ALLAH TEÂLÂ’NIN GAZABINA UĞRAMIŞ TOPLUMLAR
Tarihi süreçte zaman zaman yolunu
şaşıran insanoğluna Allah Teâlâ tarafından çeşitli rasüller ve nebiler
gönderilmiştir. Bunlar arasında isimlerini bildiklerimizin sadece beş tanesi
Arap ırkındandır. Diğerleri ise başka ırklara mensup peygamberlerdir. Konuyla
ilgili hadis-i şerifte şöyle buyrulmaktadır:
“Kur’an’da isimleri yer alan
peygamberlerin beş tanesi Araptır. Bunlar; Hz. İsmail aleyhisselâm, Hz. Şuayb
aleyhisselâm, Hz. Salih aleyhisselâm, Hz. Hûd aleyhisselâm ve Hz. Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellemdir.”
Onların hepsi, Arapların yaşadığı
bölgelerde peygamber olarak görev yapmışlardır. Kavimlerinin hemen hemen tamamı
helak olan Hz. Şuayb, Medyen bölgesinde; Hz. Salih, Hicr bölgesinde; Hz. Hûd
ise Ahkâf bölgesinde yaşamıştır.
Âd, Semûd ve Şuayb kavimlerinin
helakı, Sebe’ kavmini perişan eden Arim Seli, Ashâbu’l-Uhdûd hadisesi ve Fil
olayı, Arap toprakları olarak bilinen Bilâdü’l-Arap’ta meydana gelen helak
hadiseleridir. Musa aleyhisselâm’ın düşmanları olan Firavun ve adamlarının
helakı ile Karun ve Haman’ın yok edildiği yer, Mısır topraklarıdır.
Lût kavmini yok eden o dehşetli
felaket ile helak yerine daha hafif bir cezaya çarptırılan İlyas aleyhisselâm
kavmi’nin başına gelenler, Bilâdü’ş-Şâm topraklarında meydana gelmiştir.
Nuh kavminin helakı, İbrahim
aleyhisselâm’in muarızı Nemrut ve adamlarının yok edilmesi ve Allah Teâlâ’nın
gazabına uğramaktan son anda kurtulan Yunus kavminin başından geçenler ise Irak
topraklarında meydana gelmiştir.
Helak olan kavimlerde olduğu gibi,
Kur’ân-ı Kerim’de kıssaları anlatılan her bir peygamberi diğer peygamberlerden
ayıran özel bir vasıftan söz etmemiz mümkündür. Örneğin En’âm Suresinde toplu
olarak zikredilen peygamberlerin her birinin ayrı bir karakterde oldukları ve
bir ilki temsil ettiklerini görmekteyiz.
Buna göre Hz. Nuh, puta tapanlarla
uğraşan ilk peygamberdir.
Hz. İshak ve Hz. Yakup, bütün
İsrailoğullarına gelen peygamberlerin aslıdır.
Hz. Davut ve Hz. Süleyman mülk ve
saltanat ile seçkin, Hz.
Eyyüb ve Hz. Yusuf imtihan ve güzel sabır ile diğer peygamberlerden
ayrılmaktadır.
Hz. Musa ve Hz. Harun aciz bırakma
kuvveti, heybet ve ezici güç, kitap ve özel işaret ile seçkin; Hz. Zekeriya,
Hz. Yakup, Hz. İsa ve Hz. İlyas ise zühd, ruhaniyet ve fedakârlıkta örnek
olmuş peygamberlerdir.
Bunun gibi, helak edilen her bir
birey ve kavim de diğerlerinden farklı özellikler taşıyan ve işledikleri
fiiller bakımından insan nesli içerisinde o çirkinlikleri yapan ilkler olmaları
vasfına sahiptirler.
Burada insanlık tarihini üç döneme ayıracak, kavim ve
bireylerin helak oluşunu, Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem öncesinde
ve sonrasında olmak üzere iki kısımda inceleyeceğiz.
1- Kurûn-u
Ûlâ (İlk
Nesiller): Hz. Âdem aleyhisselâmdan Hz. Musa aleyhisselâm döneminde Firavun’un
helak edilmesi ve Tevrat’ın indirilmesine kadarki zaman dilimi.
Nuh Kavmi
Ashâbu’r-Res
Âd Kavmi
Semûd Kavmi
Lût Kavmi
Şuayb Kavmi (Medyen Halkı ve Eykeliler)
2-
Kurûn-u Vustâ (Orta Nesiller): Firavun’un helak edilmesi veya
Tevrat’ın indirilmesinden Hz. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve selleminin
gönderilmesine kadarki zaman dilimi.
Ashâbu’l-Karye
Sebe’ Kavmi (Seylü’l-Arim)
Ashâbu’l-Cenneh
(Bahçe Sahipleri)
Ashâbu’s-Sebt
Ashâbu’l-Uhdûd
Tübba’ Kavmi
Ashâbu’l-Fîl
3- Kurûn-u
Uhrâ (Son
Nesiller): Âhir zaman diye ifade edilen, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve
sellem ile İslam’ın ortaya çıkmasından, kıyametin kopacağı ana kadarki zaman
dilimidir.
Bedir’de
Öldürülenler: Ashâbu’l-Kalîb (Mekkeli Müşrikler)
Medine
Civarındaki Yahudiler
Benî
Kaynuka
Benî
Nadîr
Benî
Kurayza
- Hz. Rasûlullâh Sallallâhü Aleyhi ve
Sellemden Önce
Nuh’un
Oğlu
Nuh’un
Eşi
Lût’un
Eşi
Nemrut
Firavun
Ve İsrailoğulları
Kârun
Hâmân
Sâmirî
Bel’âm
Câlût
Sadece
Bahçesi (Malı) Helak Edilen İki Adamdan Biri
- Hz. Rasûlullâh Sallallâhü Aleyhi ve Sellem
Döneminde
Ebû
Leheb
Ebû
Cehil
Velîd
B. Muğîre
Nadr
B. El-Hâris
Ka’b
B. Eşref
Hristiyan
Rahip Ebû Âmir
Kur’ân-ı Kerim’in örneklerini
sunduğu gazapla ilgili hadiseler, insanoğlunu, bu kimselerin tavırlarından
uzaklaştırma işlevi görür. Bu hadiselerde, bu nedenle tarih ve zaman faktörüne
fazla yer verilmez. Kur’ân-ı Kerim’in hiçbir bölümünde şu kavim kesin olarak şu
tarihte yaşamıştır, diye bir bilgiye rastlanmaz. Aynı şekilde Kur’ân-ı Kerim,
mekân unsuruna da fazla önem atfetmez. Bunun nedeni, Kur’ân-ı Kerim’in tarihe
bakış açısında gizlidir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim, tarihi olayları anlatırken,
onlardaki insan karakterleri ve toplumların davranış şekillerini ön plana çıkartır
ve onları detaylı bir şekilde tahlil eder. Hangi davranış şekillerinin,
Allah Teâlâ katında nasıl bir karşılık gördüğünü önemle vurgular. Böylece
insana, yapması ve yapmaması gereken davranışlar listesi sunar. Bunu yaparken
de, dünya ve ahirette mutluluğa ulaşmasında davranışlarına hâkim olması gereken
temel felsefeyi ve yaklaşım şeklini, bütün ayrıntılarıyla idrakinin algılayabileceği
ölçülerde izah eder.
Gazap konusu, kıssalar olarak
bilinen pasajlar içerisinde yer alır. Bu açıdan kıssaların en önemli konusu,
gazapla ilgili hadiselerdir. İlk muhatapları, Kur’ân-ı Kerimi inkâr ederken “eskilerin masalları” (En’âm 6/25) nitelemesinde bulunmuşlardı. Günümüzde de
Kur’ân-ı Kerimi inkâr edenlerin bu sebeple İslam’a en fazla saldırdıkları konu
kıssalar olmuştur. Bu saldırıların bilimsel ayağını oluşturan müsteşrikler ve
İslam dünyasındaki uzantıları, zihinlerde Kur’ân-ı Kerim kıssalarıyla ilgili
şüpheler oluşturmak, kıssaları gerçekleşmemiş hikâye türünde fanteziler olarak
sunmak için büyük gayretler sarf etmektedirler.
Kur’ân-ı Kerim’de, Tevrat’ta yer
alan bazı kıssaların bulunduğu doğrudur. Ancak bunlar çoğu kez, Tevrat’ta
anlatıldığı şekille uyuşmamaktadır. Bu
ortak pasajlarda Kur’ân-ı Kerim, hakem rolündedir ve Tevrat’ın tahrif edilmiş
kısımlarının gerçek mahiyetini ortaya koymaktadır. Ayrıca kıssalarla ilgili çok
önemli olan bir diğer husus da Kur’ân-ı Kerim’de Tevrat’ta bulunmayan kıssaların
yer almış olmasıdır. Bu yönüyle Kur’ân-ı
Kerim, ayrı bir orjinalliğe sahiptir. Kur’ân-ı Kerimiı, eskilerin masallarından
ibaret sayan ilk muhatabı Mekkeli müşrikler bile, vahiy tarafından bildirilen
bu haberleri ilk duyduklarında şaşırmışlar ve hiçbir itirazda
bulunamamışlardır.
Kıssaların, özellikle de yoğun
olarak birey ve toplumların Allah Teâlâ’nın gazabına uğramalarını anlatan
sahnelerinin Kur’ân-ı Kerim’de bu kadar çok yer alması, azgınlaştığında başına
gelebilecekleri önceden bilip, muhtemel bu yakın tehlikeden, insanın kendisini
korumasını sağlamak içindir. Bu yönüyle gazap konusunu içeren pasajlar, “ilahi uyarı ve ikaz” niteliği taşıyan Kur’ân-ı Kerim’in en önemli
bölümleridir. Nitekim ilk muhatapları için de aynı işlevi görmüş, bundan sonra
da benzer işlevi görmeye devam edecektir. Yüce Allah, eski milletlerin hayat
hikâyeleri hakkında Kur’ân-ı Kerim’de anlatılanlardan az çok haberdar olan
müşriklere, Allah Teâlâ’nın ayetlerini kabul etmedikleri takdirde kendilerinin
de onlar gibi gazaba uğrayacaklarını hatırlatıp onları uyarmaktadır. Kıyamete
kadar yaşayacak tüm insanlar içerisinde “Allah Teâlâ’nın emir ve yasaklarına karşı gelen,
küfür ve şirkte, zulüm ve azgınlıkta ısrar eden toplumların sonunun, önceki
milletlerin akıbetinden farklı olmayacağa bu pasajların ana temasıdır.
Özetle söyleyecek olursak, gazap
konusunu içeren ayetlerin yer ve zaman unsuru ön plana çıkartılmaksızın,
bahsettiği kimselerin karakterine vurgu yaparak Kur’ân-ı Kerim’de çokça tekrar
edilmesi; sonraki muhataplarını, Allah Teâlâ’nın sünnetinin benzer durumlarda
aynı şekilde işleyeceğinden haberdar etmek ve böyle bir duruma düşmemelerini
sağlamaya yöneliktir. Böylece kıssalar vasıtasıyla Kur’ân-ı Kerim’in her
asırdaki muhataplarına “Allah’ın
ayetlerini kabul etmedikleri takdirde kendilerinin de onlar gibi helak
olacakları " mesajı, yaşanmış olaylardan alınan
kesitlerin, unutulması zor sahneler halinde zihinde canlandırılmasıyla adeta
insan idrakine kazınmaktadır.
Kur’ân-ı Kerim’de bu kadar çok
tekrarlanan kıssalar, özellikle tarihçilerin ve tefsir âlimlerinin ilgi
odaklarından biri olmuştur. Ancak bazı kıssaların Kur’ân-ı Kerim’den önce
Kitab-ı Mukaddes’te yer almış olması, önemsiz olduğu için haklarında Kur’ân-ı
Kerim’de bir şey söylenmeyen hususların, bu âlimlerce Tevrat ve İncil’deki
bilgilerle tamamlanmaya çalışılmasına ve hurafelerden oluşan birçok görüşün
böylece bu tarih ve tefsir kaynaklarına girmesine neden olmuştur. Burada üzücü
olan, bu tür rivayetleri eserlerine alan âlimlerin, bunları Kitab-ı
Mukaddes’ten veya hangi kaynaktan almış olduklarına çoğu kez bilerek ve bazen
de bilmeyerek açıklık getirmemiş olmamalarıdır. Çünkü bilginin kaynağı ortaya
konulmadığından, ayetin yorumu olarak verilen bu bölümler, adeta dinin ve
vahyin konuyla ilgili açıklaması olarak anlaşılabilme tehlikesini beraberinde
getirmektedir. Hâlbuki bu konularda murad-ı ilahi, bu hususları önemli olmadığı
için açıklamamıştır. Kıssalarda açıklanmayan hususları İslam dışı kaynaklarla
doldururken, mutlaka ve mutlaka bilginin kaynağına temas edilmeli, “Konu Tevrat’ta şu şekilde, şu
kişiye göre de şu şekilde ele alınmıştır.” tarzında
uyarılarda bulunmak gerekmektedir.
Kâinattaki en dehşetli felaketi
oluşturan gazap ve gazabın sonucu olan azapla helak, Yaratıcı’nın insanlık
tarihi boyunca çok az uyguladığı ve insanlar tarafından şartları oluşturulduğu
takdirde, her defasında yeniden tekrar edecek bir ilahi kanun (sünnetullah)dur.
Herhangi bir şahıs ya da bir toplumun ilahi gazaba uğraması, uzun bir değişim
sürecinin oluşmasıyla gerçekleşir. Bu süreç içerisinde Yaratıcı tarafından
inkârcı azgınlara değişik ihtarlar gönderilir. Bu ihtarlar, Allah Teâlâ’ya
olan isyan ve özellikle de Allah Teâlâ ile kendince savaş halindeki birey ve
toplumlara, büyük bir felaketin yolda olduğu haberini iletir. Gerekli
mesajı alıp, dinî mukaddesatla savaşmaktan vazgeçen ve hâşâ ilahlık iddiasında
bulunmaktan, bozgunculuk ve zulüm yapmaktan sakınan kimseler, ilahi kanun
gereği kendilerini gazaptan korumuş olurlar. Ancak ihtar şeklinde gelen türlü
türlü felaketler ve cezalara rağmen, hala inkârcılıkta direten, ilahi
değerlerle çatışmaktan vazgeçmeyen, hayattaki yaşam gayesini dinî değerlerle
savaşmaya adayan iflah olmaz inkârcılar, Allah Teâlâ’nın gazabını üzerlerine
çeker ve ilahi bir cezayla cezalandırılarak bu dünyada yok edilirler.
Önceki inkârcılara gönderilen
yerden ve gökten gelen azap şekilleri, kıyamete kadar- ki süreçte, Allah
Teâlâ’nın istediği her zaman ve zeminde meydana getirilebileceği bir gerçek
olarak kalmaya devam edecektir:
“De ki: Allah ’ın size
üstünüzden (gökten) veya ayaklarınızın altından (yerden) bir azap göndermeye
ya da birbirinize düşürüp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yeter.
" (En’âm 6/65)
Kur’ân-ı Kerim’in önemle üzerinde
durduğu insan fıtratındaki vahiy dışı değişimlere olan ilgi ve eğilim, yine
Kur’ân-ı Kerim ifadesine göre, bu yolu tutanların zarara uğramasıyla
sonuçlanacaktır.
İşte Kur’ân-ı Kerim bu noktada,
insanlığı bu zararlardan kurtarmanın ölçü ve prensipleri üzerinde önemle durur.
Bunu da, geçmiş ümmetlerden, peygamberlerden ve uğradıkları değişimlerden sık
sık söz ederek, Kur’ân-ı Kerim muhataplarının dikkatini bu noktalara çekerek
yapar.
Şüphesiz, kâinatın tüm kurallarını
en küçük detayına kadar mükemmel bir şekilde ortaya koyan Allah Teâlâ’nın
kanununda, bu büyük felaketten korunmanın yolları da vardır. Bunların neler
olduğu ise yine son dinin kutsal metni Kur’ân-ı Kerim’de bizlere haber
verilmiştir. Bunların birincisi, insanın Yaratıcı karşısında kul olduğunu
hatırlaması ve kendi konumunu buna göre belirlemesidir. Kul olduğunu unutup
Allah ile mücadeleye asla girişmemelidir. İkincisi, hayatının değişik
evrelerinde Allah Teâlâ’ya dua ve istiğfarda bulunması, yaptığı günahlardan af
dilemesidir. Kur’ân-ı Kerim’de buna benzer ilahi gazaptan kurtuluş
reçetelerinden bahsedilmektedir.
Kaynak:
Hatice BAŞKAYA, Kur’ân-ı
Kerim’de Allah Teâlâ’nın Gazabına Uğramış İnsanlar Ve Toplumlar, Harran
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı
Tefsir Bilim Dalı (Yüksek Lisans Tezi),
Şanlıurfa, 2007
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar