Print Friendly and PDF

FUZÛLÎ, RİND İLE ZÂHİD

Bunlarada Bakarsınız



Onaltıncı yüzyıl Türk-İslâm dünyasının en seç­kin şâir, bilgin ve mutasavvıf düşünürü Fuzûlî’nin Rind ile Zâhid’i, bugüne kadar Türkçeye çevrilme­miştir[1]. Atatürk Üniversitesi'ndeki öğrenciliğim es­nasında, rahmetli Kemâl Edîb KÜRKÇÜOĞLU'nun, karşılaştırmalı olarak hazırlayıp bastırdığı metni[2] görmüş, sonra da Sâlim Efendi'nin Muhavere-i Rind ü Zâhidi’ne rastlamıştım. Her ikisini de okumuş ve Farsça metni daha kolay anlaşılır bulmuştum.
Farsça bilgimi ilerletmek ve eseri Türkçeye ye­niden kazandırmak için, K. E. KÜRKÇÜOĞLU’nun bastırdığı metni çevirmeye başladım. Başladıktan bir ay kadar sonra 9.3.1965’te de tamamladım. O günden bugüne kadar, rahmetli K. Edîb KÜRK­ÇÜOĞLU'nun, basılmak üzere, sunmaktan vazgeç­tiği Rind ü Zâhid” çevirisini[3], bir gün basılır ümi­diyle bekledim. Basılmadığını görünce de uzun yıllar önce yapılmış bulunan çeviriyi, bir defa daha gözden geçirerek, basılmak üzere, Milli Eğitim Bakanlığı’na göndermeyi düşündüm. Elinizdeki çeviri, bu düşüncenin ürünüdür.
Rind ile Zâhid hakkında her hangi bir fikir ileri sürmeden, Fuzûli’yi inceleyebilmek için, O’nun bu eserinin mutlaka okunması gerektiğine inanırım.
Farsça’dan gittikçe uzaklaştığımızı göz önünde tutarsak, Rind ile Zâhid’in Türkçe’sinin okuyucumu­zun eline verilmesinin doğru olacağını yerinde bulma­mak mümkün olmaz!
Farsça metinde rastlanan bazı “ma'na” ve "nükte”lerin bu çeviride tam olarak görülemediği hallerde,
o          "ma'na” ve “nükte"leri, günümüz Türkçe’siyle ifa­deye gücümün yetmediği göz önünde bulundurulmalıdır. Okuyanlardan bağışlanmamı ümid ederim.

Nisan 1989 Konya
Prof. Dr. Hüseyin AYAN

ESER HAKKINDA
H. Ayan'ın MEB yayınlarından çıkan 104 sayfalık çalışması "Ön Söz", "Fuzûlî'nin Eserleri Arasında Rind ile Zâhid'in Yeri" ve "Rind ile Zâhid" bölümlerinden oluşmaktadır. H. Ayan, Nisan 1989'da kaleme aldığı "Ön Söz"de Farsça bilgisini ilerletmek amacıyla 1965'te çevirmeye başladığı Rind ile Zâhid'in Kemal Edip Kürkçüoğlu'nun tenkitli metnine dayandığını söylemektedir. Çalışmanın "Fuzûlî'nin Eserleri Arasında Rind ile Zâhid'in Yeri" başlıklı bölümünde önce Fuzûlî, eserleri ve şairin edebî şahsiyeti hakkında bilgi verilmiş daha sonra Rind ve Zâhid tiplerinin ortaya çıkışı üzerinde durulmuştur.
H. Ayan, Fuzûlî'nin Rind ile Zâhid'de mükemmel bir tenkitçi ve eğitimci olduğunu, tasavvuf havası vererek dünya ve kâinata dair görüşlerini bu eserinde ortaya koyduğunu, Rind ve Zâhid'in ağzından kendi felsefesini aktardığını söylemektedir. Eserde Rind, şairin gönlünden geçenlere Zâhid'se düşüncesine tercüman olmaktadır.
Çalışmanın 13-16. sayfaları arasında eserin özetine de yer verilmiştir:

[Fuzûlî, Rind ü Zâhid adlı eseriyle Farsça’ya olan hâkimi­yetini ortaya koyar. Şâir, bu eserinde en zor ko­nulara girdiği anda, nesir”den nazma geçer. (Bu küçük eserde 75 rubâî, 54 kıt’a, çeşitli yerlerde 18 beyitlik mesnevi, yer yer serpiştirilmiş beyitler ve bir mısra vardır.) İslâm dininin esaslarından gelen, inançtan doğan amel gibi mükellefiyetlerin yerine getirilmesini ele alırken, şiirden ve edebî sanat­lardan ustaca faydalanır. En ağır inanç konularını, Rind ile Zâhid’in ağzından, geniş bir çerçeve içinde tartışır. Bu sayede Fuzûlî, Kur’ân-ı Kerîm, Hadîs, Fıkıh ve .Tefsîr’e olan derin vukûfunu ortaya koyar. Kelâm (İslâm Felsefesi)’a, Tasavvufa ve Vahdet-i Vücûd'a dair geniş bilgisini açığa vurur. Rind ile Zâhid'in ağzından biz, ele alman konularda, Fuzûlî'nin ne düşündüğünü veya bunları nasıl anladığını öğreniriz.
İslâm dininin geniş çevrelerde ve çeşitli milletler arasında yayılıp kabullenilmesiyle bu dinin öğretil­mesi ve Müslüman toplulukların eğitilmesi, gerek­miştir. Beş vakit namazın kılınması için mescid ve câmi müesseseleri doğmuştur. Câmi'de, Cuma gün­lerinde ve bayramlarda hutbe okunurken Müslü­manların din bilgilerini genişletmek ve dünya gö­rüşlerini pekiştirmek için vaaz ve nasihate de önem verilmiştir. Bunun yanında, İslâm ülkelerinde bazı tekke ve zâviyelerin de yavaş yavaş ortaya çıktığı görülür.
Câmilerde İslâm dininin şer’î hükümleri, Kur'ân-ı Kerîm ve Hadislerin zâhirî manaları ile iman esas­ları öğretilirken, genellikle câmilerin etrafında ku­rulan medreselerde de benzeri eğitim yapılmıştır.  Buna karşılık, kökleri çok gerilere uzanan ve adına Tasavvuf denen bilgi kaynağı da tekke ve zâviyele­rin eğitim ve öğretim konusunu teşkil etmiştir. Ta­savvuf, inanç ve bundan doğan mükellefiyetleri, daha geniş bir açıdan mutâlaa etme temayülünü gösterir. İslâmî inanç ve mükellefiyetlere Allah kor­kusundan ziyade Allah sevgisiyle yaklaşır. Bu du­rum, zamanın akışı, içinde,, câmi ve medrese eği­timinin sonucu olarak zâhid tipini; tekke ve zâviyelerde yetişmenin sonucu olarak da rind tipini ortaya çıkarır. İşte Fuzulî, aramızda dolaşan bu iki tipi, rind ile zâhid’i ele alarak “RİND ile ZÂHİD" adlı eserini yazmıştır. Bu itibarla Müslümanlar arasındaki bir iki tipi en müsahhas bir şe­kilde Fuzûîî’nin eserinde görmek mümkündür.
Fuzûlî, “Rind ile Zâhid” adlı bu eserinde mükemmel bir tenkidci ve eğitimcidir. O’nun eğitim ve öğretim, özellikle İslâmî eğitim ve öğretim için eskimeyen düşünce ve metodları bu eserindedir.
Eser hakkında yapılan araştırmalarda varılan ortak sonuca göre, Fuzûlî, bu eserine tasavvuf ha­vası vererek dünya ve kâinâta dair görüşlerini ortaya koyar. Kendi felsefesini Rind ile Zâhid’in ağzından kaleme alır.
Fuzûlî'nin bu küçük eserinde Rind, O'nun gön­lünden geçenleri, Zâhid de düşüncesini açığa vu­rur. Sonunda şâirin düşüncesi duygusunda birleşir. Eserin kısaca özeti şöyle ifade edilebilir:

"... Acem diyarında, vakar sahibi, gayetle Allah'­tan korkan ve çekingen bir Zâhid ve bu kişinin Rind adlı bir oğlu vardır. Zâhid, oğlunun zekâ ve istidadının farkına varınca ona öğütler vermeye baş­lar. Oğlan bu nükteli öğütlerin biraz daha açık ve kendi anlayacağı biçimde olmasını ister.. Nesirden ziyade nazımdan hoşlandığını imâ eder. Zâhid, Kur'- ân-ı Kerîm ve Hadîs’ten şiir ve şâirle ilgili hüküm­leri okur.
Baba, oğlunu, şeriat bilimlerini öğrenmeye teş­vik eder. Rind, öğrenme ve davranışların nelerden ibaret olması gerektiğini öğretmesi, için babasını sıkıştırır.
Yazı sanatını öğrenmesinin iyi olacağını söyle­yen babasına, Hz. Peygamber’in “ümmî''liğini hatır­latır.
Yazı yazmayı öğrenmenin gerekliliğini kavraya­mayan Rind’e, padişahlara yakın olmanın yollarını öğrenmesini öğütler. Rind: “Yaratılmışın varlığın­dan maksat Yaradan’a kulluktur.” cevabını verir.
Bu arada, “Var çiftçilik yap ” öğütünü de' be­nimsemeyen Rind, ticarete de yanaşmaz: Sanatla uğraşmanın, belirlenmiş bir kısmet için sıkıntıya düşmekten başka bir şey olmadığını söyler.
Bu tutumuyla, oğlunun câhil kalmasından kor­kan baba, bilimin faziletlerinden, cehaletin kötülüklerinden örnekler verirse de oğlunda söylenen­leri kabule dair bir emâre göremez. Zâhid, Rind’in her söylenene bir ters cevap vermesinden dolayı üzüntüye kapılır, çektiği emeklere yanar. Dünya ni­metlerini elde edebilmek için çalışmanın mecburi­yetini söyler. Oğluna daima iyilik ettiğini, kendi­sinden ise daima sıkıntıya düştüğünü ifade eder.
Babasının bezginliğini anlayan Rind, "Meşakkat sırası bana ulaşıncaya ve geçim sıkıntısını çekinceye kadar, benim rızkımı senin üzerine yazmışlar..” der.
Zâhid'in "babalık hakkını” ileri sürmesine kar­şılık da, başının çaresine bakabileceğini, yolculuğa çıkabileceğini söyler. “Sefer” için alınacak tedbir­leri sorar! Zâhid, yolculuğun tehlikelerini sayıp döker. Rind de onlardan korunmanın çarelerini anlatır. Eserin bu kısmında, medreselerde usulleri öğretilen cedel'in mükemmel örnekleri bulunmak­tadır. Bu karşılıklı konuşmalarla devam eden yolcu­luklarında, önlerine bir mescid çıkar. Rind, bu­rasının ne olduğunu sorar.
Zâhid: "Burası Allah’ın evidir. Temiz kalbli sûfîlerin ma’bedidir. Kulluk yeridir. İblis’e bura­dan geçit yoktur!” der.
Rind: "Mademki bu Allah evidir. Doğruluk ve temizliğin de başıdır... Bu ev, teklik, doğruluk ve temizlik makamıdır.. Bir kimse, ev sahibi için gerekeni, bilmeyince, O'nun evine nasıl girebilir?” der.
Zâhid: "Bozguncularla oturup kalkmazdan, din­den çıkmışlarla karışıp görüşmezden önce bu eve gelmesini, buradakilerin hidâyet nurlarından fay­dalanmasını ister. Rind, mescid’e girmeye razı olmaz. Baba ve oğul birlikte dolaşırlarken, önlerine feleğe baş çekmiş, cennet bahçelerin den bir bahçede kurulmuş bir binaya rastlarlar. Her tarafından neş'eli sesler fışkırmakta kahkahalar arasında sazın sesi duyulmakta.
Rind: "Bu gönül açan yer neresidir? Duyduğum ne biçim sestir?” der. "Bu şeytanın evidir!" cevabını alır! Zâhid şarapla, ilgili âyeti okur. Bunun üzerine, Rind’in, aklı başında insanlar gibi sözler söylemeye başladığını görünce de meyhane’ye girmesine izin verir.
Rind, meyhanede gönlü aydınlık olan bir ihtiyar (Pîr) görür. O’nu incelemeye başlar. Bu ihtiyarın görüşü, sır cevherlerinin hâzinesini açar; aşk, onun namlılığının, adının süsüdür; akıl, onun çocukluğu­nun. öğüncesidir! Bakışıyla, şarabı aranan şey yap­mış, yaradılışa: "Elde etmeyi ve kalbin cezbesini" vermiş!... Rind, selâm vererek oturur.
Pîr: "Ey delikanlı, garip görünüyorsun, ne iddian var, nereden geliyorsun? Yolunu kaybetmişsen sana kılavuz olayım, bir hacetin varsa yerine getireyim!” der. Burada Pîrle Rind arasında karşılıklı konuş­malar olur. Rind, Pîr'in dediklerinde, derdinin dermanını bulur. Acele olarak, sıkıntısının hallini ister. Pîr, sâkiye işaret ederek: “Derdsizlik mad­desi olan, rûhu cilâlayan şerbeti getirtir!” Buna ka­tılan "özel katkılarla” da "yavaş yavaş inanç bağını şekilden kesip manaya ulaştırması, saplantı ipini mecazdan kesip gerçeğe bağlaması..” istenir.
Rind, burada gördüklerinden ve duyduklarından hoşlanır. Babasına dönerek, evvelce kendisine söy­lediklerini bir daha hatırlatır.
Rind: “Dikkatle fikir gözümü açınca düşündüm ki, mesciddekiler, kendileriyle gururlanmaktadır; meyhaneye çekilenler ise kendilerinde değiller.” Mescidde ibadet edenlerin ibadetlerine olan güvenleri, onları gurur sarhoşluğuna atmış! Meyhanenin gafil­lerini hatayı itiraf etmeleri, gaflet uykusundan uyandırmış!..gibi sözlerle karşılaştırmalar yapar. Baba ve oğul “iyi”, "Kötü", "Hakîkat”, "Mecâz”, "Nefis”, "Hevâ ve Heves”, "Günâh", "Sevâb”.;. gibi deyimleri, sağlam bir mantıkla tartışırlar.
Sonunda Zâhid ile Rind, birbirlerine karşı gel­mekten vazgeçip "teklik” mertebesine ulaşırlar.
Fuzûlî, son söz olarak: "Fânilik köyünde, akıllı ile deli birdir. Denizin dibinde taş ile inci danesi birdir. İyi ve kötü sayma işi ortadan kalkınca mescid ile meyhane birdir" der.
Fuzûlî'nin böyle demesine rağmen, edebiyatı­mızda rind ile zâhid tipleri, şâirlerimize dünya ve âhiret düşüncelerini ortaya koyma imkânını ver­mede en büyük yardımcı olmuşlardır.]



RİND ile ZÂHİD

Bismillahirrahmanirrahim  

( Rubâî )
Ey zâhidlerin namaz vakti secde ettiği,
Ey sana rindlerin yalvarma zamanı heves ettiği Allah’ım,
İster hakikat ehli, ister mecâz ehli olsun,
Herkes bir dille sana sır söyler!

Allah’ım, kulluk tekkesinin seçkin mezhepli zâhidleri hürmetine; sonunda ferahlık bulunan kadehin neş’esinden ( Allah’a tevbe ediniz) kötülük meyhânesinin rindlerini nasipsiz geçirmezsin! Yalnızlık köşesinin temiz ahlâklı rindleri izzetine; benlik tekkesinin zâhidlerini ( .. Ancak İblis dayattı, kibrine yediremedi.. ) sapıklığından uzak tutarsın!

( Rubâî )
 Allah’ım, sen beni gururlu zâhid yapma!
Senin huzurundan uzak olan bir rind yapma!
Yokluğa bir ad götüren kişi yap!
Rindlikte ve zâhidlikte meşhûr etme!

Mutluluğun doğduğu kulluk evinde, ibâdet teşbihinin başından salavat zinciriyle peygamberliğin sonuncusuna ulaşan zâhid, ne hoştur! Anlayış güzelliğinin meyhânesinde irâde kadehini, şeriat sahibinin elinden alan bir rind ne hoştur! Aynı zamanda yola giriş tekkelerinin bir köşesine çekilerek onun tarafından kabul olunmanın çaresini araştırır ve tarikate girmenin zevkine ulaşır; ona uymanın yolunda bulur.

( Rubâî )
 “Ey zâhidlerin arı gönüllerinde olan, ışık senden!
Şerîat binası, abadanlığa, senden ulaşmıştır!
Kırklar Meclisi’nde; dostlar birer birer,
rindçesine, şarâbı senin elinden içmiştir! der.

Allâhım, peygambere, onun temiz soyuna "ve pâk dostlarına selâm eyle! Bundan sonra, riyâ tekkesinin zâhidi ve hatâ meyhânesinin rindi olan nasipsiz FUZÛLÎ, bakmasını bilenlerin toplantılarında ve hüner sahiplerinin meclislerinde, hikâyenin anlatış teranesini şu biçimde duymuş ve rivayet kadehinin tortusunu bu yolda tatmıştır, ki: Acem diyarında, vakar sahibi, gayetle Allah’tan korkan ve çekingen bir Zâhid vardı. Söylendiğine göre, şöyle derler :

( Mesnevi )
 Dünya kavgasından kurtulmuş bir fakîh; mihrapların beli ona saygı göstermek için bükük, tâc sâhipleri bile onun ayağının tozuna muhtaç; onun pabuçlarından feleklerin başına tâc yapılsa yeridir!
Vuslat yolunda ona uyan, Allah Teâlâ’ya yakınlık ve O’ndan kabul görmeyi dileyen; kabul makamının başında oturan bu kimsenin İlâhî cezbeye kapılmış dervişleri vardı. Her iki dünyaya bayrak açmış ve her bilimden nasibini almıştı. Bu zâhidin Rind adlı bir oğlu vardı. Kavrayış yönünden, zamanının bir tanesiydi. Henüz yüzünde tüy bitmemiş ve yaratılışındaki hikmetin manasını anlama gücüne ulaşmamıştı:

( Rubâî )
Erdem ve olgunluk bahçesinden bir güldü.
Ululuk ve makam mâdeninden süslü bir cevherdi.
Aydın zihninin cilâsıyla parlaktı.
Hâsılı davranış hoşluğu ile terbiye güzelliğinin aynasıydı.

Zâhid, oğlunun zekâsının, istâdat güneşinin pırıltılarının kıvılcımını görüp ferâsetinin başlangıcından makbul olacağım anlayınca, bir gün oğlunun yüzüne öğüt kapılarını açtı; ona öğüt vermeye başladı:
Ey gönül bağlayan oğul; Ey kutlu tohum!
Bil ki, İlâhî hikmetin gereği ve gücünün irâdesi ile insan varlığının çamuru, tabiatın tersine yoğurulmuştur. Onların yer aldığı hakikatler defterine, alın yazıları değişik çizilmiştir. Bunların bâzısını "Allah Teâlâ’nın doğru yola sevkettiği hidâyete ulaşır” âyetince "Dilediğini değerli kılar”  makamına ulaştırmıştır. Bazısını "Allah Teâlâ’nın saptırdığına hidâyet yoktur”  âyetinin gereği, "Dilediğini zelîl eyler” hükmüyle alçaklık çamuruna batırmıştır. Öylece kararlaştırılmıştır ki, herkes çalışmasının güzelliğiyle kendisine takdir edilen dereceye ulaşır.
Her kişi gayretinin mükemmelliğine göre, kendisine ayrılan rızkı yudumlar. Dünyanın düzenini bozan yaşlanmanın gereği, kazâya güven olmaz!
Âdem Oğlunun birbirleriyle kaynaşmasını bozan üşenmeyi gerektirici kadere de inanılmaz!
Koşu yollarında isteklerin elde edilmesi ve meydanlarda bağış kapılarının açılması, bunların hepsi bu yoldaki binitlerin koşmasına ve bunları seçmedeki himmetle birlikte verilmiştir. İşin başında, hiçbir kişiyi aşağılık töhmeti altında bırakmasın ve istek yolunda, bir bahane ile çalışmaktan el, etek çekmesin diye, hepsi "Hiç bilenlerle bilmeyenler, bir olur mu?”  âyetinde denenin ele geçirilmesine, "Hakikaten insan için çalıştığından başkası yoktur!”  tembihine mukabil aklın kulağı açılmıştır! Bu sözden murat olunan şudur: Şimdi senin aslında varlığı düşünülen erdemlerin izlerini, gerçekten dışarı vurarak gösterme zamanıdır! İç dünyasında, kaybolmuş cevherler mahzeni olan latîf vücudunu, görünüşüyle de ortaya koymanın zamanıdır!

( Mesnevi )
Rind, bu nükteyi Zâhid’den duyunca,
Acemiliğinden aslına ulaşamadı!
Gönlümün sıkıntısını bilensin!
Bütün müşkilimi hallet!
Gerçi hüner kapılarını açtın,
Söz incisine açıklığın, fesâhatın yardımını verdin!
Sözü karıştırmaktan gaye nedir?
Bana açık olmayan sana gizli kalan şey nedir?
Bundan maksadın bana, olgunluğunu göstermekse,
Üstadlarının hepsine “Rahmet” olsun!
Vaaz ve öğüdün başını tutup, sözü karıştırmaktan vaz geçmelisin!
Söze, mazmun perdesi yapmayasın!
Sırlı söz arayanların gönlünü kırmayasın!
Mananın aslı, sözü süslemek değildir!
Herkesin anladığı “söz”dür.
Kabiliyetli kişilerin öğüdünü dinle. 
İnsanlara, akıllarının derecesine göre konuş!” dedi.

  Zâhid: "ey Rind, sözünden, mensur cümlelerden nefretin ve manzûm olanlarına hevesin anlaşıldı. Karışık mensûr cümlelerden nefretin, bunların kavramasındaki kusurdan olduğu için mâzûrsun! Bunu anladım. Ama Allah Teâlâ’nın ve peygamberin merdût saydıkları nazmı sevmen ve ondan hoşlanman neden? Nazmın yalanda aşırılığa vasıta olduğu için şeriat yolunda gidenlerce adı kötüye çıkmıştır. Senin hatırındadır ki:

( Kıt’a)
 Yalanı başkasına ileten, yalancının yerini tutar.
Akil onun varlığını hiçe sayar!
Sözün başını yalana bağlamanın sebebi ne?
Yalan, düşük itibarının sebebini kendisi de bilir!”' dedi.

  Rind: "Ey Zâhid, 'Biz, O'na şiir öğretmedik’  âyetinin manasından anlaşılan, şiir, peygamberden başkasına Tanrının öğrettiği şeydir! Ona ihanet ise yanlıştır! "Şüphesiz, şiirde hikmet vardır”'ın manası öyle görünüyor ki, nazım, Muhammed Mustafa’nın râzı olduğu bir davranıştır. O hâlde nazmı kötülemek utanma eksikliğidir. Şunu bil ki, şiirin faydalı yalanı, zararlı doğrucu nesirden daha iyidir. Doğrusu, şöylece söylemezsen eğer yalandır :

( Rubâî )
 Şerîatde, yalan söz söylenmez!
Yalan, meşrû değildir, mâkul de değildir!
Şiirin bu pâyesi yeter ki, onun kisvesine bürünen bu çeşit yalan bile herkesçe makbûldür!”' dedi.

  Zâhid: "Ey Rind, yalancıları alkışla maktan vaz geç! Çok çalışkan ol ki, sanat, bunu öğrenmekten iyi, ilimden daha şereflidir. Hatırında olsun, yaşadığın sürece itibarım artırır,, öldükten sonra da onun iyiliği, hatırlanmam sağlar! Bil ki, bu gün neye heves edersen yarın unutursun! Hatırlayınca özlem çekersin! Hasret âhı ile içini yersin!

( Kıt’a)
 İnsanın hamurunda, aklın feyzi bulunur.
Hepsinin tam toplamı, Tanrı’lıktan aşağıdadır:
Lâkin görünmeyen fazilet ve hüner, çalışmadan,
gayret etmeden, kuvveden fiile çıkmanın meydanına gelmiyor.
Kişi, akil ve hisleri, her hüneri kazanmak için bir fırsat
ve bir iş öğrenmeye ganimet bilmezse;
âzâsı gevşeyince pişmanlık fayda etmez!
Elinde âlet olmayan ustanın elinden hiçbir iş gelmez!” dedi.

  Rind: “Ey Zâhid, iyi dedin! Öğüt cevherini deldin! Ama benim elinden bir iş gelebilmesi için, senin tarafından bilgi yoluna yöneltilmem gerekir!


( Kıt ’ a)
 Ben, şimdi yokluktan varlığa gelmişim!
Âlemin geliş ve gidişiyle kaidesinden haberim yoktur!
Senin bu âlemde ömrün olduğunca,
beni doğru yola yönelt. İşin gidişi nasıl oluyor? Kaidesi nedir?

İnsan, nefis olgunluğuna iki şekilde sâhipti: o ikiden nefsin keyfiyyeti olgunluk ne şeşine götürüyor! Birincisi: görünen varlığıdır, onun başlangıcı, babasının emeğidir! İkincisi: mânevi varlığıdır! Onun başlangıcı da görmesini bilen mürşidin yol göstermesidir! Mâdemki tamamlama pâyesi ikincisindedir, mürşidin babaya öncelik kazanması, bu cümleden açıkça anlaşılır! Bunu bil!

( Kıt’a)
 Bilgi, yaşlı mürşidin nefesini bereketinden,
Dervişlerin ölü vücûduna gelen bir rûhtur!
Dervişin hayatı, pirin nefesinin feyzindendir.
Çünkü, nefesin canı vardır, derler!” dedi.

  Zahid: "Ey Rind, mademki bilim ve sanata kabiliyetin var, fayda ve zararın sonunu gözönüne getiriyorsun; sanat öğrenmeden önce bilime rağbet gösteresin ve bilim yolunun çöllerini aşasın! Bu güzeldir! Çünkü ilim, rûhânî tatlar zincirini kımıldatır ve Tanrı sırlarım bilmeye vasıtadır!” dedi. Şöylece demişlerdir:

( Kıt’a)
 Bilim Hakkı bilme cevherinin elde edildiği bir denizdir!
Bilimin değerini bilginlerden sor!
Bilimin tadını câhil ne bilsin?

  Rind: "Ey Zâhid, bilim öğrenmenin iyi olduğunu söylüyorsun! Benim de bunu elde etmemi diliyorsun! Şimdi öğret de öğreneyim! Onun ışığı ile de can mumumu alevlendireyim!” dedi.

( Rubâî )
 Onu et ki bereketinden bir isteğe ulaşayım!
Kılavuzluğunla bir yere varayım!
Varlık iddiâsı, irfandan başka bir şey değildir!
Doğru yolumu göster de iddiâ ettiğime ulaşayım!

Sonra Zâhid, bir sahifeye, "elif"in şeklini çizdi. Rind, onun anlamını sordu. Zâhid : "Bu bilimler hâzinesinin kilidi ve kendi kendine ayakta durmaya gücü yeten Tanrıyı bilmenin esasıdır. Başlangıçta, kalem, ‘levh’in üzerine işaret koyunca, birden ancak bir çıkar, kaidesi gereğince, kendisine "elif” şeklinde tecellî verdi' dedi.

( Rubâî )
 Elif, hececilerin defterinin başında, bir harftir.
Zekâ bahçesinin süsü olan bir servidir.
Bâzen derd, bâzen deva şeklinde görüntüye sahip,
Binlerce görünüşü olan bir “TEK” tir!

  Rind: "Ey Zâhid, bu yazı öğretmenin başlangıcıdır! Yazı öğretmenin, Tanrıyı bilmenin şartı olduğu düşüncesi yanlıştır. İrfan yeteneği yazıya bağlı değildir. Peygamber Hazretlerinin ümmi oluşu bu manaya tanıktır", dedi.

( Kıt’a)
 Yazı bilmenin, Tanrı’yı bilmenin sebebi olduğunda, kitapları bir araya getirmiş olan fâkîh’in şüphesi var!
Yazının, Tanrı yı bilmenin menşei olmadığına yakın hâsıl edememiştir.

Eğer yazı ise, o yazı ( hat), gül yanaklıların yüzündeki yazıdır!
Yazı bilgisini kazanmak, dedikoduyu güçlendirmektir. Tanrıyı bilen konuşmaz, lâldir!

( Kıt’a)
 Astronomi, dilbilgisi, fıkıh ( İslâm Hukuku) ve felsefe bilmek, aklı yüceltmek ve sözü süslemek içindir.
Hak ehlinin bunlara ihtiyacı yoktur! Çünkü Tanrının yakınında akıl şaşkın, dil suskundur!

  Zâhid: "Ey Rind, yazı bilme Tanrı'nın bir feyzidir. Öncekilerin risâlelerinden ulaşılan faydalı alarak onunla sonrakilere ulaştırmak için din kurucularının sözlerini mütalaa yolu ve yakın ehlinin yolunun devamıdır,” dedi.

( Rubâî )
 Yazı sanatından bir eser olmasaydı;
Peygamber’in bildiğinden bize kim haber verirdi!
Mademki yazı, hüner ehlinin devamını sağlar;
O halde, Billhâhi, yazıdan daha hoş hüner yoktur!

  Rind: “Ey Zâhid, yazı bilme, kitapları okumayı sağlar. Kitapları okumak, meselelerde ihtilâfa yol açar. Meselelerdeki ihtilâf başıboşluğu istemek, bilgisizliğin delilidir,” dedi.

( Rubâî )
 Hünerliler de hep aykırı meşreplidir!
Kitaba herkes kendi düşüncesini yazar!
Onların yazısını bilmediğim, mutlaka iyidir!
Hiç olmazsa, kalem gibi, her yazıdan başım dönmez!
Bunda şüphe yoktur ki, kitap okumanın çokluğu,
şüpheyi gidermez, belki şüphenin artmasına sebep olur! 

( Rubâî )
 Ne kadar çok kitap okursan, işinde daha çok şaşırırsın!
Yazının karaltısı, akılların okuduğu
Şaşkınlık kalesinin bir şehridir.

— Zahid: "Ey Rind, gerçi bu şerefli bilim ve hoş teknik bilimleri mütâlaa yolu değildir. Bari makama ve padişah katma yaklaşma yolunu öğren! Yüce himmetliler, sadaret ve vezirlik payesine bu sanatla ulaşmışlardır. Dünyayı elinde tutmanın tadına ve ondaki işleri görmenin tadına bu vesile ile tatmışlardır," dedi.

( Kıt’a)
 Yazı bilmenin yardımıyla bir kimsenin ayağını sevgi ve itibar ovasına basması ne hoştur!
Kişiliksizlikten, acizliğin adını “kanaat” koymaz! Acze gönül vermez! Derecesini yükseltme yolunu arar!

  Rind: “Ey Zahid, Bu dediğin, üzerinde ömrün tüketildiği dünya hesabını yüklenmekten ibarettir. Dünya hesabı ise, sonu cezaya varan ahiret hesabını içine alır, iki âlemin de hesabım verme durumu hesapsızlıktır. Bu yol, iki âlemde de azap çektirir,” dedi.

( Rubâî )
 Yolunun sonu yanlış olan bilimi, akıllı nasıl beğenir?
 İnancın başlangıcı, kişiyi yerinden eder,
Hak yolundan ayırır, haksızlığa bağlarsa nice olur?
Doğrusu, saltanatın değerinden gaflette olan bir cahil, sultanlara yaklaşmaya eğilimi olan bir bilginden iyidir. Şöyle demişlerdir :

( Kıt’a)
 Nefsine, nimete kavuşmanın yoluna yön vermezse de cahillik derecesi, en kötü mertebedir.
Gene de, hüner erbabının sultanlara yaklaşmasına sebep olan ve makam gereğini duyuran bilimden iyidir.

  Zahid: "Ey Rind, mademki yazı sanatından tiksinirsin, her an onu bırakmaya bahane ararsın, bari benim öğüdümü kabul et! Padişahlara hizmet etmenin kurallarım hatırında tut! Zira padişahlara hizmet, mutluluğu içine alır, padişahlık ve saltanat payesidir,” dedi:

( Kıt’a)
 Senin terbiyenin olgunluğu, padişahlara doğru yol verirse,
iki cihanda da muradını bulman ümid olunur!
Dünya nimetinin neşesi, padişahların iltifatındandır.
Ahiretin rahatlığı, suçsuzların yardımındandır.

  Rind: "Ey Zahid, mademki yaratılmışsın varlığından maksat Yaradan'a kulluktur, yaratılmışın yaradılmışa kulluğu yaraşmaz! İnsanı insana tercih sebebi, Tanrıyı bilmektir; dilencilik ve padişahlık rütbesi değildir! Bil ki, padişahların beraberindekiler daima kederlidir. Sultanların yakınları daima aldatılmışlardır. Makbul görünenler, edebe uymanın acısını çekerler! Uzaklaştırılmış olanlar, öfkenin korkusunu çekerler. Bu işe heveslileri, dünyaya tapanlarda ara! Bu öğüdü, bilim rütbesini arayanlara söyleme!” dedi.

( Kıt’a)
 Makam elde etmek için ömrünü, hakanların ve sultanların hizmetinde geçiren kişi,
kıyamet gününde hangi özürle, Tanrı yönüne bakar? Şaşarım!

  Zahid: "Ey rind, mademki hakanlar "hizmeti için yaşlısın, sultanlara yakın olmanın tadından haberin yok, o halde sevap yolu olan çiftçilikten biraz nasiplen! Zira tarlaya bir tohum atan kişi, iki cihan evini mâmur eder!” dedi.

( Kıt’a)
 Var çiftçilik yap! Çiftçiliğin bereketi umumidir! Hem sana yeter, hem de bütün yabanî hayvanlara ve kuşlara! Sakın kusur etme! Onun ürününden hem kendin nasiplenir hem de başkalarına verebilirsin!

  Rind: “Ey Zahid, ziraat bir ziyandır! Menfaat ümidiyle bir sıkıntıdır! Rahat isteğiyle daima tohum serpmek gerekir. Kendini, ürünü gözler yapmaktır. Bu ise hayatın eksilmesini isteme şeklidir. Ölüm zamanım yaklaştırmaktır. Bu bilimin gerçeği bellidir: İrfan sahipleri katında çirkin sayılır!” dedi.

( Kıt’a)
 Gerekli harcamayla ziraat yapan kişi, ürün ister ve onu gözler!
Böyle yola girmeyi, akıldan dışarı bil! Ömrünü kısaltır da haberi yoktur!

  Zahid : "Ey Rind, eğer çiftçilik işini zor görüyorsan ve ziraatta çalışmayı faydasız sayı yorsan, ticaret yolunu seç! İstenen gülü onun bahçesinden derle! Bu nimetlenme yoludur! Kişinin ihtiyacım giderme yoludur!” dedi.

( Kıt’a)
 Halkın ihtiyacı, öldürücü bir hastalıktır!  Tanrı’nın bereketinde o hastalığa ilâç vardır!
Tanrı’nın bereketi, sanki halkın ihtiyacım gideren tüccarın çalışmasıdır!

Rind: "Ey Zahid, ticaret, bir sevdadır.. Menfaat arayışı, halkın ihtiyacı ve dileğin yeri: ne gelmesi için iyisini satın almak gerekir. Fiyatın yükselmesini gözetmek lâzımdır. Bu manada halkın ihtiyacının çokluğu arzusudur.. Faydalanmak isteğiyle yani kendi iyiliğini halkın kötülüğünde görmektir. Bu yol, insanlık, yolundan uzak, irfan sahipleri yanında da hoşa gitmez!” dedi.

( Kıt’a)
 Geçim için alış veriş eden kişi, malı daima ucuza alır, pahalı satar.
Onun muradı kendi yararına halkın aldatılmasına vardığı için, rahatı az, zahmeti çoktur. 

  Zahid: “Rind, mademki ticaret yoluna, gitmiyorsun ve bu sermayeden faydalanmıyorsun bari anlayış göster de sanat pazarlayanlardan bir sanat öğren! Sanat, minnetsiz bir kısmettir. Geçim güzelliğinin devamına sebeptir. Kazananın kazancından hem kendisinin hem de başkasının yemesi, kazanan için yeterli bir berekettir." dedi.

  Rind: "Ey Zahid, sanatla uğraşmak, belirlenmiş bir kısmet için, sıkıntının devamıdır. Sonu gaflete varan nefis kulluğudur. Yani; geçim aramadan, başka olgunluk kazanılmaz ve bütün kısmet aramayı nefis olgunluğu bilmeli! Bilesin ki, usta, sabahtan akşama kadar kısmeti için sıkıntıdadır. Akşamdan i sabaha kadar yorgunluğunun gidermek için uykudadır. Nazlı ömürceğizi böyle uykuda ve yeme içmede geçirmek kolaydır. Bu kadarcıkla da yetinmek cahilliktir.” dedi.

( Kıt 'a)
 Hayatını sanat öğrenme yolunda harcayan kimse, uykudan başka rahat göremez!
Ne biçim ömürdür ki, hayat için daima sıkıntısı sıkıntı için hayatı vardır.

  Zahid: "Ey Rind, bana muhalefet gösterdiğin ve çeşitli bahane kapılarım açtığın bu yolda, bilimlerden ve sanatlardan bir nasip alamamandan ve irfan fidanından bir meyve yiyememenden korkuyorum! Senin taliinin yola girmesi, ut edep kazanmada himmetinin dik "başlılığı başkalarına kalır! Cahilliğin ıslaklığı, kalb ocağındaki bilim zevkinin sıcaklığım sön dürür. Bilgisizlik ayıbını hüner sayarsın! Bilmezliği iyi bilirsin! İyi sanırsın!” dedi.

( Kıt’a)
 Kişi cahilliğini itiraf ederse, ayıp değildir. Her bilgin başlangıçta cahildir. Cehaletini itiraf etmek, ilim sınıflarından bir sanattır. Nefsin ayıbı, cahilliğin ayıbından gafil olmaktır. Gerçi her noksan olana mükemmellik kondurmak yersizdir. Ama noksan olan, kendi noksanlığım bilirse, bir bakıma mükemmelliktir!

  Rind: “ Ey Zahid, bilgi ve sanat öğrenmekten gaye, Tanrı’yı bilme ise, Tanrıyı bilmenin kapsamı bu ufak şeylerin suçlamasından arınmıştır.” dedi.

( Kıt’a)
 Tanrı’yı bilme, bilginlik ve akıllılığın ötesindedir. Akıl ve ilim, Tanrı’nın söz ve fiilinden kör ve sağırdır. Hangi akil, işin esasına, olduğu gibice ulaştı? Hangi bilgin, halin sonundan haberdardır? Bilim bahsinden elde edilen şey gönül sızısıdır, etme! Öğrenme endişesinin faydası baş belasıdır, çekme! Bu söylediğin yoklamalarla benim görünüşteki derecemi artırmayı araştırıyorsun, doğrusu, bir kimse ne kadar fazla cahilse, varlığı o kadar fazladır. Çünkü bilgin, geçim hususunda kendi tedbirine güvenir. Cahil ise işini Tanrı’nın keremine havale eder. Şüphesiz, Yaradan m kereminin sonucu, yaratıkların tedbirinin eserinden fazladır. Kısmette, Yaradan'a minneti kendisinden tutmak uygun değildir. Hüner sahiplerinden bazıları şöyle demişlerdir:

( Kıt’a)
 Akıllı adam bir cahile: “Niçin benim değilsin! Gamdan kederden uzaksın! Ben bu akıl ile nasipsiz ve fakirim! Sen o cahilliğinle neş'eli ve sevinçlisin!” dedi.,
Cahil: “Sen bilmiyor musun ki, ben saygı değer, sen ise kahra uğramışsın! Ben Hakk’ın lutfuna tevekkül ederim, Sen ise kendi tedbirine gururlanırsın!” dedi.

  Zahid: “Ey Rind, kısmetin artması, Tanrı’nın yardımına işarettir. Azlığı ise O'na ihaneşin nişanıdır. Olmaya ki Tanrı, cahili yardımına ulaştıra ve bilgini de ihanet çukuruna ata; böylelikle cahil, bilgisizliğini, beğenilmesine sebep bilerek o makamda kala! Bilgin de bilgisini mahrumiyet sebebi bilerek ondan bir nasip alamaya!” dedi!

( Kıt’a)
 Ya nimet içindeki cahilin ve yoksulluk içindeki bilginin hali Tanrıdan değildir!
Ya fakirlik ve yokluk derecesi, nimetten üstündür!
Eğer değilse, bilgiyi hafife almak nasıl mümkün olur? Cahillerin nimetine, nasıl “uygun ve yerinde” denebilir?'

  Rind : "Ey Zahid, cahildeki nimet bolluğu ve bilgindeki sıkıntı Tanrı’nın kahır ve şefkatinden değildir. Belki hikmetin sırlarındandır. Her ne kadar devlet işlerinin yuları, cahillerin elinde ise de bilginlerin tedbirindeki güzellik sayesinde geçimlerini kazanmaları, onlardan kolaydır. Her ne kadar âlemin gerekli olan şeylerine el uzatan kişi akıl ise de cahili, hakkının bulunmaması sebebiyle, onun kabulü müşküldür. Bu hikmet, onun inayetinin genelliğine delildir ve bilgililerin tam olarak teselli bulmalarım gerektirir: Herkes Tanrı'nın yardımından nasibini alır ve herkes onun kerem sofrasından nasibini yer!” dedi.

( Kıt’a)
 Dünya nimetini daima cahillere ulaştırması devletin düzeni için, hikmetin ta kendisidir.
Bilgili kişi, aklıyla cahile yaklaşabilir. Lâkin cahilin bilgiliye yakınlık kazanması zahmetlidir.

  Zahid: "Ey Rind, özellikle hayatın özünü sana harcadım, seni ortaya çıkarmak için zahmet çektim. Olmaya ki benim çektiğim zahmet ihanetine sebek olsun! Senin cahilliğinle ümit İpliğinin ucu el deh gitsin! Bilim kazanmanın yokluğu perdesi, senin bağlı bulunduğun soyu gösteren yüzünü örter. Senin cahilliğini öğrenen herkes beni ayıplamaya çalışır.” dedi.

( Kıt’a)
 Bir kul, dünyada ad bırakmak için, bir ömür boyu meşakkat çeker ve çocuk besler; terbiyenin güzeli çocuğa tesir etmez de babasının adım yele verir yüzsuyu dökerse, o kimse için ümid yoktur!

  Rind: "Ey Zahid, çocuğun vücudundaki cahillik eserinin, babasına ihaneti gerektirir, deye söylediğin şey, hatanın ta kendisidir. Uygun olmayan bir düşüncedir. Çünkü hikmetin gereği, insanların eşitliğine cevaz vermemiştir. Her iki kişinin arasına bir farklılık derecesi koymuştur. Çocuğun kötü olması, babanın güzel adının menşeidir. Bu sebeple benim hünersizliğim senin güzel bir adının ve hünerinin. mükemmelliğindendir.” dedi.

( K ıt’a)
 Bilgili çocuk eğer ondan daha bilgili olursa, Babasının bilgisi bu kadar değildir, diyecekler.
Öğretme sıkıntısının belasından sonra babaya; bilgisizliğinin isbatından başka, çocuğun bilgisinden ne fayda vardır?

  Zahid: “Ey Rind, bilim elde etmede, anlayış kusuru, sana engel ise, taklide uymaya ne olmuştur? Kulluk çilehanesinde çile çeken benim arkamdan niçin gitmiyorsun? Çile caddesinin yolcusu olan bana uyarak niçin yürümüyorsun? Eğer bilim öğrenmede yanılırsan,, görünen saadet kapılarını senin yüzüne kapar, işinin güzelliği senin eksiğini tamamlar. Kendini Hakk'ı arayanlara ulaştıramasan da Tanrının yardımıyla taklidçilerin sırasından kalmazsın!” dedi.

( Mesnevi )
 Ey bu dar çerçevede bilim ve hüner kazanmayı istemeyen kimse!
Geçimini kolaylıkla geçirdiğin için şükret!
Bir horozdan da kalma! Bak, ne yüzden vakti tanıyan olmuş?
Elbette Hakk'a şükretmek için zamanı biliyor!
Tanrının verdiği dane ve su için yüzünü göklere tutuyor ve başını yere koyuyor!

  Rind: “Ey Zahid, Sana uymaktan dolayı bana bir ar yoktur! Seni taklit yolundan daha güzel bir iş yoktur! Ama senin evinde çile araçlarından başka bir şey yok, bende de sadece çile çekmek için yetenek yoktur! Cihanda insanı memnun edecek araçlarla doludur! Senin evinde ise bunlardan hiçbiri yoktur!" dedi.

( Rubâî )
 Cihan gönülleri hoş eden şeylerden mamurdur!
Neş’e ve sağlığın ışığı ile aydınlıktır!
Benim gördüğüm kadarıyla senin gam ve keder evin, cihan mülkünden yüz, kat uzaktır!
Bilesin ki, insan yaradılışında çileden; nefsi terbiyeye zorlanmaktan tiksinmek acayip değildir!
Özellikle çocuğun tabiatında güçlüğe katlanmak ve zahmeti üstlenmek yoktur!

( Rubâî )
 însan, tabiatiyle, oyuna ve eğlenceye mayildir.
Nefsini terbiyeden tiksinmesi garip değildir.
Özellikle çocuğun, yaradılışındaki naziklikten dolayı, sıkıntıya katlanması mutlaka olmaz!

  Zahid: "Ey Rind, dünya rahatını sağlayan şeyler, yolun tuzağıdır! Bilim ehlinin yolu ondan sakınır. Bunu bilen dünya ehlinden himmet elini çeker, tereddüt vadisinden bir köşeye çekilerek oturur. Çünkü Tanrı, ferahla gamı insanlara arzetmiştir. Öylece kararlaştırmıştır ki herkes ikisinden de nasiplensinler! Hiç kimse ikisini de müşahededen uzak kalmasınlar. Her kim dünyada birisine gönül koyarsa, ona ahirette onu vermez! O halde akıllı olan dünyada gamı ve kederi seçer, ta ki ahirette keder görmeye! Dünyada ferahı salıverirse, ahirette ele geçire!" dedi.

( Kıt’a)
 Dünya ile ahiret birbirinin zıddıdır! Burada olan ne varsa orada yoktur.
Dünyada rahatı olmayanın ahirette gönül rahatı vardır.

  Rind: “Ey Zahid, haşa ki Tanrı’nın hikmeti, güzel olmayan şeyin icadına cevaz versin? Gariplerin yoluna bir tuzak yerleştirsin? Elbette her ne yaratmışsa güzeldir! Koyduğu her kaide en güzel üslupladır! İyi ve kötüyü yapan, tabiatların zıtlığıdır. Yaradılışın gereğinden dolayı, güzellik perdesi sanat eseridir.” dedi.

( Rubâî )
  “Adem’den “vücud”a gelen ne varsa, Tanrının kudretine mazhar olmuş,
O’nun yaratmasının eseridir.
Âlem’in binası güzel değildir, diyen kimse, bundan güzel olması gerekir, demiş olur.
Bu İse hatanın kendisidir.

  Zahid: "Ey Rind, dünya işlerinin binası kötü olmasaydı, Hak yolunun yolcularında' "mekruh” görünmezdi. Dünyanın çirkinliklerini müşahede etmek, uyanıkların işidir, sön henüz uykudasın! Dünyanın ayıplarım anlamak, yaşlıların işidir, sen henüz gençlik gururundasın! "Bilgili” ol, olanların güneşi, seni aydınlatsın! Nefsin cihanın iyi ve kötüsünü anlasın!’” dedi.

( Kıt’a)
 Hak ehli, hela ve gam tuzağına yakalanmıştır. Dünya, hela karargâhı ve gam konağıdır!
Bu harap dünyanın zulmü ve vefasızlığı, herkesçe meşhur olduğundan, açıklanmaya ihtiyacı yoktur!

  Rind: "Ey Zahid, Hak ehlinin dünyayı kötü demeleri, onun güzelliğine işarettir. Çirkin saydıkları, onun sevimliliğinden kinayedir. Yani her kim onun tadını bulursa, itaat yolundan yüzünü çevirir. Onunla meşgul olmaktan başka tarafa gidemez. Varlığın gayesinin ondan başka olabileceğini sanmaz! Olgun insanlar, onun kötülüğünden dolayı dünya sevgisinden vazgeçmiş değillerdir; akılı nefse üstün kılmaları da! Belki dünya, mükemmel bir sanatkârın eserlerinin göründüğü yerdir! İrfan sahibinin yol göstericisi, cahilin yolunun engelidir. Onu bulan kimse, ona gönül koymazsa ne hoş olur? Ele geçirmek zor, elden kaçırmak kolaydır!

( Kıt’a)
 Dünya kötüdür, fakat gönlünü sebatla zamane araçlarının varlığına müttasıl bağlayan için hoştur!
Dünya varlığıyla vardır. Varsa yok gibidir. Yoksa var gibidir!

  Zahid: "Ey Rind, dünya geçim araçlarının elde edilmesini dirlik sanma! Ayrılığın ta kendisidir. Bu araçların bir araya getirilmesini rahat, deme! Kargaşanın ta kendisidir! Her kim dünyada mühim işlerinin tamamlanmasını, esenliğin kaynağı bilirse, daima sıkıntıda kalır. Çünkü nimetlenme yolları pek çoktur, onların tamamlanması ise güç! Dirlik içinde dirlik aramayan kimsenin hali hoştur. Olmayacak şey için de perişan sözler söylemeye kalkışmaz!" dedi.

( Kıt’a)
 Hırslılar, dünya geçinme araçlarını isterler. Onların ümidine göre, dirlik, rahatlık makamıdır!
Onlar daima bu incelikten haberdar değillerdir ki: Kayıp olan rahatı arzu etmek, zahmetin ortaya çıkmasıdır!

  Rind: "Ey Zahid, her kim yüce anlayışının yardımı eliyle ve irfan sahibinin beğeneceği tavrının müsaadesiyle, dünyayı, rahatın ta kendisi bilirse, dünyaya, sıkıntı yeri demesi muhaldir!” dedi.

( Kıt’a)
 Cahillerin sıkıntısı fakirlikten, rahatları ise zenginliktendir. Bu sebepten bazen rahatları, çok kere de sıkıntıları vardır.
Fakirliği rahat bilen dertliler ise rahatın ta kendisidirler, sıkıntının adım bile bilmezler.  

— Zahid: "Ey Rind, Mademki fakirlik derecesinin yüceliğini biliyorsun, niçin himmet atını, bukağı sıkıntısından kurtarmıyorsun? Gaflet içindekiler, fakirlikten tiksinirlerse mazurdurlar. Ama sen fakirliğin tadını bilirsin, senden bu hal uzaktır! Nefsini sıkıştırıp yola getirmeye uğraş! Nimet kadehinden gaflet şarabını içmeye değil!” dedi.

( Rubâî )
 Tanrı, kısmeti yoktan var etmiştir. Onun maksadı senden kulluk ve itaat idi.
Şimdi sen rahat ve esenlik dileğindesin! Haşa, gösterdiği yolun tersine gider olmayasın!

  Rind: "Ey Zahid, Tanrı, mükemmel tedbir alan ve adaletli hikmet sahibidir. Her işe bir yer göstermiş ve her yere bir işi kararlaştırmıştır. Gençlerin, yaşlılar gibi davranmaları yola, yordama aykırıdır. Yaşlıların gençler gibi hareketi ayıplanmıştır. Çile ile nefsi terbiye, erişkinlere emredilmiştir. Kulluğun meşakkat kapıları onların yüzüne açılmıştır. Yeni yetişen bostan görünüşlü ve şaşkınlık çölünün başıboş gezenlerinden olan bizlere değil! Tanrının emrine aykırı söz söyleme ve nefis terbiyesi için bende çile çekmeyi arama!” dedi.

( Rubâî )
 Görünüşümde bile olgunluk hâlâ bende yoktur.
Beğenilen zahitliğin yolu yordamı da bende yoktur.
Söylediğin söz, senin aklından benimkinden değil!
Eza kapısı senin üzerine açılmış, benim üzerime değil!

  Zâhid: “Ey Rind, mademki sonunda her meşakkatten tadılacaktır ve çilenin yükü, işin sonunda çekilecektir, iyisi gam ve kedere razılığı bugünden seçmelisin! Sonu olmayan ferahı görmezsin; böylece dünyanın mihnetine alışırsın! Bir rahat da yetişse nefret edersin!” dedi.

( Kıt’a)
 Gönlünü sıkıntıya öyle alıştır ki, senin sıkıntı dediğinden kişiler lütuf görsün!
Kime gamdan ferah ve üzüntüden rahat gelmezse, onun rahatı üzüntüye vesile olur, ferahlığı da gam ve kederin ta kendisidir.

   Rind: "Ey Zahid, dünya lezzetini görmeyenin ondan elini, eteğini çekmesi kolaydır! Mecburi yokluğun adını himmet koymak, iş midir? Zenginliği bulamamaktan gönlü fakirliğe vermek, iş midir? Asıl hüner, dünyayı ele geçirip terk etmektir! Yoksa olgunluktan değil, onun yokluğundandır! İrfan sahiplerinden birinin dediği gibi:

( Kıt’a)
 Dünyayı ele geçirmek kime güç geldiyse, sonunda çaresiz, yüzünü yok olmak ve fakirlik yoluna koyuyor! Hikmetler divanında onun vasfı şöyle yazılıyor: O dünyayı terk etmiştir yahut dünya onu terketmiş!

  ZaMd: "Ey Rind, mademki her ikimiz de Tanrı’nın yarattığıyız ve tesadüfen vücud mihnetinin tuzağına düşmüşüz, şaşılacak şey ki, bana zahmet çekmek, sana daima oyun, eğlence yolu açılıyor!” dedi.

( Rubâî )
 İki kişi gurbette aynı evi paylaşırlarsa,
Yardımı hevesle yapmaları gerekir.
Onlardan birisinin sere serpe oturması,
Diğerinin üzerine sadece korkunun kalması zulümdür.

  Rind: "Ey Zâhid, bilgisizliğimi itiraf etmek beni beladan kurtarmıştır. Seni akıl lafı bela çukuruna atmış! Dünyaya değer vermemem beni korkudan emin etmiş, bunun tersine senin gönlüne yara açmıştır.” dedi.

( Rubâî )
 Çocuk, vücuduna bir değer vermedikçe
rahat ve esenliğe ulaşmış olacaktır.
Ne zaman ki dünyada akıldan söz eder,
Bir an bile korkudan kurtulmayacaktır.

( Rubâî )
 Cihan gam ve kederinin sevdası büyük bir belâdır.
Ahiret düşüncesi acıklı bir azaptır.
Bu ikisi de aklın gururunun sonucudur!
Deli ile çocuğun bu ikisinden de korkusu var mıdır?

  Zahid: " Ey Rind, akla Bağlı olmakla bana azap gerektiğini bilgisizliğinden dolayı sana oyun ve eğlence göründüğünü kavradım. Ulaştırdığım bu oyuncaklar sana neredendir? Senin muhtaç olduğun şeylerin isbatmdan bana ne?” dedi. v

( Kıt’a)
 Ey oğul, değerli ömür, senin varlığına harcandı. Yarısı da senin eğitimin yönünde telef oldu. Bütün vücudum senin için sarf olundu. Bana senden ne fayda?
Acaba inci yetiştirmek, sedefe karşılık olarak ne verir?

  Rind : “Ey Zâhid, bana açıkça zulmetmişsin! Lütuf sanıyorsun! Bana çirkin aşağılık ulaştırdın! Karşılığında acıma gözüne sahipsin. Dünya belâ yeridir ve kötülük ve sıkıntı kaynağıdır. Senin vasıtanla bu tuzağa yakalandım. Onun mükâfatım yerine getirmem acayip değildir!” dedi.

( Kıt' a)
 Yokluktan varlığa gelmene sebep benim. Babanın oğluna bu bir inayettir.
Oğlu da: Öğünmeyi azalt, cihanda sıkıntı ve kederden başkası yok!
Sıkıntı ve kedere vasıta oldun! Yetmez mi? dedi.
Bilesin ki, dünya mihnet hanesinde baba, oğlunun kılavuzudur.
Oğul da ahiretin tereddüt yerinden babanın yoluna seddir.

( Kıt’a)
 Ey baba, beni dünyada kederin esiri yaptın! Ben, Tanrıya boyun eğmene engel oldum.
Mademki zaman mükâfat yeridir, sıkıntıya razı ol Güzel istiyorsan güzellik yap, kötülük yapmışsın, kötü gözlüsün!

  Zahid: "Ey Rind, senin sözlerinden şu anlaşıldı; davranışlarının şeklinden de şu bilindi: araştırmadan her şeyinin tamam olmasını istiyorsun! Bu arzu, Anka gibidir! Güzel hatırım, sıkıntı çekmeden neş’e arzusu getiriyorsun. Bu dilek kimya gibi bulunmaz şeydir!”’ dedi.

( Kıt’a)
 Bu şekil dünyası, bir işyeridir: Onda olan herkesin bir işi vardır.
Ey yetişkin adam, senin bir işin yok! Yürü, elbette hırsızlık yaparsın!

  Rind : “Ey Zâhid : tedbirini almadan geçinme, ben gafile mahsus değildir. Bu rahatın bereketi bütün hayvanlara şamildir. Bütün canavarlar rızıklarını yiyorlar.. Tedarik ve tedbirlerinden dolayı minnet çekmiyorlar. Yiyeceğinin tedbirini almada şaşkın olan insan, elbette hayvandan daha eksiktir. Eğer işsizlere yiyeceğin sağlandığı yere geçiş yoktur dersen, tevekkül et! Tevekkül kötü bir iş değildir! dedi.

( Kıt’a)
 Rızık işinin tedbirini alanların dedikleri, boşuna söylenmiş bir sözdür.
Acaba dağlarda ve çöllerdeki vahşi hayvanlar ve gece kuşları, rızk için ne tedbir alıyorlar?

  Zahid: "Ey Rind, gerçi senin hayatın ’benim ruhumun mumunu parlatıyor. Ama seni üstlenmem, can ipliğimi yakıyor! Niçin ki, öğüt almaya isti ’dadın ve istenen şeyin ucunu tutup onu kavraman var! Benim gibi nefsini terbiye yükünü çekmeye tahammülün yok! Ne de başkaları gibi nimetlenme mezesini tatmaya tahammülün yok!” dedi.

( Rubâî )
 Yoksulluğa, darlığa razı olursam devamlı değildir!
Nimetlenmeye meyi edersen, bunun için araçların yok!
Tekkede zâhid olsan fakirliğin yok ( Fakirliğe inanmıyorsun).
Meyhanede rind olsan, saf şarabın yok.

  Rind: “Ey Zahid, mübalağanın sınırını aştın! Münakaşayı ifrata götürdün! Ben ne zaman senden rahat etmenin çarelerini sorsam, sıkıntı yolunu gösterirsin! Yeme içmeden bir söz desem bana meşakkat kapılarım açarsın! Bahane yolunu geç de bolluk ve nimet içinde yaşamanın sebeplerini önüme koy; fırsat ganimettir geçikme ziyan getirir!” dedi.

( Rubâî )
 Nazlı ömürcüğün geçtiğini anla!
Bak, nasıl ağlaya, inleye geçiyor!
Ömrümce yeme içme ve eğlenmeyi görmemişim!
Böyle geçen bir ömüre, yüzlerce yuh olsun!

  Zahid: “Ey Rind, görmüş olduğun şekliyle ve defalarca benden işitmiş olduğun kadarıyla, benim evimde, nefsi terbiye vasıtasından başka bir şey yok! Senin de bunlara rağbetin yok Bundan sonra istediğini başka yoldan ara! Gönlündekini başka bir kimseye söyle!” dedi.

( Rubâî )
 Benim evimde olanı bilirsin!
Belaya meylin varsa, “Bismi’llah” de, başla!
Rahatı arıyorsan, başka kapıyı çal!
Sana rahat ve bela yolunu gösterdim!

— Rind: "Ey Zahid, şimdi meşakkat sırası bana ulaşıncaya ve geçim sıkıntısını çekinceye kadar, benim rızkımı senin üzerine yazmışlardır, ulaştır! Benim rızkımın senin boynunun borcu olduğunu bil! Zaruri ihtiyaçlarım senin borcundur! Geçim derdi benden uzaktır!” dedi.

( Kıt’a)
 Kendisi için çalışan işçiye ücret veren kişi, Ahmaklar gibi, yalandan davranırsa, bilgisizdir.
Kendi içini kendisi seçtiğinden, işçinin rahatını beğenir.

  Zâhid : "Ey Rind, bana hangi ücreti vermiş de seni üzerime almanın ilmiğini benim boynuma tereddütsüz atmışsın? Bu manaya uygun:

( Rubâî )
 Varlık dünyasına yokluk âleminden,
senin varlığın adım attığı günden beri,
sen benden ihsan ve ikramın hepsini görmüşsün!
Bense senden cevr ve sitemden başka bir şey görmemişim!” dedi. .

  Rind: "Ey Zâhid defalarca öğüt yoluyla dedin ve bu adla va'az cevherini deldin! Dünya her ferah için bin gam ve keder veriyor.. Her bir balın yanma bin zehir koyuyor. Bilesin ki, evlenmeye kalkışmanın tadı bal gibidir. Ama çocukların vereceği sıkıntının zehri ile yüklüdür. Yeni gelinin katılması serveti bir ferahlıktır Ama ev bark düşüncesini birlikte getirir.
( Beyit)
 Ey gönlüne, evlenme ve nikâhlanma düşüncesi getiren kimse, ihtiyatlı hareket et, zira ayağını mihnet tuzağına koyuyorsun! Mademki o baldan tatmışsın, zehirden kurtuluş çaresi yoktur! Mademki o ferahı görmüşsün, o gamdan kurtuluş yoktur! Annemle evlenmende, beni üstlenmenin ücretini düşünmemişsen, uzağı görmemişsin! O zaman düşünmüş de şimdi bahane ararsan bu mürüvvet değildir;” dedi.

( Rubâî )
 Kadınla beraber yatmaktan sevinen adama “Azad” deme!
Ebediyete kadar bağlı tutsaktır.
Ama Onun bağı kadın değildir.
Gerçekte, çocukların gözetimi düşüncesine tutsaktır.

  Zâhid : "Ey Rind, dünya düzenin gereği olan nikâhın bereketine, olmaya ki, bela sebebi diyesin! Ademoğullarının çoğalması yol olan evlenme şerefini, olmaya ki, mihnet kaynağı bilesin! Bilesin ki, güzel yüzlü kızlara takılar takarak kavuşmak, namuslu bakirelere, şeriat kanunu üzere yaklaşmak iki cihanda saadete ulaştırır. Can ile gönülün rahat kaynağıdır. Hem neslin bakası onlardan hâsıl olur. Onları görüp gözetme, evin korunmasına sebep olur. Hem kötülüklerden nefsi korurlar, hem de işleri görmede gayreti harekete getirirler.” dedi.

( Kıt’a)
 Ustanın geçim aklının kıpır danışında kadın nedir? Zemane işinde kimin karısı yoksa güçsüzdür!
Yetişmemiş erkekte her hüner, feragatten oluyor! Kadın sahibi olan, dediğin her sanatta ustadır!

( Kıt’a)
  Rind : "Ey Zâhid, kadın sevgisinde yanlış hayal etmişsin! Nikâha rağbet hususunda da hayaline yanlış düşünce getirmişsin! Bilesin ki, kadınlara yaklaşmak devasız bir derttir. Onları tabiplere göstermek ise utanmayı bırakmaktır. Uykuda iseler, onların korunması büyük bir belâdır. Çirkin iseler onlarla konuşmak acıklı bir azaptır. Onlarla devam etmek sağlığa zararlıdır. Onları boşanması, üzüntü sebebidir. Kadın seven erkek, düşman besleyen akılsızdır! Çünkü kadın daima kocasının ölmesini ve kendisinin kalmasını gözler.” dedi.

( Kıt’a)
 Kadın bir evde devamlı kalmasını isterse, Duasında, kocasına beddua etmiştir.
Koca, karısının ölümüne üzülürse, “Öl!”' de! Çünkü onu düşmanının ölümü kederlendirmiştir!

  Zahid : "Ey Rind, babası ölen her evlat, babasızlıktan ölmeyecektir. Anasız kalan her çocukta can vermeyecektir. İnkâr etme ki, ben de erkeğim! Seni olayların çilesine ısmarladım. Bana acı ve yüklendiğin işin hakkından gel!'” dedi.

( Rubâî )
 Baba şefkatine oğlunun rızkını koyan, çocuğun yüzüne, anne memelerinden kısmet kapısını açtı.
Çocuk eğer ana ve babasından uzak düşerse, varlığı sebebini ana ve babasından başkasına verebilir.

  Rind: "Ey Zâhid, kendine nisbetle senin ihsan istemen, kendine sıkıntı vermek değildir. İddia olunan belki senin payeni yükseltmektir. Çünkü senin iddian, Allah rızasıdır. Dünya lezzetlerini terktir. Bu her ikisi de, babanın oğlunu görüp gözetmesinde açıkça vardır. Mademki sen bu devletin ortaya çıkmasını, kendi zamanının şerefi bilmiyorsun, iddiacının iddialarını üzüntü sayıyorsun, o halde bana, senin temiz kalbinden keder tozlarını silmek gerekmektedir. Senden uzaklaşmak da istiyorum, böylelikle sen kederden kurtulursun, ben de minnetten!” dedi.

( Rubâî )
 Dostluğun incinmeye sebep olursa, dostluk da senden incinip yaralanır.
Dostluk et de çabucak onun dostluğunu bırak!
Senin dostluğundan dostunu yaka silkmeye bırakma!

  Zâhid: “Ey Rind, bana acayip bir şey oldu. Garip bir çıkmazın önüne getirdi: Ne senin isteklerinin çokluğundan, seni görüp gözetmeden kendimi alabiliyorum, ne de doğuştan gelen sevgimden dolayı sana gurbet yolunu; gösterebiliyorum!” dedi.

( Rubâî )
 Sana arzu kapısını açmak zor! Ümitsiz, sefer yolunu göstermek zor!
Bundan daha zor olan bir işi kimse görmemiştir: Seninle olmak da zor, olmamak da zor!

  Rind: "Ey Zâhid: Bu ayrılığa niyet etmek ve bu yolculuğa yönelmekte iki fayda hatırıma geliyor; iki çeşit yararlanmayı düşünüyorum: İlki odur ki, benimle ilgin kesilince, vakitlerinin tamamını Tanrıya kulluğa sarf edeceksin, bu da senin için Tanrı'ya yakınlık demektir. İkincisi odur ki, benim için de senin sevgine yaslanma kalmayınca ve gurbet ceza zehiri tattırınca; belki yaradılışımın dik başlılığı, bilim öğrenmeye razı olur. Kocalmış gönlüm belki bilim kazanma yolunu tamamlar. Bu da bana devlet sermayesi olur.” dedi.

( Rubâî )
 Nefis, gurbet tuzağının esiri olmayınca, Mihnet ve meşakkatten incinmez.
Geçim için bilim ve sanat kazanma yolunu aramazsa, bu o kadar acayip değildir.

—Zâhid: "Ey Rind, mademki dönmek üzere yola çıkma bayrağını çektin, tek başına yolculuğa karar verdin, dikkatli ol! Gurbette pek çok belalar önüne çıkar Yalnızlık vadisinde sayısız sıkıntılar yüz gösterir. Her adımda bir yankesici, saf kimseleri avlamağa hile tuzağı kurmuştur. Her tarafa bir kurnaz, habersizleri aldatmak için hile düşeği sermiştir. Olmaya ki bir hile ile seni avlayanlar ve seni aldatarak, benim iyi adımda yaralar açılır!” dedi.

( Rubâî )
 Görünüşte aldatıcılar, daima İblistir. Her yol başında yüzlerce tuzak kurulmuştur.
Dikkatle adımı atmayan kimse, her arzusunda elbette tuzağa düşer.

—Rind : “Ey Zâhid, bana sefere çıkarken alı nacak tedbirleri öğret, gurbet yolculuğunu hatırlat da kimlerden korunmam ve kimlerden sakınmam gerekir, bileyim. Gurbet belalarının çeşitleri nelerdir, kimlerle konuşursam iyi ve uygun olur, bildir! dedi.

( Kıt’a)
 Yolculuk görmemiş bir kimse, memleket görmek sevdasıyla gurbete düşerse; yolda,   şefkatli, iyi bir arkadaşı da yoksa, ona bilginlerden cihan görmüş birinin öğüdü, arkadaş olarak yeter!

  Zâhid: "Ey Rind, bilesin ki, bir adamın ömrü boyunca, dört tehlike önüne geliyor ve dört tehlikeli hal yüz gösteriyor: 
Birincisi: Çocukluk devresidir. Bileşimin gevşekliği ile onun hakkında noksan akıllı kadınların verdiği acıyı uzaklaştırmak ve menfaatini aramadaki acizliğidir, iyi olsun diye ne kötü işler gösterirler? Beğenilmeyecek cinsten terbiyeciler, onun terbiyesi hususunda isabetsiz fikirleriyle nice fenalıkların kapılarını açarlar?”

( Rubâî )
 Ey ihtiyar, yeni yetişen çocuktan gafil olma!
O aşıkın yeterince zor bir hikâyesi vardır!
Dadısında içtiği süttür, deme! Cahil kadınların elinden zehir içiyor!

İkincisi: Güzel kadınlardır. Kasıtla, zinayı adet edinen oynak bakışları ve yanlış düşünceli zevk sahipleri yalanları doğruya benzetinceye kadar, ne hileler oynarlar ve ona dostluk görünüşü altında nice düşmanlık ederler!

( Beyit)
 Ay yüzlülerin yanağının çevresi bir hatla örtülüdür. Bu, kötü göz, güzel yüzlülerin yüzünden uzak olsun, diyedir!

Üçüncüsü: Gençlik gururudur. Gönül avlayan güzellerin aşkı ve utanmaz işvelilerin oyunu vasıtasıyla, kim bilir hangi salman servinin cilvesinde huzursuz ederler, kim bilir hangi kanlıya tutkun ederler?

( Rubâî )
 Ey gönül, sağlıktan uzak düştün! Gönül kapan güzellerin aşkına düştün! Sana gözümden bakış veya zülfümden verdim. Seninle ne yapayım, yüzlerce helaya düştün!

Dördüncüsü: Yaşlılık zamanıdır. Güçlerin zayıflaması ve dünya endişesinin artmasıyla, cahillerin elinden ne cefalar çeker? Hasret kadehinden nice zehirler içer?" dedi.

( Kıt’a)
 Nefis, gençlikte cahilliğe, yaşlılıkta akla sahiptir! Yaşlılık güçsüzlük, gençlik güçlülük zamanıdır!
Güçsüzlük akla ve güçlülük cahilliğe sahip oldukça, gençlerden yaşlılara eza, cefa gelmesi akıldan uzak değildir!

  Rind: Ey Zâhid, insan yüzüne açılmış dört tehlike hikmetinde, her tehlikeye birer nimet konmuştur. Bunlar yaraya merhem olabilir. Sıkıntıya hazır olmayı gösterebilir. Çocukluk zamanını acizliğinde, iki cihandan da habersizlik vardır. Güzellik sahibi olmanın fitnesinde, benzerlerinde ve akranlarında farklı kabul edilmenin cazibesi vardır. Gençlik gururu, rahata ulaştıran bir aşkın kaynağıdır! Yaşlılığın güçsüzlüğünde ise zamanın insanları arasında sayıgıya lâyık görülme vardır!” dedi.

( Kıt’a)
 Başlangıçtan sonuna kadar, yaradılışımızın dört mevsiminde, her mihnete karşılık Tanrı, bir nimet vermiştir: Acizliği, her şeyden habersizliğin nimeti; güzelliği, kabul görme cazibesi; aşkı, mahabbetin zevki ve yaşlılığın zayıflığını, vakar ve saygı! Şimdi söyle: ben o dört tehlikeden hangisine sahibim, ki o nimeti anlama yolunu aydınlatayım?!” dedi.

( Rubâî )
 Ey bakmasını bilenler, kendi varlığımdan haberim yok.
Varlığımdan mutlaka bana bir haber yoktur!
Bu zaman içinde ben kimim? Bana göster?
Benim varlığıma nisbetle, ne hayır ve ne şer vardır?

  Zâhid: “Ey Rind, sen ilk tehlikeden geçmişsin ve ikinci devreye ulaşmışsın! Görünüşteki güzellik işaretini yanağının yüzüne çekmişsin! Eğer arkandan gölge gelirse, ondan sakınman gerekir. Eğer aynada aksin sana bakarsa, tâbiatinin ondan çekinmesi gerekir. Değil ki mahfillerin toplantılarını süsleyen birisi olasın ve rindlerle beraber oturup kalkasın; onlardan sakın ki senin dostlarının göğsü, düşmanlarının kötülüklerine hedef olmaz! Senin gidişin, dostlarının ve kardaşlarının kötülemelerine sebep olmasın!” dedi.

( Kıt’a)
 Güzellik bir hazinedir! İffet ve namus onun kalesidir.
Gayret ve hamiyyet, hırsız korkusundan o kalenin gözcüsüdür!
Edepliler, daima hırsız korkusundan kaleyi korumak için gözcülüğü şiar edinen kişilerdir.

  Rind: “Ey Zâhid, anlaşılması güç bir nükte söyledin ve güç bir yolu gösterdin! Güzellik sahibi olma mevsimi, zihin ve zekânın kapılarının açılmasıdır. Güzel yüzlü olma günleri, nefsin kuvvetlerin sağlamlaşmasının başlangıcıdır. Vakte her kemal sahibi rağbet göstermelidir. O da onlardan gördüklerini açığa vurmalıdır. Hoş yaradılışlılar, zevk sahibidirler. Kâmil kişiler, güzel bakışa müştaktırlar. Eğer güzel görünüşlü gençler ve peri yüzlü güzeller, işin başında cahillerin kötülülemesine hedef olacaklar diye, belki bu güzelliklerinin yok olmasından korkarak, hoş yaradılışlılarla oturup kalkmazlarsa, onlara, kâmil kişilerin terbiye edici bakışları açılmaz. Güzellik kiliminin kalkması ve halin görünüşünün değişmesinden sonra ne onların olgunluk kazanma istidadı kalacak, ne de dedikodu korkusu! Bundan dolayı marifet güzelinin yüzü, taklid perdesinin altında örtülü kalıyor ve kimse ilim ve edebin faydasını ulaştıramıyor!” dedi.

( Rubâî )
 Sende güzelliğin bereketini kabul etme olduğu sürece
Olgunluk sahibi kişilerden, güzel terbiye kazan!
Güzelliğin günden güne, azaldıkça, öyle tedbir al ki, olgunluğun artsın!

  Zâhid : Ey Rind, irfan mertebesine ula şanın binde bir olması bundandır. Marifet sahibi kişinin nadir bulunması da! Eğer eğri bakışlı fasıklar, güzellerin yoluna bu tuzağı koymasalardı ve habersiz eğri bakışlılar, aşkı tertemiz yapanların üzerine bu suçlama kapılarını açmasalardı, doğrusu, çocuklar, oğullar tertemiz aşıklarla oturup kalkmayı ve ağzı dualı irfan sahipleriyle arkadaşlık etmeyi, babalarından üstün tutarlardı. Hepsini babanın mürüvveti gayesi sanırlardı.” dedi.

( Rubâî )
 Sevenle sevilen arasındaki ayrılık, Fasıkın işlerinin vehmindeki kötülüktendir.
Yoksa güzellik aşktan ayrı olmazdı. İki uyumlunun arasında ayrılık lâyık mıdır?

  Rind: "Ey Zâhid, güzellik, temizdir ve temiz olmayanların saldırısından korkmaz! Güzellik sahibinin bir aynası vardır ki, her kesin gözüne görünür,  doğru için de yalancı için de onda eser bulunur, dervişlere açıktır. Güzelliği korumasını bilmeyen kişide güzelliğin kalmaması da şarttır. Temiz güzelliğe, temiz aşk yol bulur. Her cins kendi cinsine meyleder.” dedi. Ey arkadaş, eğer temizsen senin için, kötü cevherli ve temiz olmayanlarla oturup kalkmanda korku yoktur. Şüphesiz, temiz olmayan kişi arkadaşını tanır. Mademki seni temiz, biliyor, sana nasıl bakar?

  Zâhid: "Ey Rind, mademki senin anlayış gücün, temiz ile kirli arasına bir fark koyuyor, kavrayışının güzelliği iyi ile kötüyü seçme imkânını veriyor, hürsün! Senin ferasetine bıraktım ve sana yolculuk iznini verdim!”' dedi.

( Rubâî )
 İyi ve kötüden haberdar olan herkes, kavrayış güzelliğiyle, işi kavrar.
Öylesinin gurbette dostu ve üzüntüsünü' paylaşan kimsesi olmasa da ne gam?

  Rind: “Ey Zâhid, her ne kadar tereddüde gücün olmasa ve harekete takat getiremesen de, ben henüz san’at eserlerine bakmamış ve dünyayı temaşa yolunu çiğnememiş olduğumdan, şehri dolaşmada birkaç adım bana yoldaşlık et, zamaneyi temaşada birkaç adım benim yanımda gel de neye bakarsam, onun niteliğini senden öğreneyim!” dedi..

( Rubâî )
 Yolculuğa çıkan kimsenin akşam sabah konuşacağı bir arkadaşının olması hoş vakit geçirtir. Ne zaman sanat eserlerinden birini görse, onun hakikatinden tafsilatlı haber sorar!'

Zâhid, Rind'den bu arzuyu görünce, birkaç adım onunla beraber olmayı uygun gördü. Her ikisi odadan birlikte dışarıya adım attılar. Köşe bucak yola düştüler. Rind’e anlaşılması müşkil görünen herşeyi Zâhid'den sorup öğreniyordu. Ansızın büyüklerin ve yüce rütbelilerin toplandığı yüksek bir binaya ulaştılar. Padişahların derecesinden daha yüksek bir bina ve günahsızların amel defterinden daha temiz bir eyvan! Sevgili gibi süslenmiş bir konak! Ona bakanlardan minare boyunca bir uğultu yükselmiş! Müezzin, kıvrak sesiyle feryada gelmiş! Eyvanın gözü, hoş zevkli kullarla kaplanmış! Mihrabın kaşı, imâmı gözler olmuş! Kayd zincirinin parlak saçını, hatibin ayağına atmış!

  Rind: "Ey Zâhid, bu ne yerdir ve bu şerefli yerin adı nedir?

  Zâhid: “Ey Rind, bu Allah’ m evidir. 'Temiz kalbli sufilerin ma'bedidir. Kulluk yeridir. İblis’e buradan geçit yoktur. Buradakilerin de ondan korkusu yoktur.” dedi.

( Kıt’a)
  Mescid, halkın sabah ve akşam İblis’in şerrinin fitnesinden emin oldukları bir kaledir.
Böylece gece ve gündüz kişilerin İblis ve onun şerrinden gönül rahatlığı içinde oldukları bir kaledir. .

  Rind: “Ey Zâhid, mademki bu Allah evidir, doğruluk ve temizliğin başıdır. Burası, oğlundan haberi olmayan bir babanın makamıdır. Babasından pervası olmayan bir oğulun konak yeridir. Henüz beni himayesinde tutan senin bu eve yerleşmen zordur,
Henüz sana bağlı olan benim de hu konakta oturmam uzak ihtimâldir. Bir kimse ev sahibi için gerekeni bilmeyince, onun evine nasıl girebilir? dedi.

( Rubâî )
 Bu ev, teklik, doğruluk, ve temizlik makamıdır.
Her türlü bağların dışında Tanrı’nın yakın haremidir.
Biz, henüz dünya düşüncesinin başındayız.
Bu evin düşüncesi nerde bize lâyık ölür?

  Zâhid: “Ey Rind, bozguncularla oturmazdan ve dinden çıkmışlarla karışıp görüşmeden önce bu eve gelesin! Bu insanlarla konuşmaya rağbet edesin! Ola ki, bu kişilerin hidayet nurlarının kıvılcımı, seni cahilliğin karanlığından kur tara ve bu topluluğun taklidinin yol göstermesi, seni, muradına ulaştıra!”’ dedi. '

( Rubâî )
 Bir meclis ki, orada Allah’ın bereketi sakidir. Daima Allah Teâlâ’ya özlem çekenlerin şarabı ve zikri vardır. Elverirse oraya gel ve bir kadeh çek! Böyle bir kadehte, varlığın neş’esi bakidir.

  Rind: "Ey Zâhid, burası olgunların yeridir, olgunluk mektebi değildir. Burası erenlerin yeridir, ermişlik yerine geçit değildir. Burada kalanlar, kurtulmuşlarsa, benim gönlümdeki kederin tozu, onların temiz gönüllerine düşerse, ayıp olur. Gönlü bağlanmışlardan iseler, benim günahsız nefsim onlarla «oturup kalkmayla, başkaldırmayı seçerse, yazık olur!” dedi.

( Kıt’a)
 Bu meclistekiler, faziletli ve olgun kişilerse, Niçin gidip bu bilgisizlikle utanalım?
Kendini beğenmiş, birkaç yalancı ve şirretli iseler, Niçin gidip onların işine ortak olalım?
Şimdi benim doğru yolda olmam ve doğrusu odur ki, kendi bulaşığımı Allah evinin kapısından toplayayım ve bana uygun olan dilediğim konağın dilek yönünü tutayım!” dedi.

( Beyit)
 Mescidde ona lâyık olanlar toplanırlar. Oradaki kalabalıktan bana yer kalmamıştır.

Rind, mescide girmeye razı olmayınca, Zâhid, onun refakatinde, adımını ileri attı. Her tarafı temaşa ederek dolaşıyorlardı. Her vadide konuşarak geziniyorlardı. Ansızın bir binaya ulaştılar: Feleğe baş çekmiş ve oradan çıkan nağmeler, meleklerin ma’bedine ulaşmış! Cennet bahçesinden renk almış bir bahçe; gılman topluluğundan haber veren bir mahfel! Sarhoşların çoşkunluğunun gulgulesi, rahatı se ven dimağı, kadeh gibi döndürmüş! Şarap sevenlerin yeme içmelerinden çıkan na’ra, akıllı arayan aklı gaflet uykusundan uyandırmış! Sakı, akıl cevheriyle satın alınabilecek yakut; renkli şarap göstermiş. Çalgıcı öyle bir perde yükseltmiş ki, riya aybıyla örteyim. Velhasıl, dünyadan geçmiş ve ahiretten dönmüş bir kalabalık!

  Rind : "Ey Zâhid, bu gönül açan yer nedir? Duyduğum ne biçim sestir? dedi.

( Rubâî )
 Bu kalabalığın bakışı, benim aklımı kaptı!
Gönüle, başka alem yönüne yol gösterdi.
Sanki hepsi Yaradan’dan hoşnud imişçesine,
 Burada bütün halk rahat ve içindedirler.

  Zâhid '. "Ey Rind, bu şeytanın evidir. Tanrıya kafa tutmanın kaynağıdır. Bu evde oturanlar, Tanrı’nın rahmetindek uzaktırlar. Belki O’na karşı gelmekle de Tanrı’nın düşmanlarıdırlar. Dünyada akıl bozukluğu ile kınanırlar. Ahirette, Tanrının emrine karşı geldikleri sebebiyle mahrumdurlar! Tanrıyı tanımıyorlarsa, bu amelleri vardır. Tanrı’yı tanımayan adamdan daha kötü ne vardır? Tanrı’yı tanıyorlarsa, bilerek O’na uymak için başlarını eğmiyorlar! Korkusuz asilerden daha kötü ne vardır? Tali’li kişi, bu taifenin yönüne gitmez ve topluluğun sohbetiyle perişan olmaz!” dedi.

( Rubâî )
 Bu taife, Hakk’ın rahmetinden uzaktırlar.
Tanrının bereketinden ve halktan uzaklaşmıştırlar.
Ya gözü pek, ya kör gözlüdürler.

  Rind: "Ey Zâhid, bu evi şeytanın yeri dedin ve bu hanede Oturanları başkaldıran kişiler saydın! Ne hikmettir ki, Tanrı, gücünün varlığı ile kendi düşmanının evini ma’mur e der? İlahi gayreti ile Tanrı'ya karşı direnenlerin arasında ayrılık sökmüyor? Bunlara mühlet veriyor ki, umduklarını kolay ele geçirme ve hâllerindeki refah sâyesinde, takva camına taş atalar, kötülüklerin saldırısı ile sakınma korkusunu kiralar!” dedi.

( Rubâî )
 Bir rindi, sakiden şarap isterken gördüm.
“Senin amelin, Tanrının emrine karşıdır dedim.
“Her şeyi Tanrıdan biliyoruz; bizim muradımızın neticesi de O’ndan izindir!”' dedi.

  Zâhid : “Ey Rind, sakın bu inançla yoldan çıkmayasın ve Tanrıya karşı gelenlerin masalıyla aldanmayasın! Bilesin ki, Tanrının kötülüklere sabretmesi, azab delilini güçlendirme yönündendir ve cezada ağır davranması,, azap olunmaya istihkaklarım isbat içindir. İyi iş, Tanrı’nın emrine uymaktır. Kötü amel, yanlış yola gitmektir. Sarhoşların aklı yoktur ki„ iyi ve kötüyü nasıl bilsinler?” dedi.

( Rubâî )
 Ey temiz yaradılışlı, mademki zamanın içindesin,
Ya geçim için çalış, ya dönüş için ( Öteki dünyaya)! ,
Şarap içmek ve iki dünyanın işlerinden gafil olmak!...
Akibet onun ne vereceği ortadadır!   

—Rind : "Ey Zâhid, bu taifeyle oturup kalkmışsan ve onların şarabından içmişsen, kendi fasıklığını kabullendin ve senin sözüne saygı yaraşmaz! Oturup kalkmamışsan, onun doğruluğuna, araştırdıktan sonra kanaat getirmemişsin) o halde hangi delil ile senin sözünün doğruluğunu isbat ediyorsun? Dediğinin dışına «çıkmıyor musun? dedi.

( Rubâî )
 Eğer şarap içer de şarap kötüdür diyorsan,
Utanmalıdır ki kendi işinin ayıbını söylüyorsun!
Şarap içmediğin halde, ona kötü diyorsan,
Ayıptır, doğru söylemiyorsun!

  Zâhid: "Ey Rind, şarap içenler konusunda Allah'ın delili, yeterlidir. Şarap hakkındaki soruna, Allah'ı bilenlerin ondan tiksinmemesi, kesin bir cevaptır. Bir pisliğe, Tanrı, haram demişse, kapısından uzaklaştırdığı bir bölük insanı imtihan etmeye, onlarla karışıp görüş meye ve yaklaşmaya gerek var mıdır?'' dedi.

( Kıt’a)
 İnsanın her durumda ebedi Allah’ın kelamına uyması gerekir.
Biz nerede, kazanılan tecrübe nerede? Hakk’ın sözü, iyi ile kötüyü ayırandır!

  Rind: "Ey Zâhid, şüpheyle halkı suçlama! Bir, hayalle insafın ucunu elden bırakma! Sen, bu şarabın, "şeytan işinin pisliği ile bulaşık olan” şarap olduğunu ne biliyorsun? Bu şarap içenlerin, yüce aklı sarhoşlukla zevale götüren kişiler olduğunu ne biliyorsun? Ola ki bu şaraptan her bir damla cehennem ateşini söndüre! Bu taifenin neş’esinden yükselen her nağme, yüce âlemleri teşbih edenlerin zikri ola” dedi.

( Rubâî )
 Şarap içenin remizler denizi boş değildir.
Şarabın sır perdesinde, kimseye yol yoktur!
Aklı başında olan kişi, şarabın ne olduğunu ne bilir?
Sarhoş olunca, da olan bitenden habersizdir!

  Zâhid: "Ey Rind, şarap içenlerin derecesi, Tanrı’nın şevk meclisidir, boş şeylerle uğraşan şarapçıların yeri değildir; manayı tanıyanların hareketi marifet dünyasıdır, yaldızlı viranelerin görünüşünü sevenlerin işi değildir, dedin! İmtihanda, hayat suyunu, zehir saydın! Hak sözü, batıl hakkında söyleme! Zira kötü nefs, kendini teselli etmek için, her kötüye iyi, adını koyuyor. Her yanlışı, kendi teviline göre, kurtuluş müjdesi olarak veriyor. Bana kalırsa ben, bu mahfile yüzümü dönmüyorum ve sana da kendi arzumla izin vermiyorum.

( Mısrâ)
 Ben nerede, meyhanelerin yönü nerede?
Eğer senin gönlünde varsa, bu yaptığım iş bana uğurlu gelmiyor:
"İşte bu, seninle benim aramızda bir ayrılıktır!” dedi.

  Rind: “Ey Zâlıid, bu hükme göre, Hak senin yanındadır. Çünkü meyhaneye ilgi göstermek, senin adetinin tersinedir. Adetin tersine işte, musibetlerin en büyüğü vardır. Dün yaya olan ilgin hala senin görüş aynanın üzerine oturmuştur. Taklit bağı, senin ayağını tereddütle bağlamıştır. Seninle bu topluluk arasındaki tam aykırılık o kadar ki, sen onlar dan nefret, ediyorsun onlar da senden ürküyorlar! Ama ben bu topluluğun yaradılışlarının değerini mihek taşında denemeyinceye ve onların davranışlarından şüphe perdesini açmayıncaya kadar, sadece taklitle onların sohbetinden eteğimi toplamam ve onların mahfellerinden bir kenara çekilmem muhaldir. Bir zaman, bir köşede otur, ıstırabına sabrı seç! Ben içerdekilerin halini gözden geçireyim, bu zaman zarfında onların halini inceleyip dışarı çıkayım!" dedi,

( Rubâî )
 Ey temiz cevherli, bir yolculuğa karar 'vermişim! '
Yolculukta arkadaşım, aklın sermayesidir.
Ümidim odur ki, bir yolculuktan ziyan çekmeyeni! :
Sermaye ye faydanın ikisini de göz önünde tutayım!

Zahidin, Rind ‘in aklına güveni olunca, yetişkin olduğundan, yasakları işlemesinin uzak bir ihtimal olduğunu görerek meyhaneye girmesine izin verdi. Rind de rindçesine meyhaneye ayakbastı. Meyhanenin sedirinde bir ihtiyar gördü. Meyhaneyi dıştan süslemiş! Birşey isteyen herkes ondan bulmuş! Bazen kadehin aynasından, kendinden habersiz sarhoşlara, kainatın durumunu haber vermiş, bazen çalgıcının şarkılarında, dünyanın sırlarının yüzünden perdeyi açmış! Güzelleri, güzelliğin kalıcı olmayışından haberdar etmiş ve aşıkların sevgisini onların gönüllerine yerleştirmiş! Sakilere, devirde( kadehi dolaştırmada) acele etmenin gereğini haber vermiş ve onların dolaşmasını, sonu neş’eye varan kadehin elden ele gezişine bağlamış!

(  Mesnevi)
 Saf gönüllü ve gönlü aydınlık olan ihtiyarın görüşü,  her müşkülü halletmiştir
Hakikate, ulaşma hâzinesinin kilidini gösterir, sır, cevherimin hâzinesini açar.  Aşk, onun namlılığının adının sürüdür. Aktl, onun çocukluğunun öğüncesidir. Onun bakışı, şarabı, aranan şey yapmıştır, Yaradılışa elde etmeyi ve kalbin cezbesini vermiştir. Onun himmeti her kimi topraktan almışsa asma gibi la’l ve inci sahibi yapmıştın

Rind'in gözü, ihtiyarın nurlu çehresine düşünce, açık bir dille selâm verdi. Pir, şefkâtininı olgunluğundan, selâma cevap verdi. Yeni açılmış bir gül gibi, o yeni açmış gülün yüzüne : "Ey delikanlı, garib görünüyorsun!! Ne iddian var ve nereden geliyorsun? Yolunu kaybetmişsen, sana kılavuz olmaya çalışayım! Bir hacetin varsa, emret ki onu yerine getireyim! ?" dedi.

( Rubâî )
 Ey çocuk, bizim meşrebimizden haberin yok!
Sanki yanlışlıkla buraya yolunu düşürmüşsün!
Yanlış yola gelmişsen, burası doğru yoldur!
Bizi ararsan, otur: Bi’smillah!

Rind: "Ey Pir, bana bir müşkül iş düştü ve bir hayret el verdi. Meyhane, şeytanın şerlerinden dolu bir yerdir. Şarap, insan kulluğunun evinin temelini tahrib eden bir şeydir, diyorlardı. Her kimin Tanrı'ya yakınlık şerefi varsa, bu evde oturmaktan sakınır. Her kimin, Tanrı' nın emrini yerine getirmeden mutluluğu varsa, buraya yaklaşmaktan nefret eder! Senin bu kadar ferasetinle, buraya rağbet etmen ve bu kadar zekân ile bu kimselerle birlikte olmayı istemen, şaşılacak şeydir.” dedi.

( Rubâî )
 Meyhane, fitne, bozgun ve şer yeridir.
Şarap, insan aklının çözülmesine sebeptir.
Ben, ona şaşarım ki, senin gibi her şeyi idrak eden birinin, bu kötülük ve bozukluktan nasıl haberi olmaz?

  Pir: "Ey çocuk, o yerin vasfını ben de işitmişim, bu metaın esasına da ulaşmışım! Tarikat yoluna giren dervişler o yere, "Fesat Evi” diyorlar. Hakikat fennini bilenler, o meta : "Fesat Mayasının Hamuru” biliyorlar, Allah’a  hamdolsun, ben oraya ayak basmamışım ve o topluluğun halkasının tuzağına düşmemişim! Hangi bedbahttır ki, şerefli akıl cevheri ve lâtif kavrayışı ile, o şeye el uzatır? Her iki dünyayı yıkan yarayı, kendinden geçmiş olarak, ciğeri üzerine koyar? Bu manada demişlerdir :

( Rubâî )
 Akil, insanlık şerefinin kemâli ve Tanrıya kulluk binasının temelidir. . ' Yazıklar olsun ki, bu yüce bina, şarap selinden viranlığa yüz tutmuştur” dedi. 

—Rind: "Ey Pir, bu: sahip olduğun makam, ne  yerdir ?; Bu; senin kadehindeki metaın adı, nedir? Bu yerde kalanları, iki cihanın işinde isteksiz görüyorum; Bu işi işleyenlerin, onu, sırrı keşfetme gücü, saydıklarını görüyorum." dedi.

( Rubâî )
 Şarap, daima, fitne ye fesaddır! ,
Ondan dolayı, şeriatta haram edilmiştir.
Ey Saki, senin kadehin, fitneyi, düzelticidir!
Kadehteki, şarap değildir, peki nedir?

  Pir : “ Ey Rind, benim bulunduğum yer, şifahanedir. Derdlilerin derdine deva olan yerdir. Bilesin ki, ruhun "Şeytan Vesveseleri" adıyla anılan korkunç' bir hastalığı vardır! Onun maddesi, cismani lezzetlerin kaplaması ve hayvani şehvetin güçlenmesidir. Onun alameti, bir an dünya işinden rahat olmamak ve bir saat bile düşünceden uzak kalmamaktır. Bazı  kimseleri, Huri, ve Gılman arzusu ve cennet bahçesinin nimetleri isteğiyle, bir maksatla karışık ve kulluğa ve riya ile bulaşık bir boyun eğmeye sevkeder! Böylece gerçekte istenen şeyden uzağa atar. Bazı kimseleri de makam ve mevki yükselmesi hayaliyle ve mal, mülk çoğalması hevesiyle, isabetsiz tedbirlere ve yalan düşüncelere kaptırarak, asıl maksattan mahrum eder. Tanrı'ya şükürler olsun ki, o hastalığı keşfetme kapıları, bana açılmıştır. O hastalığı iyileştirmenin çaresini benim tedbirimin şerbetine konmuştur. O dertlilerden başarı isteyenleri, şüphesiz, benim tarafıma gelir. Benim çare bulan elime ısmarlar. Önce, bildiği bu harap âlemin bağlarından sakınmayı söylüyorum, sonra şarabını düzeltici şerbetiyle dimağa temizlik ve vücuduna arınma veriyorum. Ondan sonra ruh besleyen gıdayı ve gönül okşayan güzellerin sözlerinin şerbetini, çözülmeyen gönüle ulaştırıyorum. Kısa zamanda durumu düzelsin ve tereddüdden kurtulup iki cihanın tereddüdünden güçlenip dosttan başka dost aramasın! Tanrının mülkünde, Tanrı yolundan başka yolda koşmasın!” dedi.

( Rubâî )
 Canlı iken öbür dünyanın işini mukayese etmek bir derddir.
Ağır zamanenin kargaşası, gönüle bir yüktür.
Sarhoşlukta ve kendinden geçmede akıldan olursan,
Dikkat et ki hem ondan hem bundan kurtulursun!

  Rind: "Ey Pir, ben derdliye, derman müjdesi verdin! Yaralı gönülün yarasına merhem koydun! Bilesin ki, bundan önce, umursamazlıktan başka bir işe sahip değildim. Cihan da olan her şeyi, yokluk sanırdım. Bu birkaç günde, itibar sahiplerinin öğüdü vasıtası ve zamane insanlarının ayıplamasıyla ki hem dünyalık karışıklığı hem de ahiret korkusunun vesvesesidir, ne gündüzün dünyalık endişesinden başka işim, ne de geceleyin ahiret düşüncesiyle huzurum vardır! Ey Tanrı, benim önüme bir çare getir ve beni tehlikeye atma! Hastalığımın keyfiyetini kime dedimse, keyfiyetini tanımadı. Gereken dermanı da yapmadı, dedi.

( Rubâî )
 Dünya düşüncesi, gönlümden huzuru götürdü.
Ahiret gamının korkusu, beni zayıflattı.
Her kimden işimin çaresini istedimse, yüzlerce defa, benden daha çaresiz olduğu ortaya çıktı. ,

  Pir: "Ey Rind, bilesin ki, tabiat itibar eseri olarak ortaya çıktı, nefis ise dünyaya ait ilgilerin sebepleri: için göründü. Böyle olmasaydı, bu ateş daha başlangıçta sönerdi! Allah Teâlâ’ya sığınarak, söylüyorum, hevesin havanın hareketiyle yükselirdi! Hazırlık düşüncesi zor oluyor. Dünya ve ahiret senden bizar oluyor. Şimdi senin, itibar seven zahidlerden oturup kalkmaktan sakınman gerekir. Sevgilinin bakışıyla sarhoş olup dünya işlerinden rahata kavuşan ve kadehin verdiği neş’eyle ahiret korkusundan habersiz olan dünyaperestlerden de çekinmen gerekir.” dedi.

( Rubâî )
 Harap dünyaya meyletmeseydin!
Parlak gönülden ahiret gussasını götürmeseydin;
Hesap ve azaptan yalnız sen kurtulmazdın,
Dünya azaptan ve ahiret hesaptan kurtulurdu!

  Rind: "Ey Pir, şefkatle karışık sözler söyledin ve diğer rahatlık veren inciler deldin! Mademki benim kurtuluşuma söz verdin, beni bekletme! Benim sıkıntımın halli müjdesine ulaştınsa, beni bekleyişte bırakma!” dedi.

( Rubâî )
 Ey Sakı, benden gam ve kederi alan o şeyi ver!
Dünyaya ait ilgilerden gelen gamı silsin süpürsün!.
Göğüsteki dünyaya ait ilgilerin izi değişsin!
Kalması gerekmeyen şey değişsin!

Pir, Rind'in, tabiatında irfan istidadı görünce, gül yanaklı, sakiye işaret ederek; "Derdsizlik maddesi olan Ruhu Cilalayan Şerbeti” getir; yan bakışla iğnesiyle önün kirpiklerinin damarından kan akıt; onun şerbetine birazcık "Şevk İlacı” at; yiyeceğini gönül açan nağmelerden yap hazırla ki yavaş yavaş inanç bağını şekilden kesip manaya ulaştırsın, saplantı ipini mecazdan kesip gerçeğe bağlasın!”  dedi.

( Rubâî )
 Kederi ortadan kaldıran şarabı içen kişi ne hoştur!
Bir an için akıl vesvesesinden uzak ayrı düşer.
Tanrıya bağlanmak, O’nun gayrsisinden uzaklaşmayla aynı şeydir. Ayrılıkta da Tanrı izi vardır. Bulmaya çalış!

Saki, Pir i Mugan'ın yol göstermesiyle, erguvan renkli şaraptan bir damlayı "mahabbet şerbetine” karıştırıp, zarif bir şekilde, Rind’  in eline verdi. Rind, arkadaşçasına dudağına götürdü. Şarabın neş'esi, utanma perdesini aradan kaldırınca, Aşk Sultanı, varlık dünyasının uzayında, ortaya çıkış bayrağını dalgalandırınca, Rind, cihanı müşahadeye göz attı. Onun ışığından, neş’enin tâ kendisi olan veçhelerin temaşası elverdi. Olayların ta kendisi olan nurdan karanlığın sıkıntısından ne o nurlara bir tehlike var, ne de hadiselerin, sonbaharından o bahçelere bir zarar var! Rind, yeni açılan bir gül gibi terennüme başladı:  

( Rubâî )
Ey, felek,, beni: kine düşürdüğün yeter! 
Bin yanakta, benim muradıma ulaşamayışımın kapısını açtın!
Muradıma ulaşamamaktan aciz olmadığımı görünce,
Sonunda ' çaresiz kalıp, muradımı verdin!

Elhasıl, Rînd’in dimağına, rindlerle olan sohbetinin tadı öyle, oturdu ki, neş'esinin derecesi, Zahid’e doğru dönüşün kapılarını kapadı. Zahid, Rind’in başına bir şey geldiğini bildi. Kendi kendine: "İblis, onun yoluna bir tuzak koydu.” dedi. Babalık bağı, onu kıskançlığa şevketti. Meyhaneye yönelmeye aldırışsız yaptı, Meyhaneye koştu. Rind'i, şarap içenlerin halkasına oturmuş, gördü.

  Zahid: "Ey Rind, sonunda şeytanın aldatmasına kapıldın ve bizim yüzsuyumuzu silip süpürdün!’' dedi.  

( Rubâî )
 Felek senden beni ümitsiz etti.
Derde bak! görmediğim bir işi, senden gördüm.
Yüz bulmadan ve öğünmeden korkuyordum.
Korktuğum şey başıma geldi!

  Rind: “Ey Zahid, sen beni, bozuk inançlı şarap içenlerle düşüp kalkmaktan engelledin! Burası namuslu rindlerin mahfelidir. Sen benim nefsimi, pis şaraptan men ediyordun, bu can okşayan bir şaraptır. Biraz otur ve bu topluluğun hareketlerini gör! Zannettiğinin tersine, hali müşahede edersin, şüphenin aksine düşünceye dalarsın!” dedi.

( Rubâî )
 Her ayna, gerçekten kabuk içinde bir özdür.
Dostla düşmanı seçmek zordur.
İyi bildiğin çok kişi aslında kötüdür.
Kötü dediğin çok kişi aslında iyidir.

  Zahid : "Ey Rind, bu oyunlar, şeytanın aldatmasıdır. Nefse ait lezzetlerin oyunlarıdır. Kötüyü, iyi sanıyor missin, kendi kendine kararlaştırdığına inanmışsın!  Eğer öyle olmasa, İblis bu gibi oyunlarla haramı helal gösterir mi? Yoksa her şeyi bilenlerin hakkından nasıl gelir? Bilesin ki, kötü yapmış kişi, bir bilmiştir. Kötüyü, iyiden ayıramamıştır. Şimdi sen meyhaneyi, ma’bed sanmışsın, onun tanığı halindir. Şarabı, halin kaynağı tasavvur etmişsin! Bu manaya delalet eden,

( Rubâî )
 Şirret şeytana, şaraptan yüzlerce meded vardır!
Çünkü şarap, aklın yüzünün perdesidir.
Fasık, bütün kötü işleri, iyi biliyor!
Onların kötü olduğunu bilse asla yapmaz!” dedi.

  Rind: "Ey Zahid, seri meyhaneyi, İblis'in makamı, olarak adlandırıyorsun! Şarabı, bozgunculuk aleti biliyorsun! Onun fitnesinin tuzağı, hırs ve gururdur. Bunlar, meyhane sakinlerinden uzaktır. Şeytanın fesad aleti, hile ve gösteriştir. Bunlar, şarap içenlerin gözünde, yanlıştır. Eğer bu evi, Tanrı'dan boşalmış diyorsan, Tanrı'yı her yerde hazır bilmiyorsun; eğer bu evde, Tanrı’nın varlığını itiraf edersen, İblis'i, kinayeyle dile ortak getiriyorsun!" dedi.

( Rubâî )
 Şeytan, daima Tanrı’dan yüz çevirendir.
Nerede Tanrı varsa, şeytandan boştur.
Tanrı’yı anmadan durma, şeytandan korkma!
Şeytanla konuşur olmak, insanlıktandır.

  Zahid ' "Ey Rind, mademki Tanrı her yerde hazırdır ve herkesin durumunu görür, o halde niçin bir bahane ile edebe uyarak, Tanrıya kulluk edenlerin mescidine , ayak basmadın? Gafillerin toplandığı meyhanede hala bozguncularla oturmaktasın? Orada, o mahfelde ayıplardan ne gördün? Bu mecliste, güzelliklerden hangi sanatı duydun? Eğer İblis’in oyunu; senin zamanının fitnesi değilse, mescid yerine meyhaneyi seçmen nedendir?" dedi.

( Kıt’â)
 Şarap arayanlar ve gurur sarhoşlarının topluluğu,  Gönüllerini, Hakkı bilip tanımaktan gafil tutarlar.  Mesciddekilerin eğer fayda cinsinden bir meyveleri varsa, meyhanedekiler ne elde ederler? :

  Rind: "Ey Zahid, dikkatle düşünme gözümü açınca, şöyle şöyle düşündüm ki, mesciddekiler, kendileriyle, gururlanmaktadırlar. Meyhaneye çekilenler ise kendinde değiller! Mescidde ibadet edenleri ibâdetlerine olan güvenleri, gurur sarhoşluğuna atmış; ' meyhanenin gafillerini, hatayı itiraf etmeleri, gaflet uykusundan uyandırmış! Orada doğru suretine girmiş bir hata gördüm. Burada' ceza, elbisesine bürünmüş bir sevap gördüm, Suçunu tanıyan suçluların bağışlamada ümidi", vardır. Gururlu olarak kulluk edenlere Tanrı’ya başkaldırma korkusu vardır. Şüphesiz, kendimi korku çukurundan ümid vadisine çektim.. Yokluğa ulaşan silsile ile, varlıktan ilgimi kestim.” dedi.

( Kıt'â)
 Mesciddekilerin hepsi, kavga ve döğüş adamıdırlar.   Akla yasak olan şeyin onların sohbetine rağbeti var. Meyhanedekilerin hepsi, kendilerinden habersizdirler. Ben, kendisinin adını anmayanların yerindeyim.

  Zahid: "Ey Rind, insanın yaptıkları ya dünya hallerine uygundur veya ahiret durumlarına uygundur. Şarabın niceliğinde, hem onun işini unutma vardır hem de bunun elde edilmesinden mahrumiyet! Şuna şaşarım ki, bir kimse, hayvanlar üzerine akıl şerefiyle öğünür de niçin kendisiyle öğünmesine vesile olan şeyi kaldırmaya çalışır? Üzerinde dururum ki, eğer Tanrı, şarabı haram kılmamış olsaydı, kimse ona rağbet etmezdi! Besbelli ki, şarap içmek, nefse uymakladır. Belki de Tanrı emrine karşı gelmek içindir!” dedi.

( Rubâî )
Tanrı’nın seni menettiği bir şey, boşuna niçin rağbet gerekir?
Seni kendisine karşı bilen kimse, elbette senden hoşnud olmayacak!

  Rind: "Ey Zahid, şarabın haram olduğunu biliyorum. Özellikle bu sebepten benim ona rağbetim tamdır. Çünkü nefs, zalimdir. Bunun için beni bela tuzağına atmış ve kendi heva ve hevesim vasıtasıyla Tanrıya kulluktan uzak tutmuştur. Ben, onun intikamın hakkından gelmiyorum, zaruret halinde kötülükler yaparak, Tanrı’nın azabına müstahak göstermiyorum ki, Tanrı, benim intikamımı ondan alsın ve beni zalimimin zorlamasından rahata ulaştırsın!” dedi.

( Rubâî )
 Bir nefisde, saf şarap hevesi olursa,
Bana, hayır kapısı ve sevap yolu kapalıdır.
Ben bu açık zulme mükâfat olarak, Onu, yanlış işten dolayı, azab ehli yapıyorum.

Mademki, kullukta kusur etmeyenler, rahmet yüzünün aynasına sahip olurlar, kötülük işleyenleri de bağışlanma eserlerine mazhar edecekler ümidi vardır. Besbelli ki bağışlanmak, kötülük yapmaya bağlıdır. Kötülük yapanlar, Tanrı’nın bağışlamasını harekete getirenlerdir.” dedi.

( Rubâî )
 Kul, başkaldırma ve suçlardan uzak olunca,
Bağışlama, gayb perdesiyle örtülüdür.
Bağışlanma, kişinin günahından hâsıl oluyor.
Günah işleyen her kişi, bağışlanmıştır,

Buna göre, kötülüğün faydası, sevaptan önce görünüyor! Bu sebeple günah, yaradılışa daha cazip geliyor. Çünkü Tanrı'ya isyan eden kişi, yaptığının cezasına ulaşıyorsa, bu adaletin görüntüsüdür. Eğer yolu affa götürüyorsa, bağışlanma yeridir. Mademki hata, böyle iki şekilde yüz gösteren bir sanattır, kuldan onu terketmek sözü yanlıştır.” dedi.

( Kıt' a)
 Sevap işleyenler, gerçi rahmete yakındırlar.
Mahşer gününde bir sıfata sahip olurlar.
Kötülük yapanlarda iki sıfat zuhura geliyor:
Azap vaktinde: adalet sıfatı, af zamanında: bağışlama!

— Zahid: “Ey Rind, gerçi sınırı aşmanın bağışlanması, yanlışın ortaya çıkışındandır ve af da uygunsuz işler içindir. Ama anılan işlerin hata ve zaruretle ortaya çıkması şartına bağlıdır. Yaptıklarından ders alarak onlardan yüz çevirmiş ve bağışlanmasını dilemek gerekir. Yaptıklarına pişman olarak özür kapılarını açmalıdır. Bir kimsenin daima hayasızlığı iş edinip Tanrı’nın emir ve yasaklarının işleyişinde yaralar açacak ve sonra da bağışlanmaktan faydalanacak, mağfiret bahçesinden gül derecek... Böylesine şaşarım!” dedi.

( Rubâî )
 Bir kimse; bilmeden günah işlemişse,
Tanrı’nın affına ve ihsanına yol bulur!
Bilerek günah işleyen bir kimsenin,
af dilemek için bağırıp çağırması boşunadır.

  Rind: “Ey Zahid, dilinde ümitsizlerin sözünü geveliyor, Tanrı’nın rahmetinden mahrum olanların efsanesini okuyorsun! Bilesin ki, bağışlamanın derecesi günah kadardır. Merhametinki de kullukla münasiptir. Bilerek günah işleyeninki, unutarak yapılan günahtan öncedir. Malumdur ki Hz. Adem aleyhisselam, "İsimler İlmi''ni biliyordu. Bundan dolayı “yasak ağacın meyvesi” nden yemiyordu. Tanrı’ya başkaldırınca, bu vesileyle, bağışlama güzellerinin yüzünden perdeyi kaldırdı! dedi.

( Rubâî )
 Biz günah ehliyiz.
Günah bizim süsümüzdür.
Günahsız olmak bize ne vakit layık oldu?
Günahtan bize o kadar da ayıp yoktur:
Bu iş, bizim ana ve babamızın da yoludur!

  Zahid: "Ey Rind, bozuk düşüncene uymuşsun ve bozuk deliller getiriyorsun! Benim öğütlerimin yanlışlığına da taklid yoluyla kafa tutuyorsun! İşin bu şekli de suç işlemenin bir yolu olmasın!? Tanrı’ya boyun eğmede bahane arama! Cahiller, yasaklara dair olan dersi senin davranışının şeklinden okurlar. Kötü işleri, sadece senin tevillerinden, iyi, bilirler. Bunun sonucu, senin kötülüğüne eklenmesini gerektirir. Bunun eseri, senin hatanın artmasına vesile olur!” dedi.

( Rubâî )
Zamanede, Tanrıya karşı gelen iş yapma!
Yaparsan gizle, açıkça yapma!
Cahillere,, günah şeklini hatırlatma! Öğretme!
Kötülükleri öğretmek kötülüktür', sakın yapma!

  Rind: "Ey Zahid, cihan mülkünü ele geçirmeye teşebbüs edenler ve Ademoğullarının geçim tedbirini yüklenenler hem bilgice benden daha yüksek hem de emirlerinin gücü bakımından benden daha güçlüler. Mademki nöbet borusunun sesiyle saz işitmeye ( dinlemeye) izin vermişler, meyhane inşasına ve güzelin cilvesine cevaz vererek, sarhoşluk ruhsatının ve güzellerin yüzüne bakma müsaadesinin kapılarını, dünyadakilerin yüzüne açmışlar, bu senin ayıplama emrinin bana ne faydası ve öğüdü olabilir? Öyle ki, yasaklar eğer haramsa, memleketin çeşitli bölüklerinin toplanması cihetiyle bir düzendir!” dedi.

( Rubâî )
 Haram işler, şeriatin reddettiği şeylerdir.
Şeriatın aynası, ondan karanlık pasını tutmuştur.
Ama ne yapılabilir ki düzen düşüncesi,
Onun işlenmesine, genel olarak, ruhsat vermiştir!

  Zahid: “Ey Rind, şarabın aybı ve o nun çirkinliği herkese açık, anlatılmasına da gerek yoktur. Sen şimdi onun keyfine ulaştın ve onun neş'esinin zevkini gördün, o halde, gizli sırrın üzerindeki perdeyi aç! Onun faydalarındaki inceliği beyan et! Onun faydası, o kişinin yönünü Tanrı düşmanlığına vardırdığını söyle! Onun menfaatinin kişiyi, temerrüdü sebebiyle, şeriatten uzak düşürmeye yeterli olduğunu söyle!” dedi.

( Kıt' a)
 Tanrı, bir menfaat peşinde günah işlemek ayıptır, diyordu. Ayıp olarak, kişiyi akıldan uzak kılması, yeterlidir. Gerçekten, günah, kişiyi Tanrı'ya düşman ediyorsa, O kişi yönünden acaba hüneri nedir?

  Rind: "Ey Zahid, şarabın menfaatleri hakkında, Tanrı kelamı, gizlilik perdesini açıklığın yüzünden kaldırmıştır, şarabın faydalarını beyan etmeye ne ihtiyaç vardır? Hikmet sahiplerinin mübalağasının çokluğu, gerçeğin aynası üzerinde şüphe tozu bırakmamıştır. Bir topluluğun, Tanrıya ait işle uğraştıklarını, dilleriyle söylemesine ne gerek var? Besbelli ki şarabı hatırlamıyorlar! Bazıları da Tanrı’ya kulluk yolundan gafildirler. Belli ki fesat işlemeye meyilleri vardır. Bundan daha iyi ne olur ki, şarap onların aklını alıyor ve dünyayı onların fesadından kurtarıyor.” dedi.

( Rubâî )
 Ey kötülük yolunun yolcusu!
Senin davranışların Tanrı’nın rızasından dışarıdır!
Aklın başında iken şer ve fesad’ın dolaştığı yersin!
Şarap iç, “Sarhoşluğun âklı başında olman iyidir! "

Kısaca, şarap ruhun temizlenmesine ve iledir. Nefsi güçlendiren bir güçtür. Cismin azalarım terbiye edicidir. Faydalarından en büyüğü olarak bu yeter ki, dimağı temizlenmiş olarak, onları gönül, çeken nağmeleri duymaya kabiliyetli ediyor. Lezzetlerin başlangıçlarında, güzel sesler düzenliyor.” dedi. 

( Kıt’a)
 Bâde, idrak aynasının üzerinden pası, siliyor. Bu halin tanığı, gönül çeken nağmelerin zevkidir. Karanlık dimağı, bulanıklıktan temizliyor:   Sarhoş, bu yüzden hoş sadâları temenni, ediyor!

  Zahid; “Ey Rind, bu öğmeyi tasavvur ettiğin şey, kötülüğü budur ki, badenin değerinin delili diye sunduğun hususlar, onun pespayeliğine dairdir. Şarap saz idrakini harekete getirir, dedin! Bu onun makbul olmasının sebebi değildir. Belki ondan sakınmayı gerektirir. Çünkü saz, oyuncakların şarabıdır. Boş işlerle uğraşan cahillerin tabiatının hastalığıdır. Hakikat ehlinin ona bakışı yoktur. Ne de tarikat ashabının gönlünde bir eseri yoktur. Şeriatin redettiği birşey, daha işin başında, Tanrı'ya kulluğu unutmaya sebep olur. Nesini beğenirler? Başkaldırmaları mukabilinde, bu suçu işlemelerinde ne fayda bulurlar? Şaşarım!” dedi.

( Rubâî )
 Saz’ın niteliği, oyun ve eğlencenin ta kendisidir.
Bu da aklın fesada uğraması ve edebin bırakılmasıdır.
Ona heves etmede, noksanlıktan başka bir şey yoktur.
Olgun kimselerin ona rağbet etmesi acayiptir!

  Rind: “Ey Zâhid, gönül çeken bir nağme, Tanrı katının ipidir. Güzel seslerin zabtı yüce âlemlerin merdivenidir. Ruha, işin başından haber ulaştırıyorlar. O’nu cisme ait alakaların bağından kurtarıyorlar. Onun makamların her kısım, bir sır perdesidir. O'nun seslerinden her nağme, Hak katma bir yalvarıştır. Bu zevklere temayül etmek, idrak’in gereklerindendir. Bu şevk ve heyecanı dilemek, temiz yaradılışın özelliğidir. Saz nağmesinin bereketi ve ses güzelliğinin şerefi olarak; can eriten aşk ateşini, katı kalplilerin ocağına atması ve gafilleri aşıklık derdinin neş'esinden haberdar etmesi, yeter!” dedi.

( Kıt’a)
 Hos şadalar, aşkın kımıldanışına sebeptir.
Saz vasıtasıyla, habersizlere, aşk haberini ulaştırıyor.
Aşk, bir gizli sırdır.
Saz vasıtasıyla ayan oluyor.
O sırrın, sazın perdelerinin ötesinde olduğu anlaşıldı.

  Zâhid: "Ey Rind, saz'ı, güzel aşkın ortaya çıkışma vesile biliyorsun! Bu isabetli bir düşünce değildir! Sesin güzelliğini, heves silsilesinin kımıldamasıyla "beğenilmiş” diyorsun! Bu düşünce uygun değildir! Çünkü aşk, iyi ad sahiplerini kötü adlı yapar! Aşk, kara günlülerin ve akıbeti karanlık kimselerin işidir. Bir kimsenin iradesini, heva ve hevesinin eline kaptırması yazıktır! Yüzünü selâmet yönünden kınamak, kötülenmek köşesine çevirmesi de! Özellikle aşkın çirkinliğine vakıf olan, hoş yaradılışların ona heveslenmelerine şaşarım! Hatta aşkın kınanmaya vesile olacağına da muttali'dirler! O halde niçin aşkı, .güzel sözlerle öğüyorlar? Acaba onun menfaatlerinden ne görmüşlerdir? Acaba onun faydalarından neyi duymuşlardır?” dedi.

( Kıt’a)
 Hikmet sahipleri, aşkı, sevda temeline oturtmuşlardır.
Her kimse sevdayı kendisine şiar edinirse, bir divanedir.
Âşıkın divane gönlünde, aşk havası vardır!
Bu da bir viranede, bir ateşin kımıldanışından ibret almaktır.

  Rind : "Ey Zâhid, mecazi söz söylüyorsun ve hakikat yolunda yürümüyorsun! Bilesin ki aşk, insan vücudunun sedefinde, ilahı emanetin cevheridir. İnsan ruhunun gerçeğidir. Kâinatın binası, ona dayanır. Küllî akıl, irade ipinin başım, ona teslim ediyor. Aşkı, tavsif etmekten müstağni biliyorum. Maşuku, zat’ın keyfiyeti olarak tanıyorum. Aşıkın adının yükselmesine sebep ve saygı görmesine amil biliyorum. Güzel yüzlülerin güzelliğinin tecellisinden haberdar olması ve mahbubların güzelliğini müşahedede ihtiyarının elden gitmesi yeterlidir.” dedi.

( Kıt’a)
 İnsan, "ahsen i takvim”e ve O’nun suretinin güzelliğine sahiptir.
Tanrı kudretinin ve yaratıcılığının en güzelidir.
Aşkın, mahabbet gözü, aşk’la O’nun tarafına göz atmazsa,
Tanrı kudretinin o yaratıcılığı zayi olmuştur!

  Zâhid: "Ey Rind, aşk’a, güzellerin güzelliğinin münasebeti, kötülenme sebebidir. "Aferin, iyi olmuş!" demelerine sebep değildir. Mahbubların güzelliğinin cazibesine kapılmak, pişmanlığa sebeptir. Terbiyeyi göstermek değildir. Çünkü güzellerin güzelliğine bakmak, gönül sahiplerinin aklının bozulmasına ve mahbubların cemalinin müşahedesi, olgun kişilerin noksanlaşmasına vesile olur. Herkim, güzellik sahibi bir kimsenin yüzüne ilgiyle bakarsa, kendisini âlemin maskarası yapar! Her muradına ulaşamayan, bir güzel yüzlünün sevgi kadehinden bir damla içse, dünya ve ahireti unutur. Çünkü bakılan güzellik, bakanın şehvetini artırır, bunun çirkinliği, gerçeği olduğu gibi bilenlere apaçıktır. Özellikle şekil, suret güzelliğinin başına gelenin açıklığı, davranış dünyasının mana bilenleri, daima ona rağbet ederler ve onu isterler.” dedi.

( Kıt’a)
 Her kimse şekil güzelliğine âşık olursa, şüphesiz onun aşkı, geçici güzelliğin zevaliyle yok olur.
Aşk’a o konak, hüsne de bu hâl uygun düşer:  Aşk, sebatsız bir şey; hüsn ( güzellik), yok olan bir nakış! Güzellerin yüzündeki tüyler, işin aslından haberi olmayanların fitneye düşmesidir. Güzel yüzlülerin zülfünün kıvrımları, câhillerin yolunun tuzağıdır!

  Rind: "Ey Zahid, güzel denen, güzel yüze, güzel demiyorsun! Güzele bakmaktan da zevk almıyorsun! Bilesin ki, güzellik, varlığı gerekli olan Tanrı’nın yüzünün aynasına sahiptir! Tâlib'in varmak istediği yere giderken kılavuzu, Allah nurunun göründüğü güzellik ve sonsuz feyz ve bereketin kaynağıdır. Hüsn ile cemâl'in yok olacağını düşünmek, câhillerin zanlarıdır. Çünkü onun hakikatinin zevali yoktur! Belki onun üzerinde göründükleri yok olabilir. Her devirde, o gayb âleminin güzelliği, bir huzur kaynağıdır. O gizlilik perdesinin ar kasındaki güzel, her biçimde bir görünüşle tecelli eder. Eğer devir bir değişikliğe uğramışsa, ona ne ziyan var? Eğer elbise değişikliğe uğramışsa ona ne noksan var? Güzel görünüş ten, onun niceliği aranır! Azalarının bir araya gelişindeki tenasüp değil! Mahbubun cemalin den kast olunan "gerçek”tir. Parçalarının düzenindeki uygunluk değil!” dedi.

( Kıt’a)
 Güzelliğin kaynağında yatan su ve topraktır, şüphen olmasın!
Güzelin yüzünde tecelli eden hakikattir.
Bu perdede bir oyuncu vardır.
Olmasa, kimse kendi kendine, ne perde, ne perde sahibi, ne de perde de görünen olur!
Suret’ten manaya götüren bir rol vardır. Mana gülünün göründüğü yerler; suret’in bahçeleridir!

  Zâhid : “Ey Rind, vakitler münakaşada geçti. Zaman mücadelede zayi oldu. Ne benim öğütlerim sana faydalı oldu, ne de senin delillerin bana fayda verdi. Karşı karşıya gelmekle senden uzaklaşmayı arasam görünüşteki ilgim, ülfet eteğimden yakalıyor, beni bırakmıyor! Aramızdaki anlaşmazlığı kaldırmak için sana öğüt söylesem, senin gönlünün sahifesi, benimseme işareti göstermiyor! Bende bu işin bir çaresi yoktur! Hem sen de kendi kendine çarenin ne olduğunu söyle!” dedi.

( Rubâî )
 Derd ki, benim derdim, dermana ulaşmadı!
Senin işindeyim, iş düzene ulaşmadı.
Bütün ömrümde, işim, senin sözünden başkası değildir.
Ömür bitti, söz sona ulaşmadı.

  Rind.: "Ey Zâhid, âlemin fesat maddesi iki şeydir; her ikisi de şekil hatasında, birbirine uygundur : Birincisi: riyâ; dinde seçilmiş zahidlerin yolunun tuzağıdır!
İkincisi: zinâ; Allâh’ı yakinen bilen rind lerin yolkesicisidir! Nerede bu iki bozguncu ( mufsid) yoksa, rind ile zahid'in hakikati birdir. Ben sende, riyâ var, sanıyorum. Sana muhalefetim ondandır! Sen bende, zinâ tasavvur ediyorsun! Öğütlerindeki mübalağanın delili, o şüphedir! Ne zaman bu ikisinin arasından şüphe kalkarsa, zâhid, rind’den gizlenir, kaçar, demezsin! Günahkârın zinâsı, zahidin riyâsına karinedir (delildir). Fâsık'ın kötülüğü, Tanrı'ya kulluk edenin riyası mesabesindedir." dedi.

( Rubâî )
 Zâhid, riyâ ile Tanrı’nın yakınından uzaklaşır.
Rind’in yolu, fiskten dolayı beğenilmez! Her ikisi, her ikisinden her an kurtulmalıdır!
İki dünyayı kazanmağı elde etmeğe, her ikisi de muktedir.

  Zâhid: "Ey Rind, zahidin riyâsında biraz fayda vardır. Gerçi riyasından dolayı, onun kullukları, hakikatte bâtıl oluyor, ama görünüşüne bakarak, diğerlerini Tanrı’ya kul luğa teşvik ediyor. Görünmeyen yönüyle, Tanrı’nın azabıyla karşı karşıya ise de, görünüşü sevap işlediğine delildir. Riyanın bir çaresi vardır da, yasakları işleyenin ne özrü olur?” dedi.

( Rubâî )
 Riyâ’nın gösterişin çirkinliği bellidir. Riyâ sahipleri Tanrı' ya yaklaşmaktan mahrumdur. Tanrıya kulluğun rengi ve kokusu olursa, güzeldir. Bir fâsıkın yolunu düzeltmek, zemmedilmiştir.

  Rind: "Ey Zâhid, bilesin ki, Tanrı'ya yakın olanların yanında tevbe, değerlilik alâmetidir. O değerliliği kavramaya, günah, bir vesiledir. Yasaklardan tatmış olanların derecesi, o yoldan geçmiştir. Bunlar, yasağın tadını tatmayıp da sadece duymakla haramdan sa kınanlardan üstündür. Yasağı görmemiş olanlar, taklidle söz söylüyorlar. İşlemiş olanlarsa gerçeğe giden yolu arayanlardır.” dedi.

( Rubâî )
 Yanlış yapılan işte bir fayda vardır. Cihan ehli, o faydadan habersizdirler.
Billâhi, suç işleyenin tevbesi, günahsızların minnet ve gururundan daha iyidir!
Allah’a hamd olsun ki, yasakların, haramların hakikatine ulaştım.
Ayağımı onların üzerine koydum. Nikâhla gelen heva ve hevesin güzelini boşadım! Ona yol verdim!” dedi.

( Rubâî )
 Gönül dünya işinin temeli, binası, HİÇ’tir, dedi.
Dünya için gam çekmekte HİÇtir.
Gam ve kederi def için şarap içti.
Bir müddet şarhoş düştü. Aklı başına gelince, bu da bir HİÇ’tir, dedi.

—Zâhid: "Ey Rind, ne sen kendi inancın üzere kaldın, ne de benim dediğim yere geldin! Benim inandıklarımı, delillerle bâtıl ettin! Sonunda kendi inandığım da "HİÇ”e çıkardın! Bu bir şaşkınlık alâmeti ve başıboşluk delilidir. Eğer cihanın bütün halleri bâtıl iseler, hak nerededir? Eğer bunlar, senin önünde, senin gözünde, varlık sahibi değillerse, "mutlak varlık” nedir? dedi.

( Rubâî )
 Ey, önünde herşeyin varlığı, hebâ olan sen!
Şekillerin değerine dair düşüncen yanlıştır!
Hepsinin bâtıl bir varlığı olduğunu söyledin!
“Hakk’ın Vücûdu” varsa, açıkla, nerededir?

   Rind : “Ey Zâhid, kâinatın hallerini, görünüşünü, bâtıl bilmek, "Hakk”ı beyan etmektir! Allah’tan başkasını yok bilmek, "Mutlak Vücûdu” ispat etmektir.” dedi.

( Rubâî )
 Ben ve Sen, varlık mülkünde bulundukça,
Aramızda söz açılıp kavga ile “hak” ve “bâtıl” olacaktır.
Bâtıl, ortadan kalksın diye, biz onu kaldıralım!
O zaman, söylenen de, işitilen de “Hakk”ın ta kendisi olur.

Sonuç:
İşin sonunda Zâhid, irfan sahibi Rind’in uyarmasıyla, işlerinin aynasında riyâ tozlarını temizledi. Rind de işlerin aslına vâkıf olan Zâhid’in öğütlerinden faydalanarak, halinin görünüşüne, tövbe örtüsüyle süs verdi. Her ikisi de birbirlerine karşı gelmekten vazgeçip, zıd hareketlerden arınmış ve temizlenmiş olarak, “teklik” mertebesine ulaştılar. Dostluğun makbul yolunu ve mahabbetin delili olan hidayet caddesini seçtiler.

( Rubâî )

Fânilik köyünde, akıllı ile deli birdir, aynıdır!
Denizin dibinde, taş ile inci danesi birdir, aynıdır!
“İyi ve kötü sayma” işi ortadan kalkınca, mescid ile meyhane birdir, aynıdır!
 --------------------------------------
Kaynakça
Fuzulî trc: Hüseyin AYAN Rind ile Zahid [Kitap]. - İstanbul, 1993.


[1]     Sâlim Efendi tarafından 1804’te çevirilip 1869- da Tasvir-i Efkâr matbaasında bastırılan Mu- hâvere-i Rind ü Zahid, Farsça aslından çok ağır ve külfetli bir dil, “Münşî”lik endişesiyle kaleme alınmış ve tercümeden ziyade, bir “şerh”tir.
[2]      Fuzûlî, Rind ü Zâhid, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi 1956, 15-80 s. (Ankara Üni­versitesi DTCF yayınları No: 108).
[3]          a. g. e. s. 9.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar