BÜTÜN MESELE İNSAN MIYIZ YOKSA HAYVANMIYIZDA
Hayvan olmak, kurban olarak doğan demektir. Bu halin
üzülecek tarafı Tanrıdan ayrı düşmek tehlikesi ile karşı karşıya kalınmasıdır.
Bizleri yaratıp ve daha sonra dünyaya
gönderen Allah Teâlâ karşısında, insan, hep sorgulayıcı olmuştur. “Neden”,
“niçin” demekten kendimizi alamadığımız dünyada, birçok
düşüncelerimizin/fiillerimizin sonucunu da göremeden, dünyayı terk edip
gitmekteyiz.
Ölümden sonra ne
olacak?
Olursa, nasıl
olur?
… uzayıp giden bu sorulara hak ve batıl
çizgisinden olarak, bir önceki nesilden aktardığımız/kazandığımız
bilgilerimizle yön veririz. Şu an için, bulunduğumuz kısıtlanmış hayatımız da,
birçok şeyin cevabı da, hemen hemen yok gibidir. Meseleye özgürlük ile başlayalım.
Hepimiz özgürüz diyoruz. Özgür
olmadığımızı iddia etmek en radikal dincinin dahi kabul edemeyeceği bir fikir
olarak karşımıza gelir.
Gerçekten özgür
müyüz?
Ruhların özgürlüğü bedene dahil olduğunda
kısıtlanmıştır. Ruhumuzun, beşerî bedenindeki hali bir özgürlüğe
benzememektedir. Kısıtlanmış alan içerisinde bize tanınan özgürlük hakkı, beden
kapasitesi miktarı açısından serbest/geniş gibi olurken, bir ötesinde, o kadar
olmadığını görebiliyoruz.
İşte sınırlandırılmış alan içerisinde
bahşedilmiş bu özgürlük ile Allah Teâlâ’ya kulluğa davet edilmişizdir. Sonuç
olarak özgürlüğümüze hangi taraftan
baktığımıza bağlanır ki, aşağıdan yukarıya [ulviyete] köleleşen, tersi
durumda [süfliyette] ise gitgide özgürleşen bir hayatımız vardır.
Kısıtlanmış alan özgürlüğümüzden sonra
buluşacağımız ölüm hadisesinde, karşımıza sunulan hesap verme tehdidi/faktörünü
ele alınca, yarı özgür olduğumuz bir halin sonucunda, söylenildiği kadar cennet
ve cehennemin hepimize sunulmayacak kadar değerli olduğu görünüyor. Çünkü hesap konusunda savunma
hakkımız elimizden alınmış olarak huzura çıkarılacak kadar tescil ve kayıt
altına alınmış bir sicilimiz olduğunu
düşününce işin zorluğu ve korkunçluğu meydana çıkıyor. [Gerçekten
dünyada bile muhakeme olmak çok zor iştir.]
Bulunduğumuz alemde/ahirette sorguya tabi
tutulacak üç sınıftan bahsediliyor. İnsanlar, cinler ve hayvanlar.
Aslında bu beşeri planda görünen ve görünmeyenin sorgulandığı durum yanında ara
sınıfın varlığını da gösteriyor ki,
onlarda hayvanlardır.
İnsandan bir üst sınıf olarak bahsedilir.
Çünkü insanın bir kategori yüksek olarak cinlerden farklı olarak görünen ve
görünmeyen tarafı bulunmaktadır. Ruhu/nefsi. Görünmeyen tarafında varsayılan
hayvanlığı nedeniyle denilir ki, Kamil
olmayan insanlar hayvan gibidir.
Allah Teâlâ Kurân-ı Kerim’ de buyurdu ki;
And
olsun ki, cehennem için de birçok cin ve insan yarattık; onların kalbleri vardır
ama anlamazlar; gözleri vardır ama görmezler; kulakları vardır ama işitmezler. İşte bunlar
hayvanlar gibi hatta daha
sapıktırlar. İşte bunlar gafillerdir. [A’raf, 179]
İşte sorun burada başlıyor, insan ama, hayvan olanlar. Eğer bir insan hala hayvan sınıfındaysa bunun
varlığı üzerinde bir verilecek uhrevî hüküm ne olacaktır? Düşünelim.
Hayvanlar diriltilecek, mahşer yerine getirileceklerdir.
Bu hususta iki âyet meâli şöyledir:
“Vahşi hayvanlar bir
araya toplandığında,..” (Tekvir,
81/5)
“O öyle bir gündür ki,
insan kendi eliyle işlediklerine bakar. Kâfir de, ‘Ne olurdu, ben bir toprak
olsaydım.’ der.” (Nebe,
78/40)
Bu
âyetlerin tefsirinde Abdullah bin Ömer, Ebû Hüreyre ve İmam Mücahid’in
rivayetlerine göre, Cenab-ı Hak mahşer gününde hayvanları da diriltip huzuruna
getirecek, birbirlerinden haklarını alıp ödeştirecek, sonra da onlara, “Toprak olun.” buyuracak,
sonunda onların hepsi de toprak olacaklardır. Hayvanların bu haline gıpta ile
bakan kâfirler, Allah’tan, kendilerini de toprak yapmasını isteyeceklerdir.
Fakat insanlar cezasını çekeceğinden hayvan gibi muamele görmeyecektir.
Hayvanlar
her ne kadar mükellef varlık olmasalar da, onlar da belli nisbette
haklaştırılacaklardır. Nitekim bir hadiste Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi
ve sellem Efendimiz
“Her hak sahibine
hakkını vereceksiniz. Hatta boynuzsuz koyunun boynuzlu koyundan kısas sûretiyle
hakkı alınacaktır.”
buyurarak,
âhirette hiçbir haksızlığın karşılıksız kalmayacağını bildirirler. Yine hadis
âlimlerinin ifadesine göre, karınca karıncadan hakkını alacaktır.
Hz.
Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet günü Allah’ın
adaleti öyle kapsamlı bir şekilde cereyan eder ki, boynuzsuz hayvanların
boynuzlu olanlarından, hatta bir karınca ile diğer bir karınca arasında kısas
uygulanır.” (bk.
Mecmau’z-zevaid, 10/352; Elmalılı Hamdi Yazır. Hak Dini Kur'an Dili, VIII/5599)
Bediüzzaman
da bu meseleyi şöyle izah eder:
“Gerçi cesetleri fena
bulur, fakat ervahları (ruhları) bâki kalan hayvanat mâbeyninde (hayvanlar
arasında) da onlara münasip bir tarzda dar-ı bekada mücâzat (ceza) ve mükâfat
vardır.” (Osm.
Lem'alar, s. 887)
Evet,
hayvanların ruhu bâki kalacak, Cenab-ı Hakk onların ruhunu muhafaza edecektir.
Fakat ruh Allah’ın emir ve iradesi altında bulunduğundan nasıl muhafaza
edileceğini ancak O bilir.
[http://www.sorularlaislamiyet.com/article/16557/hayvanlarin-mahserde-hesaplasmasi-nasil-olacak-vahsi-hayvanlarin-diger-hayvanlara-zarar-vermesi-allah-in-rahmet-ve-merhametine-uygun-mudur.html]
Can bu ilden
göçmedEn cânânı bulmazsa ne güç
Yârini terk
etmedin yârânı bulmazsa ne güç.
Sûreti
insan içi hayvan olursa kişinin,
Taşlar ile döğünüp
insânı bulmazsa ne güç.
Âdemin gönlü
evinde bahr‐ı ummân gizlidir,
Daimâ susuz gezüp
ummânı bulmazsa ne güç.
Şol fakîr olup
gezenlerde hazine dopdolu,
Say’edip ol kenz‐i
bî‐pâyânı bulmazsa ne güç.
Fakr‐i fahrî
devletine erişen Sultân olur,
Fakr‐i tâmme
erişip Sultânı bulmazsa ne güç.
Herkesin derdine
dermânı yine derdindedir,
Derdinin içindeki
dermânı bulmazsa ne güç.
Bunda gelmekten
murat çün kim Hakk’ın irfânıdır,
Ey Niyâzi kişi ol
irfânı bulmazsa ne güç.
Bu konuda Mutezilenin “iki menzil arasında kalmak” dediklerine benzer haldeki bir noktaya
gelebiliriz. İnsan suretli hayvanların gideceği yer, cehennem değil toprak
olmalıdır. Hesaba sorguya değer verilmeyen mahluk olmak.
Allah Teâlâ’nın kafirleri cehenneme
atacağım demesindeki husus kafir hakkı bildiği halde onu kabul
etmeyendir. “Kefere” örtmek manasına gelince Allah Teâlâ’nın hesaba
çekeceğini bildikleri halde bilerek inkar edenler demek olur. Bu
nedenle cehennemde hayvanın ve hayvan olan insanın yanmasının çok önemli bir
değeri yoktur. Çünkü bu bir varoluşun devamına işaret eder. Ayette hayvanlar
toprak olacak denilmesi aslında ebedi yokluk denilen bir ceza hükmündedir. Bu
ceza yanma ile kıyaslandığında müthiştir. Değersizlik varlıktan düşmek ebedi
yok olmak.
Üstad Bediüzzaman buyurdular ki:
“Bir zaman, küçüklüğümde, hayalimden sordum: ‘Sana
bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı verilmesini, fakat sonra ademe ve
hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu
mu istersin?’ dedim.
Baktım, ikincisini arzulayıp birincisinden ‘Ah!..’ çekti. ‘Cehennem
de olsa bekà isterim.’ dedi.”
Asıl metin: “İnsan, sair
hayvanata muhalif olarak, hanesiyle alâkadar olduğu gibi, dünya ile de
alâkadardır. Akrabasıyla yakın ilişkiler içerisinde olduğu gibi, nev-i
beşer/insan türü ile de ciddî ve fıtrî münasebetleri vardır. Ve dünyada
muvakkat bekasını arzuladığı gibi, bir dâr-ı ebedîde bekasını, aşk derecesinde
arzuluyor. Ve midesinin gıda ihtiyacını temin etmeye çalıştığı gibi, dünya
kadar geniş, belki ebede kadar uzanan sofraları ve gıdaları, akıl ve kalb ve
ruh ve insaniyet mideleri için tedarik etmeye fıtraten mecburdur, çabalıyor. Ve
öyle arzuları ve matlapları/istekleri var ki, ebedî saadetten başka hiçbir şey
onları tatmin etmiyor. Hattâ, Onuncu Söz’de işaret edildiği gibi, bir zaman,
küçüklüğümde, hayalimden sordum: ‘Sana bir milyon sene ömür ve dünya saltanatı
verilmesini, fakat sonra ademe ve hiçliğe düşmesini mi istersin? Yoksa, bâki
fakat âdi ve meşakkatli bir vücudu/varlığı mı istersin?’ dedim. Baktım,
ikincisini arzulayıp birincisinden ‘Ah!..’ çekti. ‘Cehennem
de olsa beka isterim.’
dedi.”( Şualar, On Birinci Şua, Sekizinci Mesele.)
Binaenaleyh,
cehennemde yanacak olanlar hakikati bildiği halde inkar/isyan edenler
olacaklardır. Bu inkar edenleri hayvanlık sıfatından çıkmış fakat varlığa
düşmüş olanlar olarak düşünülebiliriz. Cehennemde değerli olan yanmalıdır. Değersiz bir mahluku
yakmak abesle iştigaldir. Kafirler, inkarcılar bir
ilmi seviyeye çıkmış, bir makama varmış daha sonra firavunlaşıp benliğine taparak/tanrılığını iddia
edecek kadar azgın/günahkâr bir hayat yaşamışlardır. Yoksa sürü insanı diye
tarif edilen, sadece akşam sabah karnını doyurmak ve canı çekince cinsel
ihtiyacını gidermek için eşine dahi tecavüz edecek kadar meyleden bir hayvan insan için
cehennemde yanmak cezası bir ödül olur. Onları insan seviyesine çıkarmak olur. Onlar “hayvan
gibi veya daha aşağıdadır” lara muhalefet olur.. Bu
nedenle sürü insanını onu yok olmak azabıyla cezalandırmanın daha adil
görünüyor.
Cehennemde
olacak azabın benzerliğini ve çeşitlerini dünya literatüyle ancak teşbih ile
anlatabilmekteyiz. Ayrıca
cehennem hakkında yeterli bilgimiz olmadığını baştan bilmemiz gerekiyor. Öyle
ise hayvanlar velevki insan suretinde olsunlar, bunlar için ahiret azabı toprak
olmaktır. Toprak olmak yıllarca yanmaktan kurtuluşa sebep olmayıp,
cahil kalmalarının cezası olarak verilmiş en büyük azaptır.
"Elleri boyunlarına
kelepçelenmiş, ayakları bukağılı olarak cehennemin daracık bir yerine
tıkılınca, orada yok olmak için can atarlar. Kendilerine 'Bugün bir kere değil,
defalarca dövünüp durun, ölümü isteyin!' denilecek." (Furkan,
25/13 ve 14)
Bu
ayetlerde “yok olmak, helak olmak” manasında tercüme edilen kelime “SUBUR”dur.
Bu kelime üç manaya gelir: Veyl/yazık manasına gelir; “yazıklar
olsun/yazıklar oldu bize” derler.. Helak/yok olmak; “ey yokluk neredesin
gel bizi de yok et” derler. İnsıraf/Allah’ın emrinden yüz çevirmek; “Eyvah!
Allah’ın emirlerinden nasıl yüz çevirmişiz!” derler. (bk. Taberî, Razî,
Maverdî, İbn Kesir, İbn Aşur, ilgili ayetin tefsiri).
Bazı
görüşlere göre, bu konuşmalar -lisan-ı kal ile söylenen- gerçek ifadeler değil,
lisan-ı halleriyle söyledikleri şeylerdir. Yani içinde bulundukları durum, “hasret,
yazık, teessüf, pişmanlık” gerektiren bir durum. Fakat bir kere değil, bin
kere hasret çekseler, yazıklar olsun bize, keşke yok olsaydık deseler yine
azdır. Ayetlerde bu dehşetli durum istintak sanatıyla canlandırılmıştır(krş.
Razî, Alusî, a.g.y).
Bu ve
benzeri ayetler, kâfirlerin Cehennemdeki acınacak halleriyle, özellikle o
ateşin dehşetini daha uzaktan gördüklerinde hissedecekleri pişmanlık
duygularıyla ilgili sarsıcı tasvirler yapılmaktadır. Bu nedenle Ayette,
kâfirlerin cehennemdeki azaplarının şiddetine işaret etmek için “orada yok olmak için can
atacaklarına”
vurgu yapılmıştır. Yoksa, onların bu arzularının yerine getirileceğine dair
hiçbir işaret yoktur. Çünkü, cehennem
ebedîdir, kâfirler de orada ebedî kalacaklardır. Kur’an'ın
bazı kavimler için “helak oldukları/yok
oldukları” mealindeki
ifadeyi kullanması, onların gerçekten ebediyete kadar yok olup gittiklerini
değil, dünyadan silindiklerini ifade etmektedir. Yoksa, onların bu -anlık-arzuları “yok olmayı cehennemde
azap çekmeye tercih ettikleri” manasına
gelmez.
Bilindiği
üzere, insanlar iki dehşetli durumu karşılaştırırken, mevcut olan sıkıntıyı o
anda mevcut olmayan sıkıntıdan daha ağır görürler. Bu karşılaştırma gerçeği
yansıtmaz. Nitekim, herhangi bir organı şiddetli ağrı çeken bazı hastaların“Allah’ım! Canımı al da
kurtulayım” dediklerini
bir çoğumuz doğrudan veya dolaylı olarak duymuşuzdur. Eğer ölüm
sekeratının ağrılarını, sıkıntılarını da bizzat yaşasaydı, herhalde ölümü
istemeyecekti. Cehennemdekilerin yok olmayı istemeleri de bu cinsten bir
karşılaştırmadır.
Neticede Allah Teâlâ,
hayvanları, insan suretindeki hayvanları, bir rivayette cinleri [aşağıdaki
ekte görebilirsiniz. Bazı kaynaklarda cinlerin genelde zeka seviyeler 12 yaş
insan karakterindedir. Yani yıllarca yaşadıkları halde büyük bir kısmı buluğ çağını
göremediklerinden bahsedilir.] “toprak
olun”
hitabına maruz bırakacaktır.
Asıl burada dikkat edilecek
husus Allah Teâlâ ve dinini en şekilde iyi bilipte varlığa düşmüş, nefsinin
peşine giden, şeyhler, hocalar, papazlar, hahamlar, alimler, öğretim elemanları…..nın
durumudur. Cehennem onlar yani bilen cahiller için hazırlanmıştır. Diğer
insanlar, krallar, padişahlar, makam sahipleri …. Ve uzayıp giden insan silsilesi bunlar için cehennemde
yanmak bir ödüldür. Onların büyük kısmı
hayvan sınıfındadır. Allah Teâlâ’nın
bu ödülü [cehennemde yanmayı] onlara vereceğini düşünemiyoruz. Hayvanlar
için yaşasın cehennem.
Yeri gelmişken cehennemi
hakikatiyle bilen şeytanın korkmayıp, hala isyanda kalabiliyor olmasını, hiç
düşündünüz mü? Cehennem korkutucu olduğu halde, o isyan etmektedir. Biliyor ki,
hayvan olup yok edilmek daha büyük bir azaptır. [varlıktan düşmektir] Onun bir
umudu hala yaptığı hatalarının affedilebileceğini de beklemesidir. Ancak görünen o ki onunda çektiği sıkıntı yok
edilme cezasıyla karşılaşıp helak olup, olmayacağıdır. Bu tutukluk haline
benzer ki her anı bir azaptır. [Allahu a'lem]
Hulasa sürü insanını cehenneme
sevk eden vaiz, o beğenmediğin insanlar hayvan sınıfına dahildirler. Onlar
ahirette toprak olup rablerine kurban olurken, senin cehennemde ölümlerden ölüm
beğenerek yanmayı tercih edişine ve gururuna hayret ediyorum. Gerçekten varlık
sahnesinde bulunmak çok güzel değil mi?
Hepimizin sahibi Allah Teâlâ!
Biz Sen’den Sana sığınırız.
İhramcızâde İsmail Hakkı
Bugün bir meclise vardım
oturmuş pend eder vâiz,
Okur açmış kitâbını bu halkı
ağladır vâiz.
*
İki bölmüş cihân halkın
birini cennete salmış,
Eliyle kürsüden birin
Tamû’ya sarkıdır vâiz.
*
Çıkar ağzından ateşler yakar
şeytân-ı mel’ûnu,
Sanasın yedi Tamûnun azâbı
kendidir vâiz.
*
Tamûya şöyle doldurmuş
içinde yok duracak yer,
Ana yerleştirir halkı acep
hizmettedir vâiz.
*
Yaraşur va’z ana hakkâ ki
yanar yakılur her dem,
Niyâzî’nin hemen ancak
cihanda adıdır vâiz.
إِنَّا أَنذَرْنَاكُمْ عَذَابًا قَرِيبًا يَوْمَ يَنظُرُ الْمَرْءُ مَا قَدَّمَتْ يَدَاهُ وَيَقُولُ الْكَافِرُ يَالَيْتَنِي كُنتُ تُرَابًا (40)
40) Biz gerçekten sizi yakın bir azap ile uyardık. Kişinin
kendi ellerinin önceden yaptıklarına bakacağı gün kâfir de: “Ah, keşke
toprak oluverseydim.” diyecek.
Ey
öldükten sonra dirilişi inkâr edenler! Biz sizi, meydana gelmesi yakın olan
ahiret azabıyla uyarıp korkuttuk. O gün her insan dünyada iken yaptıkları ve
ahirete gönderdikleri, hayır şer tüm amelleri karşısında, amel defterinde
tesbit edilmiş olarak bulur, hiçbir şeyi inkâr edemez. Mü’min, güzel amelleri
için Allah’tan sevap umar, kötü amellerinin de cezasından korkar. O gün kâfir
ise Allah’ın azabından kurtulmayı temenni ederek şöyle der: “Ah! Keşke
dünyaya hiç gelmemiş olsaydım veya toz olsaydım da yeniden kaldırılmasaydım. Ah!
Keşke bugün ben de hayvanlar gibi hakları birbirlerinden alındıktan sonra
toprak olsaydım.”
Mer’u: Kişi. Abd b. Humeyd ve İbnu’l-Münzir’in Hasan’dan
rivayet ettiğine göre ayet metnindeki el-Mer’i kelimesinden mü’min insan
kastedilmektedir. İbnu’l-Münzir Hasan’dan şöyle rivayet eder: Bu ayeti okuduğu
zaman: “Mer’i’den maksat Allah’ın taatıyla amel eden mü’mindir.” dedi. [1]
İbn
Abbas, Katade ve Hasan mer’i’den maksat mü’min kişidir, demişlerdir. Fahreddin
Razi: “El-Kâfir tabiri de buna delalet eder. Çünkü son cümle kâfirin halini
beyan etmek olduğu gibi daha önceki cümle de mü’minin halini beyan eder.”
diyor. Fakat bu istidlalde zafiyet vardır.[2]
Karîb: Yakın. Her gelecek yakın olduğu için Yüce Allah bu
azaba yakın manasına gelen karîb sıfatını verdi.[3]
Yakın azab’tan maksat, ahiret azabıdır. Bu azabın
yakın olması şu kaideden ileri gelir: Fevtolunan amma da uzaktır, gelecek olan
amma da yakındır. Veya Allah’a nisbeten yakındır. Zira Allah için zaman bahis
konusu değildir.
Katade
diyor ki: “Günahın cezasıdır bu. Çünkü bu ceza iki azabın en yakınıdır.”
Mukatil
diyor ki: “Kureyşlilerin Bedir gününde öldürülmeleridir.”
Fakat “Kişinin
kendi ellerinin önceden yaptıklarına bakacağı gün...” cümlesi bunu
reddetmektedir. Kâfirin “Ah, keşke toprak oluverseydim.” sözü,
dünyada iken toprak olsaydım, yaratılmasaydım, mükellef kılınmasaydım veya
bugünde (ahiret gününde, haşr gününde) toprak olsaydım, haşre gönderilmeseydim
manalarını taşımaktadır.[4]
Allah
Teala şöyle buyuruyor: “Onlar, bütün işlediklerini hazır
bulurlar.” (Kehf: 18/49)
“O gün
önde ve sonda ne yaptıysa insana bildirilir.” (Kıyamet: 75/13)
Kıyametin
vukuu kesin olduğu için yakın olmuştur. Çünkü her gelen mutlaka gelecektir.[5]
Kâfirlerin
toprak olmayı arzulamaları hakkında alimlerin görüşleri:
1) Abdullah b. Amr, Ebu Hureyre ve Süfyan es-Sevri,
kıyamet gününde Allah’ın, bütün varlıkları diriltip bir araya getireceği ve
birbirlerinden haklarını aldıktan sonra hayvanlara: “Toprak olun!” diyeceğini,
işte o zaman kâfirlerin “Keşke biz de toprak olsaydık.” diyeceklerini
söylemişlerdir.
2) Abdullah b. Zekvan ise şöyle demiştir: İnsanlar
arasında hüküm verildikten sonra cehennemliklerin cehenneme gitmeleri
emredilecek, Ademoğlu dışındaki cin ve benzeri varlıkların
mü’minlerine “Toprak olun!” denilecek. İşte onları duyan kâfirler
de “Keşke biz de toprak olsaydık.” diyeceklerdir.[6]
Abd b.
Humeyd, İbn Cerir, İbn Münzir, İbn Ebi Hatim ve Beyhaki, Ebu Hureyre’den şöyle
rivayet ediyorlar: Kıyamet gününde bütün mahlukat haşre gelecektir. Hayvanlar,
yürüyenler, kuşlar, her şey, Allah’ın adaleti gereği boynuzsuz hayvanın
intikamı boynuzlu hayvandan alınır. Sonra Allah onlara toprak olun, der. İşte o
anda kâfir, “Keşke ben de toprak olsaydım.” der.
Abd b.
Humeyd, İbn Şahin, Ebu Zennat’tan rivayet ediyorlar: “İnsanlar arasında hüküm
icra edildikten, cennet ehline cennete, cehennem ehline de cehenneme gidin,
denildiğinde diğer ümmetlere (diğer mahlukata ve cinlerin mü’minlerine) siz de
toprağa dönüşün denir ve onlar toprak olurlar. İşte o zaman kâfir, onların
toprak olduğunu gördüğünde, “Keşke ben de toprak olsaydım.”der.
Abd b.
Humeyd, İkrime’den şöyle rivayet ediyor: Hayvanlar hesaba çekildikleri ve sonra
onlar toprak oldukları zaman, kâfir: “Keşke ben de toprak olsaydım.”der.
Abd b. Humeyd, Leys b. Ebi Süleym’den şöyle rivayet ediyor: “Cinler de
toprağa dönüşecektir.”
İbn Ebi Dnya,
Leys b. Ebi Süleym’den şöyle rivayet ediyor: “Cinn’in sevabı ateşten
korunmalarıdır. Sonra onlara toprak olun, denilir.”
Bu
rivayetlerde şayanı dikkat bir nokta vardır. O da: cinlerden mü’min olanlarının
cennete gelmemeleri ve tekrar toprağa dönüşmeleridir.[7]
O gün
kâfir, dünya diyarındayken yaratılmamış olmayı, varlığa gelmemiş olmamayı, bir
toprak olmayı arzulayacaktır. Bu durum Allah’ın azabını gözüyle gördüğü ve
bozuk amellerinin meleklerin eliyle kaydedildiğini müşahade ettiği gündür.
Denildi ki: Kâfir bunu, Allah Teala’nın dünyada yaşamış olan hayvanlar arasında
hüküm verdiği ve adil hükmüyle karar kıldığı gün söyleyecektir. Öyle ki
boynuzsuz koç, boynuzludan hakkını alacaktır. Hayvanlar arasında hüküm
tamamlanınca Allah Teala onlara; toprak olun, diyecektir de onlar toprak
olacaklardır. İşte bu sırada kâfir “Keşke ben, toprak olsaydım.”
Diyecektir. Yani keşke ben de bir hayvan olup ta toprağa dönseydim, diyecektir.
Bu anlam meşhur Sûr hadisinde varid olmuştur. Ebu Hureyre ve Abdullah İbn Amr
ile başkalarından bu anlamda pek çok haber nakledilmiştir.[8]
Bu
cümle, femen şae âyetinin başındaki "fâ"nın gösterdiği, şartı
zikredilmemiş olan dileme lüzumunun niçinini ve azabın yakınlığını beyan eder.
Yani o hak, haber verilmiş olunca o dilemenin lüzumu şunun içindir: Çünkü biz
size bu haberi vermekle bir azabın tehlikesini bildirdik ki, o azap uzakta
değil, yakındır. Kişi ondan kendini kurtarmak için vakit geçirmeden iman edip
çalışmalıdır. Zira o yakın azap O gündür ki, kişi o gün iki elinin ne takdim
etmiş olduğuna ondan önce iyi ve kötü ne yapmış olduğuna bakacaktır. Çünkü iş
kulun dilemesine bağlanmış olduğu için herkes kendi kazancına bağlıdır. O azap
ancak kazancın tam karşılığı olarak verilecektir. Ve kafir diyecektir ki: Ah,
ne olaydı da ben bir toprak olaydım. Yani dünyada bir toprak olaydım, dileme
sahibi insan olarak yaratılmayaydım, yükümlü olmayaydım da bugün azap
görmeyeydim. Yahut, bugün toprak olaydım da tekrar diriltilmeyeydim.
İbnü
Ömer, Ebu Hureyre ve Mücahid'den rivayet edildiğine göre, Yüce Allah o gün
hayvanları da huzura getirecek, birbirlerinden haklarını alıp ödeştirecek ve
sonra onlara, "toprak olun" buyuracak, hepsi toprak olacak.
İşte kâfir bunu gördüğü zaman onlar gibi toprak olmayı isteyecektir. Nitekim
Tekvir sûresinde "Yabani hayvanlar toplandığı vakit." (Tekvir:
81/5) âyetinin tefsirinde de gelecektir. Bu mânâlara göre toprak, hakiki
mânâsında kullanılmıştır. Fakat bazıları son mânâya göre bunun,
alçakgönüllülükten mecaz olma ihtimali olduğunu da söylemişlerdir ki şöyle
demek olur: Keşke dünyada gururlanmasaydım, azgınlıkla kafa tutmasaydım,
alçakgönüllü olup Allah'a iman ve itaat etseydim. Fakat görünen mânâ, ilkidir.
İşte o büyük haberde ihtilaf eden kâfirler, o gün gerçeği anlayıp böyle
diyeceklerdir.[9]
Şimdi
bazı kimseler "yakın bir azab" ayetinin 1400 yıl önce nâzil olduğunu
ve bundan sonra da daha ne kadar geçeceği bilinmezken, bu ayeti nasıl
anlayacaklarını sorabilirler. Böyle bir soruyu şu şekilde cevaplayabiliriz.
İnsan ölümünden sonra ruh halinde yaşar ve orada zamanın bir anlamı yoktur.
Kıyamet günü kaldırıldığı zaman kendisini uykudan kalkmış gibi hissedeceği
için, binlerce yıl geçmiş olsa da, bunu anlamayacaktır. bkz. Nahl. an: 26,
İsrâ. an: 56, Taha. an: 80, Yâsin. an: 48.[10]
Meleklerin
sergilediği sahnenin ışığı altında ortaya çıkan uyarı da gaflet uykusuna
dalmışları kendilerine getirecek bir uyarıdır. "Sizi yakın
gelecekteki azapla uyardık: ' Evet bu azap yakındır uzak değildir.
Cehennem sizleri beklemektedir, sizleri gözetlemektedir. Hem de bu ayetlerde
gördüğünüz biçimi ile... Çünkü içinde yaşadığınız dünya bütünü ile kısa bir
yolculuktan ve yakında bitecek bir ömürden ibarettir. Ve ardından bir korku
azabı gelmektedir. Kafire yok olmayı var olmaya üstün tutturacak bir azaptır
bu. "O gün kişi elleriyle yaptıklarını görür ve kafir de `Keşke
toprak olsaydım' der." Kafir bu sözü ancak dayanılmaz sıkıntıya ve
şiddete düştüğü zaman söyler.[11]
Bu
öyle bir ifade ki, atmosfere heybet ve pişmanlık vermektedir. Hatta insan denen
varlık yok olup ortadan kalkmayı kimsenin önem vermeyeceği değersiz bir nesne
haline gelmeyi temenni eder. Ve insan yok olmayı, ya da değersiz bir nesne
olmayı, o şiddetli ve korkunç durumla yüzyüze gelmekten daha hafif bulur. Evet
insan o büyük haber hakkında birbirlerine soruşturma yapanların sorularına,
kuşkuya düşenlerin kuşkularına ahirette bir karşılık olan o durumla yüzyüze
gelmektense, yok olmayı ya da değersiz bir nesne olmayı tercih eder.
Sureye,
kıyametin vukubulacağı ve büyüklüğü belirtilerek başlanmıştı. Tekrar kıyamet
gününün büyüklüğü ve dehşeti vurgulanarak sure bitiriliyor. Böylece surenin
başı ile sonu birleşiyor ve sure, bir tek ayetmiş gibi bütünlük kazanıyor.[12]
[1] Büyük Kur’an Tefsiri, Arslan Yayınları: 15/446.
[http://errahman.de:8181/tefsir-kulliyati/0001ek/0/vahit/78/65.htm]
---
İki makam ve
mekân arasında bir mekan anlamında kullanılan bir kelâm ilmi terimi. Bu Hasan
Basri'nin talebelerinden, Vasil İbn Ata'nın H. (80-131) öncüsü olduğu Mu'tezile
mezhebinin Ehli Sünnet mezhebine muhalefet ettiği en belirgin fikirlerinden
birinin ifade edildiği terimdir.
İman, Arap
dilinde "mutlak tasdik etmek" demektir. Şeriat dilinde ise "Hz.
Muhammed'in, Allah tarafından getirdiği kesin olarak bilinen haber, dinî esas
ve hükümlerin doğru olduğuna tereddüt etmeksizin inanmak, bunların tamamını
tasdik etmek" demektir. Bu tasdikin yalnız kalb ile veya dil ile mi
olacağı veya her ikisi ile birlikte mi olması ve itiraf edilmesi gerektiği
hususunda İslâm âlimleri fikir ayrılığına düştüler. Bu düşünce farklılığı
itikad hususunda bir kısım mezheblerin doğmasına sebep oldu.
Kerramiye
mezhebine göre iman yalnız dil ile ikrardan ibarettir. Kalben tasdik etmese
bile dili ile iman esaslarını tasdik eden kimse mü'mindir. Kalbiyle inandığı
halde dili ile ikrar etmezse kâfir olur. Konunun başlığını teşkil eden ifadenin
sahibi olan Mutezile mezhebine göre şeri iman, inanılması gereken vahye dayalı
haberlerin kalb ile tasdiki, dil ile ikrarı ve ayrıca amel ile tatbiki
demektir. İmanın üç rüknü sayılan bu hususlardan biri bulunmadığı takdirde iman
yok kabul edilir. Şeriatın bildirdiklerini kalbiyle tasdik ve dili ile ikrar
eden, fakat farzları yerine getirmeyen ve haramlardan kaçınmayan bir kimse
mü'min sayılmaz. Böyle bir kimse Haricî mezhebine göre kâfirdir. Mu'tezile
mezhebine göre ise ne mü'min, ne kâfirdir; fakat ameli terkettiği için
fasıktır. Bu esasa göre Mu'tezile ekolü zina etmek, içki içmek, adam öldürmek
vs. gibi büyük günahlardan birisini işleyen kimse için mü'min ve kâfir demezler.
Onlar için;
"el-menziletü beynel menzileteyn" Cennet ile
Cehennem arasında bir yerde kalacaklardır derler.
Selef uleması
ve İmam Şâfiî, Malikî ve Evzaî gibi mezheb imamları da imanı "dil ile
ikrar kalb ile tasdik ve dinin emirlerini yerine getirmek" şeklinde tarif
etmişlerdir. Fakat ameli terkeden ve şerîat dilinde "fâsık" denilen
kimselerin kâfir olacaklarına hükmetmemişlerdir. Bunların da içinde
bulundukları Ehli Sünnet mezhebine göre imanın iki rüknü vardır: Kalb ile
tasdik, dil ile ikrar. Dinin emirlerini terkeden kimse bu hükümleri inkar
etmedikçe kâfir olmaz. Dünyada iken ve ölümünde hakkında İslâmın hükümleri
tatbik edilir. Affedilmesi veya azab edilmesi Allah'a aittir, ancak mü'mindir.
Dinin emirlerini yerine getirmesi ise insanın o anda olgunluğa ermesine sebep
olur.
"Zani,
mü'min olduğu halde zina etmez... " Hadisi ile vurgulanan mü'minin zina
etmemesi hükmü, Mu'tezile mezhebinin iddia ettiği gibi, zina edenin kâfirliğine
delil sayılmaz. Bunun aksine hadiste mü'minin imanda olgunluğa ermesi için
helal ve haramlara dikkat etmesi gereği ifade edilmektedir. Ehli Sünnet
ekolünün bu görüşü, Mu'tezilenin "el-menziletü beynel
menzileteyn"anlayışının geçersizliğini ortaya koymaktadır.
Mu'tezile
ekolünün doğmasına sebep olan bu prensip mü'min olduğu halde büyük günah
işleyenlerin durumu ile ilgilidir. Bu mezhebin doğuşuna kadar insan ya müslüman
ya da kâfir sayılır; iman ve küfür arasında bir başka şey kabul edilmezdi.
Mü'tezileye göre, amel imandan bir cüz'dür. Büyük günah işleyenler imandan çıkmışlar,
ancak kâfirde olmamışlardır, böylelikle küfür ile iman arasında fısk
mertebesinde kalmışlardır. Bunlar tevbe etmeden ölürlerse kâfir olurlar; tevbe
ederlerse mü'min olarak ölürler. Tevbe etmeden ölen fâsıklar kâfir sayıldıkları
için Cehennemde ebedi olarak kalırlar. Ancak Cehennemdeki azab dereceleri
kâfirlerinki kadar ağır olmaz.
Cengiz YAĞCI
http://samil.ihya.org/ansiklopedi/el-menziletu-beynel-menzileteyn.html
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar