HZ. MEVLÂNÂ CELÂLEDDÎN-İ RÛMÎ (Kuddise sırruhu’s-sâmî) MEKTUPLARINDAN
Hzl: Bende-i bendegân-ı Mevlânâ Abdülbakıy GÖLPINARLI
..
Görünüşte yanınızda değilim ama, bütün
tapınızda bulunanların, soluktan soluğa muhtâc oldukları, yardım diledikleri,
dileklerini sundukları, isteklerini bildirdikleri tapıda, onun devletinin sürüp
gitmesine duacıyım.
Şu dostluğu, sevgiyi 'bildirişim de, Allah
ona rahmet etsin, esenlik versin, peygamberliğin en yüksek makamına sâhib
olanın izniyledir, fermanıyladır, Sahabeden biri, Peygamber’in huzûrunda
oturmadaydı. Bir büyük kişi mescidin kapısının önünden geçti. O sahâbî, ey
Allah elçisi dedi, bu geçen aziz kişiyi candan, gönülden seviyorum ben. Esenlik
ona, Peygamber, git buyurdu, ona bildir. Bu buyruktaki hikmeti, sırrı kaleme
alsak söz pek uzar. Bir de şu var:
Allah bayrağını yüceltsin, her zaman,
âlem padişahının tertemiz eşiğinden haberler alıyordum. Her lûtfu, her rahmeti,
her padişahlığı, yeniden yeniye bu babanın kulağına geliyordu; geldikçe de
seviniyordum.
Sevincim
iki yüzdendi.
Biri fazla sevgimden,
fazla düşkünlüğümdendi. Çünkü seven, hiç mi hiç, kendi olgunluğuna bağlı olamaz;
kendisinin iyi bir adsan ıssı olmasını istemez; ancak sevgilinin üstün
olmasını, olgunluğa ulaşmasını, iyi bir adla anılmasını ister, onunla sevinir. Bu, aşk medresesinin derslerinden bir mes’eledir. Burada
ileriye gidemem ki. Çünkü bu konunun seli, beni de kapar götürür, mektubu
da, mektubu yazan şeyhlerin şeyhi, kalblerin emini Husâmeddîn’i de; Allah
bereketini dâimi etsin; bu müddet içinde o da, bir soluk olsun, duayı, övüşü
bırakmamıştır.
Bu babanın sevinmesinin
ikinci sebebi, Allah devletini yüceltsin, bu padişahın ihsanlarını duymasıdır.
Duydukça da, Allah devletini
arttırsın, devleti hiç gerilemesin, katkat artsın, bu devlete olan sevgim,
düşkünlüğüm, Allah’a hamd olsun ki yerindeymiş, lâyığmaymış diyordum. Çünkü
sevenin, güzel bir inciyi sevmesi, kendisinin öz temizliğindendir. Onsekiz bin
âlemde herkes, birşeyi sever, birşeye âşıktır. Her âşığın yüceliği,
sevgilisinin yüceliği mikdarıncadır. Kimin sevgilisi, daha lâtifse, daha
zarifse, özü daha yüceyse, âşığı da daha azizdir.
Bölük bölük insanlar, çeşit çeşit
âşıklardır;
En uluları, en yüceleri, sevgilisi en
ulu, en yüce olanıdır.
Gündüz kuşu, gece kuşundan üstündür;
ışığın karanlıktan üstün olduğu gibi. Çünkü gündüz kuşu, güneşin ışığına
âşıktır; gece kuşuysa karanlığa âşıktır. Bu mes’elenin anlatılması da pek uzun
sürer; dalı, kökü pek çoktur. Allah gönüllerinizi genişletsin, kendisine âit
bir ruhla güçlendirsin, kuvvetlendirsin sizi.
Canım, canına
karışmıştır, birleşmiştir;
Seni inciten herşey, beni de incitir.
Yanımda değilsin
ama, boyuna seni anmadayım, benimlesin sen.
Gönlüm görüyor
seni, gözümden kaybolsan da.
Göz, sevdiğini,
gördüğünü yitirebilir;
Can gözüyse, gördüğünü boyuna görür -
durur.
Emirler pâdişâhının, yakın kullar
efendisinin, Allahın emrini ulu lıyanın gölgesini Allah dâimi etsin; yüceliğini
Allah dâimi etsin. Selâm ve duâlarmız ulaştı; fakat o bir katrecik suyla özlem
susuzluğumuz, büsbütün arttı; hiç yatışmadı. Allah bizi, «tahtlarda karşı
karşıya oturan kardeşler» den etsin.
«Yüce Allah, Musa’ya, Yâ
Musa dedi; beni kapında görsen ne yaparsın? Musa,
Yarabbi dedi, sen bundan münezzehsin. Allah,
Yâ Musa dedi, kapında,
kullarımdan birini gördün mü, bana ne yapabilirsen ona da onu yap. Çünkü ben,
kullarımın arasından seçmişimdir onu; ışığımla ışıtmışımdır onu; dirliğimle
diriltmişimdir onu.»
Size arzetmiştim; namaz, üstün bir
kulluktur ama, namazın canı, namazın anlamı, namazın sûretinden daha üstündür.
Nitekim insanın cânıda, suretinden
daha üstündür. Çünkü sûret kalmaz; adamın canıysa kalır. Namazın sûreti de
kalmaz; namazın anlamı, namazın canı kalır. Nitekim buyurmuştur: «Öyle
kişilerdir ki namazlarında dâimidir onlar.»
Bunun için de
Şeyh"in hikâyesi söylenmişti hani. O topluluk, Şeyh’i ululamayı bıraktılar
da, sen dediler, akşam namâzını kılmazsan, biz kalkar, kılarız. Bu sözü
dilleriyle söylemediler ama, şeyhlerin anlayışları, dille söylemiye hâcet
bırakmaz ki. «Gerçekten de onlar, gönüllerin casuslarıdır; gönüllerinize
girerler; gizledikleriniz şeylerden, dilediklerini çıkarırlar.. onlarla
oturdunuz mu, gerçeklikle oturun.» «Kim Allahla oturmak isterse, tasavvuf
ehliyle otursun.»
Sen, toplumdan birini
görürsen, varlığından arınmıştır;
Seninle toprak üstündedir
ama, göklerden de yücedir o.
**
Görünüşte yeryüzündedir
ama,
Anlamı, yedinci kat
göktedir,
Namâzın sûretini fakıyh bildirir; önü
tekbirdir, sonu selâm. Namâzm canını da fakıyr bildirir; çünkü «namâz, Allahtan başkasının bilemiyeceği bir halde Allah’la
birleşmektir.» Namâzın sûretinin şartı, temizliktir; bu da yarım
batman suyla olur. Namazın cânının, şartıysa, kırk yıl en büyük savaşta
bulunmak, gözü, gönlü kan etmek, yediyüz karanlık perdeden geçmek, kendi
yaşayışından, varlığından ölmek, Hakk’ın diriliğiyle dirilmek, Hakk’ın
varlığıyle var olmaktır.
Padişahlar gibi tahta geçip
oturamıyorsan,
Çadır kuranlar gibi pâdişâhın
çadırının direğine yapış.
**
Değil mi ki pâdişâh değilsin, kul ol;
Değil mi ki peygamber değilsin,
ümmetten ol.
ümmetten ol da, «soylarını da onlara
kattık » bölüğüne gir. Kulluğunun sûretine mağrur olur, azar da vaktinin
kutuplarından, gönlün, rûhun mahremi olanlardan yüz çevirir, onlara aldırış
etmezsen, kendini namazda,. yüzünü kıbleye döndürmüş sanırsın ama, gerçekte, o
dervişin gördüğü gibi olursun. O derviş, imamın da, ona uyanların da kıbleyi
arkalarında bıraktıklarım, Şeyh’in tapısında oturan iki kişininse, yüzlerini
kıbleye yöneltmiş bulunduklarını gördü. Böylece yüce Hak, EbûYezîd’e Allah
sırrını kutlasın, «Benim sıfatlarımla çık, görün
halka; seni gören, beni görsün; seni dileyen, beni dilesin» buyurdu.
Böylece de o sözün sonu yoktur; yaratıp olgunlaştıran yüce Tanrı, tertemiz
sırrınızı ışıtsın, da îmânın da, namazın da, bu îmânın suretinden, bu namazın
sûretinden ötede bulunan canını, (hakıykatini anlatsın size. Gerçekten de doğru
yolu gösteren, başarı veren odur.
Özü doğru oğlumuz Nizâmeddîn hakkında,
Allah işlerini düzene soksun, hayırlı vaadlerde bulunmuşsunuz; ihsanda,
yardımda bulunacağınıza dâir haber göndermişsiniz; pek memnun olduk; hayır
dualar ettik. İhsanların tamamlanmasına gözümü, kulağımı dikmiştim. Çünkü «hayırlı
bir işi tamamlamak, o işe başlamaktan hayırlıdır. Namaza niyet etmek, tekbir
getirmek, iyidir ama, rükûları, secdeleri, oturmaları yapıp namazı tamamlamak,
daha hoştur; daha güzeldir. İyilik, iyi niyet, yeni Aya benzer; onu
tamamlamaksa, yeni Ayın dolunay oluşu gibidir. Yüce Hakk, görünen, görünmiyen yolkesenlerden
korusun sizi. Allah rezil rüsvây etsin, alçaltsın onları, kimsenin iyiliğini
istemez onlar; herkesi, kendileri gibi tepetaklak olmuş, umutsuz kalmış görmek
isterler.
Tabiatında gevşeklik, halsizlik olan
kişi,
Hiç kimsenin sağ-esen olmasını
istemez.
Yeni vali, işinden çıkarılmış eski
vâliyle danışırsa, onu, yapacağı işlerde öyle bir hâle sokar ki, sonunda
kendisi gibi onu da işinden attırır. Gizli şeytanlar, şeytan sıfatlı insanlar,
işlerinden atılmış valilerdir, hasetlilerdir; hayır yolunu, yüzlerce söz
sopasıyla insanlara kesenlerdir. İnsanların gönüllerini, hayra karşı soğuturlar.
Haset dili esirci oldu mu,
Yusuf bile olsan eğrilik yüzünden
değerine karşılık bir keten bezi bulursun.
Onlardan sakının; Tanrıya sığının;
iyiden iyiye işe sarılın da hayır tohumu ekin, hem de filizletmeden; ekilmemiş
buğdayla dolu ambar, .insanın ölümünden arda kalır.
Ecel, adama verilen şeyi almadan,
Verilmesi gereken her şeyi vermek
gerek.
Umarız ki bu hayrı, öbür hayırlardan
saymazsınız; bu hayrı, öbür hayırlardan ayrı bilirsiniz. Çünkü üstünlük
bakmamdan soğan ekmek, safran ekmeye benzemez. Bilen, bilerek ihsanda bulunan,
ne yaptıklarını, şüphesiz olarak, iki gönüllü olmaksızın bilen, giden, nereye
gittiğini bilen ihsan ıssı kişilerden olmanızı, ebedî olarak bağışlarda
bulunmanızı dilerim. Allah başarı versin; güç-kuvvet ihsân etsin; hayırlarda ayağınızı
diretsin; lûtfiyle, keremiyle kötülüklerden korusun. O, acıyanların en artık
acıyanıdır. Rahmet Muhammed’e, tertemiz soyuna, sopuna, şeriat ıssı olmıyan,
olan bütün peygamberlere, öyle olsun ey âlemlerin Rabbi.
Benim
nefsimi hor görme; sevgili sensin;
Herkes, kendi emsinden olanı sever.
Herkes, kendi emsinden olanı sever.
**
Kuş,
kendi cinsine uçar, gider;
Güvercin
güvercinle; doğan, doğanla.
İnsanın gidişinden sormaya hâcet
yok; kimlerle düşüp kalkıyor, onlara baksınlar. Maldan sormıya, nereden ele
geçirdin demiye hâcet yok; nereye harcıyor, ona bakmak gerek.
Emirler pâdişâhının, Allah
yüceliğini artırsın, oğlumuz Nizâmeddîn
hakkındaki her lûtfu, her keremi, her padişahlığı, önden sona dek, hepsi, bu
duâcıya yapılmıştır. Yoksullar hakkındaki bu lütuflar, makbul olsun,
karşılığını bulasınız. Çünkü onun malı mülkü, canı, bedeni, küçüklüğünden
şimdiyedek, fakırlere vakfedilmiştir. Hattâ bu mektubu yazmak, doğru da
değildi, özü doğru duâcı, bizzat gelip kendi ağzımla söylemeyi isterdim; fakat,
«inanan, Allah ışığıyla bakar» hadîsince yüce gönlünüzün rabbani
anlayışına güvencim var. Allah dilerse bizzat gelip zahmet vermeme hâcet kalmaz.
Anlam bakımından zâti tapınızdayım, çünkü devletinizin duasına bel bağlamışım.
Çeşitli ziyanlar, sınıklıklar, edeceğiniz şefaatler, ödeyeceğiniz haklar
yüzünden geçer gider. Utanmakla beraber, arıkların korunması, hayır ehlinin hoş
görmesi gerektir. Bu kez de pâdişâhtık buyurmanın çağıdır; çünkü bu gemi, o
kerem Nuh’ unun korunması olmadıkça tufânın girdabından kurtulamıyacak.
Su
verirsen, bu fidanı sen dikmişsin;
Alçaltırsan,
boy attıran sendin gene.
**
Nerede
o göz ki inciyi saman çöpünden ayırdetsin;
Yahut
ak doğanı, sinekten ayırsın.
Bir yayı elde edenlerin, onu
kurmaları, tam farzdır. Böylece de «Senden, senin perdeni açtık » diye anlatılan ecel gününde pişmanlık
olmaz Allah dilerse. O devlet gözü, ebedî olarak, doğru yolu görüş sürmesiyle,
başarı elde ediş sürmesiyle sürmelensin; böyle olsun ey âlemlerin Rabbi.
«Dostlarım, kubbelerimin altındadır;
benden başka kimse bilmez onları.» Altı yüz yıl kulluk eden, Â d e m
’in özünü, mayasını tanımadı. Kerametler ıssı zâhid, yâni Bâûr oğlu Bel’am, Musa’nın özünü, mayasını
tanımadı; çünkü bir yay elde etmişti;
kurmadaydı; sorumlu oldu; sorumlu olunca da, «Hastalanmıştım,
ne diye dolaşıp hâlimi hatırımı sormadın» sırrı,
ne işler etti. Bu tanıklıklarda, bu duacının, emirler pâdişâhını esirgemekten,
Hakk’ı gözetmekten başka bir şey gözettiği yok.
Benim kullanma bilişik gösterin;
dostluk edin bu âlemde; bunu ganimet sayın da, onların devlet günü gelince, bu
dünyadan ibaret olan «kim kendisini, her şeyini Allah’a
verirse» devri geçip ardından, «Allah
da ’lûtfunu, keremini ona verir» devri
gelince pişman olmayın, hasret çekmeyin. Şu iki günlük yalan dünyâda, iki
günlük pâdişâhların bile gerekli işleri, bu kadar tehlikeli olursa, bu kadar
önemli bulunursa elbette gerçek âlemi istiyenlerin işleri güçleri,
girişecekleri savaş, bundan daha az tehlikeli, bundan daha az önemli olmaz. Gizliydi,
tanıyamadık diye özür getirirler ama faydasız. Hele garezsiz taraklar, tanıklık
ettikten, bu, odur dedikten sonra.
Aşk ehlini
ağırlamak, keremdendir;
Aşk ümmeti, ümmetlerin en arığıdır.
Toz yatışınca
görürsün sen;
Altındaki at
mıdır, eşek mi?
**
Ecel adama
verilen şeyi almadan,
Verilmesi gereken herşeyi vermek
gerek.
Yüce Tanrı, bu yol gösterme dâvasını
güden yol kesenler hakkında, «o bilginlerle rahiplerin çoğu, insanların
mallarını bâtıl yolda yerler ve halkı Allah yolundan menederler.» buyurur.
Bu yolda yüz binlerce,
insan yüzlü iblis var;
Böylece de sakın, her
insan yüzlüyü insan sayma.
**
İnsanları şüphelere düşüren,
şeytanlıklarla dolu olan bu eşikte, İblis Lâ havle’yle ekmek yer.
Allah, kendi korumasıyla onlardan
korusun. Bütün hu körlükleriyle, gene de dîn ehlini kınarlar; çekinmezler,
Değil mi ki can gözümüz dağılıp
gitmiş,
Nerden bilelim, o gül müdür, ot mu?
Yaratıp olgunlaştıran yüce Tanrı,
buluşmamıza tezce bir sebep yaratsın; gerçekten de o, sebepleri yaratandır.
Geç geldin, kucağımdan da
tez gittin,
Geç gelip tez gitmek,
gülün işidir.
Şunu da iyiden iyiye biliyorum ki, o
aziz, nerede olursa olsun, ter temiz yaradılışı, melek huyu, kendisiyle
biledir; şüphe yok ki, onu, hayırlara, güzel işlere, eşdost edecektir; yüce
dereceleri, göklerin Rabbinin razılığını dilemiye sevkedecektir.
Gece, boyuna gecedir;
gündüz de gündüz.
Gül fidanı, gül verir,
yaban gülü de, yaban gülü Pabuç dikmeyi
sanat edinen kişi,
Hangi şehre giderse
gitsin, pabuç dikicidir.
«Nerede olursam olayım, beni kutlu
etmiştir.» Hattâ şu olup
bozuluş âleminde bulunan her güzel, hoş, ihsan ıssı eân, bu âlemden göçünce, o
gerçek âleme varınca, burada ne işteyse orada da, o işe koyulur. «Nasıl
yaşarsanız öyle ölürsünüz; nasıl ölürseniz Öyle hasredilirsiniz.» Gerçektir
Allah elçisi, gerçek söylemiştir; Allahın rahmeti ve esenlik ona. Allahın rahmeti ve esenlik ona. O aziz, burada da, orada da,
yolda da, durakta da, Hakk’ın verdiği başarıyla, aslının tertemiz çekişiyle,
boyuna ayağını kutluluk merdivenine kor, yakınlık mi’râcına koşar. Allah
ayaklarım pekiştirsin. Özlem çeken duâcıyâ, o azizin ayrılığı pek güç geliyor.
Seni görmediğim gün, bir ay kadar,
Seni görmediğim bir aysa, bin yıl
kadar uzamada.
«Topluluk rahmet, ayrılık azap.»
Allah, aramızdaki uzaklığı kaldırsın, buluştursun bizi.
Bize ayrılığı gösteren Tanrı,
Umarım ki kavuşup buluşma yolunu da
kolaylaştırır.
Bilginliğiniz, efendiliğiniz dâimi
olsun; halka dayanç, güvenç olun, önde yürüyün boyuna, doğru yola götürün
halkı. Mânevi yolculuğun, şartlarını, doğru yolda yol alış niteliklerini
bildiren iki-üç satırlık bir mektup istemişsiniz. Hiç şüphe yok ki, bedene âit
olaylar, bedenin uğradığı haller, iç âlemdeki olaylardan, iç âlemde geçen
hallerden çok daha azdır, çok daha asadır. Hal böyleyken, zâhirî erkânı
koruma babında, bu kadar bin fıkıh kitabı yazılmıştır da henüz yeter değildir
bunlar. Zâhir âleminde olan şeylerin bile dermanı söylenmemişken, o birçok
kitaplarda aranan, bulunamazken; pek az olduğu halde gene de çokluğu, büyüklüğü
yüzünden zâhirî haller bile şuurları aşar, konuların çerçevesine sığmaz,
çerçeveyi dağıtıp giderse; bunlarla, bu aşâğılık
zâhirî hallerle kıyaslanamayacak bir derecede olan iç âleminin esaslarını, iç
âlemin hallerini üç satıra sığdırmıya imkân mı olur; üç satırla,
anlatılabilir mi hiç?
Zâhirî halleri, üç satır olarak
yazmışlardır ama, her satırın sonu yoktur, görünmez.
Hizmet edildikçe edilsin
tapınıza; siz de ateş gibi bir yürüyüş, gerçek bir istek, son haddinde, tam
olgunlukta bir aşk var. «Andolsun soluya soluya koşanlara» İsteklilerin atlarının sıfatıdır bu; «tırnaklariyle bastıkça
taştan kıvılcım saçanlara» da, ateş gibi tez gidenlerin atlarının sıfatı. «Sabah
çağı düşmanı basanlara » âyetinde anlatılan da, onların kutlu isteklerinin
sonundaki muştuluktur...
Tez canlılıkta, .haberden daha
tezsiniz; hattâ tez yürüyüşte, haber düşüncesinden de tezsiniz siz; bu yana,
bizzat gelir, şeref verirsiniz de görüşürüz. «Topluluk rahmettir, ayrılık
azap.» Tezce bu yana gelirsiniz; ama tezce dönmeyi yoldaş edinmeyin ki o
geliş, geliş sayılmaz; ayrılığı yenilemek, yarayı tazelemek sayılır. Bu, idrarı
gelmiş, sıkışmış bir adamın, gelip, cemâate karışmasına, imâma uymasına benzer.
Ayağını, ayağına bitiştirir; sıkıntısından, ne, namazdan bir tad alır,
ne cemâatten.. Cemâat de onun bu hâlinden daralır. Görünüşte namazdadır;
gerçekteyse namâzın bitmesini bekler. Ayrılıp gitmek üzere görüşmeye gelmek de
buna benzer; bu hâl, sizden de uzak olsun, dostlardan da. Bu duacının size
özlemi, sizin buyurduğunuz özlemin yüzlerce fazlası. Ama burada yüz gösteren
önemli işler, hareket edersem kaçırmaktan korktuğum tuzağa düşmüş avlar,
tapınıza kavuşmak için açacağım, çırpacağım kanatlara engel oluyor; özlem kuşu
da şu havadan ötmiye koyuluyor:
Yel, beni size götürseydi,
Yellerin eteklerine sarılırdım;
Sizi öylesine özledim ki, kuştan daha
tez, uçargelirim size; Ama kanadı kesik kuş, nasıl uçabilir?
Yazıklar olsun.. Ne olurdu bu, kaleme
gelseydi, kâğıda sığsaydı, ne olduğunu, gerçeği, gereği gibi yazıp da size
gönderebilseydim. Ama 'kalemde bu kudret yok ki bunu açıp anlatmak için
oynayabilsin; kâğıtla o tâkat yok ki bu ateşin ısısına dayansın da kendini
korusun.
Bir gamı olup da gamını söyleyip,
derdini dökebilen,
O gamı, sözleriyle gönlünden
süpürebilir.
Bizim için açılıp saçılan şu acayip
güle bak hele.
Ne rengini gösterebiliyor; ne kokusunu
gizliyebiliyor.
Allah biliyor ki içimden coşup kabaran
cezbelerle bir hayli çekiştim, savaştım da, hukukunuza teşekkür etmek,
sevginize karşılıkta bulunmak için şu iki-üç satırı yazabildim. İçimden söz
söyleyen; kalemle oyalandın, kâğıda yüz tuttun; yoksa bizim Nigâr-hâne’mizden
haberin yok muydu? Başkalarının suçunu, bir suç sayarız ama, senin bir suçun,
yüz suçtur bizce diyor; nazlanıyor da bu sözleri söylüyor bana.
Yakınların zulmü, en çetin zulümdür;
İnsana, Hind kılıcından artık işler.
Yüce Allah demiştir ki: «Ey Peygamberin
kadınları, sizin biriniz, apaçık bir kötülükte bulunursa, onun azabı iki
kattır.» Nerede tanımak, bilmek daha
fazlaysa, suç daha fazla sayılır. Akıllının
yaptığı suça nisbetle çocuğun suçuna küllenmez adam. Pâdişâhlar, kendi yakınlarının yaptığı suçu, edepten dışarı işi,
hayvanlarına bakanların suçlarıyle kıyaslamazlar. Hayvanlara bakanlara, yakınlarına olduğu kadar
darılmazlar; onları, o kadar cezalandırmazlar. Çünkü yakınlar, pâdişâhların
huylarını, gayretlerini daha fazla bilirler. Nitekim Peyggamber ,
Allahın rahmeti ve esenlik ona, demiştir ki: «Gerçekten de Yüce Allah, aklı
yaratınca, gel dedi ona; geldi. Sonra, git dedi; gitti. Sonra, kalk dedi;
kalktı. Sonra, otur dedi; oturdu. Sonra, konuş dedi; konuştu. Sonra, sus dedi;
sustu. Sonra, üstünlüğüme, ululuğuma andolsun dedi; senden daha üstün bir
yaratık yaratmadım; seninle hitab ederim; seninle darılırım; seninle
yarlıgarım; senin yüzünden sevâb veririm, senin yüzünden azabederim»
vesselam.
Bir pire için bir
kilim yakılamaz;
Sevgilinin her
cefâsı, ağır, güç ve sarp sayılamaz,
**
Sevgili, bir tek
suç işlese bile,
Güzel işleri, iyilikleri, o suça bin
şefâatçı getirir.
Canım, canına karışmıştır, birleşmiştir;
Seni inciten her şey, beni de incitir.
Ululandıkça
ululansın, Tanrı’ya tanık getiririm, and içerim yüce Tanrı’nın önüne ön olmayan
zâtına; özü doğru evlâdımızın hatırı, neden yaralanırsa, sizin gamıma, on kat
artığıyle bizim gamımızdır; sizin düşünceniz, tasanız, bizim düşüncemizdir;
bizim tasamızdır. Şeyhlerin pâdişâhının, gerçekler ışıklarının doğusunun
hakları, bağışları, efendilikleri, bu duâcının boynunda bir borçtur ki hiçbir
suretle şükretmekle, hiçbir hizmetinde bulunmakla bunu ödemiye imkân yoktur;
Allah, onun ruhunu kutlasın; onun şükrünü, ancak yüce Tanrı’nın hâzinesi
ödeyebilir.
Bu yanda, küçük - büyük, herkes sizi
özlemiştir; sevgilerinin çokluğundan, birçok geceler, o tek eri rüyâlarında
görmedeler.
Her gün, fazla düşündüğümden,
Her gece rüyâda görüyorum seni.
Seni görmediğim
gün, bin aydır sanki,
Bir ay görmesem de, bin yıl olur bu
zaman.
*
Tatlı suyun başı, kalabalık olur.
İnsanlara, gerçek
dost nerededir diye sordum;
Biz dediler, yol
bulamadık onun bulunduğu yere.
Bir hür kişi
buldun mu, yapış eteğine;
Çünkü hür kişi, dünyâda pek azdır.
«Kullarımdan pek azı şükreder» ömrün ne kadar kaldı, belli değil; on günlük dünyâ
mevkileri, hele bu zamanda, şuna değmez ki;
Alemden maksat, Âdem’dir;
Âdem’den maksat da, o zamandır, o
soluk
dendiği gibi, bu çeşit dostlardan ayrılsın
insan; çünkü âlemin yaradılışından maksat da, dostlarla buluşmaktır; Allah için
ve Allah uğruna dost olanlardan, «dünyâ bir leştir, dileyenleri de köpekler»
sözüne uygun olarak, bir leş için ayrılmak, yerinde bir iş olmaz; değmez hu
ayrılığa şu dünyâ dediler. O da 'gitmekten vazgeçti; dostların hatırı için
niyetini bozdu. Can, cihandan da yeğ dedi, hurda kala kaldı, «Allah de,
vazgeç onlardan » Ama gel, gelelim; geçim darlığı, engel oluyor dinin
önemli işlerine. Hani, «ekmek olmasaydı, Rabbe kulluk edilmezdi»
demişler. «Nefsin, binek atındır; ona yumuşaklıkla bak.»
Sen, bir bineğin sırlındayken, onun
yükü, senin canına yüklenmiştir.
Sarıklar, eskiyip
yıprandıklarından şikâyet ederlerse,
Şalvarlar ne der artık?
*
Düşünce başından
gelmeyen söz,
Ne yazılmaya değer, ne söylemeye.
**
Sen âşık
olmadıysan, sevgi nedir, bilmiyorsan;
Yürü git, ot otla; eşeksin sen
Onun canı, benim
canımdır; benim canım da, onun canı;
Kim görmüş bir bedende iki canın
yaşadığım?
Tatlı suyun başı
kalabalık olur;
Zaman tarlası, bulutlara, amanındadır.
Hayâlin gözümde,
adın dudağımda;
Anışın gönlümde,
nereye yazayım?
*
Ben ve sen, bir
insanı iki etti - gitti;
Sensiz,
bensizken, sen bendin, ben de sendim.
Ne vakit biz,
bizden ayrılacağız da,
Ben, sen gidecek; Tanrı kalacak
yalnız?
**
«Kendisine rahmeti yazdı; acımayı
farzetti; sizi bir araya toplamak için» Allah aramızı birleştirsin; aramızdan ayrılığı, uzaklığı
uzaklaştırsın.
Ey tertemiz
ruhlar, şu toprak yığınlarında,
Ne vaktedek,
cehennemliklerin duygulan gibi karar
edip
kalacaksınız?
Ey dirilerin
oğulları, şu topraktan baş çıkarın diye
Mahşer sûrunun
üfleneceği, göç davulunun çalınacağı çağ, uzak mıdır ki?
**
Ebedî bir gece, hoş bir ay ışığı gerek
ki
Sana, her yoldan, senin gamını
söyleyeyim.
**
Gönlümde, özleme âit öylesine sözler
var ki,
Mektuplarla, elçiyle anlatmama imkân
yok.
Zamanım bekliyorum; hâl, bir başka
hâle döner de;
Bir araya geliriz; ben söylerim, sen
dinlersin.
Ben söylerim, sen
dinlersin bu sözü, Allah aramızı birleştirsin sözünün tefsiridir bu söz. Aynı Cem’ olmak şartıyla biraraya gelindi mi, bu topluluk;
halleri, görünüşte söz vâsıtası olmasa da açar, görür. 'Hallerin kimisi
açılmadık kalır, söylemeye ihtiyâç hâsıl olursa, topluluk tam değildir; ayrılık
vardır. Çünkü ayrılık, mekân yüzünden değildir; canın mekânı yoktur ki.
Ayrılık, perdeler yüzündendir. Topluluk, perdelerin, tümden kalkmasıyla olur.
Bu, zâti yüce gönlünüzede açıktır; sözü uzatmaya hâcet yok. Aklı başında olana
bir işâret yeter; çünkü akıllı, söyler, derken unutur. Aşıkıysa, binlerce
işâret bile yetmez; çünkü âşık, söyler, işâret eder; fakat yalnızca anlamak
için değildir bu tad almak içindir hattâ; görünüşte de, içyüzde de sevgiliye
delâlet eder diye bir bakımdan da özür getiriştir bu.
Bilirim ki
inciyi, saman çöpünden ayırd edersin;
Yahut akdoğanı,
sinekten ayırdedebilirsin.
Her demirin bir değeri vardır, faydası
yok değildir; ama akıl da bilir, ahlar ki, bir demirin, kâinatın aynası
olabilmesi, âlemin elini tutabilmesi için, ne kadar tasalar çekmesi, ne kadar
zaman mücahedelerde bulunması gerektir.
Kalem, buraya
gelince, kırıldı - gitti.
Ebedî olarak başarılar elde edin.
Bu yolda, tavus
kuşu gibi, sineğin de işi var.
Var ama, ayırdetme duygusu olan kimse
de tavusla sineği bir tutmaz. Tanrı buyuruyor ki: Bu eşi bulunmayan, örneğine
güç rastlanan tâifeyi ganimet sayın da, onların devletlerinin belirdiği gün
geldi mi, onların zamânı, muratlarınca gelip çattı mı, ellerinizi tutsunlar
sizin. Hasret çekmeyin, Artık, ne şefaatçilerden bir şefaatçi var bize, ne
bir can dostu» demeyin. Çünkü o gün, hiçbir dost, dostunun elini tutmaz;
ancak, Hakk’ın erenleriyle dostluk eden kişinin elini tutar erenler. «Dostların,
o gün, kimisi kimisine düşman olur; ancak Tanrı’dan çekinenler olmaz.»
Şeyhin birinden, sûfîleri sordular.
Dedi ki; Ayrı-ayrı bedenlerde bir tek rûhtur onlar.
Bir canım ben, bedenim yüzbindir;
Can nedir, beden ne? Her ikisi de
benim çünkü.
Yüce Allah da demiştir ki: «Yaradılışınız
da bir kişinin yaradılışı gibi tekrar gönderilişiniz, diriltilişmiz de.»
Unutulduğumuz zaman mektuplarla
kendimizi andırırız;
Ulular, arayı uzatıp bizi anmazlarsa,
onlara mektup yazarız...
Çünkü ana, süt emer çocuğunu emzirmez;
Onu görüp gözetmez, çocuk ağlamayıp
sustukça.
*
Avucuna bulut diyen kişi
Akıllılığa zulmetmiştir.
Çünkü o, boyuna ağlar; ağlaya - ağlaya
bağışlar;
Sense, hem bağışlarsın, hem de
gülersin.
*
Anlam ehlini öv de, övünenlerden ol;
Anlam ehline lütfet de lûtfedenlere
katıl.
O yüce konuğu
ağırla; çünkü günün birinde,
Bu gök kubbeden
dışarı çıkarsın da, bir de bakarsın ki o, ev ıssıymış.
*
Lûtfunla bir hür
kişiyi kul etmen,
Binlerce kul azâd
etmenden yeğdir.
Allah; dostlarını, temiz kullarım
kuvvetlendirdiği, onlara yardım ettiği gibi, sizi de kuvvetlendirsin, size de
doğru yolu göstersin, dünyânın da hayırlı işlerini ilham etsin size, âhiretin
de; gerçekten de onun, dilediği şeye gücü yeter; duaları kabul etmeye de lâyıktır
o.
İnsanlarla
konuşmayı haram bilirim ama,
Senin sözün geldi mi, sözü uzattıkça
uzatırım
Nimetlerinize karşı, bedenimde üç
uzuv, size duâ etmektedir:
Elim, dilim; bir de varlığımla
örtülmüş olan, görünmeyen gönlüm.
O pâdişâhın, padişahça ihsânlarının
şükrü, ne söze sığar, ne parmakla sayılır, ne kalemle yazılır. Gizlenen,
görünmeyen şeyleri bilen, edilen iyiliklere karşı lûtuflarda, ihsanlarda
bulunan Tanrı; sânı kutlu olsun, yüceldikçe yücelsin; lütfetsin de, «Göklerin
de kilitleri onundur, yeryüzünün de» âyetiyle bildirilen hazînelerden
karşılığım versin; çünkü, «Gerçekten de Allah, iyilikte bulunanın ecrini
yitirmez.» «Mallarını Allah yolunda harcayanlar, bir tohum ekmişe
benzerler; o tohum, yedi başak bitirir; her başakta da yüz tohum, yüz tane
vardır; Allah dilediğine daha da arttırır » Bu zayıf, o pâdişâhın dâvetine
icabet etmezse, onun dileğine uymazsa, umarım ki mazur görür; çünkü yazılması
mümkün olmayan özürler, engeller var. Devlet, yâr olursa, ayrılık günleri
aralanır, sona varırsa, Allah izin verirse yüzyüze anlatırız. Ama, Allah
yüceliklerini dâimi etsin, o pâdişâhın aydın 'gönlü, olgun anlayışı,
dervişlerin özürlerini, bilirim ki, söylenmeden de anlar, bilir. Çünkü
dervişler, Hakk’ın tasarruf denizindedir; kendi hükümlerinde değildir onlar.
«Yeller, gemiyi dilemediği yerlere
sürer götürür.»
Yücelik tasarruf eli, onları dilediği
gibi evirir çevirir. O tasarruf, onlarda kudret sâhibi olmak, dilediklerini
yapmak gibi şeyleri bırakmaktan çok yücedir. «Yurtta, Allah’tan başka yurt
ıssı yoktur.» «Allah, yaptığı işte üstündür .»
«Bu senin yaptığın iş, yanlış diye
ahvâli benden sorma;
Yürü, pâdişâhımın yüzünü gör; o vakit
müşkül, ortadan kalkar gider.»
«Dilediğini yapar » diye anlatılan kudret yüzünün nûrunu gören, o yüzü seyreden
kişinin gönlünde, hiç itiraz kalmaz; o kişi, bütün yaratıklara acır. Hani bir
kul, efendisine, mademki dedi, yıkanmak ihtiyâcındasın; mescidin kapısında
otur; ben namâzımı kılıp çıkayım da, tası seninle beraber hamama götüreyim.
Efendi, peki dedi; dışarıda oturdu.
Köle mescitte gecikti. Efendi, a köle diye bağırdı; dışarı çık, vakit çok
gecikti; artık hamama gidelim. Köle, bekle diye seslendi; beni mescitten
dışarıya koyvermiyorlar. Efendi, mescitte senden başka kimse yok; seni dışarıya
koyvermiyen kim deyince köle, seni içeriye bırakmıyan dedi.
Demek ki, hiç kimseden şikâyet
kalmadı. Bunun için demişlerdir ki: «Yaratıktan şikâyet Yaradan’dan
şikâyettir.»
«Kime aşk sırlarım öğrettilerse,
Ağzım diktiler, söz söyletmediler.»
«Seher yeli, benden sana elçidir.»
Bu duacının öğüt verişini, iyilik
isteyişini, dostluğunu ve yanında bulunmasa bile dostlarını unutmayışını, hele
o nimetler ıssını, o bağışlar ıssını, o herkesten önce hayra yöneleni, hayırda
bulunanı hiç unutmayışını, iyiliğini dilediğini bilirsiniz. «Hayra ön - ayak
olanın yerini hiç kimse tutamaz.»
Ama o, önce ağlamaya başladı da beni
de ağlamalı etti;
Ağladı da dedim ki ona; üstünlük, ilk
işe başlayanındır.
«Hırsız, ışıkla geldi mi, en seçilmiş
kumaşı çalar - götürür.»
«Hırsız, ışıkla geldi mi, en seçilmiş
kumaşı çalar - götürür.»
Sabır, aşkla
uzlaşamıyor, yatıştırmıyor aşkı sabır;
Akıl, feryada erişemiyor.
Allah bizi bir araya getirsin;
aramızdan uzaklığı kaldırsın.'
*
Bize ayrılık yolunu gösteren Tanrı,
Umarım ki kavuşup buluşma yolunu da
kolaylaştırır.
*
Seninle, konuşmayla bile olsa,
buluşmaya râzıyım;
Bir işaretle bile olsa selâmın yeter
bize.
Seni görmediğim gün, bin ay gibidir;
Seni görmediğim bir aysa, bin yıla
döner.
*
Mülkü, ululuktan gök küpüne
Bile sığmıyan Tanrı’ya andolsun ki
*
«Size karşı bir gücüm kuvvetim
olsaydı, yahut kuvvetli bir aşiretim olsaydı da ona sığınsaydım» Kutluluk yârolsaydı bana, yahut bedenim de gönlüm gibi
uçsaydı, yüz kanatla uçar, pâdişâhlar övüncü, Dâvûd soyunun baş tacı, yüce
himmetti, işin sonunu görmeye çalışır, Tanrımdan korkar, elinin altındakileri
sorar soruşturur, hilim ye kerem ıssı, Rabhine ulaşmaya özlem çeker, yüce can,
göksel gönül sahibi olan sizin, o ter temiz eşiğinize ulaşırdı. Allah
yüceliğini ebedî etsin.
Yel, beni size götürebilseydi,
Yellerin eteklerine sarılırdım;
*
Sizi öylesine özledim ki, kuştan, daha
tez uçar gelirim size, Ama kanadı kesik kuş, nasıl uçabilir?
Elinden gelirse ey seher yeli, bir
gece onun civarına uğra, Uğrayınca da benden ona bir selâm götür.
Gönlümü orda görürsen, ona de ki:
Vuslat haram, olsun sana, Ben, böylesine ayrı kalayım ondan; sense boyuna diz
dize onunla oturasın...
Allah da bilir, «Bilici olarak da
yeter o» o güneşin hayâli, gece gündüz, rüyada da bu zayıfın gözünde,
uyanıkken de.
Uzun uzun düşünürüm de seni her gün
Gözümün önünde görürüm, her gece
rüyamda seyrederim.
O kerem ıssı tapıdan gelenlere, o
tapıya gidenlere haset etmekteyim; mektup yazmakla, selâm göndermekle özlem
ateşini yatıştırmaya imkân yok.
Dudağımı ıslatmakla kanamıyorum,
Irmağına atman gerek beni.
*
Gönül, sizi fazlasıyla özledikten
sonra, umarım ki kavuşurum, sarılırım size;
Ama yoksunluktan, kara haberden sonra
kavuşmaya imkân var mıdır ki?
Gönlüm, iki canı, birbirine karılmış,
birleşmiş görmezsen, Bil ki gönlüm, susuzluğa kanmamıştır da, kanmamıştır.
Tapınıza, zâhiren de gelmek için ne
kadar çalıştım, çabaladım; ne kadar yalvardım, uğraştım; fakat takdire
hükmeden, bu dileği duraklatmada.
Diri kalırsak, dikeriz elbet,
Ayrılıkla yırtılan eteği..
Ölürsek özrümüzü kabûİ et;
Nice dilekler vardır ki, toprak olup
gitmiştir.
Hayır hayır.. Yanılıyorum. Din ve
tanış ehli olanların nefse uyarak değil, Tanrı için meydana gelen dilekleri,
asla toprak olmaz; hattâ onlar, «Tahtlarda, karşı karşıya oturan kardeşler»
olurlar; «Soylarını da onlara kattık.» «Gerçekten de Allah, Âdem’i, Nûhu,
İbrahim soyunu, İmran soyunu seçti, âlemlere üstün etti. Birbirlerinden türemiş
bir soydur onlar .»
*
Daha beri gel, daha beri;
niceye bir bu kötü huyluluk?
Değil mi ki sen, bensin,
ben de senim; niceye bir benlik, senlik?
*
İnsanı, benle sendir iki eden;
Bensiz, sensiz, sen bendin, ben de
sendim.
Ne vakit, biz, bizlikten ayrılacağız
da,
Ben sen gidecek, Tanrı kalacak?
«Gerçekten de bir daha
dünyâya dönmedi onlar ve şüphe yok ki hepsi de tapımıza getirilmiştir onların
.»
Nitekim azizlerimizin, önderlerimizin
canları da gözlerimizin önünden ayrıldı ama, yok olmadılar ki. Yıldızlara
benzer onlar; bugün, Tanrı güneşinin ışığında gizlenmişlerdir; özleri vardır,
sıfatları yok. Bu sözün sonu yoktur; «Allah’ın sözleri tükenmez »
denmiştir ya; onun gibi hani. «Sözler ona ağar » buyuruyor ya .. Dünyâdaki
denizler mürekkep olsa, bütün ormanların ağaçlan kalem kesilse, havadaki bütün
zerreler yazıcı olsa da yazmıya koyulsa, ter temiz rabbânî canların buluşup
görüşmeleri, onların aşk oyununa girişmeleri gene de yazılmaz, gene de kaleme
getirilemez.
*
Gönül, aşktan ziyan görmezsin,
Nerden cansız olursun da can hâline
gelebilirsin ki?
Önce gökten yere gelmişsin sen;
Sonunda gene yerden göğe ağacaksın.
*
Sabah akşam, boyuna, birteviye
selâmlar, dualar göndermedeyim. Noolurdu, «Bütün ailenizle gelin buraya » hükmünce
selâm yerine ben ulaşsaydım size. Dilde, boyuna onun şükrünü anlatış; gözde,
tümden ona ulaşma hayâli; gönülde boyuna onu anış, onu düşünüş. Ama özlemlerle
o efendiye susamış can, bunlarla doymuyor. İyiden iyiye umudumuz var; dilekleri
yerine getiren Tanrı’dan umuyoruz ki ecel gelip çatmadan tezce o dünyâda eşi
olmayan, gönülleri aydınlatan efendinin cana canlar katan yüzünü görürüz, ona
kavuşuruz. Allah ter temiz bir devletle, yeter bir nimetle, tam bir esenlikle
yüceliklerini dâimi etsin. Gerçekten de o, duâları duyar. «Rabbinin
rahmetinden, ancak sapıklar umut keser .»
*
Umutsuzlarıma, umutlan ey gönül;
Gizli âlemde görülmemiş şeyler vardır
ey gönül.
*
Ey can, sevgili senden ayrı düşer diye
tasalanma; İp uzun ama, çemberden geçer elbet.
*
İnsanlarla konuşmayı haram bilirim
ama,
Senin sözün geldi mi, sözü uzatır da,
uzatırım.
*
Gizli konuşmamız bitmez; «isterse
bir misli daha gelsin » ebedî olarak hâcetler kıblesi, gizli yakarışların
ağdığı yer olsun o tapı, öyle olsun ey âlemlerin Rabbi.
Kızkardeşlerimiz, oğullarımız olan
câriyeleriniz, kullarınız, yer öperler; susamışlardır; o tapıya ulaşmış
olanlara selâm ederler. O yüce tapıdan gönderilen mektup geldi, erişti.
Yâkûb’un gözlerini aydınlatan Yusuf’un gömleği gibi gözlerimizin ışığını,
gönüllerimizin neşesini arttırdı. «Bana bunak demeseniz bâri; Yûsûf’un
kokusunu duyuyorum .»
Derler ki
gönülden gönüle pencere var;
Pencere nedir ki? Arada duvar bile
kalmadı.
*
Hani o aziz kişi gibi.. Ona, rüyâsında
gösterdiler; önüne ne çıkarsa dediler; Tanrı’nın buyruğu bu; yeri kaz, onu göm,
toprakla ört.
Rüyâsında oradan geçip gitti. Ovada
bir altın leğen gördü ki parılparıl parlamada. O sözü hatırladı; hemen yeri iki
karış eşti; dendiği gibi, o leğeni gömdü.
Derken bir daha, bir daha.. Hep böyle
yaptı. Sonunda bunaldı; bana dedi, bir, kez söylediler, ben bunca kez eştim,
gömdüm.
O rüyâ geldi geçti. Bir yere giderken,
kendisine o tavsiyede bulunan kişiye rastladı. Ona hali açtı. Adam dedi ki: O,
bil ki iyiliktir, ihsandır. O hayır örtülmez; yüce Tanrı, lûtfiyle onu meydana
çıkarır. Birisi, bunda şüpheye düşerse de ki: Yüce minârelere bak; müezzinlerin
ezanlarını, yüce minberlerde söylenen sözleri, vazedenlerin vaazlerini, çocukların
mekteplerdeki İlâhîlerini, daha da başka sözleri dinle..
Testide ne varsa, o sızar dışına.
Selâm size, fakat
ayrılanın verdiği selâm değil;
Öylesine selâm ki, boyuna yenilenir -
durur.
Gönlümü orda görürsen de iki: Vuslat
haram olsun sana;
Ben böylesine ayrıyım da sen, boyuna
diz - dize onunla berabersin.
*
Ebedî olarak başarı hülleleri giyinin;
halkın feryadına erişin; gerçekler bahçesine eş olun; öyle olsun ey âlemlerin
Rabbi.
*
Sanmayasın ki seni az görüyorum ben;
Gözle görme zahmeti olmaksızın her
solukta görüyorum seni ben.
Ecel, verilen her şeyi almadan önce,
Verilmesi gereken her şeyi vermek, her
çeşit iyilikte bulunmak gerek.
*
Esenlik bize de,
size de, yanınızdaki topluluğa da;
Bir gün gelip yanınızda konaklayana
da.
Selâmımızı, duâmızı, şükrümüzü,
senamızı okusunlar; görüşme özlemimizin pek fazla olduğunu bilsinler; özrümüzü
de kabûl etsinler.
Dileğimiz elimizde bulunsaydı da
Tanrı’nın takdir elinde olmasaydı, tapınıza gelirdik. Fakat dilek gemileri,
deniz ortasında yele tutsaktır;harmanlar, ovada yeli beklerler.
Dünyâdakilerin hallerini
döndüren Tanrı değilse,
Niçin haller, dileklere
aykırı dönüyor?
Evet, her iyi, her kötü
şey için halkın dizginini Hak çekmede;
Bu sebeple de halkın
bütün tedbirleri yanlış.
**
Rabbimi, kurduğum
şeylerin bozulmasıyla, düğümlerin çözülmesiyle, sarıldığım işlerin boşa
çıkmasıyla tanıdım, bildim (XLVII. H. Alî’nin sözü.)
*
Kalem buraya
geldi, başı kırıldı.
Kuş buraya vardı, kanadı kırıldı.
*
Bugünler de, duymuşsunuzdur, özü doğru
kişilerden biri, bir dâvet tertipliyor. O aziz; mizacının nazikliği, lâtifliği
yüzünden, dâvetlerde hazır bulunmaktan kaçar ama, kutlu huzûru olmaksızın da bu
dâvete-icabet etmeyi istemiyorum. Hani, «Gönül huzûru olmadan namaz olmaz» denmiştir.
O kişinin kuluyum ben ki,
biz siz de hoştur;
O kişin in gamma eşim - dostum ki yalnızken de
hoştur o.
Derler ki: Vefasında
ne lezzetler var;
Ondan haberim yak
ama, cefâları da hoştur.
O arılık, o vefâ mâdeninin cefâsından
söz etmenin de yeri mi?
Gücü yettikçe bedenini vefâ hâline
getirmededir; gece - gündüz, bu zayıfa yardımda bulunmadadır. Bugünse bedeni
zayıf bir hâle geldi, kutlu cânı kuvvet buldu ; hani söyleyen, bu hali şöyle
anlatır:
Bir zaman geldi ki,
sevgilinin vuslatı gibi kutlu bir hâle döndü;
Bedenin ölümü yüzünden
gönül ışığı dirildi.
Âlemden maksat
Âdem’dir;
Âdemden maksatsa o demdir.
Vezirler pâdişâhı, dolaylarda
tanınmış, huylan yüce, damarı temiz, bağışlar dağıtan, vergiler mâdeni olan,
emeller Kabe’si, lütuf ve kerem ıssı, bilginleri yetiştiren, yoksullara eşdost
olan, hayırlar kuran, halkın yardımına erişen, Horasan’ın övüncü, Sâhibi A’zam,
devlet ve Dîn’in Tâcı’ nın kutluluğu ve devleti, nazardan, kötü gözden, gaddar
dünyânın âfetlerinden korunsun; devletinin dostları yardım, görsün, aydın ve
kutlu olsun, sevinsin; devletinin düşmanları, hâinleri, o devletin kötülüğünü
isteyenler, baş aşa, düşsün, kahrolsun Muhammed ve soyu hakkiyçin, Kur’an ve
âyetleri hürmetiyçin ödevim olan
selâmdan, hayır duâdan sonra bildireyim ki,
Gelenden gidenden haberlerinizi sorup
durmadayım. O devletin düzende olduğunu, kötülüğünü dileyenlerin, hâinlerin
kahrredildiğini duydukça sevinmedeyim, ululandıkça ululansın, Tanrı’ya şükretmedeyim.
«Şükretmek, nimeti bağlamaktır, avlamaktır; şükür sesini duydun mu, nimetin
çoğalmasına hazırlan. Şükrederseniz, elbette çoğaltırım size.» O kutluluk,
sürdükçe artsın; düşmanları baş aşâğı düşsün; her vakit, hayırlara başarı elde
etsin. Çünkü âlemdeki mühletten, geceyle gündüzün birbiri ardınca yürüyüp
gitmesinden, kışla yazın birteviye gelmesinden maksat, hayır yapmak için zamanı
ganimet bilmek, hayır tohumlarını ekip durmaktır. Netekim o büyüle zâtın da
malûmudur. Dilerim, tam inanç gözü, her gün, daha da fazla aydınlansın da
gönlü, âhiret gamma dalsın; tekellüfsüz olarak muratlarına ersin. «Dertlerini
bir dert hâline getiren kişinin başka dertlerini Allah giderir.»
Oğlumuz Fülan, tapıya yönelmiştir.
Tatlı suyun başı kalabalık olur.
O yüce eşiğe yazılarımla zahmet
vermemek istiyorum ama yüce Tanrı, onun güzelim huyunu, padişahça lûtfunu
hacetler Kıblesi yapmış; namâz kılanın Kıbleye yönelmesinden başka bir çâresi
yok. Netekim Mecnûn’a, tövbe et, Kabe’nin halkasına sarıl; bu durakta duâ
kabûl edilir dediler.
Mecnûn, siz dedi, ellerinizi kaldırın;
âmin deyin; ben de tövbe edeyim, duâ edeyim. Bu sözden sonra, yakınları,
ellerini açtılar. Mecnûn dedi ki:
Ey rahman, tövbe ediyorum,
Yaptığım kötülüklere; suçlarım
çoğalmıştır.
Ancak Leylâ’ya olan sevgime,
Bu sevginin çoğalmasına tövbe
etmiyorum.
*
Umut tellâlı da diyordu ki:
Tövbem doğru değil, sus;
Bu gönlü kırılmıştan elini çek.
*
Ne renkler var ki o şûh göz, o
renklere boyanmasın da, Gönlüm, senin sevginden geri kalsın.
Tann’nın yüceliğinin de yüceliğine
andolsun ki belâsından kaçmam;
Çünkü hiçbir susuz yoktur ki
bengisudan kaçsın.
Tertemiz inancı, aparı anlayışı, «Pekişmiş
bir duvar; kuvvetli bir burhan..» Her gün, din yolunda âlemler Rabbinin
başarısı, daha da oturamaklı, daha da kuvvetli olsun, öyle olsun ey âlemlerin
Rabbi. «Gerçekten de Allah, zerre ağırlığınca zûlmetmez .»
Bir adamın oğlunu kurt
kapmıştı. O gürültü arasında bir yoksul geldi, ekmek istedi. Adam, o kıtlık
yılında, tandırdan bir sıcak ekmek çıkardı, dervişe verdi. Ondan sonra,
oğlundan arta kalmış bir kemik parçası bulursa onu gömmek, bir mezar yapmak,
bir ağlayıp sızlayış yeri düzmek için dağa yüz tuttu. Dağa yaklaşınca baktı ki
oğlu, sağ esen, dağdan iniyor. Bir nâra attı, kendinden geçti. Oğlu, oturup
babasının ayaklarını ovmaya başladı. Adam, kendine gelince ahvâli sordu. Oğlu,
kurt dedi, beni yolun basma getirdi, esenlikle oraya varınca gizlice, «lokmaya
karşılık lokma» dedi; beni bıraktı, geri döndü. Bu meydandadır ki din
yolunda bir zerre bile yitmez. Ne mutlu o kişiye ki bu kapıdan umutsuz bir hâle
gelmez. Netekim o dindâr Emîrin ter temiz yaradılışı, her şeye eren aklı da,
herhalde hayra çalışıp durmadadır vesselâm.
Cennetin de
selimledir, cehennemin de.. Özüne bak da,
Ciğerde cehennemler gör, gönülde
cennetler
Her ektiğin tohum
biter;
Gücün yettikçe bu tohumu ek
**
Hzl: Bende-i bendegân-ı Mevlânâ Abdülbakıy GÖLPINARLI
«Cenâb-ı Mevlânâ’nın, Şemseddîn-i
Tebrizîye, Şam’a gidişinde, yazıp gönderdiği dört manzum mektubu, Eflâkî Ahmed
Dede, dostlardan bulup almış, «Manâkıb - al Arifin» e kaydetmiştir (Tahsin Yazıcı
basımı, C. II, Ankara — 1961, S. 701-703). Bu mektuplardan dördüncü mektup,
«Risâle-i Sipehsâlâr» da da vardır (Mithat Pahârî tere., İst. Selanik Mat.
1331, s. 174. Tercemesi; ş. 175).
Gel ey gönüldeki ışık; gel ey çalışıp
dileyişteki maksat.
Sen de bilirsin ki, yaşayışımız, iki
elinde senin; gel, sıkma kulları.
Ey sevgi, ey sevgili, gel; bırak
direnmeyi, vazgeç inattan.
Ey Süleyman; bu hüthütler senin; gel,
buyur da bir ara onları.
Ey eski dost, gel.. Nice dostluklar
geçti aramızda seninle.
Gel ey gelmesi gereken; ayrılıktan
feryâd etmede canlar.
Ayıbı ört, iyilikleri bağışla; gel;
böyledir cömertlerin âdeti işte.
Gel sözünün farsçası nedir: Biyâ.
Gel, lütfet.. Ya gel, ya insaf et.
Gelirsen ne gönül farzlığıdır bu, ne
de murâda erişme.. Gel, ama gelmedin mi de, ne darlıktır, ne yoksunluk bu.
Ey Arabın gönlünü açan, ey Arap
olmıyanın ulu pâdişâhı; gel; sen anarsan beni, açılır, ferahlar gönlüm.
Ey gönlüm, sana gel deyip duranım; gel
ey varım - yoğum, her şeyim.
Benim çevremi kaplamışsın, şehirleri
doldurmuşsun da, gene ben, senin için şehir - şehir dönüp dolaşmadayım; gel.
Gel ey kullara yakın olan; sen
yaklaştın mı, geldin mi, güneşe benzersin.
Esenlik sana ey dünyânın eşsiz güzeli;
gerçekten de hastalığım da senin elinde, sağlığım da.
Kulun derdinin ilâcı, dermanı nedir?
Söyle. Nasîb olur da dudaklarından bir öpersem, odur işte.
Bedenimle tapma erişemiyorum ama can
da senin tapındadır ancak, gönül de.
Sözsüz, sessiz bir hitâb erişmiyorsa
senden; peki, niçin dünyâ, buyur, ne istiyorsun sesiyle doldu?
Kutsuzluk, beni kutluluğa döndür diyor
sana; kutluluk, kutluluklar sendedir, ey kutlular kutlusu diyor.
Senden sana feryâd ediyorum; âh, senin
elinden, yardım istiyorum senden.
Yüceler yücesinin yaşayışı, yüceldikçe
yücelsin; ömrü uzun olsun.. Tanrı korusun, gözcüsü, bekçisi olsun onun.
Talii yaver olanlara veresiye
verilecek zevk - safa, ona peşin olarak, her an verilsin.
Tatlarla - tuzlarla dopdolu olan
meclisine donup buz kesmiş kış, hiç mi hiç uğramasın.
Gizli âlemin kapısında ağılıp saçılmış
canlar, onun karşısında, -halıdaki, kilimdeki nakışlar gibi donup kalsınlar.
Devlet, onun sağında, solunda,
kutlulukla her yanda koşsun-dursun.
Beden dedikleri, adına can taktıkları
illerin her ikisinde, padişah da o olsun, vali de o.
Tebrizli Şems, peşin devlettir, eldeki
ikbâl olarak o yeter bana; ondan başkası sözden ibâret olsun isterse.
Ezelî olarak diri olan, her şeyi
bilen, her şeye gücü yeten, her an işte- güçte olan Tanrı’ya and olsun..
Onun ışığı, yüzbinlerce gizli şeyler
bilinsin diye aşk mumlarını yaktı, parlattı.
Onun bir buyruğuyle dünyâ, âşıkla,
aşkla, hâkimle, mahkûmla doldu.
Onun görülmemiş definesi de, Tebrizli
Şems’in tılsımlarıyla gizlendi.
İşte öylesine bir Tanrı’ya and olsun,
sen gittin - gideli biz, mum gibi tatlılıktan ayrıldık.
Bütün gece mum gibi yanıp durmadayız;
ateşiyle eşiz - dostuz da baldan mahrumuz.
Onun yüzünün ayrılığıyla bedenimiz
yıkıldı - gitti; cansa bu yıkık yerde baykuşa döndü.
O dizgini artık bu yana çevir; zevk ve
safâ filinin hortumunu bu yana uzat.
Sen olmadıkça semâ’ helâl değildir;
zevk ve neşe, şeytan gibi taşlanmıştır.
Sen yokken, okunup anlanacak, zevk
alınacak bir tek gazel bile söylenmemiştir.
Mektubunu dinleyince, bu zevkle beş -
altı gazel nazmedildi ancak.
Ey Şam’ın da, Ermen ülkesinin de, Rûm
diyârının da övüncü, gecemiz, seninle sabah gibi aydın olsun.
Kaynak: MEVLÂNÂ
CELÂLEDDÎN - MEKTUPLAR, Türkçeye Çeviren Hazırlayan : Abdülbakıy GÖLPINARLI,
1963, İstanbul
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar