APOSTAZ, “DÜNYANIN KUTSAL İNTİHARI” INDA PARAZİTİMİZ
İnsanın
zihninde oluşturduğu ve “etki edilebilir” her türlü ortama çevre denir.
Bu
tanımı, dikkatle ve yıllarca (yalan) uğraşarak hazırladım. Başlangıçta itici
geldiğini ben de biliyorum. Anlamak zormuş gibi, ama aslında o kadar karmaşık
değil. Bir kere tanım, insan kelimesiyle başlamaktadır ve doğrudur, çünkü çevre
her ne ise, insan için geçerli bir açıklama bulmalıdır. Düzenleyici olan
sonuçta insandır. Siz hiç, bir maymun ya da timsahın böyle bir tanıma ihtiyaç
duyduğunu gördünüz mü? Göremezsiniz çünkü maymun ve timsah için çevre anlatımı
yoktur. Sizin çevre dediğinizin birer parçasıdır onlar. Dolayısıyla insan
dışındaki bütün varlıkları, insanın yapacağı bir çevre tanımının öğeleri
olarak kabul etmek gerekir.
Ve
düzenlenmiş çevre, zihinle ilgilidir. Doğanın kendi başına bırakılmışlığı bile
zihinde oluşan bir ortamdır. Ancak gidip görürseniz veya bir şekilde haberdar
olursanız, zihninizde yer bulur ve bu yer bulum çok rica ederim inkâr
edilmesindir ki biraz “duygusal”dır. Buna göre; dağlar, geyikler, yağmur
ormanları ve denizler kadar, eviniz, arabanız, elbise dolabınız, işyeriniz,
mahalle bakkalınız, bigisayannızın içi “aklınıza gelen” ne varsa, etki
edilebildikleri sürece, çevredir. Zamanın herhangi bir anında gözlerinizi
kapatıp, pekâlâ Karadeniz’in yoğun ormanları içindeki bir bayırda, yanınızdaki
ağıldan gelen tezek kokusundan keyif alabilir ve aniden yanınızdan geçen
arabanın gürültüsüyle tezek kokusunu, paranoyak bir kokuya çevirebilirsiniz.
Kim tutar sizi. İşte zihninizde bir çevre yaratabilirsiniz ve etkiye açık
olduğu hatta etkilendiği için, tanıma uygun olarak buna çevre diyebilirsiniz.
Bu zihinsel egzersizde, etki almanızın nedeni, yani gürültünün “kötü” etki
olması, zihninizde oluşturduğunuz o çevreden “huzur” duymanız olurdu. Buna göre
(tanıma göre), çevre kirliliğini tanımlarsak, hazretin aksine çok daha kolay
bir sonuca varırız:
Çevre
kabulü içindeki “rahatsız edici etki "lerin tümüne çevre kirliliği denir.
Oluşan
etki, çevre oluşumunu, yine insan kabullerine göre, rahatsız etmiyorsa veya rahatsız
etmeyeceğine inanılmışsa, o halde kirlilik falan yoktur.
Şimdi
buraya kadar, böyle çok köşeli anlatımlarla, radikal savuşturmalar ve hadi oradancılıklar
yapmak istemiyorum. Kabul etmekte zorlansak da, durum biraz böyle. İnsanın
varlığı veya ürettiği ile etki ettiği her ortam çevredir ve bence etkilerin
tümü rahatsızlık vericidir. Astronomlarla astrologların arasındaki farkı
anlattığım yeri hatırlıyor musunuz? İşte orada da konu aslında buydu. Zavallı
astronomlar, ürettikleri bilgi ile bir tür etkisizlik yaşıyorlardı. Çevre konusu
böyle bir durum. Yani, Jüpiter’i; bilirsiniz, zihninizde, televizyon ekranında
görür, incelersiniz, ama etki etmediğiniz sürece sizin için çevre değildir.
Mars ise, artık çevredir çünkü neredeyse, üzerinde bir getto (bir kentin
herhangi bir azınlıkça yerleşilen bölümüne genel olarak verilen ad) oluşturduk
sayılır.
İşin
içine çevre mühendisleri falan girdiğinde daha kötüsü olur ve “düzenlenmiş”
ortamları çevre sanadururuz. Bir gün kızımın okuluna gittim ve en temiz enerji
kaynağını sordum. Öğrencilerin hemen hepsi, barajlar dedi. Bu ne demek? Çevre
üzerinde, insan etkisini evcilleştirmişiz demek. Çocuklar, barajları doğal bir
zımbırtı sanıyor. Barajlar yüzünden oluşan yeni ekoloji, onların gerçek olarak
kabul ettiği bir oluşum. Ne haber?
Eee
diyeceksiniz, çözüm ne?
Bir
sorun yok ki çözüm olsun. Daha doğrusu ekolojik anlamda hiç, zerre kadar sorun
yok. Sorun, insanın geleceğinde, çünkü eğer, toplam gezegen varlığını bir
sistem olarak değerlendireceksek ki bütün çiftçiler böyle söylüyor, o zaman
mutlaka PARAZİT konusunda dersimizi iyi çalışmamız gerekmektedir, çünkü
eğer sistem varsa, parazit de vardır ve bakın şimdi size neler anlatacağım.
Bundan epey yıl önce, bir parazitolog tanıdığım,
benden şöyle sıkı bir “parazit tanımı” yapmamı istemişti. Kollan sıvayıp
işe başladım. O aklıselim tanıdığıma göre, kitaplardaki parazit anlatımında
yetersizlikler vardı ve parazit denildiği zaman akla hemen “küçük canlı
varlıklar” geliyordu. Bunlar sevilmiyor ve derhal kurtulunmaya
çalışılıyordu. Uzun süren çalışma sonunda, adamcağızın “yetersizlik”
kaygısı olduğu gibi ortaya çıktı. Parazit konusu, öyle hafife alınır bir durum
değildi ve işin en ilginç yanı, bütün parazitler, hiçbir istisna olmaksızın
aynı matematiğe sahipti. Üstelik parazit diye karşımıza çıkmaya başlayan “varlıklar”
illa küçük ve hatta canlı ve hatta somut olmak zorunda değildi. Daha da kötüsü
mü desem ilginci mi bilemiyorum ama, bir parazitten söz etmek için, mutlaka
öncelikle bir “sistem[1]”
olması gerekiyordu.
Bu noktada işin zevki kaçıyor hissediyorum. Yani ne
diyeceğimi, sonunda nereye varacağımı tahmin ediverdiniz sanıyorsunuz. Bunu
bilinçli olarak yapıyorum. Bu sanınızdan faydalanıp çok daha vurucu bir
gerçekten söz edeceğim. Merak edin bakalım.
ASALAK
Hiç hoş gelmez insanın kulağına. Zevksiz ve itici
bir kelimedir.
Parazit nedir diye sorduğunuzda akla ilk düşen anlatımdır.
Asılan, tutunan anlamındadır. Doğrusu, parazitin anlamını tam olarak
karşılamaz. Asalak sanki biraz daha eften püftenmiş gibidir. Sanki daha görünür
bir halttır. Çabuk yapılacak aşağılamalar içindir sanki. Acınasılık yaratır
düşüncelerde de yine kurtulunması gereken, “emici” bir nesnedir. O halde,
parazit nedir?
Parazit, herhangi bir “sistem”e tutunarak, o
sistemin soğurduğu enerjiyi, sadece kendi amaçları için yönlendiren ve sistemin
varolmasına “asla” engel olmayan her türlü unsurdur.
Dahası var...
HİÇBİR SİSTEM, PARAZİTLERE KARŞI BAĞIŞIK DEĞİLDİR.
EĞER SİSTEM VARSA, MUTLAKA PARAZİTLENEBİLİR VE PARAZİTLENMİŞ BİR SİSTEM, ASLA
KENDİ KURGUSUNUN YANİ AMACININ YERİNE GELMESİNİ SAĞLAYAMAZ. PARAZİT NE DERSE,
ONU YAPAR. UZUN LAFIN KISASI, PARAZİTLENMİŞ BİR SİSTEM, KENDİ AMAÇLARI ADINA
KOCAMAN BİR ÇÖPTÜR.
Dahası da var...
Parazitlenmiş bir sistemi, sistem enerji soğurduğu
sürece parazitten kurtarmanın matematik olarak bir yolu yoktur. Yani bırakın
pratiği, teorik olarak bile bu mümkün değildir. Tek yol, enerjiyi kesmek, başka
bir deyişle, sistemi “öldürmek”tir.
Sonunda ulaştığımız ve çok da geçerli olan tanım
buydu.
Hoppala diyeceksiniz. Yani bağırsaklarımız
parazitlendiği zaman, ondan kurtulmak için ölmek mi gerekiyor?
Değil tabiî.
Bir kere ölmesi ya da en azından ölü numarası
yapması gereken organizmanız değil, sindirim sisteminiz. İkincisi, evet aynen
öyledir ve aksi halde, parazitten kurtulmanız zordur.
Bağırsaklarınızdaki parazit, ne size, ne de
sindirim sisteminize zarar vermeye çalışmaz. Oraya tutunarak, kendi
isteklerini dikte eder ve bağırsaklarınız onun dediğini yaptığı için, organizmanızdaki
sistem ardışımı aksar ve hastalanır, hatta ölürsünüz. Fakat bilin ki, hiç
kimse doğrudan parazit yüzünden ölmez.
NE OLUYOR BAĞIRSAKLARINIZI KURTLAR BASTIĞI ZAMAN?
Beslenme bozukluğuna bağlı bir sürü hastalık.
Bağırsaklarınız zarar görmüyor. Görecek olsa,
parazitin başı ağrır. Sadece sistem ardışımında üstüne düşen görevi yerine
getiremiyor. Hekimler de kurtlarınızı dökesiniz diye ilaçlar veriyor.
TIP DÜNYASININ EN BÜYÜK SORUNU, OLDUM OLASI
PARAZİTLERDİR.
Organları birinden alıp diğerine koyabilen, hatta
organ haraları yapıp ısmarlama dokular üretebilecek kadar cüretkar olan tıbbın
asil topuğu, bizim yamru yumru, ufacık parazitlerdir. Parazitlere karşı
girişimlerin hemen tamamı, aslında o kadar da masum olmayan davranışlardır ve
sistemler var oldukça bu böyle sürecektir. Bakınız bağırsaklarınızdaki veya
cildinizdeki parazitler için yakın zamana kadar kullanılan ilaçlar, gerçekte,
uygulanan sistemi kısa süreliğine dahi olsa “öldüren” ilaçlardı. Sistemin
öldüğünü gören parazitler, ortamı terk ediyordu. Nitekim belki
bilirsiniz, sistemi terk ettiklerinde hâlâ canlı olurlar. O ilaçlar, adam
akıllı zehirlidir ve şöyle bir baktım da, parazit değil de ilaçtan ölenlerin
sayısı, tıbbın yüz karası olmaya hazır ve hiç yabana atılır gibi değil.
ŞİMDİLERDE KULLANILAN İLAÇLAR İSE, PARAZİTİN SİNİR SİSTEMİNE SALDIRIYOR.
Aslında bu bir devrim gibi. Yani bilinen bütün anlatımlara göre, parazitin
kendisine saldırmak mükemmel bir olaymış gibi. Ne ki, bizde de benzer bir
sinir sistemi var ve ilaçların istenmeyen etkileri de katlanarak artıyor.
Bağırsaklardaki parazitler için onları uzak tutmak
amaçlı çalışmaların çok daha etkin olduğu kesin. Öte yandan tıp dünyasının asıl
baş belası olan parazit sınıfı, virüslerdir. Tıp çalışanları, virüs dışındaki
bütün mikroorganizmalara karşı iyiden bir cins saygı duyarlar, ama söz konusu
olan virüsler olduğunda durum değişir.
VİRÜS DEMİŞKEN, BİLGİSAYARLARINIZDA BİLE ONLARDAN
VARDIR. NEDEN SİZCE, BİLGİSAYAR MİKROBU, ASALAĞI, ÇAPKINI, KUŞU DEMEMİŞLER DE
“VİRÜS” DEMİŞLER?
Kelimenin tam anlamıyla virüs gibiler de ondan ve
tam anlamıyla parazit tanımını destekliyorlar. Eğer çalışan bir bilgisayarınız
varsa, virüslenebilir. Virüs, bilgisayarınızın ne yapmasını veya yapmamasını
istiyorsa, o olur. Ondan kurtulmak için yapılabilecek tek eylem, bütün depoyu
sıfırlamak ya da yeni bir bilgisayar almaktır. Virüs tarama ve temizleme programları,
çoklukla, infeksiyon oluşmasın diyedir. Bir kere infekte oldunuz mu, sonra
istediğiniz kadar temizleyin, o işten zarar görürsünüz. Ancak yinelemekte
fayda var. Bir virüsünüzün olması için, çalışan bir bilgisayarınızın olması
gerekir.
Çoğu biyolog, virüsleri “canlı” sınıflandırması
içinde görmek istememiştir. Virüslere canlı demek, kısa yoldan anlatmaktır. Ne
ki virüsler, canlı olmak için atanmış dört sabit dengeye göre hareket etmez.
Çoğalma, beslenme ve üreme anlatımları tamamen farklıdır, ama vardırlar ve özellikle
son birkaç on yıldır, insanın başına ciddi çoraplar örmüşlerdir. Virüsler,
parazit tanımımıza o kadar “cuk” diye oturur ki, sormayın gitsin.
Düşünsenize, tıbbın en baş belası uğraş (daha doğrusu, savaş) alanlarından
birisini virüsler işgal etmektedir ve bu uğraş için harcana giden para, en
sıradışı insanın bile dudaklarını uçuklatır[2].
Bilinen virüslerin tamamı, patojen, yani hastalık yapıcı olarak kabul edilmektedir.
Sadece insan organizmasını karşısına aldığını düşündüğümüz zaman, türden türe,
suştan suşa virüslerin, çok değişik etkileri olmakla birlikte, bunlardan
ilginç bir tanesi olan HIV[3]
ve saz arkadaşları (suşları), parazit başlığımızın altında parlayacak kadar
güzel davranışlar sergiler. BİR KONGREDE, ADINI SANINI ŞİMDİ HATIRLAMADIĞIM
BİR HAZRET, BU VİRÜS İÇİN, “DOĞAL OLAMAYACAK KADAR GÜZEL VE İHTİŞAMLI,
ANLAŞILAMAYACAK KADAR BASİT VE BAŞEDEMEYECEĞİMİZ KADAR ZEKİ” DEMİŞTİ.
Hazret, bu sözünü kullandığım ve kaynağı veremediğim için beni bağışlar umarım,
ama etkilenmiştim doğrusu. Sözün içeriğindeki çelişkiler bir yana, korktuğu
besbelli ortadaydı.
Bir parazit olarak HIV, tıpkı diğerleri gibi,
amaçlarına ulaşmak için, soğurduğu enerjiyi kendisi için kullanabileceği bir
sistem arar. Amaç, sistemin eneıjisini kendi replikasyonu (kopyalanması) için kullanmaktır.
Nitekim, bulduğu sistem, kendisine adını verecek olan, insanın bağışıklık
sistemindeki hücrelerdir. Başka bir kısım hücreye de tutunabilmesine karşın, bu
bağışıklık sistemi hücreleri (CD4), parazit anlatımımız için çok özel
olacaklardır.
Düşünsenize, işi gücü vücuda giren ve sistemin
ihtiyacı olmayan unsurları bulup, onlara karşı tavır takınmak olan ve
çocuklarımıza, “vücudumuzun askerleri” diye öğrettiğimiz bu hücreler,
kendi içlerinde bir yabancıyla karşılaşıyor ve bu yabancının enerjilerini
soğurmasına seyirci oluyor. Acı içinde ve ne yapacağını şaşırmış olarak,
antikor üretiyor. Bu, kanıında şeytan beslediğine inanan hamile bir kadının,
çocuğu öldürmek için bulutlara ateş etmesine benzer.
AIDS adıyla korkadurduğumuz hastalığa neden olmasına
karşın, kimse, doğrudan HIV yüzünden ölmez. Zaten AIDS, HlV’in yol açtığı bir
durum değildir. Nasıl mı? Dinleyin o zaman:
Uzunca bir süre sonrasında, CD4 hücreleri, HlV’in
kopyalarını kendi duvarlarında oluşurken görünce, o anlamlı ve mantıklı kararı
verir: APOZTAZ. Yani, bam. Yani sistem gitti, parazit gitti mantığı.
YANİ İNTİHAR[4].
Gördünüz mü, küçük ama sorumluluk sahibi bir hücre bile parazit matematiğinin
farkında. İyi de, her yeni üretilen CD4 hücresi, HIV saldırısı sonucu aynı işi
yapmaya başlayınca, ortada vücudu savunacak sistem kalmaz ve normal durumda
bağışık ya da barışık olduğumuz “fırsatçı” infeksiyonlara gün doğar. Bunlar
gelişir, büyür, başedilemez hâl alır ve bu gidişin sonuna AIDS denir.
HIV, AIDS davasında, “suçum yok” diye yemin
etse, korkarım başı bile ağrımaz ağrımasına da, benim HIV in feksiyonu gibi bir
konuda ettiğim bu “teşbihsel” lakırtı kendi başıma ne yapar bilmem. Hoş
karşılayın lütfen.
Ne ki burada diyeceğim, hamile kadın, çocuğun
şeytan olduğunu “kesinlikle” bilse bile, onu doğurur ve besler. APOZTAZ
ise, sadece parazitlere karşıdır.
Apoztazın gururlu ve koruyucu tavrı doğadan gelen
bir özdür. İnsanlar kendi yarattıkları sistemlerde oluşan pek çok paraziti
bile evcilleştirmişlerdir. Yahu olur mu demeyin. Basbayağı olur. ALIN SİZE DERSHANELER.
EĞİTİM “SİSTEMİNE” TUTUNMUŞ VE ONUN SOĞURDUĞU ENERJİYİ KULLANAN BU OLUŞUMLARDAN
KURTULMAK İÇİN İKİ, HATTA BİR TEK İYİ YOL SÖYLEYİN, ÖNDEN İKİ DİŞİMİ KIRAYIM.
BÖYLE BİR YOL YOK. EĞİTİM SİSTEMİNİ “İYİLEŞTİRMEK” MÜMKÜN DEĞİLDİR. PARAZİTLENMİŞ
SİSTEMLER İYİLEŞMEZ.
PARAZİTİN İSTEDİĞİNİ YAPAR. DERSHANELER, EĞİTİM
SİSTEMİNİN BU HALDE OLMASINI, KALMASINI İSTİYOR. DAHA ÇOK SINAV İSTİYOR. Eğitim,
gerçek amacı olan yerleşik düzen insanı üretme işinden vaz geçip, dershaneler
için sınava adam üretiyor. Pekiyi nasıl kurtulunur dershanelerden?
İki yıl kimse okula gitmez, hiçbir sınav
yapılmazsa, dershane işletmecileri yatırımlarım çeker, gidip market açarlar. Buna
imkan var mı? Yok. O zaman dershaneleri sistemin varlığı içinde düşünüp
evçilleştirelim olsun bitsin.
Radyolarımızdaki parazit de adını boşuna
almamıştır. Bir vericiden çıkıp sizin radyonuza erişen bir
yayın varsa, bu sistem üzerine çöreklenip size cızırtı dinletmek isteyecek bir
parazit de elbet vardır. Yapılması gereken, bir anlığına bile olsa, sistemi
durdurmaktır. Kullandığınız dil içinde, cümleler birer sistemdir.
Anlamlı bir mesajı paketleyip iletirler.
“Ali bugün geldi” cümlesi bir sistemdir. Bir sürü
iş yapabilir. Kim bugün geldi, Ali bugün ne yaptı, Ali bugün geldi mi? gibi
pek çok anlama gebedir. Hâlbuki tutup bu cümleyi “ÇÜNKÜ” KELİMESİYLE PARAZİTLERSENİZ,
SADECE BU PARAZİTİN İSTEDİĞİ İŞİ YAPAR. GERİSİ GAYRİ BOŞTUR. CÜMLE ARTIK SADECE
BİR “GEREKÇE” ENDEKSİNE SAHİPTİR VE BAŞKA BİR İŞE YARAMADIĞI GİBİ TEK BAŞINA
HİÇBİR ANLAM TAŞIMAZ. Deneyin isterseniz:
...çünkü
Ali bugün geldi.
Eee?
Eeesi anlamsız, ama evcil işte.
Biran için, tartışmadan, serinkanlı bir
kabullenimle bu parazit anlatımını, başından sonuna, doğru bulalım.
Sizce, mükemmel bir sistem olan gezegenimizin bir
paraziti olabilir mi?
Efendim? Duyamadım.
Parazitlerin, şu ana kadar sözünü etmediğim çok
özel ortak bir noktaları daha vardır. Kancayı taktıkları ve enerjisini
yönlendirdikleri sistemi tanımaya çalışır ve onun geliştirebileceği her türlü
önleme karşı, bir cins “hızlı öğrenme” ile davranış belirler. Açıkçası,
mutasyona uğrar ve iyice baş edilemez olurlar. Her parazit, eski konağından
yenisine doğru nesiller verirken, birkaç adım daha güçlenmiş ve kararlı bir
hale gelir. Parazitlerin bu davranışı, evrim değildir. Basbayağı, öğrenme ile
zoraki değişimdir. Buna, “direnç geliştirme” denir.
Kaynak:
Üner BEKÖZ, Apostaz, “Dünyanın Kutsal İntiharı” Ankara, Phoenix, 2005. s.155-162
[1] Sistem Tanımı: Doğal ya da yapay, bir
eylemin meydana gelebilmesi için bağımsız işlevleri olan unsurların bir bütün
anlatımında ardışarak eneıji soğurmasına, sistem denir. Sistemin tanımsal
sonucuna ulaşabilmesi için, bir bütün içinde olması gerekir. Bunun anlamı, bir
başlangıç, ardı- şımlar ve sonlandırarak geriye döndüren unsurlardır. Bu
yüzden, hücrelerin topluluk halinde ardışması ve hatta belli bir dokuyu
oluşturmaları, sistemi yaratmaz. Ancak, belki, dokuların ardışma hizasıyla
oluşturdukları organ, bir sistem olabilir, ama organların ardışması, kelimenin
tam anlamıyla bir sistemdir. Bundan, sistemlerin de ardışarak, yeni sistemler
doğuracağı sonucuna varılır ki, zaten evren de işte böyle oluşur.
[3] Human Immunodefficiency Virüs (İnsan
Bağışıklık Yetmezliği Virüsü). Kulakları çınlasın, Jared Diamond’un dediği
gibi, önceleri hayvan sistemlerini tutan bir virüsün “insan tarafından
evcilleştirilmiş hali” olduğunu biliyoruz artık vesselam.
[4] HlV’in varlığı nedeniyle hücrenin kendisini
yıkması anlatımını ilk kez 1986 yılında, HIV’i ilk izole eden kişilerden birisi
olan Dr. Montaigner yapmıştır. O zamanlar kendisinin de çok iyi anlayamadığını
itiraf ettiği bu durumum ne olduğunu bugün gayet iyi biliyoruz. Ayrıntıları;
Sarıgül Figen, HIV ve AIDS
kitabında bulabilirsiniz.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar