Print Friendly and PDF

İSLÂM İNANCINDA CİN




Hzl: A. Saim KILAVUZ
İnsanlar tarih boyunca Tanrı dışında görül­meyen, olağanüstü başka varlıklara da inanmışlar, çeşitli devirlerde ve coğrafi bölgelerde bu varlıkların iyilerine ve kötülerine değişik isimler vermişlerdir. Bu varlıklar bazen tanrılaştırılmış veya ikinci dereceden tanrısal varlıklar olarak görülmüş, bazen da İnsanî özellik ve nitelikler içinde düşünülmüştür. Hatta Hıristiyanlık ve Yahudilikte bile birbirine karıştırılmıştır. İslâm dininde Allah, melek, şeytan, cin ve peygamberin nitelikleri ve konumlan tam olarak belirlenmiş olduğundan bir karışıklığa meydan verilmemiştir. Ancak zaman içeri­sinde müslümanların Kitap ve sahîh sünnetteki bilgilere dört elle sarılmak yerine, yabancı kültürlerden İslâm toplumuna intikal etmiş bulunan yanlış bilgilerle bil­gilendikleri, çoğu hurafe olan bu tip yanlış bilgi ve ka­naatlerin, Kur’ân-ı Kerim ve sahîh sünnetin ortaya koy­duğu esasların yerine geçirildiği görülmüştür. Bu durum günümüzde de devam etmektedir. Bir grup insan pozitif bilim adına cinleri inkar ederken, bunun tam karşısında yer alan bir başka grup da ki bunların bir bölümünün dini hayatla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Maddeden ve modern hayattan bunaldıkları için bu tip manevî şeylere eğilim göstermektedirler cinlere olduğundan fazla değer ve önem atfetmekte, dinin yasak saydığı alana girmekte­dir. Biz bu çalışmamızla Kur’ân-ı Kerim ve sahîh hadis­lerin ışığı altında cinleri incelemeye, ifrat ve tefritten uzak ve eleştirel bir yaklaşımla, bu konuda fikir beyan edenlerin görüşlerini değerlendirmeye çalışacağız. Başarı Allah’tandır.
Kaplıkaya, 1994
A.
Saim KILAVUZ

Arapça bir kelime olan cin, sözlükte örtmek, örtünmek, gizli kalmak ve gölgelemek anlamındaki cenn kökünden türeyen bir isim olup, tekili olan cinnî, “örtülü ve gizli şey” manasına gelir. Terim olarak, ‘"duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bu­lunan, İlahî emirlere uymakla yükümlü tutulan ve mümin ile kafir gruplarından oluşan, lâtîf, ruhanî manevî varlık türü” anlamına gelir[1]. Cin topluluğuna “cinne” denilir.[2] Aynı kökten türetilmiş olan ve kendisini örten, duyulardan gizlenen anlamındaki “can” kelimesi, cinlerin atası ve cin anlamında kullanılmıştır[3]. Gül, ifrît ve si’lât adıyla bilinen varlıklar cinlerin çeşitli türlerini oluştururlar[4]. Eski Araplarda, aşağılık veya çok hareketli cin yahut insanla cin arası yaratık, “Hin” kelimesiyle ifade edilmiştir[5]. Bu kelime Türkçeye de geçmiş olup, muzip, açıkgöz, uyanık ve cin fikirli kişi için “Hin oğlu hin” denilir. Farsçada cin karşılığında peri ve dîv (dev) kelimeleri kullanılır.
Bazı Şarkiyatçılar, İncillerde ve diğer eski ki­taplarda geçtiğini göz önünde bulundurarak, cin ke­limesinin Latince kökenli “genie” veya “genius” kelime­lerinden alınarak Arapçaya intikal ettiğini ve gizlenmek anlamına gelen “ictinan” kelimesinden türetilmesinin uzak bir ihtimal olduğunu ileri sürmüşlerdir[6]. Hâlbuki lügatler başta olmak üzere İslâmî kaynakların tamamı ve müslüman araştırıcılar bu kelimenin Arapça asıllı olduğunda görüş birliği içindedirler[7]. Nitekim Araplar “karanlığı ile herhangi bir şeyi örttü ve gizledi” veya “hava karardı” anlamında “cenne aleyhi’l-leyl” veya “cenne’l-leyl” derler. Cinler de gözle görülemeyen, duyulardan gizlenmiş varlıklar olduğu için bu ismi almıştır. Ayrıca Arapçada delilik ve deli anlamlarına ge­len cinnet ve mecnûn kelimelerinde de aynı kökte bulu­nan göze görünmezlik ve örtme anlamlarıyla ilgi vardır. Çünkü delinin aklı cinnet hali ile sanki perdelenmiş gibi olmaktadır. Ağaçlarıyla altındakileri gölgeleyen ve örten bahçeye cennet, kişiyi koruyan kalkana micenne veya cünne, ana rahmindeki gözle görülmeyen çocuğa cenîn, bedenin içindeki. kalbe cenân denilmesi de[8] cin kelimesinin Arapça kökenli olduğu görüşünü desteklemektedir. Nitekim W. M. Watt’ın da dediği gibi cin ke­limesi Binbir Gece masallarının İngilizce tercemesinde “genie” olarak kullanılmış ve bu şekliyle İngilizceye girmiş olmalıdır. Çünkü cin denilen ruhanî varlıklara inanma eski Arap kozmolojisinin bir parçasıdır[9].
Cin kelimesinin biri genel diğeri özel olmak üze­re iki anlamı vardır. Genel5 anlamına göre insan türünün karşıtı olan görünmez varlıklara cin denilir. Buna göre melekler ve şeytanlar da cin sözünün kapsamına girerler.
Ancak bu durumda melekler ile cinler arasında özellik ve genellik sözkonusudur. Görülmeyen varlık anlamında her melek cindir fakat her cin melek değildir. Özel anlamda ise görünmez manevî varlıkların bir kısmına cin denilir. Çünkü görünmez varlıklar:
a.                 Hayırlı olan, Allah’ın emrinden çıkmayan ve insana iyi şeyler ilham eden melekler,
b.                İnsanı aldatan şerre yönelten şeytanlar,
c.                 Hem hayırlıları hem de şerlileri bulunan cinler olmak üzere üç gruba ayrılmaktadır.[10]
Bununla bir­likte gözlerle görülemedikleri için meleklerin de cinden sayılması fikri bu konuda çeşitli karışıklıklara sebep olduğu için meleklere mutlak olarak cin demek yerine, onların cinlerden ayrı bir tür olduğunu belirterek cin ke­limesinin insan ve melek dışındaki üçüncü bir varlık türünün adı olarak kullanılması, böylelikle meleklerin özel anlamdaki cin kavramıyla karıştırılmaması gere­kir.[11] Çünkü Kur’ân-ı Kerimde Cenabı Hakkın kıyamet günü inkarcıları toplayacağı, sonra meleklere hitaben “bunlar mı size tapıyordu?” diye soracağı, meleklerin “hâşâ, bizim dostumuz onlar değil, sensin. Onlar bize değil cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inanıyorlardı.” diye cevap vereceği bildirilmekte [12], meleklerin cin ol­madığı açıkça ortaya konulmaktadır. Yine Kur’ân-ı Kerimde cinlerin haber dinlemek için göğü yokladıkları sonra bundan men olundukları ifade edilir.[13] Meleklerin ise kulak vererek haber çalmak gibi bir şeye ihtiyaçları yoktur. Onlar Allah neyi emrederse onu yapan varlıklardır. Ayrıca meleklerin nurdan, cinlerin ateşten yaratıldığı [14]; meleklerin masum olup cinlerin günah işledikleri; melekler yemez içmez [15], erkeklik ve dişilikle nitelenmezken [16], cinlerin yiyip içtikleri [17], erkeklik ve dişilikle nitelendikleri [18] ve meşhur görüşe göre İblisin zürriyetinden oldukları [19] gözönünde bulundurulursa meleklerle cinlerin ayrı varlıklar olması sözkonusudur. Yeri gelmişken belirtelim ki, İblis, isyan ederek Rabbinin buyruğu dışına çıkmış inkarcı cinlerdendir. “Hani biz meleklere: Adem’e secde edin, demiştik. İblis hariç ol­mak üzere onlar hemen secde eltiler. İblis cinlerdendi. Rabbinin emrinden dışarı çıktı.”[20] ayeti onun cinlerden olduğunu açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Gerçi “Hani biz meleklere secde edin demiştik. İblis hariç hepsi secde ettiler. O yüz çevirdi ve büyüklük tasladı böylece kafirlerden oldu.”[21] ayetinde İblisin meleklerle birlikte zikredilmesinden hareketle onu meleklerden sayma eğiliminde olanlar varsa da [22] durum böyle değildir. Çünkü bir önceki ayet İblis’in cinlerden olduğunu kesin bir biçimde ifade etmektedir. Ayette İblisin meleklerle birarada zikredilmesinin sebebi, onun Allaha ibadet ederek derecesini yükseltmiş ve manen melek seviyesine çıkmış olmasıdır. Allah Taâlâ tağlîb (çoğunlu-dikkate alma) kuralı gereğince, çoğunluğu melekler teşkil ettiği için bu şekilde emretmiştir.[23] Ayrıca İblis meleklerden istisna edilirken, istisna edilen varlığın ( müstesna = İblis), kendisinden istisna edilen (müstesna minh=melekler)den ayrı bir cins olması yani istisnanın “istisna-ı munkatı”’kabul edilmesi Arapça kurala göre caiz ve mümkün görülmüştür.[24] Ayrıca İblis günah işlerken, meleklerin günah işlemedikleri, Allah’ın emrini yerine getirdikleri [25], meleklerde üreme sözkonusu değilken, İblisin zürriyetinin olması[26] hususu da İblisin melek olmadığını göstermektedir.
KUR’ÂN-I KERİM’DE CİN
Kur’ân-ı Kerim’de cinni ifade etmek için cân, cin ve cinne kelimeleri kullanılmıştır. Cân kelimesi iki yerde yılan[27], beş yerde de cin anlamını ifade eder.[28] Kur’ân-ı Kerim’de on defa zikredilmiş olan cinne beş yerde cünûn (delilik) anlamında kullanılırken[29], üç yerde cin topluluğu anlamında kullanılır.[30] “Allah ile cinler arasında da bir soy birliği uydurdular. Andolsun cinler de kendilerinin hesap yerine götürüleceklerini bilirler.”[31] ayetinde iki defa geçen cinne kelimesinin melekleri mi yoksa cinleri mi ifade ettiği konusunda ihtilaf edilmiştir. Müşriklerin, melekleri Allah’ın kızları kabul etmesini[32] bu sebeple Allah ile melekler arasında nesep uydurmalarını göz önünde bulunduranlar anılan ayetteki cinne ile meleklerin kastedildiği görüşündedirler. Diğer bir grup ise, aynı müşriklerin meleklerin analarının cinden şerefli kadınlar olduğunu söylediklerini, böylelikle bu cinlerle Allah arasında bir nesep uydurduklarını göz önüne alarak ayetteki cinne kelimesinin melekleri değil cinleri ifade ettiği görüşündedir.[33]
Cin kelimesi Kur’ân-ı Kerim’de yirmi iki defa geçer.[34] Bunların hepsinde de melek ve insan olmayan üçüncü bir cins varlık kastedilir. Şeytan ise Kur’an’da seksen sekiz yerde geçmektedir. Bunlardan birinde ins şeytanı anlamında kullanılır.[35] Bir yerde ins ve cin şey­tanları birlikte zikredilir.[36] Seksen altı yerde şeytan ile cin şeytanı kastedilir. Kur’an’da ins ve cin genellikle birbirinin karşıtı olarak birlikte zikredilmiştir.[37]
Kur’ân-ı Kerim’de verilen bilgilere göre, cinnin atası veya cin demek olan cân, insanın yaratılışından önce, insana görünmeyen, gözeneklerden nüfuz ederek zehirleyen ve yakan ateşten (nârı semûm)[38] veya herşeye karışabilen, nüfuz gücüne sahip saf ateşten (mâric)[39] yaratılmıştır. Yine Kur’ân-ı Kerim, kafirlerin cinleri Al­laha ortak koştuklarım, körükörüne O’na oğullar ve kızlar uydurduklarını[40], Allah ile cinler arasında bir soy bağı icad ettiklerini[41], cinlere taptıklarını ve inandıklarını[42], halbuki insanların ve cinlerin ancak Allah’a kulluk için yaratıldığını[43], her iki gruba da Allah’ın ayetlerini anlatan ve kıyamet günü konusunda uyaran peygamber­ler gönderildiğini[44], fakat bazı cinlerin ve insanların diğerlerini saptırdığını bildirerek[45], Cehennem için birçok cin ve insan yaratıldığım[46], Cehennem’in tamamen cin ve insanlarla doldurulacağını ifade eder[47].
Kur’ân-ı Kerim’den edinilen bilgilere göre, Kur’ân-ın bir benzerini ortaya koymak için insanlarla cinler birbirlerine yardımcı olarak bir araya gelseler bile bunu başaramayacaklar[48]; Allah’ın verdiği güç olmadan hiç bir cin ve insan topluluğu, göklerin ve yerin çevresini aşıp geçemeyecektir[49]. Cennette de hiç bir insan ve cin tarafından dokunulmamış eşler bulunacaktır[50].
Hz. Süleyman’ın, cinlerden, insanlardan ve kuşlardan oluşan bir ordusu bulunduğu[51], cinlerin onun buyruğu altına verildiği, onun için mabetler, heykeller, büyük havuzlara benzer çanaklar ve taşınması güç kazanlar yapmak gibi ağır ve meşakkatli işlerde kul­lanıldığı[52] Kur’an’da haber verilmektedir. Hz. Süleyman, Sebe melikesinin tahtını getirmek istediğinde cinden bir ifritin o henüz yerinden kalkmadan tahtı getireceğini ve bu güce sahip olduğunu söylemesi[53] cinlerin büyük bir güç ve sürate sahip olduğunu, çeşitli şekillere girebilecek ve ağır işleri görebilecek şekilde yaratıldıklarını göster­mektedir. Ayrıca Kur’an’da, Hz. Peygamber Kur’an okurken cinlerin kendisini dinlediği[54] bildirilmekte, onun “İnsanlardan ve cinlerden Allah’a sığınırım” demesi emredilmektedir[55]. Allah’ın buyruğuna karşı gelerek küfre düşmüş cinler olan şeytanlardan, Cenabı Hakk’ın gökte var edip süslediği burçları koruduğu fakat haber çalmak isteyen olursa da parlayan bir ateşin (şihab) onu kovaladığı[56], şeytanların yüce âlemi asla dinleyemeyecekleri, her taraftan kovularak atılacakları, hele bir söz kapan olursa delici bir alevin onun peşine düşeceği[57] Kur’an’da bi dirilen hususlar arasındadır.
Anılan ayetlerden başka Kur’ân-ı Kerim’de cin­lerden bahseden müstakil bir sure de vardır. Hicretten üç yıl önce Mekke’de indirilen ve Cin suresi adıyla bilinen sure yirmi sekiz ayetten müteşekkildir. Kur’an’nın yetmiş ikinci suresi olan bu surede, Kur’an dinleyen ve onun üstün belâğatı ile yüce gerçeklerinden etkilenip imana gelen cinlerin ilahı vahye duydukları hayranlık dile getirilirken vahyin etkili gücü ve çarpıcı özelliği ortaya konulmakta, Kur’an ayetlerinin ihtiva ettiği iman gerçeklerinin cinleri bile etkileyip yola getirdiği gözler önüne serilmektedir.[58] Aşağıda mealini verirken görüle­ceği gibi surenin muhtevası, Allah’ın birliği, yüceliği, gizli-açık her şeyi hakkıyla bildiği, cinler hakkında abartılmış bilgi ve inançların yanlışlığı ve asılsızlığı, Kur’an vahyinin cinler üzerindeki etkisi ve ahiret hayatının kesin olduğu gibi hususlardır.
Bismillahirrahmanirrahim
Rahman ve Rahim Olan Allahın Adıyla
1,2.     (Rasûlüm) de ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur’an’ı) dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyolundu: “Gerçekten biz, doğra yola ileten harikulade güzel bir Kur’an dinledik te ona iman ettik. Artık kimseyi asla Rabbimize ortak koşmayacağız.
3.       Gerçek şu ki, Rabbimizin şanı çok yücedir, O, ne eş ne de çocuk edinmiştir.
4.       Doğrusu bizim sefih (ve beyinsiz) olanımız, Allah hakkında saçma şeyler söylüyormuş.
5.       Hâlbuki biz, gerek insanlar gerekse cinler Allah hakkında asla yalan söylemezler sanmıştık.
6.       Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığmıyorlar da, onların taşkınlıklarını artırıyorlardı.
7.       Onlar da sizin sandığınız gibi, Alalım hiç kimseyi tekrar diriltmeyeceğini sanmışlardı,
8.       Doğrusu biz (cinler) , göğü yokladık, fakat onu sert bekçilerle, alev hüzmeleriyle (şihab) doldurulmuş bulduk.
9.       Halbuki (daha önce) biz ' onun bazı kısımlarında (haber) dinlemek için oturacak yerler (bulup) otururduk. Fakat şimdi kim dinlemek isterse, kendisini gözetleyen bir alev hüzmesi (şihab) buluyor.
10.      Bilmiyoruz, yeryüzündekilere kötülük mü murad edildi, yoksa Rabbleri onlara bir hayır mı diledi?
II.       Gerçekten bizlerden salih olanlar da var olmayanlar da. Türlü türlü yollara ayrılmışız.
12.      Artık şu gerçeği kesinlikle anladık ki, biz yeryüzünde bulunsak ta Allahı aciz bırakamayacağız, başka yere kaçmakla da elinden kurtulamayacağız.
13.      Doğrusu biz o hidayet rehberi (Kur’ân-ı) işitince ona iman ettik. Kim Rabbine iman ederse, artık ne ecrinin eksikliğe uğratılmasından ne de haksızlık edilmesinden korkar.
14.      İçimizde Allaha teslimiyet gösteren (müslim)ler de var, hak yoldan sapanlar da var. Teslimiyet gösteren kimseler, doğru yolu arayanlardır.
15.      Hak yoldan sapanlara gelince, onlar cehenneme odun olmuşlardır.”
(Allah Taâlâ cinlerin bu sözlerini Hz. Peygambere vahyedip haber verdikten sonra şöyle buyurmaktadır)
16,17. Şayet doğru yolda gitselerdi, bu hususta kendilerini denememiz için onlara bol su verirdik. Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Rabbin ) onu gitgide artan çetin bir azaba uğratır.
18.      Mescitler şüphesiz Allah’ındır. O halde Allah ile birlikte başkasına dua etmeyin.
19.      Allah’ın kulu, O’na yalvarmaya (namaza) kalkınca, neredeyse onun etrafında keçe gibi birbirlerine geçeceklerdi.
20.      (Rasûlüm ) de ki: Ben ancak Rabbime yalvarırım ve O’na kimseyi ortak koşmam.
21.      De ki: Doğrusu ben (kendiliğimden ) size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.
22.      De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allaha karşı beni kimse himaye edemez. O’ndan başka sığınacak varlık ta bulamam.
23.      (Benim yaptığım) ancak Allah katından olanı, O’nun gönderdiklerini tebliğdir. Artık kim Allah ve Rasûlüne isyan ederse, muhakkak ki, ona içinde ebedi kalacakları cehennem ateşi vardır.
24.      Sonunda tehdit edilip durdukları şeyi gördükleri zaman, yardımcısı en zayıf, sayıca en az olan kimmiş, bileceklerdir.
25.      De ki: Tehdit edilegeldiğiniz şey yakın mıdır? Yoksa Rabbim onun için uzun bir süre mi koyar, ben bilmem.
26.      O, bütün ğaybı bilir, gaybına kimseyi muttali kılmaz.
27.      Ancak (bildirmeyi ) dilediği peygamber bunun dışındadır. Çünkü O, bunun önünden ve ardından gözcüler salar.
28. Ki böylece onların, Rablerinin gönderdiklerini hakkıyla tebliğ ettiklerini bilsin. Allah onların nezdinde olup bitenleri çepeçevre kuşatmış ve herşeyi bir bir saymıştır.
Yukarıdaki mealde görüldüğü gibi surenin ilk yarısını teşkil eden ilk onbeş ayetteki cinlerin diliyle ifade edilmiş olan dinî gerçekler, ikinci yarısında (16-28. ayet­ler) ya doğrudan ilahî ifadeler şeklinde veya Hz. Pey­gambere söyletilmek suretiyle tekrar dile getirilir. İlk bakışta aynı şeyleri tekrar eder nitel ilete görünen bu ikinci grup ayetin surede yer alışı, vahiy bilgisinin cinlerin elde ettikleri de dahil-her türlü bilgi ve habere üstünlüğünü vurgulama ve sıradan bir bilgi olmadığını belirtme hikmetine bağlı olmalıdır. Nitekim ilk çağlardan beri cinler­den bilgi toplamak peşinde koşanlar ve bu uğurda ömür tüketenler, bütün insanlığın değil bir tek insanın hidaye­tine yetecek kadar bilgi birikimi elde edememişlerdir.
Ortaya koydukları bazı bilgi kırıntıları ise son derece çelişkili ve tutarsız şeylerden ibarettir.[59]
Cinler, duyu organlarıyla algılanamayan manevî varlıklardır. Melek inancında olduğu gibi onlar hakkında tek bilgi kaynağı vahiydir. Bu sebeple kelam âlimlerine göre cinlerin varlığı sadece vahiy yoluyla bilinip isbat edilebilir. Hiçbir etki altında kalmadan düşünebilen in­san aklı da cinlerin varlığım imkansız görmez.. Bunun içindir ki, varlıkları tartışma götürmeyecek tarzda Kur’an’la sabit olduğundan cinlerin varlığını inkar eden­lerin küfrüne hükmedilir. Kur’ân-ı Kerim’de cinlerle il­gili ayetleri ve muhtevasını inkar da aynı hükmün kap­samında düşünülür. Çünkü böyle bir şey tevatüren sabit dinî bir akideyi inkâr anlamına gelmektedir. Ancak cin­lerle ilgili hadisler tevatür derecesine ulaşamamış meşhur veya âhâd haberlerdir. Bunların muhtevasını inkar eden ise kafir sayılmaz.
Hadislerde de cinlerle ilgili bazı bilgiler bulun­maktadır. Bu hadislerden birinde meleklerin nurdan, cin­lerin herşeye karışabilen nüfuz gücüne sahip saf ateş (mâric) ten yaratıldığı belirtilir.[60] Bazı hadislerde her insanla birlikte cin veya şeytandan bir arkadaşının bulun­duğu bildirilmiş[61], Hz. Peygambere “Senin de mi ey Al­lah Elçisi?” diye sorulması üzerine
“Evet, ancak Allah ona karşı bana yardım etti de ben onun şerrinden emin oldum.” veya “o müslüman oldu da bana hayırdan başka bir şey emretmiyor.” ce­vabını vermiştir.[62] Hadiste geçen cinlerin, Kur’ân-ı Kerim’de cin şeytanları olarak kendilerinden söz edilen[63] kötü cinler olması muhtemeldir.
Bir kısım hadislerde de cinlerin yiyip içtikleri azıklarının kemik ve tezek artığı olduğu, bu sebeple ke­mik ve tezek artığı ile istinca edilmemesi gerektiği[64]; Kur’an okumanın cinlere karşı etkili olduğu, onların se­madan haber çalmalarını engellediği haber verilmekte­dir.[65] Rasûl-ü Ekrem’in bir münacatında insanların ve cinlerin ölümlü olduğu ifade edilmektedir.[66]
Peygamber Efendimiz, cinlerin ve şeytânların gök haberlerini çalınca, haberi alanın hemen altında olana, o da alttakine, nihayet en alttakinin de sihirbaz ve kahinin kalbine bu haberi ilka ettiğini, bazen alev hüzmelerinin (şihab), çalman bilgi diğerlerine ulaşmadan yetiştiğini, bazen da bilgilerin kahinlere kadar ulaştığını, kahinin de buna yüz yalan kattığım, gökten işittiği doğru söz sayesinde de kahinin yalanlarına inanıldığını bildir­miş kahinlerin cinlerden yararlandıklarını haber ver­miştir.[67]
Bir başka hadiste, O’nun namazını bozdurmak isteyen cin taifesinden bir ifriti yakaladığı, ashabına göstermek için mescidin direklerinden birine bağlamak istediği, fakat Hz. Süleyman’ın “Ya Rab bana mağfiret et ve benden sonra kimseye nasib olmayacak bir mülkü bana bağışla”[68] dediğini hatırlayarak bundan vaz geçtiği ve ifriti serbest bıraktığı bildirilmiştir.[69] Anılan hadisten, cinnin görülebilecek bir yapıya bürünebildiği anlaşılmaktadır. Bir diğer hadis ise insanlardan bir grubun cinlerden bir gruba taptıklarım, sonunda cinler müslüman olunca, insanların hala cinlerin önceki dinine tutunup kaldıklarım ifade eder.[70]
Çeşitli rivayetlerden anlaşıldığına göre cin heyeti Hz. Peygambere muhtemelen birden fazla gelmiştir. Cin heyetinin, Mekke, Hacûn ve Bakı’ de geldiğinde, Hz. Peygamberin yanında İbn Mes’ûd’un, Medine’nin dışında geldiğinde Zübeyr b. El-Avvâm’ın, bazı seferlerde geldiğinde de Bilâl b. El-Hâris’in bulunmakla olduğu nakledilmiştir.[71]
“Cin Kıssası” adıyla şöhret bulan Hz. Peygam­berin cinlerle olan görüşmesi şöyle cereyan etmiştir: Hz. Peygamber Tâif dönüşünde veya daha güçlü bir ihtimale göre Tâiften Mekke’ye dönüp birkaç sahabiyi yanına alıp Sûkı Ukâz’a doğru giderken[72], gökten haber alma­larına engel olan şeyin ne olduğunu tesbit için gönderilen cin heyeti, Nahle’de Hz. Peygamberi sabah namazı kılarken bulmuşlar, O’nun namazda iken okuduğu Kur’ân-ı işitince de, semadan haber almalarına engel olan şeyin bu olduğunu anlayarak namazdan sonra kavimlerine korkutucu olarak dönmüşler[73], “Ey kavmimiz doğru yola ileten harikulade güzel bir Kur’an dinledik te ona inandık. Artık kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.’’demişlerdir.[74] Bu rivayet bazı hadis kaynaklarında “Rasûlullah cinlere ne Kur’an okumuş ne de onları görmüştür” cümlesiyle başladığından[75], sözkonusu olayda Hz. Peygamberin, kendisinden Kur’an dinleyen cinleri görmediği anlaşılmaktadır. Ayrıca Cin Suresinin başında olayın Hz. Peygamberin ağzından “ûhıye ileyye=bana vahyolundu” şeklinde ifade edilmesi de Rasûli Ekrem’in cinni görmediğini, cinnin kendisini dinlediğinden haberdar olmadığım, bu hususun vahiyle kendisine bildirildiğini göstermektedir.[76] Cin Suresi nazil olduktan sonraki olaylarda ise Peygamber Efendimiz, cinlerle birlikte gidip onlara Kur’an okumuştur. İbn Mes’ûd’tan rivayet edilen bir hadiste, bir gece Hz. Peygamberin kaybolduğu, ashabın sabaha kadar merakla beklediği, sabah olunca Hira tarafından teşrif ettikleri, kaybolmasının sebebi sorulduğunda da cin taifesinin davetçilerinin geldiğini, kendisinin de yanlarına varıp Kur’an okuduğunu söylediği, sonra da ashabını götürüp cinlerin izlerini ve yaktıkları ateşin kalıntılarını gösterdiği anlatılır.[77] Hz. Peygamberin cinleri görüp görmediği konusundaki rivayetlere ileride temas edilecektir.
Cinlerle ilgili ayet ve hadislerin yorumu ile bu konuda nakledilen çeşitli rivayet ve olaylar İslâm lite­ratüründe kendine has bir yer işgal etmiş, ayrıca cinlere ve şeytanlara tesir edip onları itaat altına alma yollarını konu edinen bir ilim dalı da teşekkül etmiştir. İslâm kaynaklarında cinlerin mevcudiyeti ve mahiyeti, özellikleri, insanlarla ilişkileri, peygamberleri, ahiretteki durumları gibi hususlar onlarla ilgili tartışmaların ana konularını oluşturmuştur.
Eski AsurBabil, Eski Yunan, Roma, Çin, Japon, Hind, Türk ve Cahiliye Arab toplumlarıyla, Eski İran dinleri, Yahudilik ve Hıristiyanlıkta varlıkları şöyle veya böyle kabul edilmiş bulunan[78] cinlerin mevcudiyeti konusunda eski filozoflar da fikir beyan etmişler, bir grup felsefeci mücerred (soyut) varlıkların, cüz’î şeyleri idrakinin ve gözle görülmelerinin imkânsızlığını ve akılla isbat edilemeyişlerini ileri sürerek cinlerin varlığını inkar etmiş, duyu ve akıl yoluyla idrak edilemeyen her şey gibi cinleri de yok saymış, bir kısmı da varlığını ka­bul ederek onlardan “ervâhı suflîyye” veya çeşitli konularda tasarruf ve tesir kabiliyeti olan ervâhı mücerrede” diye söz etmiştir. Bu ikinci gurup ruhların zayıf olmaları sebebiyle daha çabuk hareket ve icabet ettiklerini, halbuki felekî ruhların kuvvetli olmaları sebebiyle hareket ve icabetlerin zayıf olduğunu söylemişlerdir.[79]
İslâm filozoflarından Fârâbî, insanların aksine cinleri konuşmayan (ğayrı nâtık) ve ölmeyen (ğayrı mâit) canlılar olarak kabul eder. O, canlıları dört guruba ayırır:
a. Konuşan ve ölen canlı varlık yanı insan,
b. Konuşan fakat ölmeyen canlı varlık yanı melek,
c. Konuşamayan ve ölen varlık yani hayvan.
d. Konuşmayan ve ölmeyen canlı yani cin[80]
Farabi kendisine yöneltilen “siz cinni konuşmayan varlık diye tanımlıyorsunuz. Halbuki Kur’ânı Kerim’de  cinlerden bir topluluğun Kur’an dinleyip te “Gerçekten biz harikulade güzel Kur’an dinledik” [81] dedikleri ifade buyruluyor. Bu ikiside birbirleriyle çelişik değil mi?
Konuşmayan nasıl dinler ve nasıl söyler?
Sorusuna şöyle cevap vermiştir.
“Canlı canlı olmak konumu ve özelliği ile işitebilir ve söyleyebilir. Çünkü söylemek (kavl) ve telaffuz etmek, konuşmak (nutk) denilen ayırt edici özellikten ayrı bir şeydir.
Farabi cinnin ölmez olması hususunda ise, iblisin, Cenabı Hakk’tan insanların tekrar dirilecekleri güne kadar süre talep etmesini ve Allah Teâlâ’nın bu mühleti vermesinden söz eden ayeti [82]delil getirir.[83]
Elmalı Hamdi Yazır’ın dediği gibi[84] ayetle istidlal eksiktir. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in bir başka yerinde İblis’e bilinen bir vakte kadar mühlet verildiği ifade edilir.[85]
Verilen bilgilerden de anlaşıldığına, göre Farâbî cinnin varlığını inkâr etmemiş ancak konuşmayan ve ölmeyen canlı demekle isabet edememiştir. Bunun yerine ölen, gizli canlı deseydi yanılmamış olurdu.
İbn Sînâ da cin kelimesine “çeşitli şekillere girebilen, şeffaf yapılı ve konuşan Iâtîf canlı” anlamını vermiştir. Ancak O’na göre bu tarif, cinnin varlık olarak mahiyetini açıklığa kavuşturmayıp, sadece cin isminin kavram olarak ne anlama geldiğini göstermektedir.[86] Fahreddin er-Râzî ile onun görüşüne katılan bazı âlimler, İbn Sînâ’nın bu açıklamasından hareketle, onun, cinnin sadece adını kabul edip dış dünyadaki varlığını inkar ettiği sonucuna varmışlardır.[87] Buna karşılık Elmalılı M. Hamdi Yazır, haklı olarak, İbn Sînâ’nın, mahiyetleri hakkında ayrıntılı bilgiye sahip olunamadığı için cinlere ait gerçek bir tarifin yapılamayacağına işaret etmek üzere söylediği bu sözden cinlerin varlığını inkar ettiği sonu­cunun çıkarılamayacığını belirtmiştir.[88]
Daha önce de söylediğimiz gibi kelam âlimlerine göre cinlerin varlığı sadece vahiy yoluyla bilinip ispat edilebilir. Akıl da, duyu organlarının verilerine dayanan pozitif bilimler de cinlerin varlığı veya yokluğu konusunda bir şey ileri süremezler. Çünkü cinler gözlem ve deneye dayanan pozitif bilimlerin ilgi alanı dışında kalan fızikötesi varlıklardır. Hiç bir etki altında kal­madan düşünebilen insan aklı, cinlerin varlığını imkânsız görmez. Aklın caiz ve mümkün gördüğü cinlerin mevcudiyeti, tartışma götürmeyecek şekilde Kur’an’la sabit olduğundan cinleri inkar edenlerin küfrüne hükmedilir.
Cinlerin varlığım kabul eden kelamcılar onların Kur’an’da da ifade edildiği gibi[89] “nârı semûm” ve “mâric min nâr’dan yaratıldığını söylemişlerdir. Nârı semûm, insana görünmeksizin gözeneklerden nüfuz ederek zehirleyen, öldüren ve yakan ateş veya ateşin alevi diye tefsir edilirken, mâric min nâr ise saf ateş, ateşin siyahı ile karışmış olan alev olarak anlaşılmıştır. Buna göre cin, insan yaratılmadan önce, çalkalanıp duran, her şeye karışabilen, elektrik gibi nüfuz gücüne sahip bir ateşten yaratılmıştır.[90] Bu konuda bir başka görüş, me­leklerin ateşin nurundan, cinlerin alevinden, şeytanların da dumanından yaratıldığı şeklindedir.[91]
Kelamcıların, cinlerin mahiyeti konusundaki görüşlerini iki noktada toplamak mümkündür:
a- Cinler kendi başına kaim olan gayrı maddi cevherlerden oluşur. Ne cisimdirler, ne de cisimlere hulûl etmiş cismani varlıklardır. “Ne cisim, ne de cismanîdirler” şeklinde nitelenmeleri onların Allah’a denk ve benzer olmalarını gerektirmez. Çünkü ne cisim ne de cismanî olmak, bir olumsuzluk (selb)tur. Selbı sıfatlarda müşterek olmak, hakikat ve mahiyette müşterek olmayı zorunlu kılmaz.[92] Bu görüşü benimseyenlerden biri olan Gazzâli’ye göre melekler, cinler ve şeytanlar gayrı maddî cevherden oluşmaları açısından birbirlerine ben­zemekle birlikte araz oluş noktasında aralarında benzer­lik bulunan renk, ilim ve kudretin tür olarak birbirlerin­den ayrı oluşları gibi farklılık arzederler.[93]
b-Cinler maddî cevherlerden oluşmuştur ve cisimdirler. Ebu’l Hasan el-Eş’arî ve Bâkıllânî başta ol­mak üzere bu görüşü benimseyen Eş’arilerin çoğun­luğuna göre, hayat için bünye şart olmadığından her şeye gücü yeten Allah, cinleri duyularla idrak edilebilen bünyeleri olmaksızın yaratmıştır.[94] Hayat için bünyeyi şart koşan mutezile alimleri, cinleri basît ve rakîk cisim­ler olarak nitelemiştir.[95] Hanbelî alimlerden Ebû Ya’lâ el-Ferrâ’ya göre cinler rakîk veya kesîf olabilen bileşik (müellef) cisimlerdir.[96] Bir başka Hanbelî alimi İbn Teymiyye’ye göre cinler emir ve nehye muhatap olan, hür irade ile iş yapan, akıllı ve canlı varlıklar olup, insan vb. varlıklarla kaim araz ve sıfat cinsinden şeyler değildirler.[97] Tarihçi ve toplum bilimci İbn Haldûn ise bu konuda selefi bir tavır sergileyerek, duyularla algılanamadıklarından ve neye delalet ettikleri bilinemediğin­den Kur’an’da geçen melek, ruh, cin gibi kavramların mütesabihattan kabul edilmesi gerektiğini söylemekte­dir.[98]
Çağımızda her şeyi madde, deney, pozitif bilim verileri ve duyular âlemiyle açıklamaya çalışan, fizikötesi alem ve varlıkları, bu arada cinlerin varlığını da inkar eden materlayalist ve pozitivist yaklaşımların yanında, onların mevcudiyetini kabul edip, mahiyetleri ve nitelik­leri konusunda yeni bir takım açıklamalar getiren görüşler de bulunmaktadır. Bu görüşlerin başlıcaları şunlardır:
a-Cinler, vaktiyle bir gezegende yaşayan daha sonra bu gezegenin komşu gezegenin çekim gücüyle dağılması sebebiyle üzerindeki hayatın kalıntılarıyla yeryüzüne gelmiş varlıklar olup, insandan önceki tekamül safhasının yaratıklarıdır. Yeryüzündeki cin kavmi fesat çıkartmış ve kan dökmüş sert mizaçlı varlıklardır. Bu görüşe göre “cannı ateşten bir mâricden yarattık”[99] ayetindeki mâric, ateşten katılan demektir. Bu deyim, karbon bileşimlerinin ilki olan karbon asidini ifade eder. O halde cinler, karbon asidinden yaratılmıştır.[100] Bu görüş Cin suresi 72/89 ayetlerinin tevili zorlanarak delillendirilmek istenmiştir.
b-Cinler, maddeye nüfuz edici ve dumansız ateşten yani ışınlardan ezelde yaratılmış, varlığını ve canlılığını ruhtan alan varlıklardır. Cinnin, kendi varlığını bilmesi, perisperiye (rûhi hayvânî) bürünmesinden iti­baren olmaktadır. Bu da bir anlamda cinlerin doğumu demektir. Mutlak manadaki ölümleri kıyametle meydana gelecek olan cinlerin, basit ölümleri, kendileri için belirlenmiş sürenin sonunda perisperilerinden soyunmaları tarzında olmaktadır. Yine bu görüşe göre cinlerin kendi öz zamanlarına göre altmış-yetmiş yıl olan ömürleri in­sanlara göre bin yıla yakın olduğundan, insanların bilmediği bazı şeyleri bilmeleri mümkündür. Onlar geçmiş bir takım olayları bilebilirler. Bu da seyyal bir yapıya sahip olmaları ve maddeyle kayıtlı bulunmamalarındandır. Cinlerin yapıları çok gelişmiş olmakla bera­ber düşünce ve şuur açısından insandan geridirler. Ruh çağırma denilen şey bazı insanların cinlerle temas kurmasıdır.[101] UFO (Unidentified Flying Objects=Bilinmeyen Uçan Objeler) veya onlarla gelen kişiler görüntüsünü» veren varlıklar cinlerdir.[102] Bu görüşte yer alan cinlerin ezelde yaratıldığı fikri ile doğum ve ölümlerinin olduğu fikri bir çelişki oluşturmaktadır. Ayrıca cinler, insanlar gibi sonradan yaratılmış (hadis) varlıklardır. Bu görüşün, cinlerin varlık ve canlılığını kendisinden aldıkları şey olarak ileri sürdüğü ruh da kelamcılara göre sonradan yaratılmıştır, ezelî değildir.[103]
c-Maddeyi son derece yoğun bir enerji, enerjiyi de son derece seyrek bir madde olarak ele alan bir görüşe göre cinler akıllı enerjidirler. Enerjinin ölümlü olması sebebiyle ölürler. Cinler, maddî unsurlarla uğrama biçiminde teğetleştikleri gibi, melekût alemle de teğetleşebilirler ve bu yolla Melei A’lâ’yı dinleyerek geleceği öğrenmek isterler. Fakat cinlerin bu mekanizması Kur’an’da da ifade edildiği gibi yasaklanmış[104], dinleme mevkilerinde kendilerini izleyen ve gözetleyen sert bekçiler olan kozmik şihaplar oraya gelen cinleri yakmıştır.[105] Bu görüşe göre de dünya atmosferinde gözüken UFO’lar cinlerdir. Uzaylılar uydurması da cin­ler tarafından tezgahlanmaktadır.[106]
d-Cinler ateşin siyahıyla karışmış olan alev (mâric)den, bir başka ifade ile ışınların biraz daha yoğunlaşıp maddeye yaklaşmış şeklinden yaratılmıştır. Bu görüşe göre yaratılış sırası melek, cin, insan şek­lindedir. Melek tamamen soyut ruhtur. Ruhun hiçbir maddî özellik almayıp ancak belli bir’ şekle (kalıba) sokulmasıyla melek yaratılmıştır. Biraz maddeye yak­laşmakla birlikte ruhanî tarafı fazla olan varlık ise cindir. Ruhanî ve maddî yönü dengeli biçimde yaratılan varlık ise insandır. Melek tamamen soyut ruh olduğundan ve maddî hiç bir yönü bulunmadağından kötülüğe eğilimi yoktur. Cin lâtîf cisim olmakla birlikte maddî yönü dolayısiyle iyi ve kötülüğü eğilimi olan fakat madde ve ru­hanîyeti dengeli olmadığı için kötülük ve hafiflik taralı ağır basan varlıktır. Yaptığı işler kendi şuurlarına dayan­dığından dolayı sorumludurlar.[107]
e-Cinler, bazı hastalıkların sebebi olan mik­roplardan ibarettir.[108]
Yukarda zikrettiğimiz cinlerin mahiyetlerinin karbon asidinden, ezelde var edilen ışınlardan, UFO’lardan ve enerjiden yahut mikroplardan ibaret olduğu tarzındaki görüşler, İlmî bakımdan henüz temellendirilememiş bazı teoriler, faraziyeler ve yorumlar niteliğindedir. Zira duyular ötesi varlıklardan olmaları sebebiyle sadece nakil yoluyla doğru bilgi edinebile­ceğimiz cinlerin mahiyeti hakkında nasslarda ateşten yaratıldıklarının ötesinde bir bilgi mevcut değildir. Bu konuda müslümanın inanması gereken şey, cinlerin ateşten yaratılmış olmasıdır. Onun dışındakiler yorum ve şahsi görüşlerden ibadettir. Bazı Haşviyye mensupları hariç tutulursa[109] İslâm âlimlerinin hemen hepsine göre mükellef yaratıklar olan cinler, mükellefiyetin üstesinden gelebilmeleri için şuur, idrak ve irade gücüne sahip olma­ları gerekir ki, bu hususu çağımızda ileri sürülen cinlerin karbon asidi, enerji, ışın, mikrop vb. şeylerden ibaret ol­ması hususuyla bağdaştırmak mümkün görünmemekte­dir. Çünkü anılan şeylerde şuur, idrak ve iradeden söz edilemez.
Bazı Haşviyye mensupları hariç İslâm âlimlerinin hemen hepsine göre cinler şuur, idrak ve irade sa­hibi oldukları için mükellef ve sorumlu yaratıklardır.[110] “Ey cin ve insan toplulukları size ayetlerimizi anlatan, bugünle karşılaşmanızdan sizi uyaran peygamberler gelmedi mi?”[111] “Cinleri ve insanları ancak bana kulluk etmeleri için yaratmışımdır.”[112] “Ey insan ve cin toplu­lukları sizin de hesabınızı ele alacağız.”[113] mealindeki ayetler cinlerin yükümlü olduklarını gösterir. Bu yükümlülük sadece Hz. Peygamber dönemi için değil, önceki cin ümmetleri için de sözkonusudur.[114]
Kur’an’da verilen bilgilere dayanılarak cinlere peygamber gönderildiği noktasında İslâm âlimleri arasında ittifak bulunmasına rağmen bu peygamberlerin insan veya cin türünden oluşu hususunda görüş ayrılıkları vardır. Bir görüşe göre cinlere gönderilen peygamberlerin cin türünden olması gerekir. Çünkü insan ve cin topluluklarına içlerinden peygamberler gönderildiğine işaret eden ayet[115] ile gönderildiği topluluğun meleklerden değil insanlardan oluşması sebebiyle insan topluluk­larına yine kendi türlerinden peygamber gönderildiğini bildiren ayet[116] buna delildir. Bu görüşe göre insanın in­sanla ünsiyet etmesi için nasıl ki, insanlara kendi türünden olan birisi peygamber olarak gönderildiyse, Allah’ın hikmeti, cinin peygamberinin onlarla ünsiyet et­mesi için cinden olmasını gerekli kılar.
Alimlerin çoğunluğu ise cinlere kendi türlerinden peygamber gönderilmediği, insanlara gönderilen peygamberlerin aynı zamanda cinlerin de peygamberleri olduğu görüşündedir.[117] Bir başka görüşe göre de cinler arasından uyarıcılar seçilmiş, onlar da insanlara gönderilen peygamberlerden aldıkları bilgileri cinlere tebliğ et­mişlerdir. [118] Kur’ân-ı Kerim’de çeşitli milletlere gönderi­len peygamberlerin kendi içlerinden seçildiği ve kendi dillerini konuştuğu önemle vurgulandığına[119], “Ey cin ve insan toplulukları! Size içinizden peygamberler gelmedi mi?”[120] mealindeki ayetin mevcudiyetine bakarak cinlere gönderilen peygamberlerin kendi türlerinden olduğu tarzındaki görüşü tercih etmek mümkündür.
Hz. Peygamberin cinlere de gönderilmiş bir pey­gamber olduğu için “Rasûlu’s-sekaleyn iki topluluğun peygamberi” ünvanını alması ve özellikle cin suresinde görüldüğü ve cinlerin ağzından “ Ey kavmimiz Allah’ın davetçisine (Muhammed’e) uyun” [121] ayetinde ifade edildiği üzere, Rasûli Ekrem’in vahyinin cinleri de kapsaması O’na has bir meziyet olarak kabul edilebilir.
İslâm âlimleri şu ayetlere dayanarak cinlerin mutlak ğaybı bilemiyecekleri görüşündedirler.[122]
“Ğaybın anahtarları Allah’ın yanındadır. Onları O ’ndan başkası bilmez. ”[123]
“Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun öldüğünü, ancak değneğini yiyen bir ağaç kurdu gösterdi. (Sonunda yere) yıkılınca anlaşıldı ki, cinler ğaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azab içinde kalmazlardı.”[124]
“O, (Allah) bütün ğaybı bilir. Ğaybına kimseyi muttali kılmaz.”[125]
Mutlak ğaybı bilemeyen cinlerin, uzun süre yaşadıkları ve meleklerden haber sızdırabildikleri için[126], insanların bilemediği mutlak ğayb kapsamına girmeyen geçmiş veya hale ait bazı hususlara vakıf olmaları müm­kündür.
İslâm âlimlerinin çoğunluğu cinlere ilişkin çeşitli ayet ve hadisleri yorumlayarak cinlerin insanlar gibi doğan, yiyip içen, evlenip çoğalan, ölen[127] ve hatta insan­larla ilişki kurabilen[128] varlıklar olduğu kanaatındadır. Cinlerin yemek kokularıyla, kemik vb. yemek artıklarıyla yahut hayvan dışkısıyla beslendiği rivayet edilirse de [129], kendilerine özgü bir tarzda beslendiklerini söylemek daha uygundur. Kaynaklar cinlerin insan şeklini alabildikleri gibi hayvanlardan yılan, kedi, köpek ve inek şekline girebildiklerini, dünyanın çeşitli bölgelerinde özellikle dağlık yerlerde, harabelerde, denizlerde, çöllerde, çöplüklerde ve mezarlıklarda yaşadıklarını kaydeder.[130]
İslâm bilginleri “Şeytan ve yandaşları, sizin on­ları göremeyeceğiniz yerden sizi görürler”[131] mealindeki ayete dayanarak cinlerin aslî şekilleriyle görülmesinin mümkün olmadığı, çünkü Allah’ın, insanların gözünde böyle bir idraki yaratmadığı kanaatindedirler.[132] Hadislerde cin bahsinde zikrettiğimiz bir hadisle[133] ilgili olarak söylediğimiz gibi aslî şekilleriyle görülemeyen cinler eğer görülebilecek bir yapıya bürünürlerse insanlar onları görebilirler. İmam Şâfıî’nin yukarıdaki ayete dayanarak, cin gördüğünü söyleyen birine tazir cezasının uygulan­ması gerektiğini söylediği[134], bazı hadisçilerin de böyle bir iddia sahibinin adalet (dürüstlük) sıfatını kaybettiğine hükmettikleri nakledilir.[135] Mutezile kelamcıları, lâtîf cisimlerden oluşmaları sebebiyle cinlerin fiilen görüle­meyeceğini, ancak cisimlerinin yoğunluğu arttırılır veya insanların görme gücü kuvvetlendirilirse görülmelerinin teorik olarak imkansız olmadığını kabul etmişlerdir.[136] Ancak onlara göre böyle bir şeyin peygamberlerden sonra vukua gelmesi mümkün değildir. Mümkün olsaydı peygamberlerin mucizesinin anlamı kalmazdı. Nitekim Kur’ân-ı Kerim’de Süleyman (aleyhisselâm) kıssasından söz edilirken, insanların cinleri gördüğü yorumuna götürecek ifadeler[137] bulunmaktadır.[138]
Hz. Peygamberin okuduğu Kur’ân-ı cinlerin dinlediği konusunda fikir birliği içerisinde olan İslâm âlimleri, O’nun cinni görüp görmediği konusunda ihtilaf etmişlerdir.[139] İbn Abbâs’a atfedilen bir rivayeti[140] göz önünde bulunduranlar görmediği; İbn Mes’ûd’a atfedilen bir rivayeti[141] göz önünde bulunduranlar ise gördüğü kanaatındadırlar. Muhakkik âlimler bu konuda şu görüşü benimserler: Hz. Peygamberin cinle görüşmesi bir defa olmuşsa, İbn Mes’ûd rivayeti tercih olunur. Çünkü İbn Abbâs o sırada çok küçüktür, henüz memeden kesilmemiştir. Olay kendisine anlatılmış, o da rivayet etmiş olabilir. İbn Mes’ûd olaya bizzat şahittir. Yahut da Hz. Peygamber cinlerle birkaç defa bir araya gelmiştir. İlkinde Nahle’de onları görmemiş, okuduğu Kur’ân-ı cinlerin dinlediği vahiyle kendisine bildirilmiştir. [142] Sonraki seferlerde İbn Mes’ûd’un dediği gibi Hz. Peygamber onları görmüştür.[143] İbn Abbâs’a atfedilen rivayete vb. dayanarak Hz. Peygamberin cinleri hiç bir zaman gör­mediği sonucu çıkarılmamalıdır. Miraçta Rabbini gördüğü bazı âlimlerce kabul edilen ve en büyük meleklerden biri olan Cebrâîl ile sürekli görüşen Hz. Peygam­berin cinleri ve şeytanları görmüş olması da tabiidir.[144]
Cinlerin insanlarla ilişkileri ve birbirlerine karşı etkileri hususunda da âlimler arasında görüş birliği yok­tur. Ehli Sünnet âlimlerine göre insanlarla cinlerin bir­birlerine tesir etmeleri mümkündür. Zira Kur’an’da, faiz yiyenlerin kıyamet günü şeytanın çarptığı kimselerin kalktığı gibi kalkacakları belirtilmiş[145] bir hadiste de şeytanın insan bedeninde kanın dolaştığı gibi dolaştığı bildirilmiştir.[146] Hz. Peygamberin, cinlerin insanlar üze­rindeki etkilerinden kurtulmak ve onları tesirsiz hale getirmek için bazı ayetler okunmasını tavsiye etmesi de insanların cinlerin faaliyetlerine karşı kendilerini sa­vunabilecekleri şeklinde yorumlanmıştır. Ebu’l Yüsr el-Pezdevı gibi bazı sünnî alimler, cinlerin sadece vesvese vermek sureti ile insanlara etkili olabileceğini kabul ederler.[147] Mutezileden Kâdî Abdulcebbâr gibi bazı âlimler sünnî görüşü paylaşırken[148], büyük bir kısmı da batıla çağırması ve vesvese vermesi dışında inananlar üzerinde şeytanın hiç bir hâkimiyetinin olmayacağını ifade eden ayetlerden[149] hareketle cinlerin insanlar üzerindeki etkisini kabul etmemiştir.[150]
Cinlerin ve şeytanın insanları etkilemesine engel olmak için Kur’ân-ı Kerim’de Allah’a sığınılması em­redilmiş’ [151] Peygamber Efendimizin de bu ve benzeri durumlarda Felak ve Nâs surelerini okuyarak Allah’a sığındığı[152]; Âyetü’l Kürsî’yi[153], Bakara suresini!'[154]„ Bakara suresinin son iki ayetini (Amene’r Rasûlü)[155]. Mü'min suresinin ilk üç ayeti ile Âyetü’l Kürsî’yi bir­likte okumayı[156] ve abdest almayı tavsiye ettiği bilin­mektedir.[157]
Halk arasında yüz felci rahatsızlığına maruz kalanları cinlerin çarptığı kanaatinin İlmî ve dinî hiç bir dayanağı olmadığı gibi, eski kitaplarda sar’a (epilepsi) hastalığına yakalanmış kişilerin cinlerin tasallutu sebe­biyle hastalandığına dair rivayetlerin de[158] dinî ve ilmî bir dayanağı yoktur. Bu tür bilgi ve rivayetler artık geçerliliğini kaybetmiş yanlış bilgilerdir. Bilim ve teknolojik gelişmeler ışığında fızikîbiyolojik birer rahatsızlık olduğu anlaşılan yüz felci ve sar’a hakkında böyle değerlendirmelerde bulunulmasının sebebi o dönemin zihniyeti ve olayları maddî alem verileriyle açıklama im­kanı bulunamayınca manevî varlıklar olan cinlerin etkisiyle izah etme eğilimi olabilir.
Cinlerin insanları etkilemesi söz konusu olduğu gibi, insanların da cinleri etkilemesi söz konusudur. Kur’an’da, cinlerin gök haberlerini almalarına engel olan şeyi tesbit maksadıyla gönderdikleri heyetin Kur’an dinleyerek etkilendiklerini söylemeleri[159] ve hadislerdeki benzeri şeyler[160] bunun delilidir.
Cinlerle insanların karşılıklı etkileşimi konusunda çağımızda ortaya çıkan görüşlere göre cinler enerjik yapıları ve maddeyi etkileme güçleri sebebiyle insanları etkileyip yanıltabilirler.[161] Bu da beynin zayıf anında ilgili merkeze belirli oranda elektrik verilerek tahrik edilmesi sonra da hakimiyet sağlanarak cinnin kişiye görünmesi ve dilediğini yaptırması şeklinde olur [162] İnsan da okuduğu şeylerle elektromanyetik dal­galar yayarak cinleri etkiler ve onları kullanarak büyü yapar. Cin istenileni yapmazsa yanar.[163] Ancak burada çağımızdaki bu tip görüşlerin henüz İlmî bakımdan te­mellendirilmiş olmadıklarını söylemek durumundayız.
Cinlerin insanlar üzerinde etkili olabileceğini benimseyenlerin bir kısmı bunun daha çok sihir ve büyü faktörlerinde ortaya çıktığını söyleyerek emlerin bu nevi işlerde kullanılabileceğini ileri sürerler. Manaları anlaşılmayan “havâss” ve ‘'azâmi”[164] türünden bazı metin­lerin okunması yoluyla cinlerden faydalanma girişiminde bulunulmasına hüddâmcılık, bu işte kullanıldığı söylenen cinlere hüddâm, bu işlerle meşgul olanlara hüddâmlı (cinci) denilir.[165] Ancak önde gelen âlimlerin çoğunluğu cinlerin tesirinden kurtulmak ve ona maruz kalmamak için Kur’an okuma dışında herhangi bir yola başvurul­masını tasvip etmemişlerdir. Ruh çağırma ise bir cin çağırma işi olarak kabul edilmiştir. Hüddâmcılık ile ruh çağırma arasındaki fark, ruh çağırmada cinin hakimiyet kurması hüddâmcılıkta ise insanın cinni kullanması ve etkisi altına alması şeklinde açıklanmıştır.[166] İslâm dininin ana kaynaklarında bulunmayan azâim ve havâssa dair bilgiler daha çok Mısır, İran, Türk ve Hind bölgele­rinde yaşayan eski kültürlerden müslümanlara intikal etmiş ve halk arasında yaygın bir şekilde benimsenen inançlar halini almıştır.[167]
İslâm âlimleri cinlerden kafir olanların Kur’an ayetlerinden hareketle[168] Cehennem’de azap göreceğinde ittifak etmelerine rağmen mümin olanlarının Cennet’le mükafatlandırılmaları konusunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. “Rabbine karşı durmaktan korkan kimselere iki cennet vardır.”[169] ayetini gözönünde bulunduran ve içlerinde İbn Abbâs, Şafiî, Mâlik, İbn Ebî Leylâ, Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed gibi alimlerin de bulunduğu çoğunluğa göre İlahî buyruklara itaat eden mümin cinler cennete girecektir. Ebû Hanîfe ve Leys b. Sa’d gibi diğer bazı âlimler ise mümin cinlerin cehennemden kurtulmak suretiyle mükafatlandırılmış olacağı, fakat cennete gire­meyeceği[170] ve nihayet hayvanlar gibi yok edileceği görüşündedirler. Cinlerin, Cennet’in yakınında veya A’râfda bulunacaklarını söyleyenler de vardır.[171] Mümin cinlerin Cennet’e girmeyeceğini söyleyen grup, Hz. Peygamberi dinleyip kavimlerine dönen cinlerin “Allah’ın davetçisi (Muhammed’e) uyun. O’na iman edin ki, Allah ta sizin günahlarınızı bağışlasın ve sizi acı bir azaptan korusun.” [172] derlerken Cennet’e girmekten söz etmediklerini sadece acı azaptan korunmaktan söz ettik­lerini ileri sürerler. Ayrıca Cennet’le ilgili olarak Kur’an’da ve hadislerde yer alan birçok nassın cinlere dair herhangi bir ifade taşımaması bu ikinci görüşü des­teklemektedir.
Kelama ve tefsire dair eserlerde, ayrıca hadis şerhi mahiyetindeki kitaplarda yer yer temas edilen cin konusunda, müstakil eserler de yazılmıştır, Bunların en meşhuru, Hanefi alimlerden Bedruddîn eş-Şiblî (öl. 769/1367) nin “Âkâmu’l mercan fi ahkâmi’lcân” adlı eseridir (Kahire, 1326). “Ahkâmu’l cân” (Beyrût, ts.) ve ’’Garaibu ve Acâibu’l-cin” (Kahire, 1982) adlarıyla da yayımlanan eser, Muhammed Ferşad tarafından “Cinlerin Esrarı” adıyla Türkçeye de çevrilmiştir (İstanbul, 1974), Kitapta cin ve şeytan konularıyla ilgili ayetlerle hadislerden başka çeşitli rivayetlere de yer veri­lir. Bazı zayıf ve uydurma rivayetlerle israiliyyat türünden bilgileri ve artık geçerliliğini yitirmiş görüşleri de ihtiva eden eser, yüzkırk bab ve bir hatimeden mey­dana gelmiştir. Kitapta yer alan başlıca konular şun­lardır:
Cinnin varlığı ve bu konudaki ihtilaf, ne zaman yaratıldıkları, ateşten yaratıldıkları, cisimleri, 'sınıfları, çeşitli şekillere girebilmeleri, meskenleri, herkesin cinden bir arkadaşının olması, yiyip içmeleri, aralarında nikahlanmaları ve üremeleri, mükellef olmaları, cinden pey­gamber gönderilip gönderilmediği, Hz. Peygamberin peygamberliğinin cinleri de kapsadığı, Hz. Peygamberden Kur’ân dinledikleri ve O’nunla görüşmeleri, Ahiretteki durumları, cinnin arkasında namaz kılmanın hükmü, cinlerle cemaat oluşturulup oluşturulamayacağı, cinni öldüren insanın durumu, cinnin insanla nikahlanması, çift cinsiyetlilerin cinlerin çocukları olduğu, cinnin hadis ri­vayet etmek, insana tıp öğretmesi, insandan korkması, insanın cinni kullanması, Kur’ân-ın cinni etkilemesi, cinnin sar’alı kişinin bedenine girmesi, Ammâr b, Yâsir’le boğuşması, ceylanların yürüyen cinler olduğu, insin cinne tapması, İblis meleklerden midir?, İblis’in, ateşten yaratıldığım ileri sürerek Adem’den daha hayırlı olduğunu iddia etmesindeki hatası, vesvesenin mahiyeti, hangi kötü amellerin İblis’e daha sevimli geldiği, onun cemaate muhalefet edenle beraber olduğu, tahtının deniz üstünde bulunduğu vb.
Şiblî’nin bu eserinden başka Ebû Hilâl el-Kûfî’nin “Ahbâru’lcin”[173]; Şa’rânî’nin “Keşfu’lhicâb ve’rrân an vechi es’ileti’l-cân”[174]; selefi bir anlayışla kaleme ' alınmış olan Ömer Süleyman el-Eşkar’ın “Âlemü’l-cin ve’şşeyâtîn” (Beyrût, 1985); Abdulkerim Ubeydat’m “Âlemü’l-cin fî dav’i’lkitâb ve’ssünne” (Riyad, 1985); Ahmed Hulusi’nin “Din-Bilim Işığında Ruh İnsan Cin” (İstanbul, 1992, 9. bs.); Süleyman Ateş’in “İnsan ve İnsanüstü, Ruh Melek Cin İnsan” (İstanbul, 1985); Lutfullah Cebeci’nin “Kur’ân-ı Kerim’e Göre Cin-Şeytan” (Konya, 1989) adlı kitapları da bu konuda yazılmış eserler arasında sayılabilir.

Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, Beyrût, ts.
Ahmed Hulusi, Din-Bilim Işığında Ruh İnsan Cin, İst. 1985.
Ahmed Muhammed Şâkir, Cin, Dâiratü’l maârifı’l islâmiyye, Beyrût, ts.
Ahmed Naim Kamil Miras, Sahîhi Buhârî Muhtasarı Tecrîdi Sarîh Tercemesi, Ankara, 19601973.
Ahmet Saim Kılavuz, Cân, DİA, İst. 1993.
Anahatlarıyla İslâm Akaidi ve Kelama Giriş, İst 1987.
Alî el Bûlâkî, Ta ’kîbât alâ ba 'zı mâ yunşeru ve yuzâu, Mecelletü’l Ezher, IIL, Sayı:7, Kahire, 1976.
Aliyyü’lKârî, Şerhu ’l fıkhı ’lekber, Kahire, 1375/1956. Asım Efendi, Kâmûs Tercemesi, İst. 1305.
Bâcûrî, Tuhfetü ’lmürîd alâ cevhereti ’t tevhîd, Beyrût, 1403/1983.
Bağdâdî, Usûlu ’ddîn, İst. 1346/1928.
Bağdatlı İsmail Paşa, îzâhu ’l meknım, İst. 1971.
Buhârî, el Câmiu ’ssahîh, İst. 1979.
Dârimî, es Sünen, Beyrût, ts.
Demîrî, Hayâtü'l hayevân, Kahire, 13891390/19691970.
Ebû Dâvûd, esSünen, Beyrût, ts.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, İst. i 936-1939.
Emin Işık, Cin Suresi, DİA, İst. 1993.
Eş’arî, Makâlâtü ’l islâmiyyîn, İst. 1929-1930.
Fârâbî, Mesâilu müteferrika (elMecmû’ içinde), Mısır;
1325/1907.
Gazzâlî, el Madnûnu ’l kebîr, Kahire, 1309.
Harpûtî, Tenkîhu’l kelâm fi akaidi ehli’l islâm, İst.1330.
Hanry Lammans, Ferâidü’lluğa, Beyrût, 1889.
İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), İst.19821983.
İbn Manzûr, Lisânu ’larab, Beyrût, ts. ibn Sînâ, Risâletü 'l-hudûd (Tis’u resâil ff 1hikme ve’ttabîiyyât içinde), Mısır, 1326/1908.
İbn Teymiyye, Mecmûu 'lfetâvâ, Riyad, 1381.
Katip Çelebi, Keş/ü 'zzunûn, İst. 1971.
Kazvînî, Acâibu ’l mahlûkât ve ğarâibu 'l mevcûdâi (Demîrî’nin Hayâtu’l hayevân’s içinde), Kahire, 1390/1970.
Muhammed Fuâd Abdulbâkî, el Mu cemu’l müfehres li elfâzi 'lkur 'âni '¡kerîm, Beyrût, 1952.
M. Hans Ayberg, Arzdan Arşa Sonsuzluk Kulesi, İst. 1987.
M. Süreyya Şahin, Cin, DİA, İst. 1993.
Müslim, elCâmiu ’s-sahîh, Mısır, 13741375/19551956.
Pezdevî, Usûlü ’ddîn (Ehli Sünnet Akaidi, trc.
Şerafettin Gölcük), İst. 1980 Râğıb elIsfahânî, el-Müfredât fi ğarîhi ’l kur ’ân, Mısır, 1970.
Râzî, Mefâtîhu ’lğayb, Kahire, ts.
Reşîd Rızâ, Tefsîru’lmenâr, Kahire, 19591960.
Sâbûnî, el-Bidâye fi usûli’ddîn (Maturidiyye Akaidi, trc. Bekir Topaloğlu), Ankara, 1979.
Sadettin Evrin, Çağımızın Kur'an Bilgisi, Ankara, 1973. Süleyman Ateş, İnsan ve İnsanüstü Ruh Melek Cin İnsan, İst. 1985.
Süleyman Uludağ, Azâim, DİA, İst. 1991.
Şiblî, Ğarâibu ve Acâibu ’l-cin (Âkâmu’l mercan li ahkâmi’l cân), Kahire, 1982.
Teftâzânî, Şerhu ’1akâid (İslâm Akaidi, hzr. Süleyman Uludağ), İst. 1980.
Şerhu ’lmakâsıd, Beyrût, 1989.
Tehânevî, Keşşaftı ıstılâhâti ’l fünûn, Beyrût, ts.
Tirmizî, es-Sünen, Kahire, 1381/1962.
Türk Ansiklopedisi, Cin, Ankara, 1963.
W. M. Macdonald, Cin, İA, İst. 1963.
W. M. Watt, Modern Dünyada İslâm Vahyi (trc. Mehmet S: Aydın), Ankara, 1982.
Yahyâ Hâşim, Mevkıfu ’l müslim min müşkilâti ’l-cin, Mecelletü’lEzher, İL, Sayı:6, Kahire, 1977.
Zebîdî, Tâcu’larûs, Beyrût, ts.
Zemahşerî, el-Keşşâf Beyrût, ts.
Kaynak: İSLÂM İNANCINDA CİN, Prof. Dr. A. Saim KILAVUZ , [U.Ü. İlâhiyat Fak. Öğ. Üyesi] 1994






[1] Cin kelimesinin sözlük ve terim anlamı için bkz. Râğıb el- Isfahanı, el-Müfredât, s. 138-139; İbn Manzûr, Lisânu’l-arab, XIII, 92-95; Asım Efendi, Kâmûs Tercemesi, IV, 581; Zebîdî, Tâcu’l-arûs, IX, 165.
[2] Bu kelime bazı ayetlerde geçmektedir. Bkz. Hûd 11 /119; es-Secde 32/13; en-Nâs 114/6.
[3]   Bu konuda geniş bilgi için bkz. A. Saim Kılavuz, Cân, DİA, VLI, 139-140.
[4]   Bkz. Kazvînî, Acâibu’l-mahlûkât, II. 236-2.37; Demiri, Hayâtu’l- hayevân, I, 555-558; II, 32-37,130-134.
[5] Hanry Lammans, Ferâidü’l-luğa, I, 58.
[6] Bkz. W. M. Macdonald, Cin, İA, ÜT, 192-193.
[7] Ahmed Muhammed Şakir, İslâm Ansiklopedisinin Arapça tercemesi olan Dâiratü'l-maârifi’l-islâmiyye'nin “cin” maddesine yazdığı bir dipnotta, cin kelimesinin Latince “genius” kelimesinden alınmış olduğu görüşünün delili olmadığı gibi bir araştırmaya dayanmadığım söyler. Bkz. Dâiratü’l-maârif, VII,
m.
[8] 1 nolu dipnottaki kaynaklara ek olarak bkz.Şiblî, Garâibu ve Acâibu’l-cin, s. 19; Elmalılı, Hak Dini Kuran Dili, VII, 5382- 5384.
[9]    W. M. Watt, Modem Dünyada İslâm Vahyi (trc. Mehmet S. Aydın), s. 62.
[10]  Râğıb el-Isfahânî, Age, s. 138-139.
[11]  Râzî, Mefatîhu’1-ğayb, I, 82.
[12]  Sebe’34/40-41.
[13]  el-Cin.72/8-9.
[14]  Müslim, Ziihd, 60; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, VI, 153,168.
[15]  Hûd 11/69-70.
[16]  ez-Zuhruf43/19.
'1 Buhârî, Menâkıbu’l-ensâr, 32; Müslim, Salât, 150.
[18]  er-Rahmân 55/56.
[19]  Demîrî, Age, i, 298-299.
[20]  el-Kehf 18/50.
[21]  el-Bakara 2/34,
[22]  Bunların kimler olduğu hakkında bkz. Bağdadî, Usûlü’d-dîıı, s, 296-297; Demîrî, Age, I, 298.
[23]  Teftâzânî, Şerluı’l-akâid (İslâm Akaidi, hzr. Süleyman Uludağ), s. 305; Alımed Muhammed Şakir, Age, VII, 111.
[24]  Bkz. Bağdâdî, Age, s.297; İbıı Manzur. Age, XIII, 98; Zebıdî, Age, IX, 165; Ahmed Muhammed Şakir, Age, VII, 111. Mutezile kelamcısı ve müfessir Zemahşerî, ilgili ayetteki istisnanın muttasıl bir istisna olduğunu söylemekle beraber munkatı istisna sayılmasının da caiz olduğunu belirtir. Bkz. el- Keşşâf, 1,273.
[25]  en-Nahl 16/50; el-Enbiyâ 21/26-28; et-Tahrîm 66/6.
[26]  el-Kehf 18/50.
[27]  en-Neml 27/10; el-Kasas 28/31
[28]  el-Hicr 15/27; er-Rahmân 55/15,39,56,74.
[29]  el-A’râf 7/184; el-Mü’minûn 23/25,70; Sebe’ 34/8,46.
[30]  Hûd 11/119; es-Secde 32/13; en-Nâs 114/6.
[31]  es-Sâffât 37/158.
[32]  es-Sâffât 37/149-153E; ez-Zuhruf43/19; en-Necm 53/27-28.
[33]  Bu görüşler için bkz. Alî cl-Bûlâkî, Ta’kîbât ala ba’zı mâyunşeru ve yuzâu, Mecelletu’ 1-Ezher, EL, sayı 7, s. 1039. Zemahşerî, ayetteki cinne kelimesi ile meleklerin kastedildiğini, meleklerle cinlerin aynı cinsten varlıklar olduğunu söyler. Çünkü genel anlamıyla cin kelimesi melek, cin ve şeytanı kapsamına almakta ve görünmez varlık anlamını ifade etmektedir. Bkz. el- Keşşâf, IH, 355.
[34]  Bkz. M. Fuâd Abdülbâkî, el-Mu’cemu’l-müfehres, cin mad.
[35]  el-Bakara 2/14.
[36]  el-En’âm 6/112.
[37]  Msl. el-En’âm 6/112,128; el-A’râf 7/38,179; Hûd 11/119; el-lsrâ 17/88; es-Secde 32/13; Fussılet 41/25,29; el-Ahkâf 46/18; ez- Zâriyât 51/56; er-Rahmân 55/33,39,56,74; el-Cin 72/5; en-Nâs 114/6.
[38]  el-Hicr 15/27.
[39]  er-Rahmân 55/17.
[40]  el-En’âm 6/100.
[41]  es-Sâfî'ât 37/158.
[42] Sebe’ 34/41.
[43]  ez-Zâriyât 51/56.
[44]  el-En’âm 6/130.
[45]  Fussilet 41/29.
[46]  el-A’râf 7/179.
[47]  Hûd 11/119; es-Secde 32/13.
[48]  el-İsrâ 17/88.
[49]  er-Rahmân 55/33.
[50]  er-Rahmân 55/56, 74.
[51]  en-Neml 27/17.
[52]  Sebe’ 34/12-13.
[53]  en-Neml 27/39.
[54]  el-Ahkâf 46/29-30; el-Cin72/l.
[55]  en-Nas 114/1-6.
[56]  el-Hicr 15/16-18.
[57]  es-Sâffât 37/6-10.
[58]  Enıiıı Işık, Cin Suresi, DİA, VIII, 10.
[59]  Emin Işık, Ag. madde, VII, 11
[60]  Müslim, Zühd, 60; Ahmed b. Hanbel, Age, VI, 153,168.
[61]    Müslim, Salât,260; Sıfatü’l-münâfıkîn,69; Ahmed b. Hanbel, Age, VI,115.
[62]  Müslim, Sıfatü’l-münâfıkîn, 69.
[63]  el-En’âm 6/112.
[64]    Buhârî, Menâkıbu'l-ensâr, 32; Müslim, Salât, 150; Timıizî, Tefsîru’l-Kur’ân, 47.
[65]  Buhârî, Ezân, 105; Tefsîr, Sûre: 72/1-2; Müslim, Salât, 149.
[66]  Buhârî, Tevhîd, 7; Müslim. Zilor, 67.
[67]   Bkz. Buhârî, Tefsîr, Sûre: 34/1.
[68]   Sâd 38/35.
[69]  Buhârî, Salât, 75; Müslim, Mesâcid, 39.
[70]   Buhârî, Tefsîr, Sûre: 17/8.
[71]  Şiblî, Age, s. 69. Ayrıca bkz. Demîrî, Age, I, 291.
[72]  Bkz. Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarih Tercemesi, II, 761.
[73]  el-Ahkâf 46/29-31.
[74]    el-Cin 72/1-2.İlgili kıssa için bkz. Buhârî, Ezân, 105; Tefsir, Sûre: 72/1-2; Müslim, Salât, 149.
[75]  Müslim, Salât, 149; Tirmizî, Tefsîr, 70.
[76]  Ahmed Naim, Age, D, 766-767; Kamil Miras, A. esr, X, 46-48.
[77]  Müslim, Salât, 150.
[78]     Önceki din ve toplumlardaki cin telakkileri için bkz. M. Süreyya Şahin, Cin, DİA, VIII, 5-8.
[79] Bkz Râzî, Age; I, 79; XXX, 148E; Tehânevî, Keşşâfu ıstılâhâti’l-fünûn, 1, 261-262.
[80] Fârâbî, Mesâilu müteferrika (el-Mecmu içinde), s. 90-91
[81] el-Cin 72/1.
[82] el-A’râf 7/14-15
[83] Fârâbî.. Age. s. 91.
[84]  Elmalılı, Age, VII, 5387.
[85] el-Hıcr 15/38; Sâd 38/81.
[86]    İbn Sînâ, RisâletüT-hudûd (Tis’u resâil fı’l-hikme ve’t-tabîiyyât içinde), s. 90.
[87]  Bkz. Râzî, Age, XXX, 148; Tehânevî, Age, I, 262.
[88]  Elmalılı, Age, VII, 5387.
[89]  el-Hicr 15/27; er-Rahmân 55/17.
[90]  Elmalılı, Age, VI, 4670.
[91]  Kazvînî, Age, D, 233-234.
[92]  Râzî, Age, XXX, 148; Elmalılı, Age, VII, 5388.
[93]  Gazzâli, el-Madnût;u’ 1-kebîr, s. 16.
[94]    Râzî, Age, XXX, 149 vd.; Teftâzânî, Şerhli’ l-makâsıd, IH, 368; Elmalılı, Age, VE, 5389-5390.
[95]  Râzî, Age, XXX, 151 vd.;Şiblî, Age, s.28.
[96]  Şiblî, Age, s. 28.
[97]  İbn Teymiyye, Mecmûu’l-fetâvâ, XIX, 10.
[98] İbn Haldûn, Mukaddime (trc. Süleyman Uludağ), II, 1096.
[99]   er-Rahmân 55/15.
[100]  Bkz. Sadettin Evrin, Çağımızın Kur’an Bilgisi, I, 254-256.
[101]   Bkz. Ahmed Hulusi, Din-Bilim Işığından Ruh İnsan Cin, s. 61- 72.
[102]  Ahmed Hulusi, Age, s. 171-176.
[103]   Bkz. Harpûtî, Tenkîhıı’l-kelâm, s. 147-148; A. Saim Kılavuz, Anahatlarıyla İslâm Akaidi ve Kelama Giriş, s. 237-238.
[104] es-Sâffât 37/8-10.
[105]  M. Hans Ayberg, Arzdan Arşa Sonsuzluk Kulesi, II, 69-72, 85- 86, 122-123.
[106]  M. Hans Ayberg, Agv% D, 70.
[107]  Süleyman Ateş, İnsan ve İnsanüstü Ruh Melek Cin İnsan, s. 19-20.
[108] Reşîd Rızâ, Tefsîra’l-Menâr, III, 96; VTI, 319; VII, 364.
[109]  Bkz.Şiblî, Age, s. 49.
[110]  Râzî, Age, XXVm, 232 vd.; XXX, 153; İbn Teymiyye, Age, IV, 233-234;Şiblî, Age, s. 49; Demîrî, Age, I, 292.
[111]  el-En’âm 6/130.
[112]  ez-Zâriyât 51/56.
[113]  er-Rahmân 55/31.
[114]  Bkz. el-Ahkâf 46/18.
"7 el-En’âm 6/130.
[116] el-lsrâ 17/94-95.
[117]  Her iki görüş için bkz. Râzî, Age, XHI, 195; İbn Teymiye, Age, IV, 234;Şiblî, Age, s. 50; Demîrî, Age, I, 301; Tehânevî, Age, I, 265.
[118]  Bkz. Râzî, Age, XIII, 195; Demîrî, Age, 1, 301.
[119]  el-Bakara 2/129,151; Îbrâhîm 14/4.
[120]  el-En’âm 6/130.
[121]  el-Ahkâf 46/31.
[122]  Râzı, Age, I, 89.
[123] el-En’âm 6/59
[124]  Sebe’ 34/14.
[125]  el-Cinn 72/26.
[126]  Buhârî, Tefsîr, Sûre: 34/1; Müslim, Salât, 149; Tirmizî, Tefsîr, Sûre: 34.
[127] Râzî, Age, I, 83;Şiblî, Age, s. 43 vd., 48.
[128] Şiblî, Age, s. 85 vdd., 95. Cinlerin insanlarla ilişki kurması vb. konulan hayal; bu konularda fikir yürütmeyi sınırı aşmak kabul eden alimler de vardır. Bkz. Ahmed Muhammed Şakir, Age,
[129] Şiblî, Age, s. 43 vdd.
[130] Şiblî, Age, s. 31-32, 36-39; Demîrî, Age, I, 293-295
[131] el-A’râf'7/27.
[132]  Bkz, Râzî, XIV, 54.
[133]  Buhârî, Salât, 75; Müslim, Mesâcid, 39.
[134]  Şiblî, Age, s. 35; Demîrî, Age, I, 297.
[135]  Şiblî, Age, s. 35.
[136]  Râzî, Age, XIV, 54;Şiblî, Age, s. 34-35.
[137]  en-Neml 27/38-39; Sebe’ 34/12-13.
[138]  Bkz.Şiblî, Age, s. 34-35.
[139]  Râzî, Age, XXX, 152-153;Şiblî, Age, s. 54-69; Elmalılı, Age, VII, 5391-5395.
[140]  Buhârî, Tefsîr, Sûre: 72; Müslim, Salât, 149; Ahmed b. Hanbel, Age, I, 252.
[141]  Müslim, Salât, 150; Tirmizî, Tefsîr, 47.
[142]  el-Cinn 72/1.
[143]  Ahmed Naim, Age, E, 766-767.
[144]  Bkz. Elmalık, Age, VII, 5394.
[145]  el-Bakara 2/275.
[146]  Buhârî, Ahkâm, 21; Bed’ül-halk, 11; Ebû Dâvûd, Savm, 78.
[147]  Pezdevî, Usûlü’d-dîn (Ehl-i Sünnet Akaidi, trc. Şerafettin Gölcük), s. 326.
[148]  Bkz.Şıblı, Age, s. 135.
[149]  İbrahim 14/22; eıı-Nahl 16/99.
[150]  Cinlerin insanları etkilemesi konusundaki görüşler için bkz. Eşari, Makâlâtu'l-islâmiyyîn, II, 434- 4.35; Râzî, Age, 1, 82-83, îbn Teymiyye, Age, XXIV, 276-277, Yahya Hâşim, Mevkıiu’l- müslim min nıüşkilâü’l-cınn, Mecelletü’l-Ezher, İL, sayı: 6, 1068-1069.
[151] el-A’râf 7/200; Fussilet 41/36.
[152]  Tinnizî, Tıbb, 16;Ahmedb. Ilanbel, Age, IV, 144, 146.
[153]  Buharı, Vekâle, 10; Fedâilu’l-Kur’ân, 10; Tinnizî, l’edâilu'l- Kıır’ân, 2; Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 14.
150      Dârimî, Fedâilıı’l-Kurân, 13.
[155]  Tinnizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 3; Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 14.
[156]  Tinnizî, Fedâilu’l-Kur’ân, 2; Dârimî, Fedâilu’l-Kur’ân, 14.
[157]  Ahmed b. Hanbel, Age, IV, 226.
[158]  Bkz. Sâbûnî, Mâturîdiyye Akaidi, s. 102;Şiblî, Age, s. 134 vd.
[159]  el-Ahkâf 46/29-31; el-Cinn 72/1-2.
[160]  Buhârî, Ezan, 105; Tefsir, Sîıre: 72.
[161] M. Hans Ayberg, Age, II, 69
[162]  Ahmed Hulusi, Age, s, 91-92.
[163]  Ahmed Hulusi, Age, s. 143-S45.
[164] Cinlere ve şeytanlara tesir edip onları itaat altına alma yollarını konu edinen ilme ılmu’l-azâim adı verilmiştir. Bkz. Süleyman Uludağ, Azaim, DİA, IV, 299-300.
[165] Bkz. Türk Ansiklopedisi, Cin. XI, 10.
[166] Bkz, Süleyman Uludağ, Ag. Madde.
[167]  Bkz. D.B.Macdonald, Cin, ÎA, İH, 192-193; Türk Ansiklopedisi, Cin, XI, 10.
[168]   el-Cinn 72/15. Ayrıca şu ayetlere de bkz: Hud 11/119; es-Secde 32/13.
[169]  er-Rahmân 55/46.
[170]  Her iki görüş için bkz. Râzî, Age, XXVIII, 33; İbn Teymiyye, Age, IV, 233-234; IX, 306-307; Demîrî, Age, I, 289; Aliyyü’l- kârî, Şerhu’l-fıkhı’l-ekber, s. 132.
[171]  Bkz. Bâcûrî, Tuhtetü’l-mıirid, s. 107.
[172]  el-Ahkâf 46/31.
170 Bağdatlı İsmail Paşa, İzâhu’l-meknûn, I, 41.
[174] Kâtip Çelebi, Keşfu’z-zunûn, I, 1488.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar