Print Friendly and PDF

ESRÂR-I HODİ [Benliğin Sırları]- RUMUZU BÎHODÎ- “ Benlikden geçmenin remizleri „ESRAR VE RUMUZ

Bunlarada Bakarsınız



Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
(Kuddise sırruhu’s-sâmî) buyurdu ki;

Dün, Şeyh, elinde bir mum, şehri dolaşıyor ve diyordu:
“Artık hayvanattan canım sıkıldı; insan istiyorum.
Bu tembel, lâpacı yoldaşlardan bıktım, usandım.
Allah arslanı, efsane kahramanı Rüstem istiyorum.”
Dedim ki: “Biz aramışız ama bulunmuyor.”
Dedi: “Ben de bulunmayanı istiyorum.”

Muhammed İkbal diyor ki:
 Allah, bizi kaybetmiştir.
O bizi arıyor. O da bizim gibi muhtaçtır ve arzunun esiridir.
Bazen lâle yaprağı üzerine name yazıp bize gönderir.
Bazen kuşların sinesine girip feryat eder.
Bizim cemalimizi temaşa için nerkis üzerine oturup gözlerini yollara diker.
Gözleri o kadar cilvelidir ki bakışları adeta konuşur.
Bizim ayrılığımızdan dolayı ettiği feryat, çektiği ah içten, dıştan,
dört cihetin altından üstünden akisler yapar.
Şu topraktan yaradılanın cemalini görmek için çırpınıp durmaktadır.
Bu bakışa bahane de renk ve kokunun temaşasıdır.
Zerre zerre gizleniyor ve hâlâ tanınmış değildir.
 Mehtap gibi kasırların, sokakların aguşunda parlıyor.
Bizim toprak dünyamızda hayat cevheri kaybolmuştur.
Bu kaybolan cevher biz miyiz yoksa o mudur?
Sh:23
           Yine hakikatten bir kapı açayım; sana başka bir söz söyleyeyim:
           Madende kömür, elmasa dedi: “Ey zeval bulmamak tecellisine mazhar olan!
           Biz arkadaşız; nemiz varsa aynıdır. Cihanda varlığımızın aslı birdir.
           Ben, değersizliğimden madenimde ölüp gidiyorum. Sen padişahlar tacının üstüne çıkıp oturuyorsun.
           Benim toprak kadar bile kıymetim yok; çünkü mayam kötü. Sen, güzelliğinle aynaların kalbini hasetten parçalıyorsun.
           Benim karanlığım, buhurdanları aydınlatıyor. O halde benim mahiyetimin, cevherimin kemali küldür.
             Herkes beni tekme altında ezer, varlığımın metaını ateşe verir.
           Bende varlık namına ne var ki? Benim bu halime ağlamalı. Bilir misin benim varlığımın olup olacağı nedir?
             Boşlukta dalga dalga süzülen kıvılcımlı bir duman.
           Senin yüzün de, huyun da yıldızlar gibi. Her yanından ayrı bir güzellik fışkırıyor.
           Bazen bir kayserin göz nuru olursun; bazen bir hançer kabzasını süslersin?”
           Elmas, “Ey ince düşünen ve ince gören arkadaş!” dedi. “Kara toprak, pişip olgunlaşınca yüzükleri süsleyen mücevher olur.
             O kara toprak, etrafı ile mücadele ede ede pişer ve taş kesilir.
            Benim vücudum, bu pişkinlik neticesinde parıl parıl hale geldi. Sinemde ne tecelliler zuhur etti.
            Sen, ham kaldığın için böyle hor hakir oldun. Vücudun yumuşak olduğu için yandın.
             Korkma, gam çekme, vesveseli olma. Taş gibi pişkin ol, elmas ol.
             Ölesiye çalışan, güçlüklere saldıran insan, iki âlemi aydınlatır.
           Kabe’nin yanı başında görünen Hacer-i Esved’in aslı bir avuç topraktır.
            Halbuki onun mertebesi Tur’dan daha yüksek olmuştur. Siyah ve kırmızı derili insanlar, gelip onu öpüyorlar.
            Hayatın şerefi, sert ve mukavim olmaktadır. Acz, değersizlik, pişkin ve olgun olmamaktan ileri gelir.
Sh:54-55
Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî
(Kuddise sırruhu’s-sâmî) buyurdu ki;
Çalış, kendini kendinden geçmekte bul
Haydi çabuk ol, doğrusunu Allah bilir
**
           Meryem, yalnız İsa’nın anası olduğu için azizdir. Hazret-i Fâtıma ise üç cihetten azizdir.
           Âlemlere rahmet olan ve evvel ve ahir âleme gelen bütün insanların kendisine tâbi oldukları Hazret-i Muhammed’in gözünün nurudur.
           O Hazret-i Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem ki dünyanın bedenine yeni bir can verdi, yeni bir din yarattı.
           Sonra “Hel etâ”  tacını başına giymiş olan Hazret-i Ali’nin, o müşkülleri halleden Allah’ın arslanının zevcesidir.
           Hazret-i Ali öyle bir padişahtır ki sarayı bir kulübe, bütün malı mülkü bir kılıç ve bir zırhtan ibarettir.
           Sonra biri aşk pergârının merkezi, diğeri aşk kervanının başı olan iki kardeşin annesidir.
           Birisi (Hazret-i Haşan) Kâbe yatak odasının mumu, ümmetlerin hayırlısı olan İslâm cemiyetinin koruyucusudur.
           Tek, harp ve kin ateşi sönsün diye taca ve hakimiyet yüzüğüne tekme vurmuştur.
           Diğeri ise (Hazret-i Hüseyin), cihanın en iyi insanlarının efendisi, cihan hür ve asillerinin kolunun kuvvetidir.
           Hayat terennümündeki sûziş, Hazret-i Hüseyin’dendir. Hakk ehli hürriyeti Hüseyin’den öğrenmiştir.
           Oğulların ahlâk ve seciyesi, analarından gelir. Sadakat ve temizlik cevheri analardan gelir.
           Müslümanlık tarlasının mahsulü olan Hazret-i Fatıma, analara mükemmel bir örnektir.
         Bir muhtaç karşısında o kadar içi yanmıştı ki, çarşafını bir Yahudiye satarak o ihtiyacı karşılamıştı.
           Melek de, şeytan da onun emri altında idi. Her işte kendi arzusunu değil, zevcinin rızasını düşünür ve o yolda hareket ederdi.
           O sabırlı ve daima hakkın emri dahilinde onun rızasını elde etmeye çalışan Hazret-i Fâtıma, bir taraftan değirmen döndürürken bir taraftan Kur’an okurdu.
           Gözyaşları yastığa akmazdı. Namazın eteğine inciler saçardı.
           Cebrail, onun gözyaşını yerden toplayıp çiğ danesi gibi yüksek arşın üzerine serperdi.
           Ayağında zincir, hak dininin bağı idi. Hazret-i Muhammed’in fermanını muhafazadan başka bir şeyle mukayyet değildi.
           Yoksa onun türbesini tavaf eder mi idim, mezarının üzerinde secdelere kapanır mı idim.
           Ey örtüsü, bizim namusumuzun perdesi olan Müslüman kadın! Senin parıltın bizim fanusumuzun sermayesidir.
           Senin temiz yaradılışın; bize Hakk’ın bir rahmetidir. Dinin kuvveti, milletin temelidir.
           Çocuğumuz sütten kesilir kesilmez, ona evvelâ “Lâ ilâhe illallâlı’ı” sen öğrettin.
           Senin muhabbetin, bizim tavrımızı, fikrimizi, sözümüzü, işimizi tanzim eder.
           Senin bulutunda yerleşmiş olan bizim şimşeğimiz; dağlarda çaktı, sahralarda koştu.
           Ey hak dini nimetlerinin kendisine emanet edildiği İslâm kadını! Hak dininin yanan aşkı senin nefeslerindedir.
           Bugünkü devir, müraî; dışı süslü, içi çirkin ve hilekârdır. Onun kervanı, din malının yolunu vurur.
           Onun anlayışı kördür ve Allah’ı tanımaz. Ancak insaniyet vasfından tecerrüt edenler onun zincirine bağlanmışlardır.
           Gözü küstah ve pervasız bakar. Kirpiklerinin pençesi bir yakaladı mı bir daha bırakmaz.
           Ona avlanmış olan kendini hür sanır. Onun eliyle ölen kendini diri sanır.
           Cemiyetin fidanına su veren sensin. Milletin sermayesini muhafaza eden sensin.
           Ticaretinde kâr ve zarar düşünme, babalarının yolundan zinhar ayrılma.
           Hayat, felek çok haşin ve kudretlidir. Buna karşı daima uyanık olarak evlâtlarını yetiştir.
           Daha kanat açmayan bu çemen evlâdan, yuvalarından uzak düşmüşlerdir.
           Senin yaradılışının ulvî cazibeleri vardır. Âkilâne hareket et, Hazret-i Fâtıma, Müslüman kadını için bir örnektir. Ondan gözünü ayırma.
           Ta ki senin dalın da bir Hüseyin meyvesi versin; gülistan eski mevsimi getirsin.
Sh:50-51
Kaynak: MUHAMMED İKBAL, ESRÂR-I HODİ [Benliğin Sırları], RUMUZU BÎHODÎ- “ Benlikden geçmenin remizleri „ESRAR VE RUMUZ, hazırlayan: Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, Yenilik Basımevi, 1958, İstanbul

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar