İSLÂM İNANCINDA CİN
Hzl: A. Saim KILAVUZ
İnsanlar tarih boyunca Tanrı dışında görülmeyen,
olağanüstü başka varlıklara da inanmışlar, çeşitli devirlerde ve coğrafi
bölgelerde bu varlıkların iyilerine ve kötülerine değişik isimler vermişlerdir.
Bu varlıklar bazen tanrılaştırılmış veya ikinci dereceden tanrısal varlıklar
olarak görülmüş, bazen da İnsanî özellik ve nitelikler içinde düşünülmüştür.
Hatta Hıristiyanlık ve Yahudilikte bile birbirine karıştırılmıştır. İslâm dininde Allah, melek, şeytan, cin ve
peygamberin nitelikleri ve konumlan tam olarak belirlenmiş olduğundan bir
karışıklığa meydan verilmemiştir. Ancak zaman içerisinde müslümanların
Kitap ve sahîh sünnetteki bilgilere dört elle sarılmak yerine, yabancı
kültürlerden İslâm toplumuna intikal etmiş bulunan yanlış bilgilerle bilgilendikleri,
çoğu hurafe olan bu tip yanlış bilgi ve kanaatlerin, Kur’ân-ı Kerim ve sahîh
sünnetin ortaya koyduğu esasların yerine geçirildiği görülmüştür. Bu durum
günümüzde de devam etmektedir. Bir grup
insan pozitif bilim adına cinleri inkar ederken, bunun tam karşısında yer alan
bir başka grup da ki bunların bir bölümünün dini hayatla uzaktan yakından
ilgisi yoktur. Maddeden ve modern hayattan bunaldıkları için bu tip manevî
şeylere eğilim göstermektedirler cinlere olduğundan fazla değer ve önem
atfetmekte, dinin yasak saydığı alana girmektedir. Biz bu çalışmamızla
Kur’ân-ı Kerim ve sahîh hadislerin ışığı altında cinleri incelemeye, ifrat ve
tefritten uzak ve eleştirel bir yaklaşımla, bu konuda fikir beyan edenlerin
görüşlerini değerlendirmeye çalışacağız. Başarı Allah’tandır.
Kaplıkaya, 1994
A. Saim KILAVUZ
A. Saim KILAVUZ
Arapça bir kelime olan cin, sözlükte örtmek,
örtünmek, gizli kalmak ve gölgelemek anlamındaki cenn kökünden türeyen bir isim
olup, tekili olan cinnî, “örtülü ve gizli şey” manasına gelir. Terim olarak,
‘"duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan,
İlahî emirlere uymakla yükümlü tutulan ve mümin ile kafir gruplarından oluşan,
lâtîf, ruhanî manevî varlık türü” anlamına gelir[1]. Cin
topluluğuna “cinne” denilir.[2]
Aynı kökten türetilmiş olan ve kendisini örten, duyulardan gizlenen anlamındaki
“can” kelimesi, cinlerin atası ve cin anlamında kullanılmıştır[3].
Gül, ifrît ve si’lât adıyla bilinen varlıklar cinlerin çeşitli türlerini
oluştururlar[4].
Eski Araplarda, aşağılık veya çok hareketli cin yahut insanla cin arası
yaratık, “Hin” kelimesiyle ifade edilmiştir[5]. Bu
kelime Türkçeye de geçmiş olup, muzip, açıkgöz, uyanık ve cin fikirli kişi için
“Hin oğlu hin” denilir. Farsçada cin karşılığında peri ve dîv (dev) kelimeleri
kullanılır.
Bazı Şarkiyatçılar, İncillerde ve diğer eski
kitaplarda geçtiğini göz önünde bulundurarak, cin kelimesinin Latince kökenli
“genie” veya “genius” kelimelerinden alınarak Arapçaya intikal ettiğini ve
gizlenmek anlamına gelen “ictinan” kelimesinden türetilmesinin uzak bir ihtimal
olduğunu ileri sürmüşlerdir[6].
Hâlbuki lügatler başta olmak üzere İslâmî kaynakların tamamı ve müslüman
araştırıcılar bu kelimenin Arapça asıllı olduğunda görüş birliği içindedirler[7].
Nitekim Araplar “karanlığı ile herhangi bir şeyi örttü ve gizledi” veya “hava
karardı” anlamında “cenne aleyhi’l-leyl” veya “cenne’l-leyl” derler. Cinler de
gözle görülemeyen, duyulardan gizlenmiş varlıklar olduğu için bu ismi almıştır.
Ayrıca Arapçada delilik ve deli anlamlarına gelen cinnet ve mecnûn
kelimelerinde de aynı kökte bulunan göze görünmezlik ve örtme anlamlarıyla
ilgi vardır. Çünkü delinin aklı cinnet hali ile sanki perdelenmiş gibi olmaktadır.
Ağaçlarıyla altındakileri gölgeleyen ve örten bahçeye cennet, kişiyi koruyan
kalkana micenne veya cünne, ana rahmindeki gözle görülmeyen çocuğa cenîn,
bedenin içindeki. kalbe cenân denilmesi de[8] cin
kelimesinin Arapça kökenli olduğu görüşünü desteklemektedir. Nitekim W. M.
Watt’ın da dediği gibi cin kelimesi Binbir Gece masallarının İngilizce
tercemesinde “genie” olarak kullanılmış ve bu şekliyle İngilizceye girmiş
olmalıdır. Çünkü cin denilen ruhanî varlıklara inanma eski Arap kozmolojisinin
bir parçasıdır[9].
Cin kelimesinin biri genel diğeri özel olmak
üzere iki anlamı vardır. Genel5 anlamına göre insan türünün karşıtı
olan görünmez varlıklara cin denilir. Buna göre melekler ve şeytanlar da cin
sözünün kapsamına girerler.
Ancak bu durumda melekler ile cinler
arasında özellik ve genellik sözkonusudur. Görülmeyen varlık anlamında her
melek cindir fakat her cin melek değildir. Özel anlamda ise görünmez manevî
varlıkların bir kısmına cin denilir. Çünkü görünmez varlıklar:
a.
Hayırlı olan, Allah’ın emrinden çıkmayan ve insana iyi şeyler
ilham eden melekler,
b.
İnsanı aldatan şerre yönelten şeytanlar,
Bununla birlikte
gözlerle görülemedikleri için meleklerin de cinden sayılması fikri bu konuda
çeşitli karışıklıklara sebep olduğu için meleklere mutlak olarak cin demek
yerine, onların cinlerden ayrı bir tür olduğunu belirterek cin kelimesinin
insan ve melek dışındaki üçüncü bir varlık türünün adı olarak kullanılması,
böylelikle meleklerin özel anlamdaki cin kavramıyla karıştırılmaması gerekir.[11]
Çünkü Kur’ân-ı Kerimde Cenabı Hakkın kıyamet günü inkarcıları toplayacağı,
sonra meleklere hitaben “bunlar mı size tapıyordu?” diye soracağı, meleklerin “hâşâ, bizim dostumuz onlar değil, sensin. Onlar bize değil
cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanıyorlardı.” diye cevap vereceği bildirilmekte [12],
meleklerin cin olmadığı açıkça ortaya konulmaktadır. Yine Kur’ân-ı Kerimde
cinlerin haber dinlemek için göğü yokladıkları sonra bundan men olundukları
ifade edilir.[13]
Meleklerin ise kulak vererek haber çalmak gibi bir şeye ihtiyaçları yoktur.
Onlar Allah neyi emrederse onu yapan varlıklardır. Ayrıca meleklerin nurdan,
cinlerin ateşten yaratıldığı [14];
meleklerin masum olup cinlerin günah işledikleri; melekler yemez içmez [15],
erkeklik ve dişilikle nitelenmezken [16],
cinlerin yiyip içtikleri [17],
erkeklik ve dişilikle nitelendikleri [18] ve
meşhur görüşe göre İblisin zürriyetinden oldukları [19]
gözönünde bulundurulursa meleklerle cinlerin ayrı varlıklar olması
sözkonusudur. Yeri gelmişken belirtelim ki, İblis, isyan ederek Rabbinin
buyruğu dışına çıkmış inkarcı cinlerdendir. “Hani biz meleklere: Adem’e secde edin, demiştik. İblis hariç olmak
üzere onlar hemen secde eltiler. İblis cinlerdendi. Rabbinin emrinden dışarı
çıktı.”[20]
ayeti onun cinlerden olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Gerçi “Hani biz meleklere secde edin demiştik.
İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı böylece
kafirlerden oldu.”[21]
ayetinde İblisin meleklerle birlikte zikredilmesinden hareketle onu meleklerden
sayma eğiliminde olanlar varsa da [22]
durum böyle değildir. Çünkü bir önceki ayet İblis’in cinlerden olduğunu kesin
bir biçimde ifade etmektedir. Ayette İblisin meleklerle birarada
zikredilmesinin sebebi, onun Allaha ibadet ederek derecesini yükseltmiş ve
manen melek seviyesine çıkmış olmasıdır. Allah Taâlâ tağlîb (çoğunlu-dikkate
alma) kuralı gereğince, çoğunluğu melekler teşkil ettiği için bu şekilde
emretmiştir.[23]
Ayrıca İblis meleklerden istisna edilirken, istisna edilen varlığın ( müstesna
= İblis), kendisinden istisna edilen (müstesna minh=melekler)den ayrı bir cins
olması yani istisnanın “istisna-ı munkatı”’kabul edilmesi Arapça kurala göre
caiz ve mümkün görülmüştür.[24]
Ayrıca İblis günah işlerken, meleklerin günah işlemedikleri, Allah’ın emrini
yerine getirdikleri [25],
meleklerde üreme sözkonusu değilken, İblisin zürriyetinin olması[26]
hususu da İblisin melek olmadığını göstermektedir.
KUR’ÂN-I KERİM’DE CİN
Kur’ân-ı Kerim’de cinni ifade etmek için
cân, cin ve cinne kelimeleri kullanılmıştır. Cân kelimesi iki yerde yılan[27],
beş yerde de cin anlamını ifade eder.[28]
Kur’ân-ı Kerim’de on defa zikredilmiş olan cinne beş yerde cünûn (delilik)
anlamında kullanılırken[29],
üç yerde cin topluluğu anlamında kullanılır.[30]
“Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun cinler de
kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.”[31]
ayetinde iki defa geçen cinne kelimesinin melekleri mi yoksa cinleri mi ifade
ettiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Müşriklerin, melekleri Allah’ın kızları
kabul etmesini[32]
bu sebeple Allah ile melekler arasında nesep uydurmalarını göz önünde
bulunduranlar anılan ayetteki cinne ile meleklerin kastedildiği
görüşündedirler. Diğer bir grup ise, aynı müşriklerin meleklerin analarının
cinden şerefli kadınlar olduğunu söylediklerini, böylelikle bu cinlerle Allah
arasında bir nesep uydurduklarını göz önüne alarak ayetteki cinne kelimesinin
melekleri değil cinleri ifade ettiği görüşündedir.[33]
Cin kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de yirmi iki
defa geçer.[34]
Bunların hepsinde de melek ve insan olmayan üçüncü bir cins varlık kastedilir.
Şeytan ise Kur’an’da seksen sekiz yerde geçmektedir. Bunlardan birinde ins
şeytanı anlamında kullanılır.[35]
Bir yerde ins ve cin şeytanları birlikte zikredilir.[36]
Seksen altı yerde şeytan ile cin şeytanı kastedilir. Kur’an’da ins ve cin
genellikle birbirinin karşıtı olarak birlikte zikredilmiştir.[37]
Kur’ân-ı Kerim’de verilen bilgilere göre,
cinnin atası veya cin demek olan cân, insanın yaratılışından önce, insana
görünmeyen, gözeneklerden nüfuz ederek zehirleyen ve yakan ateşten (nârı semûm)[38]
veya herşeye karışabilen, nüfuz gücüne sahip saf ateşten (mâric)[39]
yaratılmıştır. Yine Kur’ân-ı Kerim, kafirlerin cinleri Allaha ortak koştuklarım,
körükörüne O’na oğullar ve kızlar uydurduklarını[40],
Allah ile cinler arasında bir soy bağı icad ettiklerini[41],
cinlere taptıklarını ve inandıklarını[42],
halbuki insanların ve cinlerin ancak Allah’a kulluk için yaratıldığını[43],
her iki gruba da Allah’ın ayetlerini anlatan ve kıyamet günü konusunda uyaran
peygamberler gönderildiğini[44],
fakat bazı cinlerin ve insanların diğerlerini saptırdığını bildirerek[45],
Cehennem için birçok cin ve insan yaratıldığım[46],
Cehennem’in tamamen cin ve insanlarla doldurulacağını ifade eder[47].
Kur’ân-ı Kerim’den edinilen bilgilere göre,
Kur’ân-ın bir benzerini ortaya koymak için insanlarla cinler birbirlerine
yardımcı olarak bir araya gelseler bile bunu başaramayacaklar[48];
Allah’ın verdiği güç olmadan hiç bir cin ve insan topluluğu, göklerin ve yerin
çevresini aşıp geçemeyecektir[49].
Cennette de hiç bir insan ve cin tarafından dokunulmamış eşler bulunacaktır[50].
Hz. Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve
kuşlardan oluşan bir ordusu bulunduğu[51],
cinlerin onun buyruğu altına verildiği, onun için mabetler, heykeller, büyük
havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yapmak gibi ağır ve
meşakkatli işlerde kullanıldığı[52]
Kur’an’da haber verilmektedir. Hz. Süleyman, Sebe melikesinin tahtını getirmek
istediğinde cinden bir ifritin o henüz yerinden kalkmadan tahtı getireceğini ve
bu güce sahip olduğunu söylemesi[53]
cinlerin büyük bir güç ve sürate sahip olduğunu, çeşitli şekillere girebilecek
ve ağır işleri görebilecek şekilde yaratıldıklarını göstermektedir. Ayrıca
Kur’an’da, Hz. Peygamber Kur’an okurken cinlerin kendisini dinlediği[54]
bildirilmekte, onun “İnsanlardan ve
cinlerden Allah’a sığınırım” demesi emredilmektedir[55].
Allah’ın buyruğuna karşı gelerek küfre düşmüş cinler olan şeytanlardan, Cenabı
Hakk’ın gökte var edip süslediği burçları koruduğu fakat haber çalmak isteyen
olursa da parlayan bir ateşin (şihab) onu kovaladığı[56],
şeytanların yüce âlemi asla dinleyemeyecekleri, her taraftan kovularak
atılacakları, hele bir söz kapan olursa delici bir alevin onun peşine düşeceği[57]
Kur’an’da bi dirilen hususlar arasındadır.
Anılan ayetlerden başka Kur’ân-ı Kerim’de
cinlerden bahseden müstakil bir sure de vardır. Hicretten üç yıl önce Mekke’de
indirilen ve Cin suresi adıyla bilinen sure yirmi sekiz ayetten müteşekkildir.
Kur’an’nın yetmiş ikinci suresi olan bu surede, Kur’an dinleyen ve onun üstün
belâğatı ile yüce gerçeklerinden etkilenip imana gelen cinlerin ilahı vahye
duydukları hayranlık dile getirilirken vahyin etkili gücü ve çarpıcı özelliği
ortaya konulmakta, Kur’an ayetlerinin ihtiva ettiği iman gerçeklerinin cinleri
bile etkileyip yola getirdiği gözler önüne serilmektedir.[58]
Aşağıda mealini verirken görüleceği gibi surenin muhtevası, Allah’ın birliği,
yüceliği, gizli-açık her şeyi hakkıyla bildiği, cinler hakkında abartılmış
bilgi ve inançların yanlışlığı ve asılsızlığı, Kur’an vahyinin cinler
üzerindeki etkisi ve ahiret hayatının kesin olduğu gibi hususlardır.
Bismillahirrahmanirrahim
Rahman ve Rahim Olan
Allahın Adıyla
1,2. (Rasûlüm) de ki: Cinlerden bir topluluğun
(benim okuduğum Kur’an’ı) dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyolundu:
“Gerçekten biz, doğra yola ileten harikulade güzel bir Kur’an dinledik te ona
iman ettik. Artık kimseyi asla Rabbimize ortak koşmayacağız.
3. Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok
yücedir, O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.
4. Doğrusu bizim sefih (ve beyinsiz)
olanımız, Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.
5. Hâlbuki biz, gerek insanlar gerekse
cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler sanmıştık.
6. Şu da gerçek ki, insanlardan bazı
kimseler, cinlerden bazı kimselere sığmıyorlar da, onların taşkınlıklarını
artırıyorlardı.
7. Onlar da sizin sandığınız gibi, Alalım
hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı,
8. Doğrusu biz (cinler) , göğü yokladık,
fakat onu sert bekçilerle, alev hüzmeleriyle (şihab) doldurulmuş bulduk.
9. Halbuki (daha önce) biz ' onun bazı
kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) otururduk. Fakat
şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev hüzmesi (şihab)
buluyor.
10. Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murad
edildi, yoksa Rabbleri onlara bir hayır mı diledi?
II. Gerçekten bizlerden salih olanlar da var
olmayanlar da. Türlü türlü yollara ayrılmışız.
12. Artık şu gerçeği kesinlikle anladık ki,
biz yeryüzünde bulunsak ta Allahı aciz bırakamayacağız, başka yere kaçmakla da
elinden kurtulamayacağız.
13. Doğrusu biz o hidayet rehberi (Kur’ân-ı)
işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne ecrinin eksikliğe
uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.
14. İçimizde Allaha teslimiyet gösteren (müslim)ler
de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu
arayanlardır.
15. Hak yoldan sapanlara gelince, onlar
cehenneme odun olmuşlardır.”
(Allah Taâlâ cinlerin
bu sözlerini Hz. Peygambere vahyedip haber verdikten sonra şöyle buyurmaktadır)
16,17. Şayet doğru
yolda gitselerdi, bu hususta kendilerini denememiz için onlara bol su verirdik.
Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Rabbin ) onu gitgide artan çetin bir
azaba uğratır.
18. Mescitler şüphesiz Allah’ındır. O halde
Allah ile birlikte başkasına dua etmeyin.
19. Allah’ın kulu, O’na yalvarmaya (namaza)
kalkınca, neredeyse onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.
20. (Rasûlüm ) de ki: Ben ancak Rabbime
yalvarırım ve O’na kimseyi ortak koşmam.
21. De ki: Doğrusu ben (kendiliğimden ) size
ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.
22. De ki: Gerçekten (bana bir kötülük
dilerse) Allaha karşı beni kimse himaye edemez. O’ndan başka sığınacak varlık
ta bulamam.
23. (Benim yaptığım) ancak Allah katından
olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Rasûlüne isyan
ederse, muhakkak ki, ona içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.
24. Sonunda tehdit edilip durdukları şeyi
gördükleri zaman, yardımcısı en zayıf, sayıca en az olan kimmiş, bileceklerdir.
25. De ki: Tehdit edilegeldiğiniz şey yakın
mıdır? Yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar, ben bilmem.
26. O, bütün ğaybı bilir, gaybına kimseyi
muttali kılmaz.
27. Ancak (bildirmeyi ) dilediği peygamber
bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.
28. Ki böylece onların, Rablerinin
gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. Allah onların nezdinde olup
bitenleri çepeçevre kuşatmış ve herşeyi bir bir saymıştır.
Yukarıdaki mealde görüldüğü gibi surenin ilk
yarısını teşkil eden ilk onbeş ayetteki cinlerin diliyle ifade edilmiş olan
dinî gerçekler, ikinci yarısında (16-28. ayetler) ya doğrudan ilahî ifadeler
şeklinde veya Hz. Peygambere söyletilmek suretiyle tekrar dile getirilir. İlk
bakışta aynı şeyleri tekrar eder nitel ilete görünen bu ikinci grup ayetin
surede yer alışı, vahiy bilgisinin cinlerin elde ettikleri de dahil-her türlü
bilgi ve habere üstünlüğünü vurgulama ve sıradan bir bilgi olmadığını belirtme
hikmetine bağlı olmalıdır. Nitekim ilk çağlardan beri cinlerden bilgi toplamak
peşinde koşanlar ve bu uğurda ömür tüketenler, bütün insanlığın değil bir tek
insanın hidayetine yetecek kadar bilgi birikimi elde edememişlerdir.
Ortaya koydukları bazı bilgi kırıntıları ise
son derece çelişkili ve tutarsız şeylerden ibarettir.[59]
Cinler, duyu organlarıyla algılanamayan manevî varlıklardır. Melek inancında olduğu gibi onlar hakkında tek bilgi kaynağı
vahiydir. Bu sebeple kelam âlimlerine göre cinlerin varlığı sadece vahiy
yoluyla bilinip isbat edilebilir. Hiçbir etki altında kalmadan düşünebilen insan
aklı da cinlerin varlığım imkansız görmez.. Bunun içindir ki, varlıkları tartışma götürmeyecek tarzda Kur’an’la
sabit olduğundan cinlerin varlığını inkar edenlerin küfrüne hükmedilir.
Kur’ân-ı Kerim’de cinlerle ilgili ayetleri ve muhtevasını inkar da aynı hükmün
kapsamında düşünülür. Çünkü böyle bir şey tevatüren sabit dinî bir akideyi
inkâr anlamına gelmektedir. Ancak cinlerle ilgili hadisler tevatür derecesine
ulaşamamış meşhur veya âhâd haberlerdir. Bunların muhtevasını inkar eden ise
kafir sayılmaz.
Hadislerde de cinlerle ilgili bazı bilgiler
bulunmaktadır. Bu hadislerden birinde meleklerin nurdan, cinlerin herşeye
karışabilen nüfuz gücüne sahip saf ateş (mâric) ten yaratıldığı belirtilir.[60]
Bazı hadislerde her insanla birlikte cin veya şeytandan bir arkadaşının bulunduğu
bildirilmiş[61],
Hz. Peygambere “Senin de mi ey Allah
Elçisi?” diye sorulması üzerine
“Evet, ancak Allah ona karşı bana yardım etti de ben onun
şerrinden emin oldum.” veya “o müslüman oldu da
bana hayırdan başka bir şey emretmiyor.” cevabını vermiştir.[62]
Hadiste geçen cinlerin, Kur’ân-ı Kerim’de cin şeytanları olarak kendilerinden
söz edilen[63]
kötü cinler olması muhtemeldir.
Bir kısım hadislerde de cinlerin yiyip
içtikleri azıklarının kemik ve tezek artığı olduğu, bu sebeple kemik ve tezek
artığı ile istinca edilmemesi gerektiği[64];
Kur’an okumanın cinlere karşı etkili olduğu, onların semadan haber çalmalarını
engellediği haber verilmektedir.[65]
Rasûl-ü Ekrem’in bir münacatında insanların ve cinlerin ölümlü olduğu ifade
edilmektedir.[66]
Peygamber Efendimiz, cinlerin ve şeytânların
gök haberlerini çalınca, haberi alanın hemen altında olana, o da alttakine,
nihayet en alttakinin de sihirbaz ve kahinin kalbine bu haberi ilka ettiğini,
bazen alev hüzmelerinin (şihab), çalman bilgi diğerlerine ulaşmadan
yetiştiğini, bazen da bilgilerin kahinlere kadar ulaştığını, kahinin de buna
yüz yalan kattığım, gökten işittiği doğru söz sayesinde de kahinin yalanlarına
inanıldığını bildirmiş kahinlerin cinlerden yararlandıklarını haber vermiştir.[67]
Bir başka hadiste, O’nun namazını bozdurmak
isteyen cin taifesinden bir ifriti yakaladığı, ashabına göstermek için mescidin
direklerinden birine bağlamak istediği, fakat Hz. Süleyman’ın “Ya Rab bana mağfiret et ve benden sonra
kimseye nasib olmayacak bir mülkü bana bağışla”[68]
dediğini hatırlayarak bundan vaz geçtiği ve ifriti serbest bıraktığı
bildirilmiştir.[69]
Anılan hadisten, cinnin görülebilecek bir yapıya bürünebildiği anlaşılmaktadır.
Bir diğer hadis ise insanlardan bir grubun cinlerden bir gruba taptıklarım,
sonunda cinler müslüman olunca, insanların hala cinlerin önceki dinine tutunup
kaldıklarım ifade eder.[70]
Çeşitli rivayetlerden anlaşıldığına göre cin
heyeti Hz. Peygambere muhtemelen birden fazla gelmiştir. Cin heyetinin, Mekke,
Hacûn ve Bakı’ de geldiğinde, Hz. Peygamberin yanında İbn Mes’ûd’un, Medine’nin
dışında geldiğinde Zübeyr b. El-Avvâm’ın, bazı seferlerde geldiğinde de Bilâl
b. El-Hâris’in bulunmakla olduğu nakledilmiştir.[71]
“Cin Kıssası” adıyla şöhret bulan Hz. Peygamberin
cinlerle olan görüşmesi şöyle cereyan etmiştir: Hz. Peygamber Tâif dönüşünde
veya daha güçlü bir ihtimale göre Tâiften Mekke’ye dönüp birkaç sahabiyi yanına
alıp Sûkı Ukâz’a doğru giderken[72],
gökten haber almalarına engel olan şeyin ne olduğunu tesbit için gönderilen
cin heyeti, Nahle’de Hz. Peygamberi sabah namazı kılarken bulmuşlar, O’nun
namazda iken okuduğu Kur’ân-ı işitince de, semadan haber almalarına engel olan
şeyin bu olduğunu anlayarak namazdan sonra kavimlerine korkutucu olarak
dönmüşler[73],
“Ey kavmimiz doğru yola ileten
harikulade güzel bir Kur’an dinledik te ona inandık. Artık kimseyi Rabbimize
asla ortak koşmayacağız.’’demişlerdir.[74] Bu
rivayet bazı hadis kaynaklarında “Rasûlullah cinlere ne Kur’an okumuş ne de
onları görmüştür” cümlesiyle başladığından[75],
sözkonusu olayda Hz. Peygamberin, kendisinden Kur’an dinleyen cinleri görmediği
anlaşılmaktadır. Ayrıca Cin Suresinin başında olayın Hz. Peygamberin ağzından
“ûhıye ileyye=bana vahyolundu” şeklinde ifade edilmesi de Rasûli Ekrem’in cinni
görmediğini, cinnin kendisini dinlediğinden haberdar olmadığım, bu hususun
vahiyle kendisine bildirildiğini göstermektedir.[76] Cin
Suresi nazil olduktan sonraki olaylarda ise Peygamber Efendimiz, cinlerle
birlikte gidip onlara Kur’an okumuştur. İbn Mes’ûd’tan rivayet edilen bir
hadiste, bir gece Hz. Peygamberin kaybolduğu, ashabın sabaha kadar merakla
beklediği, sabah olunca
Hira tarafından
teşrif ettikleri, kaybolmasının sebebi sorulduğunda da cin taifesinin
davetçilerinin geldiğini, kendisinin de yanlarına varıp Kur’an okuduğunu
söylediği, sonra da ashabını götürüp cinlerin izlerini ve yaktıkları ateşin
kalıntılarını gösterdiği anlatılır.[77] Hz.
Peygamberin cinleri görüp görmediği konusundaki rivayetlere ileride temas
edilecektir.
Cinlerle ilgili ayet ve hadislerin yorumu
ile bu konuda nakledilen çeşitli rivayet ve olaylar İslâm literatüründe
kendine has bir yer işgal etmiş, ayrıca cinlere ve şeytanlara tesir edip onları
itaat altına alma yollarını konu edinen bir ilim dalı da teşekkül etmiştir.
İslâm kaynaklarında cinlerin mevcudiyeti ve mahiyeti, özellikleri, insanlarla
ilişkileri, peygamberleri, ahiretteki durumları gibi hususlar onlarla ilgili
tartışmaların ana konularını oluşturmuştur.
Eski AsurBabil, Eski Yunan, Roma, Çin,
Japon, Hind, Türk ve Cahiliye Arab toplumlarıyla, Eski İran dinleri, Yahudilik
ve Hıristiyanlıkta varlıkları şöyle veya böyle kabul edilmiş bulunan[78]
cinlerin mevcudiyeti konusunda eski filozoflar da fikir beyan etmişler, bir
grup felsefeci mücerred (soyut) varlıkların, cüz’î şeyleri idrakinin ve gözle
görülmelerinin imkânsızlığını ve akılla isbat edilemeyişlerini ileri sürerek
cinlerin varlığını inkar etmiş, duyu ve akıl yoluyla idrak edilemeyen her şey gibi
cinleri de yok saymış, bir kısmı da varlığını kabul ederek onlardan “ervâhı
suflîyye” veya çeşitli konularda tasarruf ve tesir kabiliyeti olan ervâhı
mücerrede” diye söz etmiştir. Bu ikinci gurup ruhların zayıf olmaları sebebiyle
daha çabuk hareket ve icabet ettiklerini, halbuki felekî ruhların kuvvetli
olmaları sebebiyle hareket ve icabetlerin zayıf olduğunu söylemişlerdir.[79]
İslâm filozoflarından
Fârâbî, insanların aksine cinleri konuşmayan (ğayrı nâtık) ve ölmeyen (ğayrı
mâit) canlılar olarak kabul eder. O, canlıları dört guruba ayırır:
a. Konuşan ve ölen
canlı varlık yanı insan,
b. Konuşan fakat
ölmeyen canlı varlık yanı melek,
c. Konuşamayan ve ölen varlık yani hayvan.
Farabi kendisine yöneltilen “siz cinni konuşmayan
varlık diye tanımlıyorsunuz. Halbuki Kur’ânı Kerim’de cinlerden bir topluluğun Kur’an dinleyip te “Gerçekten biz harikulade güzel Kur’an
dinledik” [81]
dedikleri ifade buyruluyor. Bu ikiside birbirleriyle çelişik değil mi?
Konuşmayan nasıl dinler ve nasıl söyler?
Sorusuna şöyle cevap vermiştir.
“Canlı canlı olmak konumu ve özelliği ile
işitebilir ve söyleyebilir. Çünkü söylemek (kavl) ve telaffuz etmek, konuşmak
(nutk) denilen ayırt edici özellikten ayrı bir şeydir.
Farabi cinnin ölmez olması hususunda ise,
iblisin, Cenabı Hakk’tan insanların tekrar dirilecekleri güne kadar süre talep
etmesini ve Allah Teâlâ’nın bu mühleti vermesinden söz eden ayeti [82]delil
getirir.[83]
Elmalı Hamdi Yazır’ın dediği gibi[84]
ayetle istidlal eksiktir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in bir başka yerinde İblis’e
bilinen bir vakte kadar mühlet verildiği ifade edilir.[85]
Verilen bilgilerden de anlaşıldığına, göre
Farâbî cinnin varlığını inkâr etmemiş ancak konuşmayan ve ölmeyen canlı demekle
isabet edememiştir. Bunun yerine ölen, gizli canlı deseydi yanılmamış olurdu.
İbn Sînâ da cin kelimesine “çeşitli şekillere girebilen, şeffaf yapılı
ve konuşan Iâtîf canlı” anlamını vermiştir. Ancak O’na göre bu tarif,
cinnin varlık olarak mahiyetini açıklığa kavuşturmayıp, sadece cin isminin
kavram olarak ne anlama geldiğini göstermektedir.[86]
Fahreddin er-Râzî ile onun görüşüne katılan bazı âlimler, İbn Sînâ’nın bu
açıklamasından hareketle, onun, cinnin sadece adını kabul edip dış dünyadaki
varlığını inkar ettiği sonucuna varmışlardır.[87]
Buna karşılık Elmalılı M. Hamdi Yazır, haklı olarak, İbn Sînâ’nın, mahiyetleri
hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olunamadığı için cinlere ait gerçek bir
tarifin yapılamayacağına işaret etmek üzere söylediği bu sözden cinlerin
varlığını inkar ettiği sonucunun çıkarılamayacığını belirtmiştir.[88]
Daha önce de söylediğimiz gibi kelam
âlimlerine göre cinlerin varlığı sadece vahiy yoluyla bilinip ispat edilebilir.
Akıl da, duyu organlarının verilerine dayanan pozitif bilimler de cinlerin
varlığı veya yokluğu konusunda bir şey ileri süremezler. Çünkü cinler gözlem ve
deneye dayanan pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan fızikötesi
varlıklardır. Hiç bir etki altında kalmadan düşünebilen insan aklı, cinlerin
varlığını imkânsız görmez. Aklın caiz ve mümkün gördüğü cinlerin mevcudiyeti,
tartışma götürmeyecek şekilde Kur’an’la sabit olduğundan cinleri inkar
edenlerin küfrüne hükmedilir.
Cinlerin varlığım kabul eden kelamcılar
onların Kur’an’da da ifade edildiği gibi[89]
“nârı semûm” ve “mâric min nâr’dan yaratıldığını söylemişlerdir. Nârı semûm,
insana görünmeksizin gözeneklerden nüfuz ederek zehirleyen, öldüren ve yakan
ateş veya ateşin alevi diye tefsir edilirken, mâric min nâr ise saf ateş,
ateşin siyahı ile karışmış olan alev olarak anlaşılmıştır. Buna göre cin, insan
yaratılmadan önce, çalkalanıp duran, her şeye karışabilen, elektrik gibi nüfuz
gücüne sahip bir ateşten yaratılmıştır.[90] Bu
konuda bir başka görüş, meleklerin ateşin nurundan, cinlerin alevinden, şeytanların
da dumanından yaratıldığı şeklindedir.[91]
Kelamcıların, cinlerin mahiyeti konusundaki görüşlerini iki
noktada toplamak mümkündür:
a- Cinler kendi başına
kaim olan gayrı maddi cevherlerden oluşur. Ne cisimdirler, ne de cisimlere
hulûl etmiş cismani varlıklardır. “Ne
cisim, ne de cismanîdirler” şeklinde nitelenmeleri onların Allah’a denk ve
benzer olmalarını gerektirmez. Çünkü ne cisim ne de cismanî olmak, bir
olumsuzluk (selb)tur. Selbı sıfatlarda müşterek olmak, hakikat ve mahiyette
müşterek olmayı zorunlu kılmaz.[92]
Bu görüşü benimseyenlerden biri olan Gazzâli’ye göre melekler, cinler ve
şeytanlar gayrı maddî cevherden oluşmaları açısından birbirlerine benzemekle
birlikte araz oluş noktasında aralarında benzerlik bulunan renk, ilim ve
kudretin tür olarak birbirlerinden ayrı oluşları gibi farklılık arzederler.[93]
b-Cinler maddî
cevherlerden oluşmuştur ve cisimdirler. Ebu’l Hasan el-Eş’arî ve Bâkıllânî
başta olmak üzere bu görüşü benimseyen Eş’arilerin çoğunluğuna göre, hayat
için bünye şart olmadığından her şeye gücü yeten Allah, cinleri duyularla idrak
edilebilen bünyeleri olmaksızın yaratmıştır.[94]
Hayat için bünyeyi şart koşan mutezile alimleri, cinleri basît ve rakîk cisimler
olarak nitelemiştir.[95]
Hanbelî alimlerden Ebû Ya’lâ el-Ferrâ’ya göre cinler rakîk veya kesîf olabilen
bileşik (müellef) cisimlerdir.[96]
Bir başka Hanbelî alimi İbn Teymiyye’ye göre cinler emir ve nehye muhatap olan,
hür irade ile iş yapan, akıllı ve canlı varlıklar olup, insan vb. varlıklarla
kaim araz ve sıfat cinsinden şeyler değildirler.[97]
Tarihçi ve toplum bilimci İbn Haldûn ise bu konuda selefi bir tavır
sergileyerek, duyularla algılanamadıklarından ve neye delalet ettikleri
bilinemediğinden Kur’an’da geçen melek, ruh, cin gibi kavramların
mütesabihattan kabul edilmesi gerektiğini söylemektedir.[98]
Çağımızda her şeyi madde, deney, pozitif
bilim verileri ve duyular âlemiyle açıklamaya çalışan, fizikötesi alem ve
varlıkları, bu arada cinlerin varlığını da inkar eden materlayalist ve
pozitivist yaklaşımların yanında, onların mevcudiyetini kabul edip, mahiyetleri
ve nitelikleri konusunda yeni bir takım açıklamalar getiren görüşler de
bulunmaktadır. Bu görüşlerin başlıcaları şunlardır:
a-Cinler, vaktiyle bir
gezegende yaşayan daha sonra bu gezegenin komşu gezegenin çekim gücüyle
dağılması sebebiyle üzerindeki hayatın kalıntılarıyla yeryüzüne gelmiş
varlıklar olup, insandan önceki tekamül safhasının yaratıklarıdır. Yeryüzündeki
cin kavmi fesat çıkartmış ve kan dökmüş sert mizaçlı varlıklardır. Bu görüşe
göre “cannı ateşten bir mâricden yarattık”[99]
ayetindeki mâric, ateşten katılan demektir. Bu deyim, karbon bileşimlerinin
ilki olan karbon asidini ifade eder. O halde cinler, karbon asidinden
yaratılmıştır.[100]
Bu görüş Cin suresi 72/89 ayetlerinin tevili zorlanarak delillendirilmek
istenmiştir.
b-Cinler, maddeye nüfuz
edici ve dumansız ateşten yani ışınlardan ezelde yaratılmış, varlığını ve
canlılığını ruhtan alan varlıklardır. Cinnin, kendi varlığını bilmesi,
perisperiye (rûhi hayvânî) bürünmesinden itibaren olmaktadır. Bu da bir
anlamda cinlerin doğumu demektir. Mutlak manadaki ölümleri kıyametle meydana
gelecek olan cinlerin, basit ölümleri, kendileri için belirlenmiş sürenin
sonunda perisperilerinden soyunmaları tarzında olmaktadır. Yine bu görüşe göre
cinlerin kendi öz zamanlarına göre altmış-yetmiş yıl olan ömürleri insanlara
göre bin yıla yakın olduğundan, insanların bilmediği bazı şeyleri bilmeleri
mümkündür. Onlar geçmiş bir takım olayları bilebilirler. Bu da seyyal bir
yapıya sahip olmaları ve maddeyle kayıtlı bulunmamalarındandır. Cinlerin
yapıları çok gelişmiş olmakla beraber düşünce ve şuur açısından insandan
geridirler. Ruh çağırma denilen şey bazı insanların
cinlerle temas kurmasıdır.[101]
UFO (Unidentified Flying Objects=Bilinmeyen Uçan Objeler) veya onlarla gelen
kişiler görüntüsünü» veren varlıklar cinlerdir.[102] Bu
görüşte yer alan cinlerin ezelde yaratıldığı fikri ile doğum ve ölümlerinin
olduğu fikri bir çelişki oluşturmaktadır. Ayrıca cinler, insanlar gibi sonradan
yaratılmış (hadis) varlıklardır. Bu görüşün, cinlerin varlık ve canlılığını
kendisinden aldıkları şey olarak ileri sürdüğü ruh da kelamcılara göre sonradan
yaratılmıştır, ezelî değildir.[103]
c-Maddeyi son derece
yoğun bir enerji, enerjiyi de son derece seyrek bir madde olarak ele alan bir
görüşe göre cinler akıllı enerjidirler. Enerjinin ölümlü olması sebebiyle
ölürler. Cinler, maddî unsurlarla uğrama biçiminde teğetleştikleri gibi,
melekût alemle de teğetleşebilirler ve bu yolla Melei A’lâ’yı dinleyerek
geleceği öğrenmek isterler. Fakat cinlerin bu mekanizması Kur’an’da da ifade
edildiği gibi yasaklanmış[104],
dinleme mevkilerinde kendilerini izleyen ve gözetleyen sert bekçiler olan
kozmik şihaplar oraya gelen cinleri yakmıştır.[105] Bu görüşe göre de dünya atmosferinde
gözüken UFO’lar cinlerdir. Uzaylılar uydurması da cinler tarafından
tezgahlanmaktadır.[106]
d-Cinler ateşin
siyahıyla karışmış olan alev (mâric)den, bir başka ifade ile ışınların biraz
daha yoğunlaşıp maddeye yaklaşmış şeklinden yaratılmıştır. Bu görüşe göre
yaratılış sırası melek, cin, insan şeklindedir. Melek tamamen soyut ruhtur.
Ruhun hiçbir maddî özellik almayıp ancak belli bir’ şekle (kalıba) sokulmasıyla
melek yaratılmıştır. Biraz maddeye yaklaşmakla birlikte ruhanî tarafı fazla
olan varlık ise cindir. Ruhanî ve maddî yönü dengeli biçimde yaratılan varlık
ise insandır. Melek tamamen soyut ruh olduğundan ve maddî hiç bir yönü
bulunmadağından kötülüğe eğilimi yoktur. Cin lâtîf cisim olmakla birlikte maddî
yönü dolayısiyle iyi ve kötülüğü eğilimi olan fakat madde ve ruhanîyeti
dengeli olmadığı için kötülük ve hafiflik taralı ağır basan varlıktır. Yaptığı
işler kendi şuurlarına dayandığından dolayı sorumludurlar.[107]
e-Cinler, bazı hastalıkların sebebi olan mikroplardan ibarettir.[108]
Yukarda zikrettiğimiz cinlerin mahiyetlerinin
karbon asidinden, ezelde var edilen ışınlardan, UFO’lardan ve enerjiden yahut
mikroplardan ibaret olduğu tarzındaki görüşler, İlmî bakımdan henüz
temellendirilememiş bazı teoriler, faraziyeler ve yorumlar niteliğindedir. Zira
duyular ötesi varlıklardan olmaları sebebiyle sadece nakil yoluyla doğru bilgi
edinebileceğimiz cinlerin mahiyeti hakkında nasslarda ateşten
yaratıldıklarının ötesinde bir bilgi mevcut değildir. Bu konuda müslümanın inanması gereken şey, cinlerin ateşten
yaratılmış olmasıdır. Onun dışındakiler yorum ve şahsi görüşlerden
ibadettir. Bazı Haşviyye mensupları hariç tutulursa[109]
İslâm âlimlerinin hemen hepsine göre mükellef yaratıklar olan cinler,
mükellefiyetin üstesinden gelebilmeleri için şuur, idrak ve irade gücüne sahip
olmaları gerekir ki, bu hususu çağımızda ileri sürülen cinlerin karbon asidi,
enerji, ışın, mikrop vb. şeylerden ibaret olması hususuyla bağdaştırmak mümkün
görünmemektedir. Çünkü anılan şeylerde şuur, idrak ve iradeden söz edilemez.
Bazı Haşviyye mensupları hariç İslâm
âlimlerinin hemen hepsine göre cinler şuur, idrak ve irade sahibi oldukları
için mükellef ve sorumlu yaratıklardır.[110] “Ey cin ve insan toplulukları size
ayetlerimizi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran peygamberler gelmedi
mi?”[111]
“Cinleri ve insanları ancak bana kulluk
etmeleri için yaratmışımdır.”[112] “Ey insan ve cin toplulukları sizin de
hesabınızı ele alacağız.”[113]
mealindeki ayetler cinlerin yükümlü olduklarını gösterir. Bu yükümlülük sadece
Hz. Peygamber dönemi için değil, önceki cin ümmetleri için de sözkonusudur.[114]
Kur’an’da verilen bilgilere dayanılarak
cinlere peygamber gönderildiği noktasında İslâm âlimleri arasında ittifak
bulunmasına rağmen bu peygamberlerin insan veya cin türünden oluşu hususunda
görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre cinlere gönderilen peygamberlerin cin
türünden olması gerekir. Çünkü insan ve cin topluluklarına içlerinden
peygamberler gönderildiğine işaret eden ayet[115]
ile gönderildiği topluluğun meleklerden değil insanlardan oluşması sebebiyle
insan topluluklarına yine kendi türlerinden peygamber gönderildiğini bildiren
ayet[116]
buna delildir. Bu görüşe göre insanın insanla ünsiyet etmesi için nasıl ki,
insanlara kendi türünden olan birisi peygamber olarak gönderildiyse, Allah’ın
hikmeti, cinin peygamberinin onlarla ünsiyet etmesi için cinden olmasını
gerekli kılar.
Alimlerin çoğunluğu ise cinlere kendi
türlerinden peygamber gönderilmediği, insanlara gönderilen peygamberlerin aynı
zamanda cinlerin de peygamberleri olduğu görüşündedir.[117]
Bir başka görüşe göre de cinler arasından uyarıcılar seçilmiş, onlar da
insanlara gönderilen peygamberlerden aldıkları bilgileri cinlere tebliğ etmişlerdir.
[118]
Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli milletlere gönderilen peygamberlerin kendi
içlerinden seçildiği ve kendi dillerini konuştuğu önemle vurgulandığına[119],
“Ey cin ve insan toplulukları! Size içinizden peygamberler gelmedi mi?”[120]
mealindeki ayetin mevcudiyetine bakarak cinlere gönderilen peygamberlerin kendi
türlerinden olduğu tarzındaki görüşü tercih etmek mümkündür.
Hz. Peygamberin cinlere de gönderilmiş bir peygamber
olduğu için “Rasûlu’s-sekaleyn iki topluluğun peygamberi” ünvanını alması ve
özellikle cin suresinde görüldüğü ve cinlerin ağzından “ Ey kavmimiz Allah’ın davetçisine (Muhammed’e) uyun” [121]
ayetinde ifade edildiği üzere, Rasûli Ekrem’in vahyinin cinleri de kapsaması
O’na has bir meziyet olarak kabul edilebilir.
İslâm âlimleri şu ayetlere dayanarak
cinlerin mutlak ğaybı bilemiyecekleri görüşündedirler.[122]
“Ğaybın anahtarları Allah’ın yanındadır.
Onları O ’ndan başkası bilmez. ”[123]
“Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman,
onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere)
yıkılınca anlaşıldı ki, cinler ğaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azab içinde
kalmazlardı.”[124]
“O, (Allah) bütün ğaybı bilir. Ğaybına
kimseyi muttali kılmaz.”[125]
Mutlak ğaybı bilemeyen cinlerin, uzun süre
yaşadıkları ve meleklerden haber sızdırabildikleri için[126],
insanların bilemediği mutlak ğayb kapsamına girmeyen
geçmiş veya hale ait bazı hususlara vakıf olmaları mümkündür.
İslâm âlimlerinin çoğunluğu cinlere ilişkin
çeşitli ayet ve hadisleri yorumlayarak cinlerin insanlar gibi doğan, yiyip
içen, evlenip çoğalan, ölen[127]
ve hatta insanlarla ilişki kurabilen[128]
varlıklar olduğu kanaatındadır. Cinlerin yemek kokularıyla, kemik vb. yemek
artıklarıyla yahut hayvan dışkısıyla beslendiği rivayet edilirse de [129],
kendilerine özgü bir tarzda beslendiklerini söylemek daha uygundur. Kaynaklar
cinlerin insan şeklini alabildikleri gibi hayvanlardan yılan, kedi, köpek ve
inek şekline girebildiklerini, dünyanın çeşitli bölgelerinde özellikle dağlık
yerlerde, harabelerde, denizlerde, çöllerde, çöplüklerde ve mezarlıklarda
yaşadıklarını kaydeder.[130]
İslâm bilginleri “Şeytan ve yandaşları, sizin onları göremeyeceğiniz yerden sizi
görürler”[131]
mealindeki ayete dayanarak cinlerin aslî şekilleriyle görülmesinin mümkün
olmadığı, çünkü Allah’ın, insanların gözünde böyle bir idraki yaratmadığı
kanaatindedirler.[132]
Hadislerde cin bahsinde zikrettiğimiz bir hadisle[133]
ilgili olarak söylediğimiz gibi aslî şekilleriyle görülemeyen cinler eğer
görülebilecek bir yapıya bürünürlerse insanlar onları görebilirler. İmam
Şâfıî’nin yukarıdaki ayete dayanarak, cin gördüğünü söyleyen birine tazir
cezasının uygulanması gerektiğini söylediği[134],
bazı hadisçilerin de böyle bir iddia sahibinin adalet (dürüstlük) sıfatını
kaybettiğine hükmettikleri nakledilir.[135]
Mutezile kelamcıları, lâtîf cisimlerden oluşmaları sebebiyle cinlerin fiilen
görülemeyeceğini, ancak cisimlerinin yoğunluğu arttırılır veya insanların
görme gücü kuvvetlendirilirse görülmelerinin teorik olarak imkansız olmadığını
kabul etmişlerdir.[136]
Ancak onlara göre böyle bir şeyin peygamberlerden sonra vukua gelmesi mümkün
değildir. Mümkün olsaydı peygamberlerin mucizesinin anlamı kalmazdı. Nitekim
Kur’ân-ı Kerim’de Süleyman (aleyhisselâm) kıssasından söz edilirken, insanların
cinleri gördüğü yorumuna götürecek ifadeler[137]
bulunmaktadır.[138]
Hz. Peygamberin okuduğu Kur’ân-ı cinlerin
dinlediği konusunda fikir birliği içerisinde olan İslâm âlimleri, O’nun cinni
görüp görmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir.[139]
İbn Abbâs’a atfedilen bir rivayeti[140]
göz önünde bulunduranlar görmediği; İbn Mes’ûd’a atfedilen bir rivayeti[141]
göz önünde bulunduranlar ise gördüğü kanaatındadırlar. Muhakkik âlimler bu
konuda şu görüşü benimserler: Hz. Peygamberin cinle görüşmesi bir defa olmuşsa,
İbn Mes’ûd rivayeti tercih olunur. Çünkü İbn Abbâs o sırada çok küçüktür, henüz
memeden kesilmemiştir. Olay kendisine anlatılmış, o da rivayet etmiş olabilir.
İbn Mes’ûd olaya bizzat şahittir. Yahut da Hz. Peygamber cinlerle birkaç defa
bir araya gelmiştir. İlkinde Nahle’de onları görmemiş, okuduğu Kur’ân-ı
cinlerin dinlediği vahiyle kendisine bildirilmiştir. [142] Sonraki seferlerde İbn
Mes’ûd’un dediği gibi Hz. Peygamber onları görmüştür.[143]
İbn Abbâs’a atfedilen rivayete vb. dayanarak Hz. Peygamberin cinleri hiç bir
zaman görmediği sonucu çıkarılmamalıdır. Miraçta Rabbini gördüğü bazı
âlimlerce kabul edilen ve en büyük meleklerden biri olan Cebrâîl ile sürekli
görüşen Hz. Peygamberin cinleri ve şeytanları görmüş olması da tabiidir.[144]
Cinlerin insanlarla ilişkileri ve
birbirlerine karşı etkileri hususunda da âlimler arasında görüş birliği yoktur.
Ehli Sünnet âlimlerine göre insanlarla cinlerin birbirlerine tesir etmeleri
mümkündür. Zira Kur’an’da, faiz yiyenlerin kıyamet günü şeytanın çarptığı
kimselerin kalktığı gibi kalkacakları belirtilmiş[145]
bir hadiste de şeytanın insan bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaştığı
bildirilmiştir.[146]
Hz. Peygamberin,
cinlerin insanlar üzerindeki etkilerinden kurtulmak ve onları tesirsiz hale
getirmek için bazı ayetler okunmasını tavsiye etmesi de insanların cinlerin
faaliyetlerine karşı kendilerini savunabilecekleri şeklinde yorumlanmıştır. Ebu’l
Yüsr el-Pezdevı gibi bazı sünnî alimler, cinlerin sadece vesvese vermek sureti
ile insanlara etkili olabileceğini kabul ederler.[147]
Mutezileden Kâdî Abdulcebbâr gibi bazı âlimler sünnî görüşü paylaşırken[148],
büyük bir kısmı da batıla çağırması ve vesvese vermesi dışında inananlar
üzerinde şeytanın hiç bir hâkimiyetinin olmayacağını ifade eden ayetlerden[149]
hareketle cinlerin insanlar üzerindeki etkisini kabul etmemiştir.[150]
Cinlerin ve şeytanın insanları etkilemesine engel
olmak için Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a sığınılması emredilmiş’ [151] Peygamber Efendimizin de bu ve benzeri durumlarda
Felak ve Nâs surelerini okuyarak Allah’a sığındığı[152];
Âyetü’l Kürsî’yi[153],
Bakara suresini!'[154]„
Bakara suresinin son iki ayetini (Amene’r Rasûlü)[155].
Mü'min suresinin ilk üç ayeti ile Âyetü’l Kürsî’yi birlikte okumayı[156] ve
abdest almayı tavsiye ettiği bilinmektedir.[157]
Halk arasında yüz felci rahatsızlığına
maruz kalanları cinlerin çarptığı kanaatinin İlmî ve dinî hiç bir dayanağı
olmadığı gibi, eski kitaplarda sar’a (epilepsi) hastalığına yakalanmış
kişilerin cinlerin tasallutu sebebiyle hastalandığına dair rivayetlerin de[158]
dinî ve ilmî bir dayanağı yoktur. Bu tür bilgi ve rivayetler artık
geçerliliğini kaybetmiş yanlış bilgilerdir. Bilim ve teknolojik gelişmeler
ışığında fızikîbiyolojik birer rahatsızlık olduğu anlaşılan yüz felci ve sar’a
hakkında böyle değerlendirmelerde bulunulmasının sebebi o dönemin zihniyeti ve
olayları maddî alem verileriyle açıklama imkanı bulunamayınca manevî varlıklar
olan cinlerin etkisiyle izah etme eğilimi olabilir.
Cinlerin insanları etkilemesi söz konusu
olduğu gibi, insanların da cinleri etkilemesi söz konusudur. Kur’an’da,
cinlerin gök haberlerini almalarına engel olan şeyi tesbit maksadıyla
gönderdikleri heyetin Kur’an dinleyerek etkilendiklerini söylemeleri[159]
ve hadislerdeki benzeri şeyler[160]
bunun delilidir.
Cinlerle insanların karşılıklı etkileşimi
konusunda çağımızda ortaya çıkan görüşlere göre cinler enerjik yapıları ve
maddeyi etkileme güçleri sebebiyle insanları etkileyip yanıltabilirler.[161]
Bu da beynin zayıf anında ilgili merkeze belirli oranda elektrik verilerek
tahrik edilmesi sonra da hakimiyet sağlanarak cinnin kişiye görünmesi ve
dilediğini yaptırması şeklinde olur [162] İnsan da okuduğu şeylerle
elektromanyetik dalgalar yayarak cinleri etkiler ve onları kullanarak büyü
yapar. Cin istenileni yapmazsa yanar.[163]
Ancak burada çağımızdaki bu tip görüşlerin henüz İlmî bakımdan temellendirilmiş
olmadıklarını söylemek durumundayız.
Cinlerin
insanlar üzerinde etkili olabileceğini benimseyenlerin bir kısmı bunun daha çok
sihir ve büyü faktörlerinde ortaya çıktığını söyleyerek emlerin bu nevi işlerde
kullanılabileceğini ileri sürerler. Manaları anlaşılmayan “havâss” ve ‘'azâmi”[164] türünden bazı metinlerin
okunması yoluyla cinlerden faydalanma girişiminde bulunulmasına hüddâmcılık, bu
işte kullanıldığı söylenen cinlere hüddâm, bu işlerle meşgul olanlara hüddâmlı
(cinci) denilir.[165]
Ancak önde gelen âlimlerin çoğunluğu cinlerin tesirinden kurtulmak ve ona maruz
kalmamak için Kur’an okuma dışında
herhangi bir yola başvurulmasını tasvip etmemişlerdir. Ruh çağırma ise bir cin çağırma işi olarak
kabul edilmiştir. Hüddâmcılık ile ruh çağırma arasındaki fark, ruh çağırmada
cinin hakimiyet kurması hüddâmcılıkta ise insanın cinni kullanması ve etkisi
altına alması şeklinde açıklanmıştır.[166] İslâm dininin ana kaynaklarında bulunmayan
azâim ve havâssa dair bilgiler daha çok Mısır, İran, Türk ve Hind bölgelerinde
yaşayan eski kültürlerden müslümanlara intikal etmiş ve halk arasında yaygın
bir şekilde benimsenen inançlar halini almıştır.[167]
İslâm âlimleri cinlerden kafir olanların
Kur’an ayetlerinden hareketle[168]
Cehennem’de azap göreceğinde ittifak etmelerine rağmen mümin olanlarının
Cennet’le mükafatlandırılmaları konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. “Rabbine karşı durmaktan korkan kimselere
iki cennet vardır.”[169]
ayetini gözönünde bulunduran ve içlerinde İbn Abbâs, Şafiî, Mâlik, İbn Ebî
Leylâ, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed gibi alimlerin de bulunduğu çoğunluğa göre İlahî
buyruklara itaat eden mümin cinler cennete girecektir. Ebû Hanîfe ve Leys b. Sa’d gibi diğer bazı âlimler ise mümin cinlerin
cehennemden kurtulmak suretiyle mükafatlandırılmış olacağı, fakat cennete giremeyeceği[170]
ve nihayet hayvanlar gibi yok edileceği görüşündedirler. Cinlerin, Cennet’in
yakınında veya A’râfda bulunacaklarını söyleyenler de vardır.[171]
Mümin cinlerin Cennet’e girmeyeceğini söyleyen grup, Hz. Peygamberi dinleyip
kavimlerine dönen cinlerin “Allah’ın davetçisi (Muhammed’e) uyun. O’na iman edin
ki, Allah ta sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” [172]
derlerken Cennet’e girmekten söz etmediklerini sadece acı azaptan korunmaktan
söz ettiklerini ileri sürerler. Ayrıca
Cennet’le ilgili olarak Kur’an’da ve hadislerde yer alan birçok nassın cinlere
dair herhangi bir ifade taşımaması bu ikinci görüşü desteklemektedir.
Kelama ve tefsire dair eserlerde, ayrıca
hadis şerhi mahiyetindeki kitaplarda yer yer temas edilen cin konusunda,
müstakil eserler de yazılmıştır, Bunların en meşhuru, Hanefi alimlerden
Bedruddîn eş-Şiblî (öl. 769/1367) nin “Âkâmu’l mercan fi ahkâmi’lcân” adlı
eseridir (Kahire, 1326). “Ahkâmu’l cân” (Beyrût, ts.) ve ’’Garaibu ve
Acâibu’l-cin” (Kahire, 1982) adlarıyla da yayımlanan eser, Muhammed Ferşad
tarafından “Cinlerin Esrarı” adıyla
Türkçeye de çevrilmiştir (İstanbul, 1974), Kitapta cin ve şeytan konularıyla
ilgili ayetlerle hadislerden başka çeşitli rivayetlere de yer verilir. Bazı
zayıf ve uydurma rivayetlerle israiliyyat türünden bilgileri ve artık
geçerliliğini yitirmiş görüşleri de ihtiva eden eser, yüzkırk bab ve bir
hatimeden meydana gelmiştir. Kitapta yer alan başlıca konular şunlardır:
Cinnin varlığı ve bu konudaki ihtilaf, ne
zaman yaratıldıkları, ateşten yaratıldıkları, cisimleri, 'sınıfları, çeşitli
şekillere girebilmeleri, meskenleri, herkesin cinden bir arkadaşının olması,
yiyip içmeleri, aralarında nikahlanmaları ve üremeleri, mükellef olmaları,
cinden peygamber gönderilip gönderilmediği, Hz. Peygamberin peygamberliğinin
cinleri de kapsadığı, Hz. Peygamberden Kur’ân dinledikleri ve O’nunla
görüşmeleri, Ahiretteki durumları, cinnin arkasında namaz kılmanın hükmü,
cinlerle cemaat oluşturulup oluşturulamayacağı, cinni öldüren insanın durumu,
cinnin insanla nikahlanması, çift cinsiyetlilerin cinlerin çocukları olduğu,
cinnin hadis rivayet etmek, insana tıp öğretmesi, insandan korkması, insanın
cinni kullanması, Kur’ân-ın cinni etkilemesi, cinnin sar’alı kişinin bedenine
girmesi, Ammâr b, Yâsir’le boğuşması, ceylanların yürüyen cinler olduğu, insin
cinne tapması, İblis meleklerden midir?, İblis’in, ateşten yaratıldığım ileri
sürerek Adem’den daha hayırlı olduğunu iddia etmesindeki hatası, vesvesenin
mahiyeti, hangi kötü amellerin İblis’e daha sevimli geldiği, onun cemaate
muhalefet edenle beraber olduğu, tahtının deniz üstünde bulunduğu vb.
Şiblî’nin bu eserinden başka Ebû Hilâl
el-Kûfî’nin “Ahbâru’lcin”[173];
Şa’rânî’nin “Keşfu’lhicâb ve’rrân an vechi es’ileti’l-cân”[174];
selefi bir anlayışla kaleme ' alınmış olan Ömer Süleyman el-Eşkar’ın “Âlemü’l-cin
ve’şşeyâtîn” (Beyrût, 1985); Abdulkerim Ubeydat’m “Âlemü’l-cin fî dav’i’lkitâb
ve’ssünne” (Riyad, 1985); Ahmed Hulusi’nin “Din-Bilim Işığında Ruh İnsan Cin”
(İstanbul, 1992, 9. bs.); Süleyman Ateş’in “İnsan ve İnsanüstü, Ruh Melek Cin
İnsan” (İstanbul, 1985); Lutfullah Cebeci’nin “Kur’ân-ı Kerim’e Göre
Cin-Şeytan” (Konya, 1989) adlı kitapları da bu konuda yazılmış eserler arasında
sayılabilir.
Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Beyrût, ts.
Ahmed Hulusi, Din-Bilim Işığında Ruh İnsan Cin, İst. 1985.
Ahmed Muhammed Şâkir, Cin, Dâiratü’l maârifı’l islâmiyye, Beyrût, ts.
Ahmed Naim Kamil Miras, Sahîhi Buhârî Muhtasarı Tecrîdi Sarîh Tercemesi,
Ankara, 19601973.
Ahmet Saim Kılavuz, Cân, DİA, İst. 1993.
Anahatlarıyla İslâm Akaidi ve Kelama Giriş, İst 1987.
Alî el Bûlâkî, Ta ’kîbât alâ ba 'zı mâ yunşeru ve yuzâu, Mecelletü’l Ezher,
IIL, Sayı:7, Kahire, 1976.
Aliyyü’lKârî, Şerhu ’l fıkhı ’lekber, Kahire, 1375/1956. Asım Efendi, Kâmûs
Tercemesi, İst. 1305.
Bâcûrî, Tuhfetü ’lmürîd alâ cevhereti ’t tevhîd, Beyrût, 1403/1983.
Bağdâdî, Usûlu ’ddîn, İst. 1346/1928.
Bağdatlı İsmail Paşa, îzâhu ’l meknım, İst. 1971.
Buhârî, el Câmiu ’ssahîh, İst. 1979.
Dârimî, es Sünen, Beyrût, ts.
Demîrî, Hayâtü'l hayevân, Kahire, 13891390/19691970.
Ebû Dâvûd, esSünen, Beyrût, ts.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İst. i 936-1939.
Emin Işık, Cin Suresi, DİA, İst. 1993.
Eş’arî, Makâlâtü ’l islâmiyyîn, İst. 1929-1930.
Fârâbî, Mesâilu müteferrika (elMecmû’ içinde), Mısır;
1325/1907.
Gazzâlî, el Madnûnu ’l kebîr, Kahire, 1309.
Harpûtî, Tenkîhu’l kelâm fi akaidi ehli’l islâm, İst.1330.
Hanry Lammans, Ferâidü’lluğa, Beyrût, 1889.
İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İst.19821983.
İbn Manzûr, Lisânu ’larab, Beyrût, ts. ibn Sînâ, Risâletü 'l-hudûd (Tis’u
resâil ff 1hikme ve’ttabîiyyât içinde), Mısır, 1326/1908.
İbn Teymiyye, Mecmûu 'lfetâvâ, Riyad, 1381.
Katip Çelebi, Keş/ü 'zzunûn, İst. 1971.
Kazvînî, Acâibu ’l mahlûkât ve ğarâibu 'l mevcûdâi (Demîrî’nin Hayâtu’l
hayevân’s içinde), Kahire, 1390/1970.
Muhammed Fuâd Abdulbâkî, el Mu cemu’l müfehres li elfâzi 'lkur 'âni
'¡kerîm, Beyrût, 1952.
M. Hans Ayberg, Arzdan Arşa Sonsuzluk Kulesi, İst. 1987.
M. Süreyya Şahin, Cin, DİA, İst. 1993.
Müslim, elCâmiu ’s-sahîh, Mısır, 13741375/19551956.
Pezdevî, Usûlü ’ddîn (Ehli Sünnet Akaidi, trc.
Şerafettin Gölcük), İst. 1980 Râğıb elIsfahânî, el-Müfredât fi ğarîhi ’l
kur ’ân, Mısır, 1970.
Râzî, Mefâtîhu ’lğayb, Kahire, ts.
Reşîd Rızâ, Tefsîru’lmenâr, Kahire, 19591960.
Sâbûnî, el-Bidâye fi usûli’ddîn (Maturidiyye Akaidi, trc. Bekir Topaloğlu),
Ankara, 1979.
Sadettin Evrin, Çağımızın Kur'an Bilgisi, Ankara, 1973. Süleyman Ateş,
İnsan ve İnsanüstü Ruh Melek Cin İnsan, İst. 1985.
Süleyman Uludağ, Azâim, DİA, İst. 1991.
Şiblî, Ğarâibu ve Acâibu ’l-cin (Âkâmu’l mercan li ahkâmi’l cân), Kahire,
1982.
Teftâzânî, Şerhu ’1akâid (İslâm Akaidi, hzr. Süleyman Uludağ), İst. 1980.
Şerhu ’lmakâsıd, Beyrût, 1989.
Tehânevî, Keşşaftı ıstılâhâti ’l fünûn, Beyrût, ts.
Tirmizî, es-Sünen, Kahire, 1381/1962.
Türk Ansiklopedisi, Cin, Ankara, 1963.
W. M. Macdonald, Cin, İA, İst. 1963.
W. M. Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi (trc. Mehmet S: Aydın), Ankara,
1982.
Yahyâ Hâşim, Mevkıfu ’l müslim min müşkilâti ’l-cin, Mecelletü’lEzher, İL,
Sayı:6, Kahire, 1977.
Zebîdî, Tâcu’larûs, Beyrût, ts.
Zemahşerî, el-Keşşâf Beyrût, ts.
Kaynak: İSLÂM İNANCINDA CİN, Prof. Dr. A.
Saim KILAVUZ , [U.Ü. İlâhiyat Fak. Öğ. Üyesi] 1994
[1] Cin kelimesinin sözlük ve terim anlamı için bkz. Râğıb el-
Isfahanı, el-Müfredât, s. 138-139; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, XIII, 92-95; Asım
Efendi, Kâmûs Tercemesi, IV, 581; Zebîdî, Tâcu’l-arûs, IX, 165.
[2] Bu
kelime bazı ayetlerde geçmektedir. Bkz. Hûd 11 /119; es-Secde 32/13; en-Nâs
114/6.
[4] Bkz. Kazvînî, Acâibu’l-mahlûkât,
II. 236-2.37; Demiri, Hayâtu’l- hayevân, I, 555-558; II, 32-37,130-134.
[7] Ahmed Muhammed Şakir, İslâm Ansiklopedisinin Arapça tercemesi
olan Dâiratü'l-maârifi’l-islâmiyye'nin “cin” maddesine yazdığı bir dipnotta,
cin kelimesinin Latince “genius” kelimesinden alınmış olduğu görüşünün delili
olmadığı gibi bir araştırmaya dayanmadığım söyler. Bkz. Dâiratü’l-maârif, VII,
m.
[8] 1 nolu dipnottaki kaynaklara ek olarak bkz.Şiblî, Garâibu ve
Acâibu’l-cin, s. 19; Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, VII, 5382- 5384.
[23] Teftâzânî, Şerluı’l-akâid
(İslâm Akaidi, hzr. Süleyman Uludağ), s. 305; Alımed Muhammed Şakir, Age, VII,
111.
[24] Bkz. Bağdâdî, Age, s.297;
İbıı Manzur. Age, XIII, 98; Zebıdî, Age, IX, 165; Ahmed Muhammed Şakir, Age,
VII, 111. Mutezile kelamcısı ve müfessir Zemahşerî, ilgili ayetteki istisnanın
muttasıl bir istisna olduğunu söylemekle beraber munkatı istisna sayılmasının
da caiz olduğunu belirtir. Bkz. el- Keşşâf, 1,273.
[33] Bu görüşler için bkz. Alî
cl-Bûlâkî, Ta’kîbât ala ba’zı mâyunşeru ve yuzâu, Mecelletu’ 1-Ezher, EL, sayı
7, s. 1039. Zemahşerî, ayetteki cinne kelimesi ile meleklerin kastedildiğini,
meleklerle cinlerin aynı cinsten varlıklar olduğunu söyler. Çünkü genel
anlamıyla cin kelimesi melek, cin ve şeytanı kapsamına almakta ve görünmez
varlık anlamını ifade etmektedir. Bkz. el- Keşşâf, IH, 355.
[37] Msl. el-En’âm 6/112,128;
el-A’râf 7/38,179; Hûd 11/119; el-lsrâ 17/88; es-Secde 32/13; Fussılet
41/25,29; el-Ahkâf 46/18; ez- Zâriyât 51/56; er-Rahmân 55/33,39,56,74; el-Cin
72/5; en-Nâs 114/6.
[42] Sebe’
34/41.
[74] el-Cin 72/1-2.İlgili
kıssa için bkz. Buhârî, Ezân, 105; Tefsir, Sûre: 72/1-2; Müslim, Salât, 149.
[79] Bkz
Râzî, Age; I, 79; XXX, 148E; Tehânevî, Keşşâfu ıstılâhâti’l-fünûn, 1, 261-262.
[80] Fârâbî,
Mesâilu müteferrika (el-Mecmu içinde), s. 90-91
[81] el-Cin
72/1.
[82]
el-A’râf 7/14-15
[83]
Fârâbî.. Age. s. 91.
[85] el-Hıcr
15/38; Sâd 38/81.
[98] İbn
Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), II, 1096.
[103] Bkz. Harpûtî,
Tenkîhıı’l-kelâm, s. 147-148; A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akaidi ve
Kelama Giriş, s. 237-238.
[104]
es-Sâffât 37/8-10.
[108] Reşîd
Rızâ, Tefsîra’l-Menâr, III, 96; VTI, 319; VII, 364.
[110] Râzî, Age, XXVm, 232 vd.;
XXX, 153; İbn Teymiyye, Age, IV, 233-234;Şiblî, Age, s. 49; Demîrî, Age, I,
292.
[117] Her iki görüş için bkz.
Râzî, Age, XHI, 195; İbn Teymiye, Age, IV, 234;Şiblî, Age, s. 50; Demîrî, Age,
I, 301; Tehânevî, Age, I, 265.
[123]
el-En’âm 6/59
[127] Râzî,
Age, I, 83;Şiblî, Age, s. 43 vd., 48.
[128] Şiblî,
Age, s. 85 vdd., 95. Cinlerin insanlarla ilişki kurması vb. konulan hayal; bu
konularda fikir yürütmeyi sınırı aşmak kabul eden alimler de vardır. Bkz. Ahmed
Muhammed Şakir, Age,
[129] Şiblî,
Age, s. 43 vdd.
[130] Şiblî,
Age, s. 31-32, 36-39; Demîrî, Age, I, 293-295
[131]
el-A’râf'7/27.
[150] Cinlerin insanları
etkilemesi konusundaki görüşler için bkz. Eşari, Makâlâtu'l-islâmiyyîn, II,
434- 4.35; Râzî, Age, 1, 82-83, îbn Teymiyye, Age, XXIV, 276-277, Yahya Hâşim,
Mevkıiu’l- müslim min nıüşkilâü’l-cınn, Mecelletü’l-Ezher, İL, sayı: 6,
1068-1069.
[151]
el-A’râf 7/200; Fussilet 41/36.
[153] Buharı, Vekâle, 10;
Fedâilu’l-Kur’ân, 10; Tinnizî, l’edâilu'l- Kıır’ân, 2; Dârimî,
Fedâilu’l-Kur’ân, 14.
[161] M. Hans
Ayberg, Age, II, 69
[164] Cinlere
ve şeytanlara tesir edip onları itaat altına alma yollarını konu edinen ilme ılmu’l-azâim adı verilmiştir. Bkz.
Süleyman Uludağ, Azaim, DİA, IV, 299-300.
[165] Bkz.
Türk Ansiklopedisi, Cin. XI, 10.
[166] Bkz,
Süleyman Uludağ, Ag. Madde.
[170] Her iki görüş için bkz.
Râzî, Age, XXVIII, 33; İbn Teymiyye, Age, IV, 233-234; IX, 306-307; Demîrî,
Age, I, 289; Aliyyü’l- kârî, Şerhu’l-fıkhı’l-ekber, s. 132.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar