Print Friendly and PDF

CÂMÎ NİN LEYLA VE MECNUNU



Nürü’d-din ‘Abdu’r-Rahman Cami (D. 23 şaban 817 = 7 kasım 1414- Ö. H. 898 = M. 1492), eserini 889 da yazmıştır.
Câmî  eserine şöyle başlıyor : 
 (Ey Tanrı, senin toprağın uluların baş tacıdır. Akıllıların aklı senin mecnunundur. Sana kapalı olan için, gündüz bir gecedir. Sana açık olan için, küme yıldızlar ortasında çok küçük görünen süha yıldızı, süheyl yıldızı kadar parlak görünür).
Babasının on oğlundan en küçüğü olan Kays, her gün devesine binip gezmektedir. Bir gün yolda güzel kızlara rastlar. Birine yaklaşıp adını sorar; “Kerime” cevabını alır. Kays Kerime ile konuşurken bir delikanlı gelir. Kızlar onu iltifatla karşılayınca Kays kıskanır; devesini yedeğine alarak gitmeğe davranır. Kızlar : “Gitme kal” derlerse de Kays devesine binip uzaklaşır.
Kays Leylâ’nın güzelliğini işitir :


(Dediler ki, filân kabilede iri gözlü, huri gibi güzel bir ay vardır. Adı Leylâ’dır. Bütün kabile ona tutkundur. Yanağının güzelliği anlatılamaz. Git, ne kadar güzel olduğunu kendin gör. Gözün yapacağını kulakta arama. Görmekle işitmek arasında fark vardır).
Kays bunu işitince hemen yerinden kalkar, süslü elbiselesini giyerek Leylâ’yı görmek hevesiyle devesine binip gider. Kays’ı karşılayıp baş köşeye oturturlar. Kays aradığını göremez. Umutsuzluğa kapıldığı bir sırada ansızın karşıdan biri görünür. Mücevherlerle ayak bileziklerinin şakırtısı onu heyecana getirir.
(Naz elbisesi içinde bir servi gördü; keklik gibi sekiyor, sülün gibi yürüyordu. Bir yüz ki anlatılamaz. Düzgünsüz olduğu halde gül renkli. Alnı gümüş levhadan yapılmış gibi. Hayır hayır tam bir yarım aydan. Kaşı anberden yapılmış keman, kirpikleri gönül delen misk kokulu ok. Bir ahu gözlü; sanki ahu, gözlerini yüzüne dikmiş, öyle bir dudak ki, yakut, fakat taştan değil. Tatlılıkta şarap, renkte yakut. Küçük ağzı şeker saçmakta, sanki gül bahçesinde bal arısı, gül yaprağı üzerinde hüner göstermek için, iğnesini vurmuş, onu bal ile doldurmuş. Düzgün dişleriyle inci kutusuna benziyen ağzı sabah çiğleriyle süslenmiş bir gonca gibi gülmekte. Gümüş çenesi güzellikte elma gibi; hem de akılları şaşırtan bir gümüş. Onun üzerinde miskten bir ben; yahut o elmanın güzelliğinden içinde görünen çekirdek. Öyle bir çene ki, sanırsın gümüş tenli bir dilber, gümüşten bir elmayı elinde tutuyor. Parmakları da elmayı halka gibi sarmış. Kâküllerinin her teli gönlün ayağına takılmış bir kemend).
Leylâ bu vasıfta görününce Kays’m kalbi yerinden oynar,. Leylâya âşık olur. Leylâ da onu beğenir.
Kays birgün Leylâ’yı görmeğe gider, Leylâ çadırından çıkıp Kays’ı karşılar. İki sevdalı konuşurlar. Başka bir gün kimse olmadığı sırada Leylâ Kays’ı çadırına alır.
 (Leylâ Mecnun! çadırına çağırdı; baş köşeye oturttu. Aşk meclisini kurdular; âşıklık kitabını açtılar. Her iki sevdalı sütle şeker gibi birbirine uygun düştü. Leylâ cilveli, Kays temiz bakışlı. Kays henüz tüyleri belirmiş bir genç; Leylâ akıl ülkesinden yola çıkmış. Leylâ saçlarının kıvrımlarını açıyor; Kays gönlünü ve dinini rüzgâra veriyor. Kays gülümsiyerek konuşuyor; Leylâ gülüşiyle şeker saçıyor. Leylâ güzellik cilveleri içinde; Kays aşk derdiyle göğsünü dövüyor).
Bir gün Leylâ kız ve erkek arkadaşlarıyla otururken Kays gelir; Leylâ yüz vermez. Mecnun ağlar (gazel). Leylâ böylece Kays’ı sınadıktan sonra teselli eder; Kays sevincinden bayılır. Kızlar kaçar. Leylâ akşama kadar onu bekler. Kays kendine gelince ikisi de aşkları için yemin ederler.
Kays ile Leylâ, hergün buluşup akşamlara kadar başbaşa kalırlar. Kays daha fazla dayanamaz, aklını bozar.
Babası Mecnun’a nasihat ederek amcasının kızını teklif eder; Mecnun kabul etmez. Leylâ bunu işitince üzülür; geldiği zaman onun yüzünü görmek istemez. Mecnun ıstırab içinde kıvranarak döner. Aldığı haberin doğru olmadığını anlayan Leylâ, bir mektup yazarak Mecnun’u çağırır.
Leylâ’yı görürse yaya Kâbe’ye gideceğini adamış olan Mecnun, Leylâ’yı gördükten sonra adağını yerine getirmek için Kâbe’ye gider; aşktan ayırmaması için Allah’a yalvarır.
(Ya Rabbi, yüzümü her şeyden çevir. Leylâ’nın aşkından, onu istemek dâvasından başka hayat defterimden her şeyi sileyim. Leylâ umutlarımın kıblesi, ömrümün sermayesidir. Gözümü nurlandıran ve ürkmüş gönlümü dinlendiren Leylâ’dır. Leylâ dirilik ışığıdır; murada erme bağının turfandasıdır. O iyilik ilinin şahı, aşk teninin canıdır. O bu ilin şahı bulundukça, ben onun kölesiyim. O aşk arayıcılığının canı oldukça de ben diriyim).
Mecnun her sabah Leylâ’yı görmeğe gitmekte, akşama kadar sevgilisiyle başbaşa kaldıktan sonra dönmektedir. Bir gün Leylâ’ya giderken çirkin bir “acuze”ye rastlar. Bunu uğursuz sayarak korkuya düşer.
Leylâ ile Mecnun bir gece gizlice buluşup konuşurlar. Bunu gören bir genç Leylâ’nın babasına haber verir. Babası Leylâ’yı döver.
Mecnun Leylâ’nın komşusuna giderek sevgilisinden haber alır. Görenler bunu da yetiştirirler. Leylâ’nın babası kadını tehdit eder.
Leylâ’nın babası Mecnun’u Halife’ye şikâyet eder. Halife valiye ferman göndererek, Leylâ’nın adını anmasını Mecnun’a yasak eder. Vali fermanı kabileye bildirir. Mecnun bu haberi alınca ıstırabından bayılır.
Mecnun’un babası Leylâ’yı isterse de ret cevabı alır. Mecnun bunu duyunca sahralara çıkar; orada vahşi hayvanlarla yaşamağa başlar.
Nevfel Mecnun’un mâcerasını işiterek ona acır. Para ile olmazsa zorla kızı alacağını vâdederek bir müddet onu yanında alıkor.  Nihayet Leylâ’nın babasını çağırtarak kızı ister. Babası teklifi reddeder. “Eğer yenilirsek Leylâ’yı öldürürüm” der. Nevfel vazgeçer. Mecnun Leylâ’nın yüzünü görmeğe razıdır. Fakat onu da kabul etmezler. Mecnun Nevfel’e sitemler ederek sahralara çıkar.
Mecnun sahraları, çölleri dolaşır. Kasırgaya hitabeder. Sürüsünden bir koyun vererek avcının elinden ahuyu kurtarır.
Mecnun, Leylâ’nın çobanına rastlıyarak sevgilisini sorar. Kabile erkeklerinin baskına gittiklerini, Leylâ’nın yalnız olduğunu öğrenince, çoban kılığına girerek Leylâ’yı görmeğe gider. Çadırın önüne gelince düşüp bayılır. Leylâ işitip koşar. İki âşık bir müddet konuşurlar:
(O dedi ki, yanağını görmemekten canım ağzıma geldi; bu dedi ki, benim halim seninkinden kötüdür. O dedi ki, gönlüm parça parçadır; bu dedi ki, buna çare nedir? O dedi ki, artık canımdan bıktım; bu dedi ki, benim de ecelim gelmiyor. O dedi ki, ayrılık can eriticidir; bu dedi ki, buna çare birleşmektir. O dedi ki, sensiz dertliyim; bu dedi ki, senin derdinden öldüm. O dedi ki, gönlüm gamından yaralıdır; bu dedi ki, benim yaram daha derindir. O dedi ki, bu yerden geçmem; bu dedi ki, o halde canından vazgeç. O dedi ki, ayrılıktan ateş içindeyim; bu dedi ki, sabretmeğe alış. O dedi ki, sabır benim işim değildir; bu dedi ki, bundan başka deva bulamıyorum. O dedi ki, kurtulmak hoş bir şeydir; bu dedi ki, ayrılık derdinden kurtulmak hoştur. O dedi ki, düşmanlığı âdet edinenlere haykırmak istiyorum; bu dedi ki, Allah onların canım alsın. O dedi ki, dertten gönlüm iki parça olmuştur; bu dedi ki, ne yapalım Allah kerimdir). Sonra ayrılırlar.
Halife şair Kesir’i çağırtarak ona şiir okutur: “Senin gibi aşık şairler var mı” diye sorar. O da Mecnun’dan bahseder. Halife Mecnun’u aratır. Mecnun Halife’ye gitmek istemez. Onu zincire vurup zorla götürürler. Mecnun’la Kesir Halife’nin huzurunda karşılıklı şiir okurlar. Halife Mecnun’a kalmasını söyler. Fakat Mecnun reddederek sahranın yolunu tutar.
Mecnun. Leylâ kabilesinin Hicaz’a gitmekte olduğunu görür. Ağlıyarak kabileyi takibeder. Bir fırsat bulup Leylâ ile görüşür, iki âşık birlikte Kâbe’yi tavaf ettikten sonra, ağlıyarak birbirlerinden ayrılırlar.
Dönüşte Leylâ’yı gören bir genç ona âşık olur. Kızı babasından ister. Leylâ’nın anası ile babası razı olurlar. Nikâh kıyılır. Nikâhtan sonra kocasının evine giden Leylâ, birkaç gün kocasının yüzüne bakmaz. Nihayet dayanamayan delikanlı Leylâ’yı kucaklamak ister. Leylâ tahdit [sınırlar-engeller] eder :
(Ben, onun derdiyle yaralıyım; onu beklemekle gönlü hastayım Ona sadık kalmak için yaptığım yemin boynumun halkasıdır. Sevgim onun yüzünün hasretiyle artmaktadır.... Zenginliğine mağrur olma. Kendi haysiyetini koru. Yeryüzünü türlü şekilde süsleyen Allah’a yemin ederim ki, eğer bir kere daha yenime el uzattığını görürsem, seni bırakır giderim; seni öldürürüm. Eğer öldüremezsem, kendimi öldürecek kadar kudretim var. Kendimi cefa kılıcıyla öldürür, böylece senin cefandan kurtulurum).
Kocası yalnız karşıdan bakmağa razı olur. Leylâ’nın evlendiğini duyan Mecnun ağlar, yanıp yakılır.
Mecnun Hicaz’a giden bir kervana rastlar. Onlarla arkadaşlık eder. Ertesi günü dolaşa dolaşa bir su kenarına varır. Buranın sahibi Mecnun’a ikramlar ederse de Mecnun birşey yemez. Gece bir kuşun hüzünlü hüzünlü öttüğünü işitir. Ev sahibi kuşun eşinden ayrıldığını söyleyince, Mecnun çok üzülür. Ağacın altına giderek kuşa hitabeder.
Leylâ Mecnun’a mektup yazarak bir atlı ile yollar. Mecnun sevinir ve atlının yakın bir köyden getirdiği kâğıt ve kalemle cevabını yazıp gönderir.
Leylâ’nın kocası ölür. Mecnun bu haberi alınca üzülür. Sebebini soranlara: “Bu gün ona olan yarın benim başıma gelecek. Başkasının gamına sevinilir mi” der.
Mecnun devesine binip Leylâ’nın diyarına gider. Orada rastladığı pis bir köpeğe hitabeder.
Mecnun koyun postu giyerek Leylâ’yı görmeğe gider. Leylâ ile karşılaşınca düşüp bayılır. Leylâ onu ayıltır, iki âşık sabaha kadar başbaşa konuşurlar.
Leylâ’nın fakirlere çorba dağıttığını duyan Mecnun, bir kırık eskitas ile giderek fakirlerin arasına karışır. Mecnun’u tanıyan Leylâ, elindeki kepçe ile vurarak kâseyi kırar. Mecnun sevincinden oynar.
Didiler halka eylerken vefayı
Sana cevretti sürersin safâyi
Mecnun şu cevabı verir :
Eğerçi süretâ bu iş cefâdur
Yeli ma'nî yüzinden merhabâdur
Bir temmuz günü, Mecnun bir kafilenin geçtiğini görür, içinde Leylâ da vardır. Mecnun Leylâ’yı görünce düşüp bayılır. Leylâ Mecnun’u ayıltır; sonra veda ederek ayrılır.
Mecnun bir ağaç altına oturup Leylâ’nın dönüşünü bekler. Leylâ süslenmiş olarak gelir. Fakat Mecnun bitkin bir haldedir. “Sen kimsin, nereden geliyorsun, benim yanımda ne işin var” diye sorar. Leylâ kendini tanıtır. Mecnun : “Git, artık ben surete kapılmam” der :
(Âşk gemisini kan deryasına sürdüm. Âşıkla mâşukluk o deryanın dışında kaldı. Âşık ilk anda, tabiate uygun olana döner. Fakat aşkın “cezbe”si arttığı zaman, onun coşkunluğundan bütün istekler söner; sevgilinin isteğine ise o olur. Dünyada ancak onun isteğini yerine getirmeğe çalışır. “Cezbe”si daha da artarsa, o kayıtlardan da kurtulur. Aşk denizine düşer; aşk dalgaları arasında kendini kaybeder. Âşıklık ve mâşukluk, yükünü toplayıp gider. Bu, ikiyi bir görmek olur. İki görmekten tamamiyle kurtulur. Benlik ve senlikten gözlerini kapar. İkilik kaygısından selâmete erer. Ancak o ve aşk kıyamete kadar kalır).
Leylâ umudunu keser; ağlıyarak çadırına döner.
Bir A’rabi Mecnun’u kucağında bir ahu ile ölmüş bulur. Sonra dönüp Leylâ’ya haber verir. Leylâ ağlar :
(Ne yazık ki gönlümün istediği gitti. Gönlümde sabır ve huzur kalmadı. Ben bir kalıptım; Kays benim ruhumdu. Ben artık ruhsuz nasıl yaşayabilirim. İşte can, göç davulunu çaldı; ben de onun ardından gidiyorum).
Leylâ böylece Allah’a yalvararak ölümünü ister. Gittikçe dertlenir, sararıp solar; nihayet ölür.
(Her ne kadar bu kırık dökük manzumeden, bu eli boş adamın değeri düşdiyse de, felek hokkası bundan bir inci kutusu olsun; onun ününden dünya dolsun. Temiz insanlar sabah dualarında Allah’dan benim affımı dilesinler).
(Bu yüksek yapı 889 da bitmiştir. Bunu saymak istersen 3860 beyttir).
Sh:44-56
Kaynak: Agâh Sırrı Levend, Arap, Fars Ve Türk Edebiyatlarında Leylâ Ve Mecnun Hikâyesi, Türk Tarih Kurumu Basımevi- Ankara, 1 9 5 9

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar