ANTİK MISIR EDEBİYATINADAN MASALLAR
Mısır motifleri içinde bizlere kadar ulaşan en ilginç
hikâyelerden biri, bilinen adıyla "İki Erkek Kardeşin Hikâyesidir. Hikâye,
British Museum da (D’Orbiney, No. 10,183) muhafaza edilen bir papirüs üzerine
hiyeratik karakterde yazılı bulunuyor. Yaklaşık İ.Ö.1300 yılında Dokuzuncu
Hanedan egemenliği döneminde geçerli olan bir formdadır. Hikâyedeki iki başkarakter,
Anpu ve Bata aslında tanrıdırlar, fakat Mısırlı öykü anlatıcılarının elinde iki
insan halini almışlardır. İkisinin serüvenleri ilginç bir masal formatında ele
alınmış. Hikâyenin bazı kısımlarındaki mitolojik öğelerin üzerinde durmak bu
kitabın amacı dışında olacağından bu inanılmaz ve önemli "masal"ın
yalnızca bir çevirisini veriyoruz.
Derler
ki bir anne ve babanın iki erkek evladı olan iki kardeş varmış; Büyük olanın
adı Anpu, küçüğünün ise Bata'ymış. Anpu'nun bir evi ve eşi varmış. Bata, küçük
kardeşi olarak onunla birlikte yaşıyormuş. Elbiseleri Bata dikermiş; sürülere
tarlalarda o bakar, onları güdermiş, toprağı o sürermiş, hasat zamanı o sıkı
çalışırmış. Bata oldukça mükemmel bir çiftçiymiş ve bir eşi daha ülkede yokmuş.
Tanrı'nın gücü onun içindeymiş. Anpu'nun küçük kardeşi onun sürülerini her gün
güderken günler geçiyormuş ve Bata her akşam tarlalardan getirdiği türlü çeşit
mahsulle kolları dolu bir halde eve dönüyormuş. Bata, tarladan eve döndüğü
zaman, [getirdiklerini] karısıyla birlikte oturmuş yemek yiyip, içki içen
kardeşinin önüne bırakırmış. Daha sonra da dışarı çıkar, ahıra gider ve burada
sığırlarla birlikte uyurmuş. Ertesi sabah gün ışır ışımaz Bata fırından yeni
çıkmış ekmekleri alır ve kendisine tarlaya giderken, yanına alması için yiyecek
veren Anpu'nun önüne bırakırmış. Daha sonra Bata sığırlarını kırlara otlamaları
için sürermiş. Sürünün arkasında ilerlerken, sığırlar ona şöyle derlermiş,
"Filan
yerdeki otlaklar çok güzel."
Bata
onların sözlerini dinler, onları alır, gitmek istedikleri yere götürürmüş.
Bu
nedenle Bata'nın sürüsündeki sığırlar fazla iyi ve besili olur, ikiz buzağılar
ve böylece çok hızlı çoğalırlarmış. Çift sürme mevsimi geldiğinde Anpu, Bata'ya
şunları söylermiş;
"Gel
ve tarlaların sürülmesi için adamları ve gerekli malzemeleri hazır et, çünkü
toprak ortaya çıktı, sürülmeye elverişli hale geldi. Bugün, mısır tohumlarını
yanma al ve tarlalara git. Yarın şafakta toprağı süreceğiz."
İşte
bunlar söylenmişti Bata'ya. Bata Anpu'nun ona söylemiş olduğu her şeyi yerine
getirdi. Ertesi sabah, gün ışır ışıma:, iki erkek kardeş adamlar ve sabanlarla
birlikte tarlalarına gittiler ve toprağı sürdüler. Çift sürdükleri anlar
boyuncu oldukça mutluydular.
İki
erkek kardeş bu şekilde uzunca bir süredir yaşamlarını sürdürüyorlarmış.
Tarlada çift sürdükleri günlerden birin de, Anpu, Bata'ya,
"Çiftliğe
geri git ve biraz daha tohum alıp getir." demiş.
Bata
söyleneni yapmış. Çiftliğe vardığında abisinin karışım oturmuş saçını yaparken
bulmuş. Ona,
"Kalk
ve bana biraz mısır tohumu ver, hemen tarlaya geri dönmeliyim, çünkü Anpu
benden oyalanmamamı istedi. " demiş.
Anpu'nun
karısı da ona,
"Ambara
git, kapıyı aç ve içeriden istediğin kadar tohum al; sana kendim gidip
getirirdim fakat saçlarım yolda bozulabilir. " diyerek karşılık vermiş.
Daha
sonra genç adam ambara giderek geniş bir çömleği tohumla doldurmuş, çünkü çok
miktarda tohumu alıp götürmek istiyormuş. Buğday ve arpayla dolu olan çömleği
omuzlarına yükleyerek ambardan dışarı çıkmış.
Anpu'nun
karısı ona,
"Omuzlarında
ne kadar tohum var?" diye sordu ve Bata ona,
"Üç
ölçü arpa ve iki ölçü buğday olmak üzere toplam 5 ölçü tohum var; omuzlarımda
olanlar bu kadar." cevabını vermiş.
Bunlar
Bata'nın ona söyledikleriydi.
Kadın,
Bata'ya, , "Ne kadar da güçlüsün! Her gün senin bu kuvvetini gözlüyorum.
"
Kadının gönlü Bata'ya kaydı ve Bata'ya yanında kalması
için yalvardı. Eğer yanında kalırsa ona güzel
kıyafetler vereceğini vaat etti. Daha sonra genç adam, kadının sözlerinden
ötürü güney panteri gibi öfkeyle doldu. Kadın onun ne kadar sinirlendiğini
görünce çok korktu. Bata, kadına dedi ki,
"Gerçekte
sen benim annem gibisin ve kocan benim babam gibi ve o benim ağabeyim olduğu
için bana yaşam kaynağı sağlıyor. Sen bana söylememen gereken bir şey söyledin
ve sana yalvarırım bunu bir daha tekrarlama. Kendi adıma bunu hiç kimseye
söylemeyeceğim. Sen de kendi hesabına bundan hiçbir kadın ya da bir erkeğe
bahsetme."
Daha
sonra Bata yükünü omuzladı ve tarlalara gitmek üzere oradan ayrıldı.
Ağabeysinin yanına vardığında, herkes çift sürmeye devam ediyor, harıl harıl
çalışıyordu.
Akşam
olunca büyük kardeş evine dönmüştü. Tarladan, kucağı mahsulle dolu Bata sürüyü
çiftliğe getirerek, onları çitlerle çevrili yerlerine koydu. Ve işte bakın
Anpu'nun karısı, Bata'ya söylemiş olduğu sözlerden ötürü endişeye kapılmıştı.
Biraz yağ ve bir parça keten bezi almış, kendisine feci şekilde saldırıya
uğramış bir kadın görüntüsü vermişti, çünkü kocasına şöyle söylemeyi
planlıyordu, "Kardeşin beni fena halde dövdü." Her akşam
yaptığı gibi Anpu evine döndüğünde, karısını birinin saldırısına uğramış bir
halde yerde yatar buldu. Her zaman olduğu gibi kadın, Anpu'nun ellerine su
dökmek için ortaya çıkmamıştı, önünde ışık yak- mamıştı; evi karanlık içindeydi
ve kadın hasta bir halde yüzükoyun yatıyordu. Kocası ona sordu,
"Seninle
kim konuştu?"
Kadınsa
ona şöyle dedi, "Benimle kardeşinden başka kimse konuşmadı. Tohum almaya
geldiğinde beni yalnız otururken buldu ve bana aşk sözleri söyledi ve saçlarımı
bağlamamı istedi; fakat onu dinlemedim ve ona 'Ben senin annen gibi değil
miyim?’ 'Ağabeyin baban gibi değil mi?' dedim. Bunun üzerine Bata çok korktu,
olanları sana anlatmamam için beni dövdü. Şimdi, eğer sen onu öldürmezsen ben
kendimi öldüreceğim, çünkü sana onun sözlerini anlattım, akşam eve geldiği zaman
bana ne yapacağı malum."
Daha
sonra büyük kardeş, sanki güney çöllerinin öfkeli panterine dönüşmüştü.
Hançerini alarak onu iyice keskinleştirdi ve gidip ahır kapısının arkasında
beklemeye başladı. Böylece Anpu, Bata akşam olup da sığırlarını ahıra bırakmaya
geldiğinde, onu öldürebilecekti. Güneş batmak üzereydi, her zamanki gibi Bata
tarladan getirdiği her türden ürünü yüklenmiş bir halde çiftliğe dönüyordu.
Bata gelirken, sürüye yol gösteren inek ahıra girerken ona:
"Ağabeyin hançeriyle seni öldürmek için bekliyor;
onun önünden kaç."
dedi.
Bata
baş ineğin sözlerini duydu. İkinci inek de ahıra girerken ona ilk ineğin
söylediklerini tekrarlayınca, Bata, ahırın kapısının altına baktı. Kapının
arkasında elinde hançerle bekleyen büyük kardeşinin ayaklarını gördü. Daha
sonra elindeki yükü yere bıraktı ve koşabildiği kadar hızlı koşarak kaçtı.
Anpu, hançer elinde kardeşinin peşinden gitti. Bata, Ra-Harmakhis'e
(Güneş Tanrısı) seslendi ve dedi ki,
"Ey, benim adaletli Tanrım, sen doğru ve yanlışı
yargılayansın. "
Tanrı
Ra onun sözlerini duydu. Büyük bir akarsu meydana getirerek iki kardeşi ayırdı
ve su timsahlarla doluydu. Anpu suyun bir tarafında, Bata ise karşı tarafında
kalmıştı. Anpu ellerini öfkeyle sıktı, çünkü kardeşini öldürememişti. Daha
sonra Bata, nehrin diğer kıyısındaki Anpu'ya seslendi, "Gün ışıyana
kadar ve Disk (Güneş Tanrısı) yükselene kadar olduğun yerde kal. Seninle onun
huzurunda hesaplaşacağım, çünkü yanlışı doğru yapan O'dur. Artık seninle
birlikte yaşamayacağım ve senin olduğun yere asla tekrar gelmeyeceğim. Akasya
vadisine gideceğim."
Ve
gün ağarıp, yeryüzü ışık dolduğunda, Ra-Harmakhis parlarken, iki erkek kardeş
birbirlerine baktılar. Bata, Anpu'ya şu sözleri söyledi,
"Niçin ilk önce sana söylemem gerekenleri duymadan
öldürme isteğiyle, haince beni kovalıyorsun? Ben senin kardeşinim, senden daha
küçüğüm ve sen benim babam gibisin, karınsa annem. Böyle değil mi? Sen beni
işlerimiz için tohum almaya gönderdiğinde, 'yalvarırım benimle kal' diyen
karındı, fakat bak gerçekler sana yanlış sunulmuş, gerçek sana sunulanın tam
tersi."
Daha
sonra Bata her şeyi Anpu'ya açıklayarak, karısıyla arasında neler geçtiğini
iyice anlamasını sağladı. Bata, Ra- Harmakhis üzerine yemin ederek dedi ki,
"Ra-Harmakhis
huzurunda, elinde bıçak beni öldürmeye hazır bir biçimde pusuya yatman,
peşimden gelmen yapılabilecek en iğrenç, en fena şeylerdi."
Bata,
yanındaki, kamış kesmek için kullandığı bıçağı aldı, vücuduna sapladı ve yere
baygın bir halde düştü. Daha sonra Anpu, en kötü beddualarla kendine lanetler
yağdırarak, bağıra bağıra ağladı; timsahlardan dolayı Bata'nın olduğu tarafa
nasıl geçemiyordu.
Bata
ona seslendi,
"Bak,
bana karşı olan, kötü bir davranışımı hatırlamaya hazırsın, ancak iyi
davranışlarımı, hatta senin için yaptığım birçok şeyden bir tekini bile aklına
getirmiyorsun. Kendinden utan! Evine geri dön ve kendi sığırlarını kendin güt,
çünkü ben artık seninle birlikte yaşamayacağım. Akasya Vadisi'ne doğru
gideceğim; fakat bana bakmaya geleceksin, bu nedenle söyleyeceklerimi dikkatle
dinle. Öncelikle şunu bil ki başıma bazı şeyler gelecek. Kalbime sihirli bir
söz okuyacağım. Böylece onu Akasya ağacı üzerinde bir çiçeğin içine
koyabileceğim. Bu akasya ağacı kesildiğinde kalbim yere düşecek ve sen onu
bulmak için geleceksin. Yedi yıl boyunca kalbimi arayacaksın, fakat yüreğinin
hayal kırıklığı içine düşmesine izin verme, çünkü kalbimi bulacaksın. Onu
bulduğun zaman, soğuk su dolu bir kabın içine koy. Şu bir gerçek kalbim yeniden
hayata dönecek ve bana dil uzatanlara cevap verecek. Ve sen başıma bir iş
geldiğini, iki alametle anlayacaksın. Bir kap şarap, elinde köpürerek taşacak;
ve başka bir kap şarap elinde ekşiyecek. Şu halde hiç vakit kaybetme, çünkü
bunların hepsi gerçekten başına gelecek."
Böylece
küçük kardeş Akasya Vadisi'ne giderken, büyük olan da evine gitti. Anpu'nun eli
başında, üstü başı toz toprak, Bata için duyduğu acıyla dolu bir halde evine
vardığında karsını öldürdü ve onu köpeklere attı. Daha sonra oturup küçük
kardeşi için ağlayıp sızlamaya başladı.
Günler
geçmişti. Bata, Akasya Vadisi'nde tek başına yaşıyordu. Gündüzleri vahşi hayvan
avlıyor, geceleri ise tepesindeki çiçeğin içinde kalbinin durduğu bir
Akasya'nın altında uyuyordu. Günler sonra Akasya Vadisinde kendisine, elleriyle
büyük bir saray inşa etti. Saray her türden çok güzel şeylerle doluydu, çünkü
Bata kendine ait bir saraya sahip olmaktan ötürü büyük zevk alıyordu.
Bir
gün sarayından dışarı çıktığı sırada, Dokuz Tanrı (Tanrılar Birliği) ile
karşılaştı. Tanrılar, Krallıklarıyla ilgili işlerini halletmek için yolda
gidiyorlardı. İçlerinden biri Bata' ya,
"Ey
Bata, Tanrılar'ın Boğası, ağabeyin Anpu'nun karısı yüzünden yurdunu terk
ettiğinden beri burada yalnız mı yaşıyorsun? Bak, ağabeyin karısını öldürdü,
daha da önemlisi, sen sana yapılan saldırıya yeterli bir karşılık verdin."
dedi. Ve Bata için Tanrıların kalpleri sızladı. O zaman Ra-Harmakhis, Khnemu'ya
(İnsanların bedenlerin e şekil veren Tanrı.) şunları söyledi,
"Bata
için bir eş yarat ki böylece sen, Ey Bata, yalnız başına yaşamayasın."
Khnemu, Bata’nın birlikte yaşayacağı bir eş yarattı.
Onun vücudu ülkedeki diğer kadınlardan daha güzeldi ve her bir tanrının özü
onun içindeydi. Yedi Hathor Tanrısı onun yanına
geldiler ve dediler ki,
"O
kılıçla ölecek."
Bata
onu çok sevdi ve o, Bata'nın sarayında yaşamaya başladı.
Bata
günlerini çöldeki vahşi hayvanları avlayarak geçiriyordu. Avladıklarını getirip
eşinin önüne seriyordu. Bata eşine dedi ki,
"Nehrin
seni almaması için saraydan dışarı çıkma, çünkü seni ondan nasıl kurtaracağımı
bilmiyorum. Yüreğim Akasya çiçeğinin içinde duruyor ve eğer herhangi biri onu
bulursa, o kişiyle kalbim için savaşmam gerekir."
Bata
kalbine olanları karısına anlattı.
Bu
konuşmanın üzerinden günler geçmişti. Bata'nın her zamanki gibi ava gittiği bir
gün, genç kadın saraydan dışarı çıktı ve yakındaki akasya ağacının yanına
gitti. Nehir onu gördü. Sularını onun arkasından saldı ve kadın kaçıp saraya
girdi. Nehir, o zaman şöyle dedi,
"Ona
âşığım."
Akasya
genç kadının saçlarından bir tutamı nehir için aldı. Nehir, saç tutamını aldı
ve onu Mısır'a Firavun'un-yaşam, güç ve sağlık onunla olsun-elbiselerini
yıkayan çamaşırcılarının bulunduğu kıyıya taşıdı. Saçın yaydığı koku Firavun’un
kıyafetlerine sindi. O zaman Firavun'un çamaşırcıları kendi aralarında
tartışmaya başladılar,
"Firavun
'un elbiselerinde sanki parfümlü bir yağın kokusu var."
Aralarındaki
bu konuşmalar her gün devam etti. Uzunca bir süre çamaşırcılar ne yaptıklarını
bilmiyorlardı. Çamaşırcıların başında duran bekçi nehir kıyısına geldi, çünkü
her gün tanık olduğu bu tartışmalara oldukça sinirlenmişti. Bekçi, suyun
içindeki saçları gördü, tam karşısında bir noktada duruyorlardı. Daha sonra bir
adamını nehrin içine onu alıp getirmesi için gönderdi. Adam onu getirdiğinde,
bekçi saçların harika koktuğunu keşfederek onları Firavun'a götürdü. Kâtipler
ve büyücüler Firavun'un huzuruna çıkartıldılar ve Firavun'a şunları söylediler,
"Bu
saçlar Ra-Harmakhis'in genç bir kızına ait ve her tanrının özü onun içinde. Bu
saçlar, size övgü dolu bir selam olarak garip bir ülkeden geliyor. Bu nedenle,
size yalvarırız bütün ülkelere kızı bulmaları için elçiler gönderiniz.
Yalvarırız, Akasya Vadisi'ne göndereceğiniz elçiye, ona eşlik edecek güçlü bir
yardımcı verin."
Kral
Hazretleri onlara dedi ki,
"Ne
karar almışsak doğrudur."
Ve
Kral elçilerini gönderdi. Günler geçmişti ve yabancı memleketlere gönderilen
elçiler Kral Hazretlerine rapor vermek üzere dönmüşlerdi, fakat Akasya
Vadisi'ne giden elçiler dönmemişti, çünkü Bata onları öldürmüştü. Olanları Kral
Hazretlerine anlatması için sadece birini canlı bırakmıştı. Bunun üzerine Kral,
genç kadını getirmeleri için yaya, atlı ve arabalı askerler gönderdi.
Askerlerin arasında bir de kadın vardı ve ellerinde genç kızlara uygun çok
güzel, çeşit çeşit incik boncuk taşıyordu. Bu kadın Mısır'a genç kadınla
birlikte döndü. Ülkenin her yanından insanlar onun gelişini sevinç içinde
karşıladılar. Kral Hazretleri genç kadını ölesiye sevdi ve Büyük August olan,
Baş Karısı yaparak saygısını gösterdi. Kral hazretleri onunla konuşurken onu
kocasına ne olduğuna dair konuşturmaya çalıştı. Genç kadın da ona şunları
söyledi,
"Yalvarırım
size akasya ağacını kesin ve onu yok edin."
O
zaman Kral adamlarını ve okçularını akasyayı kesmeleri için görevlendirdi.
Adamlar Akasya Vadisi'ne vardıklarında Bata'nın kalbinin üstünde olduğu çiçeği
kestiler ve Bata o anda yere düşüp öldü.
Işığın
yeryüzüne indiği, Akasya'nın kesilmesinin ertesi sabahı, Anpu, Bata'nın büyük
erkek kardeşi evine gitmiş ve oturmuştu. Ellerini yıkadı ve biri ona bir kap
şarap verdi. Bira köpürmeye başlayıp taştı. Bu sefer de, ona içinde şarap olan
diğer bir kap verildi ve o da ekşidi. O zaman Anpu sopasını kaptı,
sandaletlerini ve elbiselerini giydi, kavgada ve avda kullandığı silahlarını da
alarak Akasya Vadisi'ne doğru yola çıktı. Oraya vardığında Bata'nın sarayına
gitti ve küçük kardeşini yatağında ölü yatarken buldu. Anpu kardeşine bakıp onu
ölü bir halde görünce hıçkırıklara boğuldu. Daha sonra Bata'nın geceleri
altında uyuduğu akasyanın altında kardeşinin kalbini aramaya koyuldu. Bu
şekilde üç yıl boyunca Bata'nın yüreğini aradı fakat bulamadı. Araştırmasının
dördüncü yılında, kalbi Mısır'a geri dönmeyi istemeye başlamıştı,
"Yarın
sabah Mısır'a gitmek üzere yola çıkacağım."
Bunlar
onun kendine söyledikleriydi. Ertesi gün Akasya'nın altında bütün gün Bata'nın
kalbini aradı. Akşam vakti saraya dönerken ve bir taraftan da hâlâ kalbi
ararken, Anpu bir tohum buldu. Tohumu yanına aldı. Ve bakın ki bu tohum
Bata'nın kalbiydi. Bunun hemen ardından bir kap soğuk su getirdi ve tohumu
içine attı ve oturdu. Geceleyin, yürek tüm suyu emmiş ti. Bata'nın, [yatağında]
bütün organları titredi ve kalbi kabın içinde hâlâ duruyorken Anpu'ya baktı.
Anpu suyu emmiş olan kardeşinin yüreğinin bulunduğu kabı aldı. Yürek Bata'nın
bedenindeki tahtına çıktı ve Bata yeniden eski haline döndü. İki erkek kardeş
birbirlerine sarıldılar ve birbirleriyle konuştular.
Bata,
Anpu'ya şunları söyledi:
"Bak,
ben güzel saçlı ve bilinmeyen bir yaradılışta (?) büyük bir boğa biçimini almak
üzereyim. Güneş yükseldiğinde sen benim sırtıma bineceksin, birlikte karımın
bulunduğu yere gideceğiz ve ben [kendim için] karşı savunmamı yapacağım. Şu
halde beni Kralın olduğu yere götür, çünkü O, beni ona getirdiğin için sana
büyük lütuflarda bulunacak ve seni altın ve gümüşe boğacak; çünkü ben büyük ve
muhteşem bir şey olacağım. Benim yüzümden tüm ülkede, kadınlar ve erkekler
sevinç gösterilerinde bulunacaklar. "
Ertesi
gün Bata kendisini anlattığı biçime dönüştürdü. Anpu sabahleyin erkenden onun
sırtına bindi. Kralın bulunduğu memlekete geldiğinde, Kral Hazretleri onun
haberini almıştı. Kral onu inceledi ve ondan büyük keyif aldı.
"Çok
büyük bir mucize gerçekleşti." diyerek büyük bir kutlama düzenledi.
Ülkenin her yanından insanlar sevinç gösterilerinde bulundular. Firavun,
Anpu'yu gümüş ve altınla yükledi ve Anpu memleketine yerleşti. Kral ona çok
sayıda köle ve eşya verdi, çünkü Firavun onu ülkedeki diğer bütün insanlardan
daha çok sevmişti.
Günler
geçti, boğa günahlardan arınma evine gitti ve August Hanım 'ının olduğu yerde
durdu ve ona dedi ki, "Bak bana, hayattayım."
Kadın
ona,
"Kimsin?"
diye sordu. O kadına dedi ki,
"Ben
Bata'yım. Sen üzerinde kalbimin olduğu akasyayı Firavun'un yok etmesine neden
oldun ve böylece beni öldürebileceğini sanıyordun. Buna rağmen bir boğa
suretinde yaşamaya devam ediyorum. Bak bana!"
August
Hanımı, kocasıyla ilgili Krala söylemiş olduğu şeylerden ötürü korktu; boğa,
arınma yerinden dışarı çıktı. Kral Hazretleri, kadının evine onunla hoş
dakikalar geçirmeye gitti ve kadın onunla birlikte yiyip içti. Kral oldukça
mutluydu. August Hanımı, Kral Hazretlerine şunları söyledi,
"Şu
sözleri tekrarla; 'O her ne söylerse, onun için dinleyeceğim' ve böyle
yapacağına dair Tanrı adına yemin et."
Kral,
"Sana
yalvarırım bu boğanın karaciğerini yemem için bana ver, çünkü boğa hiçbir işe
yaramıyor" diyen kadının dilediği her şeyi yerine getirdi.
Kral,
kadının bu isteğine birçok kere beddua etti. Firavun'un kalbi bundan dolayı
sıkışıyordu.
Ertesi
sabah, Kral büyük bir ziyafet ilan etti ve boğanın adak olarak sunulmasını
emretti. Kral Hazretlerinin kraliyet baş kasaplarından biri boğayı kesmek üzere
getirtildi. Bıçak batırıldığında, hâlâ adamların omuzlarındayken, boğa boynunu
salladı ve iki damla kan Kral Hazretlerinin kapı arasındaki kenarlıklara düştü,
Firavun’un kapısının pervazına birer birer, biri bir diğerinin ardından öteki
şeklinde damlayan kanlar bir anda iki büyük akasya ağacı oluverdiler. Her bir
Akasya muazzam bir ihtişama sahipti. Daha sonra birisi gidip kral Hazretlerini
durumdan haberdar ederek şunları söyledi, "Kral Hazretlerinin oldukça
şaşıracakları, iki büyük akasya ağacı Büyük Kapının önünde gece boyunca
büyüyerek bir anda ortaya çıkmışlar."
Erkekler
ve kadınlar ülkenin her yanında kendi aralarında eğleniyorlardı ve kral onlara
adaklarda sunuyordu. Günler sonra Kral Hazretleri lapis-lazuli tiarasını taktı,
boynuna türlü çeşit çiçeklerden yapılma bir çelengi geçirdi ve altın ve
gümüşten yapılma arabasına binerek saraydan dışarı, akasya ağaçlarını görmeye
gitti. August Hanım, atlarla [çekilen bir arabayla] Firavun'un peşinden gitti.
Kral Hazretleri akasyalardan birinin altına oturdu ve August Hanım da diğerinin
altına oturdu. Kadın oturduktan sonra akasya karısıyla konuşmaya başladı,
"Ey kadın, hilebaz, ben Bata ve bana kötü bir
şekilde yalvarmana rağmen hâlâ yaşıyorum. Kalbim üzerinde asılıyken akasyayı
Firavun'a kestirerek beni öldürdüğünü, bir boğaya dönüştüğümdeyse benim
öldürülmemi sağladığını biliyorum. "
Birkaç
gün sonra bu August Hanımı Kral Hazretlerinin masasında yemek yiyip içki
içiyordu. Kral onun kendisine eşlik edişinden ötürü çok mutluydu. Kadın Kral
Hazretlerine dedi ki,
"Tanrı'nın
üzerine yemin ederek de ki August Hanımı benden onun için ne yapmamı dilerse
onu yerine getireceğim; dilemesine izin vereceğim."
Kral
kadın ne söylediyse yerine getirecekti ve kadın şöyle diledi,
"Sana
yalvarırım şu iki akasya ağacını kes ve bırak ikisi de büyük odunlara dönüşsün.
"
Ve
Kral onun isteklerini yerine getirdi. Bu konuşmadan birkaç gün sonra Kral
Hazretleri kurnaz oduncular gönderdi ve Firavun’un akasya ağaçlarını kestirdi.
August Hanımı ağaçların kesimini izlerken bir kıymık sıçradı ve boğazından
içeri kaçtı. Kadın hamile olduğunu biliyordu ve Kral onun canının çektiği her
şeyi yerine getiriyordu. Günler geçti, olan oldu ve o bir erkek evlat dünyaya
getirdi. Majestelerine,
"Bir
erkek çocuğunuz oldu." dendi.
Onunla
ilgilenmesi, bakması ve yetiştirmesi için bir hemşire ve dadılar bulundu.
Ülkenin her yanından insanlar bu olayı kutladılar. Kral kutlamalar için yerine
oturdu ve çocuğa adıyla seslenmeye başladı. Kral onu çok seviyordu. Aynı
zamanda Kral çocuğa, "Kash'ın Kral oğlu" (Kash 'ın Prensi ya da
Sudan'ın G enel Valisi.) unvanını verdi. Bir süre sonrada, onu bütün ülkenin "Erpa"sı
(Varis) ilan etti. O, uzun yıllar Erpa olarak hizmet verdi ve bir gün Kral
gökyüzüne uçtu (öldü.) Yeni Kral, yani Bata, şöyle emretti,
"Derhal
sarayın bütün baş prenseslerini huzurumda toplayın, böylece ben de onlara
başıına gelen her şeyi anlatayım."
Muhafızlar,
ona karısını getirdiler ve o karısını yargıladı. Karısına verdiği ceza yerine
getirildi. Anpu, Kralın ağabeyi, Kral Hazretlerinin huzuruna getirildi ve Kral
onu bütün ülkenin Erpası ilan etti. Mısır'a yirmi yıl boyunca hükmettikten
sonra Kral bu dünyadan ayrıldı (öldü.) Gömüldüğü gün ağabeyi Anpu onun yerini
aldı.
Not: Bu papirüs,Qakabu isminde,Firavun'un hazineden
sorumlu memuru ve Kâtipler Herua ve Meremaptu için kâtip Annana tarafından
yazılmış. Bu kitap İçin kötü konuşan kişi,Thoth'u kendisine düşman edinirdi
Sh:
245-257
Eski
İmparatorluk dönemi Mısır'da, büyük yığınlarda, gelişmiş sihirli ve dini
karakterlerde edebi eserlerle birlikte "Ecclesiasticus'' da "Bilgelik
Kitabı'nda ve İsrail kralı Solomon'a atfedilmiş Atasözleri Kitabında yer alan
tarzda göze çarpan yazılar da bulunuyordu. Mısır'daki rahipler, ölen kişilerin
ruhlarının bu dünya ile öte dünya diğer bir deyişle Ölüler Diyarı arasında
uzanan bölgeyi sağ salim geçmelerini sağlamak amacıyla Ölüler Kitabı ve Öte
dünya Rehberi yazımında büyük bir özen göstermişlerdir. İlk dönem hanedan
Firavunları egemenliği altında yetişen yüksek memurlar, hayatta olan kişinin kendiyle
bir şekilde iletişim kurmasına, böylece sosyal yaşantısında kendinden üst ve
alt sınıfta bulunan insanları ve akranlarını memnun etmesine yönelik, aynı
zamanda da kendini onurlu ve zengin bir mevkie çıkarmasını sağlamayı amaç
edinen yazılar kaleme almışlardır. Bu eserler, yazarlarının Firavunlar
Mahkemesinde kazanmış oldukları deneyimleri, onların kurnazlıklarını ve
bilgilerini yansıtan yüksek ahlaki mükemmellik ve dünyevi bilgelikle dolu
yazılardır. Krallığın ve aristokrat sınıfın gençlerine tanrı korkusunu, krala
saygı göstermeyi, görevlerini düzgün bir şekilde yerine getirmeyi, tam dini
olmadığı takdirde, kati bir ahlaki yaşam sürmeyi, herkese hayattaki yerinden
ötürü saygılı olmayı, aile yaşamını geliştirmeyi, zengin olsun fakir olsun
komşularına karşı olan sorumluluklarını yerine getirmeyi öğretmek amacıyla
yazılmışlardı. Mısır'a ait en eski Ahlak kuralları kitabı ya da Atasözleri ya
da Öğütler kitabı, Memphis şehri hükümdarı ve kralın güvenilir akıl danışmanı
Ptah-hetep'indi; O, yaklaşık İ.Ö 3500'de, Ellinci Hanedan Kralı Assa
hükümdarlığı zamanında yetişti. Ptah-hetep'in eseri aşağı yukarı tam haliyle
birkaç papirüs üzerinde bulunuyor. Bu papirüsler British Museum'da ve Paris
Milli Kütüphanesi'nde muhafaza ediliyor. Bu papirüslerden yapılan alıntılar ise
tapınaklara bağlı okullarda Mısırlı öğrenciler tarafından kullanılıyordu. Kireç
taşı üzerine yazılı olan alıntılar Kahire'deki Mısır Müzesinde ve daha başka
yerlerde de görülebilirler. Eserin en eski kopyası çok fazla hatayla dolu ve
bazı yerlerinde metin anlaşılmaz bir hal alıyor, fakat metnin büyük bir kısmı
çevrilebiliyor. Aşağıdaki alıntılar Ptah-hetep'in zamanında genç bir prense
rehberlik eden, kurnaz fakat iyi kalpli bir "dünya adamı"nın
deneyimleri, sağduyusu, ahlaki değerleri ve dindarlığını yansıtmaktadır. Bilge,
yazısına insanın ilerleyen yaşlarında karşılaştığı, onu olumsuz yönde etkileyen
etmenler hakkında bir ağıt ile başlar.
"Depresyon onu her yeni gün esir alır, gözlerinin
ışığı söner, kulakları sağır olur, gücü azalır, kalbi tekler, ağzı sessizleşir,
konuşmaz olur, aklı azalır, dün ne yaptığını hatırlaması artık imkânsızdır.
Kemikleri sızı içindedir, önceleri büyük bir zevkle ilerleyen o şimdi bundan
büyük bir acı duyar. Tat alma duyusu onu terk etmiştir. Yaşlılık insanın içine
düşebileceği en büyük sefalettir. Burnun çalışmaz olur, artık hiç koku
alamazsın."
Bu
noktada Ptah-hetep güzel bir ifadeyle sorar,
"Kim bana konuşma yetkisini verir? Beni, prense
yaşlı bilgelerin bilgece öğütleriyle dolu olan bu kuralları tekrarlamam için
yetkilendirecek olan kimdir?"
Bu
soruları cevaplandırmak üzere kral Ptah-hetep'e şöyle der,
"Oğluma eski zamanların hikmet dolu sözlerini
öğretin. Yalnızca bu tarz bir eğitim soyluların oğullarının karakterlerine
biçim verebilir. Bu emirleri yerine getiren gençler doğru kavrayış ve adaletli
yargılama melekesini kazanacaklar ve hiç usanmadan görevlerini yerine
getireceklerdir."
Bu
sözleri, tam adıyla verilen, Erpa, Dük, tanrının babası (kral), Tanrı'nın
arkadaşı, kralın oğlu Ptah-hetep'in "Güzel konuşma usulleri" takip
etti. Memphis'in hükümdarı, kralın güvenilir hizmetkârı. Bu kurallar cahil
olanlara öğretilerek onların güzel bir konuşmayı anlamaları sağlanır; bu
kurallardan bazıları aşağıda verilmiştir:
"Sahip olduğun bilginin seni kibirli yapmasına izin
verme. Eğitimli biriyle olduğu kadar cahil olanla da sohbet et."
"İnsanlara korku verme, şayet böyle yaptığın
takdirde Tanrı seni cezalandıracaktır. Ola ki herhangi bir kişi, hayatını bu
şekilde sürdüreceğini söylerse, Tanrı onun ağzını lok- masız koyacaktır. Eğer
ki biri 'sahip olduğum bilgi sayesinde üstünlük elde edeceğim' der, kendini
güçlü (zengin) kıla-cağını söyler ve derse ki, 'Diğer bütün insanları
ezeceğim,' tüm bu davranışları sonucunda, o hiçbir şey yapamayacak, elde edemeyecektir.
Hiç kimsenin diğer insanlara korku saçmasına müsaade etmeyin, çünkü Tanrı,
onların huzur içinde olmalarını emreder."
"Eğer sizden daha iyi durumda olan birinin evinde
bir toplulukla beraber yemeğe oturmuşsanız, sana sunulanı [hiç söz söylemeden]
al. Onu önüne koy. Önünde duran şeye bak, fakat çok yakın ve sürekli olmayacak
şekilde. İkram edileni geri çeviren bir kimse terbiyesizlik eder. Biri
konuşurken sözünü kesme, çünkü herkes bilir ki bu karşındaki kişinin hoşuna
gitmeyecektir. Sana söz hakkı verildiğinde konuş, böylece sözlerin kabul
görsün. Bir adam varlıklı olduğu zaman davranışlarını kendi arzusuna göre
düzenler. Ne isterse yapar... [Fakirin] yapamadığını büyük bir adam sadece
elinin bir hareketiyle gerçekleştirir. Ekmek yemek Tanrı'nın takdirine bağlı
olduğundan, kimse buna karşı gelemez."
"Eğer sen, görevi soylu birinin huzuruna çıkıp ona
başka bir soyludan mesaj getirmek olan bir adamsan, o zaman doğru bir şekilde
konuşmaya özen göstermeli ve mesajını doğru aktarmalısın. Mesajı iletirken berbat
etmemeye çalış ki daha sonradan bir soyluyla diğerini karşı karşıya
getirmeyesin. Mesajı aktarırken gerçeği çarpıtan ve sadece soylu ya da sıradan
herkesin hoşlanacağı güzel sözler söyleyen biri, adi bir kimsedir."
"Eğer bir çifiçiyse, Tanrının sana verdiği tarlayı
sür. Komşularının yanında çok fazla yeme... Varlıklı bir adamın, tarladaki
işçilerin önünde [kurbanı/avı] tıpkı bir timsah gibi yakalayan çocukları, bu
davranışlarından ötürü beddua alırlar. Babaları yakıcı bir keder çeker ve
onları doğuran anneleri ise diğer bütün analar kendisinden daha mutludurlar.
Ona güvenen ve onu izleyen bir klanın kabilenin lideri olan adam bir tanrı
olur."
"Eğer sen mütevazı bir adamsan ve akıllı bir kişiye
itaat ediyorsan, davranışların Tanrı katında iyi bir yerde olacaktır. Kime
hizmet etmen gerektiğini ve de kimin emirlerini yerine getirmen gerektiğini
bildiğin için kalbinin o kişiye karşı büyümesine izin verme. Kimin güç sahibi
olduğunu bildiğinden bu güce sahip olandan kork..."
"Her zaman çalışkan ol. Senden yapmanı istenilenden
daha fazlasını yap. Çalışacağın zamanı boşa harcama; zamanını kötü kullanan
kişi sefil bir adamdır. Her gün evinin zenginliğine zenginlik katmak için sana
sunulan hiçbir fırsatı kaçırma. "
"Eğer akıllı bir adamsan Tanrı’yı memnun edecek bir
oğul doğur."
"Eğer zeki bir adamsan, evinin efendisi ol.
Kesinlikle karını sev ve ona bol miktarda yiyecek ver, üstüne elbiseler al;
çünkü bunların hepsi onun bedeni için birer ilaçtır. Ona yağlar sür, onu
yaşadığın müddetçe mutlu kıl. O senin tartandır ve o sahibini
şereflendirecektir. Evinde asla yıkıcı ve sert olma, çünkü karın şiddet yerine
ikna ile daha kolay idare edilir. Onun arzularını tatmin et, beklentilerini iyi
gözlemle ve eşinin bakışlarını, alamadığı şeyleri not et. Bu karım evde tutmanı
sağlayacak bir davranış olacaktır; eğer onun ilerlemesini engellersen, bu sana
zarar verir. Ona sarıl, sevgi sözcükleriyle seslen ve sevgi dolu davran."
"Elinden geldiğince sana muhtaç olanlara karşı iyi
davran, çünkü bu Tanrı'nın kutsadıklarının bir görevidir."
"Eğer akıl sahibi bir adamsan ve eğer efendinin
meclisinde bir koltuğun varsa, işlerinde akıllıca bir karara [varmak için]
konsantre ol. Sessiz kal, çünkü bu çok fazla konuşmaktan daha iyidir.
Konuştuğun vakit sözlerine karşı nelerin ileri sürüleceğini bilmen gerekir.
Mecliste konuşmak deneyim ve yetenek [ister.]"
"Eğer bir zamanlar fakir olan zengin bir adamsan ve
şehrin başına geçmeye çalışıyorsan asla zenginliğim bir üstünlük olarak
kullanmaya kalkma. Tahıl hususunda kaba olma, çünkü sen Tanrı'nın yiyeceklerinin
bir bekçisisin sadece."
"Eğer soylular ile nasıl görüşme yapman gerektiğini
bilmiyorsan; çok düşün, az konuş? Fikirlerin efendininkilerle örtüşsün. O ne
derse yap, böylece o, seni dinleyenlere şöyle desin, 'İşte bu benim
oğlum.’"
Ptah-hetep'in
yukarıda geçen ve burada yer vermediğimiz diğer davranış kuralları yüksek
makamlarda bulunan genç adamlara rehber olması amacıyla yazılmışlardır. Bu
kuralların günlük yaşamda geçerli olan pratik ahlak ile bağları oldukça azdır,
Fakat Orta ve Yeni İmparatorluk egemenliği altında yaşamış, daha eski dönemlere
ait yazılara bütün saygılarını göstermeye hazır olmalarına rağmen, Mısırlı
kâtipler eskiye ait bu Davranış Kurallarının her önemli mesele için bir öneri
getirmediğini kavramakta gecikmemişlerdi. Bu nedenle mevcut olanlara ilaveten
yeni kurallar yazmayı sürdürmüşlerdir. Bu tarz hükümlerden oluşan ilginç bir
metin de Kahire, Mısır Müzesi’nde muhafaza edilen bir papirüste bulunmaktadır.
Genel itibariyle bu Davranış Kuralları "Ani'nin Özdeyişleri” olarak biliniyor
ve aşağıdaki örnekler bu hükümlerin karakteri ve konusu hakkında bize fikir
verir:
"Tanrı’nın bayramını kutla ve kutlamayı her yıl
aynı mevsimde tekrarla. Tanrı bu kuralı çiğneyene öfke duyar. [O'na], ...
sunduktan sonra kanıtını da götür."
"Bir kişi eline geçen fırsatı bir kez kaçırdı mı,
başka bir tanesini yakalamak için [boşuna] çabalar."
"Tanrı, Onun Ruhlarını övenlerin, O'nun övgülerini
söyleyenlerin ve O'nun önünde eğilenlerin, tütsü sunanların ve işinde [O'na]
saygı gösterenlerin adını yüceltir."
"Yakınları size karşı saygılı olsalar bile, asla
bir ayyaşın karşısına çıkmayın."
"Yolda gördüğünüz, yabancı bir kadına dikkat edin.
O ve onun gibi olan hiçbir kadının peşinden gitmeyin. Asla onunla arkadaşlık
etmeyin. O tıpkı bilinmeyen rüzgârların derin akıntıları gibidir."
"Sıradan bir adamla gezdiğin sürece, kendinden
değer kaybedersin. "
"Bir sorgulama esnasında, sen de orada
bulunuyorsan, çoğunlukla sus; sükut ettiğin müddetçe daha iyi edersin.
Gevezeliğin bir parçası olma."
"Tanrı’nın tapınağı gürültülü gösterilerden
tiksinir. Sevgi dolu bir yürekle dua edin ve dualarınızı gizleyin. Siz bunu
yapın ve Tanrı da işlerinizi sizin için yapsın. O sizin sözlerinizi duyar ve
adaklarınızı kabul eder."
"Mezarlarında yatan babanızın ve annenizin önlerine
su koyun... Yaptığınız bu şeyi evinizin dışındayken de unutmayın. Siz onlar
için yapın ki çocuklarınız da sizin için aynısını yapsınlar."
"Meyhaneye sık gidip gelmeyin, çünkü ağzınızdan
çıkan sözler tekrar edilecektir ve ne söylediğinizi bilmemek sizin için çok
kötü olur. Yere düşeceksin, belki de kemiklerin kırılacak ve bu esnada sana
[yardım için] el uzatacak kimse olmayacak. Seninle birlikte içen neşeli
arkadaşların şöyle diyecekler, 'Şu sarhoş adamı dışarı atın.' Arkadaşların sana
bakmaya geldiklerinde seni bir bebek kadar savunmasız bir halde yerde yatarken
bulacaklar."
"[Ölüm] habercisi seni alıp götürmeye geldiği
zaman, seni hazır bulsun. Yazık, konuşmak için hiç fırsatın olmayacak, çünkü
artık gerçekten de ölümün soğuk yüzü karşında duruyor olacak. Sakın, 'Beni daha
gençken alıp götürüyorsunuz. ' deme. Ölümün seni ne zaman alıp götüreceğini
bilemezsin. Ölüm gelir ve olgun bir yaşa gelmiş bir adamı yakaladığı gibi
annesinin kollarındaki bebeği de alır. Bunu iyi düşün, çünkü ben senin iyiliğin
için konuşuyorum. Bunları yerine getir ve iyi bir insan ol. Bütün kötülükler
senden uzak dursun."
Sh: 281-287
Kaynak. Antik Mısır Edebiyatı,
Yazınsal Metinler, E.A. Wallis Budge, İngilizceden Çeviren SELİN ALBAYRAK, İlya
İzmir Yayınevi ,Dokuzuncu Baskı, Şubat 2013 - İZMİR
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar