İBLİS'İN HZ. ÂDEM'E SECDE İLE EMREDİLMESİ VE ETMEMESİ SIRRI
İblis dedi ki
"Ben şahidim;
şahide hapis nerededir?
Zindan ehli değilim,
Yezdan şahiddir!”
Mana: "Ben ezelde şekâvet ehli olanların
fiillerinin şahidiyim ve şahidlerin şahâdetinde bir kabahati olmadığı için onu
hapse koymazlar. Binaenaleyh hapis ehli değilim, zira ben vazifemi yapıyorum,
buna halikım şahiddir"
A. Avni Konuk, Mesnevi Tercüme Ve Şerhi, c.3, b.n.2683
A. Avni Konuk, Mesnevi Tercüme Ve Şerhi, c.3, b.n.2683
Kur' ân, İblis’i Allah'ın
emrine karşı gelen bir âsi olarak tavsif eder ve onun bu âsiliği ise insanın
varlığı ile ilgilidir. Çünkü insan var olmazdan önce Hallâc'ın ifadesiyle İblis, Allah'ın dâiliğini yapıyor,
meleklere ders veriyordu. Bu hizmetinden dolayı da makamı yükselmiş,
cennetin hazinedarlığı dahi ona verilmişti. Ancak, en üstün varlık olarak Âdem
yaratılıp İblis, Âdem'e secde ile emredilince isyan etmiş, emre âsi olmasına
sebep olarak da insanı görmüştür.
Bu
yüzden şeytanın, Allah'ın değil insanın düşmanı olduğunu söyleyen Fazlur
Rahman'a göre Allah, şeytanın yaklaşamayacağı kadar ondan uzak olduğundan,
şeytanın hedefi insandır. Yine şeytana karşı muzaffer
olabilecek olan veya ona mağlub olup helak olabilecek olan da insandır. İnsan
potansiyel olarak her şeye istidatlı bir varlıktır. Şeytana karşı muzaffer
olarak, iyi bir varlık olabileceği gibi, ona mağlup olup fena bir varlık da
olabilir.
Eğer insan iyi olursa o kadar iyi
bir varlık olur ki, melekler onun haline imrenir.
Aksine kötü olursa, o kadar fena bir varlık olur ki, şeytan bile ondan, ona
arkadaş olmaktan kaçar([1]).
Allah insana, şeytanın insana olan düşmanlığını açıkça bildirmesi, bunu sık sık
hatırlatması ve hatta inşam kandırmak ve ayağım kaydırmak için ne gibi hilelere
başvurduğu, hangi vesveselerle inşam saptırdığım beyan etmesine rağmen, yine de
insan şeytana karşı tedbir almak hususunda yetersiz kalmaktadır. İnsanın
kendisinin bilmediği gizli yönlerini şeytan bilmekte ve özellikle bu yönlerden
insana vesvese vermekte ve ayağım kaydırmaktadır. Ehl-i tasavvufa göre bu
gizli bilginin sebebine gelince İblis; secde ile emredildiği zaman secde
etmemiş ve o anda bazı şeylere vâkıf olmuştur.
Amr b. Osman Mekki şöyle der; "Âdem'in
ruhu bedenine girince bütün meleklere O'na secde etmeleri emrolunduğundan hepsi
alınlarını toprağa koymuşlardı"([2]).
Ancak İblis, 'Ben biliyorum
ki, bu Âdem topraktan ibaret değil, bunda bir sır var. Sırrını göreyim de ondan
sonra baş koyayım, ne olursa olsun'([3]),
ondaki bu sırrı görmek için
canımı feda edeceğim, bu uğurda beni lânetleyip azgın, mürâi ve fâsık diye
çağırsalar revadır, deyip secde etmedi.[4], İblis'in isyanı
Kur’ân'da yedi yerde tekrar edilmişti.
«Rabbin meleklere demişti ki: Ben çamurdan bir insan yaratacağım Onu
tamamlayıp, içine de ruhumdan üfürdüğüm zaman, derhal ona secdeye kapanın!.
Bütün melekler secde ettiler, Yalnız İblis secde etmedi. O büyüklük tasladı ve
kâfirlerden oldu»([5])
Âdem'e secde etme konusunda melekler hiç bir mazeret öne sürmemişken, kendisi
için özür beyan eden İblis ise ebedi olarak mel'ün ve zelil olmuştur. Çünkü,
kendisinin ateşten yaratıldığını ileri sürerek balçıktan yaratılan Âdem’e secde
etmedi, neticede de lanete müstehak oldu.. Attar'a göre İblis meraktan dolayı,
ne olup bittiğini gözetlerken secde etmemiştir.
İblis, "bakalım rûh Âdem'in
başından mı, ağzından mı kulağından mı girecek” diye, gözledi. Bu yüzden
İblis'den başka hiç kimse insanlığın sırrına vakıf değilken, İblis bu sura
vâkıf olmuştur. Şu halde sırrı göreyim diye secde etmeyen iblis, insanlığın
sırrına vakıf olmuştur. Secde etmemişti, zira bu sırada sırrı görmekle meşguldü.
İblis'in kendisinin üstün olduğunu iddia etmesi ise boş bir iddiadan başka bir
şey değildir. Secde etmemesi de sadece ve sadece, Allah'ın insana lütfetmiş
olduğu şerefe olan hasedinden dolayıdır. Allah, Bakara sûresi, 30-34.
âyetlerinde Âdem'in üstünlüğünü, hilafete layık olduğunu, birçok ilimle mümtaz
olduğunu ihsasla meleklere, Âdem’e secde etmelerini emretmiştir.
«Hani biz meleklere (ve cinlere) Âdem’e secde edin, demiştik İblis hariç
hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı... » [6]
Mehmet Vehbî Efendi
"Hülasatü'l- Beyan"da bu âyeti şöyle tefsir eder:
Âyetin manası, "bizim Âdem'e ve
evladına birçok nimetlerimiz vardır. Nimetlerimizden birisi de Âdem'in,
meleklerin tazîm suretiyle secdelerine lâyık olmasıdır. Binaenaleyh "Hatırla ya habibim o zamanı ki,
Âdem’in meziyet ve faziletini izhâr için biz, meleklerin Âdem ve evladı (insan)
hakkında söyledikleri sözden istiğfâr ve istizâr olunmak üzere meleklere
secdeyle emrettik ve dedik ki, "Âdem'e tevâzu edin” onlar da emrimizi
yerine getirdiler ve secde ettiler. Ancak İblis kalbinde olan şekâveti izhâr
ederek secdeden imtina ve istikbar etti ve kâfirlerden oldu .", böylece habis
yaratılışının gereğini ortaya koyan İblis hasedini, kibir ve gururunu
saklayamadı([7]),
demektir."
Ehl-i Tassavvufun anlayışında
Hallâc'cı gelenek bir tarafa bırakılacak olursa, diğer mutasavvıflara göre
İblis'in Âdem'e secde etmeyi reddetmesi, yanlızca bir buyruk dinlememe değil
aynı zamanda sevgi eksikliğinden kaynaklanan bir harekettir([8])
Hucviri "Keşfu'l-Mahcub"da secde eden ile secde edilen arasındaki
üstünlük meselesini şöyle izah eder:
"Kâbe
cansız bir taştan ibarettir. Halbuki mü'min ondan daha üstün olduğu halde ona
secde etmektedir. Tıpkı bunun gibi mümkündür ki, Âdem'den daha üstün olmalarına
rağmen, melekler ona secde etmiştir”, denilirse biz şöyle deriz;
"Mümin kâbe'ye, mihraba veya duvara secde ediyor" diyen kimse yoktur.
Bilakis herkes;" Mümin, Kâbe'nin Rabbi'ne, evin sahibine secde
ediyor" demektedir([9]).
Binaenaleyh kimse Kabe'ye, Allah'a mukâbîl bir kudsiyet atfetmemiş, bilakis
Allah Kâbe'ye kudsiyet lütfettiği için mü'minler ona iltifat etmişlerdir. Aynı
şekilde Âdem'e şeref lütfeden de Allah'dır ve Allah, Âdem'e şeref bahşettiği ve
secde ile emrettiği için melekler, Âdem'e iltifat göstermiş ve secde etmişlerdir.
İblis'in durumuna gelince: Allah,
Âdem'e hürmet için ona da secde etmesini emretti, ama o bunu reddederken
gururla dolmuştu ve kendisinin Âdem'den çok üstün olduğunu düşünüyordu([10]).
"Hülasatü'l-Beyan"da secdenin hususiyeti şöyle izah edilir: Secde Allahu
Teâlâ'ya mahsus olduğundan eğer buradaki secdeden maksat ibadet kasdıyla secde
ise, hakikatte secde Allah'adır. Ancak melekler Âdem'in şanına tazîm ve yüksek
mertebesini izhâr için, Allah'a ibadetlerine Âdem'i kıble edinmişlerdir. Şu
halde secde, Âdem'e yapılmıştır. Meleklerin secdeleri zahirde Âdem
(aleyhisselâm)'a tazîm ise de hakikatte Allah'a ibadettir. Her ne suretle
olursa olsun meleklerin Âdem'e secde ile emrolunmaları ise, peygamberlerin
meleklerden üstün olduğuna delâlet edert([11]).
Hz. Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem bir hadisinde şöyle buyurur "
Âdemoğlu secde âyetini okuyup secde ettiği vakit şeytan uzaklaşarak 'eyvah! bu
adam secde ile emrolundu secde etti, cenneti kazandı. Ben ise secde ile
emrolundum, isyan ettim, cehennemi hakettim' diyerek uzaklaşır". Çünkü
o, bir kere secde etmemekle lânete müstehâk olmuş, ebedi cehennemlik olarak
gösterilmiştir. ([12]).
Hallâc'cı gelenekte ise
şeytanın haleti rûhiyesi; "Senin
tarafından lanetlenmek, benim için başımı senden başka bir yere çevirmekten bin
kez yeğdir" tarzındadır. Nitekim şu ifadeler Hallâc tarafından
şeytana izafe edilir:
"
Hak ona 'secde et!' demişti, 'senden gayrıya secde etmem' diye karşılık verdi.
İblis secde etmedi, başı yerde değildi, adeta pusudaydı. Onun için Allah'ın tam
o secde anında Âdem'e ruhundan ruh üfurdüğünü gördü ve bu sırra erdi([13]).
Melekler birlik olup secde ettiler, o ise bencillik etti. "Saadet-
nâme"de, İblis'in hali bir beyitle şu şekilde ifade edilir:
"İdris benliğini yok ettiği için cennetlik oldu. Halbuki İblis
bencilliğinden ötürü Tanrı'nın lânetine uğradı"( [14]).
Mevlana da, "Divan-ı Kebîr"inde, meleklerin Âdem'deki üstünlüğü idrâk
ederek derhal secdeye kapandıklarını, İblis'in ise onu kuru bir balçık olarak
gördüğü için horladığım ifade eder:
"Melekler, Âdem’in bedenine hemen secde ettiler. Çünkü o kutsal
bedende senin can ışığını gördüler. Şeytan, o bedeni balçıktan yapılmış gördü
de başını secdeye eğmedi”([15]).
Hallâc'a göre ise, Allah'ın emri ayrı, iradesi ayrıdır. Allah bir şeyi
emredince, onu istemiştir denemez. Nitekim İblis'e "secde et!” emrinde
bulunmuştur, ama iradesi secde etmemesi yönündedir. İblis bunu bildiğinden
dolayı secdeyi reddetmiştir. İblis'in dilinden:
"O tertemiz nûr, bana apaydın göründü ya, lânetinden ne korkum
var!
Lânet de senin rahmet de, kul da senin kısmet de"([16]),
diyen Hallâc, İblis'in muvahhid olarak Âdem'e secde etmediğini ısrarla
vurgulamaktadır. Hallac'ın bu iddiası ise, "emr-i teklifi" ve
"emr-i irade-i ilahi" ile ilgilidir. Buna göre secde etmekle
emredilen İblis, kendi cüzi iradesiyle iataati seçmeyince, şüphesiz Allah da,
külli irade dahilinde "emr-i teklifi olarak taleb etmiş olmakla birlikte,
emr-i iradî olarak İblis'in secde etmesini taleb etmemiştir. Hallaç devamla,
İblis'in halet-i rûhiyesini şöyle izah eder:
"Melekler müsâde üzerine Âdem'e
secde ettiler, İblis secde etmemekte direndi, uzun zaman geçilmişti müşâhede
üzerine.... Derken işleri karmakarışık hale geldi, kötü zanlara kapılmıştı.
'Ben ondan üstünüm' diye tutturdu([17]).
Meleklerin secde etmelerine karşılık, İblis'in böyle bir tutum içerisine
girmesi ve bazı tasavvuf çevrelerinde İblis'e bir masumiyet atfedilmesi şu
açılardan izâh edilebilir:
İblis'in, insandan önce kulluk için
yaratılan varlıklardan olan cinlerden olduğu kabul edilecek olursa; «Ben, cinleri ve insanları sadece ve
sadece bana kulluk etsinler diye yarattım»([18])
âyetiyle beyan edildiği gibi, bu yönde insandan bir önceliği vardır ve emir ona
karışık gelmiştir. Âdem ise, yaratılış gayesinden sapan bu birinci zümreye
alternatif olarak yaratılan varlıktır. Şu halde İblis de, Âdem de "Allah’a ibadet etsin"
diye yaratılan varlıktır. İblis ile Âdem’in konumu bu yönde değerlendirilince,
Hallâc ve onun görüşünde olanların getirdikleri izahlardan şu mana çıkmaktadır:
Hakikat
nazarıyla bakıldığında her ne kadar Allah, İblis'e secde etmesini emretmişse
de, secde etmesini irade etmemiştir. Çünkü
kulluk için yaratılan bir varlık olan insanın imtihanı için bir sebeb, bir araç
vazifesi görecektir. İblis'in varlığı ve yaratılışı bu gayeye matuftur. Fakat
şeriat nazarıyla bakıldığında; yine de ehl-i tasavvufun ekserisine göre Allah,
İblis'den de secde etmesini istemiştir ve İblis bu emre âsi olmuş, bu
isyanından da bir an dahi pişman olmamıştır. Bu hususu "hakikat-
şeriat" açısından Yunus Emre şu mısralarla dile getirir:
Âdem
İblis kim ola işi işleden Çalab
Ay
ü güni yaradup leyi ü nehâr eyledi
Çalab
aydur şol kula inayet benden ola
Ne
şeytan azdunsar ne kimse kâr eyledi([19])
Sh:58-62
"Biz de bu meyin
sarhoşlarından olmuşuz,
Onun dergâhının âşıklarından
olmuşuz”
Hz. Mevlânâ, İblis'in dilinden; İlâhî
isimler meyinin sarhoşu olmuşuz Hakk'ın dergahı mesabesinde olan isimlerden
”mudili" dergahının meclubu ve âşıkı olmuşuz ifadesini dile getirerek,
İblis'in yaratılış hususiyetine işaret eder.[20]
Not:
Şeytan
meleklerin hocası olduğuna göre onu resmedenlerin çirkin ve hayvana benzer
çizmesinin neden başladığını araştırmak gerekiyor. [Hristiyanların etkisinde
kaldığımız biraz kesin] Aslında şeytan çok güzel bir çehreye sahip iken
korkularımızı ve hatalarımızı ona mal edebilmek için çirkin yapmak ile tatmin
mi oluyoruz?
İnsan
melekler ve şeytanları aslına uymayan bir şekilde resmederken duygularını
ifadede biraz aşırıya gittiğini söylemek gerekiyor. Bir şeyleri yanlış
yapıyoruz.
Ahlak
bakımından Goethe, insanın
şeytana uymak suretiyle
temizleneceğine inanır. Tanrı'
nın şeytana gösterdiği alicenaplığın
anlamı budur. O, bunu,
insanlığın ahlaksal yetkinliğinden ayrılamaz bir yardımcı saymaktadır.
Faust, bu düşüncenin
ispat ve itirafıyle
dolu olan bir eserdir
.[ Kaynak:
Cemil Sena, FILOZOFLAR Ansiklopedisi 1. Cilt A-D, Remzi Kitabevi, Mayıs,
1974, İstanbul, Sh: C. II, 256]
Kaynak: Muharrem ÇAKMAK, Tasavvufî Düşüncede
Şeytan, TC. Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam
Bilimleri Anabilim Dalı, Yüksek Lisans Tezi, 1994, Erzurum
Ey gönlümün eğlencesi söyle bana
neyleyeyim
Aşkından oldum âvâre derdim kime söyleyeyim
Aşkından oldum âvâre derdim kime söyleyeyim
Mülk-i fenadan geçeyim ol dost iline
uçayım
Dalayım aşk ummanına denizlerin kaynatayım
Dalayım aşk ummanına denizlerin kaynatayım
Aşkın od vurdu canıma gelsin âşıklar
yanıma
Çekeyim aşkın hânına âşıkları yedireyim
Çekeyim aşkın hânına âşıkları yedireyim
Girdim aşkının bağına baktım soluma
sağıma
Türlü çiçekler deriben güllerini koklayayım
Türlü çiçekler deriben güllerini koklayayım
Âşık olayım şol güle dolsun cihana
çığlıklar
Binlerce destan olubanı dost bağını yaylayayım
Binlerce destan olubanı dost bağını yaylayayım
Miskin Yûnus âşıkların dirliğini
dirilmedin
Bari gücüm yettiğince soylarını araştırayayım
Bari gücüm yettiğince soylarını araştırayayım
**
Hakk’ı kaçan bulasın
Hakk'a kul olmayınca
Erenler eşiğine
Yaslanıp yatmayınca
Hakk'a kul olmayınca
Erenler eşiğine
Yaslanıp yatmayınca
Bir bağ ki viran ola
İçi dikenle dola
Ayıklamak neylesin
Od ile yanmayınca
İçi dikenle dola
Ayıklamak neylesin
Od ile yanmayınca
Issızlık u yabanda
Od mu bulunur onda
Kavı taşı çakmağı
Bir yerde olmayınca
Od mu bulunur onda
Kavı taşı çakmağı
Bir yerde olmayınca
Issızlıkta kalma sen
Odunu söndürme sen
Odu kaçan bulasın
Ocağa varmayınca
Odunu söndürme sen
Odu kaçan bulasın
Ocağa varmayınca
Ol hakikat güneşi
Doğar vahdet burcundan
Şûle vermez Yunus’a
Hicaplar kalkmayınca
Doğar vahdet burcundan
Şûle vermez Yunus’a
Hicaplar kalkmayınca
**
Bu ömrümüz gaflet ile
Geldi geçti neyliyeyim
Geldi geçti neyliyeyim
Dünya kervansaray imiş
Konan göçer neyliyeyim.
Bu ecele yoktur dilek
Ne insan kalır ne melek
Ne insan kalır ne melek
Her kişinin çarkı felek
Kanın içer neyliyeyim
Olur işimiz düş gibi
Naklin yele vermiş gibi
Bir gün ömrümüz kuş gibi
Uçar gider neyliyeyim
Yunus
Emre
[1] Attâr, Tezkirâtü'l-Evliya, s.368.
[2] Attâr, Tezkiretü’l-Evliyâ, s.488.
[3] Feridüddin-i Attar, Mantık Al-
Tayr,MEB. Yayınları, Şark İslâm Klasikleri: 36, İstanbul, 1991, c.n, s. 102.
[4] Attâr, Tezkîrâtûl-Evliyâ, s.488.
[5] Zümer, 39/71-74; sâd/71-74
[6] Bakara, 2/34.
[7] Vehbî, s.96-97.
[9] Hucviri, s.360
[10] Fazlur Rahman, s.87.
[13] Attar, Mantık Al Tayr, c.II, s. 102.
[14] Nasır-ı Hûsrev, Saadet-nûme, Çev: Pr.Dr. M. Ülker
Anbarcıoğlu, MEB. Yayınlan, Şark İslâm Klasikleri: 30, s. 14.
[15] Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Divân-ı
Kebîr, Haz: A. Gölpınarlı, K.B.Yayınlan/1383, Ankara, 1992, c. VH, s.3 9 7 ,
5170. beyit
[16] Attar, Mantık Al Tayr,c.n, s. 102.
[17] Yaşar Nuri Öztürk, s. 119.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar