İKİ KARDEŞ HİKÂYESİ
Sadî Şirâzî dedi ki;
Doğu taraflarında babaları bir,
iki kardeş duydum. Kılıç kullanmada, ordu idaresinde pek mahirlermiş.
Babayiğit, cesur, cüsseli, iyi düşünceli, bilgili kimselermiş. Oğullarının
marifetlerini gören babaları, ölümünden sonra aralarında savaş çıkmasın diye,
ülkesini ikiye ayırıp aralarında pay etmiş. Bir zaman sonra babalan hakkın
rahmetine kavuşmuş. Ecel ümit ipini kesmiş, onu yanma almış.
Şehzadelerin ikisi de hallerinden
gayet memnun yaşıyorlarmış. İkisinin de epey yüklü hâzinesi, sayısız askeri
varmış. Bir başına kalan şehzadeler, kendi görüşlerince yol tutmuşlar.
Biri, isminin hayırla anılması
için adalet yolunu tercih ederken; diğeri, daha çok zengin olmak için zulüm
yolunu seçmiş.
Âdil şehzade, lütuf ve ihsanı
kendine âdet edinmiş, yoksullarla düşkünlere kol kanat germişti.
Misafirhâneler, tekkeler, zaviyeler yaptırmış; askerlerine iyi bakmış;
yoksullar için aşevleri açtırmıştı. Hâzinesi tamtakır olmuş ve fakat askerlerin
kesesi dolup taşmıştı.
Tabi ki böylesi bir memlekette
yaşamak çok kolay, zira huzur isteyen herkes oraya koşar. O, iyi adla anılmak
isteyen şehzade, güzel huylu, doğru işli idi. Her konuda halkının gönlünü
alıyor, gece-gündüz Rabbine şükrediyordu. Karun gelse, o ülkede korkusuzca
yürür gezerdi. Padişah, âdil; halk, tok olduktan sonra insan neden suç
işlesindi! Kısası, şehzade zamanında kimsenin gönlüne değil diken, bir gül
yaprağı bile dokunmamıştı. Gücünü saltanattan değil, halkından alarak nice
padişahların önüne geçmişti. Etrafındaki ulu kimseler bile onun fermanına
gönül rızasıyla boyun eğmişti.
Peki ya ötekisine, hani zulüm ve
kötülük yolunu tutan diğer şehzadeye ne oldu?
Bu şehzade hâzinesini tıka basa
doldurmak için esnaf ve köylüden ağır vergiler topladı. İşadamlarının mallarına göz
koydu. Yoksulları daha bir yoksul eyledi. Düşkünleri binbir belaya saldı. Ama
asıl kendine düşmanlık etti. Habire artıracağım diye ne yedi, ne içti.
Akıllı kimseye malum olur, tutuğu
yol hiç de doğru değildi. Zorla altın topluyor, askerlerini aç bırakıyordu. Sonunda
dayanmadı askerleri; her biri, bir yerlere dağılıverdi.
Ülkedeki zulmü duyan diğer
işadamları alışverişlerini kestiler. Köylü, ekmez; esnaf, iş yapmaz oldu.
Halk aç ve sefil, kahroldu. İkbal
ve saadet bitince, düşman orduları hücuma geçti. Ülkeyi perişan ettiler.
Feleğin sillesi şehzadenin kökünü kazıdı, neyi varsa elinden aldı. Düşman
atlarının toynaklanndan çıkan toz, bir uçtan diğerine, ta göğe kadar uzandı.
Şehzade perişan haldeydi. Hiçbir
ahdine vefa göstermemişken; şimdi kimden, ne vefa bekleyecekti! Vergi toplayacak, para alacak halkı da yoktu ortada. Ahalinin bedduaları kara gönüllü
şehzadenin yakasını bırakmadı.
Zorbalık yaparak yaşadığından, iyilerin yolunu hiçbir zaman tutmadı.
Şehrin ileri gelenleri toplanıp
yurtlarını istila eden düşman şahının huzuruna çıkarak ona şöyle seslendiler;
“Bahtiyar olasın. O zorbanın artık
devri bitti. Düşüncesi yanlış, sezgisi hatalıydı. Adaletle hükmetmek dururken,
çareyi zulmetmekte aradı.”
İki kardeşin Hikâyesi işte böyle! Biri, iyi adla anılırken;
diğeri, kötü adıyla rezil oldu. Kötülerin akıbeti asla iyi olmaz.
İşittim ki; ikiyüzlü zahidin biri, merdivenden düşmüş
ve hemen oracıkta can vermiş. Oğlu birkaç gün ağlayıp sızlandıktan sonra gene
eşiyle dostuyla düşüp kalkmaya başlamış. Bir gece rüyasında babasını görmüş,
ona halini sormuş; “Babacığım; haşır-neşirden, sorgu-sualden nasıl
kurtuldun?” Adam, hışımla cevap vermiş;
“Oğlum, ne saçmalıyorsun sen. Ben merdivenden düşüp dosdoğru cehenneme
yuvarlandım.” Meğer zahit ikiyüzlü biriymiş. Pişmanlık nasihatini
vermiş, demiş ki;
Evlat; Eğer yüzünü ihlasla Allah’a çevirmiyorsan,
sırtı kıbleye dönük namaz kılan adama benzersin. Riyadan dökülen yüzsuyuna yer
verme. Çünkü bu suyun dibi balçıktır. İçin, fena ve sefil olduktan sonra dışım,
gösterişli olmuş, ne fayda!
Eğer Yüce Allah’a satabileceksen, riya ile hırka
dikmeye devam et. Zira insanlar, elbisenin içindeki kimdir, ne bilsin?
Mektupta ne yazdığını ancak onu kaleme alan bilir.
Doğruluk divanıyla adalet terazisinin bulunduğu yerde, içi hava dolu tulumun
ağırlığı ne tutar!
İşte ancak o zaman vaktiyle takva satan sahtekârın
foyası meydana çıkar. Eğer güzel kokun yoksa; “Bende güzel koku var.”
deme. Varsa, kokusu her yere dağılacaktır.
“Bu altın, mağribi altınıdır.” diye
boşuna yemin etme. Çünkü onun ne olduğunu mihenk taşı söyler. Güzel görünsün
için elbisenin yüzünü, astarından daha hoş yaparlar. Çünkü astar, örter; yüzse,
göze batar. Oysa ulular, görünüşe önem vermedikleri için astarı ipekten
yapmışlardır. Eğer sen de sırf her yerde adım anılsın diyorsan; ağır güzel
giysiler giy, varsın için sade ve sıradan olsun.
Bak ne güzel söylemiş Bayezid-i Bistami; “Ben
müritlerden ziyade münkirlere güvenirim. Çünkü münkirin inkârı açıktır. Ama ya
mürit ikiyüzlüyse. İşte ona yanarım.”
Evlat! Eğer baba öğüdü gibi aklında tutacaksan,
Sadî’nin sözleri sana yeter. Bugün sözümüze kulak vermezsen; korkarım ki,
yarın buna pişman olacaksın.
İyi
kullardan biri, rüyasında sultanı cennette, zâhidi cehennemde gördü. Bilge
kişiye gidip sordu; “Sultanı yüksek derecelerde, zâhidi ise çukurların
içinde görmemin sebebi acaba nedir, biz tersini bilirdik?”
Bilge;
“Sultan zahitlere muhabbeti nedeniyle cennetlik, zahitse sultana yardaklığı
sebebi ile cehennemlik olmuştur” diye cevap verdi.
Yoksulun kapısını çalıp hatırını
soran sultan ne güzel sultandır.
Sultanın kapısında bulunup Dilenen
yoksul ne kötü yoksuldur.
Hırka, çul, yamalı elbise Ne işine
yarar senin?
Kendini
kötü işlerden uzak tut.
Dervişlik için kuzu derisinden
Külaha ne hacet!
Sen derviş sıfatlı ol da istersen
Tatar başlığı kullan.
Kaynak:
Bostan ve Gülistan- Sadî Şirâzî
-
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar