GİZLİ KARDEŞLİK M.ESLEĞİNİN ORİJİNİ [Çıkışı]
Operatif [uygulamalı, işleyen, faal /gerçek-çalışan
işçi sınıfı] Kadim Duvar ustalığından spekülatif [kuramsal, teorik, kurgusal, ]
Kadim Kardeşliğe geçiş aşamasını; lejandları [efsane, mit, yazıt, kitabe ] bir
yana bırakarak, bu mesleğin gerçekçi bilgilerini içeren eski yazınlardan
inceleyecelim.
Mesleğin Kadim
Mısır’da Hz. Musa zamanında operatif olarak var olduğu Exodus 1:11, (Çıkış 1.11) deki şu sözlerden anlaşılabilir "ve Firavun için Pitham ve Raamses hazine şehirlerini
kurdular" II. Ramses İ.Ö 1292-1225 arasında hüküm sürdü. Firavunluğu sırasında
pek çok inşaat yapıldı. Abidos’daki Seti tapınağı, Luksor ve Karnak’taki mabetler, Teb şehrinde kendisinin dev heykellerini de içeren
Ramsesyum, Ebu Simbel’de kayaların içine oyulmuş mabed örneklerdir.
Hükümranlığının ilk yıllarında Hititlerle savaştı, Suriye’ye seferler düzenledi
ve pek çok esiri Mısıra geri getirdi. Saray katiplerinden olan Hz. Musa ilk
Kadim Kardeşlerini esir duvar işçiler içinden seçti. Exodus I.14 de bunların tuğla ve harç ile
çalıştıkları yazılıdır. II. Ramses I.Ö 1225 de öldü ve yerine Meneptah geçti.
Bu nedenle Operatif Kadim Kardeşliğin II.Ramses zamanında gelişip Memeptah’ın
hükümranlığı sırasında Spekülatif şekle dönüştüğü söylenebilir. Diodorus’un bir
tercümesine göre Osiris Arabistan’da Nisa yakınında kendisi için dikilmiş olan
sütundaki yazıtta şöyle diyor: "Ben Kral Osiris’im. Ben Satürn’ün
en büyük oğluyum. Ben muhteşem ve parlak bir yumurtadan doğdum. Beni teşkil
eden madde ışığı teşkil edenle aynı tabiattendir. Yararlarımı ihsan etmek ve
keşiflerimi açıklamak için dünyanın bulunmadığım hiçbir yeri yoktur."
Diğer taraftan,
Kadim Mısır’da bulunan ve yanlış isimlendirilerek kamuoyunda "Ölüler
Kitabı" (Book of the Dead) adıyla bilinen papirüs tomarının doğru
adı "Günle Beraber Doğuş" (Corning Forth by Day) olarak tercüme
edilebilir. Bu kitap, tam anlamı ile bir "tek ses" ritüeli ve
açıklamasıdır. Yukarıdaki yumurta, tek ses yoluyla yeniden doğuşun
gerçekleştirildiği mabettir. Ayrıca Mısır papirüslerinde "Hiram"
"Chiram" olarak geçmekte ve anlamı açıklanmaktadır:
Mısır’lı peygamber Hermes’in (Toth, İdris)
"Zümrüt Tablet" inin (Tabula Smaragdina) kapağında "Chiram Telat
Mechasot" yazar. Bu; "Evrensel Temsilci, Öz’de tek, Görünüşte
Üçlü" demektir. Chamach, Ruach ve Majim üç İbrani kelimesidir ve Ateş, Su,
Toprak anlamına gelirler. Baş harflerinin birleşimi Chiram olur ki
sonradan Hiram’a dönüşmüştür. Kaliforniya’da Filozofik Araştırma
Cemiyetinin kurucusu Manly. P. Hail 33 kardeşin "Kadim Mısırlıların Kadim
Kardeşliği" isimli kitabında verdiği "Crata Repoa" ritüeli Mısır
daki Tek ses’i" anlatır. (Ol=Kün)
Böylece Kadim
Mısır’da tekrislerin yapıldığını biliyoruz.
[tekris, Gizli tarikatlarda yapılan bir çeşit törendir. Bu törenle yeni üye
tarikata kabul edilir.]
Arapların;
Osiris’in bu şehrine "NİSA" adını vermesi acaba tesadüf müdür?
Bu nedenlerledir ki
operatif Kadim Kardeşliğiden Spekülatif Kadim Kardeşliğe geçişi Mısır Mabetleri inşaatlarında çalışan bu işçilerin
zamanından daha sonraki bir devire atmak doğru olmaz. Ancak somut tarih
istenirse Spekülatif Kadim Kardeşliğin başlangıcını Tevrat’da bulabiliyoruz. Bu
başlangıç, Mısır’dan çıkanların Sina dağında yaklaşık İ.Ö 1180 li yıllarda
yaptıkları ve ilk Mabet diyebileceğimiz "Tabernakl" ile işaretlenebilir:
Tabernakl
gerçekten de ilk Mabeddir ve Süleyman Mabedinin çok ötesindeki sembolik
anlamlara sahiptir. Bu mabet, Musa’nın Mısır’dan çıkarken yanında taşıdığı ve
"Tanrı’nın On Emri" ni içeren "Ahit Sandığını" muhafaza
etmek için kurulmuş olan çok büyük bir çadırdır. Çadırın süsleri ve şekli Mısır
Mabetlerinin mimari özelliklerini taşır. Bu tasarım, Sina çölünde
projelendirilemeyecek kadar girift idi. Hz. Musa Mısır’da bir Kraliyet katibi
(scribe) idi. Bu nedenle Tabernakl’i halen Mısır’da iken bir mimar ile beraber planlamış
olması olasılığı kuvvetlidir. Spekülatif aşamaya geçiş Exodus 36:8 de yer alan aşağıdaki cümlelerde açıkça görülebilir: "... ve
içlerinde Tabernakl işinde çalışan her aklı selim sahibi kişi bükülmüş saf
ketenden on adet perde yaptı.." Bu, Musa’nın Tabernakle’nin yapımı
için tarif ettiği pek çok sembolik şarttan ilki idi. Ancak bu on perdenin
yapımı ve konumu Tanrıya yakaran ellerin göğe kalkmış şeklini sembolize eder.
Tanrıya yakarmadan hiçbir işe başlanamayacağını gösterir.
Musa Mısır sarayının
bir mensubu olarak Tanrı-Kral Osiris’e tapınma araçlarını görmüştü. Osiris yeraltında, ebedi karanlıkta yaşardı.
Musa, Mısır’daki gök bilimcilerle de temas halinde idi. Olgunlaşınca Tanrı’nın
rahmetinin göklerden geldiğine inandı. Bu aşamada en büyük sorun, bu yeni
inancı Osiris’in yeraltı dünyası inançlarına göre yetişmiş
olan kişilere benimsetebilmek idi. Bunun içindir ki yeni mabedi göklerin
sembolleri ile donattı. Bu plan büyük bir gizlilik gerektiriyordu. Plan’ın
kendisini Mısır’dan kaçmadan önce Tevrat’ın ilk beş kısmı olan "Pentateuch" un beş kısmının
içine dağıttı.
Gelecek nesillerin bulabilmesi için de bir
şifre anahtarı geliştirdi. Ancak Tabernacle’ın 7,625 parçasının her biri bir
sembol olduğundan dolayıdır ki bu Mabedin yapılışı Spekülatif Kadim Kardeşliğe
geçişi tanımlar.
SÜLEYMAN MABEDİ
Kadim Kardeşlikte en geniş bilgi taşçı
ustalarının orijini ile ilgili olanlardır. Ancak bu tarihçenin Süleyman Mabedi
ile ilgili olan kısmından fazla söz edilmez. Bunun bir nedeni Mabed hakkında
fazla bilgi olmaması, diğer bir nedeni de Kadim Kardeşlikte bu konuların gizli sayılmasıdır.
Ancak Sir Francis Bacon "The New Atlantis" isimli kitabında
"bir Süleyman’ın Evi (House of
Salomon)" dan söz etmiştir. Aşağıdaki satırlarda,
Süleyman Mabedinin ritüellere girişi hakkında bazı bilgiler verilmektedir. Bu
bilgileri şu kayıtla okumak yerinde olur: Operatif Kadim Kardeşliğin British
Museum’da bulunan "Sloane Elyazması" nda Süleyman Mabedi vardır. Bu; ayrıca
Fransa’da operatif bir Kadim Kardeşliğin birlik olan "Compagnons de la Tour" un ritülleri arasında da bulunmaktadır.
Kudüs’te üç Mabet olmuştur. Biri diğerinin
üstüne yapılmıştır. En sonuncusu tarihçi Josephus tarafından tarif edildiği
söylenen ve Kral Herod tarafından yaptırılandır.
Herodun tapınağından
bir evvelki Tapmak Zorobabel tarafından yaptırılmıştır. Bu "Ezra’nın
Kitabı" nda tarif edilir. İlk Mab. ise kral Süleyman tarafından
yaptırılmıştır. Bu Mabedin sembolizması da Tevratta
"I.Krallar:5-6;VII:13-15" ve "Tarihler 11:3-14"
bahislerinde anlatılmıştır. Bununla beraber Spekülatif Kadim Kardeşliğin Süleyman
mabedinden önce kurulmuş olduğu yukarıdaki anlatımla ortaya konmuştur.
Kadim Kardeşliğin mabed ile
özdeşleştirilmesi Kral Davud’un arzusundan ileri gelmiştir: Davud,
"Tabernakle"nin Hz. Musa için önemini anlamış ve yeni Mabedi bunun
yerini alması için planlamıştır. Nathan peygamber vasıtası ile aktarılan Tanrı
buyruğu Samuel 2 kitabındaki şu sözlerdedir: "Benim
adıma bir ev yapacak, ben de onun Krallığım ebediyete kadar
kurduracağım.." Davud’un istediği Tabernakle’in kutsal gücünü devam
ettirmek idi. Bu kutsal güç; Hz. Musa’nın "Tanrının Kelamı"nı
insanlara burada iletmesinden ileri gelir. Bu Kelam Pentatuch içeriğinde
zamanımıza kadar bozulmadan gelmiştir. Bu mabed ve bu kitap eşzamanlı olarak
ortaya çıkmışlardır, bu nedenle Kadim Kardeşliğin ayrılmaz parçaları olmuşlardır.
Spekülatif Felsefenin Kaynakları
İbraniler; Incil’de Exodüs kısmında anlatıldığı gibi Musa Peygamberin
önderliğinde Mısır'dan Filistin’e göçmüşler ve Hermetik öğretiyi getirmişlerdir. Burada doğan ilk tek Tanrılı din olan Museviğin üç
mezhebi vardı. Saddusi, Farızi ve Esseni. Esasen Esseniyenler Musevi dininin
belirmesinden önce var idiler. Bu kült, Tevrat’ın Bâtıni anlamını yorumlayan Kabbala doktrinlerinin muhafızı olmuştur.
Felsefeleri; düşün dünyasına katkıda bulunmuş, Pisagor okulundan İslam
Hurufiliğine kadar uzanan akımları da etkilemiştir. Zebur'un derlenmesi ve
Tevrat’ın Musa peygambere vahyoluşu ile "Kitaplı Dinler" dönemi
başlamıştır.
İran'da İÖ 6-7
yüzyıllardan beri varolan Zerdüşt de bu inanç silsilesine katkıda bulunmuştur.
Bu düşünceye göre iyilik meleği Hürmüz ile karanlık ve kötülük meleği Ehrimen
arasında bazen iyinin bazen kötünün galip olduğu sürekli bir savaş vardır. Bu karanlık ve
aydınlık dünyasının melekleri ve şeytanları sonradan bütün dinlerde yer alacak
olan “anjeloloji”nin temelini atmıştır. Zerdüşt'ün kutsal kitabı Zend-Avesta'dır.
Bu Kutsal Kitabın varlığı, Zerdüşt dinini ilk kitaplı din yapar. Tanrı
tarafından temsilcilerine vahyedilen kutsal kitaplar bir yaradanın varlığını
temel almakla beraber yaratılanların o yaratana nasıl tapması gerektiği
hakkında da somut ve mutlak kurallar koymuştur.
MÖ 700 lerde İran yaylasından Hint-Çin
yarımadasına doğru yayılan Aryan İstilası, buraya Rig-Veda külliyatını ve Veda
dinini getirmiştir. Bu din, yaratılış hakkında bir şey söylememekle beraber
aynen Orta-Asya'daki benzerleri gibi birçok Tanrı içerir. Bu dindeki kurban
ritüellerinde insanlar kutsal bir güç edinirlerdi. Rahip sınılı olan
Brahman'lar sonuçta bütün kainatı temsil eden bir güç olarak anlaşılmaya
başlandılar ve Brahman ezoteriğin timsali haline geldi. Meditasyonla Tanrılar
ile ilişki kurabilecekleri söylendi. MÖ. VIII. Yüzyıldan itibaren de Tanrılar
insanüstü değil, insanın hissedebileceği, meditasyonla varabileceği kavramlar
olmaya başladılar. Upanishad’lar ve Aranyaka'lar bu hususları işleyen kutsal
dokümanlardır. Taoizm, Budizm, Konfiçyüs dini bu düşünceleri işlemişlerdir.
Bu durum bir ikilemi doğurmuştur:
Kitaplı Dinler bir yaratan-yaratılan
varlığından söz ederlerken, Tanrıya insanın nasıl varabileceğini düşünen
ezoterik akımın mutasavvıf ve mistik düşünürleri doğanın birliği ile yaratan-
yaratılan'ın tekliği düşüncesini savunmuşlardır.
Hermes ve Hermetizm
Ezoterik düşün, ilhamını Kadim Mısır’dan
alan, ancak yukarıda sözü edilen düşüncelerle de karmaşan bir fikir akımı olan
"Hermetizm" adı ile belirginleşir.
Hermes
"Hermes" kelimesinin etimolojik
kökeninin Süryânice olduğu ve "ilim" anlamına geldiği söylenir.
İbranîlere göre adı "aydınlatmak" anlamına "Uhnûh"tur.
"Enoh" ve ayrıca Arapça "İdris" adlarının buradan türediği
söylenir. Eski Mısırlılar onu "Mürşid" anlamına gelen "Thoth",
"Tahuti", "Thech", "Tat" gibi isimlerle
anarlar, ve ismi "Aa Aa Tehuti" şeklinde söylerlerdi. "Aa Aa";
"Üç kere büyük" ,'inlamına gelir. Grekler "Aa Aa
Tahuti" çağrısını kendi dillerine "Trismegistos" şeklinde çevirince
bu yeni deyimin anlamı farklı yorumlara neden olmuştur. Bazı İslam düşünürleri
bu üçlü isme "Üç kere hikmetlenmiş” anlamını verirler ve bunu nimetler üçgeni
eledikleri Nübüvvet, Hikmet ve Hilâfet’in Allah tarafından ona bahşedilmesi
olarak anlarlar.
Hermetizm
Hermetizm hem Kadim Mısır’da Hermes’in
adına ortaya atılan öğretiye hem de bu öğretinin yolunu izleyen ezoterik
ekollerin çalışma sistemlerine verilen isimdir.
Konu, Hermetik
literatürün incelenmesi ile anlaşılabilir. Hermetik Külliyat, (Corpus
Hermeticum) 17 ana diyalog’dan oluşur. Buna İS 500 yılında derlenen 40
civarında metin ile 1945 yılında Mısır’da Nag Hammadi’de ortaya çıkarılan 3
adet Koptik elyazmasını eklemek gerekir. Hermetik Külliyat içinde
sayılabilecek olan "Zümrüt Tablet" kitabı, orijinal felsefeyi
sağlıklı bir şekilde yansıtabilir. Öğretinin hareket noktası hakikatin
araştırılmasıdır. Kadim Hermetizm’e göre evrende ve dünyada varolan her şey tek
bir kaynaktan vücud bulmakla beraber biribiri ile bağlı idi. Bu bağlılık sonucunda
tüm’ün bir parçası olan bir yerde bir değişiklik yaratıldığı zaman bu, başka
yerde bir sonuç doğururdu. Evrende Makrokozmos ve Mikrokozmos ilişkili idi. "Yukarıda ne ise aşağıda da odur" deyimi bu noktayı
çok iyi ifade eder. "Zerre" nın "tüm" ün parçası olduğu görüşü ve
"tüm"e varma isteği, İslam Sufi’lerinin vahdet-i-vücud felsefesinde
kendisini gösterir. Ayrıca Hermetizm’in "evrende oluşacak bir değişikliğin bir sonuç
yaratacağı" dogması vardır. Hermes’in semavi güçler ile insanlar arasında
bir bağ kurucu (hermesnöta) olarak görülmesi fikriyatı uzun yıllar yaşamıştır.
Dinlerin bâtıni yönünü açıklayan ve adına "Hermenötik"
diyebileceğimiz tefsir ilmi bu fikriyattan kaynaklanmıştır. Belli uygulamaların
belli sonuçlar doğurabileceği" düşüncesinin gerçekleştirilebilmesi,
İlm-i-Simya’nın gelişmesi ile sonuçlanmıştır.
Urfa Harran’da, Yeni-Pisagorculuk ve
Hermesçiliği, Bâbil dinlerine ait nitelikleri, İbrani düşününün ürünlerini Grek
geleneğinin ezoterik yönleriyle birleştiren Sâbiîlik hakimdi. Sâbiîlerin Müslümanlarca
"ehl-i kitap" olarak görülmeleri Hermetik çalışmaların müslümanların
eline geçmesinde rol oynamıştır. Sâbiîlerin ünlü bilginlerinden Sâbit bin
Kurra, Hermes’in "Kitâbu’l-Nevâmis’ini Süryaniceden Arapçaya
çevirmiştir. Kindî’nin öğrencisi İbn Tayyib el-Serahsî, Hermes’i Sâbiî dininin
kurucusu olarak görür. Şemseddin el-Dimaşkî "Nuhbetü’t-Dehr"
isimli kitabında "Sâbiî" sözcüğünün Sabi’den türetildiğini ve bunun
da Hermes’in oğlu demek olduğunu söyler. "Sâbiî" günümüzde Irak’ta
"Mandeen"ler adı ile küçük bir cemaât olarak varlıklarım sürdürürler.
7 Azer (Ocak) tarihini Hermes Bayramı olarak kutlarlar. Ayrıca
Sâbiîler’in bu gün dahi Irak’ta var olan kolu olan Mandeistler’ın nûr meleği
Zehrun’u güneş burcu ile özdeşleştirdiklerine bakılarak "Hermez" ya
da "Hürmüz" ün böylece türetildiği de varsayılır. "Sâbiî"
1er tarafından Hermetik doktrinlere göre yıldızları etkileyerek istenilen
sonuçların elde edilmesini sağlamak amacı ile yazılmış olduğuna inanılan
astroloji konusundaki "Liber Hermetis" ve
Mecritî’nin "Picatrix" (Gâyetü’l-Hakîm)" kitapları da
Hermetizmin temellerini ortaya koyarlar. Bu son kitabın Sâbiiler üzerine olan
yedinci bölümündeki "Tabiat-ı Tamme" konusunun Hermesin eseri olduğu
söylenir.
Gül-Haç, öğretileri
tarih içinde Hermetik felsefeden esinlenen evrensel bir kardeşlik birliği
olarak bilinir.. Encyclopedia Britannica Gül-Haç mensupları
için "17. yüzyılda kimlikleri bilinmeyen bu kişiler, ateşli yazılar ve
broşürlerle, görünmez varlıklarım ilan etmişlerdir. Bir örgüt olarak varlıkları
hiç bir zaman tatmin edici bir biçimde kanıtlanamamıştır. Ancak, varlıklarına
olan inanç Avrupa'da bir histeri dalgası yaratmaya yeterli olmuş ve Francis Yates'in belirttiği gibi, 17. yüzyılda
düşün, kültür ve politik kurumların gelişiminde hayati bir rol
oynamışlardır." demektedir. Topluluk, 1614’te yazarları bilinmeyen "Genel
Reform" adlı bir kitap ile gün ışığına çıkmış, 17. yüzyılda Fransa ve
İngiltere'yi de kapsayan geniş bir alana yayılmayı başarmıştır.
Lejand’a göre Genç Christian Rosenkreutz Arap bilgeliğini
kaynağından öğrenmeye karar vermiştir. Kardeş P.A.L. ile birlikte kutsal
anıtları ziyaret için yola çıktığını, ancak bu kardeşin Kıbrıs'ta öldüğünü
dolayısıyla Kudüs'e gitmediğini ve ülkesine dönmeyerek Şam’a gittiğini
anlatmaktadır. Şam'dan Kudüs'e gitmekten hastalık nedeniyle vazgeçen
Rosenkreutz kullanmasını bildiği tıbbi ilaçlar sayesinde Türklerin dostluğunu
kazanmış, Arabistan’da Damasko (Damcar) bilginleri ile temas kurmuştu.
Bu bilginlerin gerçekleştirdiği mucizeleri ve doğanın bütün sırlarının bu
bilginlere nasıl açıklandığını öğrenmişti. Sabrını daha fazla tutamayan C.R.,
Araplarla bir anlaşma yaparak belirli bir para karşılığında Damcar'a
götürmeleri konusunda anlaştı. Şam bilgeleri onu Damcar adlı bir kente
göndermişlerdir".
Bu konudaki yazarlar bu kentin Şam
(Damaskus) olabileceğini ileri sürmüşlerdir. Batılı bazı araştırmacılar ise
Damcar adı ile bir kent olmadığından hareketle bu efsanenin doğru olmayacağını
iddia etmişlerdir.
Fama'da
anlatılanlara göre; "Damcar'daki "doğanın gizlerini bilen"
bilgeler, olgun genci çoktandır beklenen biri gibi karşılamışlar, matematik,
fizik, simya öğretmişler ve evrenin gizlerini içeren "Kadim
Kardeşlik Kitabı, Liber Mundi" diye adlandırılan
bir gizli eseri vermişlerdir.
Rozenkreuz, üç yıl
sonra buradan Mısır a geçti. Mısır'da Hermes Trimegistus'un
metafizik eserlerini inceledi. Müteakiben Fas'ın Fez kentine gitmiş ve burada
Büyü ile Kabala'yı öğrenmiştir. Fas için şunlar yazılıdır: "Arap
ülkelerinin temsilcileri her yıl toplanırlar ve yeni buluşları
sorgularlardı."
Bu dönemde Fas,
felsefi ve okült etütlerin merkeziydi: Burada Abu-Abdullah, Gabir bin Hayyan ve
İmam Jafar al Sadık'ın simyası, Ali-aş-Sabramallisi'nin astroloji ve majisi,
Abdarrahman ben Abdallah al İskari'nin ezoterik bilimlerini öğretenler vardı.
Bu etütler Ümeyyeoğullarından beri rağbet görüp sürmekteydi.
Her dinin bir dışa
açık (ekzoterik) ve bir de kapalı (ezoterik bâtıni) yönü olduğu bilinir. Bu Batıni unsurlar, Musevi dini için Esseniyen rahiplerinin, Hıristiyanlık için
İncil’e dahil edilmeyen pseudogrippa ve epidogrippa yazınlarının, İslam’ınki
ise Sufi’lerin eserlerinde görülebilir. Tarihi olarak, Gnostik Hıristiyanlar’a
göre Hz. İsa ve İslam’a göre Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) İkilisi Zâhiri, buna parallel olarak da İncil
ve rivayete göre "mahşer"in yazarı Yahya (John) ve Hz. Ali İkilisi
Bâtıni bilgilerin kaynağı sayılmışlardır. Zamanla, Batıni İslam geleneğinden
Fatımi, İsmaili, Nusayri ve benzeri mezhepler ve bazı tarikatler belirmiştir. "Kabuğun İçindeki
Öz" gerçeğini bulmak yolunda çalışan İslam mistikleri de Sufiler olarak
anılmışlardır. Bu kişilerin VIII. yüzyılda bâtıni bilgileri yaymaya başlaması,
dine aykın görüşler serdettikleri gerekçesi ile ortodoks İslam teologları’nın
büyük tepkisini çekmiş sonuçta bunların bazıları cezalandırılmış, bazıları ise
öldürülmüştür.
10. yüzyılda Hz.
Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)in kızı Fatma ve damadı Ali’nin soyundan
gelenler, Mısır’da Fatımi devletini kurdular. İslam öncesi Kuzey Afrika pek çok
Gnostik cemaatin yaşadığı bir yer olduğundan Bâtıni İslam’ın öğretileri bura
halkına yabancı değildi. Fatımi’ler İslam’ın ezoterik yanını yalnızca tarikata
kabul edilenlere öğrettiler. Kahire şehrini kurdular ve burada Hikmet Evi
(Dar-ül-Hikmet) denilen okulu açtılar. Bu okulda, Bâtıni İslam’ı öğrenen ve dünyaya yayan
Dai’ler yetişiyorlardı. Fatımi Halifesi, bu okulun başı idi. Bu okula, bütün
memleketlerden öğrenciler geldiler. Her Pazartesi ve Çarşamba Felsefi
Toplantılar (Majlis-al-Hikmet) olurdu. Burada yetişen Dai’ler, Avrupa dahil
dünyanın her yanına sızarak öğretiyi yaymaya çalıştılar. Öğretilerinde
Allegoriler ve Semboller kullanıyorlar, şifreler ile tanışıyorlardı.
Üzerinde Arap harfleri ile
"Bismillah ir-Rahman ir- Rahim" yazan bir Kelt haçı, Kelt"lerin bunlardan
etkilendiğinin delilidir.
Fatimilerin Kuzey
Afrika’daki bu yükselişi, Mezopotamya’daki Ortodoks İslamı temsil eden
Abbasi’lerin tepkisini çekti. Dalalete saptığına inandıkları bu devlete karşı
savaşa girdiler. Bu arada, "en-el- hak" diyen saygın Sufi Mansur
al-Hallac öldürüldü. Mansur al- Hallac’ın idamından iki yıl soma Basra’da bu
defa "Saflık Kardeşleri" (İhvan üs-Safa) adlı bir kapalı
cemiyet belirdi. Özdeyişleri "Kendisini Bilen, Allahı
Bilir" idi.
Rosenkreuz'in sırlarının bir
kısmını; bu ekolden aldığını düşünmek doğru olabilir. Bu topluluğun pek çok
yerde üye olmayanların giremediği ve sırlarını tartıştıkları lokalleri vardı.
Ciddi bilimsel araştırmalar yaparak dogmaları bağnazlıktan ırak bir şekilde
yorumlamışlardır. Dogma yorumlan; heterodoks oluşları nedeniyle toplumdan gizli
tutulurdu. Cemiyetlerinde bir kaç derece vardı. Öğretinin gizli kısmı
teurji,* melek isimleri, çağrılar, Kabala ve şeytan çıkarma gibi konular
üzerinde yoğunlaşmıştı.
* Teürji (theurgy),
okültizm’deki çalışma alanlarından biri ya da okült bilimlerden biri olarak
kabul edilmekte olup, kozmik veya doğaüstü güçlerin ve ilişkilerinin
incelenmesi ve bu güçlerin kullanılması olarak tanımlanır.
Terimin eski
Yunanca’daki aslı, “ilah, tanrı” anlamına gelen “theos” sözcüğü ile “eser”
anlamındaki ergon sözcüklerinden türetilmiş olan ve “İlahî eser işçisi”
anlamına gelen “theurgos”tur. Teürji ile büyü arasındaki fark, büyüde kişinin
bir başka kişiyi etkilemesi söz konusuyken teürjide kişi başkalarıyla değil,
kendisiyle ilgili bir konuda birtakım güçlerden yararlanma veya ilahî âlemden
yardım sağlama girişimlerinde bulunur. Örneğin dua teürjik bir çalışmadır ve
uzmanlık gerektiren bir alandır. İ.S. 3. yüzyılda yaşamış olan Neo-platoncu
Porphyry, goetia uygulamalarını teürjiden ayırt etmiş ve goetia’nın kaçınılması
gereken bir kara büyü uygulaması olduğunu bildirmiştir.
"İhvan-üs-Safâ",
sufılerden farklı olmakla bereber bir çok anlayışı paylaşıyorlardı. Her ikisi
de İslami teolojiden kaynaklanan bâtıni cemiyetlerdi. "îhvan-üs-
Safâ"nın tenasüh inançlarım hemen hemen bütün Sufi tarikatları
paylaşmışlardır. Batıni (ezoterik) kuruluşlan çoğu kez etkileyen Arap Yeni-Eflatuncu ve
Yahudi Kabalistlerin öğretileri uyarınca, ölümle bedenden ayrılan
"gayri-saf’ın temizlenmesi için yeniden doğuşu gerekli görüyorlardı.
Hıristiyanlıktan önce İskenderiye'nin Hermetik ve Yeni-Eflatuncu ekollerinde
varolan logos (kelam) doktrini Incil'lerde yer alan Hıristiyani anlayıştan
farklı olmakla beraber bu iki kavramın Rosicrucian (Gül-Haç) ritüellerinde kaynaştırıldığı
görülür. Bu öğretilerin Rosenkreutz gibi
Hıristiyanlığı iyi bilen bir manastır üyesinin dikkatini çekmiş olması
muhakkaktır. Ruhun Tanrıya yükselişinde "İsimlerin" nurlanışı
"Eski Ahit"de, "Erdemlerin..” nurlanışı "Yeni Ahif'de ve
"Öz"ün nurlanışı ise Kuran'da verilmektedir. Bu görüşlerin bir
kaynaşması (amalgamasyon) Gül-Haç düşününe yansır:
"La pensee et
l’ouvre de Peladan, La philosophie Rosicrucienne", (Gül-Haç
Felsefesi) isimli eserde yer alan "Gül-Haçlıların Yaratılış
Doktrini"nin aynısını İbni Sina'nın felsefesinde görebiliriz: Tanrı dünyayı
doğrudan yaratmaz, ancak İlk Yönlendirici rolünde saf zeka belirir. Işık on
küre içinden geçerek maddi düzeye ininceye kadar Ruhları aydınlatan aktif zeka
olan bu saf zekaya doğru hareket eder. Hakim’i mutlak olan Tanrı 'İlk
Sevkedici" olarak idrak edilir. Yaratıcı nesneyi doğrudan yaratmaz, bu
eylem ilk prensiplerle özdeşleşen melekler aracılığı ile gündeme gelir. Rosenkreutz,
bu tür çalışmaları yapan ibni Sina veya Abdul Kerim al-Cili'nin öğretilerini görmüştür.
İslam tarihçisi Amir
Ali "A Short History of the Saracens", adlı eserinde der ki "
Hikmet Evi’ndeki pek çok iykaaf Derecelerinin anlatılan paha
biçilmez değerlerdir. Gerçekten, Kahire’deki Hikmet Evi Hristiyan dünyada
kurulan Kadim Kardeşliğin Localarına örnek teşkil etmiştir."
Fama’dan bir yıl
sonra Strasbourg'ta yankıları geniş olan "Christian
Rosenkreutz'un Kimyasal Düğünü" adındaki kitap
ortaya çıkmıştır.
http://www.felsefetasi.org/christian-rosenkreuz-ve-kimyasal-dugun/
Alegorik
ayrıntılarla dolu olan öykü, kozmolojik, simyacı, astrolojik, büyüsel simgeler
içeriyordu: Öykünün başlangıcında Rosenkreutz bir törene hazırlanmaktadır.
Ancak, törene katılana kadar bir çok sınav, deneme ve garip aydınlanma
törenlerinden (iykaaf basamakları) geçmesi gerekir. Sonunda hedefine
ulaşır ve onur konuğu olarak kutlamaya katılır. Böylece
"Altın Taş Şövalye Tarikatı" mn üyesi olur. "Altın Taş"
simgesi, simyada asal maddelerin altın ve gümüşe dönüştürülmesini sağlayan
Filozof Taşı’na (Lapis Elixir) açık bir göndermedir. Gül-Haç düşününde
Simya ilmi ile gerçekleştirlen dönüşümler aslında yontulmakta olan insanın
iykaaf Derecelerini sembolize ederdi. Eser, "Altın Taş"a ulaşan
Rosenkreutz'un tinsel bir gelişme geçirdiğini etraflıca anlatır.
http://www.hermetics.org/gulhac.html
Bu eserin, Luther'ci bir papaz olan Johann
Valentin Andrea tarafından yazıldığı ve yayımlandığı ileri sürülmektedir.
Söylence uyarınca yozlaşmış olan sosyal yaşamda reformlar gerektiğini düşünen
Andrea’nın, hem ezoterik meraklarını, hem de sosyal değişim arzularını
birleştiren Gül-Haç örgütünü kurduğunu da ileri sürmektedirler. J. Gordon
Melton, "Encyclopedic Handbook of Cults in America" adlı kitabında "Andrea'nın
ateşli bir Luther'ci olması pek ilgi çekicidir. Zira Martin Luther'in armasında
da bir gül ve bir haç resimleri bulunmaktaydı." diyerek önemli bir
noktaya dikkat çekmektedir.
http://www.toplumsalbilinc.org/forum/index.php?topic=2956.0
Bâtıni Fikriyatın Batı’ya Geçişi
Şimdi bir başka soruya cevap aramamız
gerekir: Yukarıda izlerim sürdüğümüz teolojik, felsefi ve teosofık fikriyat
Batı'ya nasıl aktarıldı? Yukarıda Fatımi Dai’lerin rolü üzerinde yer elverdiği
ölçüde duruldu. Buna ilaveten aktarım kanalları şöyledir:
·
Doğu’nun düşün dünyasının eserleri
Mezopotamya'da Süryani rahiplerce Latince ve Grekçeye tercüme edilmiş Bizans’a,
buradan Avrupa'ya intikal etmiştir.
·
Ünlü düşünür Fisagor, Anadolu’yu,
Doğu’daki tüm okulları ve özellikle Hermes Okulunu görmüş, buralardan feyiz
almıştır. Mısır’da Kambiz’in ordusuna esir düşüp İran’a götürülmüş, orada da o
dünyanın sırlarını öğrenmiştir. Daha sonra da Yunanistan ve müteakiben
İtalya'da kendi okulunu kurmuştur. Bu okullara Collegia denilmekte olup hem
felsefi hem de bilimsel çalışan elit okulları idiler. Fisagor'un okulu sonradan
cahil halk tarafından yakılıp yıkılmıştır. İbrani Gematria’sını örnek alarak
sayıların mistik gizemlerine geniş yer verilen bu akım içinde; sonradan gelişen
Napoli Akademisini, Venedik Yeni Akademisini, Roma Akademisini, Floransa
Akademisini ve özellikle Komo gölü kenarında bulunan ve İstanbul'un fethi
sonrasında gelen alimleri saflarına katan Comacine Akademisini sayabiliriz. Bu
sonuncusu Fransa'da da Comacine'ler akımını başlatmıştır ki Fransız Kadim
Kardeşliğin tarihçisi Paul Noudon'a göre mesleğimizin kökleri arasında önemli
yeri vardır.
·
Ünlü feylesof Eflatun, İskenderiye
Okulundan feyiz almış idi. Kendi felsefesinden türeyen Yeni-Eflatuncu akımlar,
gerek İspanya’nın gerekse Sicilya’nın Araplar tarafından işgali ile Avrupa'ya
tanıtılmıştır. Özellikle Kurtuba şehrinde İbn-i-Rüşt'ün Külliyatı, tercüme
edilmiş olan ezoterik bilgilerin birikip dağıldığı bir merkez olmuştur. Bu
kuruluş, bu gün İbn-i-Rüşd Üniversitesi adıyla yaşamaktadır.
·
MÖ. 430 larda yaşamış olan Aristo ise
mantık kurallarını ortaya koyarak rasyonalizm'in temellerini atmıştır.
·
Diğer bir unsur ise Haçlı Seferleridir. Kutsal
topraklan Müslümanlıktan azat etmek için savaşmaya gelenler arasında Hıristiyan
tarikatlarının mensubu asker-rahipler arasında önemli yer tutan Mabet
Şövelyeleri, St.Bemard de Clairvaux’nun kurduğu Sistersiyen
Mezhebinin dogmalarına göre yetişmişlerdi. Esasen onların
kurucuları da aynı kişidir. Sistersiyen Mezhebinin kimi fikirlerinin İspanya’da
İbn-El-Arabi’nin felsefesinden etkilenmiş olduğu söylenir. Kurtarmaya
geldikleri topraklarda ise hiç beklemedikleri şekilde temelleri yukarıda
sıraladığımız unsurlar üzerine oturan bir fikir, mitos ve inanç zenginliği ile
karşılaşmışlar ve bunlardan etkilenmişlerdir. Bu tarikatlar, memleketlerine
döndüklerinde yeni fikirlerin enjeksiyonuna yol açmışlardır.
·
Özellikle Bizans'ın fethi ile buradaki
kitaplarla beraber âlimler Batı'daki ilim merkezlerine göçmüşler ve
çalışmalarını oralarda sürdürmüşlerdir.
Gül-Haç kardeşleri
arasında yalnızca Goethe ve Sir Francis Bacon değil, büyük
filozof Nietzsche, ünlü düşünür ve simyagerler olan Robert Fludd, Saint Germain ve Kont Cagliostro
gibi kişilerin olduğu söylenir.
Avrupa’daki Gül-Haç mensuplarının pek çoğu
diğer bazı hükümdarlar dışında Almanya Heidelberg’deki Ren Palatin Kontu
h'riedrich’in himayesi altında idiler. Friedrich 1613 yılında İngiltere kralı
James Stuart’ ın (James 1) kızı olan Elizabeth Stuart ile evlendi. Bundan dört
yıl sonra 1617 de Bohemya lordları kendisine memleketlerinin tacını verdiler.
Bu olay, Avrupa’da 30 yıl savaşları olarak bilinen ve Katoliklerle
Protestanların ölesiye dövüştükleri kanlı bir savaşı başlattı. Savaşın
başlarında Almanya’nın Katolik ordularınca işgali ile can derdine düşen
Gül-Haç’lılar önce Hollanda ve sonra İngiltere’ye kaçtılar. Fikirleri burada
yeşermeye başladı.
Sh:203-216
Kaynak: Altay Birand, Katkılarım.. Ankara, 2004
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar