BİLİNÇLİ RÜYALAR VE RÜYA YOGA’SI
Hzl: İlhan Ermete
Büyük bir kale
içindeki yüksek kemerli koridorda gezinirken, kalenin görkemli mimarisini
hayranlıkla izledim. Her nasılsa bu heybetli yapıya bakarken rüya görmekte
olduğumun farkına vardım! Berrak bilincimin ışığında, kalenin zaten etkileyici
olan ihtişamı bana daha da harika göründü, ve büyük bir heyecanla “havadaki
kalemin” hayali gerçekliğini keşfetmeye başladım. Koridorda yürürken,
ayaklarımın altındaki taşların sertliğini hissedebiliyor ve ayak seslerimin
yankısını duyabiliyordum. Bunun bir rüya olduğunun bütünüyle farkında olmama
rağmen, bu büyüleyici ve görmeye değer manzaranın her unsuru gerçek gibiydi.
Kulağa ne kadar
garip gelirse gelsin, rüya görüp derin bir uyku uyurken, uyanıkken sahip olduğum
bütün yeteneklere sahiptim: her zaman olduğu kadar net düşünebiliyordum,
uyanıklıktaki yaşamımın anılarını serbestçe anımsayabiliyordum, ve bilinçli
olarak düşünerek istediğim harekette bulunabiliyordum. Ama bunların hiçbiri
rüyamın canlılığını azaltmıyordu. Paradoks olsun ya da olmasın, rüyamda
uyanıktım!
“Rüya mı
görüyorum?” Bize çok tuhaf
gelen, inanamadığımız bir olayla karşılaştığımızda böyle deriz. Ya kendinizi
gece yatağınızda yatmış rüya görürken bulur ve rüya gördüğünüz halde bunun
farkında olduğunuzu anlarsanız ne yaparsınız? Evet, rüya görüyorsunuz ve
gördüğünüzün bir rüya olduğunu biliyorsunuz. Herhalde uyandıktan sonra
yatağınızda derin derin düşünmeye başlarsınız. Kiminiz buna inanıp inanmamak
arasında bocalarken bazılarınız da bunun bir sanrı (halüsinasyon) olduğunu
düşünürsünüz. Ama bu ne inanılmayacak bir şey ne de bir sanrı. Yaşadığınız bu
deneyime bilinçli rüya adı veriliyor (İngilizcede bilinçli rüyalara lucid
dreams deniliyor. Lucid sözcüğü, aklı başında, berrak, açık gibi anlamlara geliyor.
Bazı kitaplarda lüsid rüyalar terimi kullanılıyor. Biz burada bilinçli rüyalar
demeyi daha uygun gördük.).
Bilinçli Rüyalar Üzerine Bilimsel Araştırmalar
Bilinçli rüyalar?
Sözcük anlamına
bakıldığında, bilinçli rüyalar terimi “uyanık uyku” gibi birbiriyle
çelişen iki sözcükten oluşuyor gibi görünmekte. Öyle ya hem bilinçli olup hem
de rüya görmek de neme ne bir sey? İnsan eğer bilinçliyse uykuda değil
demektir, uykuda olmayan insan da rüya göremez. Yok eğer ille de rüya görüyor,
diyorsak o zaman o kişi bilinçli değildir. Rüyalarla ilgili araştırmalarda
bulunan ve fizyoloji, nöroloji, psikoloji gibi çeşitli dallarda uzmanlaşmış
bilim adamları da aynen bu savı öne sürüyor, bilinçli rüya diye bir şeyin
olamayacağına inanıyorlardı. Taa ki Amerika'daki Stanford Üniversitelinde
psikofizyoloji alanında doktora çalışması yapan Stephen LaBerge 1980 yılında
doktora tezini sunana kadar! Çünkü LaBerge ilk bakışta çelişkili gibi görünen
bu durumun varlığını laboratuvar koşulları altında yaptığı deneylerle kanıtladı.
Aslında LaBerge
Amerika'da yaptığı araştırmasını tamamlamadan yaklaşık altı yıl önce, Keith
Hearne İngiltere'deki Hull Üniversitesi ve Liverpool Üniversitesi'nde
parapsikoloji dalında doktora yapmış ve aynı konuyu, yani bilinçli rüyaları
kendisine tez konusu olarak seçmişti. İki bilim adamı hemen hemen aynı zamanda
ama ^birbirlerinin çalışmalarından habersiz olarak araştırma yapmışlardı.
Bununla birlikte, Hearne bulgularını bilim dünyasına açmakta LaBerge'e göre
isteksizdi. Bu nedenle bu konuda ilk yazıları yayınlayan LaBerge oldu. Ayrıca
LaBerge İngiliz Keith Hearne'ınkinden daha fazla bulguya sahipti. LaBerge'in
başarısı aslında o kadar da kolay olmadı. Birçok tanınmış bilim dergisi onun
yazdığı makaleleri yayınlamayı kabul etmedi. LaBerge başka zorluklarla da
karşılaştı ama her şeye rağmen çalışmalarını sürdürdü.
LaBerge
kendisinin de içinde bulunduğu rüya deneklerinden oluşan grubun üyelerine
Yunanca oneiron (oveıpov), yani 'rüya' sözcüğünü 'astronot'taki gibi bir
sonekle birleştirerek oneyronot (İng. oneironaut) terimini türetti. Yani bu
denekler “rüyalar aleminin astronotları, bilinçli rüyaların kaşifleriydi.
LaBerge'in
yaptığı deneylerde ilk karsılaştığı sorunlardan biri rüyasında bilinçli hale
gelen kişinin bunu bilim adamlarına nasıl haber vereceğiydi. Çünkü rüya
gördüğümüz REM (hızlı göz hareketleri) sürecinde, bedenin motor sistemi
paralize olur, beyinden kaslara giden istemli hareket komutları bloke edilir.
Yani rüya görürken bilinçli olsanız bile bunu belli etmek için elinizi
kaldırarak ya da kafanızı sallayarak işaret veremezsiniz. İşte bu nedenle
LaBerge rüya görmekte olduğunun farkına varan deneklerin laboratuvarlardaki
bilim adamlarına işaret verebilmesi için de ilginç bir teknik geliştirmek
zorunda kaldı. LaBerge işaret vermek için göz hareketlerini algılayarak
kaydeden elektrookülogram (EOG) adlı aletten yararlandı.
Oneyronotlar rüya
görürken bilinçli hale geldiklerinde, gözlerini daha önceden kararlaştırılmış
bir sırayla sağa sola hareket ettiriyorlardı. Bu örneğin
sağ-sağ-sol-sağ-sol-sağ-sağ-sol gibi karmaşık bir sıraydı. Böylece deneği
izlemekte olan bilim adamları, onun bilinçli hale geldiğini anlayabiliyor ve
belgeleyebiliyorlardı. LaBerge bir defasında sol-solsol, sol-sağ-sol-sol
sinyalini kullanmıştı. Bu sinyal kendi adının baş harfleri olan “SL”nin Morse
alfabesiyle yazılmış haliydi. LaBerge'in yaptığı bu deneyleri daha sonra
Kanadalı Dr. Jayne Gackenbach'ın ve birçok Amerikalı bilim adamının
araştırmaları izledi. Rüya araştırmalarında yeni bir alan açılmıştı.
Uzak Doğu Gizemci Öğretilerinde Bilinçli
Rüyalar
Tibet
Budacılığında Bilinçli Rüyalar ve Rüya Yoga'sı Yukarıda sözünü ettiğimiz
araştırmalar bilinçli rüyaların varlığına bilimsel açıdan somut kanıtlar
getiren ilk çalışmalar olmakla birlikte, bilinçli rüyalar birçok kültürde çok eskilerden
beri bilinmekteydi. Bilinçli rüyalarla ilgili en eski yazılı kaynaklara “dünyanın
çatısı” Tibet'te rastlanır. Tibetli Budacılar bilinçli rüya görmede
ustalaşarak rüya yoga'sı (rmilam rnal ’byor) denilen bir tekniği
öğretmektedirler. Budacılar yaşamın, algıladığımız dünyanın bir tür rüya
olduğuna inanırlar. Buddha, Elmas Sûtra'da (Vajracchedika Sûtra) şöyle der:
Taraka timiraj
dipo mayavawyayabudbudaj
Svapnaj ca vidyudabhraj ca evaj
drastavyaj sajskrtaj
Tatha prakawayet
tenocyate sajprakawayediti
Idamavocadbhagavanattamanah
Her şey bir rüyaya, bir yanılsamaya
Bir çiğe, ya da bir yıldırıma benzer
Her şey böyle görülmeli Böyle gözlemlenmelidir
Yaşamın bir tür
rüya olduğu düşüncesine Hinduizmden Taoculuk'a, Budacılıktan Zen'e ve tasavvufa
varıncaya kadar birçok gizemci öğretide rastlıyoruz. Bilinçli rüya görme
sanatının Tibetli ustaları, yaşam denilen rüyadan uykumuzda uyanabileceğimize
inanırlar. Budacı felsefeseye göre, evrendeki her şey sürekli bir değişim
süreci içindedir ve hiçbir şey sürekli ya da kalıcı değildir. Bir başka
deyişle, algıladığımız her şey bir yanılsamadır (mâyâ). Bir Tibetli Budacının
bu gerçeği kavramak için yapabileceği çeşitli çalışmalardan biri de bilinçli
rüyaların kullanıldığı rüya yoga'sıdır.
Rüya yoga'sı
tekniğini Tibetlilere öğreten kişi, 8. yüzyılda Budacılığı Hindistan'dan
Tibet'e getiren efsanevi guru Padmasambhava ya da Tibet'teki adıyla Guru
Rinpoche'dir. Bununla birlikte, bazı Tibetli lama'lar bu öğretinin temellerinin
geçmişi çok eski zamanlara dayanan bir kutsal kitap olan ve kimin tarafından
yazıldığı bilinmeyen Mahamâyâ Tantra'da olduğuna inanırlar. Bu kitapta
anlatılan teknik Tibet'li ustalar tarafından günümüzde de öğretilmektedir.
Tibet
öğretilerine göre, rmi lam rnal 'byor'u, yani rüya yoga'sını öğrenmek isteyen
bir Budacı rahibin yapması gereken ilk şey, gün boyunca uyanık durumda
algıladığı her şeyin rüyadaki görüntüler gibi olduğunu aklından çıkarmamaya
çalışmak ve uyanık durumu bir tür rüya olarak görmektir. Bu görüşlerin
yerleşmesiyle rahip rüyasında gördüklerinin gerçek olmadığının farkına
varabilme yetisini geliştirir. Rahip daha sonra, uyanıklıktan uykuya geçişte
bilinçli durumu korumaya ve rüyalarını bilinçli olarak görmeye çalışır. Bunu
yapmak için üç temel yöntem vardır.
Birinci yöntem,
rahibin uyurken bilincinin sürekliliğini sağlamak için kararlığını
kullanmasıdır, yani rahip kendisini bedeni uykuya dalarken zihninin uyanık
kalmasına şartlar.
İkinci yöntem
özel bir solunum tekniğini kullanarak bilinçli kalmaktır. Rahip “bir aslanın
yaptığı gibi” sağ tarafına yatar.
(Sufiler de sağ
tarafa yatmanın kalbi yormamak ve rahat bir uyku için gerekli olduğuna
inanırlardı. Hatta Osmanlı devrindeki ok atma müsabakaları sırasında,
kemankeşlerin, yani okçuların, gece uyurken sol taraflarına yatmalarını önlemek
için gece boyunca başlarında bu iş için görevlendirilmiş kimseler durur ve
sollarına yattıkları zaman kemankeşleri uyandırırlardı. Bununla birlikte,
Yoga'da bunun tam tersi, yani sol tarafa yatmak önerilir.)
Rahip sonra
başparmağı ve yüzük parmağıyla boğazındaki şah damarına bastırır, burun
deliklerini parmaklarıyla kapatır, ve tükürüğünün boğazında birikmesini
sağlardı.
Bilinçli durumu
korumanın üçüncü yöntemi, gözünde canlandırmadır (visualization). Rahip uykuya
dalmadan önce kendisinin bir Tantrik tanrı olduğunu gözünün önüne getirir ve
belirli enerji merkezlerinde (rtsa 'khor ya da Sanskrit dilindeki biçimiyle
chakra), üstünde kutsal heceler yazılı olan enerji damlalarının (ya da
toplarının) olduğunu gözünde canlandırır. Sonra bunların bedenindeki belirli
enerji kanallarından geçerek kalbine kadar gidip orada birleşmesini sağlar,
rüya görürken bunun farkında olmayı istediğini kendisine anımsatan bir söz
söyler, sonra kalbindeki enerji damlasını boğazdaki chakra'ya getirir. Rahip
dikkatini Yoga'da vishuddha chakra olarak bilinen bu enerji merkezine odaklar
ve orada parlak bir ışığın olduğunu hayal eder. Bu yolla uyanıklıktan uykuya
geçişte rahip bilincini yitirmez ve daha sonra rüyasında gördüklerini izlemeye
başlar.
Sonraki aşamada,
rahip gördüğü rüyaların içeriğini bilinçli olarak değiştirerek zihnini olumsuz
unsurlardan arındırır. Rahip belirli Tantrik tanrıları görür ve onlarla
bağlantılı olan simgeleri zihninde tutar, böylece normal rüyalardaki olumsuz ve
gelişigüzel unsurların yerine Budacı simge ve görüntüler konur. Örneğin rahip
uyanıkken yaptığı gözünde canlandırma (visualization) meditasyonunda tanrı
Vajradhara'yı zihninde canlandırıyorsa, rüyasında da bu tanrının simgesi olan
kırmızı beyaz bir üçgenin göbeğinin altında durduğunu zihninde canlandırır.
Rahip rüyalarını arıtma çalışmasını tamamladığında
bir sonraki aşamaya geçer. Bu aşamada rahip örneğin rüyasında ateş görüyorsa, “Rüyada
görülen ateşten ne zarar gelebilir ki?” diye düşünerek gidip kendisini
ateşe atar. Tibetli Budacı bir rahip böylelikle gitgide bilinçli rüyalarında
gördüğü olaylara verdiği tepkiler üzerinde kontrol sahibi olur. Bu çalışma
sayesinde rahip rüyasında gördüklerinin yalnızca kendi yarattığı, hayal ürünü
şeyler olduğunu anlar, rüya durumunun ya da rüyanın içeriğinin bir yanılsama
(mâyâ) olduğunun farkına varır.
Sonraki aşama
rüyanın içeriğini değiştirmektir. Rahip rüyasında kendi istediği şeyleri
görmeyi öğrenir ve rüyalarında buddha'ları, Budacı tanrıları görmeye ve
bilincini bu görüntülere uygun olarak değiştirmeye, yani rüyasında bir çesit
meditasyon yapmaya başlar. Daha sonra rahip rüyasında gördüklerini bir başka
duruma dönüştürmeyi öğrenir, örneğin ateşi suya, küçük şeyleri büyük şeylere,
tek parça olan şeyleri çok parçalı şeylere dönüştürür. Böylece çokluk ve birliğin
doğasını kavramış olur.
Kişi bu adımda
ustalaşınca dikkatini kendi rüya bedenine yöneltir. Bu rüya bedeninin de aynı
rüyasını oluşturan diğer nesneler gibi bir yanılsama olduğunu, kendi zihninin
yarattığı bir hayal olduğunu anlamaya çalışır. Rüyada görülenleri çoğaltma
çalışmasında, rahip ikinci bir rüya bedeni yaratır, sonra bundan bir çift
yaratır. Bu çalışmada ustalaşan rahipler bu bedenlerden istedikleri kadar fazla
yaratabilirler. Rahip böylece rüyaları üzerindeki kontrolünü gittikçe artırır.
Rahip rüyada farklı biçimler alma çalışması yaparak, rüya görürken, uyanıkken
yaptığı çalışmalara uygun görüntüleri yaratır, kendisini bir Tantrik tanrı
haline getirir ve enerji damlalarını bedeninde istediği gibi dolaştırmayı
öğrenir. Ayrıca amacına uygun olan Tantrik tanrıları yaratır, örnegin eğer
ölümü yenmek istiyorsa tanrı Yamantaka'yı (Ölümü Yok Eden) rüyasında yaratır.
Bu çalışmada boşluktan yaratılan tanrılar, rahibin zihnini arıtacak ışıklar
saçtıktan sonra yeniden boşluğa geri dönerler. Tibetliler bu çalışmaların
sonunda rüyalarında istedikleri her şeyi yaratabilir hale gelirler. Ama asıl
amaçları insan zihninin gerçek doğasını tanımak ve bu yolla aydınlanmaya
ulaşmaktır.
Tibet rüya
yoga'sının son aşaması, bilinçli rüyalar yoluyla rüya durumunun doğasını
kavramada ustalaşmaktır. Rahip bilinçli rüya görme tekniğinde iyice yetkinlik
kazanarak rüyasındaki görüntülerin zihinde nasıl oluşup nasıl yok olduğunu daha
da derinden anlar ve uyanıkkenki yaşamla bilinçli rüyalardaki yaşamın
birbiriyle aynı olduğunun farkına varır. Uyanıkken deneyimlenen dünyadaki
nesnelerin doğasının da rüya görülürkenki nesneler gibi gerçek olmadığını, bir
çeşit yanılsama ya da hayal olduğunu kavrar. Bu yolla uyanıkkenki algılarımızın
rüyalardaki görüntülerden daha fazla gerçek olmadığını kavrayan rahip,
bildiğimiz gerçeklige olan güçlü bağlarından kurtulur ve nirvana'ya, yani
aydınlanmaya ulaşmış olur. Tibetli Budacıların yaptığı rüya yoga'sı
çalışmalarının bir amacı da aynı uyanıklıktan uykuya geçerken bilinçliliği
korurken olduğu gibi, kişinin bu dünyadan öte dünyaya geçerken, yani ölürken de
bilinçli durumunu korumasıdır. Bu yolla genedoğum önlenmeye ve rahibin öte
dünyada kalmasına çalışılır.
Tantra'da Bilinçli Rüyalar ve Rüya Yoga'sı
Bilinçli
rüyalarla ilgili gizemci çalışmalara Hindistan'da da rastlanmaktadır. 8. Yüzyılda Hindistan'daki Tantracılar da bir
çeşit rüya yoga'sında ustalaşmıslardı ve bu tekniğe svapna yoga deniliyordu.
Budacılığı Hindistan'dan Tibet'e getiren Padmasambhava da bu Tantrik Budacı
çalışmasını Hindistan'da öğrenmiştir. Tantracıların uyguladıkları rüya
yoga'sıyla ilgili çok az şey bilinmektedir. 10. yüzyıldan kalan bir Tantracı
metinde bu teknikten söz edilmektedir, bununla birlikte, Tantra bir sözlü
gelenek olduğu, yani öğretiler guru'dan öğrenciye sözlü olarak gizlice
aktarıldığı için, ayrıca Tantracılar her zaman anlaşılmaz şiirsel simgelerle
dolu bir dil kullandıklarından, bu metindeki bilgiler pek aydınlatıcı değildir.
Bu kutsal metindeki tekniğe göre, kişinin rüyalarını kendi kontrolü alması için
uyanıklıkla uyku arasındaki geçiş sürecini kullanması gerekir. Kişi belirli
meditasyon tekniklerinin yardımıyla, uykuya dalarken bilincini korur ve
böylelikle bilinçli rüyalar görebilir.
Taoculuk'ta Bilinçli Rüyalar ve Rüya Yoga'sı
Tibetli Budacılar
gibi Taocular da gibi yaşamın bir tür rüya olduğuna, içinde yaşadığımız
dünyanın rüyalar alemine benzer yanları olduğuna inanırlardı. Taoculuk'un
kurucularından Çinli bilge Chuang-tzu, İçsel Bölümler (Nei-pien) adlı eserinde
şöyle yazar:
Bir zamanlar ben,
Chuang-tzu, rüyamda kendimin orada burada neşe içinde uçan, kim olduğumu
bilmeksizin yaşamın tadını çıkaran bir kelebek olduğumu gördüm. Birdenbire
uyandım ve tabii ki ben Chuang-tzu'ydum. Chuang-tzu rüyasında kendisinin bir
kelebek olduğunu mu gördü, yoksa kelebek rüyasında kendisinin Chuang-tzu
olduğunu mu?
Chuang-tzu, aynı
eserinin baska bir yerinde de şöyle der:
Rüya görürlerken,
rüya gördüklerini bilmezler. Hatta hâlâ rüya görürken rüyalarını
yorumlayabilirler bile. Yalnızca uyandıktan sonra bunun bir rüya olduğunu
anlarlar. Çok geçmeden, büyük uyanış gelir; o zaman bütün bunların büyük bir
rüya olduğunu anlarız... Sen ve Konfüçyüs, ikiniz de rüya görüyorsunuz. Ben
sizin rüya gördüğünüzü söylerken, kendim de rüya görüyorum.
Bilinçli
rüyaların ve rüya yoga'sının Tibet Budacılığında olduğu gibi bazı Taocu
ekollerde de önemli bir çalışma olduğu bilinmektedir. Rüya yoga'sı Budacılık
öncesi Taoculuk'un beş temel çalışmasından birisiydi. Rüya bedeni fiziksel
bedenin sahip olduğu birçok sınırlamaya sahip olmadığından uykunun meditasyon
çalışması yapmak için doğal bir zaman olduğuna ve rüyada yapılan bir saatlik
meditasyonun uyanıkken yapılan bir aylık meditasyona bedel olduğuna inanılırdı.
Taoculuk'ta gerçek rüya, rüyada gezinme, ve gece çalışması adı verilen rüya
yoga'sı çalışmaları bulunmaktaydı. Shui-hsien, yani uyuyan münzevi olarak da
bilinen Taocu usta Ch'enpo'nun uyku çalışması (shui-kung) bunların arasında
önemli bir yer tutardı.
Taocular ayrıca
uykuyla ölümün birçok ortak noktası olduğuna inanırlardı ve bilinçli rüyalardan
ölüme hazırlık çalışması olarak yararlanırlardı. Taoculara göre, boğazda
bulunan t'ien-t'u adlı enerji merkezi bilinçli rüyalarla bağlantılıdır (bu
merkez Yoga'daki vishuddha chakrdnın bedenin önüne açılan tarafına karşılık
gelir). Rüya yoga'sı çalışan Taocular, uykuya dalarken bu noktaya konsantre
olur ve uyanıklıkla uyku durumları arasındaki köprüyü bilinçli olarak
geçerlerdi. Bilinçli olarak rüya görebilmek kişinin içsel enerjisi (ch'i)
üzerinde büyük bir kontrol kazanmasına ve yaşamla ölüm arasındaki geçiti
bilinçli olarak geçmesine yardımcı olan bir teknik olarak görülüyordu. Rüya
yoga'sı çalışmaları yapan Taocular, aynı zamanda rüyalarında bazı mucizeleri
gerçekleştirmeye de çalışırlardı; bunların arasında uçmak, görünmez olmak,
kendinin bir eşini (çiftini) yaratmak, çeşitli biçimlere girmek de vardı. Bu
mucizeleri uykuda yapabilir hale gelerek aynı büyülü güçleri gerçek yaşamda
uyanıkken de kullanabileceklerine inanıyorlardı.
Batı'da
ve Tasavvufta Bilinçli Rüyalar
Bilinçli
rüyaların varlığını bilenler yalnızca uzak doğulular değildi, bu rüyaların
varlığı Batı'da da Aristo'nun zamanından beri bilinmekteydi. Hastalıklarına
rüyalarında çare bulmayı uman Yunanlılar eski Yunanistan'ın her yanına yayılmış
olan binlerce rüya yerine giderek rüya görmeye çalışırlardı. Kutsal sayılan bu
yerlerde tanrıların hastaya rüyasında görünerek tedavi olması için ne yapması
gerektiğini söyleyeceğine inanılırdı. Batı'da modern tıbbın babası olarak
bilinen Yunanlı doktor Hippokrates tarafından kurulan hastane ve tıp
akademisinin olduğu Asklepion'da da, içinde hastaların gece uyumaları için
odalar olan böyle rüya tapınakları vardı. İ.Ö. 4. yüzyılda yaşamış ünlü Yunan
düşünürü Aristo Rüyalar Üzerine (Peri Enhypnion) adlı eserinde, “Çogu zaman,
kişi uyurken bilinçte, kendini göstermekte olanın bir rüya olduğunu söyleyen
bir şey bulunur,” der.
Bununla birlikte,
Batı'da bir bilinçli rüyayı anlatan ilk yazılı kayıt İ.S. 4. yüzyıla aittir. Bu
kayıt Aziz Augustine tarafından yazılmış olan bir mektuptur. Aziz Augustine
ölümden sonra yaşamın olup olmadığını tartıştığı bu mektubunda, Kartaca'lı
doktor Gennadius'tan söz eder. Gennadius bir gece rüyasında bir genç adam
görür, adam Gennadius'u ilahi bir müziğin duyulduğu bir yere götürür. Ertesi
gece Gennadius uyurken yine aynı adamı görür, genç onu yine aynı yere götürür
ve burayı daha önce görüp görmedigini sorar. Gennadius burayı görmüş olduğunu
söyleyince, genç adam ona bu yeri nerede gördüğünü sorar. Gennadius buna yanıt
veremeyince, burayı uyanıkken mi yoksa rüyasında mı gördüğünü sorar, bunun
üzerine Gennadius rüya görmekte olduğunun farkına varır. Gennadius tanrı Nod'un
Diyarı'nda, yani rüyalar alemindedir.
Bundan birkaç
yüzyıl sonra, İslam uygarlığının gelişme döneminde, bilinçli rüyalarla ilgili
bir başka kaynakla karşılaşıyoruz. Bu 12. yüzyılda İspanya'da yaşamıs olan ve
Arapların kendisinden Büyük Şeyh (Şeyhül Ekber) olarak söz ettikleri Muhyiddini
Arabî'dir (1165-1240). Muhyiddini Arabî bilinçli rüyalar üzerine şu sözleri
söylemektedir: “Kişi bir
rüyada düşüncelerini kontrol etmelidir. Bu farkındalığın geliştirilmesi kişiye
büyük yararlar sağlar. Herkes kendisini böyle büyük bir değere sahip olan bu
yeteneğin kazanılmasına vermelidir.” (The Sufis, Idries Shah, Octagon
Pres, s. 141)
Muhyiddini
Arabî'den söz etmişken, sufilerin rüyalarla ilgili düşüncelerine de kısaca
değinelim. Tasavvufta aslolan rüyaya değer vermemektir. Rüyalarla fazla
ilgilenen müritlere, “Rüyayı bırak, rü'yete (Allah'ı görmeye) bak,” denilir. Tasavvuf inancına göre üç çeşit rüya
vardır: ilahi, meleki, ve şeytani rüyalar. İlahi ve meleki rüyalar son derece
nadirdir. Şeytani rüyalarsa kişiyi korkutan, bazen tekrar tekrar görülen
rüyalardır. Bu rüyalar tabir olunmaz, şerrinden Allah'a sığınılır. Bununla
birlikte, ruhunu arındırmış olan kişiler çoğunlukla şeytani rüya görmezler.
Sufiler
çoğunlukla rüyalarla uğraşmaya hayalle, boş işlerle uğraşmak gözüyle baktıkları
halde, içlerinden rüya tabiri (yorumu) ilmini derinlemesine inceleyenler ve bu
konuda eserler yazanlar da çıkmıştır. Bu eserlerin arasında en ünlüleri, büyük
bilgin Abdulgani bin İsmail En-Nablusî'nin (1641-1731) Ta'tirü'l-Enâm fî
Tabiri'l Menâm'ı (Rüyaların Tabiri) (ki bu İslam dünyasında rüya yorumunda
en çok kullanılan eserdir) ve Halvetilik tarikatından Seyyid Süleyman
el-Hüseynî'nin yazdığı Kenz'ül Menâm (Rüyalar Hazinesi) adlı kitabıdır.
Necdettin Kübra (1145-1220) ve Nakşibendi tarikatına adını veren büyük
mutasavvıf Bahaeddin Nakşbend (ö. 1389) de rüya tabiri ilmindeki bilgileriyle
ünlüdür. Tasavvufta rüyaların onu gören kişinin içini yansıttığına inanılırdı
ve rüya tabirinin başlı başına bir yetenek olduğu düşünülürdü. Ancak rüyalar
yalnızca şeyhe ya da rüya tabiri yapanlara anlatılır, başkalarına anlatılmazdı.
Örneğin Şeyh Aziz Mahmud Hüdayi'nin (ö. 1628) kurduğu Celvetilikte dervişler
gördükleri rüyaları şeyhlerine anlatırlardı. Yukarıda söz edilen ünlü sufi
seyhi Muhyiddini Arabî ve Aziz Mahmud Hüdayi Efendi (1543/1544-1628) gibi bazı
sufilerin de bilinçli rüyalarla ilgilendikleri biliniyor.
Muhyiddini
Arabî'den bir yüzyıl sonra, ünlü dinbilimci Aziz Aquino'lu Thomas (Thomas
Aquinas, 1225-1274) bilinçli rüyalardan söz eder. Aziz Thomas, Aristo'nun geniş
bilgi sınıflandırması ve evrenin yapısı ile ilgili kuramlarını Hıristiyanlık
öğretileriyle birleştirmek amacıyla yazdığı ünlü eseri Summa Theologicdda şöyle
yazar: “... yalnızca hayal gücü serbest olmakla kalmaz, aynı zamanda sağduyu
da kısmen serbest kalır; öyle ki bazen uyuyan birisi gördüğünün bir rüya
olduğuna hükmedebilir ve varlıklarla onların hayallerini birbirinden
ayırabilir.” Aziz Thomas ayrıca bilinçli rüyaların özellikle “rüyanın
sonuna doğru, kendine hakim kişilerde ve güçlü bir hayal gücüne sahip
olanlarda” ortaya çıktığını söyler. Buradan bilinçli rüyaların ortaçağ
Avrupa'sında bilinmekte olduğunu anlıyoruz. Bununla birlikte, ortaçağda
rüyalara fazla değer verilmemekteydi, rüyaların Tanrı'dan çok şeytanın işi
olduğuna inanılırdı. Halkın içinde bilinçli rüyalardan söz etmek Engizisyon
mahkemelerinde yargılanmaya neden olabileceğinden bu konuda fazla kaynağa
rastlanmamaktadır.
19. yüzyılda,
gündüzleri Çin edebiyatı profesörü olarak çalışan Markiz d'Hervey de
SaintDenys, gecelerini bilinçli rüyalarla ilgili yaptıgı deney ve araştırmalara
adamıştı. Saint-Denys 1867'de basılan Rüyalar ve Rüyaların Yönlendirilmesi adlı
eserinde, yirmi yıldan uzun süren araştırmalarının sonuçlarından söz etmiştir. Saint-Denys
bu kitapta bilinçli rüya görme yeteneğini nasıl geliştirdiğini anlatır ve
rüyalarla ilgili eski kuramlarla kendi deneyimlerine dayanarak ortaya attığı
kendi kuramını açıklar. Bu kitabın orijinal baskısının bulunması çok zordu,
hatta modern psikolojinin kurucusu Sigmund Freud (18561939) Düşlerin Yorumu
adlı kitabında “bütün çabalarına karşın” bu eserin bir kopyasını eline
geçiremediğinden söz etmiştir. Saint-Denys'den başka, Cambridge Üniversitesi'nde
çalışan bir bilim adamı olan Frederic W. H. Myers, ve Viyana Üniversitesi'nden
Ernst Mach da bilinçli rüyaları deneyimlemiş ve yazılarında bu deneyimleri
anlatmışlardır. Yine 19. yüzyılda yaşamış olan ünlü düşünür Friedrich
Nietzsche (1844-1900) de gördüğü bilinçli rüyalardan söz etmiştir.
Freud 1900
yılında basılan önemli eseri Düşlerin Yorumu'nda bilinçli rüyalardan söz
etmemekle birlikte, eserin 1909 yılında çıkan ikinci baskısında şunları yazar: “...
geceleri bir hayli açık bir biçimde, uyumakta ve rüya görmekte olduklarının
farkında olan ve böylelikle rüyalarını bilinçli olarak yönlendirme yetisine
sahip olan bazı kişiler bulunmaktadır.”
Bilinçli
rüyalardan söz eden bir başka psikiyatrist de Hollanda'lı Frederick Willems van
Eeden'dir. Van Eeden bilinçli rüyalarında yaptığı
deneylerden
birinde, bir kadehi eliyle vurarak kırmaya çalıştığını, önce bunu
başaramadığını, ama az sonra masaya baktığında kadehin kırılmış olduğunu
gördüğünü anlatır. Van Eeden kırılan parçalardan birini eline alıp inceler ve
sonra bunun yere çarptığında çıkardığı sesi duyup duymayacağını görmek için onu
pencereden dışarıya atar. Cam parçası yere çarpınca ses çıkarmakla kalmaz
oradaki iki sokak köpeğinin de korkup kaçmasına neden olur. (Bilinçli rüyalarda
neyin olup neyin olamayacağı, rüyayı gören kişiye bağlıdır; örneğin yukarıdaki
olayda Van Eeden'in kadehi önce kıramaması büyük olasılıkla elini yaralamaktan
duyduğu korkudandır. Kişi rüya görmekte olduğu halde, uyanıkkenki yaşamında
yapmamaya şartlanmış olduğu bazı şeyleri yapmakta güçlük çekebilir. Ama bu
korkuyu duymayan birisi bu gibi bir şeyi kolaylıkla yapabilir, örneğin istediği
şeyi kırıp dökebilir. Bilinçli rüyalar kişinin istenci doğrultusunda
gerçekleştiği için, Van Eeden masaya tekrar baktığında, biraz önce kıramadığı
kadehin kırılmış olduğunu görmüştür.)
Yine Fransız
biyolog Yves Delage, İngiliz Mary Arnold-Forster, ve kitaplarını Oliver Fox
takma adıyla yazan İngiliz Hugh Calloway de, 20. yüzyılda bilinçli rüyaları
deneyimleyen kişiler arasındadır. Modern gizemci G.I. Gurdjieffin yakın arkadaşı, Rus bilimci ve
düşünürü P. D. Ouspensky (1878-1947) de kitaplarında yarı-rüya
durumları adını verdiği bilinçli rüyalardan söz etmiştir. Modern psikoloji
çevrelerinde bilinçli rüyalardan söz eden ilk makale 1936'da Alward Emburry
Brown'ın Anormal Psikoloji Dergisi'nde çıkan “Rüya Görenin Uyumakta Olduğunu
Bildiği Rüyalar” adlı makaledir. Bundan iki yıl sonra, bir Alman psikoloji
dergisinde Dr. Harold von Moers-Messmer'in aynı konudaki makalesi
yayınlanmıştır. 1948'de Amerikalı psikiyatrist Nathan Rapport “İyi Rüyalar!”
adlı makalesinde bilinçli rüya deneyimlerini anlatmıştır. Daha sonra birçok
yazar kendi deneyimlerinden yola çıkarak bilinçli rüyalar konusunda çeşitli
kitaplar yayınlamıştır.
Carlos Castaneda'nın Öğretilerinde Bilinçli
Rüyalar
Modern Batının
dikkatini bilinçli rüyalar konusuna çeken yazarların başında, daha önce söz
ettiğimiz antropolog yazar Carlos Castaneda geliyor. Bildiğimiz kadarıyla
Türkiye'de çıkan kitaplar arasında bilinçli rüyalardan söz eden ilk kitap da
Castaneda'nın yazdıgı Ixtlan Yolculuğu (Ixtlan Yolculuğu-Yaqui Kızılderili
Büyücüsü Don Juan'ın Yeni Öğretileri, Carlos Castaneda, Söz Yayın).
Castaneda bunu
izleyen kitapları olan Erk Öyküleri, İkinci Erk Çemberi,
Kartal'ın
Armağanı, Sessizliğin Erki, ve İçten Gelen Ateş'te de bilinçli rüyalardan söz
ediyor. İki yıl önce (1999'da) ölen Castaneda henüz ülkemizde yayınlanmamış
olan (ama sırada bu kitap var)
Rüya Görme Sanatı
(The Art of Dreaming) adlı kitabını
tümüyle bilinçli rüyalara ayırmış. Yazar, bilinçli rüyalara 'rüya görme' diyor
ve 'görme' teriminde olduğu gibi, bilinçli rüyaları sıradan rüyalardan ayırmak
için italik harflerle yazıyor. Eski zaman Meksika Yaqui kızılderililerinin
şamanik öğretilerini Castaneda'ya aktaran don Juan, rüya görmeyi ona şu
sözlerle açıklıyor:
"Öte yandan
bi savaşçı erk pesindedir; erke götüren yollardan biri de rüya görmedir. Bir
avcı ile bir savasçı arasındaki fark, bi savaşçının erke yönelmiş olmasında,
bir avcının da bu konuda hiçbir şey bilmemesinde ya da pek az şey bilmesinde
yatar."
Don Juan'la
Castaneda arasındaki konuşma daha sonra şöyle sürer:
"Ne yapmam
gerektiğini öneriyorsun?" diye sordum.
"Kendini erk
için ulaşılabilir kıl; rüyalarınla cebelleş," diye yanıtladı don Juan.
"Sende erk olmadığı için onlara rüya diyorsun sen. Bi savaşçı, erk arayan
bi insan olarak, onlara rüya demez, onları gerçek diye görür."
"Yani
rüyalarının gerçek olduğuna mı inanır?"
"Hiçbir
şeyin başka hiçbir şey olduğunu sanmaz o. Senin rüya dediğin şey, bir savaşçı
için gerçektir. . . . Rüya görme bi savaşçı için gerçektir; çünkü o, rüyasında
ölçünmeli olarak eyleme geçebilir, bir şeyi seçer ya da yadsır, bir sürü şey
arasından erke ulaştıracak olan şeyi seçebilir, sonra da onları kendi çıkarına
kullanabilir, oysa sıradan bir rüyada ölçünmeli olarak eyleme geçemez."
Don Juan daha
sonra rüya görmeyle ilgili olarak şunları ekler: "Rüya görmede erk vardır;
bir şeyleri değiştirebilirsin; sayısız gizli olayı aydınlatabilirsin; istediğin
şeyi denetleyebilirsin."
Don Juan
Castaneda'ya "rüya görmeye geçiş yöntemini" öğretirken ona
şunları söyler: "Çok basit bir şeyi yaparak başlamalısın. . . . Bu gece
rüyalarında ellerine bakmalısın." Bu kişinin bilinçli bir rüyada kendi
istediği şeyleri yapmaya başlaması için kullanılan bir yöntemdir. (İlginçtir ki
modern rüya yorumcularına göre kişinin rüyasında ellerini görmesi, amacı
simgeler ve rüyayı görenin edimlerinin arkasında yatan niyetlerinin üzerine
yoğunlaşması gerektiğini gösterir.) Castaneda rüya görme çalışmaları yaparken
ellerini bulup onlara bakabilmek için yıllarca uğraşması gerektiğini anlatır.
Bir arkadaşımız daha Castaneda'nın Ixtlan Yolculuğu kitabındaki "Erk
İçin Ulaşılabilir Olmak" adlı bölümü okuduğu gece rüyasında uyanmış ve
aklına kitapta okudukları gelmiş. Hemen ellerine bakmaya çalışmış.
Söylediğine göre
ellerini kaldırırken ona ellerinin üzerinde bir ağırlık varmış gibi gelmiş,
çünkü arkadaşım fiziksel bedeninin ellerinin yorganın altında olduğunu
düşünmekteymiş. Ama yine de hemencecik kaldırıvermiş elini. Sonra da diğer
elini kaldırmış. Arkadaşım bana, "Demek ki Castaneda'nın yazdığı gibi
yıllar boyu uğraşmak gerekmiyor rüyanda ellerine bakabilmek için,"
demişti. (Bunda kesinlikle haklı. Hiçbir çalışmada bunun çok zor bir iş
olduğunu, sonuca ulaşmak için ille de çok çalışmanız gerektiğini düşünmeyin.
Çalışmalar siz onları ne kadar zor sanırsanız o kadar zor.) Bilinçli rüyaları
görmeye yeni başlamış olanlar, çoğunlukla arkadaşımın yaptığı gibi fiziksel
bedenleriyle rüyadaki bedenlerini birbirine karıştırmaya benzeyen yanılgılara
düşerler, bunlar çok normaldir. Örneğin ilk bilinçli rüyalarınızda çoğunlukla,
rüya sona erdiğinde bedeninizi rüyada gördüğünüz halde bulacağınızı sanırsınız.
Yani eğer rüyanızda bir koltukta oturmaktaysanız, rüyadan uyandığınızda
kendinizi yatağınızda oturur bulacağınızdan eminsinizdir. Ama, sürpriz. . .
Kendinizi yatakta yatar halde bulursunuz. Ya da eğer rüyanızda kendinizi
sırıksıklam terlemiş görürseniz, uyandığınızda yatağın terden ıslanmış olmasını
beklersiniz; halbuki yatak kupkurudur. Sıkça karşılaşılan bir durum da gerçek
yaşamdaki korkuların, şartlanmaların ilk başlarda rüyalarda da ortaya
çıkmasıdır. Örneğin rüyanızda karsınıza bir uçurum çıkar ve siz oradan aşağıya
atlamak istersiniz, nasıl olsa bu bir rüyadır ve hiçbir zarar
görmeyeceksinizdir. Koşarak uçurumun ucuna gelirsiniz, ama kendinizi aşağıya
atamazsınız, bir şeyler sizi durdurmaktadır; hatta görünmeyen bir güç, siz
yürümediğiniz halde, sizi geriye doğru kaydırabilir. Çünkü böyle bir şey
yapmamaya şartlanmışsınızdır. (Rüyasında örneğin ateş gören bir Tibetli
Budacının kendisini ateşe atması, işte bu gibi şartlanmalardan kurtulmak ve
bilinçli rüyalarda daha özgür hale gelebilmek içindir.) Zamanla rüyalarda
deneyim kazandıkça rüyalarınızda istediğiniz her şeyi rahatça yapabilir hale
gelirsiniz. Don Juan'ın sözleriyle: "Erk avcısı bir adamın rüya
görmesinde sınır filan bulunmaz."
Dönelim don
Juan'la çömezine. Don Juan daha sonra Castaneda'ya rüya görmeyi öğrenirken ille
de ellerine bakmasının gerekmediğini, kendi seçtiği herhangi bir şeye de bakabileceğini
anlatır. Rüyasında bakışı odaklama konusu üzerineyse şunları söyler: "Ellerin
biçim değiştirmeye başladığında, bakışlarını onlardan uzaklaştırıp seçeceğin
başka bi şeye yöneltmelisin; sonra, gene ellerine bakmalısın. Bu yöntemde
ustalaşmak uzun zaman alır." Bilinçli rüyalarda bakışınızı üzerine
doğrulttuğunuz herhangi bir nesne dalgalanmaya ve netliğini yitirmeye
başlayabilir. Ama bu her zaman olmaz! Çoğu zaman bakmakta olduğunuz nesneye
uzun uzun bakabilir, hatta onu en ufak ayrıntılarına kadar inceleyebilirsiniz.
Ama eğer dalgalanmaya başlarsa, o zaman bakışlarınızı başka bir yere kaydırıp
sonra yeniden bakmakta olduğunuz şeye döndürebilirsiniz.
Castaneda'nın
kitaplarının ona büyük bir başarı getirdiği bir gerçek. Don Juan'ın ona rüya
görmeyle ilgili öğrettiklerinde de yanlış bir taraf yok. Ama Castaneda'nın
bilinçli rüyalar üzerine yaşadığını anlattığı bazı deneyimlerin ne derece
tutarlı olduğu tartışılır. Stephen LaBerge Lucid Dreaming adlı kitabında
Castaneda'yla ilgili olarak şunları yazıyor:
"Ne zaman
bilinçli rüyalar konusunda bir konuşma yapsam, hep birisi, çoğunlukla Ixtlan
Yolculuğu'nda 'don Juan' adlı kişinin 'Carlos' adlı kişiye, görünüşte rüya
görmeyi sürekli kılmanın bir yolu olarak, rüyada elini bulmayı öğrettiği
olaydan söz ederek, Carlos Castaneda konusunu açar. 'Carlos' sürekli, acemice
işler yapıp duran bir geri zekalı olarak gösterildiği için, ellerini herhangi
bir yerde bulmayı öğrenmesi onun için bir gelişme sayılabilir. Ama bilinçli
rüyaları öğrenecek olan çoğu başka kimse için, elini bulmayı anımsamak bir
bilinçlilik ipucu olarak işe yarayabilir, ama bir kez bilinçli hale
geldiğinizde, yapacak bundan daha ilginç şeyler vardır.
"Dinleyicilerimin
bundan başka bilmek istedikleri bir şey de, benim Castaneda kitapları hakkında
ne düşündüğümdür. Çoğunlukla, onun 'erk öyküleri' çok sayıda okuyucuya iç
dünyalarını keşfetmede ve zihinlerini alternatif gerçeklikler olanağına açmada
ilham verme görevini gördüğü için Castaneda'ya bir şükran borcumuz olduğu
yanıtını veririm. Bu işin iyi yanı. Kötü yanına gelince, kanıtların çokluğu bu
kitapların, yazarın iddia ettiği gibi, 'roman olmayan' kitaplar olduğu
görüşüyle çelişiyor gibi görünmektedir. Örneğin, bir etnobotanikçi, Carlos'un
Sonora çölünde karşılaştığını iddia ettiği bitki ve hayvanlara dayanarak
antropolog Castaneda'nın oraya hiç gitmemiş olduğu sonucuna varmanın yanlış
olmayacağını söylemektedir. Her iki halde de, Castaneda'nın, yani yazarın tarif
ettiği çölün, onun olduğunu iddia ettiği çöl olmadığı açıktır. Benzeri bir
biçimde, Carlos'un rüya görme dünyasıyla ilgili anlattıklarına dayanarak,
kendimi onun gerçekte oraya da gidip gitmediğini merak etmekten alamıyorum.
"Nezaket
çoğunlukla beni bu gibi düşünceleri herkesin içinde ifade etmekten
alıkoymaktadır. Bununla birlikte, roman karakterleri nezaketle konuşmak zorunda
değildirler ve birkaç yıl önce, 'don Juan'a Carlos Castaneda'nın son kitabı
olan Kartal'ın Armağanı hakkında ne düşündüğünü sorduğumda, kontrol
edilemeyecek bir biçimde güldü ve açıkça şu yanıtı verdi: 'Kuş pisliği.' Umarım
Dr. Castaneda, yazar, kendi yarattığı karaktere verdiği şaka anlayışından
hoşnut kalmıştır."
Söz Castaneda'dan
açılmışken, yazdığı kitaplar Batıda bestseller olan bu antropolog yazarla
ilgili bazı olumsuz eleştirilere de burada değinelim. Castaneda'nın kitapları
ünlenince hakkında birçok eleştiri de ortaya çıkmaya başladı. Yazdığı olayların
doğruluğu ve kişilerin gerçekliği tartışma konusu haline geldi. Hatta akademik
camiayı aldattığı için Los Angeles'taki California Üniversitesi tarafından
kendisine verilen doktora ünvanının geri alınması gerektiğini söyleyenler bile
çıktı. Bazı Amerika'lı yazarlar, Castaneda'nın yazdıklarını irdeleyen ve onu
eleştiren kitaplar yayınladılar. Bunlardan ilki, LaBerge'in yukarıda sözünü
ettiği etnobotanikçi, R. E. DeMille'dir. DeMille 1976 yılında çıkarttıgı
Castaneda'nın Yolculuğu: Güç ve
Alegori (Castaneda's Journey: The Power and the Allegory) adlı kitabında,
Castaneda'nın eserlerinde anlattığı birçok şeyin gerçek olmadığı sonucuna
varmıştır. Castaneda taraftarlarıysa onun don Juan, don Genaro ve onların
çömezlerini korumak için gittiği yerlerdeki bitki örtüsü ve canlıları
kitaplarında kasıtlı olarak değiştirdiğini ileri sürerek onu savundular.
Gerçekten de 1970'lerde birçok maceracı Amerikan genci Meksika'ya yolculuk yaparak
Castaneda'nın kitaplarındaki veriler ışığında don Juan'ı bulmaya çalışmıştı.
Bir başka yazar Jay Courtney Fikes ise, yazdığı Carlos Castaneda, Akademik
Fırsatçılık ve Psikedelik Altmışlar (Carlos Castaneda, Academic Opportunism and
the Psychedelic Sixties) adlı kitapta Castaneda'yı fırsatçılıkla suçlamaktadır.
Castaneda'ysa bir
röportajda kendisiyle ilgili suçlamaları söyle yanıtlıyor:
"Batılı
adamın bilişsel sistemi bizi önceden düşünülüp yapılan çıkarımlardan oluşan
görüşlere güvenmeye zorlar. Yargılarımızı her zaman, örneğin neyin "kabul
edilmiş" olduğu gibi, 'a priori' olan bir şey üzerine kurarız. Kabul
edilmiş olan antropoloji nedir? Üniversitedeki anfilerde ögretilen antropoloji
mi? Bir şamanın davranışı nedir? Kafasına tüyler takıp ruhlarla dans etmek mi?
Otuz yıl boyunca, insanlar Carlos Castaneda'yı yazınsal bir karakter yaratmakla
suçladılar, çünkü benim onlara bildirdiklerim antropolojik 'a priori' olanla,
anfilerde ya da antropolojik alan çalışmalarında kabul edilmiş olan görüşlerle
uyuşmuyordu."
Onun yazdığı
deneyimleri gerçekten yaşayıp yaşamadığını, Meksika'da anlattığı yerlere gidip
gitmediğini, don Juan'ın öğretilerini ondan öğrenip öğrenmediğini bilemiyoruz
ama şurası kesin ki Castaneda nabza göre şerbet vermeyi çok iyi biliyor. Neden derseniz
... 60'lı yıllarda psikedelik, sanrılandırıcı (halüsinojenik) maddeler, yani
insanın hayaller, halüsinasyonlar görmesine, psikotik durumlar yaşamasına neden
olan esrar, marijuana, haşaş, LSD, meskalin gibi maddelerin kullanılması,
hipiler, beatnik'ler arasında çok yaygındı (60'larda herkes biraz hipiydi
zaten). Çoğu kişi için bu maddeler nirvana'ya (?) giden "kestirme
yol"du. Psikedelik madde ve ilaçlarla gizemciliğin ilişkisi üzerine birçok
kitap ve dergi makalesi yayınlanmıştı. Castaneda işte bu yıllarda yayınladığı
ilk iki kitabında don Juan'ın kendisine öğrettiği sanrılandırıcı bitkilerle
yaşadığı deneyimlerini anlattı. 70'li ve 80'li yıllardaysa psikedelik maddelere
duyulan ilgide bir azalma olurken Uzak Doğu felsefesi gibi ruhsallığa yönelik öğretilere
olan ilgi hızla arttı. Castaneda bu yıllarda çıkarttığı kitaplarında don
Juan'ın öğretilerinin ruhsal yanını anlattı. İlk olarak Ixtlan Yolculuğu adlı
kitabında kısaca anlattığı bilinçli rüyalar konusu, başka yazarların da
çalışmalarıyla Batıda ilgi çekmeye başlayınca, Castaneda sonraki kitaplarında
rüya görme sanatına ayırdığı bölümlere yer verdi, sonra da 1993'te çıkan Rüya
Görme Sanatı (The Art of Dreaming) adındaki kitabının tamamını bu konuya
ayırdı. 90'lı yıllara gelindiğindeyse, beden terapisi, bedensel farkındalık,
ch'i-kung türü içsel enerji çalışmaları gibi konuların gittikçe popülerlik
kazanınca, Castaneda bu kez öğrencilerinin "büyülü geçişler"i
Taocu çalışmalardan alınan tekniklerle birleştirerek geliştirdikleri Tensegrity
adlı sistemle çıktı karşımıza. Daha sonra bu sistemi anlatan Büyülü Geçişler
(Magical Passes) adındaki kitabını çıkardı. Yani ne zaman ne revaçtaysa, neler
ilgi görüyorsa, Castaneda eserlerinde don Juan'ın öğretilerinin o yanlarına
ağırlık verdi.
Gerçi
Castaneda'yla ilgili böyle olumsuz şeyleri aktardık ama onu eleştiren,
sorgulayan kitapların yanında Castaneda'nın yaşamını, öğretilerini anlatan
birçok kitabın olduğunu da burada belirtelim. Hatta Castaneda'nın öğretileriyle
ilgilenenlerin yazarın kitaplarında dağınık halde bulunan belirli konu ve
kavramları kolayca bulabilmeleri için özel kavram indeksleri bile basıldı.
Dediğimiz gibi, don Juan gerçek mi, Castaneda yazdıklarını gerçekten yaşadı mı,
bunları kesin olarak bilemiyoruz, ama şu bir gerçek ki don Juan'ın öğretileri
çok sağlam, ayağı yere basan, sıkı öğretiler. Birçok sisteme göre daha az
karmaşık ama etkin yöntemler var don Juan'ın öğretilerinde. (Aslında Castaneda
bu görüşe elinden geldiğince karşı çıkmaya çalışsa da, don Juan'ın öğretileri,
şamanizm dışındaki birçok Uzak Doğu öğretisiyle ve Batı okültizmiyle yakın
benzerlikler gösteriyor.) Don Juan'ın öğretilerinin "güç"lü bir yanı
da fazla kafa karıştırmaması, pratiğe yönelik olması. Ayrı ca bu kitapların çok
zevkli oldugu ve insanı bol bol güldürdüğü de bir gerçek. Bu nedenlerle
okumamış olanlarınıza Carlos Castaneda'nın kitaplarını şiddetle öneriyoruz.
Castaneda Rüya
Görme Sanatı adlı kitabında, bildiğimiz dünyadan farklı dünyaların var olduğunu
ve çalışma yapmak yoluyla bilinç durumumuzu değiştirerek bu şaşırtıcı yerlere
gidebileceğimizi söylüyor. Güçlü büyücülerin bilinçli rüyalarını kontrol ederek
başardıkları işleri; aramızda yaşayan eski zamana ait, olağanüstü ve bazen
tehlikeli varlıkları; don Juan'ın bilgileri sayesinde iki ya da daha fazla
kişinin aynı anda nasıl birlikte rüya görebileceklerini; ve rüyanın "dördüncü kapısı"
kullanılarak diğer dünyalara nasıl ulaşılabileceğini anlatıyor. Şamanlar için,
bildiğimiz dünyanın "sıradan" gerçekliğiyle Castaneda'nın "bir
başka gerçeklik" adını verdiği gerçeklik birbiriyle eşit derecede
gerçektir. Bir şaman çoğu kez gündelik yaşamındaki deneyimleriyle şamanik
yolculuk yaparak gittiği dünyalarda başına gelenleri aralarında kesin bir
ayırım yapmadan anlatır:
. . . eğer bir
Hivaro (Jivaro) şamanının konuşmasını dinlemiş olsaydınız, onun günlük
yaşamında size, bir Batılı olarak, tümüyle anlamsız ya da olanaksız görünen
deneyim ve davranışlarını anlatmasını dinleyebilirdiniz. Örneğin, size şamanik gücüyle uzaktaki büyük bir ağacı
yardığını ya da bir komşusunun dolabının içinde ters dönmüş bir gökkuşağı
gördüğünü söyleyebilir. . . . Aynı konuşmada size yeni bir üflemeli boru silahı
yapmakta olduğunu ya da önceki sabah avlanmaya çıktığını söyleyebilir.
(Şamanın Yolu 80-1)
Don Juan da
bilinçli rüyalardaki yaşama, uyanıkken deneyimlediğimiz yaşamın bir uzantısı
olarak bakıldığını söylemektedir:
Rüya görme
uykunun yapmamasıdır. Bu durumda rüya görme, uygulayıcıların yaşamlarının bir
bölümünü uyku halinde geçirmelerinden oluşur. Öyle ki, rüya görücüler artık
uyumuyor gibidirler. Yine de, uykusuzluk onlarda herhangi bir sorun yaratmaz.
Rüya görmenin etkisi, sözüm ona ayrı bir bedenin, rüya gören bedenin kullanımı
sonucu, uyanık yaşanan zamanın bir uzantısı gibi görünür. (Kartal'ın Armağanı
29)
Gerçekten de
bilinçli rüyalarda yaşanılan deneyimler, uyanıkkenki deneyimlere inanılmaz,
ayırt edilemez derecede benzer. Bu bilinçli rüyaların sıradan rüyalarla
arasındaki birçok farktan biridir. Bilinçli olduğunuz bir rüyada beş duyunuz da
çalışır haldedir. Sonradan anımsadığınız normal bir rüyada çoğunlukla yalnızca
görme ve işitme duyusu çalışırken, bilinçli rüyalarda görmekle ve işitmekle
kalmaz, dokunduğunuz çeşitli şeyleri, kalbinizin atışlarını hissedebilirsiniz,
yediğiniz bir yemeğin tadını ya da kokladığınız bir şeyin kokusunu alabilirsiniz.
Bilinçli rüyaların bir başka özeliği de, bu rüyalarda yaşanılan deneyimlerin
gerçek yaşamdakinden çok daha "gerçek" hale gelebilmesidir.
Farkındalık düzeyiniz ne kadar yüksekse gördügünüz bilinçli rüya da o kadar
canlı, berrak, net hale gelir. Eğer bilinciniz yeterince açıksa, rüyalar alemi
öyle bir hâl alır ki, uyanıkkenki gerçek deneyimleriniz bunların yanında sönük
kalır. Castaneda'nın bilinçli rüyaların gerçek yaşam kadar gerçek olup
olmadığını öğrenmek için sorduğu, "Şimdi bizim yapmakta olduğumuz
şeyler ne denli gerçek yani?" sorusuna don Juan şu yanıtı verir:
"Şayet karşılaştırma yapmak istiyorsan, belki daha da gerçek olduğunu
söyleyim sana."
Don Juan rüya
görmede bu derece ustalaşmak için "ikinci dikkat" adını
verdiği farkındalık durumunun geliştirilmesi gerektiğini söylüyor. Bu dikkati
geliştirmek zaman alan, deneyim gerektiren bir iş. Örneğin eğer bilinçli
rüyalar diye bir şeyin olduğundan haberiniz yoksa, başınıza gelen bir deneyimi
uykudan uyanmak üzereyken yasadığınız bir halüsinasyon sanabilirsiniz. Bilinçli
rüyalar gören bir tanıdığımıza da ilk önce böyle olmuştu. Arkadaşımız yıllar
önce de birkaç bilinçli rüya görmüş olduğunu, ama o zamanlar henüz bilinçli
rüyalardan haberi olmadığı için bunları halüsinasyon sandığını söylemişti. Bilinç
düzeyiniz, farkındalığınız ne kadar yüksekse bu rüyaların size oynayacağı
sayısız oyunu o kadar kolay atlatırsınız. Örneğin siz gece uyurken bazen
boşlukta bir delik açılır ve orada bir görüntü görmeye başlarsınız, bu ilk
başlarda birkaç saniye sürer sonra yeniden uykuya dalıverirsiniz. Ama eğer
bilinçliliğinizi koruyabilirseniz bu delik genişler ve bilinçli rüya görmeye
başlarsınız. Bazen önce durağan bir görüntü çıkar karşınıza, sonra sanki
görüntü bir sinema perdesindeymiş gibi siz gidip o görüntünün içine "girersiniz".
Bir de "sahte uyanışlar" vardır, yani uyurken uyandığınızı
sanırsınız, ama bir süre sonra tekrar uyanır ve az önce aslında uyanık
olmadığınızı anlarsınız! Uzun bir süredir bilinçli rüya görme çalışması
yapmakta olan bir arkadaşımız eskiden yaşadığı bir olayı mektubunda şöyle
anlatıyor:
"Gece duş
aldım, kendimi çok keyifli hissederek yattım. Birkaç rüya gördüm, birkaç defa
da yatağımda uyandım geri uyudum. Sabah bir şey getirmek için bir arkadasım
geldi ve kapıyı çaldı. Yatağımdan kalktım, kapıyı açtım. Arkadaşım biraz
konuştuktan sonra gitti. Ama ben yatakta bilinçliydim, kesinlikle bilinçliydim,
bunu çok iyi biliyorum, çok keyifliydim, bir şeyler düşünüyordum, iyi bir uyku
çekmiştim. Ve birden kapının çalınmasıyla uyanmıştım. Ama ben uyanıktım, dahası
düşünüyordum. Rüyadan iki defa uyanmanın başkalarına da oldugunu biliyorum. Ama
bu aklıma bile gelmedi, eğer ben az önce uyanıktıysam, bilinçliydiysem ki
bundan eminim, o zaman simdi neredeydim? Ve gerçek olan varsa eğer hangisiydi,
çünkü deminki de en az şu anki gerçekliğim kadar gerçekti. Yani yıllardır
uğraşıp durduğum, kendime dert ettiğim hayat bir rüya mıydı? Rüyalardan tek
farkı sürekli olması mıydı? Sürekli bile değildi, hayat rüyalarla ya da rüyalar
hayatla, hangisi bilmiyorum bölünüyordu.
Kaynak: KlanNews / Sayı 1/ Haziran 2003 Sayı 2
/ Temmuz 2003
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar