“ELİF” Lİ BİLGİLER
“Ne zaman bir kitap yazmak istesek, önümüze Elif geldi”
İhramcızâde
İsmail Hakkı TOPRAK
kuddise sırruhu'l-âlî
ELİF ( ا )
Arap alfabesi’nin ilk harfidir. İbranice de karşılığı
alef harfidir. Elif harfinin Ebced hesabındaki değeri
birdir. Kameri harflerdendir.
Elif, Kur’an alfabesinin ilk harfidir; aynı zamanda ilk
mahreç, yani ağız boşluğundan çıkış yerleri itibariyle de harflerin ilkidir.
Etimolojik yapısı itibariyle elif, tanışmak, kaynaşmak,
sevmek, cana yakın olmak, dostlukta bulunmak anlamlarına gelen “ülfet” ile, bir
şeyin müteaddit unsurlarını bir araya getirmek, arasını bulmak, imtizaç
ettirmek anlamındaki “te’lif” mastarlarının türediği “e-l-f” kökündendir.
Elif, alfabenin ilk harfi olduğu gibi diğer harflerin de
sebebi ve kaynağıdır. Hatta İbn Mukla’nın kaligrafi sistemine göre, bütün
diğer harfler “elif” şeklinde yazılmalıdırlar. Buna göre diğer harflerin
hepsi “elif” harfinin değişik kıvrımları şeklinde yazılmasıyla meydana
geldiğinden o tüm harflerin aslı ve esası durumundadır. Müteradif yada yakın
anlamlara gelen kelimelerin ebced karşılıkları aynı sayıyı verdiği taktirde
biri diğerinin yerine kullanılabilir.
Örneğin Allah adının yüceltilmesi (İ’lâ-i Kelimetullah)
namına açılan bayrağın üzerine “Allah” lafzını aynen yazmak yerine, aynı sayı değerine sahip “Hilal”i koymak daha uygun görülmüştür. Buna göre Türk bayrağındaki
“Hilal” in Allah’ı sembolize ettiğini ifade etmek yanlış olmaz. Özellikle
Osmanlı Türkleri dinî konularda “Hilâl” i, askerî konularda ise “lale” yi
sembol ve amblem olarak kullanmışlardır. Cami kubbelerine, minare alemlerine
hilaller kondurmaları, saray ve kışla kubbelerini lale motifleri ile
donatmaları hep aynı düşüncenin ürünüdür. Elif ister harf, ister sayı olsun
daima dik yazılır. Bu özelliği uluhiyetten ubudiyete gelen fuyuzat için alıcı
bir anten, ubudiyetten uluhiyete yükselecek dua ve niyazlar için yükseltici bir
işaret(amplifikatör)tir. Yine bu özelliği ile mirac sırrının ve “sırat-ı
müstakim”in de sembolüdür. Allah ve Ahad isimlerinin ilk harfi olduğu gibi
evvel, ahir, ezel ve ebed sıfatlarının da ilk harfi olan “elif”, evvel ile
ahiri, ezel ile ebedi Ahadiyet çizgisinde birleştiren semboldür. Şu halde
Elifi yani Allah’ı bilmek her şeyi bilmek demektir.
Bilindiği gibi “elif” harfi ötürü okunduğu zaman “o” olur,
yani Türkçemizde üçüncü tekil şahsı gösteren “o” zamiri meydana gelir. “O”
zamiri yalın halde ve tek başına kullanıldığı zaman Allah isminin yerini almış
olur.
Elif okuduk ötürü,
Pazar eyledik götürü;
Yaratılanı hoş gördük,
Yaratandan ötürü.
Yarin boyu elif harfi gibidir. Kölesi olan sevgilinin boyu
ise lamelif gibidir, eğilmiş, bükülmüştür. Bir elif ve bir lam birleşir,
lamelif harfi olur. Elif boyumu lam harfine dönüştürdü. Elif harfi lam harfine
döner, lam harfi elif harfine nasıl dönüşür.
Elif harfi Türk, Arap ve Fars edebiyatlarında çok önemli bir
yere sahiptir. Elif sevgilinin boyunu, sevgilinin açtığı yarayı, doğruluğu ve
tasavvufta da Allah Teâlâ’ı temsil etmesi yönüyle birçok şekilde kullanılmıştır.
Arap alfabesinin ilk harfi olması ve yazılışındaki incelik ve
zerafet sebebiyle diğer harflerden ayrı bir öneme sahiptir.
Elif Divan Şiirinde sevgiliyi belirtirken, Fars edebiyatında
doğruluğu ve Tasavvuf edebiyatında da Allah’ı temsil eder. Elif, Arap
alfabesinin ilk harfi olması yanı sıra diğer harflerin de sebebi ve kaynağıdır.
Birçok harf elif harfinden türemiştir.
Elif tüm harflerin aslı ve esası
durumundadır.
Elif gerek incelik ve zerafeti gerekse taşıdığı sembolik
anlamlardan dolayı Türkçe’de çeşitli mazmunlara ve nüktelere kaynaklık
etmiştir. Birçok deyim elif ile ifade edilmiştir: Eliften yaya kadar… deyimi
baştan sona kadar okumak, öğrenmek; Elifi görse mertek sanır… deyimi cehalet
anlamında; Elifi elifine… deyimi de aynen, tıpatıp uygunluğu ifade etmek için
kullanılmıştır.
Bu adet daha sonra halk arasında da yaygınlaşıp akıllı,
güzel çocukların alınlarına da nazardan korunmak için elif çekilmeye
başlandı. Elif, sevgiliyi tasvir ederken de dikkate değer bir biçimdedir.
Divan edebiyatında sevgilinin boyu, uzunluğu elife benzetilir. Sevgilinin
endamı elifin düzgünlüğüyle ölçülmüştür. Diğer taraftan elif bazen de iki
büklüm haline gelmiş aşığın yerine de kullanılmıştır.
Aşk yolunda çeşitli ıstıraplar çeken aşığın bir zamanlar
dosdoğru olan boyu, sevgilinin cevri neticesinde bükülüp “lam”a veya “dal”a
dönmüştür. Aşık, çekmiş olduğu dertler neticesinde adeta beli bükülmüş
bir ihtiyara döner. Aşığın bağrında oluşan yaralar da elife
benzetilir. Elif harfi yazılış yönüyle başka bir elifle yan yana
yazılamaz. İki elif harfinin birbiriyle birleşmesi yazım kuralları
açısından mümkün değildir.
Sevgili naz içindedir yani naz (ناز ) kelimesinin ortasında
yazılan elif harfi gibidir. Aşık ise bela altında kalmıştır yani bela (بلا ) kelimesinin sonunda
yazılan elif gibidir. Bu yüzden ikisinin birleşmesi mümkün olamaz. Elif,
alfabenin ilk harfi olması ve diğer harflerin de aslı ve esası olması sebebiyle
tasavvufta Allah’ın simgesi olmuştur.
Düz bir çizgiden oluşan elifin noktasının bulunmaması ve
kendisinden sonra gelen harfe birleşmemesi Vahdeti temsilinin ayrı bir
noktasıdır. Elif ebced hesabında da bir 1 sayısına tekabül etmektedir. Bu
yönüyle de Allah’ın birliğini temsil eder. Allah ve Ahad isimlerinin ilk
harfi olduğu gibi evvel, ahir, ezel ve ebed sıfatlarının da ilk harfi olan
elif, evvel ile ahiri, ezel ile ebedi ahadiyet çizgisinde birleştiren
semboldür.
Böylece elif Allah’ın varlığının
ezelde bidayeti, ebedde nihayeti olmayan, O’nun Evvel, Ahir, Zahir ve Batın
olan yegane bir olduğunu ifade eder.
Mevlana da şiirlerinde elifi işlemiştir. İlahi aşk
duygusuyla şiirler yazan Mevlana elifi aşka benzetmiştir. Elifin gizli anlamlar
içerdiğini ve bazı kelimelerin de elifle başladığını söyleyen
Mevlana, şunları söyler:
Elif, Fars edebiyatında doğruluğu sembolize etmiştir. Fakat
Fars şairleri bunu yaparken elifin değişik özelliklerinden yararlanmışlardır.
Boyu, göğüsteki çizgileri, alfabedeki yeri, diğer harflerin aslı olması
noktasının olmaması ve vahdet gibi birçok şekilde elif doğruluğu temsil
etmiştir.
M.G.T
Zat Elifi!
Münezzeh oldun, acaba
(Var) Olanlarda bir hakikatin ve yerin var mı?
Dedi ki: Yok,
iltifatımdan gayri, ben ise
Ebed harfiyim,
ezelî içeririm
işte ben seçilmiş
zay ıf kulum
Ve ben sultanım,
aziz ve yüce olan .
Hakikatlerden bir koku duymuş kişiye göre, Elif harf
değildir. Fakat
sıradan insanlar, onu harf diye isimlendirdi. Bir muhakkik Elifin harf olduğunu söylemişse
ibarede sayılabildiği için bunu söylemiştir
Elifin makamı, cem’ (birlik, toplayıcılık) makamıdır. Ona ait isim,
Allah Teâlâ ismidir. Ona ait sıfat ise (her şeyi var etmek ve ayakta tutmak
anlamındaki) kayyumluktur.
Fiil isimlerinden
ona ait isimler, el-Mubdi (yaratan), el-Bâis (dirilten), el-Vâsi‘ (genişleten),
el-Hâfiz (koruyan), el-Hâlık (yaratan), elBâri, el-Musavvir (suret veren),
el-Rezzâk (rızık veren), el-Bâsit, elFettâh (açan), el-Muîz (azîz kılan),
el-Muîd (geriye döndüren), er-Râfı (yükselten), el-Vâli (yöneten), el-Câmi (toplayan),
el-Muğnî (zengin eden) ve en-Nâfî (fayda veren) isimleridir. Zat isimlerinden
ise Allah Teâlâ, er-Rab (terbiye eden), ez-Zâhir (görünen, zuhur eden),
el-Vâhid (Bir), el-Evvel (İlk), el-Ahir (Son), es-Samed (Denksiz), el-Ğanî
(Zengin), er-Rakîb (Gözeten), el-Mubîn (Açıklayan) ve Hakk isimleridir.
Lafız
harflerinden ona ait olanlar, Hemze, Lâm ve Fe’dir. Ona ait yalınlar Ze, Mim,
He, Fe, Lâm ve Hemze’dir.
Ona ait
mertebeler, bütün mertebelerdir. Elif altıncı mertebede ortaya çıkar. Onun
otoritesi bitkilerde görünür. Bu mertebedeki kardeşleri He ve Lâm’dır. Harfler
âleminin ve mertebelerinin toplamı ona aittir. Elif ne onlardan ne de onların
dışındadır. O, dairenin noktası ve çevresi, âlemlerin yalını ve bileşiğidir.
(Fütuhât-ı Mekkiyye'nin
Altıncı Kısmı)
**
Öncelikle
bilmelisin ki: Bu harfler, yükümlü insan âlemi gibidir ve başka âlemlerden
farklı olarak yükümlü tutulmada değil, hitapta kendisine ortaktır. Çünkü onlar,
insan gibi bütün hakikatleri kabul eder. Âlemin diğer kısımları ise böyle
değildir. Bu nedenle bizde olduğu gibi harfler
içinde de Kutup vardır. Harflerin kutbu Eliftir.
Bizde Kutbun makamı her şeyi ayakta tutan hayattır. Bu makam,
Kutup’a özgüdür. Çünkü o, himmetiyle bütün âlemde dolaşır. Elif de, bizim
algılayıp başkasının algılayamadığı ruhaniyetinin her yönünden (harflere)
sirayet eder. Elif, harflerin çıkış yerlerinin sonundan -ki o nefesin çıkış
yeridir-nefeslerin son çıkış yerine kadar nefes olarak yayılır ve sen susmuş
iken, dıştaki havaya kadar uzar. Susmuşkende bu uzama, sada diye isimlendirilen
şeydir. İşte bu, Elifin her şeyi var eden olmasıdır. Ayrıca, bu durum onun
rakamı yönündendir. Bütün harfler, kendisine yerleşir ve ondan oluşur. Elif ise
onlara yerleşmez. Nitekim Elif de kendi ruhaniyetine yerleşir. Elifin
ruhaniyeti, takdir edilen noktadır. Nitekim bir sayısı da (sayılara) yerleşmez.
Böylece Elif in
neden Kutup olduğunu sana açıklamış olduk. Elifin gerçeğini öğrenmek istersen,
bundan sonra sana zikredeceğimiz şeylerde de böyle yaparsın.
….
Bu meselenin
nereden öğrenildiğini anlamak, keşfe bağlıdır. Artık, sen de halvet, zikir ve
himmet vasıtasıyla onu araştır!
(Futuhât-ı Mekkiyye'nin Yedinci Kısmı- Harfler Hakkında Zikredilen Bazı Terimlerin İzahı
Yalınlar, Mertebeler, Kutsilik, Birleme, Bileşim, Tekillik, Ünsiyet, Ürkütme.)
**
Bism’deki Elifin ikra'
bismi rabbike (rabbinin adıyla oku) ve bismillahi
mecrâhâ (Geminin yüzüp gitmesi, Allah Teâlâ’nın adıyladır) ifadelerinde
Ba ve Sin arasında ortaya çıktığını gördük. Hâlbuki Sin ve Mim harfleri
arasında gözükmemiştir. Elif gemiden söz eden ayetteki bismillahi mecrâhâ ifadesinde
ortaya çıkmasaydı, gemi yürümez, ikra’
bismi rabbike ayetinde ortaya çıkmasaydı, hiçbir benzer kendi hakikatini
bilemez ve suretini göremezdi.
Artık gaflet uykusundan uyan ve kendine gel!
Elifin surelerin başında kullanımı artınca, söyleyişte onun
yerini alan benzeri nedeniyle kendisi düşürülmüştür. Benzeri, Ba harfidir.
Böylece benzer, yani Ba harfi, Sin harfinin aynası, Sin ise misal haline gelmiştir.
İşte terkip nizamı, bu sıraya göre düzenlenir.
Elif, Sin ve Mim harfleri -ki bunlar başkalaştırma ve
fiillerin niteliklerinin mahallidir-arasında ortaya çıkmamıştır. Çünkü orada
Elif ortaya çıkmış olsaydı, Sin ve Mim harfleri yok olurdu. Çünkü bu iki harf,
Ba harfi gibi, Kadîm’in ayrılmaz özelliği değildir. Böylelikle Elifin onlardan
gizlenmesi, kendilerine bir rahmettir. Çünkü bu durum onların varlıklarını
sürdürme sebebi olmuştur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Bir vahiy veya perde vardı
veya elçi göndermek olmaksızın Allah Teâlâ hiç kimse ile konuşmamıştır.’ Elif,
elçidir. Ba, Sin ve Mim harfleri ise bütün âlemdir (dolayısıyla Elif
harflerinin bu harflerle bir aradalığı belli şekillerde olabilir).
(Ba harfinin Mim’deki İşlevi)
Ba harfi Mim’i yaratılmışa benzerlik yoluyla kesre yapar.
Çünkü Mim, mülk âlemidir ve bu âlem kulluk diyarıdır. Ba o âlemi kesre yapmıştır:
Yani ona kendisini bildirmiş ve kendi hakikatine onu vakıf kılmıştır.
Binaenaleyh her ne zaman Ba var olursa Mim harfi de teslimiyet makamında var
olur.
Ba harfi geçici bir nedenle kaybolursa -ki bu geçici neden
Mim harfinin iman makamına yükselmesidir-ceberut âleminde sebbih’i-sme rabbike’l-a'la (rabbinin
yüce ismini tespih et) ve buna benzer ifadelerde Mim harfini fetha yapar. Böylelikle
benzerin ortaya çıkması için mahalli arındırmakla memur olur. Bu bağlamda ona
şöyle denilir: ‘Rabbinin
yüce ismini tespih et.’’ Ki o seni İlâhî maddeler vasıtasıyla besleyendir, dolayısıyla
Rabbindir. Böylelikle Mim harfini fetha yapar. Elif harfi de görünür Hakk
gelir ve Ba kaybolur. Çünkü tespih emri ona yönelmiştir, o ise bunu yerine
getirecek güce sahip değildir. Ba ise Mim harfinin kendisi gibi bir
yaratılmıştır. Yaratılmışın ise hakikatlere göre, asla fiili yoktur ve Mim
harfinin emre bağlanması gerekir. Dolayısıyla kadîm fail olan Elifin ortaya
çıkması şarttır.
‘Rabbinin
ismini tenzih et’ ayetinde Elif ortaya çıkmış, kudret Mim harfinde tespihi
meydana getirmiş, o da, kendisine emredildiği gibi tespih etmiştir. Bunun
üzerine Mim’e ‘en üstün’ denilmiştir. Çünkü Mim Ba harfiyle beraber en
aşağıdadır. Bu makamda ise ortadadır. Bir kimse benzerini ya da kendisinden
daha aşağıda bulunan birisini tespih etmez. Dolayısıyla tespih edilenin üstün
olması kaçınılmaz bir durumdur.
Adı geçen sureyi (A‘la suresi) tefsir ediyor olsaydık,
sırlarını ortaya koyardık.
Mim harfi, kendiliğinde münezzeh oluncaya kadar bu makamda
bulunur. Çünkü herhangi bir kimsenin tenzih ettiği, tenzih edenin tenzihinden
de münezzehtir. Dolayısıyla bu tenzihin tenzihi yapana dönmesi gerekir Ki, bu
durumda tenzihi yapan en üstün olur. Çünkü Hakka gerçek anlamıyla en üstün
ismi verilemez. En üstün, göreli isimlerden (üstün-en üstün) ve bağıntı
yönlerinden birisidir. Dolayısıyla Hakk, en üstün ya da en düşük ya da en orta
olamaz. Allah Teâlâ böyle bir şeyden münezzeh ve mütealdir! Bilakisken üst, en
orta ve en aşağı yönlerinin O’na nispeti birdir.
Mim, münezzeh olduğunda emrin sınırından çıkmış, duyma perdesini
aşmış, en yüce makamı elde etmiştir. Böylelikle Mim, elKadîm’in müşahedesine
yükselmiş, ‘Celâl
ve ikram sahibi Rabbinin ismi münezzehtir ifadesiyle
kendisinden tam övgü meydana gelmiştir.
İsim, isimlendirilenin aynı olduğu gibi, kul da efendinin
aynıdır. ‘Allah Teâlâ karşısında tevazu, göstereni Allah Teâlâ yükseltir.’
Sahih bir rivayette ise Hakkın kulun eli, ayağı, dili, görmesi ve duyması
olacağı bildirilmiştir. Gerçekte ise Mim harfi bismi’deki Ba harfinden
etkilenmeyi kabul etmemiş olsaydı, sonuçta onun adına tebareke’smü (ismi
mübarektir) ifadesinde belirtilen yükseklik meydana gelmeyecekti.
**
Cevap:
Elif doğrusal
hareketin sahibidir. Her şey ise, doğrusallıktan var olur.
Şöyle sorabilirsin: Oluş, yatay hareketten meydana gelir,
çünkü o bir hastalık nedeniyle meydana gelir. Hastalık ise, sapmadır. Dikkat
ediniz! Aldın hükmünü benimseyenler, âlemin yaratıcısını ‘illetlerin illeti’
saymışlardır. (Hastalık ve neden anlamındaki) İllet ise doğrusallık ile
çelişir. Şöyle demek gereldr: Varlık illetin doğrusallığıyla meydana gelir.
Çünkü her şeyin bir doğrusallığı vardır. Anlayınız! Bu bağlamda ulûhiyetin
doğrusallığı, hiç kuşkusuz, me’luhun varlığını talep eder. ‘Her nefsin kazandığıyla üzerinde
kaim olan O değil midir?’ Elife uygun olan, bileşik harftir Ki o da bir Elif ve
Nun’dan bileşen Lam’dır. Bu bileşme gerçekleştiğinde ise -lafız değil-rakamsal
Lam meydana gelir. Lafzın Lam’ının yazıdaki sureti, iki harften oluşur.
Böylelikle telaffuzla birin fiilini yapar ki, bu onun aynıdır. Yazıyla ise, Elif
ve Nun’un fiilini yapar. Bu da, bileşik her harftir. Ayrıca Ra, Ze harflerinin
fiilini uzaktan; Nun harfinin fiilini ise yalandan yapar. Çünkü Nun, Ze ve
Ra’dan oluşan bir harftir ki, yazı harflerini kastetmekteyim.
Onlar, zikrettiğimizi nedenle, rakamdaki Elif ile
başlamışlardır.
Elifte bütün harflerin şekilleri açılır.
Çünkü şekillerin esası çizgidir.
Çizginin esası ise noktadır.
Öyleyse, çizgi Eliftir. Harfler Eliften bileşir ve Elifte
çözülür.
Dolayısıyla Elif, harflerin aslıdır.
Lafzı harflere gelirsek, hiç kuşkusuz Elif onları meydana
getirir.
Bu bağlamda Elif, fetha yaptığın harften ortaya çıkar.
Çünkü fetha harfi, Elifi gösterir.
Bir harfi zamme yaptığında ise, meyil Elifine delalet eder
Ki, bu, illet Vav’ıdır.
Meyil Elifi, işba edilen ötreden meydana gelir.
Çünkü illet malulden üstündür.
O halde Elif, meyilli olsa bile bir yükseklikten
meylettiğini bildirmek için, işba edilen ötreyle harften ortaya çıkar. Bu
meyil, Yaratıcının mazharı olarak seni var etmek üzere sana dönük rahmetin
(simgesidir).
Allah Teâlâ ‘Bir şeyi
irade ettiğimizde, ona sözümüz ‘kün’dür (ol) demiştir. Kef harfi, Vav’a delil olsun diye, ötreli
gelmiştir.
Şöyle deriz: Vav, sükûnda gizlenmiştir ve sükûn sübut
demektir. Çünkü Hakk’ta hareket imkânsızdır. Kün’deki Vav’ın sükûnu ile Nun
harfinin sükûnu bir araya geldiğinde, Vav gizlenmiş ve ortaya çıkmayarak
hüviyetin ayrılmaz özelliği olmuştur. Bu Vav gaybtır ve üçüncü şahıs zamiridir.
Nun sükûnda Vav şeklinde ortaya çıkmıştır. Bu zamire örnek olarak ‘Allah Teâlâ
Adem’i kendi suretine (onun suretine)
göre yaratmıştır’ ifadesini verebiliriz. Hakk, isimleri kün’deki Vav’ın
varlığıyla ispat etmiştir. Başka bir ifadeyle, var olan her şey -bir sebep ile
değil-vesilesiyle var oldu. Dolayısıyla sebepleri reddeden Idşi, onları
koyanın Hakk olduğunu bilmeyendir. Sebepleri, ilahi bilgiye saygılı büyük âlim
kabul eder.
Lafzî harflerden ruhlar âlemi meydana geldiği gibi rakamsal
harflerden duyu âlemi meydana gelir. Fikri harflerden ise, hayalde akıl âlemi
var oldu. Bunların her birinden ise ‘isimlerin isimleri’ meydana gelir.
Cevap:
Bu konu, çift ve uygun rakamlara
özgüdür. Bunun şekli, Elif, Be, Te, Se şeklindedir. Yoksa bu, Ebced
harfleri şeklinde değildir. Çünkü Lam-Elif yazımda Elif, Be, Te, Se şeklindeki
sıralamada ortaya çıkar. Harfleri koyan, şekildeki benzerliklerine göre
harflerin ilişkisini dikkate almıştır. Ebced’i koyan ise, aynı şeyi dikkate
almamıştır.
Elif-Lam, harflerin dizilişinin sonunda tekrarlanmıştır.
Çünkü Lam, Elifin örtüsü ve kalkanıdır. Çünkü Elif, Lam’ın varlığını tamamlayan
ve onu dizilişin sonuna yerleştiren Nun’un varlığıyla Lam’da gizlenir. Artık
Lam-Eliften sonra Ya harfi bulunur. Ya ise, âlemlerin sonu olan terkip âleminde
ortaya çıkmıştır. Ondan sonra ise Ya harfi gelir. O ise süflîlik sahibidir.
Çünkü Ya, kesre hareketinin işbamdan oluşur. Kesre ise mertebelerin sonu olan
düşüklüktür. Bu durum, harfleri koyanın düşüncesine hakim olan bir uyarıdır.
Belki de o bunları amaçlamamıştır. Biz eşyaya onları koyanın Hakk olması
yönünden bakarız, yoksa kimin eliyle ortaya çıktıklarına değil. Öyleyse bu
sıralamada bir. kasıt olmalıdır. Bizim açıklamamız -başka bir şeye değil-harfleri
koyanın Hakk olmasına bağlıdır.
İlle olmak Elife ait olduğu gibi son olmak da ona aittir.
Harflerin başlangıcında Elif ortaya çıktığı gibi harflerin sonunda gizli kalan
da yine Elif olmalıdır. Bu durum, Elifin ilk ve son, zâhir ve bâtını bir araya
getirebilmesi için böyledir. Ya ise, en aşağı âlem demek olan ve kesreden
meydana gelen duyu âlemindeki meyil Elifidir. Bu durum LamElifteki Elife işaret
eder. Ayrıca o, tek başına kaldığında Lam’ın şeklinde bulunan sebebe delalet
eder. Lam Elif ile kucaklaştığında, Nun küçülmüş ve Lam’daki Elif Lam-Elif te
bulunan Elifin karşısına gelmiştir. Böylece Elif, kendi kendisinin mukabili
olmuştur. Başka bir ifadeyle Elif, Elife mukabil olmuş, Nun ise İkisinin arasında
rabıta olmuştur. Bu, Rabbiyle ülfet eden kulun sırrı’nın Elifidir ve kulun
rabbiyle ülfeti, ilahi ihsan kapsamında yer alır.
**
Elif harfinin
hakikatinden ise bütün bu harfler meydana gelmiştir. Elif, ruh ve beden
itibarıyla onların feleğidir.
**
Allah Teâlâ ismindeki birinci Elif -ki o Hemze Elifidir-kesiktir,
ikinci Lâm’ın Elifi ise bitişiktir. Onun sayesinde satırların başlarındaki Elif
kesik olmuştur. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurur: ‘Allah
Teâlâ var idi ve O’nunla beraber başka bir şey yoktu.’ Bu nedenle Elif,
kesik olmuş ve sonra gelen harfe bitişmemede kendisine benzeyen harflerden
farklılaşmıştır.
**
Görmez misin ki: Allah kelimesinin İkinci Lâm istenilmiş,
seçilmiş ve vasıtalardan arınmış iken, birlik Elifine yeterli bir şekilde nasıl
bitişmiştir?
Böylelikle onun varlığı geçerli bir şekilde Elifi gösteren
bir nutk (konuşma, söz) haline geldi. Zat gizli olsa bile, Lâm’ı telaffuz etmen
bitişmeyi gerçekleştirir ve seni ona ulaştırır.
‘Nefsini bilen, Rabbini bilir.’ ikinci Lâm’ı bilen Elifi
bilir. Böylelikle Hakk, senin nefsini kendisine delil yaptı.
Sonra, kendi nefsine delil olmanı kendisine delil yapmıştır. Bu durum, (nefsi
bilmenin Rabbi bilmeyi öncelediğini) yadsıyan ve kulun kendisini bilmesini
Rabbini bilmesine önceleyen kimse hakkında böyledir. Bundan sonra, kendi
nefsini bilmesinden amaçlanan şey Rabbini bilmesi olduğu için, onu kendini
bilmekten habersiz yapar. Lâm’ın Elife sarılışını görmez misin? Lâm söyleyişte
Eliften önce nasıl var olmaktadır? Burada anlayabilen için bir uyarı vardır.
Bu melekût Lâm’ı, birlik Elifinden doğrudan bilgi alır.
Ardından algıladığı şeyi, mülk ve şehadet Lâm’ına ulaştırması için ceberut
âlemine ait parçaya ulaştırır. Bileşiklik ve perde devam ettiği sürece, iş
böyledir. Evvel (ilk) olmak, âhir (son) olmak, zâhir ve bâtın olmak meydana
geldiğinde, Allah Teâlâ bütün harflere bitişmekten uzak Elifi ilk yaptığı gibi
aynı şekilde sonun başlangıcın bir benzeri olmasını istemiştir. O halde,
başlangıçta ve sonda kul için bekâ söz konusu değildir. Bu nedenle Allah Teâlâ
hüviyetinin Vav’ıyla He’yi tekil yarattı.
Bir vehim sahibi He’nin Lâm’a bitişik olduğunu zannederse
gerçeğin öyle olmadığını bilmek gerekir. He, Lâm’dan sonraki Eliften sonra
gelir. Elife ise kendisinden sonra gelen hiçbir harf bitişmez. Lâm’dan sonraki
He, her şeyden kesilmiştir. İşte yazıda Lâm’a bu bitişmek, gerçekte bitişme
dpğildir. Dolayısıyla He tektir, Elif de tektir. Bir, bir ile çarpıldığında
sonuç birdir. Böylelikle yaratıkların Haktan ayrılması geçerli olmuş, Hakk
bâkî kalmıştır.
Mülk âlemine mensup Lâm’ın melekût Lâm’ının kendisine
ulaştırdığı şeyle ahlaklaşması geçerli olduğuna göre, söz konusu Lâm, sürekli
yok olucu ve kendi kalıntılarından fâni olucudur. Böylece, sonunda nefsinden
bile fâni olduğu makama ulaşır. Kendi zatından fâni olduğunda ise onun fâni
olması nedeniyle parça da fani olur, iki Lâm lafız olarak birleşir ve meydana
gelen idğam nedeniyle dil onları şeddeli okur. Böylelikle iki harf kendilerini
kuşatan ve onları ihata eden iki Elif arasında mevcut Hakk gelir.
İki Elif arasındaki La’yı okuyanı duyduğumuzda, bize ihsan
edilmiş hikmet verildi ve böylece hâdisin (sonradan yaratılmış) Kadîm’in ortaya
çıkmasıyla mutlaka yok olduğunu öğrendik. Böylelikle iki Elif kalmış: ilk ve
son elif. Zahir ve bâtın, olumsuzlama kelimesiyle iki Lâm’ın silinmesi
nedeniyle silinmiştir. Böylece Elifi Elif ile çarptık -ki bu bir’in bir ile
çarpımıdır-. Çarpım sonucunda He meydana geldi. He ortaya çıkağında ise
vasıtanın meydana getirdiği ilk ve son hükmü silinir. Nitekim zâhir ve bâtın
hükmü de silinmiş ve bu esnada şöyle denilmiş: ‘Allah Teâlâ var idi ve O’nunla
beraber başka bir şey yoktu.’
Bu zamirin yani He’nin aslı merfu olmaktır ve böyle de
olmalıdır. Fetha ya da kesre yapılırsa bu, kendisini fetha veya kesre yapan
kimseye dönen bir niteliktir. Şu halde bu nitelik lafızda önce gelen amile
döner.
**
Allah Teâlâ
ve Rahman isminde iki Elif bulduk: Zat Elifi ve bilgi Elifi. Zat Elifi,
gizlidir, bilgi Elifi ise sıfatın âleme tecellisi nedeniyle açıktır. Yine de,
yazıda Allah (الله ) el-lah (ال له)
arasındaki karışıklığı gidermek için Allah Teâlâ isminde gizlenmiş ve ortaya
çıkmamıştır.
Bismi’de -ki
o Âdem’dir-Ba harfi ortaya çıktığı için, gizlenmiş tek bir Elif bulduk. Rahimde ise -ki o
Muhammed’dir-görünür bir Elif bulduk.
Söz konusu Elif,
bilgi Elifidir.
Hz. Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellem’in nefsi zattır.
Âdem’de Elif gizlenmiştir,
çünkü o, hiç kimseye peygamber olarak gönderilmedi.
Bu nedenle
niteliğin ortaya çıkmasına muhtaç değildi. Elif, efendimiz Hz. Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellem’de ise görünmüştür.
Çünkü o, elçi
olarak gönderilmiş ve bu nedenle destek istemiş, isteğine karşı kendisine Elif
verilmiştir. Böylelikle Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem o nitelikle
ortaya çıkmıştır.
Bismi’deki
Ba’nın Rahîm’deki Mim harfine etki ettiğini gördük. Âdem’in Muhammed’deki
etkisi, onun bedenini meydana getirmek idi. Allah Teâlâ kelimesinde dua eden,
Rahman’da ise dua edilen sebebiyle (bismi) amil (etken) olmuştur.
Sonun
başlangıçtan daha değerli olduğunu gördüğümüzde, şöyle dedik: ‘Kendisini bilen
Rabbini bilir.’ İsim isimlendirilene doğru bir merdivendir. Rahîm’in ruhunun
bismi’nin ruhuna etki ettiğini gördüğümüzde –çünkü Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem Âdem toprak ve su arasında iken peygamberdi ve su ve toprak
olmasaydı, Âdem diye isimlendirilmeyecekti. (Zira Âdem kelimesinin anlamı
topraktan olan demektir)bismi’nin Rahim olduğu öğrendik. Çünkü bir şey,
başkasından değil kendisinden dolayı amil olabilir. Böylelikle son ve
başlangıç, şirk ve tevhit yok olmuş, birliğin izzet ve saltanatı ortaya
çıkmıştır.
Binaenaleyh
Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem birleştirir, Adem ise ayırır.
**
er-Rahîm
kelimesindeki Elif in bilgi elifi olduğunun kanıtı ‘Beş kişi yoktur ki, altıncıları O olmasın’ ayetidir. Bismi’deki Elifin delili
ise bu ayetin başındaki ‘Üç kişi yoktur ki, dördüncüsü
Allah Teâlâ olmasın’
ayetidir. O
halde Elif eliftir. Ayette geçen ‘Bundan daha azı’ ifadesi, tevhidin bâtınını kast
ederken, ‘Ya da daha çoğu’ ise tevhidin zâhirini kasteder.
Bismi’deki
Elif gizlenmiştir. Çünkü o, ilk
var olandır ve onun yerini alma iddiasında bulunacak kimse yoktur. Böylelikle
ilk yaratılmış olan, varlığımızın başlangıcı olması itibarıyla, kendi zatı ile
ilk bakışta yaratıcısının varlığına delil olmuştur. Şöyle ki: Âdem, varlığına
baktığında, iki durumla karşılaşmıştır: Acaba kendisinden daha önce kimsenin
olmadığı bir mevcut mu onu var etmiştir? Yoksa kendisi kendisini mi var
etmişti? Bizzat kendisinin kendisini var etmesi imkânsızdır. Çünkü kendisini
var etmesi, ya mevcut iken veya yok iken mümkün olabilirdi. Kendisini var ederken
mevcut ise o zaman neyi var etmiştir. Yok ise kendisi yok iken ondan var etme
fiili nasıl meydana gelmiştir? Şu halde, geride onu bir başkasının var etmesi
kalmıştır ki, o da Eliftir. Bu nedenle, Bismi’deki Sin sakin olmuştur ki,
yokluktur. Mim harfi ise harekelidir ve o gerektirmenin zamanıdır.
Bismi (Âdem)
ilk bakışta Elife delil olduğu için, delâletin gücü nedeniyle (bismi’deki) Elif
gizlenmiş, Rahîm’de ise Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’e delâletteki
zayıflık nedeniyle ortaya çıkmıştır. Kendisine karşı çıkan bulunduğu için Hakk
Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’i Elif ile desteklemiş, Rahîm Muhammed
haline gelmiştir. Buradaki Elif, ez-Zâhir isminden Hz. Muhammed sallallâhü
aleyhi ve sellem’i destekleyen Haktır. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Onlar galip
olmuşlardır.’ Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem de şöyle buyurur: ‘Allah
Teâlâ’dan başka ilâh yok ve ben de O’nun peygamberiyim deyiniz.’
Bu ifadenin
lâfzına iman eden kişi, cennetlik bile olsa şirk boyunduruğundan çıkmamıştır;
manasına iman eden ise tevhit ehli arasına katılır, sekizinci cennete ulaşması
mümkün olur. O, kendine iman edenlerden birisi olur, dolayısıyla başkasının
terazisinde bulunmaz. Çünkü denklik gerçekleşmiş, seçilmişlik bir olmuş,
risâlet bakımından ise farklılık meydana gelmiştir.
Bismi’de bir
nokta, Rahman’da da bir nokta, Rahim kelimesinde ise iki nokta bulunduğunu
gördük. Allah Teâlâ, hakkında susulandır. Dolayısıyla zat mahalli olduğu için
Allah Teâlâ kelimesinde nokta bulunmazken sıfat mahalli oldukları için
Besmele’nin diğer kelimelerinde (Rahman ve Rahim) bulunmuştur. Bu meyanda,
bismi’deki (=Adem) nokta birleşmiştir. Çünkü o, gönderilmemiş bir bireydir.
Aynı şekilde nokta, Rahman kelimesinde de bir olmuştur. Çünkü Rahman’ın işaret
ettiği de gerçek Adem’dir ve o bileşik oluşanlar Arş’ının üstüne yerleşendir.
Böylece Elif görünmekle beraber, er-Rahîm kelimesinin iki noktasından söz etmemiz
geride kalmıştır.
er-Rahîm’deki
Ya harfi on gecenin simgesidir. İki nokta çift, Elif ise tektir. er-Rahîm ismi
bütünüyle fecr’dir ve anlamı ceberût âlemine mensup bâtındır. ‘Her şeyi karanlığıyla örttüğünde geceye yemin olsun.’ Söz konusu olan, melekût
âlemine mensup gayb’tir. İki noktanın sıralanışına gelince, bunlardan birisi
Mim’den sonra, İkincisi ise Eliften sonra gelir. Mim harfi ise kendilerine
peygamber olarak gönderildiği âlemin simgesidir. Mim’i takip eden nokta,
Ebû-Bekir, Eliften sonra gelen nokta ise Muhammed’dir.
Ya iki nokta
(başka bjr ifadeyle Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem ve Ebû Bekir)
üzerinde bir mağara gibi kubbe olmuştur. ‘Arkadaşına ‘üzülme Allah
Teâlâ bizimle beraberdir’ diyordu.’ ' Ebû-Bekir arkadaşıyla birlikte Hz. Muhammed
sallallâhü aleyhi ve sellem ise bu esnada Allah Teâlâ ile beraberdi.
Dolayısıyla o, hikmet sahibidir. Tıpkı Bedir günü dua ederken ve sıkıntısını
dile getirirken yaptığı gibi. Ebû-Bekir bunun farkındaydı. Çünkü hikmet sahibi,
mertebelere hakkını veren kişi demektir, iki arkadaşın bir araya gelmesi mümkün
olmadığı için, Ebû-Bekir Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in haline
yerleştirilmemiş ve doğruluğuyla kalmıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem o mertebede bulunmasa ve Ebû-Bekir orada olsaydı, hiç kuşkusuz, Hz.
Ebû-Bekir Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in yerleştirildiği makamda
otururdu. Çünkü orada kendisini perdeleyecek daha üstün bir kimse yoktur.
Böyle bir durumda (Peygamber’in bulunmadığı) Ebû Bekir, o vaktin sadığı ve
hâkimidir. Onun dışındakiler ise onun hükmünün altında bulunurdu.
Ebû-Bekir’in
(ona işaret eden nokta) noktası, izlerini arayanlara (Rasûlullâh sallallâhü
aleyhi ve sellem ile kendisini takip eden Mekkelilere) baktığında, peygamber
hakkında üzülmüş, tepkisini göstermiş ve sadakati baskın gelmiş, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem için duyduğu endişe nedeniyle üzülme demiştir (Ebû
Bekir). Çünkü senin (Ey Peygamber), bize bildirdiğin gibi Allah Teâlâ ‘bizimle
beraberdir.’
( Bir itirazcı
çıkıp da ‘o sözü söyleyen Muhammed’dir’ diye itiraz ederse bunun hiçbir kıymeti
yoktur. Çünkü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in makamı aynı anda cem’
(birlik) ve tefrika (ayrım) makamıydı ve (bu yoruma göre) Ebû-Bekir’in
üzüldüğünü anlamış, (Allah Teâlâ’yı ifade eden) Elife bakmış, ondan yardım
almış ve davasının kıyamet gününe kadar süreceğini öğrenmiştir. Bunun üzerine ‘üzülme Allah Teâlâ bizimle beraberdir’ demiştir.
İşte bu,
varılabilecek en şerefli makamdır. Bu makam, Allah Teâlâ’nın seni öncelediği
makamdır. ‘Gördüğüm her şeyden önce Allah Teâlâ’yı gördüm’ ifadesi, Rasûlullâh
sallallâhü aleyhi ve sellem’in bir mirası olarak, Ebû-Bekir’e ait bir müşahededir.
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem de insanlara ‘Kendisini bilen Rabbini
bilmiştir’ diye hitap etmiştir. Bu, Allah Teâlâ’dan aktardığı şu ifadenin
aynıdır: ‘Hayır! Kuşkusuz Rabbim
benimle beraberdir, beni doğruya ulaştıracaktır.’ Bize göre
ifade, Hz. Ebû-Bekir’e aittir. Bizim görüşümüzü Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
sellem’in şu hadisi destekler: ‘Bir dost edinseydim Ebû-Bekir’i dost edinirdim.’
O halde
Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem kimsenin arkadaşı değildi, (sahabe)
onlar birbirlerinin arkadaşı Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’in ise
yardımcıları ve destekçileri idiler.
İşaret
ettiğimiz hususu anla, en doğru yola ulaşırsın.
**
Bu
alamet, taş gibidir. Kısa keseyim de yoksulu, definesini onun hallerini
söyleyeyim.
Her fidanı yakan ateşi gördün ya. Hayali yakan can ateşini de seyret.
Candan böyle bir ateş yalımlandı mı ne hayale aman vardır ne hakikate.
O, her aslanın, her tilkinin düşmanıdır. “her şey helâk olur, ancak onun hakikati bâkidir.”
Onun hakikatine var, varlığından geç. “Bismi” deki elif gibi kelimede kaybol.
Her fidanı yakan ateşi gördün ya. Hayali yakan can ateşini de seyret.
Candan böyle bir ateş yalımlandı mı ne hayale aman vardır ne hakikate.
O, her aslanın, her tilkinin düşmanıdır. “her şey helâk olur, ancak onun hakikati bâkidir.”
Onun hakikatine var, varlığından geç. “Bismi” deki elif gibi kelimede kaybol.
O elif, Bismi’de gizlenmiştir. O, hem Bismi’de vardır,
hem yoktur.
Böyle ulanmak için hazfedildi mi kelimede yok olur.
Böyle ulanmak için hazfedildi mi kelimede yok olur.
O,
ulanma içindir, be harfiyle sin harfi, onunla birbirine ulanmıştır. Fakat be
harfiyle sin harfinin ulanması, elifin bulanmasına razı olmaz.
Bu
ulanmada, bu buluşmada bir harf bile sığmazsa artık sözü kısa kesmem lâzım
benim.
Bir harf bile sin’le be’yi ayırıyor. Burada susmak, en lüzumlu bir şey.
Bir harf bile sin’le be’yi ayırıyor. Burada susmak, en lüzumlu bir şey.
Elif, varlığından yok olmuştur ama o harfi olmaksızın da
be’yle sin, elifi söyler durur.
“Sen atmadın attığın vakit, o attı” âyeti Peygamberin varlığı olmadan inmiştir. Peygamber de kendi varlığından geçmiş, susmuş, Tanrı diliyle söylemeye koyulmuştur da ondan sonra “Allah dedi” demiştir.
“Sen atmadın attığın vakit, o attı” âyeti Peygamberin varlığı olmadan inmiştir. Peygamber de kendi varlığından geçmiş, susmuş, Tanrı diliyle söylemeye koyulmuştur da ondan sonra “Allah dedi” demiştir.
Mesnevî-i Şerif,
c.6, beyit: 2235-2244
(Birincisi) ibtidâ
(ilk, başlangıç olmak). Çünkü “elif ilk harfdir. Nitekim Allah Teâlâ da
varlığın ilkidir.
(ikincisi) istiva
(dümdüz, dosdoğru olmak). Çünkü “elif aslen dümdüz olup, herhangi bir şeye
eğimli bulunmamaktadır. Nitekim Allah Teâlâ da adalet hususunda dosdoğru olup,
bundan sapmamaktadır.
(Üçüncüsü) infirâd
(teklik, birlik). Çünkü “elif tektir. (Nitekim Allah Teâlâ da tektir)
(Dördüncüsü) inkıta
(kopukluk) ve ittisal (bitişik olmak) Çünkü “elif hiçbir harfe bitişmezken,
bütün harfler ona bitişmektedir. Nitekim Allah Teâlâ da, her şeyden uzak
olmasına rağmen her şey ona bağlıdır.
(Beşincisi) istiğna
(hiçbir şeye muhtaç olmama) ve ona ihtiyaç duyulması. Çünkü “elif hiçbir harfe
ihtiyaç duymaz, ancak bütün harfler ona muhtaçtır. Nitekim Allah Teâlâ da,
hiçbir şeye muhtaç olmamasına rağmen, her şey ona ihtiyaç duymaktadır.
(Altıncısı) ülfet
(yakınlık) Çünkü “elif, kelimelerin biribirlerine yakınlaşmalarına ve
ısınmalarına sebeptir. Nitekim Allah Teâlâ da, mahlûkâtın biribirlerine
yakınlaşmalarının sebebidir.” s.150
Kâşânî bu hususta şöyle
der :
“Burada ince bir hakikat
bulunmaktadır: Enbiyâ aleyhisselâm hecâ harflerini, mevcudatın mertebeleri
hizasına koymuşlardır. İsâ aleyhisselâm
Ali kerremâ’llâhü veche ve bir kısım sahabenin sözlerinde bu hususa işaret
edilmektedir. Bundan dolayı “Mevcudat, Besmelenin ba 'sından zuhur
etti” denilmiştir. Çünkü bu harf (ba harfi), “zatullah “in hizasına
konulmuş olan (elif) harfine bitişiktir. Bu ise, Allah Teâlâ'nın ilk yarattığı
şey olan “akl-ı evvel “e işarettir.”
Bismillâhi'r-rahmâni'r-rahîm” cümlesinde telaffuz edilen harfler
onsekizdir. Yazılı olan harfler ise, ondokuzdur. Cümle içerisinde yer alan
kelimeler biribirlerinden ayrıldıklarında, harfler de yirmi ikiye ayrılır.
Bunlardan on sekiz harf, on sekiz bin âlem olarak ifâde edilen âlemlere işarettir.
Çünkü bin rakamı, diğer sayı mertebelini ihtiva eden tam bir sayıdır. Bu
sayının üstünde bir sayı olmayıp, mertebelerin anasıdır. Bu sayı (on sekiz
sayısı) ile âlem-i ceberut, âlem-i melekût, arş, kürsî, yedi semâ, dört unsur
(hava, su, ateş, toprak) ve mevâlîd-i selâse (Ma 'den, nebat, hayvan) den
ibaret olan âlemlerin anaları (asılları) ifâde edilir. Bu âlemlerden her biri,
kendi içerisinde kısımlara ayrılırlar. On dokuz harf, mezkûr âlemlerle birlikte
insanî âleme de işaret eder. Çünkü insanî âlem, her ne kadar hayvan âlemine
dâhil olsa da, varlığa hasredilmiş olması, her şeyi ihtiva etmesi ve şerefi
itibariyle başlı başına bir cins olup, değeri ve delili olan başka bir
âlemdir.” Meleklerine ve Cebrail'e” (Bakara, 98) âyetinde
ifâde edilen melekler arasındaki Cebrâîl gibi.
Kelimelerin biribirlerinden ayrılmaları hâlinde
oluşan (22) yirmi iki sayısının tamamlayıcısı olan gizli üç elif (îsîm, Allah
ve Rahman kelimelerinde yazılmayan elifler), zat, sıfat ve ef'âl itibariyle
gizli ilâhî âleme işarettir. Bu gizli ilâhî âlem, tafsilât itibariyle üç âlem
olmasına rağmen, gerçekte tek bir âlemdir. Yazılı olan üç elif ise, bu
âlemlerin insanî en büyük tecelligâhta zuhuruna işarettir. Bu ilâhî âlemin
gizliliğinden dolayı, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme “Rahman”
kelimesinin elifinin nereye gittiği sorulduğunda, ilâhî hüviyetin, yaygın
rahmet suretinde gizlendiğine; ancak ehlinin bilebileceği bir şekilde insanî
bir surette zuhuruna işaret olarak, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem onu şeytanın çaldığını söylemiş
ve onun yerine (Bismillah) 'in ba 'sının uzatılmasını emretmişti?: “
Görüldüğü
gibi Kâşânî on sekizbin âlemin bulunduğunu, on dokuz rakamının ise, insanî
âlemle birlikte diğer on sekiz bin âleme İşaret ettiğini belirtmektedir. Bunlar
vücûdun, cüz'îyyat itibariyle olan mertebeleridir. Vücûdun küllî mertebeleri
ise zat, sıfat ve fiil mertebeleridir.
Kaşanî’ye
göre zat, sıfat ve ef âl itibariyle gizli olan bu âlemler, tafsilât itibariyle
üç olmasına rağmen gerçekte tek bir âlemdir. Bu âlem ancak ehlinin
anlayabileceği şekilde insanî surette tecellî etmektedir. Bu da insan-ı kâmildir.
(Be) harfi, “zâtullah”ın hizasına konulmuş olan (elif) harfine bitişiktir. Bu
harf, mevcudatın zuhur sebebi ve Allah Teâlâ'nın ilk yarattığı şey olan “akl-ı
evvel”dir. s. 157-158
Kaynak: ERGÜL Necmeddin, Kâşani Hakikatü't-tevzil
fî Dekâiku't-tenzil Tahkik ve Tahrici [Kitap]. - Şanlıurfa : Harran
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalı
Tasavvuf Tarihi Bilim Dalı-125442-Doktora Tezi, 2002.
Bir ‘Elif’ bul mekteb-i irfanda evvel ‘ba’ yı sor
Kad hamide eyleyip yay gibi andan ‘ya’ yı sor
Aslı abdır dediler eşyanın , anın aslı ne
Noktanın da var mıdır aslı var ol ma’nayı sor
Sidre nice münteha oldu semavat üstüne
Barigah-ı Mustafa’da ser çeken Tubayı sor
Heft deryaya neden tahsis olundu bu sular
Ya yedi ırmak nedir hem cuy u hem deryayı sor
İsm-i azam suretinde dairen madar olan
Ya’ni kim , bahr-ı muhite , cümle-i eşyayı sor
‘Kaf’ kim Kur’an içinde zikr olunur , ol nedir
Hem o ‘kaf’ üstünde per ü bal açan ankayı sor
Varmıdır bir kimse , bu sırr-ı azıymı fehm ide
Cism-i arş-ı azamı devreden ejderhayı sor
Nur içinde nar olur mu , gül içinde har-zar
Adem asi olduğu şol cennet-i me’vayı sor
Zehi zakkum-ı cehennem, ni’met-i cennet nedir
Asl u fer’i ile işbu zehr ile helvayı sor
İki evdir dediler amma ki aslı üç durur
Bu iki üç dar içinde devreden darayı sor
Fevk –ı dünyanın heva , vü tahtı hem oldu heva
Ber heva üzre ne vech ile durur dünyayı sor
Varmıdır bu nefs-i mefhume aceb asl-ı sahih
Nefs-i mefhumu dahi mefhum olan ‘illa’ yı sor
Halveti vü celveti bir ad olup kaldı heman
Kaç adeddir hem nedir bu ikiden esmayı sor
Dedi ‘essultanu zıllullahi fil arz’ ol Habib
Zıl nedir zü-zıl nedir, bu iki bi-hemtayı sor
Her asırda saltanat kimde karar eyler acep
Ta huruc –ı mehdiye dek cümle bu alayı sor
Zahiren mehdiden İsa efdal olmuşken , neden
Eyledi Mehdi , takaddüm Hazret-i İsayı sor
Herkes ahval-i kıyametten haber anlar bilir
Cümleden müşkil olan şol sa’at-i kübrayı sor
Cümleden bir bir cevabın söyledikten sonra var
Bahr-ı ilm içre olan girdab-ı vaveylayı sor
‘Hakkı’ya ‘Hak’ dedi ‘la yüs’el’ yürü hamüş ol
Nicedir Mevla-yı esrar-ı cihan-arayı sor
(Tasavvuf , no: 15/4,5,6
16/6,7 17/5,6)
Eliften maksad , sırf istikamettir ki ‘emr olunduğun gibi
dosdoğru ol ‘ kelam-ı celiline masadak olan mürşid-i kamildir.
Elif harfi yedi noktanın birleşmesi ile hasıl olmuştur. Bir mevhum çizgidir. Ki
bu da mürşidlerin zahir veya batın yedi insani tavırdan mürur etmiş bir vücud-ı
zilliden ibaret bulunması lüzumuna binaendir.
Mekteb-i irfan ,saliklerin dergahıdır. ‘Ba’ dan murad ,
nübuvvet nuru ve velayettir ki , kavis , şehr-i ulum, ve noktası da
babusseelamdır.
“Bir mürşid-i kamil bularak dergah-ı salikana intisab et ve
evvelemirde velayet ve nübüvvet sırlarını öğren” Kad hamide eylemekten maksad
bar-ı sekıl-i mücahedeyi yüklenmek demektir.
Kaddın , yaya benzetilmesi eğilme, bükülmeden kinayedir.
Esasen kaddin , keman teşbihi öteden beri kullanılan teşbihattandır.
‘Ya’ harfine gelince , bilinir ki ‘ya’ harfi en son harftir.Bu da ilimlerin en son gayesine işarettir ki bu son gaye
de marifetullahtır.
“Tam mücahedede bezl-i vücud derecesine vararak evelkilerin
, sonuncuların ilmini içine alan marifetullahı öğren” Görünen eşyanın aslı
sudur. Acaba kamil insanın aslı nedir ?
“Nokta” ile tarif edilen nur-i Muhammedinin (as) de aslı
acaba nedir? Onu Öğren. Semavat üzerinde , sidrenin son merhale olduğunu bildin
ise barigah-ı Mustafa’nın (sallallâhü aleyhi ve sellem) üstünde bulunan ve
bütün makamları içine alan ‘tuba’ yı da öğren. İlahi tecelliler , salike niçin
yedi deryadan geliyor ve yedi ırmak vasıtası ile ulaşıyor, seyr ü süluk et de
bunu öğren.
Her şeyi kuşatmış olan ve her yerde sari olan rahmet
denizini öğren. Kur’a-ı Kerimde , Allahü Subhanehu ve Teala’nın Kadir ve Kayyum
sıfatlarına işaret eden ‘Kaf’ harfi ve ‘kaf’ın ‘ üzerinde bulunup, O’nun (cc)
zat nurlarına işaret eden noktalar nedir , onu öğren. İblis , meleklerle
beraber arşın etrafında dönücüdür.
İşte bu anlaşılması zor bir durumdur. Adem (aleyhisselâm)
‘in cennetten çıkmasına sebep olan İblisin bu durumu, nur içinde ateş, gül
içinde dikenin bulunması gibidir. Bunları birleştiren ilahi kudret hayret
vericidir.. Bu acaib sırları öğren. Kahr ve lutf sıfatını aynı görmek lazımdır
ki rıza makamına ulaşabilesin. Bunu öğren.
Cennet, cehennem ve cemalde devreden kamil insanı sor. Çünkü
insanı kamil ateş için cehennemden korkmaz ve nimeti için cenneti istemez.
Cemali de kendisi için istemez. Her üçünde de Hakk’ın (celle celâlühü) izni ile
dönücüdür. Dünya gezegeninin her tarafı boşluktur. Dünya , bu boşlukta nasıl
duruyor. Onu öğren. Nefs, zulmet ile nurlar arasında , mevhum bir gölgeden
ibarettir.
“Lailahe illa Allah “ kelime-i tayyibesinde ki ‘illa’
kelimesi de mevhumdur. Çünkü ‘illa’dan öncesi söylenmezse ‘illa’ ya , ihtiyaç
kalmaz. ‘Allah (celle celâlühü)’ ism-i celali ise daim ve bakidir. ‘la’ yı
‘illa’ yı bırak da kendini bil. Halvet ve celvetin ikisi de birdir.
Sadece isimleri farklıdır. Bu ikisinden ism-i azamı öğren.
Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve
sellem) buyurdu ki, ‘zamanın kutbu , yeryüzünde , Allahü Subhanehu ve Teâlâ’nın
gölgesidir.’
Acaba , O’nun (celle celâlühü)
gölgesinden kastedilen mana nedir, onu öğren.
Senin iç aleminde , ‘mehdi’ yani veled-i kalb zuhur edinceye
kadar seni idare eden , mukaddes zatları öğren. Kalb makamına vasıl olan salikte veled-i kalb zuhur eder. İç
alemindeki makam-ı mehdi budur. Arkasından , ruh
makamına vasıl olursa ‘ Ona ruhumdan üfledim’ ayet-i celilesinin sırrına
erişir. Burası da iç alemdeki , makam-ı İsa ‘dır (aleyhisselâm). Dünya aleminde
, Hz.İsa (aleyhisselâm) önce gelmiş olmasına rağmen, iç alemde, makam-ı İsa (aleyhisselâm)
, Mehdi’den sonra yer almaktadır.
Herkes kıyamet gününü düşünür. Sen, saat-i kübrayı düşün,
onun lezzetini tat ki , o aşk ile hayretten hasıl olan bir lezzettir. Saat-i
kübra , vuslat ile firkat arasında bir andır. Ayrılıkta kavuşmak ümidi, kavuşmakta
ise ayrılık korkusu vardır. Bunların hepsini öğrendikten sonra, ilmi, kendi
nefsine mal edip, ilmin sana perde olmasını ve kıyl u kal ile uğraşmanın
tehlikelerini de öğren.
Ey Hakkı ! Hakk Celle ve Ala ‘ O’nun (celle celâlühü)
yaptığından sual edilmez’ buyurdu. Sen var sükut et. Cihanara olan bu kadar
esrarın sahibini sor öğren.
(Tasavvuf Ceridesi, sayı , 15,16,17)
“Allah Teâlâ’nın Arşı
istiva etmesi” Furkan, 59; Tâhâ, 5 kalpleri istiva etmesine
göredir. Allah Teâlâ’nın Arşı istiva etmesi celâli, kalpleri istiva etmesi
ise cemâlidir. Bu da “Rahman ve Rahim” in mânâsıdır.
Rahman Arşa istiva eden,
Rahim kalpte tecellî edendir.
Rahman ve Rahîm kelimelerindeki “elif” ve “ya”nın
manası budur. (Rahmanda elif, Rahimde ya vardır). رحْمَان رحِيم
Bu, zevk ve tatmayla ilgili bir sırdır. Meselâ; rahman
kelimesini söylediğin ve bir başkasından işittiğin zaman, büyüklük, yücelik,
kudret, azamet, kuvvetlice yakalama ve tutma gibi bütün cemâl sıfatlarının
toplamını o kelimede bulur ve hissedersin.
Aynı şekilde rahîm kelimesini söylediğin veya başkasından
duyduğun zaman ise, nimet, selâmet, atıfet, kerem, lütuf, rahmet gibi cemâl
sıfatlarının tümünü tadar ve hissedersin.
Bunun gibi Arş semavîdir, kalb arazîdir.(yerle ilgilidir)
Bunun için “elif”, (Arapça gramerinde) nasba,
(dikelme, çalışma, yorulma) “ya” ise cerre, (çekme, taşıma, yüklenme)
alâmettir.
“Vav” ise
ref (yükselme) alâmetidir. Ref nasb ile kesr arasında bulunur. “Vav”
ruhun ismidir, “elif” Hakk’ın, “ya” ise halkın ismidir. Bunun
için ruhlar, sırların mahalleri ve halk ile Hakk arasındaki alâkalar ve bağlar
haline getirilmişlerdir. Bu kâinat ile onu meydana getiren arasındaki bir
iştir.
Bu söylediğim manayı Allah Teâlâ’nın şu ifadesi sana daha
iyi açıklar:
“...Sana ruhun
mahiyetinden sorarlar. De ki, o Rabb’imin emrinden ibarettir...” İsrâ, 85
Talip dürrü yetimin kânı[2]
bulmazsa ne güç
Vay ona dertli olup
dermanı bulmazsa ne güç
Kıl u
kâl zevk sanur hicran olursa kişinin
Sırrı
gaybiye dilberin mihman olursa kişinin
Her
nefesde hem demi Lokman olursa kişinin
Sûreti
insan içi hayvan olursa kişinin,
Taşlar ile döğünüp insânı bulmazsa ne güç.
Taşlar ile döğünüp insânı bulmazsa ne güç.
Doğruluk ile elif veş[3]
sırda seyran gizlidir
İstikâmet kıl elifte
onunda irfan gizlidir
Mana-i harf elifte
mağz-ı [4]
kur’an gizlidir
Âdemin
gönlü evinde bahr-ı ummân gizlidir,
Daimâ susuz gezüp ummânı bulmazsa ne güç.
Daimâ susuz gezüp ummânı bulmazsa ne güç.
Gel bu dersimden sebak ol arif isen hem ulu
Cümleden el çek uzun tut kibri kendinden ol ârî[5]
Şol fakîr olup gezenlerde hazine dopdolu,
Say’edip
ol kenz-i bî-pâyânı bulmazsa ne güç.
Her nefesde hacc-ı Ekber
eyleyen kurban eyler
Kısmetin Hakk’tan olan
ruhu İsâ’yi devran olur
Arif olan dârı Hakk’ta
ruz u şeb mihman olur
Fakr-i
fahrî devletine erişen Sultân olur,
Fakr-i tâmme erişip Sultânı bulmazsa ne güç.
Fakr-i tâmme erişip Sultânı bulmazsa ne güç.
Çâr
kitab-ı fehm[8]
eden can sırrı ferdinden olur
Sabreden
kahr-ı cefâya şah-ı merdan olur
Herkesin
derdine dermânı yine derdindedir,
Derdinin içindeki dermânı bulmazsa ne güç.
Derdinin içindeki dermânı bulmazsa ne güç.
Masivadan pak olan dil
bâkî kalmaz fânidir
“Küllü şeyin yerciu”dur
Hakk Hakk’ın mihmanıdır
Iyd-u Ekber oldu Azbî
durma dost seyranıdır
Bunda
gelmekten murat çün kim Hakk’ın irfânıdır,
Ey Niyâzi kişi ol irfânı bulmazsa ne güç.
Ey Niyâzi kişi ol irfânı bulmazsa ne güç.
**
ELİF
NOKTALARI / J. Borges
"Elifin çapı, iki
üç santimden fazla olmasa
gerekti, ama tüm Kainat
gerçek ve eksiksiz
olarak içindeydi. Her şey
oradaydı... sonsuzdu, çünkü onu
Kainat' ın neresinden
baksam açıkça görebiliyordum."
JORGE LUIS
BORGES, Elif
"Ben göremiyorum, sense
her şeyi biliyorsun.Yine de
hayatımı boşa yaşamış olmayacağım. Çünkü yeniden buluşacağımızı biliyorum İlahî bir
ebediyette."
OSCAR
WILDE
Borges, bu
sorunu çözmeyi başlıca görev bilerek kendini İslamiyet’e öylesine
verir ki, sonunda, Geinberg’in yardımlarıyla “mutlak
sonsuzu” kanıtlayan “Elif Noktaları”nı bulur. Borges’in
yoğun çalışmalar sonucu bulduğu Elif Noktaları ile mutlak
sonsuzun tanımı yapılabilmiştir. Böylece, bu tanımla, evrenin tümdengelimli incelenmesinde
bilim adamlarına harika ipuçları sağlanmıştır.
“Elif”, Arap
alfabesinin ilk harfi ve en önemlisi 1 sayısının ta kendisi olup, Hızır
Tezkiresi’ndeki şifrelerden biridir. Elif Noktaları ile sınırlı olan
sonsuzumuz, daha önce kanıtlanan Takyon Evreni’nin ötesinde olduğu
için, hiç bir zaman sınanamaz ve hep teorik kalacaktır.
Ancak, Elif Noktaları’nın yararı sayısızdır. Bir kere, sonsuz
üzeri sonsuzdan +1 büyük olduklarından, Allah varlığına
giden tek “Mir’aç Yolu” olduğu teorik olarak kanıtlanmıştır.
Yani, “Allah’ın varlığının” delilidir. Tamamı 43 tane
olan bu noktaların her biri, “Rabb-ül Alemin” sözlerinin
karşılığı bir evreni simgelemektedir.
Konunun
bilimsel ayrıntılarına burada girmiyoruz. Ancak, şunu belirtmek gerekir ki, bu
buluş, bu alanda uğraş veren bilim adamları için Müslümanlığı kabul
etme nedeniolmuştur. Takyon Evreni’nin sonsuzluğu Allah’ın
varlığına delil değil, tam tersine onun reddi gibi bir sonuç
vermekteyken, Borges’in Elif Noktaları’nı
ispatlamasıyla, Aiberg’in ifadesi ile tam 34 Batılı
bilim adamı hemen Müslüman olmuşlardır.
Borges, Elif
Noktaları’ndan, 1949 yılında (ülkemizde 1998 yılında) yayınlanan, “El
Aleph” (Alef) adlı eserinde (K25) söz etmiştir. Bu eserin bazı
bölümlerini Borges’in anlatımıyla aşağıda sunuyoruz:
“…
Doğru bodruma ineceksin. Seni uyarayım: Dümdüz, sırtüstü yatmalısın. Görüş
açısının, tam bir karanlık, tam bir hareketsizlik içinde belli bir noktaya
ayarlanması gerekli. Gözünü yerden ondokuzuncu basamağa
dikmelisin. Seni aşağıya bıraktıktan sonra merdivenin kapağını kapatacağım.
Tamamen yalnız kalacaksın… Bir ya da iki dakika sonra, Elif’i
göreceksin… Gözlerimi kapattım. Gözlerimi açtım ve Elif’i
gördüm. Şimdi öykümün anlatılması, aktarılması olanaksız özüne geliyorum.
Bir yazar olarak çıkmazım da bu noktada başlıyor…Yapmak istediğim şey gerçekten
olanak dışı. Çünkü, sonsuza giden bir dizinin birimlerini
sıralamak olanaksız. Ben, bir tek dev saniye içinde, hem fevkalade,
hem korkunç olan milyonlarca eylem gördüm; hiç biri de
beni, hepsi mekanda aynı noktayı kapladıkları halde,
birbirlerini gölgelememeleri, örtmemeleri kadar etkilemedi. Gözlerimin
yakaladığı şey eşzamanlıydı; ama şimdi yazacaklarım zaman içinde
sıralanacak, çünkü dil sıralayıcıdır. Ne olursa olsun, hatırlayabildiğim
kadarını aktarmayı deneyeceğim: Basamağın arka kısmında, sağa doğru, neredeyse
dayanılmaz bir parlaklıkta, gökkuşağının tüm renklerini içeren bir çember gördüm.
Önce, döndüğünü sandım; ama sonra, bu titreşimin, kapsadığı Dünya’nın
sersemleticiliğinden gelen bir yanılgı olduğunu anladım. Elif’in çapı,
herhalde bir kaç santimden fazla değildi; ama tüm alem gerçekten
ve eksiksiz içindeydi. Her şey (söz gelimi bir
aynanın yüzü) sonsuzdu; çünkü her şeyi, evrendeki bir açıdan açıkça
görebiliyordum… Denizin dalgalanışını gördüm; günün doğuşunu, günün batışını
gördüm… Amerika’daki insan yığınlarını gördüm; siyah bir piramidin ortasındaki
gümüş rengi örümcek ağını gördüm… Bitmez, tükenmez sayıda gözün, bir aynaya
bakar gibi, bende kendilerine baktıklarını gördüm; yeryüzündeki bütün aynaları
gördüm, hiç biri beni yansıtmıyordu; Soler Sokağı’ndaki bir evde otuz yıl önce
gördüğüm yer çinilerinin aynılarını gördüm… Bir yan sokakta kurumuş topraktan
bir tümsek gördüm; eskiden orada bir ağaç vardı… Kaplanlar, pitonlar, bizonlar,
gel-gitler, ordular gördüm… Bir zamanlar o eşsiz Beatriz Viterbo olan çürümüş
kemikleri ve tozu gördüm; kendi koyu kanımın dolaşımını gördüm; aşkın
birleştiriciliğini ve ölümün değiştiriciliğini gördüm. Elif’’i
her noktadan ve her açıdan gördüm; Elif’de Dünya’yı ve
Dünya’da Elif’i gördüm; Kendi yüzümü ve kendi barsaklarımı gördüm; senin yüzünü
gördüm. Sersemledim ve ağladım. Çünkü, gözlerim herkesin adını bildiği ve
kimsenin bakamadığı o gizli ve ancak tahmin edilebilecek şeyi, o tasavvur
edilmez alemi görmüşlerdi...”
Hazreti
Muhammed’in bir hadisinde, “Bu Dünya’da uykudayız; ölünce uyanırız” demesi
gibi, Borges de içinde bulunduğumuz fiziksel evrende “rüyada” olduğumuzu
söylemiştir. M. Talbot’un, “Myscism and The New Physics” (Mistizm ve Yeni
Fizik) adlı kitabında (K133), Borges’le ilgili olarak
bu konuya değinilmiştir.
Borges, 1938
yılında geçirdiği ciddi bir rahatsızlık sonucu konuşma yeteneğini kaybeder.
Adını, “Abd-Al-Hack Borg” (Abdülhak Borg) olarak da
değiştiren Borges, Zig-Zag Grubu’ndaki çalışmaları
sonucunda, 1941 yılında, Zig-Zag Öğretisi koordinatörlüğüne
yükselir, “K. M. Allein” ismini devralır. Ancak, onun bu
konudaki çalışmaları Peron yönetimini rahatsız etmiş olmalı ki, 1946 yılında,
Buenos Aires kütüphanesindeki görevinden alınır. Peron Hükümeti’nin 1955
yılında devrilmesine kadar zor yıllar geçirir; bu arada kendini iyice
yayıncılığa verir. Aynı yıl, 1920’lerden beri azalmakta olan görme yeteneğini
de kaybeder. 1961 yılında, Uluslararası Yayıncılık Ödülü’nü, Samuel
Beckett’le birlikte paylaşarak alması, ününün Dünya çapında yayılmasına yol
açar.
Borges’in
bugüne kadar yayınlanmış bir çok öykü, deneme ve şiirinde, aslında Zig-Zag
Öğretisi’nin gerçekleri yansıtılmıştır. Ancak onun gizemli yazılarındaki
sembolizmin, çevirilerde, genellikle anlaşılamayarak tahrif edildiği ve gerçek
anlamından saptırıldığı görülmektedir. Bunun son örneği
Türkiye’de yaşanmıştır. Ülkemizde bir çok eseri çeşitli yayınevleri
tarafından yayınlanmış olan Borges’in çevirilerinin konunun
tam anlamını yansıttığı söylenemez.
Borges’in,
yukarıda belirttiğimiz “El Aleph” (Alef) in dışında, eserlerinden başlıcaları şunlardır: 1936
(ülkemizde 1990) yılında yayınlanan, “Historia de la Eternidad” (Sonsuzluğun Tarihi) (K24);
1962 (ülkemizde 1998) yılında yayınlanan, “Ficciones (The
Garden of Forking Paths)” (Ficciones: Hayaller ve Hikayeler:Yolları Çatallaşan Bahçe) (K26);
1968 yılında yayınlanan “L’ecriture de Dieu” (Düş Kaplanları) (K27); 1975 (ülkemizde 1999) yılında yayınlanan “El Libro de
Arena” (Kum Kitabı) (K28); 1980 (ülkemizde 1999) yılında yayınlanan “Siete Noches” (Yedi Gece) (K29).
Bu
eserlerden, “Sonsuzluğun Tarihi”nde, zaman ve sonsuzluk kavramları çok iyi
işlenmiştir. “Düş Kaplanları”nda, bir leoparın beneklerinden başlanarak evrenin tüm
yasaları birer birer anlatılmıştır. “Yolları Çatallanan Bahçe”deki temel
kavram, “zaman yolculuğu” ve “parelel evrenler”dir.
Şimdi bu eserin bazı bölümlerini Borges’in anlatımı ile sunuyoruz:
“… O
cümle dikkatimi çekmişti: “Yolları Çatallanan Bahçe’mi çeşitli
geleceklere (hepsine değil) bırakıyorum”. Daha ilk bakışta
anladım. Yolları Çatallanan Bahçe, o karmakarışık romandı. “Çeşitli
geleceklere (hepsine değil) sözü, çattallanmanın mekanda
değil, zamanda olduğunu düşündürüyordu. Eseri iyice okuyunca bu
kuramım doğrulandı. Bütün kurgusal eserlerde, kişi, birden fazla seçenekle
karşılaştığında, bir tekini seçer ve ötekilerden vazgeçer. Tsui Pen’in
kurgusal eserinde ise, yazar, ayni anda hepsini birden seçiyordu.
Yazar, böylelikle, kendileri de çoğalıp çatallanan çok sayıda gelecek,
çok sayıda da zaman yaratıyordu. Romandaki çelişkilerin açıklaması da
bu işte. Diyelim ki, Fang diye birinin bildiği bir sır var; bir yabancı çalıyor
kapısını; Fang bu adamı öldürebilir; bu adam Fang’ı öldürebilir; ikisi de kaçıp
kurtulabilirler; ikisi de ölebilir vs. Tsui Pen’in eserinde akla
gelebilecek bütün çözümler içerilmiş; her biri de başka çatallanmalar için
birer çıkış noktası. Bazen bu labirentin yolları kavuşur; örneğin siz bu eve
geldiniz; muhtemelen geçmişlerden birinde düşmanımsınız, bir başkasında dostum…
Yolları Çatallanan Bahçe, konusu zaman olan uçsuz
bucaksız bir bilmece. Yolları Çatallanan Bahçe, Tsiu Pen’in
algıladığı biçimiyle, evrenin belki tamam olmayan, ama doğru
bir görünümüdür. Newton’la Schopenhauer’in tersine,
atanız mutlak bir zamana inanmıyordu. Sonsuz zaman
dizilerine, gittikçe büyüyen, baş döndürücü bir hızla birbirlerine kavuşup
ayrılan parelel zamanların oluşturduğu bir ağa inanıyordu.
Yüzyıllar boyu birbirine yaklaşan, çatallanan, sekteye uğrayan, ya da birbirlerinden
habersiz zamanlardan örülen bu ağ, bütün
olasılıkları kucaklamaktadır. Biz bu zamanların bir çoğunda var
olmayız; ben olmam; ötekilerde ben var olurum, siz olmazsınız; başkalarında ne
siz, ne de ben var olmayız. Talihin yüzüme gülüp de sizi karşıma çıkardığı şu
içinde bulunduğumuz zamanda evime geldiniz; bir başkasında, bahçeden geçerken
cesedimi buldunuz; yine bir başka birinde, aynı sözleri söylüyorum ama, ben bir
aldatmaca, bir hayaletim. “Her birinde” dedim, sesimin titremesine engel
olamayarak, “Size teşekkür borçluyum ve Tsui Pen’in bahçesini eksiksiz bir
biçimde kurduğunuz için size büyük saygı duyuyorum”. “Hepsine değil” diye
mırıldandı gülümseyerek. “Zaman, sayısız geleceğe doğru hiç durmamacasına
çatallanıyor. Bunlardan birinde ben de sizin düşmanınızım”. Sözünü ettiğim
kıpırdaşma bir kere daha geçti içimden. Evi çevreleyen ıslak bahçe sonsuz sayıda
insanla dolup taşıyordu sanki. Bu kişiler Albert’le
bendik; başka zaman boyutlarında aldığımız türlü biçimlerde gizli
ve etkileyici idik. Gözlerimi kaldırdım; o zar inceliğindeki karabasan çözülüp
yok oldu…”
Din
ile bilimi birleştirip, hem bir İslam alimi ve hem de (Cantor ve Hilbert ile
birlikte) Dünya’nın sayılı üç sonsuz ötesi matematikçisinden
biri olan Jorge Luis Borges’in çalışmaları, F. Merrel’in, “Unthinking Thinking:
Jorge Luis Borges, Mathematics and New Physics” (Düşünülmeyen Düşünce:
Jorge Luis Borges, Matematiği ve Yeni Fizik) adlı
yayınında (K92) ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
“İç içe girmiş binlerce
nedenin sonsuz, aralıksız akışına kader” diyen Borges,
aynı zamanda çok iyi bir karadelik uzmanıdır. Ayrıca, Kur’an,
Tevrat ve İncil üzerinde yaptığı uzun
araştırmalarla Zig-Zag Öğretisi’ne büyük yararlar sağlamıştır. Bir
taraftan, Zig-Zag mensupları arasında, KMA olarak,
teori dağıtımında koordinatörlük görevini yerine getirirken, diğer
taraftan, seçme bilim adamlarına, “İslam’a Çağrı” mesajlarını
zamanında ve yerli yerinde göndererek İslamiyet’e yeni üyeler
kazandırmakta çok başarılı olmuştur. “C. M. Allein” adını,
İspanyolca “Carlos Miguel Allende” olarak da kullanan Borges,
1986 yılındaki ölümüne kadar bu ismi, Kozyrev’den sonra en
uzun süreli kullanan kişidir.
Cenevre’de
(Geneva’da) hayata gözlerini kapayan Borges’in naaşı, Aiberg’in israrla belirttiği
gibi: “Vasiyeti
üzerine, İstanbul’daki Aşiyan Kabristanı’nın “Bülbül
Tepesi”mevkiine (Tevfik Fikret’in kabrinin bulunduğu bölüme) sessizce defnedilmiştir”.
Bu
konuda Aiberg ile yaptığımız görüşmeyi ve “Jorge Luis Borges
Center for Studies and Documentation”den (Jorge Luis Borges Çalışma ve Dokümantasyon Merkezi’nden) aldığımız
yanıtı (E1) daha önce yayınlamıştık.
[2]
Kân: f. Bir şeyin menbaı.
Kuyu. Kaynak. Mâden ocağı. Bir keyfiyetin. (niteliğin) bol olarak
bulunduğu kimse.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar