Print Friendly and PDF

[FÜTÛHÂT-I MEKKİYYE'NİN] YETMİŞ ALTINCI KISMI

 




Rahman ve Rahim Olan Allah Teâlâ’nın Adıyla

(Hz. Nuh’un kalbi üzerindeki velîler)

Allah Teâlâ adamlarından bir kısmı ise Nuh (as.) kalbi üzerindeki kırk kişidir. Hiç bir dönemde bunların sayısı artıriaz ve eksilmez. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem bu gruptan söz ederken ümmetinden kırk kişinin Nuh’un kalbi üzerinde olduğunu söylemiştir. Nuh, ilk resuldür. Onun kalbi üzerinde bulunan adamların özelliği ise, kabzdır (daralma). Onlar, Nuh gibi ‘Rabbim! Beni, anne babamı ve evime mümin olarak girenleri bağışla. Zalimlere hareket imkânı bırakma’ diye dua eder. Bu adamların ma­kamı, din konusunda kıskançlık makamıdır. Söz konusu makam yük­selmenin güç olduğu bir makamdır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin güvenilir bir ri­vayette şöyle dediği sabittir. ‘Allah Teâlâ kıskançtır, kıskançlığı nedeniyle taş­kınlığı yasaklamıştır.’ Bu rivayetten taşkınlığın özü gereği taşlardık ol­duğu ortaya çıkar ve bu nedenle Şâri’ onu yasaklamıştır. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’e şöyle denildi: ‘De ki: Rabbim taşkınlıktan açık ye gizli olanları yasaklamıştır.’ Yani, bilinen ya da algıdan gizli olduğu için bildirilmediği sürece bilinmeyenleri yasaklamıştır.

Öyleyse Allah Teâlâ’nın kullarına yasakladığı her şey, taşkınlıktır. Yasak­lanan şey başka bir zamanda ya da başka bir şeriatte helal bırakılmış şey değildir. Bilgisi saklanmış taşkınlık budur. Söz gelişi helal bırakılmış şarap, yasaklanan ve içilmesi engellenen şarap değildir. Hükümlerin il­letleri bazen eşyanın hakikatleri olabilir. Kelam bilginleri bu konularda değişik görüşler ileri sürmüşlerdir. Keşfin verisi ise, iki mezhebi de onaylamaktır, çünkü keşf sahibi keşfini yaptığı mertebeye göre hüküm verir. Mertebe, keşf sahibine işin gerçekteki durumunu bildirir.

Bu nedenle gayret (kıskançlık ve hamiyet), yükselmesi güç hayret makamıdır. Özellikle de, Hakk kendisini Peygamberinin diliyle bu ma­kamla nitelemiştir. Gayret kalbin ve için özelliklerindendir. Gayret, kıskanılacak birisinin varlığını gerektirir. Gerçekte ise, varlıkları bakı­mından değil, sabitlikleri bakımından mümkünlerin hakikatlerinden başka kimse yoktur. Öyleyse gayret, mümkünlerin hakikatlerinin sabit­liğinden ortaya çıkar. Gayretin olmayışı ise, mümkünlerin hakikatleri­nin varlığından ortaya çıkar. Allah Teâlâ, mümkünlerin varlığını kabul etmesi bakımından kıskançtır. Bu nedenle taşkınlığın ‘gözüken ve gözükme­yenini yasaklamıştır.’ Halbuki ortada gözüken ve gözükmeyenden baş­ka bir şey yoktur. Gayret, bu bakımdan her şeye yayılmıştır. Sonra, gayret bütün canlıların yaratılışında bulunur ve etkisinin farkına varıl­maz. Akıl yönüyle kıskançlık duyan birisinin müşahedesi hakikatlerin sabit olmasıdır. Din bakımından kıskançlık duyan ise, dış varlığı gör­müş demektir. Bu kırk kişi bu makamın adamlarıdır.

Hz. Musa’nın sözleşme süresinin hakikati, bu adamlar nedeniyle kırk gün idi. Burada gece; gizli kalan, gündüz ise ortaya çıkan kısım içindir. Böylece Rabbinin sözleşme vakti kırk gece olarak tamamlandı. Sözleşme Rabbe izafe edilmiştir. Buradan ise Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin ‘Allah Teâlâ benden daha kıskançtır’ hadisinde Allah Teâlâ ismiyle Rab ismini kastettiğini anladık. Çünkü anlam bakımından herhangi bir sınırlama yapmaksızın Allah Teâlâ ismini kullanmak doğru değildir. Haller, halin gerektirdiği özel bir isimle, bu sınırsız kullanımı daraltır. Öyleyse Allah Teâlâ ismi, kendisiyle nitelenmiş olsa bile, kıskançlık er-Rab ismine aittir. Konuşma ve tecelli bu sürenin tamamlanmasından sonra gerçekleştiği için, bu kırk kişinin âlemde tamamlanmasıyla da makamı ‘Nuh’un babalığı’ makamı olan birisi (âlemde ortaya çıkar). Çünkü Nuh, daha önce belirtildiği gibi, ‘ikinci baba’dır. Bu kırk kişi içinde ayrışan her şey, Nuh Peygamberde toplanmıştı. Bu durum, üç yüz kişide ayrışan her şeyin Adem’de top­lanmasına benzer.

Halvete giren (erbainiyyat taifesi), bu kırk kişiye halvette miraçla­rına göre davranır, ona hiçbir şey eklemezler. Bu halveder, onlara göre, açılış halvederidir. Bu konuda Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden aktarılan bir hadisi kanıt olarak kullanırlar. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ‘Allah Teâlâ rızası için kırk sabah ihlâslı olan kimsenin kalbinden diline hikmet pınarları dökülür’ der. Ni­tekim tecelli esnasında karşılıklı konuşma da Rab ile kırk gün buluş­madan sonra gerçekleşmiştir.

Allah Teâlâ adamlarından bir kısmı ise, Halil İbrahim’in kalbi üzerinde bulunan yedi kişidir. Hiçbir dönemde sayıları artmaz ve eksilmez. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den gelen bir haberde buna işaret edilmiştir. Onlar, Hz. İbrahim gibi, ‘Rabbim! Bana hüküm ver, beni sâlih insanlara katm diye dua eder. Onların makamları, her türlü kuşku ve şüpheden uzaklaşır. Allah Teâlâ bu dünya hayatında onların gönüllerinden kini söküp atmıştır, insanları onların kötü zanlarından kurtarmıştır. Çünkü onların hiçbir kötü zanları yoktur, hatta zanları bile yoktur. Çünkü onlar doğru bilgi sahibidir. Zan -tercihte bulunacak şekildeherhangi bir konuda kesin bilgisi bulunmayan insandan çıkar. Onlar, sadece insanların görünüş­teki iyiliklerini bilir. Allah Teâlâ onlar ile insanların yaptıkları kötülükler ara­sına bir perde çekmiş, Allah Teâlâ ile kulları arasındaki gizli işlere muttali etmiştir. Allah Teâlâ, kullarına sayesinde kendilerini var ettiği merhametiyle bakar. Yaratıklarda bulunan her türlü iyilik de söz konusu merhametin bir parçasıdır. İşte onlar, Allah Teâlâ’nın kullarında bunu görür. Bir gün on­larla karşılaşmıştım, kendilerinden daha güzel bir hal (kimsede) gör­memiştim: Bilgin, bağışlayıcı, karşılıklı döşekler üzerinde doğruluğun kardeşleriydi hepsi. Kalplerinde ruhanî ve manevî cenneder bu dünya­ya getirilmiş gibiydi. Onlar, yaratıkları varlık olması yönünden -hükmün kendisine ilişmesi yönünden değilHakkın yönetişini görür­ler.

Allah Teâlâ adamlarından bir kısmı ise, Cebrail’in kalbi üzerinde bulu­nan beş kişidir, hiçbir dönemde sayıları artmaz ve eksilmez. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den aktarılan bir hadis konuyla ilgilidir. Onlar, bu yol mensup­larının hükümdarlarıdır. Onlar, Cebrail’in sahip olduğu güçler ölçü­sünde, bilgiye sahiptir. Bu güçler Cebrail’in kendisiye yükseldiği ve in­diği ‘kanatlar’ diye ifade edilir. Bu beş kişinin ilimleri, Cebral’in ma­kamını aşamaz. Cebrail gaybden onlara yardım eden kimsedir. Kıya­met günü diriliş yerinde de onunla beraber duracaklardır.

Allah Teâlâ adamlarından bir kısmı ise, Mikail’in kalbi üzerindeki üç ki­şidir. Onlar, mutlak iyilik, merhamet, sevgi ve ilgi sahibidir. Bu üç ki­şiye hakim özellik bast (açıklık), tebessüm, yumuşaklık, aşırı şefkat ve şefkati gerektiren müşahededir. Hiçbir dönemde sayıları artmaz ve ek­silmez. Onların ilimleri, MikaiPin sahip olduğu güçler ölçüsündedir.

Allah Teâlâ adamlarından birisi de, her dönemde İsrafil’in kalbi üzerin­dedir. Emir ve onun zıddı (yasaklama), bu kişiye aittir ve iki ucu da kendinde toplar. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemden bu konuda gelen bir rivayet var­dır. O adamın bilgisi İsrafil’in bilgisidir. Ebu Yezid el-Bestâmi, İsrafil kalbi üzerinde bulunan kişilerdendi. Peygamberlerden ise Hz. İsa, İsra­fil’in kalbi üzerindedir. İsa’nın kalbi üzerinde bulunan herkes, aynı za­manda İsrafil’in kalbi üzerindedir. Buna karşın İsrafil’in kalbi üzerinde bulunan herkes İsa’nın kalbi üzerende değildir. Şeyhlerimizden birisi Hz. İsa’nın kalbi üzerindeydi. O, büyüklerden birisiydi.

VASIL

Nefesler Âleminin Adamları (Ricâl)

Nefesler âleminin ricâline (adamlar) gelirsek, şimdi onları zikrede­ceğim! Onlar, Davud’un (as.) kalbi üzerindeki kimselerdir. Hiçbir dö­nemde sayıları artmaz ve eksilmez. Onları Davud’un kalbiyle ilişkilendirdik ve bazen bu nitelikle daha önce de bulunabilirler. Bununla kas­tedilen şudur: Onlarda tek tek ortaya çıkan hal, bilgi ve mertebelerin hepsi Davud’da toplanmıştı. Bütün bu âlemler ile karşılaştım, onlarla arkadaşlık yaptım, kendilerinden yararlandım. Onlar kendilerini aşma­dıkları bir takım mertebelerde artma ve eksilme kabul etmeyen sayılarla bulunurlar. Allah Teâlâ izin verirse, hepsini zikredeceğim!

Onlardan birisi de, gayb adamlarıdır (ricâlü’l-gayb). Onlar, on ki­şidir, sayıları artmaz ve eksilmez. Onlar, huşu (korku) sahibidir, dola­yısıyla sadece fısıltıyla konuşurlar. Bunun nedeni, bütün hallerinde Rahman’ın tecellisinin etkisi altında olmalarıdır. Allah Teâlâ şöyle bu­yurur: ‘Sesler Rahman karşısında susar, artık sadece fısıltıyla komşular.’’99

Bu kişiler, bilinmeyen-gizlilerdir. Hakk onları yerinde ve göğünde gizlemiştir. Dolayısıyla Haktan başkasıyla konuşmadıkları gibi O’ndan başkasını da görmezler. ‘Onlar, yeryüzünde vakarla yürür. Bilgisizler kendilerine hitap ettiğinde selam derler.’'00 Onların kapısı, hayâ duygusu­dur. Konuşurken sesini yükselten birini duyduklarında ürkerler ve şaşı­rırlar. Bunun nedeni, halin onları etkisi altına almış olmasıdır. Onlar, kendilerinde korku ve hayâ duygusunu meydana getiren tecellinin her­kesçe görüldüğünü zanneder. Onlar, Allah Teâlâ’nın kullarına Pey­gamberin yanındayken seslerini kısmalarını emrettiğini görürler. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: ‘Ey iman edenler! Sesinizi Peygamberin sesinden yük­seltmeyiniz. Onunla birbirinize konuştuğunuz gibi yüksek sesle konuşmayı­nız. Yoksa amelleriniz boşa gider.’10' Peygamber Allah Teâlâ’nın vahyini bildiren bir tebliğciyken o konuşurken onun sesinin karşısında seslerimizi yük­seltmemiz yasaldandı ve böyle bir davranışın amellerimizi geçersiz kıla­cağı bize bildirildi. Öyleyse Kur’an-ı Kerim’i dinlerken seslerimizi kıs­mamız daha da önemlidir. Allah Teâlâ şöyle der: ‘Kur’an-ı Kerim okunurken onu dinleyiniz, kulak veriniz, belki merhamete mazhar olursunuz.’102 İşte bu, gayb adamlarının makamı ve belirtmiş olduğumuz halleridir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin hadisi bu ölçüyle Kur'an-ı Kerim’den ayrıldığı gibi bizim sözlerimiz yine bu ölçüyle Peygamber’in sözlerinden farklılaşır.

Dini bir meselede verâ sahipleri bir tartışma yapabilir. Rakipler­den biri Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem’den bir hadis aktarır, dinleyen kişi ise, hadis aktarılırken sesini kısar. Allah Teâlâ karşısmda huzur sahibi olan verâ sahiple­rinin (kuşkululardan uzak duranlar) davranışı böyledir. Onlar, bilgiyi Allah Teâlâ rızası için ararlar. Bugün devrimizin âlimlerinde ise, ne bilgi var­dır ne utanma duygusu! Onlar, Allah Teâlâ’dan utanmadıkları gibi Allah Teâlâ’nın Peygamberinden de utanmazlar. Onlar, rakiplerinden bir ayet ya da hadis duyduklarında ona kulak vermez ve dinlemezler. Buna karşın, ayeti ya da hadisi okurken onlarm sözlerine müdahale ederler. Bu du­rum, onlarm bilgisizliğinden ve (şüphelilerden uzak durmak anlamın­daki) verâlarının azlığından kaynaklanır. Allah Teâlâ, öylelerinin davranışla­rından korusun!

Bilmelisin ki, ‘gayb adamları (ricâl)’ Allah Teâlâ ehlinin ıstılahında kul­lanılır ve bu terimle belirtmiş olduğumuz kimseleri kastederler. Onlar, bu tabakadır. Bazen bu terimi kullanır ve onunla insanların gözlerin­den gizlenmiş kimseleri kastederler. Bazen terimi cinlerden sâlih ve mümin bir grubu anlatmak için kullanırlar. Bazen herhangi bir bilgi ya da maddî rızık almayan, bilakis gaybden rızıklanan bir grubu belirtmek için bu terimi kullanırlar.

Onlardan bir grup da, on sekiz kişidir. Onlar, Allah Teâlâ’nın emriyle Allah Teâlâ’nın emrinden ortaya çıkarlar. Sayıları hiçbir dönemde artmaz ve ek­silmez. Onlar, Allah Teâlâ ile gözükür. Allah Teâlâ’nın haklarını yerine getirir, se­bepleri kabul ederler. Alışkanlıkları aşmak onlara göre alışkanlıktır. Okudukları ayet ‘Allah Teâlâ de, sonra onları bırak’'03 ve ‘Ben onları açikça da­vet ettim104 ayederidir. Şeyhimiz Ebu Medyen (ra.) onlardandı. Arka­daşlarına şöyle derdi: ‘Siz insanlara muvafakat gösteriniz. Onlar ise size muhalefet ederler. Siz onlara Allah Teâlâ’nın size verdiği görünür nimeti gös­teriniz.’ Görünür nimet ile alışkanlıkları aşmak kastedilir. ‘Ayrıca Bâtınî nimetleri de gösteriniz.’ Burada ise mârifetleri kastetmektedir. ‘Çünkü Allah Teâlâ şöyle der: ‘Rabbinin nimetine gelirsek, onu zikret.’'05 Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem ise şöyle der. ‘Nimetleri söylemek bir şükürdür.’ Şeyhimiz, bu ma­kam sahiplerinin diliyle şöyle derdi: ‘Doğru sözlüyseniz, Allah Teâlâ’dan başka­sma mı dua edersiniz. Bilakis sadece O’na dua edersiniz.’106

Velîlerden bu on sekiz kişi, Peygamber ve Resullerin derecelerindedir. Onlar, zâhirde ve bâtmda Allah Teâlâ’dan başkasını tanımaz.

Bu tabakaya zuhur (görünme) ismi tahsis edildi, çünkü onlar, şehadet âleminde zuhur etmişlerdir. Şehadet âleminde zuhur eden kimse ise, hiç kuşkusuz, bütün âlemlerde zuhur etmiş demektir. Bu nedenle onlar, başkalarına göre bu ismi almaya daha layıktır. Sehl b. Abdullah, ilk sınıfı teşkil eden ‘gayb adamları’ hakkında şöyle derdi: ‘Adam dediğin, yeryüzünün kör bir noktasında namaz kılıp namazın­dan ayrılırken kendisiyle beraber dağlar miktarınca meleklerin de ayrıl­dığı ve bunu gören kimsedir.’ Sehl b. Abdullah’tan bu öyküyü anlatan kişiye şöyle dedim: ‘Adam dediğin, yeryüzünün bir noktasında tek ba­şına namaz kılan namazındaki haliyle ondan ayrılan ve onunla birlikte meleklerden hiç birinin ayrılmadığı kimsedir. Çünkü melekler onun nereye gittiğini bilemez.’ Bunlar, bize göre, gerçekte gayb adamlarıdır, çünkü onlar O’nun nezdinde kaybolmuştur. Binaenaleyh gayb adamla­rı zuhurda iki kısımdır: Bir kısmı yüce ruhlardan gizlenen adamlardır. Onlar, herhangi bir yaratılmışa değil, sadece Allah Teâlâ’ya gözükür, ikinci kı­sım ise, şehadet âleminden gizlenip yüksek âlemde görünenlerdir. Öy­leyse gayb adamları da, zuhur ehlidir, fakat şehadet âleminde değil!

Bilmelisin ki, Allah Teâlâ’nın emriyle zuhur eden kimseler varlıklarda Allah Teâlâ’dan başkasını görmez. Onlara göre var olan şeyler, Hakkın mazharlarıdır. Onlar, açık ve alenî kimselerdir. Her tabaka kendi makamına âşıktır ve onu savunur. Bu nedenle makamlar içinde kendi makamının konumunu bilemez ki, ondan ayrılabilesin. Ona kendisinden ayrılan bir yabancı gibi baktığında ise, onu tanıyabilir. Söz konusu makama girmezden önce ise, onu kabaca tanır ve yüce mertebesini görür. Ma­kama girdiğinde ise, bu giriş tadarak ve ‘içerek’ gerçekleşir. Böylece söz konusu makamda bulunmak, temyizi perdeler. Girdiği makamdan bir yükseğine çıktığında ise, ‘zevk’ten ona bakar ve makamlar, mertebeleri arasmda kendi makamının kadrini öğrenir. Bu durumda ise, bu şahsın makam hakkında söylediği söz kabul edilir, çünkü o tecrübeyle konuş­tuğu gibi makamı görmesi de ayıkken gerçekleşmiştir. Onun bu ma­kam hakkındaki tanıklığı geçerlidir. Nitekim biz Şibli’nin, Hallaç hakkındaki tanıklığını ve yargısını da kabul ederiz. Halbuki Hallac’ın ken­disi ya da Şibli hakkında söylediğini ise kabul etmeyiz. Çünkü Hallaç sarhoş, Şibli ayık idi.

Onlardan bir grup ise, ‘ilahi gücün adamları’ denilen sekiz kişidir. Onların Allah Teâlâ’nın Kitabından ayetleri ‘Kâfirlere karşı şiddetlidirler'’'07 aye­tidir. İlahi isimleri ise, ‘Zü’l-kuvveti’l-metin (güç ve metanet sahibi)’ ismidir. Onlar, mahiyeti bakımından varlığı zorunlu zât hakkında bi­linmesi gereken bilgi ile ilah olması bakımından bilinmesi gereken bil­giyi birleştirmişlerdir. Onlarm bilgilerdeki önceliği, pek yücedir. ‘Hiç­bir kınayıcının kınaması Allah Teâlâ yolunda onları alıkoymaz.’ Onlar, kahır ricali (adamları) diye de isimlendirilebilir. Nefslerdeki himmeder onla­ra aittir ve bu özellikle isimlendirilirler. Fas şehrinde adı Ebu Abdullah ed-Dekkâk olan onlardan bir adam vardı ve şöyle derdi: ‘Kimseden gizlenmediğim gibi benim yanımda da kimse gizlenmemiştir.’ Ben de Endülüs şehirlerinde onlarm bir kısmıyla karşılaştım. Garip bir etkileri vardı ve her mana da gariptir. Şeyhlerimin bir kısmı onlardandı.

Bu özellikteki insanlardan beş kişi, her zamanda bulunur, sayıları artmaz ve eksilmez. Onlar, güç bakımından bu sekiz kişinin kademi üzerindedir. Fakat onlarda sekiz kişiye ait olmayan bir yumuşaklık var­dır. Onlar, bu makamda Peygamberlerin kademi üzerindedir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: ‘Onlara yumuşak söz söyleyiniz.’108 Başka bir ayette ise ‘Allah Teâlâ’nın rahmetiyle onlara yumuşak davrandım’'09 buyurur. Bu insan­lar, güçlü olmak gereken yerlerde sekiz ricâlin gücüne sahiptirler. On­lar, belirttiğimiz yumuşaklık özelliğine sahip olmakla o ricalden ayrışır­lar. Onlarm bir kısmıyla karşılaştık ye kendilerinden yararlandık.

Onlardan birisi de, on beş kişidir. Onlar, ilahi sevgi ve yumuşaklı­ğın sahipleridir. Allah Teâlâ’nın kitabından ayederi Süleyman'ın rüzgârını dile getiren ayettir. ‘Onun emriyle akar.’ Onlar, mümin olsun kâfir olsun, Allah Teâlâ’nın kullarına karşı şefkat sahibidir. Onlar, yaratıklara varlık ve cömerdik gözüyle bakar, hüküm ve yargı gözüyle değil! Allah Teâlâ, onlardan hiçbirisine yönetme ve yargı gibi dünyevi bir idare görevi vermez. Çünkü onlarm tecrübe ve makamları, yaratıkların işini yerine getirmeyi kaldırmaz. Öyleyse onlar, mutlak rahmette Hakk ile beraberdir. Allah Teâlâ, bu rahmet hakkmda şöyle der: ‘Rahmetim her şeyi kuşattı.’110

Onlardan bir grup ile karşılaştım ve bu ‘kadem’ üzerinde kendile­riyle yürüdüm. Daha sonra onlardan ayrılıp zikrettiğim beş kişiye ulaş­tım. O beş kişinin makamı, kuvvet ile yumuşaklık arasındadır. Böylece onlar, iki ucu birleştirdiği gibi bağlama vasıtası haline gelmişlerdir. Onlar, dünyevi yönetimi üsdenebilecek gruptur. Bu iki grup -güç ricâli ve yumuşaklık ricâliise kulların işlerini hiçbir zaman yönetmez, onlar­dan hiçbirisi adına bir görev üsdenmezler.

Onlardan bir grup, her dönemde dört kişidir, sayıları artmaz ve eksilmez. Allah Teâlâ’nın kitabından ayederi ‘Allah Teâlâ gökleri ve yeri yaratandır, emir onlarm arasında iner'"" ayetidir. Mülk suresindeki ayederi ise ‘Yeri, göğü yaratmıştır, Rahman’ın yarattığında çelişki göremezsin.’112 Onlar, heybet ve celal ricâlidir.

Sanki bir kuş var başlarında

Zulüm korkusu değil, saygı korkusudur bu

Onlar, Direkler’e (Evtâd) yardım edenlerdir. Hallerine baskın olan şey, ruhanîliktir, kalpleri semavidir, yeryüzünde bilinmezler, gökte ise tanınırlar.

Bu dört kişiden birisi Allah Teâlâ’nın ‘Sura üflenir, yerlerde ve gök­lerde bulunan herkes bayılır, onun dilediği müstesna’"3 ayetinde istisna ettiklerindendir. İkincisi ise, sonsuz hakkmda bilgi sahibidir. Bu, yüce bir makamdır. Söz konusu kişi, bütünde ayrınüyı bilir. Bize göre ise, onun bilgisinde bir bütünlük yoktur. Üçüncüsü ise, yaratmada eddn himmet sahibidir, fakat ondan hiçbir şey meydana gelmez. Dördüncü­den ise, şeyler meydana gelir. Fakat onun bu şeyler hakkında bir irade­si olmadığı gibi onlarla ilgili bir himmeti de yoktur. En üst âlem, onun himmetliğinin mertebesine uygundur.

Onlardan birisi, Hz. Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellem’in kalbi üzerindedir. Diğeri Şuayb’ın, üçüncüsü Sâlih’in (as.), dördüncüsü ise Hud’un kalbi üze­rindedir. Onlardan birisine Yüce Topluluktan Azrail bakarken, diğeri­ne Cebrail, diğerine Mikail diğerine ise İsrafil bakar. Onlardan birisi, Allah Teâlâ’ya Amâ’nın kendisiyle ilişkisi bakımından ibadet ederken İkincisi Arş’ın kendisiyle ilişkisi bakımından ibadet eder. Üçüncüsü göğün, dördüncüsü ise yeryüzünün kendisiyle ilişkisi bakımından Allah Teâlâ’ya iba­det eder. Bu dört kişide bütün âlemin ibadederi toplanmıştır. Onlarm işleri tuhaf, durumları gariptir. Karşılaştıklarım içerisinde onlar gibisi yoktu. Onlarla Dımeşk şehrinde karşılaştım ve söz konusu kişiler ol­duklarını anladım. Daha önce Endülüs şehirlerinde de görmüştüm ve benimle biraraya gelmişlerdi. Fakat onlarm bu makama sahip oldukla­rını bilmiyordum, aksine onlar -bana göreAllah Teâlâ’nın kullarından idiler. Bunun üzerine, onlarm makamlarını bildirdiği ve hallerini öğrettiği için Allah Teâlâ’ya şükrettim.

Allah Teâlâ adamlarından bir grup, her dönemde yirmi dört kişidir. Bunlar ‘feth ricâli (açma adamları)’ diye isimlendirilir. Sayıları artmaz ve eksilmez. Allah Teâlâ, kendi ehlinin kalplerine açacağı mârifet ve sırları bu insanlar vasıtasıyla açar. Allah Teâlâ onlarm sayısmı saaderin sayısınca yap­mıştır. Her saatte onlardan bir adam vardır. Gece ya da gündüzün bir saatinde bilgi ya da mârifetlerle ilgili bir husus bir kimseye açılırsa, o bilgi o saatin adamına aittir. Onlar, yeryüzünde dağmık dağınık bulu­nur, hiçbir zaman biraraya gelmezler. Onlardan her biri kendi yerinde bulunur ve orayı terketmez. Yemen’de iki kişi, doğu şehirlerinde dört kişi, Mağrib’de altı kişi vardır. Diğerleri ise, başka bölgelerdediı. Onla­rın Allah Teâlâ’nın kitabından olan ayederi ‘Allah Teâlâ insanlara bir rahmet açtığın­da, onu kimse engelleyemezm ayetidir. Daha önce zikrettiğimiz dört ki­şinin ayeti ise, bu ayetin kalan kısmıdır: ‘Bir şeyi tutarsa artık onu gön­derecek hiç kimse yoktur. Allah Teâlâ aziz ve hakimdir.’ 115 Bununla beraber bu kişilerin kademi ‘Allah Teâlâ yedi göğü yarattı’"6 ayetindedir.

Onlardan bir grup, yedi kişidir. Bunlara ‘yüksek adamlar’ denilir, hiçbir dönemde sayıları artmaz ve eksilmez. Onlar, yüksek miraçların adamlarıdır. Her nefeste onların bir miracı vardır. Onlar nefesler âle­minin en üstünleridir. Allah Teâlâ’nın kitabından ayederi ‘Siz üstün olanlarsı­nız’"7 ve ‘Allah Teâlâ sizinle beraberdirU8 ayetidir. Tasavvuf ehlinden bazı in­sanlar, sayıları yedi olduğu için bu kişilerin Bedeller (Ebdâl) olduğunu zannetmiştir. Nitekim bazı kimseler de Bedelleri kırk saymış ve sayıları kırk olan Recebîleri Bedeller zannetmiştir. Bazı kimseler ise, onların yedi kişi olduğunu söylemiştir. Bunun nedeni, Allah Teâlâ’dan bu konuda herhangi bir bildirimin gelmemiş ve her dönemde Allah Teâlâ’nın seçilmiş kulları hakkında bir sayının belirtilmemiş olmasıdır. Söz konusu kişiler her dönemde Allah Teâlâ’ya ait seçilmiş kullardır ve Allah Teâlâ onlar vasıtasıyla âlemi korur. Bazı insanlar, sayıları şu kadar olan adamlar bulunduğunu duyduğu gibi her dönemde mensupları için belli bir saymın bulunma­dığı sayıları artan ve eksilen bir takım korunmuş mertebeler olduğunu da duyarlar. Bunlara örnek olarak Ferderi, Su adamlarını, Eminleri, Sevenleri, Dosdarı, Allah Teâlâ ehlini, Sezgi sahiplerini, Sohbet adamlarını, Seçkinleri -ki bu adamlar seçilmişlerdirverebiliriz. Bu mertebelerden her biri, her zamanda bir takım adamlarla korunmuştur. Şu var ki on­lar, belirttiklerimiz gibi özel bir sayıyla sınırlı değildir. Sayı adamlarım tamamladıktan sonra, bu mertebeleri ve adamlarının özelliklerini zik­redeceğiz.

Biz onlardan bir grup ile karşılaştık ve hallerini gördük. Bu yedi kişi, urûc (miraç, yükseliş) sahipleridir. Onlar, daha önce de söyledi­ğimiz gibi, Allah Teâlâ’dan özel bir mertebe edinmek için özel bir miraç ya­parlar. Bu insanlar, özellikle yükselen nefes ile beraberdir. Allah Teâlâ’nın bazı adamları vardır ki, onlar hayat ve gıdalarının kendisiyle gerçekleştiği Rahmani nefes sahibidir. Onlar, yirmi bir kişidir.

Onlardan bir grup yirmi bir kişidir. Bu insanlar alt ve aşağının adamlarıdır. Onlar, Allah Teâlâ’dan telakki ettikleri bir nefes sahibidirler ve kendilerinden çıkan nefes hakkında bir bilgileri yoktur. Bu insanlar hiçbir dönemde sayıları artmayacak ve eksilmeyecek şekilde bu sayıda­dır. Allah Teâlâ’nın kitabından ayederi ‘Sonra onu aşağıların aşağısına indir­dik’"9 ayetidir. Doğa âlemi kastedilmektedir, çünkü ondan daha aşağısı yoktur. Allah Teâlâ, doğa âlemi kendisiyle hayat bulsun diye, insanı ona in­dirmiştir. Çünkü doğa asıl bakımından ölüdür. Allah Teâlâ ise, kendisine gönderdiği bu Rahmani nefes vasıtasıyla ona hayat vermiştir. Bu saye­de hayat, bütün varlığa yayılır. Çünkü Allah Teâlâ’dan başka her şeyin yaratı­lış amacı, Allah Teâlâ’ya ibadettir. Öyleyse her şeyin varlık bakımından diri hüküm bakımından ise ölü olması kaçınılmazdır. Allah Teâlâ’nın dışındaki her şey, hayat ve ölümü biraraya getirir. Bu nedenle Allah Teâlâ ‘insan kendisini daha önce yarattığımızı hatırlamaz mı?’120 diye hitap etmiştir. Burada Allah Teâlâ, şeylik halinde onunla beraber olduğun gibi, bu şeylik yokken de onunla beraber olduğunu ifade eder. Bu nedenle ‘varlık bakımındın di­ri, hüküm bakımından ölüdür’ dedik. Bu adamlar, her nefesle birlikte Allah Teâlâ’nın katından gelen şeylere bakarlar. Onlar, sürekli huzur sahipleri­dir.

Onlardan bir grup ise üç kişidir. Onlar, her dönemde sayıları art­maz ve eksilmez bir şekilde, ilahi ve kevnî yardımın adamlarıdır. Onlar, Allah Teâlâ’dan yardım ister ve yaratıklara yardım eder. Fakat bunu lütuf, yumuşaklık ve rahmet ile yaparlar, yoksa başa kakma, şiddet ve zorla­mayla yapmazlar. Onlar, kendisinden istifade etmek üzere, Allah Teâlâa yö­nelir, yarar vermek üzere âleme yönelirler. Onların içinde bir takım kadınlar ve erkelder vardır. Allah Teâlâ, onları insanların ihtiyaçlarını karşı­lamak ve Allah Teâlâ kalında -başkasının katında değilonları yerine getir­meye koşmak için ehil yapmıştır. Bu insanlar üç kişidir. Bir tanesiyle İşbiliyye’de karşılaşmıştım. O, karşılaştıklarımdan en büyükleriydi. Adı Musa b. İmrân’dı ve vaktinin efendisiydi ve üç kişiden biriydi. Allah Teâlâ’nın yarattıklarından hiçbir şey istememişti. Bir rivayette Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellemin şöyle söylediği zikredilir. ‘Bana bir konuda söz verene cenneti vaad ederim: Kimseden bir şey istememek.’ Osman b. Afvan’ın kölesi Ebban bu hadisi benimsemiş ve ona göre hareket etmişti. Bineğinin üzerindeyken elinden kırbacı düşse, kimseden kırbacını kendisine ver­mesini istemezdi. Bineğini çökertir, yere iner ve kırbacını alırdı.

Bu insanların özelliği şudur: Allah Teâlâ’nın yaratıklarına bir şey verdikle­rinde, kendilerinde lütuf, güzellik görülür. Öyle ki, insanlardan bir şey alanın kendileri ve insanların onların üzerinde bir Hakk sahibi olduğu zannedilir. İnsanlara bu gruptan daha güzel davrananını görmedim. Bu üç kişiden birisi, sürekli ve kesintisiz bir şekilde, fetih halindedir. O makamdan makama geçmeyecek şekilde tek bir kadem üzerindedir: Allah Teâlâ ile durur, yaratıklarında Allah Teâlâ’nın emrini yerine getirir. Onun düstu­ru ‘Allah Teâlâ’dan başka ilah yoktur. O Hay ve Kayyum’dur’ ilkesidir. İkin­cisi ise melekût âleminin sahibidir: Meleklerle oturur, makam ve halleri değişir. Alemin her bir sürerinde ortaya çıkar, dilerse ruhanileşir. Buna örnek olarak Kadîbü’l-Bân’ı verebiliriz. Üçüncüsü ise, mülk âleminin sahibidir: insanlarla oturur ve yumuşak bir üsluba sahiptir. Onun ma­kamları da değişir. Bu kişi, insanlara, yani hayvani nefslere yardım eder. İkincisi ise meleklere yardım ederdi. Onların işleri tuhaf, anlamla­rı latiftir.

Onlardan bir grup, üç kişidir. Hiçbir dönemde sayıları artmaz ve eksilmez. Onlar, ilahi ve Rahmani kimselerdir. Bazı hallerinde Bedelle­re benzeseler bile onlardan değillerdir. Allah Teâlâ’nın kitabından ayetleri ‘Ka­be’de onların duaları sadece alkıştır’12' ayetidir. Allah Teâlâ’nın kelamı hakkında iki inanç arasında garip bir inançları vardır. Onlar, ilahi vahyin ehlidir. Onu kaya taş üstündeki bir ses gibi veya çan sesi gibi duyarlar. Bu grubun makamı budur.

Onların bu konudaki anlayışları hakkında herhangi bir bilgim yok­tur. Çünkü onların durumları hakkmda herhangi bir şey öğreneme­dim: Acaba Allah Teâlâ vahyi söylediğinde bu çan sesinde onlara anlama gü­cünü kendilerinden mi vermişti? Yoksa çan sesinin getirdiği bilgileri anlamada başkalarına mı muhtaçtılar? Nitekim bazı insanlar hakkında şöyle denilmiştir: ‘Kalplerinden korku gidince ‘Rabbiniz ne demişti?’ der­ler? Onlar ‘gerçeği’ diye cevap verir.’122 Böylece bayıldıktan sonra (söyle­nen şeyi) anlarlar. Çünkü Allah Teâlâ vahyi konuştuğunda, sanki, o melekleri bayıltan bir çan sesi gibidir. Ayıldıklarında ise -ki bu kalplerinden kor­ku gidince sözüdürşöyle derler: Rabbiniz ne demişti? Bu üç kişinin durumunu bilemiyorum: Acaba onlar Hakkın kelamını duymada bu konumda mı idiler? Yoksa Peygambere verildiği gibi onlara da anlayış mı verilmişti? Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: ‘Bazen vahiy bana zil sesi gibi gelir ki bu bana çok ağır gelir. Sonra ses kesilir ve vahyedileni anlarım.’ Allah Teâlâ onların bu konudaki durumunu en iyi bi­lendir! Kimse bana onların durumu hakkmda bilgi vermediği gibi bu konuda onlara soru sordum, fakat hiçbiri bana bir şey söylemedi. Allah Teâlâ katından da onların durumu hakkmda bir bilgi edinemedim.

Onlardan birisi de tek bir adamdır. Bazen kadın da olabilir. Onun ayeti ‘O kulları üzerinde hüküm sahibidir123 ayetidir. Allah Teâlâ’dan başka her şeye onun yetkisi uzanır. Cesurdur, atılgandır, iddia sahibidir, doğruyu söyler, adaletle hüküm verir. Bu makam sahibi, şeyhimiz Bağdatlı Abdülkadir el-Cîlî idi. O, yaratıklar üzerinde hakkıyla otorite ve etki sahibiydi. Onun işi büyük, haberleri meşhurdu. Kendisiyle karşılaşma­dım, fakat bu makamda bulunan zamanımızın sahibiyle karşılaştım. Abdülkadir, benim karşılaştığım şahıstan bazı konularda daha yetkin idi. Fakat diğeri vefat etmişti. Kendisinden sonra o makamı günümüz­de üsdenen kişiyi bilmiyorum.

Onlardan bir kişi de, tek bir adamdır. Bu kişi, bileşiktir, karışıktır. Makamında kendisinden başkası bulunmaz ve İsa’ya (as.) benzer. O, ruh ve beşer arasında doğmuştur. Belli bir babası yoktur. Nitekim Belkıs’ın da cin ve insanlar arasında doğduğu anlatılır. Bu kişi, iki farklı cinsten oluşmuştur ve bu nedenle bir berzah adamıdır. Allah Teâlâ berzah âlemini sürekli onunla korur. Öyleyse hiç bir dönem böyle bir adam­dan yoksun değildir. Onun doğumu bu nitelikte gerçekleşmiştir. Bu kişi, doğa bilimcilerinin görüşlerine aykırı olarak, annesinin suyundan yaratılmıştır. Doğa bilimcilerine göre ise kadının suyundan çocuk doğmaz. Halbuki ‘Allah Teâlâ her şeye kadirdir.’

Onlardan birisi de tek bir adamdır -bazen kadındır. O, bütün âlemlere uzayan ince bağlara sahiptir. Bu kişi, makamı bilinmeyen ve her dönemde tek kişi olan biridir. Onun halini bilen bazı tasavvuf ehli, kendisini Kutup ile karıştırarak, Kutup olduğunu zannetmişlerdir, hal­buki kutup değildir.

Onlardan birisi de, bir kişidir ve makamıyla isimlendirilir. Onun adı, Sakıt er-Refref b. Sâkıt el-Arş’tır. Konya’da kendisini gördüm. Onun Allah Teâlâ’nın kitabından ayeti ‘Battığında yıldıza yemin olsun hi’124 aye­tidir. O halini aşamaz, sürekli kendisi ve Rabbiyle meşguldür. İşi bü­yük, hali yücedir. Onun görmek, kendisini göreni etkiler. Onda kırıklık vardır, ben de kendisini kırık ve zelil bir halde gördüm, durumu beni şaşırttı. Mârifetler hakkında konuşurdu ve çok hayâ sahibiydi.

Onlardan birisi de, iki adamdır. Kendilerine ‘Allah Teâlâ ile zengin adamlar’ denilir. Onlar, her dönemde nefesler âlemindendir. Onların ayetleri ‘Allah Teâlâ âlemlerden müstağnidir”2* ayetidir. Allah Teâlâ, onlar vasıtasıyla bu makamı korur. Birisi diğerinden daha kâmildir. Birisi kendisine izâfe edilirken -ki o düşük mertebede olandırdiğeri Allah Teâlâ’ya izâfe edi­lir. Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve sellem, bu makam sahibi hakkında ‘zenginlik mal çokluğu değil, gönül zenginliğidir’ buyurmuştur.

Bu makamın iki adamı vardır. Alemde gönül zenginleri bulunsa bile onların zenginliğinde kuşku vardır. Bu nedenle zamanda saf zen­ginlik bu iki adama özgüdür. Onların sonları başlarında ortaya çıktığı gibi başlangıçları da sonlarında ortaya çıkar. Onlardan birisi şehadet âlemine yardım eder. Bu bakımdan şehadet âlemindeki her zengin (zenginliğini) bu adamdan alır. Diğeri ise, melekût âlemine yardım eder. Öyleyse melekût âleminde Allah Teâlâ ile zenginleşen herkes, bu adamdan yardım alır. Bu iki adamın kendisinden yardım aldığı kimse ise, Hakk ile özdeşleşmiş (tahakkuk) ulvî bir ruhtur. Onun zenginliği, Allah Teâlâ’dır, yoksa Allah Teâlâ ile zengin değildir. Zenginliği o ikisine izâfe et­tiysek de, zenginlik adamları üç kişidir. Onlarm beşerilik yönüne bakı­lırsa, zenginlik adamları iki kişi olur. Bazen bu adamlar kadın da olabi­lir. Öyleyse nefs ile zengin olan, Allah Teâlâ ile zengin olan ve zenginliği Allah Teâlâ olan kimselerden söz etmekteyiz. Biz bu üç adamın tanınması hak­kında ilginç bir risale yazmıştık.

Onlardan birisi de, tek bir şahıstır. Bu şahıs, her nefeste farklı hal­lere girer ve Rabbi hakkındaki bilgisiyle Rabbinin zâtı hakkındaki bil­gisi arasında her nefeste bıkmadan usanmadan farklı hallere girer. Onu tek bir menzilde görmek, neredeyse mümkün değildir. Adamlar içinde (ricâl) hal bakımından ondan daha garibi yoktur. Allah Teâlâ’yı bilenler içeri­sinde bu makam sahibinden daha büyük bilgi sahibi de yoktur. Allah Teâlâ’dan korkar ve O’ndan sakınır. Onu tanıdım ve gördüm, bana bilgi verdi. Allah Teâlâ’nın kitabından onun ayeti, ‘O'nun benzeri bir şey yoktur, O işitendir, görendir126 ile ‘Sonra sizi bir daha onlara üstün kıldık127 ayederidir. Onun eklemleri Allah Teâlâ korkusundan sürekli titrer. Ben onu böyle gördüm!

Onlardan birisi de, ‘tahkim ve ilave bilgiler’ adamlarıdır. Onlar, her dönemde sayıları artmadan ve eksilmeden on kişidir. Makamları ‘duada naz’ diliyle seçilmişliği izhardır. Halleri gaybe imanın artması ve bu gaybm öğrenilmesinde bilginin artışıdır. Artık onlar için gayb (bi­linmez) kalmaz.

Her gayb onlar için şehadet Her hal onlar için ibadet

Bir gayb onlar adına şehadet haline geldiğinde, başka gaybe iman­ları ve onu öğrenmeye olan inançları artar. Allah Teâlâ’nın kitabından ayederi ‘De ki Rabbim bilgimi artır128 ayetidir. Başka bir ayet ise ‘İmanlarıyla be­raber imanları artar’129, ‘Onlar müjdelenmiş bir halde imanları artar130 ayetleridir. Müjdelenmenin konusu, imandaki artıştır. Allah Teâlâ baş­ka bir ayette ‘Kullarım beni sana sorduklarında, ben onlara yakınım, bana dua ettiklerinde dua edene karşılık veririm131 buyurur.

Onlardan birisi de on iki kişidir. Onlar, Büdelâdır, Ebdâl (Bedel­ler) değillerdir!132 Her dönemde sayıları artmaz ve eksilmez. Büdelâ di­ye isimlendirilmişlerdir, çünkü onlardan birisi bulunmadığında diğeri onun yerini alır ve hepsi birden onun yerine getirdiği işi yapar. Böylece her biri hepsinin aynı sayılır.

Allah Teâlâ hakkında yadırganacak iş değildir Alemi tek bir şeyde toplamak.

Bu kişilerin durumları isim bakımından Bedellerle karışık görünür. Aynı zamanda sayı bakımından da Nakîbler (Nükebâ) ile benzeşirler. Allah Teâlâ’nın kitabından ayetleri Belkıs’ın ‘Sanki odur133 sözüdür. Burada Belkıs tahtından söz etmektedir. Belkıs’ın gördüğü, kendi tahtı idi, halbuki onda kuşkuya kapılması kendiliğindendi. Yoksa görülen taht kendi tahtıydı. Alışılagelmiş mesafenin uzaklığı, Belkıs’ı kuşkuya dü­şürmüştü. Zaten bu yolda insanların bir gurubu, alışkanlıklar nedeniyle sapmıştır.

Onlardan bir grup ise, arzu adamlarıdır. Sayıları beştir ve sıkıntı sahipleridir. Onlarm durumunu betimleyen bir kişi şöyle demiştir:

Gecemin uzayıp uzamayacağını bilmiyorum Uyumayan kişi bunu nasıl bilebilir ki?

Arzular, müşahede içinde onları huzursuz eder. Onlar, Allah Teâlâ ehli­nin hükümdarlarından ve beş vakit namaz adamlarıdır. Onlardan her biri, farzların hakikatine tahsis edilmiştir. Hz Peygamberin ‘Göz aydın­lığım namazdadır’ hadisi, bu anlama ve bu makama yorumlanır. Allah Teâlâ âlemin varlığını onlarla korur. Allah Teâlâ’nın kitabından ayederi ‘Namazları özellikle orta namazı koruyunuz134 ayetidir. Onlar, gece ve gündüz na­mazdan bıkmaz. Sâlih el-Beriri onlardandı. Kendisiyle karşılaştım, ölünceye kadar arkadaşlık ettim ve kendisinden yararlandım. Faslı Ebu Abdullah el-Mehdevi de onlardandı. Onunla da arkadaşlık ettim. Keşf sahiplerinden bazıları, her namazın onlar adına cesedendiğini zannet­miştir. Halbuki onlar, somut şeyler değildir ve iş öyle değildir.

Onlardan birisi de her dönemde sayıları artmadan ve eksilmeden, altı kişidir. Harun er-Reşid’in oğlu es-Sebti onlardandı. 599 yılında Cuma namazından sonra tavaf ederken kendisiyle karşılaştım. O da, Kâbe’yi tavaf ediyordu, tavaf yaparken kendisine soru sordum. Onun ruhu tavaf esnasında duyusal bir şekilde benim için cesedendi. Bu du­rum, Cebrail’in bir bedevi sürerinde cesedenmesine benziyordu. Bu altı adamı tanıdığımda, daha önce altı adam olduğunu bilmiyordum. Ya­kın zamanda bana onlar tanıtıldığında, makamlarının mahiyetini de bilmiyordum. Bundan sonra, onların altı gün adamları olduğunu anla­dım. Bu altı gün kendisinde Allah Teâlâ’nın âlemi yarattığı günlerdir. Bunu ise, onların düsturlarından öğrendim, çünkü onların düsturları ‘Gökleri yeri ve ikisinin arasında bulunanları altı günde yarattık ve bir zorluk çek­medik1135 ayetidir.

Altı gün adamları, insanın varlığı ile ortaya çıkan otorite sahibidir. Bana bildirildiğine göre, onlardan birisi Akka’lıdır. Burası Erzeni’rrum illerinden Avani’deki bir yerdir. O şahsı bizzat tanırım ve kendi­siyle arkadaşlık yaptım. Bana çok saygı gösterir ve değer verirdi. Dımeşk’te, Sivas’ta, Malatya’da ve Kayseri’de kendisiyle biraraya gel­dim. Bir süre bana hizmet etti. Onun iyilik yaptığı bir annesi vardı. Harran şehrinde annesine hizmet yaparken onunla biraraya geldim. Onun kadar annesine hizmet edeni görmemiştim. Bu adam zengindi, uzun senelerdir kendisini kaybettim, şimdi yaşayıp yaşamadığını bilmi­yorum.

Kısaca, âlemde sayıyla sınırlı olan her bir şeye ait bir takım Allah Teâlâ adamları vardır. Bu adamlar da her dönemde sayıyla sınırlıdır. Allah Teâlâ, onlar vasıtasıyla söz konusu şeyi korur. Her dönemde belirli sayıyla sı­nırlı ve zamanın kendilerinden yoksun kalmadığı adamları böylece zik­retmiş olduk. Şimdi ise, her dönemde kendileri için sabit kalan belirli bir sayıyla sınırlanmayan Allah Teâlâ adamlarını zikredeceğiz. Onların sayısı, artar ve eksilir. Ardından bu kişilere özgü sır ve ilimleri zikredeceğiz. Bunlar, çokluk ve azlıklarına göre, taksim edilmiş ilimlerdir. Öyle ki, bir zamanda onlardan birisi meydana gelmiş olsa, bütün iş o tek kişide toplanırdı. Şimdi o yol ehlinin zikretmiş olduğu bilinen makamlardan mümkün olanların bir kısmını zikredeceğiz. Şeriat da onlardan bir kısmını ya da çoğunu belirlemiş ve isimlendirmiştir. Bundan sonra ise, bu bölümle ve velîlerle ilgili meseleleri zikredeceğiz. Bütün bu mesele­leri toplam olarak sadece kâmil velî bilebilir.

İmam Muhammed b. Ali Et-Tirmizî bu meselelere dikkat çekmiş bir kişidir. Tirmizî bu konularda bir takım zayıf ve dayanıksız iddiaları gördüğü için, iddia sahiplerini denemek için bu konuları sormuştur. Bu meseleleri ise, onların iddialarını kanıdayan bir mihenk ve ölçü yapmıştır. Burada, âlemin zâhirinde bulunan alışkanlıkları aşmayla ilgi­lenmemiştir. Halbuki sıradan insanlar, alışkanlıkları aşmayı veliliğin kanıdan saymıştır. Gerçekte bunlar, Allah Teâlâ ehline göre, kanıt değildir. Sûfiler, ilahi ilimler, sırlar ve iddia ettikleri şeyler hakkında birbirlerini deneyebilir. Çünkü doğru sözlü insanlara göre alışkanlıkları aşmak, Allah Teâlâ’nın kendilerine ihsan ettiği ve zevk bakımından başkalarının kendile­rine ortak olmadığı anlayışa göre, onların bâtınlarında ve kalplerinde gerçekleşir.

Şimdi ise, herhangi bir sayının sınırlamadığı ve kimsenin belirle­mediği adamların (rical) lakaplarını zikredeceğim. Yardım eden Allah Teâlâ’dır!

Yetmiş altıncı kısım sona erdi, onu ‘Bu adamlardan bir kısmı Melâmîlerdir’ (bahsiyle başlayan) yetmiş yedinci kısım takip edecektir.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar