Üniversitesine dönüştürmeye çalıştığı
“Hüseyniye-i İrşad” Enstitüsünde geçirmeye başladı. Şeriati Paris’ten döndükten
sonra, rejim muhalifi önemli düşünürlerden birisi olan Ayetullah Talekani ile
din ve sosyal bilimleri yeni bir bakış açısıyla öğretecek böyle bir enstitü
kurmak için çalışmalara başlamıştı. Enstitü kapatılıncaya dek de birlikte
çalıştılar.30
İkisi arasında yakın bir ilişki
olduğu ve Şeriati’nin, Telekani’nin görüşlerinden çok etkilendiği belirtilir.
Hüseyniye-i İrşad, cami yerine konferans salonu yapmak fikri ile bir binanın 2
bin sandalyeli büyük bir salona dönüştürülmesiyle ortaya çıkmıştı. İsmi de rüşd
(aydınlanma) yeri anlamına geliyordu. Şeriati’nin Cuma akşamları verdiği
konferanslara halkın ilgisi büyüktü. Önce İslam Şinasi (yani İslam’ı tanıtma)
derslerine başladı, her dersine yaklaşık beş bin kişi katılıyordu. Ülkenin dört
bir yanından, köylerden, şehirlerden geliyorlardı. Savak ajanları camilerde,
dersleri izleyen genç Müslümanlarla Mollaların arasını açmak için, “Şeriati
Sünnilik ve Vahhabiliği anlatıyor” diyerek anti-propaganda yaptılar ama
halk pek etkilenmedi. Her konferansı 4-5 saat sürmesine karşın halk sonuna
kadar dinliyordu. Şeriati hızla konuşuyordu. Niye diye soranlara, “Çünkü
vakit yok” cevabını veriyordu. Tahran’da kalacak paraları olmadığı halde
uzaktan gelip gece tekrar dönen yoksul gençlere Şeriati, “Benim ümidim
sizsiniz” diyordu. 31 Yaşanan gelişmeler Enstitüyü giderek daha
radikal ve gençler arasında daha popüler hale getirecekti. O yıl, Şah kontrolü
tamamen ele geçirebilmek için olağanüstü baskı yöntemlerine başvurdu. İran’ın
2500 yıllık monarşisinin kutlandığı muhteşem törenlerde dünyaya Pehlevi
hanedanının 2500 yıllık Pers uygarlığının bir mirasçısı olduğu mesajını vermek
istedi. 8 Şubat 1971’de, Marksist-Leninist Halkın Fedaileri örgütü bir jandarma
karakoluna saldırdı. Saldırıya katılanlar uzun çatışmalar sonucunda yakalanarak
kurşuna dizildiler. Küba ve Çin devrimi taktiklerini uygulayarak kırsal kesimi
Şaha karşı ayaklandırma denemesinin İran’ın koşullarına uymadığı böylece ortaya
çıkmıştı. Yaz sonunda örgüt baraj, elektrik santrali gibi stratejik hedeflere
saldırmaya başladı. Bunların sonucunda 105 kişi tutuklandı ve 1972 baharından
örgütün kurucuları idam edildi.
Şeriati, o dönemde İran’daki gerilla
grupları arasında popüler olan, terörü kullanarak profesyonel öncü gruplarla
devrimi gerçekleştirme teorisine inanmıyordu. Ona göre, henüz devrim için
gereken sübjektif sosyal koşullar oluşmamıştı. Fakat hep karşı olduğu Pehlevi
rejimini hedef alan gerilla saldırılarına da kayıtsız değildi. Üslubu giderek
radikalleşiyordu, öldürülenler ve hapsedilenler arasında arkadaşları da vardı.
Özellikle Halkın Fedaileri örgütünün kurucuları Meşhet’ten yakın
arkadaşlarıydı. Operasyonlara başlamadan önce konuşmuşlar ama anlaşamamışlardı.
Şeriati, devrimci bir İslam ideolojisinin halk arasında tam olarak
benimsenmeden harekete geçilmemesi gerektiğini düşünüyordu. Ancak gerilla
saldırıları, baskı ve arkadaşlarının birer birer ölümü Şeriati’nin üslubunun
daha da radikalleşmesine neden oldu. İmam Ali gibi bir Mesih ve liderin gelip
halkı kılıcıyla kurtararak, yeniden gerçek İslam düşüncesi üzerine adaletli bir
sistem kurmasına gerek olduğunu söylüyordu, özellikle 13 Kasım 1971’de, bir
yandan gerilla saldırıları sürerken yaptığı, “Şii olmanın getirdiği
sorumluluklar” başlıklı ünlü konuşmasında; Alevi (Hz. Ali’nin peşinden
gidenler anlamında) Şifleri olarak tanımladığı devrimci Şiflerin sorumlulukları
olduğunu, canlarına mal olsa da, baskıya, sömürüye, despotluğa, haksızlığa, bir
sınıfın yönetimine, pragmatizme, cahillik ve korkuya karşı çıkmaları
gerektiğini vurguladı. Böylece Şah’ın devrilmesi için açıkça çağrı yapmış
oluyordu. Aynı konuşmasında İmam Hüseyin’in, adaletsizliği temsil eden Yezid
yönetimine karşı savaşmak için hayatını feda ettiğini hatırlatarak sonradan çok
ünlenecek olan sloganını ilk kez telaffuz etti, “Her ay Muharrem, her gün
aşure, her yer Kerbela.” Böylece Şii kültürünün motiflerini kullanarak,
Şaha karşı kutsal bir savaşa girişme zamanının geldiğini ilan ediyordu.
Sekiz yıl sonra devrim sırasında
milyonlarca İranlı meydanlarda bu sloganı haykıracaktı. 19 Kasım 1972’de,
Şeriati’nin silahlı mücadelenin Şii İslam’ına uygun bir strateji olduğunu
söylemesinden üç hafta sonra, “Hüseyniye-i İrşad” güvenlik güçlerince
kapatıldı. Bu, Enstitü ve Şeriati hakkında on kadar kitap yazan ulemanın
zaferiydi. Merce-i Taklid Ayetullah Hoi, Ayetullah Milani, Ayetullah Rohani,
Ayetullah
Hüseyniye-i İrşad toplantılarına
Halkın Mücahitlerinin pek çok üyesinin düzenli katılımı, yönetimi Şeriati’nin
örgütle yakından bağlantılı olduğuna ikna etmişti. Tutuklanacağını anlayan
Şeriati saklandı. Ağustos 1973’te babası ve kayınbiraderi tutuklanarak Şeraiti
teslim oluncaya kadar serbest bırakılmayacakları açıklandı. Bir ay süren
pazarlıklardan sonra Şeriati teslim oldu. 18 ay işkenceleri ile ünlü hapishane
Komiteh’de hücre hapsinde tutuldu. Genellikle, siyasi mahkûmların burada
tutulduktan sonra televizyonda yayınlanan ustaca kotarılmış mülakatlarla
davalarını reddetmeleri sağlanırdı. Şeriati, bütün baskılara karşın bunu
yapmayı reddetti.
Şeriati’nin hapishane günleri
hakkında çevresindekilere şunları söylediği ileri sürülür,
“Bana
ruhen işkence ediyorlardı, hiç fiziki işkence yapmadılar. Dünya Kızılay
Teşkilatından gelip, bana bakıyorlardı, işkence izi bulamıyorlardı. Hâlbuki
benim odam işkence odasının yanı idi. Kulağıma 24 saat işkence sesleri
geliyordu. İşkence ettikleri kişiler bağırıyordu ve hepsini çok net duyuyordum.
Bana işkenceyi bu şekilde yapıyorlardı... Bir defasında bir genç kıza işkence
ediyorlardı ve bana küfrederse bırakacaklarını söylüyorlardı. Devamlı
vuruyorlardı kıza, bütün sesleri duyuyordum. Fakat kız bana küfretmedi,
işkencelerle şehit oldu. O zaman kendimi çok alçak biri gibi hissettim, çok
yıprattı beni. Demek dedim bu gibi insanlar var, bir defa küfretmemek için
hayatını veriyor. Düşmana zerrece bilgi vermiyor, yardım etmiyor. Çok etkiledi
beni, yetiştirdi bu olaylar... Orada yapılan işkencelerle tedirgindim, çok
sıkılıyordum. Hatta bir gün öyle bir duruma geldim ki, içimden ajanları
çağırıp, gelin ne istiyorsanız söyleyeyim, diyesim geldi. Benden, eski günler
için pişman olduğuma dair bir yazı istiyorlardı. ‘Gençliktir, eski günlerde
demişimdir, dediklerime pişmanım de bitsin,’ diyorlardı. O anda hemen namaza
durdum. İyice bunaldığım an hemen namaza dururdum. İşkencelerin etkisinden
kurtulmak için bunu yapardım. Namaza durdum ve tahiyyata ve selam vaktine
geldiğimde gördüm ki ben yalnız değilim. Es’selamü aleyke eyyühennebiyyü
verahmetullahi ve berekatühü... dedim, yalnız olmadığımı gördüm. Gerçekten bir
Müslüman, akıllı bir Müslüman yalnız olsa selam vermez, mademki ben selam
veriyorum, Peygamber oradadır, orada durmuş ben onunla selâmlaşıyorum.
Es’selamü aleyna ve ala ibadillahissalihin... Selam size ve bütün salih
insanlara... Onlar da benimleydi. Es’selamü aleyküm verahmetullah, selam bütün
tabiata ve insanlığa. Okudum durdum, güçlendim, yalnız değildim. Yeni bir hayat
kazandım ve yoluma devam ettim.” 33
Mart 1975’te, mahkemeye çıkmadan
serbest bırakıldı. Bunda, Şeriati’nin Paris yıllarından arkadaşı Cezayir
Dışişleri Bakanı Abdülaziz Buteflika’nm aracılığının etkisi olduğu söylenir.
Şeriati hapisten çıktıktan sonra sıkı gözetim altına alındı, kitapları
yasaklanmıştı ve onları bulundurmak bile tutuklanma nedeniydi oysa bu daha çok
okunmalarını teşvik etti. Hapishanede geçirdiği günler, onu “romantik bir
reformist” olarak gören devrimciler arasında bile prestijini arttırmıştı.
Şeriati’nin “ismini lekelemek isteyen” yönetim, 1967’de yayınlanmış Marksizmi
sorgulayan bir yazısını Kayhan gazetesinde, “Marksizm İslam’a Karşı” başlığı ile yeni
yazılmış gibi yayınladı. Bu numara büyük ölçüde etkili oldu çünkü Şeriati bunu
yalanlayabilecek imkânlara sahip değildi, zamanını yazarak ve Tahran
gecelerinde gizlice küçük gruplarla sohbet toplantıları yaparak geçiriyordu.
Ocak 1977’de, geleceğin İran İslam
Cumhuriyeti dini lideri Ali Hamaney ve ideologu Ayetullah Motahari ve Fahreddin
Hicazi ile bir grup öğrencinin önünde ilginç bir toplantı yaparak, dönemin
sorunları üzerine konuştu. İslam’ın anti-emperyalizm ve kapitalizm ile uzlaşmaz
çelişkileri olduğunu ancak Marksizmle olan çelişkilerinin uzlaşabilir olduğunu
söyledi. Dolayısıyla emperyalist cephe düşman, Marksist cephe ise rakipti. Bu
bağlamda, İslam ideolojisini temel alan bir “İslam Manifestosu” nun ilanını
önerdi. Hayatının geri kalan kısmını bu misyona, yeni bir İslami dünya görüşü
hazırlayıp sunmaya adayacaktı.34
Şeriati’nin bu tarihten ölümüne dek
olan dönemde yazıları üç tema üzerinde yoğunlaşır, aşk ve mistizm, özgürlük,
sosyal adalet arayışı. Bu üçlüyü, mistizm, özgürlük ve eşitlik olarak da ifade
etmiştir. Mistizm ona göre insanın özünün doğal manifestosudur ve metafiziğe
ulaşmasına imkân tanır. Bireye, alışılmış olanın ötesine doğru rehberlik
ederek, ilahi manevi mükemmelliğe doğru gelişmesini mümkün kılar.
Siyasi özgürlüğe olan inancına
karşın, bireysel özgürlük konusunda liberal değildir. Özgürlük planlı ve bir
amaca yönelik olmalıdır. Bu, onun “yönetilen demokrasi” anlayışının bir
ürünüdür. Bu çerçevede, Lenin’in devrimci liderlik kavramına sadık kalır. İdeal
devrimci lider halkın devrimci eğitimini üstlenmelidir. Bütün geleneksel
Müslümanlar gibi, bireysel özgürlüğün kısmi bir özgürlük sağlayacağını oysa
amaca yönelik İslami özgürlüğün tüm kısıtlamalardan kurtaracağını savunur. Son
yazıları, kapitalizm ve burjuva değerlerine olan nefretini açıkça ortaya koyar.
Kapitalizm yok edilmelidir, kapitalizm sadece adalet, eşitlik gibi
özelliklerden yoksun olmakla kalmayıp sömürücü ve ahlaksızdır da, tüm gerçek
değerleri yok eder. İnsanı Allah gibi olmaktan alıkoyar. Eşitliği ve sosyal
adaleti sağlayacak sistem sosyalizmdir. Sosyalizm önemlidir çünkü insanı,
“Allah’ın ruhunun taşıyıcısını”, sömürücü özel mülkiyet sahipliği ve mikroplu
burjuva değerleri gibi bandajlardan kurtarır. Şeriati’nin ideal toplumu,
Allah’a inanca dayalı, etik ve manevi değerlerle yönetilen sosyalist ekonomik
sistemdir.35
16 Mayıs 1977’de, Şeriati SAVAK’ı
atlatarak İran’dan çıkmayı başarır. Ali Şeriati ismi ile ülkeyi terk etmesi
mümkün olmadığı için eşi Puran, Ali Mazinani adına pasaport başvurusunda
bulunmuştur. Yaklaşık bir ay sonra bunun farkına varan SAVAK, yurtdışındaki
ajanlarına Şeriati’yi bulmaları ve yakın takibe almaları talimatını verir.
Şeriati önce Brüksel’e ardından Londra’ya uçmuştur. Eşi ve çocukları daha sonra
ona katılacaklardır. Ama sadece iki kızının ülkeden çıkışına izin verilir.
Şeriati kızlarını karşılayarak onları kiraladığı eve götürür, ertesi sabah (19
Temmuz 1977) evin döşemeleri üzerinde cesedi bulunur. Cesedi inceleyen bir
İngiliz kardiyolog kalp krizi teşhisi koyar.
44 yaşındaki bu şüpheli ölümünden,
taraftarları SAVAK’ı sorumlu tuttular. Şeriati’nin, eşinin İran’da bir tür
rehin olarak kalması nedeniyle geçmişte ailesine yapılanları hatırlayıp
muhtemel bir psikolojik şok yaşadığı ve bunun da kalp krizine yol açmış
olabileceği yorumu da yapılmakla beraber, bu güne dek ölümü üzerindeki esrar
perdesi aralanamadı. Dolayısıyla SAVAK’a yönelik suçlamalar da halen
geçerliliğini sürdürüyor. Şeriati’nin cesedini Londrada gören az sayıdaki
kişilerden birisi olan ünlü İranlı düşünür Abdülkerim Suruş ise, yakın zamanda
verdiği bir mülakatta, onun öldürüldüğüne dair herhangi bir işarete
rastlanmadığını ve yapılan otopsi sonucu kalp krizine yenik düştüğü sonucuna
varıldığını belirtti. Şeriati’nin öldürüldüğü yolundaki söylentilerin, o
dönemde Şah’ı karalamak için çıkarıldığına inandığını söyledi.36
Aslında Belçika’dan Amerika’da
öğrenim gören oğlu İhsana yazdığı son mektupta bu yorumu doğrular niteliktedir.
“Anladığım
kadarı ile sona doğru gidiyorum. Kendimde ihtiyarlık ve zayıflığı daha çok
hissediyorum. Bu durumum beni kafesten çıkmaya zorluyor. Buna girişince de
kanatlarım kırılıyor vücudum kan ve yara içinde kalıyor, nefesim kesilerek
düşüyorum. Duvarlar
daralıp, tavanlar alçalıp pencereler sıkıştırdıkça, kaygan bir çukura düşmüş
bir karınca gibi oluyorum. Dertler çok ağırlaşmış, benim harikulade
gücüm tahammül edemez olmuş, dert tanelerini toplamak için sabrım kalmamış ve
yine iç dünyamın dışında her şey, bir takım hederler, siyahlıklar, kirlilikler,
kötülükler, facialar, musibetler, düşüşler, harabeler, sel, deprem, kıtlık,
kölelik, yabancılık, kendinden kopmalık, vesvese... Son olarak (Maurice)
Maeterlinck’ in oğluna yazdığı şiiri, ben de ölüm döşeğimde sana tekrarlıyorum;
Ve sen oğlum
Şimdi
Asayı eline al
Çarıkları giy
Yükünü omzuna al
Ve bu yolu
Benim kaldığım yerden
Devam ettir
Ve sen de hayatının sonunda.. .”37
Ancak eşi Puran, Şeriati’nin bir
kalp krizi ile öldüğüne inanmadığını belirtmiştir. “Benim şahsi görüşüm kocamın
zehirlenerek şehit edildiği yönündedir. Savak Ajanları Ali Şeriati’ye iğne
yaptılar. İğne yaptıklarını kendileri de itiraf ettiler. Fakat onun normal
şekilde öldüğünü iddia ediyorlar. Ortaya böyle bir iddia atılmasının sebebi
cinayetin gizlenmek istenmesi olabilir. Bu konu araştırılmalı.”38
26 Temmuz 1977’de, cenazesi Şam’a
götürülerek mücadelesine büyük hayranlık duyduğu Hz. Zeynep’in türbesinin
yakınlarına gömüldü. Şeriati’ye göre, her devrimin iki yönü vardır, kan ve
mesaj. İmam Hüseyin, şehitliğin ve kanın sembolüdür. Onun devrimci mesajını yaymak
ise Hz. Zeynep’e düşmüştür. Mesajı yayan olmadan tarih, kan ve özveriyi unutur.
Şeriati’nin rolü de Hz. Zeynep’inki ile aynıdır. O kan adamı değil öğretmen ve
vaizdir. Ölümünün 40. gününde Beyrut’ta yapılan anma töreninde Yaser Arafat
şöyle diyecektir, “Dr. Şeriati sadece İranlı bir savaşçı değildir. Bu bölge
ile de sınırlı değildir. O Filistinli, Lübnanlı ve Araptır.
Enternasyonal bir savaşçıdır.” Törene
katılan örgütler, El-Fetih, Emel, Eritre Halk Kurtuluş Cephesi, İran Özgürlük
Hareketi, İran Militan Ulema Örgütü, İranlı Müslüman Öğrenciler Örgütü (Avrupa,
ABD, Kanada) Zanzibar Ulusal Kurtuluş Hareketi, Zimbabwe Ulusal Kurtuluş
Hareketi, Güney Filipinler Ulusal Kurtuluş Hareketi, bu sözlerin kanıtı
gibidir. Tören dünyanın büyük ilgisini çekince bir Şah karşıtı protestoya
dönüştürülür. Şeriati, Humeyni, Musaddık, Teleghani ve Montazari’nin
fotoğrafları yan yana taşınır. Törene İran’dan katılan, Şaha karşı giderek
güçlenen İslamcı muhalefetin Tabatabai, Kutbizadeh, Karazi ve Montazari gibi
liderleri bu momentumu korumaya karar verirler. Paris’teki militan ulema, açlık
grevine başlayarak İran’daki siyasi mahkûmların serbest bırakılmasını talep
eder. Grev, Fransa’da büyük ilgi ve destek görür, o kadar ki İran basınında
bile yer alır. Tahran yakınındaki Rey kentinde 120 kişi bir camide gösteri
yaparak grevi destekler. 10 Ekim 1977’de, İranlı entelektüeller Tahrandaki
Goethe Enstitüsünde Şah rejiminin sansürünü protesto etmek için toplanarak 10
gün boyunca şiirler okuyup konuşmalar yaparlar. Son 50 yılda özgürlük için
mücadele eden İranlı entelektüellere saygı duruşunda bulunulurken anılan
Şeriati de, bir İslamcı entelektüel olarak İran’ın önde gelen modern
entelektüelleri arasındaki yerini almış olur.39
Şeriati, tepkisini çektiği komünist
çevrelerce CIA ajanlığı ile suçlanmıştır. Meşhet Üniversitesindeki
öğrencilerinden İyreç Sağiri’nin anısı bu açıdan ilginçtir, “1970 yılında
Meşhet Firdevsi Üniversitesinde öğrenci idim. Üniversitedeki öğrencilerden biri
bana; ‘Medeniyetler Tarihi bölümüne Dr. Ali Şeriati adında biri öğretim
görevlisi olarak tayin edildi, yarın derse gelecek. Bir CIA ajanıdır, Amerika
tarafından gönderilmiş ve Şah tarafından görevlendirilmiştir. Dikkatli ol, ona
inanma, seni aldatmasın. İran’daki komünizm hareketini yok etmek için
görevlendirildi, hedefi, komünist halk inkılâbını durdurmaktır. Dini değerleri
ön plana çıkartmak suretiyle, Marksist halk devrimini engellemek istiyor,’
dedi. Bu söylentiler yayılmış, üniversitede ona karşı direnişe geçme kararı
almışlardı... (Şeriati’nin) insanları sözleriyle büyüleyerek kendi inancına
çektiğini duymuştum. İnsanın aklını çalıyor, iradesini
elinden alıyormuş. Duygusal yollardan insana her istediğini telkin ediyormuş.
Sonra da insanın ona teslim olmaktan başka çaresi kalmıyormuş. Ben sınıfta
Dr.Şeriati’yi, öğrencilerin gözünden düşürmek için kendi kendime karar
almıştım. Onun hakkında iyilikle söz eden her öğrenciyle tartışıyordum. Ve
sınıfımıza, güzel giyimli, hoş tipli bir adam geldi, çok şakacı ve merhametliydi,
insanı çeken sevecen bir yapısı vardı... Sınıfın en son sırasındaki bir
sandalyeyi orta bir yere çekip oturdum, sakız çiğnemeye başladım. Ama o
anlattığı dersin konusuna öylesine dalmıştı ki gözü beni görmüyordu...
Kendiliğinden beni değiştirmeye başladı. Hakikaten iç dünyamda bir deprem
oluyordu. Kendimden ve yaptıklarımdan utandım, niçin bu denli yanlış ve hızlı
davranmıştım. Bundan sonra Dr.Şeriati’ye yakın olmaya ve bu yanlışımı telafi
etmeye çalıştım.” 40
Şeriati’nin
Mason olduğu da iddia edilmiştir. İslamcı hareketlerin, Masonluk ile yakından
bağlantılı olduğuna dair iddialar ileri süren web sitesi redmoonrising.com, Şeriati’nin ve babasının Mason olduklarım ileri
sürmektedir. Wilhelm Dietl, “Kutsal Savaş” isimli kitabında Masonluğunun
yanı sıra, Muhammed Tâki Şeriati’nin en azından bir kez İngiliz gizli servisi
için çalıştığını da iddia etmektedir. Siteye göre, Şeriati Sorbonne
Üniversitesinde bu bağlantısı sayesinde burs bulmuştur.41
Şeriati düşüncesini bir de Abbas
Manoochehri’nin, “Eleştirel Dini Akıl, Ali Şeriati, Din ve Felsefe Üzerine”
isimli makalesinden özetleyerek incelemeye çalışacağız. Şeriati düşüncesini
yeni İslam düşüncesi temelinde inceleyen Ervand Abrahamian’a göre, Şeriati,
genç kuşak İranlıları sosyal bilimlerden ödünç aldığı Batılı yöntembilim
araçlarını uygulayarak İslam öğretisine yöneltmeye çalışmıştı.42
Fazlur Rahman ise, Şeriati’yi genel İslam düşüncesi çerçevesinde
değerlendirmiştir. “İslam ve Modernite” kitabında, Şeriati’yi modern İslam
tarihinin en önemli düşünürlerinden birisi olarak niteler. Rahmana göre, ilk
kez (11. yüzyılda) İmam Gazali İslam’ı modernize etme girişiminde bulunmuştur.
İkinci girişim ise, Şeriati’ye aittir. İkisinin amacı da, Müslüman toplumunu
eğitmek için yeni yöntemler oluşturmaktır ve yine her ikisi de zamanlarının baş
aşağı olmuş, kurumsallaşmış İslam düşüncesine karşı çıkmışlardır.43
Manoochehri ise, Şeriati’nin
düşüncesini, dini bir bakış açısıyla seküler modern düşünceyi ele alışı
açısından inceler ve onu iki düşünce arasında diyalog başlatan öncülerden
birisi olarak niteler. Eserlerinin içeriğine bakıldığında eleştirel modern bir
İslamcıdır. İslamcı bir düşünür olarak İslam’ı kişisel bir kendini keşfetme ve
sosyal bir kurtuluş kaynağı olarak görür. Makineleşme ve insanın kendine
yabancılaşması gibi temelde modern olan sorunlarla da ilgilenmiştir. Yanı sıra,
“dine karşı din”, “estehmar” (istismar) ve “asimilasyon’gibi kavrayışlarla, hem
geleneği hem de moderniteyi eleştirmiş ve alternatif olarak, eşitlik, özgürlük
ve mistizmin sentezi olan “yapıcı irfan” vizyonunu önermiştir.
Şeriati, öncelikle Habil ve Kabil
örneğine başvurur. Habil ezilenleri, Kabil ezenleri temsil etmektedir. Kabil,
Habil’i öldürerek ailesini kontrol altına almış ve güç kazanmıştır. Dinin de
benzer bir tarihi vardır. Şeriati’ye göre, dini bakış açısının ilk tarihsel
biçimi birlik (tevhit) idi. Bu komün yaşantısıyla uyumluydu. Ancak özel
mülkiyetin ortaya çıkışı ve hiyerarşik sosyal yapının oluşmasıyla, bu yeni
sosyal yapıdaki karşıtlıkları (tezat) haklı kılacak, çok tanrılı bir bakış
açısı oluşmaya başladı.44 İbrahimi tek tanrılılık (tevhit), ateizme
değil, özel mülkiyetin ortaya çıkışı ile ve “Kabil’in yükselişi” ile oluşan çok
tanrılılığa ilk karşı çıkıştı. Dolayısıyla, çok tanrılılık sosyal sınıflaşmanın
dini iken, tek tanrılılık ise dinin başlangıcı değil fakat reoryantasyonu idi
ve çok tanrılılık ile ters düşmesinin nedeni teolojik değil, çok tanrılı sosyal
formasyona sınıfsal hiyerarşi, ırkçılık vb karşı çıkmasıydı. Çok tanrılılık, bir
başkasını baskı altında tutma esasına dayalıyken tek tanrılılık, birlik ve
dayanışma (ittihat) üzerine kurulu idi. Dünyanın doğa, doğa-üstü, madde ve
idea, beden ve ruh ya da bu dünya-öteki dünya gibi kategorilere ayrılmasına
karşı çıkıyordu. Baskıcılık birlik karşıtı, tevhit ise baskıcılık karşıtı
olduğu için, tevhidin sosyal yansıması birliğin diyalektiği idi. İnsan
topluluğu en başında uzaydaki uyumun bir yansıması olan uyumlu bir beraberlik
içerisindeydi. Şu andaki aşamada ise, sosyal gerçek, fiziki dünyanın ontolojik
( varlıkların bir hiyerarşiye göre gruplara ayrılması) temellerini
yansıtmaktadır. Dolayısıyla, tarihte her zaman Habil’in ezilen (Mustazafin)
ailesi ile Kabil’in ezen (Mustakbarin) ailesiki zenginlik, güç ve sahtekârlık
(zar, zor, tezvir) üçlüsü ile sembolize edilmiştir arasında bir çatışma
olagelmiştir. Bu tezat, Kabil’in baskıcı otoritesine bir alternatif olarak
İbrahimi tevhidi ortaya çıkarmıştır.
Şeriati, var oluşçuluk, sosyalizm,
Marksizm gibi kurulu düzene karşı çıkan modern perspektifleri düşman olarak
görmemiş ve anlamaya çalışmış ama onların ateist olmasını eleştirmiştir.45
Moderniteyi eleştirirken de, entelektüel ve objektif boyutlarını analiz
etmiştir. Şeriati, modern hümanizmin ana tezlerini, Yunan mitolojisindeki
entelektüel temellerini tanımlayarak ortaya koymuştur. Yunan mitolojisinin,
insanın insan-dışı güçlerle mücadelesinin getirdiği bir tecrübeden doğduğunu
düşünür. Bu güçlere ilahi özellikler atfedildiği için, insanın yaşadığı zorluklar
bu insan karşıtı tanrıların işi olarak algılanmıştır. Tanrılar ve insan
arasında böyle bir düşmanlık olması Yunan mitlerine göre doğal ve mantıklıdır,
çünkü bu mitlerdeki tanrılar doğal güçlerin yansımasıdır. Tanrılar ve insan
arasındaki savaş, aslında insanın hayatı, kaderi ve istemini kontrol altında
tutan fiziksel güçlere karşı verdiği mücadeledir. Bu da, insanı merkez alan bir
evren anlayışına yol açmıştır.
Yunan hümanizmi, tanrıları
reddederek, onların yönetimini yadsıyarak ve insan ile gökler arasındaki bağı
kopararak insanı doğru ve yanlışın, güzelliğin ölçütü haline getiren ve hayatın
insan gücünü ve mutluluğunu arttıran elementlerine önem atfeden insan merkezli
bir evrene ulaşmaya çalışmıştır. Bu dünya görüşünün oluşmasında etkili olan diğer
bir tarihsel neden ise, Orta Çağlardaki Katolikliktir. Tek din olarak görülen
Hıristiyanlığı, insanlığa karşı bir konuma getirmiştir. Antik Yunan ve Roma’da
geçerli olan, yer ve gökler arasındaki karşıtlığı ve ilk günah ile insanın
cennetten kovulmasının Yunan yorumunu insan çaresiz bir şekilde ilahi güçlerin
gazabına uğramıştır benimsemiştir. Böylelikle kilisenin felsefi pozisyonunu ve
Yunan mitolojik mirasını akılda tutarak, erken dönem modern Avrupa’sındaki yeni
entelektüel hareketler seküler hümanizme yönelmişler ve büyük bir hata
yapmışlardır. Seküler hümanizm görüşünü, orijinal “insan” dininden ziyade
“tarihsel” olanına karşı çıkarak geliştirmiştir. Modern hümanistler, antik
Yunanın mitolojik dünyası ile İbrahimi geleneğin orijinal dünyasını birbirine
eşitlemişlerdir. Oysaki insan ve tanrı ilişkisinin insanın acı çekmesi üzerine
kurulu olduğu Yunan mitolojisinin aksine İbrahimi tevhit, insanlık ve en üstün
güç arasındaki dinamik bir sevgi ve kurtuluş sürecidir. Son aşamasında özel
mülkiyet makineleşmeye yol açmıştır. Yeni bir sosyal düzen olarak 19. yüzyılda
ortaya çıkmaya başlayan makineleşme ise, yeni sorunlara yol açmıştır. Makine,
satışa sunulan bir ürünün çok ötesinde bir modern sosyal biçimlenme ve sosyal
bir görüngü (fenomen) olan makineleşmenin temelini oluşturmuştur. 46
Makineleşme, hayatının her evresini etkilediği Batının da sınırlarını aşarak,
modern hayatın tüm alanlarını kaplamıştır. Bir anlamda makineleşme, özel
mülkiyetin ortaya çıkışı ile oluşan sosyal formasyonun sofistike bir versiyonudur.
Fransız Devrimi’nin ardından burjuvazi, ortaçağ aristokrasisini bir kenara
iterek yönetmeye başlamış ve tüm var oluşu bir kelime ile özetlemiştir,
tüketim. Hayatın amacı tüketimde, maddi ve ekonomik gereksinimlerin
karşılanmasında yatmaktadır. Toplumun maddi gereksinimlerini karşıladığı için
insanın ahlaki bir varlıktan bir tüketim yaratığına dönüşmesi, burjuvazinin
yararınadır.47
Son 150 yılda Batılı olmayan
toplumlar çeşitli sömürü ve müdahalelere maruz kalmışlardır. Emperyalizm
(istimar), tiranlık (istibdat), ekonomik sömürü (istismar) ve kültürel
kolonyalizm (istihmar), 3. dünya halklarında derin yaralar açarak
“modernizasyonun” sözde kaçınılmazlığını meşru kılmıştır. Dolayısıyla 3.
dünyanın modernizasyonu, özel mülkiyet ile başlayıp, makineleşme ile güçlenen
sürecin tarihsel uzantısından başka bir şey değildir. Makinenin zorunlu olarak
ürettiği artı ürün, ulusal sınırların dışına çıkarak dünya pazarlarına açılmayı
gerektirmektedir. 18. yüzyılda kapitalistler makinelerin, teknoloji ve bilimin
kontrolünü ellerine geçirdiklerinden beri insanın kaderi belirlendi. Dünya
yüzündeki her insan, üretilmiş malları tüketmek için bir tüketiciye
dönüştürülmeliydi. Asyalı ve Afrikalılar üretim fazlası Avrupa mallarını
tüketmek zorundaydılar.48
Şeriati’ye göre, “uygarlık” ve
“modernizasyon” arasında fark vardır. Birincisi toplumda uzun bir gelişme
sürecinin ürünü iken, 3. dünya modernizasyonu ilerlemenin uydurma bir
biçimidir. Sonuç olarak, ne modern aklı, ne de kurumsallaşmış gelenek yorumunu
kabul eder. Bu çerçevede, ne “modernist”, ne de “gelenekçi”dir. Şeriati var
oluşsal bir kendini anlama ve sosyal uyum peşindedir, dolayısıyla modern
idealler olan eşitlik ve özgürlük ile otantik dinin özgürleştirici prensipleri
arasında bir birlik için yollar arar. Bu çaba, “yapıcı irfan” olarak
tanımlanabilir. İrfan, var oluşsal bir kendini bilmek, tevhide ulaşmak ve
kişisel düzeyde tevhidi yaşamak için bir yoldur. Şeriati’nin İslam hümanizmi,
insan gerçekliğinin var oluş sancısında insanın kendini bilmesinin bir
sonucudur saklı olduğunu öngörür. Bu sancının yokluğu nedeniyle insanı “Allah
iradesi’ne karşı çıkmaya iten doğal, tarihsel, sosyal ve psikolojik yasalar,
insanın hapishanesidir ve bunlara karşı çıktığı ölçüde Allah ile birleşmeye
doğru gidecektir.49 İranlı Bayazid Bastami bunu, “Yıllarca Allah’ı aradım kendimi
buldum, şimdi kendimi ararken Allah’ı buluyorum” şeklinde dile
getirmiştir. Dolayısıyla Feuerbach’ın materyalist felsefesinin aksine tanrıyı
oluşturan, kendi değerlerini ona atfeden ve ona tapan insanlık değil, fakat
insanlığı meydana getiren, değerlerini ona aşılayan ve onu yücelten Tanrıdır.
Bu görüş Şeriati’ye göre, hem materyalist hem de ilahi determinizme karşıdır.
Materyalist determinizmden kaçınır çünkü özgür iradeyi insan var oluşunun temel
bir veçhesi olarak görür, insana isyankârlık özelliği atfetmesi nedeniyle
sürekli olarak doğu dinlerinin yakalandıkları ilahi determinizmden de azadedir.
Dolayısıyla, insan bir iradeye sahip olduğunun bilinci ile yer ve göklerin
tutsaklığından kurtulur. Böylece gerçek hümanizme ulaşan İslam’ a göre, insan
kendini ve dünyayı var etme ilahi sorumluluğuna sahiptir.50
Şeriati ile özdeşleşmiş önemli
düşüncelerinden birisi de, “Öz’e dönüş” tür, ancak böylece Müslümanların
Batının asimile etme gayretlerine karşı durabileceğini savunur. Üçüncü dünya
ülkelerini emperyalizm, sömürgecilik, gerilik ve cehaletten kurtaracak araç,
Batı toplumlarının koşullarında yeşermiş ideolojiler değil, tersine ezilen
ülkelerin kendi kökenlerinden doğacak bir ideoloji olacaktır. Bu çerçevede hem,
Celal Ali Ahmed’in tanımladığı “Garbzedegi-Batılılaşma Hastalığı’na tutulmuş
entelektüelleri, hem de dinin esasından ve halktan kopmuş, dini yanlış tanıtıp,
genç kuşaklara mal olmasını engelleyen mollaları eleştirmiştir. Laik ve
Marksistlere aydın olmanın dindarlıkla çelişmeyeceğini göstermiş, Batının
saldırısından korunmak için geleneksel değerlerine sorgulamaksızın sarılmış
dindar kesimlere de, öncelikle diğer Müslümanlara karşı olan mezhebi ve milli
taassuplarını kırmalarını, sonra da diğer din ve ideolojilere karşı tutarlı bir
eleştiri, adaletli bir diyalog zemini oluşturmaları gerektiği mesajını
vermiştir. “Dürüst
insan, kendine özgü bir dine inandığı halde, kendisine aykırı olan görüşleri,
hatta dinleri bile tanıtma ve araştırma aşamasında o görüşe muhalif değilmiş
gibi ortaya koyan insandır.”
Şeriati’nin Öz’e dönen aydını
(Ruşenfikr), egemenlerin yandaşı Batılı entelektüel ve Doğulu saray mollasına
karşı, evrensel değerleri kişisel ve toplumsal sorumluluk ve adalet bilinciyle
kuşanmış, hayatının her anı bu değerler uğruna savaşım ile geçen bir mücadele
insanıdır. 51 Bülent Şahine göre, Şeriati bu yaklaşımlarıyla
Cemaleddin Afgani, Muhammed Abduh ile başlayan son dönem (19. ve 20. yüzyıl)
İslami uyanış çizgisinin son halkasıdır ve her sorumlu Müslüman’ın Afgani,
Abduh ve Muhammed İkbal’i örnek alması gerektiğini eserlerinde sık sık
belirtir.52
Sever Işık, Şeriati’nin Abduh’un
eğitimciliğini, Afgani’nin devrimciliğini ve heyecanını aldığını belirtir.
Şeriati Afgani ve Abduh’u, İslam toplumunun yeni “düşünsel özgürlük” önderleri,
anti-kolonyalizm hareketlerin yaratıcıları ve başlatıcıları olarak nitelemiş,
onların “Vurgun yemiş İslam toplumuna ruh
verdiklerini” ifade
etmiştir. Ancak eleştirmekten de geri durmamıştır. Afgani halkı uyandırmak
gerektiğini söylemiş ancak sultanlara, Abduh ise ulemaya yaslanmıştır. Sonuç
olarak, ancak aydınlar arasında nispi bir başarı sağlamışlardır. Çünkü
yaslandıkları sultan ve ulema egemen sınıfın mensuplarıdır, devrimci ve
değişimci değil, statükocu ve muhafazakârdırlar. Oysa yapılması gereken,
peygamberin yaptığı gibi halka (nas) dayanmaktır, sahiplerden değil,
sahipsizlerden başlamak gerekir. Bunun için de, özelikle genç nesle ve
aydınlara umut bağlanmalıdır.53 Bunun için stratejisi, “sorumlu
Müslüman aydın grupları” oluşturarak, “açık ve net Kur ani mesajı ve İslami
programı” inanç ve düşünce boşluğundaki halk yığınlarına ulaştırarak,
İslami özgürlük bilincini dalga dalga yaymaktır. “Küçüklü büyüklü çalışmaların
tümü doğal ve zorunlu olarak birbirine bağlanır, kenetlenir. Böylece baştanbaşa
tüm toplumda, güçlü ve geniş bir itikadi akım ve İslami Hareket gelişir... Bu
programın uygulanışı sonucunda okumuş kitle ve gençlerin, aydınların bu yolda
yoldaşlarımız olacaklarını göreceğiz.”54
Şahine göre Şeriati, Marx’ın ve
Marksizm’in materyalist okunuşu dışında farklı bir okuyuş gerçekleştirmiş ve
İslam’ın toplumcu, adalet eksenli hayat anlayışım devrimci bir literatür ile
materyalist zihinlere anlatmıştır. Marksizmi de üç farklı kategoride ele
almıştır; Marx’ın kendi kafasındaki düşünceler tüm doğal, insani çelişkileriyle
birlikte “Bilimsel Marksizm,” Marx’ın takipçisi iddiasındaki kitlelerin
taklidinin ve kalıpsallığının eseri olan “Avami Marksizm,” Sovyet resmi
ideolojisinin kurumsallaştırdığı “Resmi Devlet Marksizmi.” 55 Şahin, Şeriati’nin bu sınıflandırmasının İslam’a yaklaşımıyla da
paralellik gösterdiğine dikkat çeker. İlk dönem Kuran İslam’ı, asr-ı saadetten
uzaklaşıldıkça kitlelerin diğer din ve kültürlerle sentezlediği heterodoks
İslam ve saraylarda oluşturulan geleneksel, kurumsal İslam. Şeriati, Engels ile
başlayan revizyonist sürecin “Bilimsel Marksizm” i, bir resmi ideoloji haline
getirdiği, Stalin ile beraber Marksizmin ekonomik, dar bakışlı materyalizm
dışındaki hiçbir şeyi kabul etmeyen durağan, yüzeysel bir “inanca”
dönüştürüldüğü kanısındadır. 56 Diyalektiğin bilimsel bir yöntemden
çok seküler bir inanç olarak algılanması, Marksizm’i dogmatik bir ideolojiye
çevirmiştir. Tüm doğruların Marx’ta olduğu savı ile insanın kendi başına
düşünmesinin gereksiz, hatta neredeyse tehlikeli ve kuşku yaratıcı olduğunun
benimsenmesi sosyalist Ortodoksluğu, resmi ve icazetli Marx mütercimlerini
doğurmuştur. Oysa Marx, mevcut devleti ve hukuku kutsallaştıran bir felsefi
sistemi kabul edemez. Ayrıca Marx, kendi iç çelişkilerini düşüncesine
yansıtarak diyalektik yöntemini hayatı anlamlandırmada kullanmamıştır. Marx,
hayatı zıtların etkileşimi, artı ve eksinin bütünlüğü, neden ve sonucun
devinimi olarak tanımlamasına rağmen materyalin diyalektik karşılığını cevapsız
bırakmıştır. Cevap, akli bir zorunluluk olarak, maneviyat ve hayatın anlamı
olan Tanrı’dır.57
Şeriati, enerjisinin büyük bölümünü
gerçek İslam ile kurumsallaşmış İslam’ın birbirinden farklı olduğunu vurgulamak
için harcamış ve bunda başarılı olarak, laik aydınların da İran devrimine
destek vermesini sağlamıştır. Bu konudaki görüşlerinin mükemmel bir özeti olan,
“Aydınların Yanılgısı”
isimli konuşmasından aktaralım:
Dragos Stoica, İran devriminin
ideolojisini Şeriati’ye odaklanarak incelediği çalışmasında, 1979 öncesinde
siyaset bilimcilerin, Bolşevik devriminin klasik modeline bakarak, devrimci bir
siyasal değişimin sadece sol güçler tarafından yapılabileceğini düşündüklerini
belirtir. Bir devrimin dinci, anti-seküler bir hareket tarafından
gerçekleştirilme olasılığının, din kavramı geleneksel olarak muhafazakârlıkla,
statükoyu savunmakla, gericilikle özdeşleştiğinden olanaksız olarak görüldüğünü
vurgular. Oysa İran devrimi, devrim ve ideoloji kavramlarının solun tekelinde
olmadığını, özellikle Batılı olmayan sosyal ve siyasi ortamlarda, dinin radikal
bir rejim değişikliğine yol açabilen güçlü bir devrimci araç olabileceğini
göstermiştir.
İran devriminin başarısının
nedenlerinden birisi de, Şeriati’nin yeni modern Batılı siyaset teorisinin;
ideoloji, diyalektik, sınıf çatışması, devrimci öncüler gibi kavramları ile Şii
geleneğinden alınmış İslami nosyonları bir araya getirerek, bir İslamcı
devrimci paradigmayı (değerler dizisi) yaratmış olmasıdır. Bu karışım, Müslüman
kitlelerin Batılı devrim kavramına karşı duydukları şüpheyi gidererek
entelektüellerin sekülerliği ile İranlı kitlelerin gelenekselliği arasındaki
eşitlemeyi bozmuştur. Böylece Şeriati, bütün İranlı Marksistlerin sınıfta
kaldıkları konuda başarılı olmuş, Şii İslam’ı tutarlı ve devrimci bir
ideolojiye dönüştürmüş, kurumsallaşmış ulemanın Kerbela savaşı söylemi
üzerindeki tekelini kırmış ve yeni bir devrimci aydın sınıfının ki bu sınıf
devrim sürecinde hayati bir rol oynayacaktır vizyonunu oluşturacak doktrini
yaratmıştır.
Stoica burada, Şeriati düşüncesi ile
Kutup ve Mavdudi düşüncesini karşılaştırır. Şeriati’nin kendi din tarihine
uyguladığı dini diyalektik kavramı onu ötekilerden farklı kılmaktadır. Saf
İslam’ın yeni cahiliyye olarak tanımlanan moderniteye kesinlikle karşı olması
fikri Şeriati’de belirleyici değildir. Ona göre çelişki, din ve sekülarizm
arasında değil fakat devrimci din ile kurumsallaşmış din arasındadır. Leninist,
“devrimci öncüler” kavramı ile Şeriati’nin, “Ruşenfikr” (sorumlu aydın) kavramı arasında
benzerlik olsa da böyle bir eşitleme çok yanıltıcı olabilir. Çünkü Şeriati’nin
aydınları, Marksist-Leninist modeldeki ilerici entelektüeller gibi din karşıtı
değillerdir bu, dinin önemli bir sosyal güç olduğu bir topluma uymalarını
engellerdi. Bu bağlamda, Protestan reformasyonu çok daha uygun bir esin
kaynağıdır. Şeriati’nin ifadesiyle, “Entelektüel değişim Katoliklikten
Protestanlığa doğrudur... Bu çerçevede Sartre, Marx ve Rousseau’nun
dediklerinden çok bu gerçeğe dayanmalıyız. Bu insanların sözleri, gelecek iki
yüzyılımız açısından önemlidir. Oysa şu anda bizim için önemli olan, Luther’in
ve Calvin’in çalışmalarıdır çünkü onlar asırlarca Avrupa’yı geleneğe mahkûm
eden Katolik etiğini, hareket eden yaratıcı bir güce dönüştürmüşlerdir.59
Şeriati’nin modelinin önemli
unsurlarından birisi de Stoica’ya göre, şehitlik kavramına getirdiği yeni
yorumdur. Şehit olmakla bireyler, ölümün egemenliğinden kurtulurlar çünkü ölüme
insanı basit bir objeye dönüştürme hakkı vermezler. Şeriati, insan var oluşunun
temel zayıflığı tezinden başlayıp fedakârlıkta bulunarak kurtuluşa ulaşmayı
savunarak, şehitliği insanın kaderini kontrol etmesinin bir aracı olarak
kavramsallaştırır, “(Hz.) Hüseyin kara ölümün yaşamak için aşağılanmayı
kabul eden zavallı insanların kötü kaderi olduğunu öğretir. Çünkü ölüm, şehit
olmaya cesareti olmayanları seçer.” Şehit kelimesi çok anlamlıdır: bir
yerde bulunmak, tanıklık etmek, tanık olmak, model ya da örnek olmak gibi,
dolayısıyla Şiilikteki kendini feda etme anlayışının ne denli karmaşık olduğunu
da ortaya koymaktadır.
Şeriati, devrimci mistizmin kendini
feda etme ve şehitlik ideolojisinin en önemli teorisyenidir. Ona göre, doğru ve
yanlış arasındaki ebedi savaşın bir illüstrasyonu olan şehitlik, insan
tarihinin ağırlık merkezidir. Bu kara egemenliğe karşı, kızıl başkaldırıdır.
Dillerin kesildiği sessizlikte bir öfke haykırışıdır. Tarihte saklı kalması
istenenlere tanıklıktır. Var olması gerekenlerin sembolüdür. Bu sessiz ve gizli
zamanda, olanlara tanık olmaktır ve nihayet var olmanın tek nedeni, bir yerde
bulunmuş olmanın tek işareti, saldırmanın tek aracı ve direnmenin tek yoludur
ki, işe yaramazlığın, sahtekârlığın ve zorbalığın hüküm sürdüğü bir rejimde ve
zamanda gerçek, doğru ve adalet yaşayabilsin. Stoica’ya göre böylelikle
Şeriati, Şiiliğin kendini feda etme ve siyasaldini baskıya direnme geleneğini,
güçlü şehitlik modeli ile kaynaştırarak, Marksist-Leninist devrimci teoriyi
aklayıp asimile etmiş, gerçek ve kuşatıcı bir devrimci hareket için zemini
hazırlamıştır.60
Şeriati’nin geliştirdiği şehitlik
yorumu, özellikle Lübnanlı, Filistinli ve Iraklı militanların intihar
saldırılarının ardındaki ideolojiyi ortaya koyması açısından önemlidir.
Şeriati, şehit düşerek öldürmeyi vaaz etmemiş olsa da, geliştirdiği şehitlik
kavramının bu eylemleri düzenleyen zihniyeti etkilediğini savlamak yanlış olmayacaktır.
Şeriati’nin devrime büyük katkıda
bulunduğu görüşü ağırlıklı olarak kabul görse de, yaşasaydı İran Devrimi
hakkında ne düşüneceği konusu tartışmalıdır. Şeriati’yi bugünkü İran yönetimine
muhalefet eden ve daha çok Batılı üniversitelerde görevli liberal aydınlar
yeniden gündeme getirmekte ve bugün yaşasa onun da bu yönetime muhalif
olacağını savlamaktalar. Örneğin Lawrence Reza Ershaghi, “Unutulmuş
Devrimci, Ali Şeriati” adlı yazısında şöyle diyor, “Şeriati, İslam
Devriminin ideolojik babasıdır. Humeyni’den sonra devrimin en önemli ikinci
katalizörü olarak kabul edilmelidir, devrim öncesinde eğitimli gençleri çok
fazla etkilemiştir. Ancak hakkında çok az konuşulmaktadır ve İran dışında çok
fazla tanınmamaktadır. Bugün İran’da adını taşıyan bir cadde vardır ama
eserleri büyük ölçüde yasaklanmıştır... Şeriati, kuşkusuz İslam Devriminin
gerçekleşmesini görmekten büyük mutluluk duyardı ancak tuttuğu yol onu tatmin
etmezdi, daha özgürce nefes alınabilecek bir ortam talep ederdi. Çünkü
peygamber ve imamlar da aynı şeyi isterlerdi.”61
Bugünkü yönetime karşı muhalefetini
açıkça ifade eden Puran Şeriati ise, birkaç yıl önce kendisi ile Tahranda
yapılan bir mülakatta, eşinin amacının İran’da bir devrim gerçekleştirmek
olmadığım söylemiştir. “Şeriati, İran toplumunun şuurlu bir hale gelmesini,
İran’da yönetimden önce düşünce alanında bir devrim gerçekleşmesini istiyordu.
Şaha karşı çıkmasının sebebi de Şah’ın insanların düşünmelerini, akletmelerini
engellemesiydi. Eşim yönetimlerin değişmesini çok önemsemiyordu. Onun için daha
önemli olan toplumun değişmesiydi. Ali Şeriati, toplum bilinçlenmeden
gerçekleşecek bir devrimin sonunu iyi görmüyordu. Bu öngörüsü de doğru çıktı.”
Puran Şeriati mülakatta, pek çok kişinin aksine Ali Şeriati’nin İran devriminin
teorisyeni olduğu görüşüne de itiraz etmiştir, “İran devrimi, insanların
düşünceleri değişmeden, kısa zamanda yapılan bir devrimdir. Gerçek devrim ise
çok uzun zaman alır. İran’daki devrim gerçekleştiğinde halkın büyük çoğunluğu
eğitimsizdi. Halk gerçek İslam’ı bilmiyordu. Eşim böyle bir devrimi asla doğru
bulmuyordu. Ayrıca böyle bir devrimi de zafer olarak görmüyordu. Şeriati, asıl
zaferin düşüncelerde gerçekleştirilen devrim sonucu elde edileceğini
savunuyordu. Fakat İran’da böyle olmadı. Toplum yukardan aşağı doğru
değiştirilmeye çalışıldı. Devletin din adına yaptığı kısıtlamalar olumsuz
sonuçlar doğurdu. Ali Şeriati’nin iki hedefi vardı. Bunlardan ilki, insanların
geleneksel İslam’ı değil gerçek İslam’ı anlamalarını sağlamak İkincisi ise, insanlara
düşünme, sorgulama alışkanlığı kazandırmak.”
Puran Şeriati’ye göre, eşinin gerçek
İslam’ı anlatması “mollaları da rahatsız etti” ve “Ali Şeriati’nin bazı
kitapları 20 yıl boyunca İran’da yayınlanamadı. Onun fikirlerine yakınlık
gösterenler çeşitli baskılara maruz kaldılar. Ali Şeriati’nin eserlerine niçin
yasak getirildi? Çünkü mollalar insanların aydınlanmalarını, gerçek İslam’ı
yaşamalarını istemiyor.” “Şeriati bugün yaşasaydı İran’daki reformcu kanadın
içinde yer alır mıydı?” sorusuna ise Puran Şeriati şu cevabı veriyor, “Ali
Şeriati hayatta olsaydı bugünkü yönetimin uygulamalarına kesinlikle tahammül
edemezdi. İran’daki yönetim de, Şeriati’nin bu ülkede rahat bir şekilde
yaşamasına, fikirlerini söylemesine asla izin vermezdi. Onun amacı toplumsal bir
uyanış gerçekleştirmekti. Ali Şeriati düşüncenin dirilmesini, dinamikleşmesini
istiyordu. Reformcular da düşünce olarak Ali Şeriati’nin çok gerisindeler. Onun
seviyesine erişemediler.
Bana göre, Şeriati bugün yaşasaydı
ne muhafazakâr, ne de reformcu kanadın içinde yer alırdı. Tek başına da olsa,
kendi inandığı doğrular için mücadele etmeye devam eder, mollalara muhalefet
ederdi.”62
Rahnema’ya göre, İran devriminde
Şeriati’nin önemli bir yeri vardı. Portreleri taşındı sloganları haykırıldı,
geliştirdiği alternatif Şiilik, kitleleri ve özellikle gençleri devrimci eyleme
iten önemli bir güç oluşturdu. Ancak devrimde oynadığı en önemli rol, radikal
bir İslam ideolojisi oluşturmak ve dindar olmayan toplum kesimlerine İslam’ın
diğer ideolojilerle eşdeğer olabileceğini göstermesi oldu. Devrim sonrasında,
İran’da karşıtları ve yandaşları yorumları üzerine kavga etmeyi sürdürürken,
Hamaney, Rafsancani, Talegani gibi İran’ın Humeyni dışındaki bütün önde gelen
uleması onu, “öncü”, “İslam devrimine büyük katkıda bulunan”, “halkı
dönüştüren” kişi olarak selamladılar.63
Turgay Evren de, Şeriati ve
Humeyni’nin asla yan yana gelmediğini, Şeriati’nin sadece bir makalesinde
Humeyni’ye atıfta bulunarak, önderlik ettiği hareketin henüz kültürel bir
devrim oluşturma potansiyeline sahip olmadığına, çok kısaca değindiğini
belirtiyor. Humeyni’nin ise, ulemadan bazılarının şikâyetlerine rağmen
Şeriati’nin çalışmalarını ve kişiliğini hedef alan konuşmalardan ısrarla
kaçındığını vurguluyor. Evrene göre, İran İslam Devrimi İmam Humeyni’nin
önderliği olmadan gerçekleştirilemezdi. Ancak yine de bu devrime bir tane
Şeriati gerekliydi. Humeyni’nin fikirleri daha çok pazar esnafı, medrese
öğrencileri ve halk arasında revaç bulurken, Ali Şeriati üniversite gençliği ve
Marksist kesimleri etkisi altına alacaktı. “Bugün yaşasaydı ne olurdu? Seyyid
Hüseyin Nasr gibi daha devrimin başında soluğu Amerika’da alarak, yeni bir
İslam geleneği mi oluştururdu? Abdülkerim Suruş gibi İngiltere’ye giderek,
modernizm yerine İran’ı ve İslam’ı hedef tahtasına oturtarak Batının yaşayan en
büyük filozoflarından biri mi olurdu? Puran Şeriati gibi Amerika ve Batı
aleyhine tek kelime etmeden kendi ülkesinin yöneticilerini mi amansızca
eleştirirdi? Hatemi gibi bir reformcu olup, İslam’ın daha hoşgörülü bir
yorumunu mu oluştururdu? Şeriati’nin yaşasaydı ne olacağını ve nasıl
davranacağını Allah’tan başka kimse bilemez.”64
Abdülkerim
Suruş, Şeriati’nin yolunun izlenmesi ancak
yanlışlarına düşülmemesi gerektiğini vurgulayarak, diğer İranlı liberal muhalif
aydınlardan ayrılır. Şeriati’nin dini semizleştirdiğini kendisinin ise
zayıflattığını belirtir. “Dini semizleştirmek, o dini
ideolojik hale getirmek ve dinden beklentinin ölçüsünü ziyadeleştirmektir.
Fakat ben gerçekten dinden beklenilen şeyleri, yani beklentileri azaltmak
istiyorum. Merhum Şeriati dini çokça dünyevi hale getiriyor ve dünyada işe
yaramayan din, öteki dünyada da işe yaramaz diyordu. Bense sanıyorum ki, din
asıl ve esas olarak ahret işlerinin ıslahı içindir, eğer insan dünya ve ahret
ile yüz yüze gelmeseydi din sahibi olmazdı ve Allah da ona bir peygamber
göndermezdi. Dinin en asli öğretisi, insanı öteki hayata hazırlamaktır. Merhum
Şeriati dini müesses bir makama oturtmaya çalışıyordu, yani dinin kalbinden
yeni bir nizam çıkarmak istiyordu. Şeriati tıpkı Seyyid Kutup gibi bütün
dünyayı cahili bir nizam olarak görüyordu ve İslam’dan cahiliye karşıtı bir
nizam çıkarmak istiyordu. Ben böyle bir görüşe sahip değilim, din ile
yaşanabileceğine inanıyorum fakat dinin yaşam için bir memba ve mahzen olarak
kullanılamayacağına inanıyorum. Dinden bir görüş elde edilebilir ve o görüşle
hayata ruh bahşedilebilir; ama o görüşle yaşama şekil verilebileceğini kabul
etmiyorum.”
Suruş, Şeriati’nin demokrasiye karşı
takındığı tavrı da onaylamadığını belirtir, “Şeriati’nin yazdığı eserlerde
biraz da demokrasiyi tahkir kokusu gelmektedir. Biliyorum, bazı öğrencileri,
benim bu sözlerimden rahatsızlık duyuyorlar, ama ben bugün, özellikle İran’da
hiçbir şarta bağlı olmayan bir demokrasiye ihtiyacımız olduğunu söylüyorum.
Eğer siz onu bir şarta bağlarsanız her halükarda onu kökünden söküp atmak
istemiş olursunuz... Demokrasi savunulmalıdır ve hiçbir şarta ve kayda
bağlanmamalıdır. Şunu da bilelim ki demokrasi ile beraber insan hakları ve
adalet de gelecektir.”65
Şeriati’ye yöneltilen bir diğer
eleştiri de, Seyyid Kutup gibi sosyalizmden çok etkilenerek eklektik bir İslam
anlayışı geliştirmiş olmasıdır. Mustafa Özcan şöyle demektedir, “Şeriati
sosyalizmden öylesine etkilenmiştir ki tarihî Şii veya İslâmi kavramları bu
ideoloji ile harmanlamıştır. Proletarya gibi kavramların yerine mustaz’afin
(ezilenler) ibaresini koymuştur. Örnekler uzatılabilir, ama gerçek birdir. Bu
da Ali Şeriati’nin en zayıf tarafını oluşturmuştur. Luther gibi bir yenileyici
olmak isteyen Ali Şeriati bu yenilik etütlerini veya deneyimlerini İslâm ile
sosyalizm veya daha özelde Şiilik ile sosyalizm arasında yapmak istemiştir. Bu
bağlamda, Şiilikteki muhalefet damarı ve geleneği de işini kolaylaştırmıştır. Türkiye gibi ülkelerde de
Alevilerin öncelikli olarak Marksizm’e meyletmelerindeki temel neden ikisi
arasında muhalefet ortak paydasıdır. Osmanlıya muhalefet geleneği kapitalizme
muhalefete bir nevi geçiş kapısı olmuştur. Hem Alevilik de hem de sosyalizmde
geleneksel değerlere ve yapılara karşı bir çıkış vardır bu da şüphesiz Şiilik
veya Alevilikle sosyalist muhalefetin buluşmasını kolaylaştırmıştır...
Dolayısıyla tarihî arka plana da arkatip olarak Ebu-Zer el Gifari ve Hazreti
Osman ve Emevi ve Mervanileri yerleştirmişlerdir. Servet düşmanlığı ile Emevi
düşmanlığı bir sembol olarak bir araya gelmiştir. Ortak paydada buluşmuştur. Bu
itibarla, Hazreti Osman’a yönelik muhalefet veya eleştirinin hem Ali Şeriati,
hem de Seyyid Kutup’ta buluşması tesadüf eseri addedilebilir mi? Merhum Ali
Şeriati tarihî aidiyetten yola çıkarak sosyalizmle çabuk kaynaşmış ve hayatını
da sosyalizmle Şiiliği kaynaştırmaya adamıştır. Onun ütopyası bu olmuştur.
Gençlik yıllarında da Hüdaperest Sosyalistler Hareketi içinde yer almıştır.
Yani dindar sosyalistlerden birisi olmuştur. Sosyalizmi dindarlaştırmak, dini
de sosyalistleştirmek istemiştir. Elbette bu eklektik bir anlayıştır ve
teşekkülünde konjonktürün de payı vardır. Buna nazaran iki düşünürün de Soğuk
Savaş sonrasında etkileri yok olmamışsa bile nispeten azalmıştır.” 66
Neo-con yanlısı “The Weekly
Standard”da yer alan Waller R. Newell imzalı, “Ahmedinecat niçin gülümsüyor?”
başlıklı son derece ilginç bir makalede ise Şeriati, Batılı düşünürlerden
etkilenerek Şiiliğe devrimci terörü enjekte etmekle suçlanıyor. Makalenin
yazıldığı tarihte Robespierre’den el-Kaide’ye siyasi terör hakkında bir kitap
üzerinde çalışan Newell, el-Kaide ve radikal devrimci Avrupalı ideolojiler
arasında bağlantı olduğunu ileri sürüyor. Newell’e göre, İran Devrimi de bu
ideolojilerle yakından bağlantılı ve bunu sağlayan da “devrimin vaftiz babası”
olarak nitelediği Şeriati’den başkası değil. Newell daha da ileri giderek İran
Devlet Başkanı Ahmedinecat’ın devrimin özüne geri dönülmesi kampanyasının ve
nükleer bir Armageddon (iyilerin kötülere galip geleceği nihai savaş) ile flört
etmesinin nedenini anlamak için, öncelikle Şeriati’nin anlaşılması gerektiğini
belirtiyor.
Newell, Şeriati’nin Paris’te öğrenim
gördüğü yıllarda Martin Heidegger’ın (insanın amaçsız burjuva toplumu ile
mücadele etmesi gerektiğini savunan) var oluşçu ideolojisinden ödünç alarak,
Marksizmi yenilemekten sorumlu olan Sartre ve Fanon’dan etkilendiğini
belirtiyor. Her ikisi de burjuva dünyasına sırt dönmeye zorlayan arındırıcı bir
yöntem olarak devrimci şiddeti yücelterek ezilenleri Batının maddi
zenginliğince baştan çıkarılmaktan kurtarmayı amaçlamışlardır. “Fanon daha
da önemliydi, çünkü Heidegger’den (onu nasyonal sosyalizme iten modernlik
öncesi komün hayatının saflığına duyulan özlemi ortaya koyan) insanın kaderine
olan tutkulu adanmışlığım almıştı. Şeraiti, bu şiddete dayalı mücadele ve
kolektif geçmişin ütopik vizyonuna duyulan tutkulu bağlılıktan oluşan güçlü
birleşimden çok etkilendi.” Newell’e göre, Şeriati de Şii inancına aynı var
oluşçu devrimci şiddet ve arınma doktrinini uygulamak; Şiiliği daha iyi bir
dünya isteyen sofu umutlardan siyasi bir ütopya yaratmaya yöneltmek istedi.
Şeriati’yi eleştirenler onun İran’da en etkili sosyal güç olan dini, sadece bir
araç olarak gördüğünü ve onu gerçek inanca yabancı olan neo-Marksizm ile sabote
ettiğini belirtirler. Şeriati, izinden giderek Fanon’un, “yeni insan’ım ve
“yeni tarih”ini yaratmak için insanın en baştaki orijinine geri dönmesi gerektiğine
inandı ve tıpkı onun gibi, Batının “insana” ortak bir acı yüklediğini savundu.
Sartre’a pek çok kez göndermeler yaparak, varoluşçuluğun diğer bütün
felsefelerin üstünde olduğunu çünkü ona göre insanın özgür, kendi varlığının
mimarı ve efendisi olduğunu söyledi. Şeriati, Şiilik ile devrimci politikayı
birleştirdi. Şiilerin Kayıp İmam’ın dönüşü ile daha iyi bir dünyaya
kavuşulacağı inancını, kitlesel mücadele ve tarihsel ilerleme gibi devrimci bir
plana dönüştürmeye çalıştı. Mesih’in dönüşünün “sınıfsız bir toplum”
getireceğini ilan etti.
Marksizm-Leninizmi, tarihi
tanrıtanımaz ve materyalist bir yaklaşımla yorumladığı için eleştirirken,
İranlı Marksistlerin devrim tutkusuna olan hayranlığını belirtti. İlişki
kurmaya çalıştığı ulema, onun Şiilik ile 3. dünya devrimciliğini harmanlama
gayretlerini sapkınlık olarak nitelediler. Bir kişi hariç: Ayetullah Humeyni.
1970’de diğer din adamlarınca onu kınamaya çağrıldığında bunu yapmayı
reddedecekti. İkisi doğrudan müttefik değildiler ama ‘İslam politikadır’
demiş olan Humeyni de gelenekçi değildi ve Şeriati’nin İranlı öğrenciler
arasında harekete geçirdiği enerjiyi kendi siyasi hareketi için kullanmayı
istiyordu. Şeriati, devrimden 2 yıl önce ölmüş olsa da, büyük ölçüde onun
etkisiyle Humeyni’yi iktidara getiren ideoloji, Avrupalı varoluşçu sol düşünce
ve romantize edilmiş şiddet ile tahrif edilmiş İslam’dı. “Şiiliği, geleneksel
İslam’dan ayıran Mesih düşüncesini alıp sekülarize eden Şeraiti, onu ezilenler
adına Heideggerci varoluşçu adanmışlık, karar verme ve güç isteminin bir aracı
haline soktu. Messiyanizm, komünal siyasi mücadelenin itici gücü oldu... (Oysa)
Geleneksel Şiilikte, ‘Kayıp İmam’ m dönüşü dünyevi bir siyasi eylemle
hızlandırılamaz... (Dolayısıyla) Şimdiki İran teokrasisi geleneksel İslam’dan uzaktır
ama Jakoben, Bolşevik, Nazi ve Kızıl Kimerler’in totaliter anlayışı ile büyük
benzerlik göstermektedir.”
Newell aynı makalede, Şeriati’nin
yaşamış olsaydı muhtemelen Humeyni’nin teröre dayalı teokratik yönetimini
benimsemeyeceğini belirtiyor. Newell, Ahmedinecat’m İsrail’i yok etme fantezisi
için Şeriati’nin cihadist ideolojisine kendi katkısını ekleyerek daha da
tehlikeli hale getirdiğini savunuyor. Ütopik Şeriati’nin, siyasal Şiiliğin
insanları Batının yoz etkisinden kurtararak onurlarını geri verecek bir rejim
getirebileceğine inandığını, ancak “son günleri” ( iyi ve kötü arasındaki
apokaliptik savaşı) dünya çapında bir askeri felaketle getirme amacı olmadığım
vurguluyor. Ancak Ahmedinecat’m nükleer silahları kullanarak ilahi zamanlamayı
hızlandırmayı amaçladığını ileri süren Newell, İran Cumhurbaşkanının, “Devrimin
amacı 12. İmam’ın dönmesini için gereken yolu hazırlamaktır” şeklindeki
sözlerini hatırlatıyor.69
Rafia Zakaria da “Tanıdık ‘Öteki’,
Şeriati, Foucault ve Şii İslamcılığın Talebinin Kodlarını Çözmek” başlıklı,
içeriği de başlığı kadar ilginç çalışmasında, Şeriati ile ünlü post-modernist
düşünür Michael Foucault’un düşünceleri arasındaki benzerliklere dikkat çeker.
İddia edildiği gibi her iki düşünür tarafından temsil edildiği şekliyle Şii
İslamcılığı ile Batılı seküler ve
solcu post-modernist düşüncenin felsefi alanda birbirine zıt olmadığını savlar.
Böylelikle, Roxanne Euben’ın “Enemy in the Mirror: Islamic Fundamentalism and
the Limits of Modern RationalismAynadaki Düşman: İslam Fundamentalizmi ve
Modern Rasyonalizmin Sınırları” kitabında ileri sürdüğü, Seyyid Kutup düşüncesi
ile modern rasyonalizmin Batılı karşıtları arasındaki benzerliğe de atıfta
bulunarak, İslamcılık ile Batılı siyasi düşünce arasındaki yakın ilişkiye
dikkat çeker.
Dolayısıyla yaygın kanının aksine
aslında “biz ve onlar” karşı karşıya değildir ancak İslamcılar “fanatik
deliler” olarak nitelendikçe bu gerçek anlaşılamamaktadır. Şeriati’nin,
“yeniden ambalajladığı” Şii İslam’da, Janet Afary ve Kevin Anderson’un
“Foucault and the Iranian Revolution Foucault ve İran Devrimi” adlı
kitaplarında belirttikleri gibi, “Batılı post-modern düşünce; özellikle
kolonyalizmin post-modern eleştirileri ile post-modernizmin kurumsallaşmış
kontrol mekanizmalarına karşı hassasiyeti, İslamcı tezle kaynaştırılmış ve
ortaya çıkan Şii İslam’ın kesinlikle gelenek karşıtı versiyonu hem dini
meşruiyete hem de anti-emperyalist duyarlılığa sahip mobilize güce olur
vermiştir.”
Zakaria’ya göre, Foucault’un
çalışmaları, modernitenin Aydınlanmadan sonra yürürlüğe koyduğu kontrol
mekanizmalarının post modernizm tarafından yeniden yapılandırılmasının
(deconstruction) örnek bir modeli haline gelmiştir. Foucault kendini, haklara
dayalı liberalizmin aslında toplumu kontrol etmek için nasıl etkili
mekanizmalar ürettiğini deşifre etmeye adamıştır. Mesela, ünlü kitabı “Madness
and Civilization-Delilik ve Medeniyet”, delilik kavramının bilimsel
araştırmalara konu olmasıyla, rasyonalizmin metotlarının ve uzman görüşünün
birleşerek hastanın öz bilincini yok ettiğini savlar. Kavram ve kurumların
tarihsel gelişimini sistematik bir şekilde sorgulayan Foucault,
mikro sistemlerden oluşan örtülü bir kontrol mekanizmasının var olduğu sonucuna
ulaşır. Bu sistemler, uysal bedenler ve itaatkâr ruhlar üretmeye programlanmış
bir tür toplumsal makinelerdir. Bu temayı “The Archaeology of Knowledge-Bilginin Arkeolojisi”
isimli kitabında daha da geliştirerek neyin ne kadar bilinebilineceğinin ve
yaşanabileceğinin de kontrol altında tutulduğunu savlar. Kabaca özetlenirse
Foucault, var olan kurumlara ve bilgi sistemlerine karşı
-
onların
örtülü kontrol mekanizmalarını deşifre etmeyi amaçlayan
-
çok
sert bir entelektüel şüpheciliği metot olarak benimsemiştir. Richard Wolin,
“Gücün benzersizliğinin, onun kişiliği şekillendirme, biçimlendirme ve parametrelerini
yaratmasında yattığı gerçeğinin derinlemesine ifşasını” Foucault’a borçlu
olduğumuzu söylemiştir. 70 Şeriati de, var olan kurumlara karşı
benzer bir eleştirel pozisyonu benimsemiştir. Mesela Tahranda 1970 Ağustosunda
verdiği “Din Dine Karşı” başlıklı konferansında, din tartışmasını inanç ve
inançsızlık arasında değil de, “çok tanrılı” kurumsallaşmış din (şirk dini) ile
“tek tanrılı”(tevhidi din) radikal din arasında bir mücadele olarak sunması
bunun göstergesidir. Böylelikle bütün kurumsallaşmış inançların baskı ve
feodalizmin meşrulaştırılması ve insanın körü körüne itaat etmesi için
kandırılmasının bir aracı olduğunu savlamaktadır. Şeriati, “Düşmanınız her
zaman silahlı, ölümsüz ya da görünür olmayabilir. Bazen o bir sistem, bir
duygu, bir düşünce, bir sahiplenme, bir yaşam tarzı, bir çalışma metodu, bir
düşünce biçimi, bir çalışma aracı, bir üretim biçimi olabilir” diyerek çok
tanrılılığı, sadece baskının somut bir şekli olarak değil aynı zamanda bir tür
metafiziksel kontrol olarak tanımlamıştır. Bu kontrol biçimlerinden kaçınmak
için kişi psikolojik bağlamda kendinin bilincine vararak işe başlamalı, dış
dünyadakileri ve sosyo politik maskeli olanların farkına varabilmek için önce
kendi içindeki putları keşfetmelidir.71
Şeriati
böylelikle, ulema ve dini otoriteler tarafından temsil edilen, var olan
İslam’ın eleştirisini amaçlayan bir metot geliştirir; kurumsallaşmış İslam bir
kontrol ve baskı yöntemidir, bütün iç ve dış kontrol biçimlerine karşı çıkan
radikal ve devrimci İslam tarafından saltanatına son verilmelidir.
Zakariya, anti-emperyalizm ve güç dengelerini değiştirmek için ölümün bir araç
olarak kullanılmasına (şehitlik gibi) duyulan hayranlık konularında da, iki
düşünürün metotlarının büyük benzerlikler gösterdiği kanısındadır. Zakariya;
Şeriati’nin metodunun Foucault ile aynı metodolojik amaçlara sahip olduğunu
iddia etmenin teorik bir zorlama olabileceğini belirtmekle birlikte,
Foucault’un modern rasyonalitenin baskıcı veçhelerini yeniden yapılandırması
ile Şeriati’nin Şii İslamcılığı var olan kurumsallaşmayı eleştiren bir proje
olarak yeniden formüle etmesinin önemli bir benzerlik olduğunu vurguluyor.
Üstelik Foucault Şiiliğe karşı derin bir hayranlık duymuştur. Çünkü, bir baskı
metodu olarak modern kurumlar tarafından benliğin hapsedilmesi ve bilginin
kolonize edilmesinden duyduğu üzüntünün etkisiyle, modernite tarafından
dokunulmamış bir çeşit siyasi ve ruhani bir özgünlük, bir benlik, güç ilişkisi,
keşfetme peşindedir.
Şeriati de benzer şekilde,
kolonyalizmin ve emperyalizmin tahrip ediciliğine duyduğu kızgınlıkla; o günün
İran’ında gördüğü baskıcı ve hareketsiz güç ilişkilerini zamanla yok edecek
yenilenmiş bir İslami siyasi ruh arayışındadır.72
1* J.Pjoom, Yadnameh-e Ostad
Muhammed Taqi Shariati Mazinani, Qum, Nashr-e Khoram, ss 53-371 alıntılayan Ali
Rahnema, Pioneers of Islamic Revival, “Ali Shariati, Teacher, Preacher, Rebel”,
2005, s 208-9; Ali Şeraiti Üzerine (Bir Oturum)Katılanlar, Mehmet Çağlar,
İbrahim Kozak, Mustafa Tahir, Bir Yayıncılık, İstanbul, 1984, yeniden yayınlayan
www.aliseriati. com
2* Ali Rahnema, An Islamic Utopian,
1988 kitap eleştirisi Nathan Coombs “Ali Shari’ati:between Marx and the
Infinite”, culturewars. org. uk
3* Ali Şeriati, Toplu Eserleri,
(Daftar-e Tadvin va Tanzim-e Majmoe Asar-e Mo’aleme Shaheed Doctor Ali
Sharaiti, Cilt 33, Bölüm 1, s-6-8, alıntılayan Rahnema age, s 210
4* Şeriati TE, c33, b 1 ,s 7,
alıntılayan Rahnema, s 211; Ali Şeriati Üzerine (Bir Oturum)
5* Şeriati TE, cl s 99; TE c 34 s
293; TE 30, p 69;TE c 34,s 295-6 alıntılayan Rahnema s 211-12
6* Şeriati TE, c 2, s 42, Rahnema, s
212
7* Şeriati TE c 3 s 7;Rahnema s 213
8* Şeriati TE c 1, s 146; TE c3, s
112; Nehzat-e Azadi-e İran, 1356, s 175, Rahnema s 214
9* Şeriati TE, c 2, ss 117-28; TE
c26, ss 600-62 alıntılayan Rahnema s 214-6. Bu çerçevede, Şeriati’nin
düşüncelerinin Weimar Cumhuriyetindeki düşünce özgürlüğünün Hitler rejimi ile
sonuçlanmasından büyük düş kırıklığına uğrayarak elit demokrasisini savunan
Yahudi düşünür Levi Strauss ve tilmizleri (çoğunluğunu neo-con larm oluşturduğu)
ile benzerlik göstermesi ilginçtir. Şeriati de ilerleyen yıllarda aynı Seyyid
Kutup ve Strauss gibi “elit öncüler” fikrini benimseyecektir.
10* Rahnema, s 218
11* Şeriati Üzerine (Bir Oturum),
katılımcı Mustafa Tahir’in görüşleri
12* Şeriati TE cl, s 100, Rahnema, s
218. Kutup’un da ABD’de benzer duygular yaşamış olması ilginçtir. (Bkz.
Çağlayan, Müslüman Kardeşlerden... ss 216-20)
13* Şeriati, TE c 34, s 60,Rahnema,
s 218
14* Şeriati, TE c20, ss 336-9,
Rahnema, ss 218-9
15* Şeriati TE, c 4, ss 73-339; TE
cl ss 164-245; TE c 20, s 338, Rahnema, s 219
16* Şeriati TE c 4, ss 41-155; TE c2
0, s 280-338; TE 30, s 4, Rahnema, s 219
17* Şeriati TE cl, s 165, Rahnema,
s220
18* Şeriati TE Cİ3, ss 315-335; TE
cl, s 13-100; TE c 4, ss 405-7, Rahnema s 220-21
19* Kutup ile Şeriati’nin Carrele
ilişkin farklı yaklaşımları dikkat çekicidir. Kutup’a göre Carrel, Batı
toplumunun -Kutup modern cahiliyye olarak nitelemektediren güçlü ve entelektüel
sözcülerinden birisidir. Kutup “Geleceğin Dini İslam” kitabında, Carrel’ in
“Bilinmeyen İnsan” ı hakkında şöyle der, “(Carrel) Bu kitapta insanlığın en
önemli özelliklerini katlettiğinden dolayı yürürlükteki materyalist uygarlığa
karşı çıkmaktadır. Doğa kanunlarının çiğnenmesinin -ki (doğa) bunu yapanları
karşılıksız bırakmazinsan cinsini tehdit eden tehlikelerini çığlık çığlığa
haber vermektedir.”Bu kitaptan geniş alıntılar yapan Kutup, Carrel’in Batı
toplumunun sorunları konusundaki teşhislerine katılmakla birlikte çözüm
konusunda ondan ayrılır. Kutup’a göre, Batılı düşünürler, seküler toplumun
kısıtlamaları nedeniyle sorunlara geçerli çözümler geliştirememekte, cahili
sorunlarına cahili cevaplar vermektedirler. Kutsal rehbere dönmek yerine, Batı
kendi yok oluşunu hazırlamaktadır. (Bkz. Alexis Carrel, Man the Unknown, 1939,
ss 11-12, alıntılayan Seyyid Kutup, İstikbal İslam’ındır, Özgün Yayıncılık,
1996, ss 62-63. Ayrıca Luke Loboda, “The Thought of Sayyid Qutb: Radical
Islam’s Philosophical Foundations”, Statesmanship Thesis, ashbrook.org;
Çağlayan, Müslüman Kardeşler’den ss 283-90)
20* Şeriati TE, c 4, s 420; TE c 13,
s 327; TE c 24, s 119, 314,327; TE c 25, s 226; TE c 8,s 5-10, Rahnema, s
220-22
21* Şeriati TE, c 5, s 87, Rahnema s
223-24
22* Rahnema, A.Shakeri özel mülakat,
Paris, 1992, s 224 23* Şeriati TE, cl3, ss 473-535, Rahnema, s 227
24* Şeriati TE, c33, b2, Sİ262,
Rahnema s 227
25* Ali Şeriati Üzerine (Bir Oturum)
26* Şeriati TE, c 7, ss 1-14,
Rahnema, s 229
27* Şeraiti TE, c30, ss 27-60,
513-4; clO, s 79;cl 6, s 15, Rahnema, s 230-1 28* Şeriati TE, c30, ss 24-95;TE,
c 16,s 41, Rahnema, s 231-2 29* Şeriati TE, c7, ss23-8,116; M. A Ensari,
Defa’az Eslam ve Ruhaniyat, Pasokh be Doctor Ali Shariyati, Qum, 1351, Rahnema
s 232-3 30* Amal Hamada,” Paving the Way for a Revolution” , IslamOnline_net
31* Ali Şeraiti Üzerine (Bir Oturum)
32* Şeriati TE, c 27 s 258, TE c 22
s 180-82; TE c 9 Giriş, N.Mirzazadeh, özel mülakat, Paris, 1992, Rahnema, ss
233-7
33* Ali Şeraiti Üzerine (Bir Oturum)
34* Şeriati TE, c 2 ss 16-28,
Rahnema ss 238-40
35* Şeriati TE, c 2, ss 42-118,165;
TE c 10, ss 78-80, Rahnema, ss 240-2
36* Reza Khojasteh Rahimi,
“Abdülkerim Suruş ile Ali Şeriati üzerine konuşma II” (Çeviri:Ayhan Yıldırım)
kaynak www.timeturk.com, yeniden yayınlayan www.aliseriati.com
37* Ali Şeriati Üzerine (Bir Oturum)
38* Adem Özköse, “Eşi Ali Şeriati’yi
ve İran’ı Anlattı”, Gerçek Hayat Dergisi yeniden yayınlayan ww.aliseriati.com *
39Rahnema, s.244
40* Saban Ali Lamui’, Hikayethay-i
ez Zindigiy-i Doktor Sheriati, Kalem yay. Tahran, H.a. 1377./ M.1998, s.331,
yeniden yayınlayan, www.aliseriati.com
41* Wilhelm Dietl, Holy War, 1983, s
45 alıntılayan redmoonrising.com 42* Ervand Abrahamian, İran Betvveen Two
Revolutions, 1982 alıntılayan Abbas Manoochehri “Critical Religious Reason, Ali
Shari’ati on Religion, Philosophy”, polylog.com
43* Fazlur Rahman, İslam and
Modernity, 1982, sl09 alıntılayan Manoochehri
44* Şeraiti TE 16, s 30, Manoochehri
45* TE, c25 s23, Manoochehri
46* TE, c 1980, s 35.Şeriati,
Manoochehri’ye göre makineleşme ile ilgili bu görüşlerinde Herbert Marcuse’den
fazlasıyla etkilenmiştir
47* Age s 29-40, Manoochehri 48* TE,
Cİ979, sil, Manoochehri
49* TE,c32, s 16, Manoochehri
50* Age s 85-90, Manoochehri
51* Celal Ali Ahmed, Batılılaşma
Hastalığı; Yöneliş Yayınları, İstanbul, 2000;Ali Şeriati, Ali Şiası Safevi
Şiası, İstanbul, 1992; Alev Erkilet Başer, Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami
Hareketler,, İstanbul, 1999; s. 338; Serpil Üşür, Din Siyaset Devrim, s. 73;
Richard Yann; “Contenporary Shi’i Tought”; Roots of Revolution; (der) N. R.
Keddie; Yale University Press; 1981; s. 217; Ali Şeriati, Dinler Tarihi,
İstanbul; s. 9,11; alıntılayan Bülent Şahin “Ali Şeriati, Kazanımın Ve
Gelişimin Öğretmeni -I” shariati.com
52* Ali Şeriati, “Biz ve İkbal
.İstanbul, 1985, s.54; Şeriati, İslamBilim-1, İstanbul, s. 223-232 alıntılayan
Şahin age.
53* Sever Işık,” Cemaleddin Afgani
ve Ali Şeriati”, www.aliseriati.com 54* Ali Şeriati, “Ne Yapmalı?”, İstanbul,
1986; s. 83-84 alıntılayan Şahin age 55* Şeriati, İslamBilim-1, s. 453-481,
Şahin age.
56* Dünyada Ali Şeriati, Ekin
yayınları, İstanbul, 1998, s. 350-355 alıntılayan Şahin age
57* Ali Şeriati, İslamBilim-2, Nehir
yayınları, İstanbul alıntılayan Şahin
59* Ali Şeriati, Man And İslam,
Islamic Publications International, (2006) alıntılayan Dragos Stoica,” Ali
Shari’ati and the Iranian revolutionary theologyAli Şeriati ve İran devrimci
teolojisi”, konferans bildirisi, 2008 MPSA (American Political Scientists
Association) Yıllık Toplantısı, Chicago, 3-6 Nisan
60* Stoica age,
61* Lawrence Reza Ershaghi, “The
forgotten revolutionary Ali Shariati”, 24 Şubat 2003, The Iranian
62* Özköse, “Eşi Ali Şeriati’yi ve
İran’ı Anlattı
63* Rahnema, ss 242-5
64* Turgay Evren,” Ali Şeriati
Yaşasaydı?”, www.aliseriati.com 65* Rahimi, “Abdülkerim Suruş ile Ali Şeriati
üzerine konuşma II”
66* Mustafa Özcan, “Hüdaperest
Sosyalistler”, Yeni Asya Gazetesi, 19 Nisan 2008
67* Özköse, age
68* Ali Şeriati Üzerine (Bir Oturum),
katılımcı İbrahim Kozak’ın görüşleri 69* Waller R. Newell, “Why Is Ahmadinejad
Smiling? The intellectual sources of his apocalyptic Vision”, The Weekly
Standard, 16.10.2006, http://www. weeklystandard.com
70* RichardWolin, “Foucault the
Neo-Humanist” The Chronicle Reviewc53. s 2 B12 alıntılayan Rafla Zakaria,“The
Familiar other’: Shariati, Foucault and decoding the appeal of Shia Islamism”,
konferans bildirisi, American Political Scientists Association yıllık
toplantısı, Eylül 2007, Chicago Illinois; Zakaria’nın atıfta bulunduğu
kitaplar, Roxanne Euben, “Enemy in the Mirror: Islamic Fundamentalism and the
Limits of Modern Rationalism, Princeton University Press, 1999; Janet Afary ve
Kevin Anderson “Foucault and the Iranian Revolution, The University of Chicago
Press, 2005
71* Ali Şeriati, “Religion v
Religion”, ABC International Group Inc. (2000) alıntılayan Zakariya age
72* Zakaria, The Familiar ‘other”
Sh: 131-174
Kaynak:
Selin Çağlayan, Şii Düşüncesinde İslamcılık: İran Mehdi'yi Beklerken, Cinius Yayınlarıİnceleme
Araştırma Eleştiri, BİRİNCİ BASKI: Haziran, 2012, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar