BİZİM DİPLOMATLAR
Hzl: Bilâl N. ŞİMŞİR
Yıl 1957. Dışişleri Bakanlığı meslek memuru giriş sınavları
yapılıyor. Bir grup arkadaşız; yazılıları kazanmış, sözlüler için sıradayız.
Birer birer içeri alıyorlar. Sınav kapısında heyecanla bekleşiyoruz. Bilgiç
geçinen bir arkadaşımız,
"Bizler ne
bahtsız gençleriz," dedi, "Oku, oku; imtihan, imtihan; canımız
çıkıyor! Eskiden, Cumhuriyetin ilk yıllarında ise, istasyondan adam
topluyorlarmış. Kravatlı birisi trenden inince, hemen yakalayıp ‘gel seni
hariciyeci yapalım' diyorlarmış. Ne diploma soruluyor, ne imtihan isteniyormuş.
Birkaç zaman sonra da 'Buyurun, sizi filan yere elçi yaptık' diyorlarmış!"
Bizler, arkadaşın anlattıklarını hayretle dinliyoruz.
"Ya!" diyoruz. Düşünceye dalar gibi oluyoruz. Sonra, birimizin aklına
geliyor: "Kimlermiş
mesela o devşirme elçiler?" diye
soruyoruz. Bilgiç arkadaşımız, hık, mık, apışıp kalıyor. İki elçinin bile adını
çıkaramıyor.
Bu hikâye zihnime saplandı, kaldı. Kendi kendime sormaya
başladım: Kimlerdi acaba Cumhuriyetin ilk elçileri, Atatürk'ün elçileri? Onlar
gerçekten gardan veya sokaktan mı toplanmışlardı?
Rastgele mi seçilmişlerdi?
Kravat takmasını bildikleri için mi diplomat
yapılmışlardı?
Nereden çıkmışlar, nereden gelmişlerdi?
Nasıl yaşamışlar, ne yapmışlardı?...
Sorular, sorular kafamı kurcalayıp durdu.
Soru sormaya başlayınca gördüm ki, eski diplomatlarımızın
hemen hiçbirini bilmiyor, tanımıyordum. Hafızamı zorlayınca, iki üç diplomat
adı anımsayabiliyordum, onlar da bir şeyler yazıp bırakmış olanlardı:
"Zoraki Diplomat"ın yazarı Yakup Kadri Karaosmanoğlu, "Moskova
Hatıraları"nı yazmış olan Ali Fuat Cebesoy, şair Yahya Kemal Beyatlı, etti
üç. "Atatürk'ün Dışişleri Bakanı" Dr. Tevfik Rüştü Aras'ı da Siyasi
Tarih derslerinden anımsıyordum. İkinci Dünya Savaşı yıllarındaki Bakanımız ve
Başbakanımız Şükrü Saraçoğlu'nu da az çok biliyordum. Bir de galiba Numan
Menemencioğlu'nun adını duymuşluğum vardı. Çıkarabildiklerim sadece bunlardı.
Geri kalanların adlarını bile duymamıştım. Sanki hiç yaşamamışlardı, sanki
aradan otuzkırk yıl değil de yüzyıllar geçmişti ve onlar meçhule karışıp
gitmişlerdi.
1950'lerde, Mülkiye'nin siyasi şubesinden mezun ve de
diplomat adayı bir gencin, Cumhuriyetin ilk diplomatları hakkındaki bütün
bildikleri işte bu kadardı! Kendi adıma cahilliğimden utandım, kendi kendimi
eleştirdim. Sonra, yazmamışlar, anlatmamışlardı ki bize diye başkalarını
suçlamaya kalkıştım. Eski elçilerimiz de anılarını yazıp bırakmamışlardı ki.
Bırakmış olsalardı görürdük. Onlar hakkında cilt cilt kitaplar vardı da biz mi
merak edip okumuyorduk sanki, diye kendi bilgisizliğimi örtbas edip üste çıkmaya
çabaladım. Ve daha sonra kendime dönüp "yazan yoksa sen yaz," demeye
yöneldim...
Bu kitapta, çoğu Atatürk zamanında görev yapmış, otuz kadar
Türk diplomatı yer almaktadır. Bunlardan sekizi eski Dışişleri Bakanlarıdır: Bekir Sami
Kunduh, Ahmet Muhtar Mollaoğlu, Yusuf Kemal Tengirşek, İsmet İnönü, Dr. Tevfik
Rüştü Aras, Haşan Saka, İhsan Sabri Çağlayangil ve Feridun Cemal Erkin. Geri
kalanlar ise elçiler ve büyükelçilerdir.
Atatürk zamanında, yeryüzünde bağımsız devletlerin sayısı
kırk kadardı; Türkiye elçiliklerinin sayısı da en fazla yirmi altı olmuştu.
Bunlar şu başkentlerdeydi:
Atina, Bağdad, Belgrad, Bern, Berlin, Brüksel, Budapeşte,
Bükreş, Kâbil, Kahire, Lahey, Londra, Madrid, Moskova, Paris, Prag, Rio de
Janeiro, Sofya, Stockholm, Tahran, Tallin, Tiran, Tokyo, Varşova, Washington ve
Viyana.
Bunlar dışında, 1920 -1923 yıllarında, Azerbaycan'ın
başkenti Bakü’de ve Gürcistan'ın başkenti Tiflis'le mümessilliklerimiz vardı;
ama bunlar elçilik düzeyine yükseltilmeden kapanmıştı; çünkü, bu iki ülke kısa
zamanda bağımsızlıklarını kaybetmişlerdi.
Atatürk döneminde üç merkezde de Türkiye'nin daimi
maslahatgüzarlıkları açılmıştı. Bunlar Habeşistan'ın (Etiyopya'nın) başkenti
Adis-Ababa, Çin Cumhuriyetinin o zamanki başkenti Nanking ve Şili'nin başkenti
Santiago de Şili idi.
Mümessillikleri ve maslahatgüzarlıkları da sayarsak, o
dönemde Türkiye'nin sürekli diplomatik temsilci bulundurduğu merkezlerin sayısı
otuz bire çıkar. Konsolosluklarımız bu sayının dışındadır.
Yirmi altı elçiliğin kıtalara göre dağılımı şöyleydi:
Afrika’da 1: Kahire; Amerika kıtasında 2: Rio de Janeiro ve Washington; Asya'da
4: Bağdad, Kâbil, Tahran ve Tokyo; geri kalan 19 elçilik ve büyükelçilik
Avrupa'da toplanmıştı.
Yukardaki yirmi altı merkezde, 1920 -1938 yılları arasında
görev yapmış olan elçilerimizin toplam sayısı otuz sekiz olmuştur. Bunlardan
yirmi ikisi bu kitapta bulunacaktır. Alfabetik sıraya göre bu elçilerimiz
şunlardır:
Mehmet Enis Akaygen,
Ali Haydar Aktay, Hamdi Arpağ, Hüseyin Ragıp Baydur, Yusuf Hikmet Bayur, Tevfik
Bıyıklıoğlu, Ali Fuat Cebesoy, Hüseyin Vasıf Çınar, Suat Davaz, Mehmet Münir
Erte gün, Memduh Şevket Esendal, Cevat Ezine, Rıdvanbeyoğlu Hüsrev Gerede,
Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Ahmet Muhtar Mollaoğlu, Kemalettin Sami, Hamdullah
Suphi Tanrıöver, Ahmet Ferit Tek, Tahir Lüfti Tokay, Âli Türkgeldi, Ruşen Eşref
Onaydın, Ahmet Cevat Üstün. Bu listeye, daha sonraki yıllarda
elçilik yapmış olan Fuat Carım da eklenmiştir.
Yine aynı dönemde elçilik yapmış on altı diplomatımız ise
bu kitaba sığdırılamadı. Şimdilik sadece adlarını anmakla yetindiğimiz bu
diplomatlarımız da şunlardır:
Muhittin Akyüz,
Mehmet Ali Şevki İlhan, Zekai Apaydın, Nebil Batı, Ali Şevki Berker, Yahya
Kemal Beyatlı, Behiç Erkin, Tevfik Kamil Koperler, Ragıp Raif Köseraif, Haşan
Vasfı Menteş, Ali Fethi Okyar, İbrahim Tali Öngören, Cemal Hüsnü Taray, Mehmet
Sabri Toprak, Hulusi Fuat Tugay ve Fahrettin Türkkan.
1920-1923 yıllarında Roma'da Türkiye Mümessilliği görevinde
bulunmuş olan Cami Baykurt ve Celalettin Arif ile Tiflis'te mümessillik yapmış
olan Kazım Dirik de bu kitapta yer almamaktadır.
Yukarda adları sıralanan otuz sekiz elçiden yirmi ikisi,
yani yarıdan fazlası, milletvekilliği yapmış kimselerdi. Birinci dönem veya
daha sonraki dönemlerde Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde mebusluk yapmış olan
elçilerin adları şöyledir:
Muhittin Akyüz, Zekai Apaydın,
Hamdi Arpağ, Yusuf Hikmet Bayur, Ali Şevki Berker, Yahya Kemal Beyatlı, Ali
Fuat Cebesoy, Hüseyin Vasıf Çınar, Memduh Şevket Esendal, Behiç Erkin, Yakup
Kadri Karaosmanoğlu, Kemalettin Sami, Tevfik Kamil Koperler, H. Vasfi Menteş,
Ahmet Muhtar Mollaoğlu, Ali Fethi Okyar, İbrahim Tali Öngören, Cemal Hüsnü
Taray, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ahmet Ferit Tek, Sabri Toprak ve Ruşen Eşref
Onaydın.
Kurtuluş Savaşı yıllarında, elçi veya mümessil olarak
yurtdışına atanan mebus diplomatlar, mebusluklarını da koruyorlardı. Yani
sürekli görevle yurtdışına giderken mebusluktan istifa etmiyor, mebusluk
statülerini kaybetmiyor, sadece TBMM'den izinli sayılıyorlardı ve bunların "...mebusluğu
uhdesinde kalmak üzere" atamaları yapılıyordu. Elçi veya
mümessil, yeni genel seçimden önce Ankara'ya dönerse, tekrar Meclis'te yerini
alıyordu. Daha sonra bu uygulama kaldırılmıştır.
Atatürk zamanında yurtdışında Türkiye'yi temsil etmiş olan
otuz sekiz elçiden on biri, yani dörtte birden fazlası, hükümette de yer almış
olan kimselerdi. Bazıları birkaç defa bakanlık yapmışlardı. Agreman istenirken,
elçi olarak atanacak kişinin eski bakanlarımızdan olduğu da özellikle
belirtiliyordu. Örneğin 1925 yılında Londra
Büyükelçiliği'ne atanan Ahmet Ferit Tek için İngiltere'den
agreman istenirken, kendisinin eski maliye ve dahiliye vekili olduğu
belirtilmişti. Kimi elçiler yurtdışında görev yaptıktan sonra Ankara'ya
dönüşlerinde bakan olarak atanıyor, kimileri de elçilikle bakanlık arasında
mekik dokuyordu. Vasıf Çınar, bakanlıktan ayrılıp elçi olmuş, sonra elçiliği
bırakıp yeniden bakanlık koltuğuna oturmuştu.
Atatürk'ün elçileri arasında bir de eski başbakan vardı:
Ali Fethi Okyar.
Atatürk dönemi elçilerimizden bakanlık yapmış on bir kişi
şunlardı:
Ahmet Muhtar Mollaoğlu, Dışişleri Bakanlığı;
Zekai Apaydın, Tarım, Bayındırlık ve Milli Savunma Bakanlıkları; Yusuf Hikmet
Ba yur, Milli Eğitim Bakanlığı; Ali Fuat Cebesoy, Bayındırlık ve Ulaştırma
Bakanlıkları; Vasıf Çınar, Milli Eğitim Bakanlığı; Behiç Erkin, Bayındırlık
Bakanlığı; Fethi Okyar, Başbakanlık, İçişleri, Adalet ve Milli Savunma
Bakanlıkları; Cemal Hüsnü Taray, Milli Eğitim Bakanlığı; Hamdullah Suphi
Tanrıöver, Milli Eğitim Bakanlığı; Ahmet Ferit Tek, Maliye ve İçişleri
Bakanlığı; Mehmet Sabri Toprak, Tarım Bakanlığı yapmışlardı.
Roma'da mümessillik yapmış fakat elçilik payesine
yükseltilmemiş olan Cami Baykurt ile Celalettin Arif de yurtdışına atanmadan
önce Ankara'da mebusluk ve bakanlık yapmışlardı.
*
Cumhuriyetin ilk elçileri hakkındaki "Gar Devşirmesi" gibi yakıştırmalar, düpedüz saçmadır. Bizler, bu
gibi söylentileri yaymakla veya bunlara kulak vermekle, sadece kendi
bilgisizliğimizi sergili yormuşuz meğer ve de çok ayıp ediyormuşuz doğrusu. Hiç
kimse, sadece kravat takmasını biliyor diye dışişlerine alınıp elçi yapılmış
değildir. Türkiye Cumhuriyeti ciddi bir devlettir ve Atatürk'ün elçileri de
gayet iyi yetişmiş insanlardır. Hiç tanımadığınız bu büyüklerimizi istemeyerek
bile olsa "cahillikle" karalamak, bir espri bile olamaz, çünkü lâtife
lâtif gerek.
Dışişleri Bakanlığı'ndaki sicil dosyalarına göre,
Cumhuriyetin ilk elçilerinin hemen hepsi yüksek öğrenim görmüş; Harbiye,
Mülkiye, Hukuk veya yabancı üniversiteleri bitirmişlerdir. Bazıları da çift
diplomalıdır. Harbiye çıkışlı dokuz, Mülkiye çıkışlı yedi, Hukuk çıkışlı yedi,
yurtdışı öğrenim görmüş de yedi kişi görünmektedir. Edebiyattan bir,
Tıbbiye'den iki, Galatasaray'dan iki, özel öğrenim görmüş bir kişi vardır. İki
kişinin öğrenim durumlarını ise tam saptayamadım, daha doğrusu bunu araştırmaya
vakit bulamadım.
Harbiye çıkışlı, eski
adıyla Erkânı Harbiye mezunu olanlar: Muhittin Akyüz, Tevfik Bıyıklıoğlu, Ali Fuat Cebesoy,
Kemalettin Sami, Behiç Erkin, Hüsrev Gerede, Fethi Okyar, Ahmet Ferit Tek ve
Fahrettin Türkkan'dır. Bu dokuz eski askerden dördü paşalığa kadar yükselmiş:
Akyüz, Cebesoy, Kemalettin Sami ve Türkkan. Üçü, daha küçük rütbede diplomasi
mesleğine girmiş: Bıyıklıoğlu, Erkin ve Gerede. Diğer ikisinin, yani Fethi
Okyar ile Ferit Tek'in askerlikleri ise çok uzaklarda kalmıştı. Onlar, uzun
yıllardan beri sivil hayattaydı. Okyar, daha Meşrutiyet döneminde elçilik
yapmıştı. Ferit Tek ise geçen yüzyıl sonunda askerliği bırakmış, Trablusgarb'a
sürülmüş, oradan kaçıp Paris'te Siyasal Bilgiler Okulunu bitirmiş ve politikaya
atılmıştı.
Bu dokuz asker
kökenli elçiden dördü birer defa elçilik yaptıktan sonra diplomasi mesleğinden
ayrılmışlardı: Moskova Büyükelçiliğinden sonra diplomasiden ayrılan Fuat
Cebesoy, Berlin'de görev başında ölen Kemalettin Sami, yalnız Kâbil'de elçilik
yaptıktan sonra emekliye ayrılan Fahrettin Türkkan Paşalar ve sadece altı ay
Moskova'da büyükelçilik yaptıktan sonra diplomasiden ayrılan Tevfik
Bıyıklıoğlu. Geri kalan beş asker kökenli elçi, yani Akyüz, Erkin, Gerede,
Okyar ve Tek ise uzun yıllar diplomasi mesleğinde kalmışlardı.
Mülkiye'li Elçiler
şunlardır: Zekai Apaydın, Nebil Batı, Tevfik Kamil Koperler, Ahmet
Muhtar Mollaoğlu, Vasfi Menteş, Tahir Lütfi Tokay ve Cevat Üstün. Bu yedi
kişiden ikisi, Mülkiye'den sonra Avrupa'da da okumuş. Koperler, Paris Hukuk Fakültesini;
Üstün de Cenevre Üniversitesini bitirmişler.
Hukuk'lu olanlar: Ali Haydar Aktay, Hamdi Arpağ,
Hüseyin Ragıp Baydur, Ali Şevki Berker, Hüseyin Vasıf Çınar, Suat Davaz ve
Mehmet Münir Ertegün dür. Bunlardan Aktay ve Çınar, Hukuk'un üçüncü sınıfından
ayrılmışlar. Ayrıldıkları tarih, 1914/15 akademik yılına rastlamaktadır, yani
Osmanlı devletinin Birinci Dünya Savaşına girdiği yıl. O yıl başka gençler de
üniversiteyi terk etmek durumunda kalmışlardı. Bunların arasında, örneğin Türk
Yazı Devrimi sırasında Milli Eğitim Bakanı olan Mustafa Necati Bey de vardır. O
da Hukuk üçten ayrılmıştı.
Yurtdışında öğrenim
görmüş olanlar: M. Ali Şevki Alhan, Yusuf Hikmet Bayur, Yahya Kemal
Beyatlı, Ragıp Raif Köseraif, Cemal Hüsnü Taray, Mehmet Sabri Toprak ve M. Emil
Âli Türkgeldi. Bunlara, örneğin Harbiye'yi bitirdikten sonra Paris'te Siyasal
Bilgiler Okulunu da bitiren Ahmet Ferit Tek gibi çift diplomalı olanları da
katmak belki yerinde olur.
Çift diplomalı altı
kişi görünmektedir: Hamdi Arpağ, Tevfik Kamil Koperler, Ragtp Raif Köseraif,
Ahmet Ferit Tek, Emin Âli Türkgeldi ve Ahmet Cevat Üstün.
Tıbbiyeli olanlar, İbrahim Tali Öngören ile Hulusi
Fuat To gay; Edebiyat Fakültesinden olan Ruşen Eşref Onaydın; Galatasaray
Sultanisinden olanlar Enis Akaygen ile Hamdullah Suphi Tanrı öve? d ir.
Otuz sekiz elçinin arasında en az öğrenim görmüş gibi
görünen dört kişi vardır ki, dördü de gerçekten seçkin insanlardır. Bunlardan
birisi, yalnız Galatasaray Sultanisi'ni bitirmiş gibi görünen, fakat diplomasi
mesleğinin doruğuna kadar yükselmiş, Bakanlık Müsteşarlığı yapmış ve başarılı
büyükelçi olarak da kendisini Atina'da, Tahran'da tekrar tekrar kanıtlamış olan
Mehmet Enis Akaygen’dir. Yine yalnız Galatasaray öğrenimi görmüş gibi görünen
Hamdullah Suphi Tanrıöver vardır. O da, değme profesöre taş çıkaracak bir
kimsedir. Onun dedesi de babası da Osmanlı döneminde Maarif Nazırlığı
yapmışlardı, kendisi de Ankara'da, dört hükümette Maarif Vekilliği yapmıştı;
eğitimci, edebiyatçı, ünlü bir hatipti ve başarılı bir büyükelçi de olmuştu.
Diploma fakiri gibi görünen diğer iki elçimiz de Türk
edebiyatının devleridir. Biri, bence, Ömer Seyfettin düzeyinde bir hikâyecimiz
olan Memduh Şevket Esendaldu ki, sicilinde kimi zaman Mülkiye'den ayrılmış
olarak, kimi zaman da idadi çıkışlı gibi gösterilir. Diğer elçimiz de,
sicilinin öğrenim hanesi ya tamamen boş bırakılmış, ya da bazen
"hususi" diye doldurulmuş olan Yakup
Kadri Karaosmanoğlu’dur. Kendisini tanıtmaya gerek var
mıdır? İşte Atatürk'ün elçileri arasında en az öğrenim görmüş olanlar bunlardır:
Akaygen, Tanrıöver, Esendal ve Karaosmanoğlu. Ötekilerin ise hepsi
yükseköğrenim görmüş kimselerdir.
Cumhuriyetin ilk elçilerinden üçte bir kadarı İmparatorluk
Hâriciyesinden mirastı. Bunlar Osmanlı Hariciye Nezareti kadrosunda da yıllarca
çalışmışlar, merkez ve yurtdışı teşkilatında deneyim kazanmışlardı. Ankara
Hükümetinde Hariciye Vekilliği, daha sonra Moskova ve VVashington Büyükelçiliği
yapmış olan Ahmet Muhtar Bey, Osmanlı döneminde Sofya'da, Cevat Ezine de
Belgrad'da elçilik yapmışlardı. Diğerleri daha küçük derecelerdeki
diplomatlardı. İmparatorluk Hâriciyesinden Cumhuriyet Hâriciyesine geçen
elçilerin listesi şudur: Enis Akaygen, Haydar Aktay, M. Ali Şevki Alhan NebiI
Batı, Ali Şevki Berker, Suat Davaz, Cevat Ezine, Tevfik Kamil Koperler, Raif Köseraif,
Ahmet Muhtar Mollaoğlu, Fethi Okyar ve Ahmet Ferit Tek. Toplam on iki kişi.
Otuz sekiz elçiden geri kalan yirmi altısı
"meslekten" değildi Bunlar, bizler gibi, Dışişleri giriş sınavından,
başkâtiplik sınavından geçmemişler. Diplomasi mesleğinin merdivenlerini ağır
ağır tırmanmamışlardı. Hariciye teşkilatına tepeden inme gelmişlerdi. Ama
kendilerini iyi yetiştirmişlerdi. Peki, o "hariciler" diplomasi
mesleğini nerede, nasıl öğrenmişlerdi?
Hemen söyleyelim: O elçilerimizin bir bölümü, Lozan Barış
Konferansına katılmış, diplomatik boğuşmanın ne demek olduğunu orada görüp
yaşamışlardı. Lozan Konferansı yedi ay sürmüştü, bu yedi ay, belki yedi yıllık
Mülkiye öğrenimine (lisans ve doktora) bedeldi. Yedi ayda yedi düvele karşı
diplomatik bir meydan muharebesi verilmişti, Türkiye'nin ulusal hakları teker
teker, söke söke geri alınmıştı. Bu hakların dışa karşı korunması, yarınki
elçilerin esas görevlerinden biri olacaktı. Yarınki elçilerimiz Lozan'da,
gerçek diplomatik savaşın içinde pişerek, bilenerek, bu hakların bilincine
varmışlardı.
Bir örnek: Batılılar,
Lozan'da, Türkiye'ye üç kategori azınlık kabul ettirmeye kalkışmışlardı: Din
azınlığı, dil azınlığı ve ırk azınlığı. Buna göre, Türkiye'de Müslüman olmayan
Rum, Ermeni ve Musevi'den başka; Kürt, Çerkeş, Arap, Abaza, Pomak, Boşnak, vs.
vs. gibi çeşit çeşit Müslüman "azınlıklar" yaratılacaktı. Hatta sırf mezhep farkı yüzünden, Türk oğlu Türkler de
Sünni, Şii, Alevi diye bölünecekti. Yani, Lozan'daki ikinci delegemiz Dr. Rıza
Nur'un deyimiyle, "Anadolu, hallaç
pamuğu gibi atılacaktı"; milli birliğimiz tuz buz edilip paramparça
ayaklar altına alınacaktı; bu sözde "azınlık hakları" antlaşmaya
girerse yabancılara içişlerimize karışma hakkı ve fırsatı verilmiş olacaktı. Bu
düşmanca tuzağa ve saldırıya karşı Lozan'daki heyetimiz, geceli gündüzlü yaman
bir savaş vermiş ve sonunda yalnız ve sadece "gayri müslim azınlık"
kabul edilmişti. Rum, Ermeni ve Musevi.
Hepsi o kadar. Bunlar dışında Türkiye'de başka azınlık yoktu ve olamazdı.
İşte Lozan'da böyle
bir çetin deneyim yaşamış olan bir Türk diplomatının yanında, hiç kimse artık
"Türkiye mozayiktir" gibi bilinçsizce ucuz laflar edemezdi! O dönemde hiç kimse böyle laflar
etmeye cüret edememiştir. Atatürk'ün elçilerinin bir bölümü, böyle yetişti.
Lozan Konferansı onlar için bir diplomasi stajı, bir diplomasi okulu oldu. Bu
"Lozan Ekolü"nden çıkmış olan elçilerimiz çoğunlukla gençlerdi: Münir
Ertegün, Yusuf Hikmet Bayur, Tevfik Bıyıklıoğlu, Ruşen Eşref Ünaydın, Yahya
Kemal Beyatlı, Âli Türkgeldi, Cevat Üstün, Zekai Apaydın, Tevfik Kamil
Koperler. Bu listeye, zaman zaman Paris Mümessilliğinden kalkıp Lozan'a giden,
orada İsmet Paşa'ya bilgi sunan ve ondan talimat alan Ahmet Ferit Tek ve
Hüseyin Ragıp Baydur’da eklenebilir.
Lozan'ın bir de Ankara cephesi olduğunu unutmamak gerekir.
Bütün Lozan Konferansı boyunca Ankara'daki Dışişleri Bakanlığı sürekli
nöbetteydi; Atatürk'ün ve Başbakan Hüseyin Rauf Bey'in direktifleri altında,
geceli gündüzlü bir çalışma içine girmişti. Lozan'dan gelen yüzlerce telgrafı
değerlendirmek, bunlara cevap yetiştirmek, bir bakıma uzaktan uzağa yedi
düvelle boğuşmak, Dışişleri görevlilerimiz için olağanüstü bir çalışmayı
gerektirmişti. O kadar ki bu yıpratıcı çalışma sonucu Müsteşar Suat Davaz yatağa düşmüştü. Bütün bu çalışmalar, yarının
Cumhuriyet elçileri için yedi aylık yoğun bir staj dönemi olmuştur.
Bir de doğrudan Atatürk'ün bulup yetiştirdiği ve Türk
diplomasisine kazandırdığı elçiler vardı. Bunlar arasında İbrahim Tali Öngören,
Hüsrev Gerede, Ruşen Eşref Ünaydın, Hikmet Bayur, Vasıf Çınar, Cemal Hüsnü
Taray gibi isimler sayılabilir, ama hepsi bu kadar değildir. Büyük Önder'in
rahle-i tedrisinden geçmiş başka elçilerimiz de vardır. Atatürk, özellikle
gençler arasında, yeteneklileri "keşfediyor", onları ellerinden tutup
ortaya çıkarıyor, çeşitli görevler vererek onları sınavdan geçiriyor, sonra da
onlara kanat geriyor, arka çıkıyordu. Atatürk'ün yol göstericiliği ve
yönlendiriciliği sayesinde, mesleğe yeni girmiş genç elçiler, deneyim
eksikliklerini kapatabiliyorlardı.
Cumhuriyetin ilk elçileri, olağanüstü bir dönemde
yetişmişlerdi. İmparatorluğun çöküşünü görmüşler; Trablusgarp Savaşını, Balkan
Savaşlarını, Birinci Dünya Savaşını ve İstiklal Harbini yaşamışlardı.
İmparatorluğun yıkıntıları üzerinde yepyeni bir Türk devleti yaratma misyonunda
az çok rol almışlardı. Onların çoğu İstiklal Madalyası sahibiydi, Kuvayı
Milliye ruhu taşıyan yurtseverlerdi. İyi öğrenim görmüş, iyi yetişmiş, ateş
içinde yoğurulmuş, bilenmiş, çelikleşmiş kimselerdi. İnançlıydılar,
gururluydular ve güçlüydüler.
O zamanki elçilerimizin birçoğu, Atatürk'e, İsmet İnönü'ye
doğrudan ulaşabiliyorlardı. Onların "inkılâp ve müşkülât arkadaşları”
idiler. Onlardan güç alıyor, destek görüyorlardı. Atatürk, o elçilere birer
güven mektubu vermekle yetinmiyor, onlarla yakından ilgileniyor, zaman zaman
onları yönlendiriyor ve gerektikçe onlara arka çıkıyor, kanat geriyordu.
Cumhuriyetin ilk elçileri, çoğunlukla, Türk devletinin
hakkını, hukukunu korumak ve dünyadaki saygınlığını yükseltmek konusunda çok
duyarlı ve etkiliydiler, görevlerinde başarılı oldular. Bir de anılarını yazıp
bırakabilselerdi.
Bu kitabı yazmaya oturunca, birçok diplomatı bir tek cilde
sığdırmak hiç kolay olmadı. Bu seçkin kişilerin hemen her biri hakkında ayrı
birer cilt, bazıları hakkında da birkaç cilt yazılabilirdi. Her biri üzerine
doktora tezleri hazırlanabilir, televizyon dizileri de yapılabilirdi.
Meraklılar için ilginç ve çekici bir araştırma alanıdır bu. Eski
diplomatlarımızın yaşamları renkli, duygulandırıcı ve de öğreticidir. Her biri
hakkında ayrı ciltler yazılabilirse, o diplomatların hakkı ancak o zaman tam
olarak verilebilir.
Bu kitapta ise, her bir diplomata, kısaca yer verilebildi.
Bazı diplomatlar ise büsbütün kısa geçildi. Yine de bu ciltte Türkiye
Cumhuriyeti'nin ilk kuşak diplomatlarının yaşamlarından kısa kesitler, gerçek
öyküler ve önemli tarihi olaylar bulunacaktır. Kitap, bizim diplomatlar
hakkında biraz ilgi uyandırabilir ve yeni araştırmaları özendirebilirse,
amacına ulaşmış olacaktır.
Son günlerde, akşamları eve dönünce, hemen bilgisayarın
başına geçiyor ve harıl harıl bu kitabı yazıyordum ki, bir sabah, Dışişleri
Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı imzasıyla resmi bir yazı aldım. Yazıda: "Zatı
Âlilerinin Avustralya Nezdinde Türkiye Büyükelçisi olarak atanmalarına
ilişkin... Bakanlar Kurulu tekemmül etmiştir. Yeni görevlerine 1995 Mayıs ayı
sonunda başlamaları uygun görülmüştür..." deniyordu. "Bize
yine yol göründü" deyip tezgâhı kapadım; yazıcının düğmesine bastım;
müsveddeyi, yayıncım ve dostum Sayın Ahmet Tevfik Küflü'ye teslim ettim.
Kitabımın basılmasını bekleyemeden öteki yarım küreye uçarken, bütün dostlara
ve okuyuculara, saygılar sunuyor ve "Kalın sağlıcakla" diyorum.
BİLÂL N. ŞİMŞİR,
Ankara, Gaziosmanpaşa, 23 Nisan 1995
Ankara, Gaziosmanpaşa, 23 Nisan 1995
Sh:17-27
Kaynak: BİLÂL N. ŞİMŞİR, Bizim Diplomatlar,
Birinci Basım Nisan 1996, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar