Print Friendly and PDF

Hz. Hatice aleyhisselâm Neyi Biliyordu?

Bunlarada Bakarsınız




Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin nübüvvet ışığı parlamadan ondaki cevheri bir kadın nasıl bilebilirdi?
Evet, bir kadın bildi. Engin duygularla son nebiyi bulacak ve destek olacak onu âlemlere hazırlayacaktı. Bu güzide kadın Mekke'nin asîl ve zengin dulu Hz. Hatice radiyallâhu anha idi.
Şüphesiz, bu devirde Mekke'de, bir ruh hali hüküm sürüyordu. Mekkeliler, Hazreti İsmail'in evladından bir nebi gelmesini bekliyorlardı.
Hz. Hatice ise gönlünde bu nebiye eş olmak emelini taşıyor ve Hazreti Muhammed sallallâhü aleyhi ve sellemi gönderi­lecek olan rasül olarak görüyordu. Bu hissini apaçık ona ifadede etmişti. Ancak Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kendisinin nasıl olabilirliğini itiraf ederdi.
Ne var ki, bu evlilik oldu. Sonra onların hayatı birdenbire değişti. Cemiyetten ve muhitten bir uzaklaşma oldu. Hira Dağı'ndaki vahiy inmesi ile neticelene­cek olan inzivalarla karışık hayat başladı. On beş sene bu inzivaya manevî ve zihnî bir oluşuma alt yapıyı oluşturacaktı.
O devrin putperest örf ve âdeti, Kâbe’de putların içtima salonu veya asil ailelerin politika sahnesiydi. Dinî hayat ise kabileler arası bir putlar mücadelesinden başka bir şey değildi. Fakat asil Mekke ailelerinden bazıları, bu karmakarışık putperestlikten fazla olarak, hatırasını gururla muhafaza ettikleri uzak ataları Hz. İsmail aleyhisselâmdan yansımış bulunan belirsiz bir tevhid inancını haniflik içinde devam ediyorlardı. Bu devirde, Hz. İbrahi­m aleyhisselâmın dini, Hanif denilen bazı kimselerin indinde daha saf bir şekilde yaşıyordu. Bu “Hanifler” o araştırıcı adamlardı ki, putlardan şüphe ederler ve bir olan Allah'a taparlardı. Fakat bu zahitlerin mistik hayatında, hususî dinî merasim ve usul yok denecek kadar azalmıştı.
Hanifler, sadece bazı mahallerde, zamanlarıyla münasebet­lerini bütün bütüne kesmemek şartıyla, inzivaya çekilmekte­ydiler. Onlar mistik kaide olarak zühdü ve namazı tatbik ederlerdi.
Haniflerin mistik ibadetleri ne Hıristiyanlığa ne de Musevili­ğe yöneliyordu. Sadece, ferdî basit bir disiplinleri vardı.
Bizim burada soracağımız soru;
 Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin on beş senelik inzivalarla süslü hayatı hakkında bildiklerimiz nelerdir?
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ailevî hayatına ait bazı biyografik teferruat müstesna, bu devrede O'nun manevî yapısının teşek­külüne ait bilgiler yok gibidir.
Kur’ân-ı Kerim, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin o zamanki manevî şartlarını şöylece çiziyor:
“Sana bu kitabın vahiy olunacağını beklemiyor, ummuyor­dun. Bu ancak Rabbinden bir rahmettir.” [1]
Modern tarihçilerin hayretini mucip olan bir husus olarak nübüvvetten önceki bu dönemin gelecekle olacak psikolojik bağı bulunan inzivası hakkında niçin az bilgi vardır. Çünkü Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem bu on beş sene zarfında Hira Dağı'nda çekildiği inzivalarında, insanlarının dikkatinden ve içtimai hayattan uzaklaşmıştı.
Ancak geleceğini gören Hz. Hatice radiyallâhu anha hangi bilgi ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme yönelmiş ve ona sonsuz desteği sağlamıştı. Ona destek verecek kadın bu bilgiyi nereden biliyordu.
Cevap hazırdır. 
KADINLAR BİLİR.
Hanif olan Hz. Hatice radiyallâhu anha sezgileri ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemdeki güzelliği ve farklılığını çözmüştü.
Evlilik hayata geçirilmiş ve saadetli yuva artık insanlığa en büyük hizmete hazırlanıyordu. Hazreti Hatice radiyallâhü anha, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi ara sıra kendisinden uzaklaş­tıran bu inzivalara canı sıkılmıyordu. Diğer meraklı ve ukalâ kadınlar gibi başına dikilip konuşmalarıyla ve hareketleriyle düşüncelerinden ayırıp, huzurunu kaçırmıyordu. Bilâkis evde bulunduğu sırada elinden gel­diği kadar muhtaç olduğu sükûnet ve riayeti sağlıyordu.
Hirâ’ya gidince de onu uzaktan takip ediyor, onu hiçbir surette rahatsız etmeden her ihtimale karşı ken­disini korumak maksadıyla adamlarından birini gönde­riyordu. Sonuçta “Hira” mağarasında ilâhi vahiy geldi.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, fecrin alaca karanlığında evine koştu.
Ren­gi değişmiş, bütün vücudu korkudan titremekte idi.
Zev­cesinin hücresine girince kendini emniyette hissetti. Şa­hit olduğu hâdiseyi titrek bir sesle Hz. Hatice'ye anlattı.
Acaba rüyada mı sayıklıyor?
Yahut çıldırdı mı?
Hz. Muhammed’in bu manzarası, Hz. Hatice'nin kalbindeki en derin annelik duygularını uyandırdı. Kocası­nı bağrına basarak itimad ve iman dolu bir sesle dedi ki:
“Ey, Ebulkasım, Allah Teâlâ bizi gözetir. Bu müj­deye sevin ve sebat et. Amcaoğlu, Hatice’nin canını elin­de tutanın hakkı için ben senin ümmetin nebisi olduğunu ümit ediyorum. Allah seni asla utandırmayacak­tır. Sen ailene bağlısın, doğru sözlüsün, misafiri tutar ve ağırlarsın, felâketlere karşı yardımcısın”.
Hazret-i Muhammed'in korkusu yok olmuş, yüzü parlamıştı.
Hz. Hatice radiyallâhü anha, bir annenin yegâne evlâdına yaptığı gi­bi ninni söyler gibi tatlı sesiyle yatağının etrafına güzel pembe rüyalar serpiyor, sakin ve rahat bir uykuya dalın­ca gözlerini bir an üzerinde tutuyor, sevgi ve tazim dolu kalbi çarparak, yavaşça hücreden çıkıyor, kapıya varın­ca tenha sokağa fırlayarak amcasının oğlu Varaka Bin Nevfel'in yanına koştu.
İhtiyar Varaka, Hatice'nin sözlerini duyunca titre­di. Bitkin, dermansız vücudunu bir canlılık kapladı. Silkinerek coşkunlukla konuşmağa başladı:
“Varakanın canını elinde tutanın hakkı için, eğer bana hakikati söyledinse, Ey Hatice, Muhammed'e ge­len daha evvel Musa ve İsa'ya gelmiş olan vahyi ilâhi­dir. Muhakkak ki, o bu ümmetin rasülüdür, ona söyle, sebat etsin.”
Hz. Hatice, ihtiyarın daha fazla konuşmasını bekleme­den ve sözlerinin bir kelimesini tekrar ettirmeden müj­deyi hemen kocasına ulaştırmak için evine koştu. Fakat Hz. Muhammed'i bıraktığı gibi uykuda buldu. Uyandı­rıp uykusunu bozmaktansa, başının ucunda oturup bek­lemeyi tercih etti.
Aradan çok zaman geçmeden Hazret-i Muhammed yatağında çırpınmağa, nefesi ağırlaşmağa, alnından su gibi ter akmağa başladı. Bu hali epeyce sürdü. Görün­meyen bir muhatabı dinliyor gibi hali vardı.
Hz. Hatice, onu kolları arasına alarak Varaka Bin Nevfel'den işittiklerini nakletti. Hz. Muhammed, minnet ve şükran ifade eden nazarlarla Hatice'ye uzunca baktık­tan sonra dönüp yatağına bir göz attı ve teessür içinde:
“Ey Hatice dedi. Uyku ve istirahat devri artık geçti. Cebrail Aleyhisselâm bana insanları hak dinine, Allah'a ibadete davet emrini getirdi, ama kimi davet edeceğim? Kim icabet edecek?”
Hz. Hatice, heyecan ve imanla haykırdı:
“Ben icabet edeceğim, Ey Muhammed!
Herkesten, her insandan evvel beni davet et. İşte ben, sana inana­rak Müslüman oldum. Allah Teâlâ'nın rasülü olduğunu tasdik ediyor, inandığın Allah Teâlâ'ya inanıyorum.”
Büyük bir huzur ve rahatlık içinde onu tebrik etti. Sonra isteği üzerine Varaka'nın yanına gitti. Varaka, Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemi görür görmez haykırdı:
“Bana can veren Allah Teâlâ'ya yemin ederim ki sen bu
milletin nebisisin. Kavmin tarafından yalanlanacak, eziyet görecek, memleketinden çıkarılacaksın, onlara karşı savaşacaksın. O güne yetişsem Allah Teâlâ bilir onun uğrunda nasıl savaşacağım!”
Sonra başını ona yaklaştırdı. Hazret-i Muhammed de onu boynundan öptü.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem sordu:
“Beni yurdumdan çıkaracaklar mı?”
Varaka cevap verdi:
“Evet, senin gibi, bütün risâlet sahipleri düşmanlık görmüştür. Keşke o günde genç olsam... Keşke o gün sağ olsam...”
Kocasına bağlı ve getirdiği hak dinine ilk inanan Hz. Hatice radiyallâhü anha bu çetin mücadelede onun yanında yer al­mış, elinden geldiği kadar yardımına koşmuştu.
Resulü Ekrem'in Kureyş'ten gördüğü eza ve cefa­dan mustarip olarak eve dönüşünde vefakâr eşi onu te­selli ediyor, maneviyatını yükseltiyordu.
Bu hal senelerce devam etmişti.
Kureyş müşrikleri, aldıkları bir kararla Haşim ve Abdülmuttalib oğullarını Mekke haricinde bulunan Ebu talip semtine sürülmüş, orada âdeta sürgün hayatı ge­çirmek zorunda bırakılmıştı. Bu kararı ihtiva eden sahife Kâbe’ye müşrikleri Hazret-i Muhammed'in taraftarlarına ve yakınlarına karşı iktisadî abluka tatbik etmişler, onlarla her türlü münasebeti kesmişlerdi.
Resulü Ekrem, Mekke'den ayrılıp Ebu Talib semtine gidince Hz. Hatice radiyallâhü anha hiç tereddüt etmeden onunla bera­ber gitmiş, gençliğinin birçok tatlı hatıralarını sinesin­de toplayan çok sevdiği aile evini terk etmişti.
Yaşı bir hayli ilerleyen Hazret-i Hatice, kaybettiği evlâtlarının acısı üzerine başlarına gelen bu yeni felâket onu bir hayli yıpratmıştı.
Ebutalib'in semtinde Mekke'den uzakta üç sene kalmıştı. Bu ızdırap yılları içinde kocası Hz. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve arkadaşlarıyla beraber birçok sıkıntı ve alışamadığı mahrumiyetlere katlanmıştı.
Yaşı altmışı geçtiği halde, silâh, para ve sayı itiba­rı ile kendisinden üstün bir düşmanla mücadele eden: kocasının yanında bulunmak için sağlığından fedakâr­lık yaparak üstün bir gayret sarf ediyordu.
Kuvvetli bir imanın ve sarsılmayan bir azmin kar­şısında Kureyş'in muhasara, abluka ve boykotları bir başarısızlıkla neticelenmiş, Hz. Muhammed'in Mekke'­deki evine dönme zamanı gelmişti.
Hazret-i Hatice güçlükle ve üstün bir kuvvet sarf ederek rahat döşeğine avdet eder etmez hastalanmıştı.
Yorgunluk, sürüldükleri yerde mâruz kaldıklara baskı, zulüm ve mahrumiyet altmış beş yaşındayken en son gücünü tüketmişti.
Yatağa düşen Hz. Hatice radiyallâhü anha son günlerini yaşıyordu artık. Nihayet gece gündüz başucundan ayrılmayan sev­gili eşi Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kolları arasında ruhunu teslim etti...
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem etrafına bakınca ona ilk inanan, dâ­vasında destek olan mübarek zevcesinin vefatından sonra evin bomboş ve kasvetli olduğunu, Mekke'nin onun göçmesinden sonra oturulacak bir yer olmaktan çıktı­ğını gördü:
Hz. Hatice'nin vefat ettiği ve “Hüzün Yılı” adı ve­rilen o senede Hz. Muhammed'in karşılaştığı müş­küller ve üzüntüler son haddini bulmuştu.
Seneler geçti ve İslâm muzaffer oldu.
Ve Muhammed'in evi de bir gün şu hâdiseye şahit olacaktı.  ,
Hz. Aişe radiyallâhü anha gençlik ve güzelliğine, kocası Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin sevgisine güveniyor. Fakat kendinden önce Hz. Muhammed'in kalbine girerek hayatının son anına kadar o kalbi kendine hasreden ve orada işgal ettiği yeri ölümünden sonra da muhafaza eyleyen Hatice'yi kıskanıyordu. Günün birinde Hâle — Hz. Hatice’nin kızkardeşi— ziyaret kastiyle Medine'ye geliyor. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin evinin içinde Hâle'nin —göçen sevgilisinin sesine ben­zeyen— sesini işiterek kalbi çarpıyor ve:
“Ey Allahım, bu Hâle'dir.”
Diye haykırdı. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin halinden si­nirlenen Hz. Aişe kendine hâkim olamayarak:
“UZUN YILLARIN YIPRATTIĞI KUREYŞLİ BİR KOCAKARIYI ANIYORSUN, HÂLBUKİ ALLAH TEÂLÂ ONUN YERİNE DAHA İYİSİNİ VER­MİŞTİR.”
Diye, sitem edince mübarek çehresi değişen Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden şu cevabı alıyor:
“VALLAHİ, CENABI HAK, BANA ONUN YERİNE DAHA İYİSİNİ VERMEDİ.
İNSANLAR KÂFİRKEN O BANA İNANDI, İNSAN­LAR BENİ YALANLARKEN O TASDİK ETTİ.
İNSANLAR BENİ HER ŞEYDEN MAHRUM EDERKEN, O SERVETİYLE YARDIM ETTİ.
VE CENABI HAK, KADINLAR ARASINDA YALNIZ ONDAN BANA EVLÂD İHSAN ETTİ.”
Ve bu sözler karşısında Hz. Aişe radiyallâhü anha iradesini zapt ederken kendi kendine hitap ediyor:
“Vallahi bir daha ondan bahsetmeyeceğim!”
Hâlbuki daha önce ondan sık sık bahsetmekten kendini alamıyordu. Bir gün de hep onun lâfını ettiği­ni görünce:
“Sanki dünyada Hatice'den başka kadın yok­muş!”
Dedi. Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemde buna karşılık:
“EVET, O VARDI, VARDI VE ONDAN EVLÂDIM DA OLMUŞTU”.
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem her koyun kesişinden sonra yanındakilere:
“Hatice'nin arkadaşlarına da verin”.
Buyurduğunu duyan Hazret-i Aişe, bunun için da­rılır gibi olmuş. Bunun üzerine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem de:
“ONUN SEVDİKLERİNİ BEN DE SEVİYORUM” karşılı­ğını vermişti.
Mekke'nin fethedildiği gün oradan yol geçmesine rağmen Hazreti Hatice'yi unutmamış, bu ilk zevcesinin defnedildiği yakın bir yerde çadır kurup, oradan Mek­ke'nin fethini idare etmişti.
Hz. Hatice'den sonra İslâm dinine milyonlarca kadın girecektir. Fakat o, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin hayatında Allah Teâlâ tarafından en mühim role seçilen ve ilk Müslü­man kadın olarak kalacak ve —Müslüman olsun olma­sın— tarihçiler Hz. Hatice'nin o rolünü anacaktır. Nitekim Batılı tarihçi Badey şöyle diyor:
“Hatice'nin sevdiği için evlendiği erkeğe olan iti­madı, bugün yeryüzünde yaşayan insanlardan her yedi kişiden bir kişinin din olarak inandığı akidenin ilk mer­halelerine bir itimad havası katıyordu”.
Margol Youth ise, Hz. Muhammed'in nübüvvet ha­yatını, Hz. Hatice radiyallâhü anha ile karşılaştığı ve Hatice'nin kendisine elini takdir ederek uzattığı günle tarihini başlatıyordu.
Nasıl ki aynı batılı tarihçi, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Medine'ye hicretinin tarihini Hazret-i Hatice'nin top­rağa verildiğini ve Mekke'nin Hatice'siz kaldığı günle tesbit ediyordu.[2]
Tek şahidi bizzat Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin kendisi olan nübüvvet, rasülün “Ben”inden müstakil objektif bir olay olarak ortaya çıkışında onun biricik desteği güzel annemiz Hz. Fatıma’nın annesi Hatice radiyallâhu anhadır.
Ey Allah Teâlâ’m kadını mükemmel yarattın. Ona verdiğin sezgi ve anlayışı erkeğe vermedin.
Ey güzeller güzeli annemiz, bizim için kıyamet günü şefaatçi olmanı diliyoruz.




[1] Kasas, 86
[2] Bkz: (BİNNEBİ, 2003)s. 61-66; bkz: (Aişe ABDURRAHMAN), s. 19-27
Kaynakça:
Aişe ABDURRAHMAN trc: Selami Münir YURDATAP Hz. Muhammed'in Mübarek Zevceleri [Kitap]. - İstanbul : [s.n.].
BİNNEBİ Malik Kur'an-ı Kerim Mucizesi [Kitap]. - İstanbul : Boğaziçi, 2003.


Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar