KARGALAR İLE
Nabokov; Cervantes'i, Çehov'u, Tolstoy'u, Turgenyev'i,
Flaubert'i ve Kafka'yı, incelediği Edebiyat Dersleri isimli eşsiz
kitabında Kafka'nın Değişim'ini irdelerken onun için bir yazarın göğsünü
kabartacak şeyler söyler. Kafka ona göre:
Çağımız
Alman yazarlarının en büyüğüdür. Onun yanında Rilke gibi şairlerle, Thomas Mann
gibi yazarlar 'cüce' ya da 'alçıdan aziz heykelleri' gibi kalırlar.[155]
Nabokov, Kafka'nın "dehasında örtük dinsel
alanlar aranmaması gerektiğini" savunur, bir başka karşı çıktığı konu da
Kafka'nın eserlerine psikoanalitik yaklaşılamayacağı konusudur. Neider'in,
Kafka'nın Donmuş Deniz isimli eserine psikoanalitik bakışım bir
"saçmalık" olarak değerlendirir. Hatta daha ileri gider, Kafka'nın
kendisinin de Freud'cu görüşleri kıyasıya eleştirdiğini söylemektedir. Kafka'ya
göre psikanaliz, "düzeltilmesi imkansız bir hatadır."[156]
Nabokov, incelemesinde sadece yukarıda adını
verdiğimiz büyük yazarların eserlerini metinçözümsel irdelemekle kalmaz, onlar
hakkında ikincil yazı yazarları da topa tutar. Bir polis-hafiye gibi pür-dikkat
çözümlediği yazarların hatalarım bulur, onları gülünç duruma düşürür. Yer yer vülger
dil de takınan Nabokov, yılların birikimi ile tam bir edebiyat-anlatı
ustasıdır.
Kafka'nın dünya edebiyatındaki yeri ve önemini burada
anlatmaya niyetimiz yok. Bunu herkes tam anlamıyla kabullenmiş durumdadır.
Bizim bu çalışmamızda yapacağımız şey, yüzeysel olarak Kafka'nın aile içindeki,
hatta toplum içindeki yalnızlığı ve yabancılığının edebi eserlerine yansıyışını
belirlemek, biçim olarak da bunun hayvan şeklinde, böcek, köpek, maymun, kedi,
fare hele de karga şeklindeki tezahürüne dikkati çekmektir.
"Değişim" isimli öyküde bir böcekleşmenin
anatomisi hazırlanmıştır. Bireyin bir böcek olarak dünyaya bakışı, ezik
duyguları, aile içi yalnızlığı, dışlanmışlığı, kendini alçalmış hissetmesi
trajik bir şekilde dile getirilmiştir. Bir yatay eğretileme doğrultusunda
Kafka'nın böceğini ters çevirip karga yaparsak sanırız o kadar da büyük bir gaf
yapmış sayılmayız. Zira Kafka'nın kargayı birçok eserinde övgüyle anlattığı,
kendini karga gibi hissettiği, karga hakkında argümanları olduğu bilinmektedir.
Gustav Janoach, 1921 Mayısında yazdığı ve Ludwig Winter'in de onu Bohemia'nın
Pazar Eki'nde yayınladığı zaman bir vesileyle Kafka bu yazıyı okur. Gustav
Janoach, babasının Kafka ile aynı sigorta kurumunda çalıştığından habersizdir,
bunu sonradan öğrenir, daha genç yaşlarda gece yarılarına kadar şiir
karalamasından dolayı babası onu Kafka ile tanıştırır. Tanıştıktan sonra
sürekli görüşmeye ve uzun uzun konuşmaya başlarlar. Janoach şöyle anlatır:
"Siz
şairi ayakları yere basarken başı bulutların içinde gözden kaybolan olağanüstü
bir insan gibi tanımlıyorsunuz, küçük kent soyluların tasarımı geleneğinde
kuşkusuz pek alışılmış bir tablo bu. Sadece içteki gizli saklı isteklerden
kaynaklanan bir hayal gerçekle bağdaşan bir yanı yok. Gerçekte şair toplumdaki
sıradan insanlardan çok daha küçük ve güçsüzdür. Dolayısıyla bu yeryüzündeki
yaşamın zahmet ve meşakkatini herkesten daha yoğun ve güçlü biçimde duyumsar.
Ağzından çıkan ezgiler, kendisi için birer çığlıktır yalnızca. Sanatçı bir dev
değildir, varlığının kafesine kapatılmış az ya da çok renkli bir kuştur
sadece...
-Siz de mi
pöylesiniz? diye sordum ben.
-Ben eşine
rastlanmamış bir karga -bir kavka'yım.
-
Teimhof'taki kömürcüde bir tane vardı, hani.
Görmüş
müydünüz?
-Evet.
Dükkânın önünde dolaşıp duruyor.
-Adaşımın durumu
benimkinden daha iyi.
Doğru,
uçmasın diye kanatları kesilmiş. Ama benim durumumda gerekli değildi bu, çünkü
benim kanatların zaten körelmişti. Bu nedenle yüksekler ve uzaklar diye bir şey
yok benim için... İnsanların arasında şaşkın şaşkın duruyorum. Herkes kuşkuyla
bakıyor bana. Öyle ya -tehlikeli bir kuşum ben, hırsız bir kuş- bir kargayım.
Ama bu yalnız görünürde böyle. Gerçekte parlak nesneleri algılamamı sağlayan
bir duyudan yoksunum. Onun için değil mi pırıl pırıl siyah tüylerim bile
bulunmuyor. Kül gibi gridir rengim. Öyle bir karga ki, taşlar kayalar arasında
gözden kaybolmak için can atıyor. Bu söylediklerim yalnızca bir şakadır
kuşkusuz, bugün ne berbat durumda olduğumu fark etmeyesiniz diye yapılmış bir
şaka."[157]
Varlığın kafesine kapatılmış az ya da çok renkli bir
kuş olarak şair ve yazarın kıvrılımları siyah kargada son bulurken, Kafka'nın
bu söylediklerini hayatını deşifre eden önemli izdüşümler olarak algılamak
gerekmektedir. Janoach'la söyleşisinde Kafka kendisini bir kargaya
benzetecektir. Çek dilinde "Kavka", karga anlamına gelmektedir.
Kavka'nın (Karga) durumunun kendi durumundan çok daha iyi olduğunu, onun
uçmasın diye kanatlarının kesildiği ama kendisinin kanatlarının zaten
köreldiğini, o yüzden kendisi için uzaklık ve yükseklik diye kavramların yok
sayıldığını, insanların arasında yitik, şaşkın şaşkın sekip duran, herkesin
kendisine kuşkuyla baktığı "tehlikeli bir
kuş"[158] olduğunu söyler. Kafka, bir kargadır.
Yazarın kendisini kargayla özdeşleştirdiği
(identifikation) bir başka örnek verelim. Max Brod Kafka'da İnanç ve
Umutsuzluk isimli eserinde Kafka'nın bu böceksi-kargamsı yalnızlığını
irdeler. Karga aslında yalnız bir varlık değildir, bununla Kafka figürlerini
topluluk olarak yaşayan varlıkların arasından seçer. Eserindeki hayvansal
öğelere rastlamamız; Kafkaesk eserlerdeki tanrısal olanın tümüyle insanın ve
insani ölçülerin dışında olmasındandır. Buna inkommensurabelite denir.
Bu 'inkommensurabel' özelliği dile getirmek üzere Kafka sürekli yeni
benzetilere başvurur. Bu benzetiler hayvansal özelliklerden başka bir şey
değildir. Max Brod bu hususta şunları söylemektedir:
"Nasıl
ki Tanrı insan tarafından anlaşılmaz ya da ancak yan buçuk anlaşılabilirse
(Eyüb), hayvan da insan tarafından öylece anlaşılmaz ya da yan buçuk
anlaşılabilir. İnsanın da hayvan için öylece olduğunu, tanrıtanımazlığının
melankolik travesti Bir Köpeğin Araştırmaları'nda ortaya koyar Kafka: Bu öyküde
insan köpek için görülüp sezilemez olmuştur. Kafka'nın temel inancını şu
cümlelerle özetleyebiliriz. Tanrısal vardır, ama bizim insani kavrayış
gücümüzün dışında bulunur, Tanrısal, insanın bilincinde (istisnalar sayılmazsa)
pek sık olarak kırılmaya uğrar, duruluğunu yitirir. İmparatorun haberi sana
kadar ulaşmaz, ama sen sevgiyle aralıksız beklersen (sana gelince pencerene
oturur, akşam oldu mu İmparator'un haberini dinlersin) doğru olanı yapmış
olursun.' Az önce sözü edilen mutlu istisnalara gelince, Kafka'nın bir diğer
özdeyişi bunun için anlamlıdır: 'Kargalar bir tek karganın göğü yok
edebileceğini ileri sürer. Buna kuşku yoktur, ama gök aleyhinde bu hiçbir şeyi
kanıtlamaz, çünkü gök kargaların olanaksızlığıdır."[159]
Bu ve buna benzer diğer cümlelerle Kafka, doğrusu
Tanrı'nın ontolojik yoldan varlığının kanıtlanmasının bir çeşitlemesini ortaya
koyar. Bu çabasıyla bile Sartre, Beckett ve daha başkaları gibi kendisinden
sonra gelip transandantal bir dünyayı kapı dışarı edenlerden yani kendi etkisi
altında kalmış, ama kendisine karşıt yazarlardan ayrılır. Öyle yazarlar ki,
yine de sık sık Kafka'yla bir solukta söylenir isimleri, çağımızın bir
umutsuzluk çağı olduğunu, çünkü teknolojik ilerlemenin ilerlemeye düşman
nitelik taşıdığım burada ayrıca belirtmenin gereği yok. İnsanların yüreklerinde
kökten bir geriye dönüş sağlamadıkça, nasıl bir sonun bizleri beklediğini nükleer
araştırmalar açıkça ortaya koymaktadır. Katı us gücü, doğadaki temel öğeleri
fazlasıyla kendinden yana çekip almıştır. "Ancak ebedi bir sezgi
birbirinden ayırabilir onları."[160] Henüz bu sevgiye açılan bütün kapılar kapanmamıştır.
Ama insanın aklım başına devşirmesinin zamanı gelip geçmektedir. Şimdi içinde
yaşadığımıza benzer bir son dakika dönemi, dünya tarihinde belki de bugüne
kadar görülmüş değildir.[161]
Kafka, o müthiş diktatörlüklerin bütünüyle gelişip
ortaya çıkmasından, atom bombası dehşetinden, köleleştirilmiş bireyin
apokalipse'sinden daha önceki bir zamanda yaşamış, ama bu korkusuzlukları bir
peygamber gibi önceden sezerek eserlerinde dile getirmiştir. Romanlarında
hissedilen o hayaletimsi-netameli, donuk ve kasvetli hava, işte buradan
kaynaklanmaktadır. Dehşet yüklü bir dönemin, sanatçının kişisel alınyazısından
çok ötelere taşıyan bir şekilde önceden sezilmesidir ki (Dava'daki
tutuklama sahnesiyle gizli yürütülen kovuşturma ve soruşturma gibi) Kafka'nın
yasal olan ve duyguların karmaşasına dayanamayan etkisini bir bakıma bize
açıklamaktadır.[162]
II.
Kafka, konuşma dili Almanca olan Çek bir anne-babadan
doğmadır. Ailesi Yahudi'dir, ama Kafka'nın gece yarılarında uçsuz bucaksız
okumalarında elde ettiği sorular için ebeveynlerinin belleği yeterli değildir.
Bu vesile ile semavi kitapları özellikle İncil okumalarını sürdürmektedir.
Prag'da sanat çevrelerine girmeye çalışsa da, sanat çevreleri ve tiyatro
grupları onu aralarına kabul etmezler. Bu kabul edilmeyişi Kafka'nın temel
yaşantısının yabancılık, dışlanmışlık, kendi kendine sürgün edilmişlik olduğunu
Günter Anders Kafka Pro et Contra isimli araştırmasında şöyle
açıkkmaktadır:
"Kafka
bir Yahudi olarak tümüyle Hıristiyan dünyasının insanı değildi. Yahudiliğini
umursamayan -ki gerçekte umursamıyordu- bir Yahudi olarak tam anlamıyla bir Çek
insanı değildi. Almanca konuşan biri olarak tam anlamıyla bir Bohemyalı olması,
tam anlamıyla Avusturyalı olmasını önlüyordu. Sosyal sigorta memuru olarak tam
burjuva değildi Bir burjuva ailesinin oğlu olarak tümüyle emekçiler sınıfına
girmiyordu; ama bir büro insanı da değildi, çünkü bir yazar olduğunu
duyumsuyordu. Gelgelelim bir yazar da değildi, çünkü gücünü ailesi uğruna
harcıyordu: 'Oysa aile çevremde bir yabancıdan bile yabancı yaşıyorum."[163]
Herkesin kendisine yabancı olduğunu sıkça ebeveynine
yazdığı mektuplarda dile getirir Kafka. Kasvetli aile yaşamından nefret eder
ama sürekli onun içinde yaşamak durumundadır. Babasının mal varlığı,
zenginliği, hele de o zenginliği kendi emeği ve yaşamı ile elde edişi; onun,
Kafka'dan daha zeki, daha becerikli, hayata daha iyi bir perspektiften bakma
yeteneği gibi gözükmekte, Kafka bu beceriksizliğin sıkleti altında
ezilmektedir:
"Hepiniz
bana yabancısınız" der Kafka annesine, "yalnızca bir kan bağı var,
ama o da kendini duyumsatmıyor." Kasvetli aile yaşamından nefret eder, ama
kurtulamaz. "Bundan da nefret ediyorum; evde annemle babamın yattıkları
yatağın kullanılmış çarşaflarını, dikkatle yerleştirilmiş gömleklerin görünüşü,
beni kusturacak kadar bunaltabilir, içimi altüst edebilir, öyle ki, sanki
değişimi bir türlü tamamlayamamış, bu karanlık evde, kasvetli bir yaşamdan hep
yeniden dünyaya geliyorum, o evde sürekli olarak varlığımın onaylanmasını
bekliyorum. Çalışkan ve halinden memnun küçük burjuva ailesinin, içlerinden
yetişen bu kuraldışı insan karşısındaki anlayışsızlıkları, mutlak ve
aşılmazdır. Bu nedenle sevgi arayan çocuk, kendi dünyasının bir köşesine
kurulur. Çoğu kez kötü giydirilmektedir, kendini giysilerine uydurabilsin diye
çarpık durur."[164]
Babası ile olan ilişkisi, annesi ile olan ilişkisinden
daha kötüdür. Bu ilişkisinden kalan kinin dışavurumu Babaya Mektup (Brief an
den Vater) isimli eserde yüz sayfaya gerinir. Şara Sayın, Kafka'nın ebeveyn
ilişkisini iyi irdeler:
"Babası
oğlunu son derece kesin kurallara dayanan sert bir eğitim sistemi ile
yetiştirmek istiyor. Bu ise önce çocuk, sonra genç Kafka üzerinde tam karşıt
bir etki yaratıyor. Babasına önce nefret hisleri besleyen ve bu hisleri zamanla
çeşitli kalıplar alan Kafka, anne ve babasını hiçbir zaman terk etmiyor, ama
kendine en yakın olan bu insanların arasında, gene de yalnız ve onlara yabancı
olarak kalıyor. Çevresine daima yabancı kalan, eserlerinde ise yaşantı
dünyamıza yabancı bir dünya yaratan Kafka'ya, bazı eleştirmenler, ruh hastası
bir yazar gözüyle bakmaktadırlar. Hasta deyimi, gerçekten yerinde bir
deyimdir."[165]
Çocukların yetiştirilmesinden söz ettiği mektuplarında
Kafka, Swift'in ana ve babaların çocukları yetiştirmede çoğunlukla en uygunsuz
kişiler oldukları yolundaki görüşüne katılır. Aile denen, hayvandan, aile
organizmasından söz ederek şunları ekler:
İnsanlık
içerisinde her insanın yeni ya da en azından kendi seçtiği biçimde yıkılıp
gitme olanağı vardır, anayla babanın egemenliğindeki ailede ise ancak çok belli
kişilerin yeri olabilir: Bunlar kesinlikle belirlenmiş istemlere, ayrıca da
büyüklerin koyduğu sınırlara uyan kişilerdir. Uymadıkları takdirde aileden
atılmazlar, böylesi çok güzel bir şey olurdu, ama düşünülemez, çünkü söz konusu
olan bir organizmadır ve tüketilirler. Bu tüketiliş Yunan Mitolojisindeki
ana-baba örneğindeki gibi (Oğullarım yiyen Kronos-onurlu baba) bedenin yem
yapılması biçimindeki olmaz; belki de Kronos, sırf oğullarına acıdığı için
onları yemeyi, öteki yöntemlere yeğlemiştir.[166]
Kafka'nın canlı, becerikli işinde acıma tanımaksızın
yükselmiş olan babası, dünyayı "güçle, gürültüyle ve öfkeyle"
yöneten bu Kronos ya da Yehova, zayıf oğlunun tüm direnme gücünü kırar. Bu
babayla olan ilişkisi Kafka'nın dünyayla olan ilişkisini de önemli ölçüde
belirlemiştir. Hiçbir zaman göndermediği büyük eseri "Babaya Mektup"unda
Kafka, davacı avukat ve davalı konumundadır. Bu mektupta bir dava açılır, ama
sonunda verilen hüküm davayı sonuçlandırmayıp, çaresizlik konumunu yıkıma
varana dek sürer.[167]
Baba, tam bir duygusuzlukla, darbelerini sözleriyle
indirmiştir:
"Kimseye
acımazdın, ne konuşurken, ne de daha sonra, insan senin karşında tam anlamıyla
savunmasızdı." Çocuk için en yıkıcı olan ise, "Senin, yani
benim için bu denli önemli olan senin, bana koyduğun yasalara uymamandı.
Böylece dünya benim için üçe ayrılmış oluyordu: Bir köle gibi, yalnızca benim
için bulunmuş ve gereklerini bilmediğim bir nedenle, hiç bir zaman tümüyle
yapamadığını, yasaların egemenliğinde yaşadığım bir dünya, soma benimkinden
sonsuz uzaklıkta içinde senin her şeyi öfkelenerek yaşadığın ikinci bir dünya
ve nihayet geri kalan insanların buyruklarından ve boyun eğişlerinden uzak,
mutlu yaşadıkları üçüncü bir dünya... Ben hep utanç içindeydim... Eğitimde bana
karşı kullandığın, en azından benim üstümde hep etkili olan sözlü araçlar,
küfür, korkutma, alay, kötü gülmeler ve tuhaftır kendi kendinden yakınmaydı...
İnsan bir ölçütte, daha kötü bir şey yaptığının bilincine bile varamadan
cezalandırmıyordu."[168]
Ernst Fischer, Praglı Yahudi Franz Kafka ile Prusyalı
genç soylu Heinrich von Kleist arasındaki benzerliğin şimdiye dek sık sık
belirtildiğini dillendirir. Ailesine, toplumsal konumuna ve ülkesine
yabancılaşıp yabancı ülkelere yola çıkan Kleist'ın zaferle dolu bir dönüşün
ailesinin ona sunacağı defne tacının düşünü kurduğunu, ama hiç bir başarı
kazanmaksızın geri döndüğünü ve bunun utancına dayanamayıp öldüğünü
dillendirir.[169] Fischer'e göre Kafka ise aile bağlarından kurtulabilme
konusunda Kleist'tan da başarısızdır. Kaçış girişimleri kendine aşın güvenmiş
olan genç soylununkinden daha yetersizdir. Ama sonuçta ikisi de birer kaçak,
birer yabancıydılar, yetişkinlerle başa çıkabilecek güçte olmayıp, çocukluk
yıllarında hapsolmuş kalmışlardır; ne kendilerini kurtarabilmişlerdir, ne de
başkalarıyla sürekli bir birlikteliği gerçekleştirebilmişlerdir. Sonunda böyle
bir beraberliği kendilerine ancak ölümün getirebileceğine umut bağlamışlardır,
Her ikisi de özellikle yabancılarıyla, gelmekte olan bir çağın temsilcileriydiler,
tıpkı Rousseau'nun, tıpkı Byron'un abartmaya kaçan bir üslupla yeni bir zamanın
belirleyici özelliklerini önceden haber vermiş oluşları gibi.[170]
III.
In meiner
Familie lebe ich wie, kavka (Raabe.) (Tagebücher)
Ailem
içinde karga gibi yaşıyorum. (Günceler)
Franz Kafka'nın "Değişim"ini okuyanlar bir
sabah kendini bir böceğe dönüşmüş olarak bulan Gregor Samsa'nın aile içindeki
alçalmışlığını ve öldürücü yalnızlığım bileceklerdir. "Değişim"
isimli o muhteşem esere başlayanlar eserin ilk sayfasından Gregor Samsa-Böceğin
ranzanın altında hizmetçinin süpürge sapı ile dürttüğü ana kadar, kendini ezik
bir yabancılaşmanın içinde bulacaklardır.
Kafka'nın Değişim'i üzerine en yakın
arkadaşlarından Max Brod'dan başlayınız Elias Canetti'ye, Nabokov'dan
başlayınız Felix Guattari-Gilles Deleuze'a kadar tüm edebiyatçılar,
sosyologlar, felsefeciler bir şeyler söylemişlerdir. Kafka'nın eserindeki
dönüşümünü (metamorphosis) yazının başına aldığımız alıntıdaki koyulukla
açıklayanlar olduğu gibi, bunun gücün simgesi olan, Kafka'ya taviz vermeyen,
baskıcı bir ötekinin (babanın) gölgesi altındaki muzdarip ben'in çığlığı olarak
görenler, bir vakit çalıştığı bürodan soğuyan bir kişinin ebeveyni karşısındaki
acınacak hak, alçalma kompleksi (Mindervartigkeitskomplex) olarak açıklayanlar
da olmuştur. İnsanın bir böceğe metamorfozunun bir başka türü olan kargaya
neden dönüşebileceği, ya da insanın kendisini neden bir karga (kavka) gibi
hissedebileceğini irdelemek için kargayı büyüteç altına almak gerekmektedir.
Peki, nedir bu karga denilen yaratık, ne menem bir şeydir?
Nihat Genç, insanın alamadığı, evcilleştiremediği tek
kuşun karga olduğunu söyler:
Tüm masal ve efsanelerde karganın uğursuz olduğundan
bahsedilir, çünkü felaket ve bela habercisidir. Ve ilginçtir ki, hiçbir kuş
insanlık kültüründe karga kadar yer kaplamamıştır. Gürültücü, cüretkar,
saldırgan bir kuştur, siyah, cırlak sesi, krav kav (gak gak) diye gaklayan,
hemen her coğrafyada yaşamasını başarabilen tek kuş türüdür. Kuşların en
zekisidir. İnsanlık tarihinde en çok tacize uğrayan 'yaratık'tır. Çünkü
kargalar toplumcu kuşlardır, tek bir bireylerini kaptırmaz, intikamlarını acı
alırlar.[171]
Nihat Genç, kargaların insanların tarih boyu tacizi,
haşinliğine rağmen, insanlarla iç içe ve insanların rızası olmadan yaşamayı
becerebilen tek kuş türü olduğunu söyler. Yalnız kargalar insan avucundan
yiyecek almazlar, yani tenezzül etmezler. Kolektif yaşama düşkün olduğundan,
kurtlardan çok farklı olan ve kafese sığdırılamayan bir yaratıktır karga...
"Kargayı yakaladığınızda tüm arkadaşları saldırıya geçer, baş
edemezsiniz...[172] Kargaların tarih boyunca asaleti ve başeğmezliği
üzerine de Nihat Genç ilginç tespitlerde bulunur:
"Dinozorlarla başlayan, Adem'le devam eden
yeryüzü tarihi içinde 'yenilmeyen' 'baş eğmeyen' ve tarihin en büyük dinleri,
halkları, edebiyatçıları tarafından lanetlenip tacize uğrayan karga, özgürlüğü
kendi kafasına göre yaşayan tek canlı türüdür. Serçeler, sığırcıklar, leylekler
de toplumcu kuşlardır yani birlikte hareket ederler, ancak düşen, yaralanan
arkadaşlarına burunlarını döndürüp bakmazlar, kartallar soylu bir gururu, uçsuz
bucaksız özgürlüğü temsil ederler ancak, iki gün yem verin yalaka haline
gelirler. Neden hiçbir kültür, millet kargayı kendine sembol edinmedi. Siyah, çirkin, bed sesli bu hayvanları insanoğlunun
sevmeye niyeti yok, çünkü Yunan'dan beri şekilciyiz, estetiğimize uymaz,
formlarımıza uymadığı için de uygarlığımızı bozar."[173]
IV.
Karga kelimesinin sözlük anlamına[174] bakılacak olursa, birinci anlamının kargagillerden
ekseriya parlak ve siyah tüyleri uzun kanatlı karakteristik gagalı, insanlara
alışabilir, gezici ve ötücü kuş (corvus coraks) olduğu görülür. Sözlükte
birinci anlamın altında "karga boka konmadan, karga deneyi, karga gibi,
kargasekmez, karga taşlamak, alakarga" gibi deyimler de mevcuttur. Karga
tekmesinin ikinci anlamı: 1. Bir şeyin ters dönmesi, baş aşağı olması. 2.
Yelken toplama. Karga etmek: Uzun zaman kullanılmamış tulumbayı ıslatarak
çalıştırmak. 3. Gemi sirenlerini az yer tutması için veya yes işareti olarak
eğik hale getirmek Sözlükte kargaya ilişkin güzel kelimeler de mevcuttur.
Kargaburun, kargaburnu, kargabüken, kargacık, kargadelen, kargaotu, kargaşa,
kargaşalık, karga tulumba gibi.
Meydan Larousse'da ise karga "siyah tüylü, geniş kanatlı,
gezici ve ötücü kuş" diye tanımlanır, ayrıca tohumları yediği için
tarlalara zararlıdır. Karga türü olarak sadece alakarga insana alışabilen,
duyduğu sesleri papağan gibi tekrar eden, tüyleri alacak bir cins kargadır.
Karganın ansiklopedik anlamında tanımlaması biraz daha uzun ama özdür.
Kargalar, parlak siyah tüylü kuşlardır. Gri ve beyaz karışığı değişik renkte
olanları da vardır. Gagası güçlü, kanatlan uzundur. Büyük karga ötücü kuşların
en büyüklerinden biridir. Kanat açıklığı bir metreyi geçer. Kuzey yarımkürenin her
tarafında bulunur. Hem bitkisel hem de hayvansal besinlerle beslenir. Ruhsal
yetenekleri bakımından karga, kuşlar içinde en çok gelişmiş olanlardan biridir.
İnsana kolayca alışabilir. Ekin kargası, kara kuzguna benzer, fakat
erişkinlerde, gaganın dibi çıplak olur. (Avrupa'da 'kargalık' adı verilen toplu
yuvalarda barınırlar.)[175] Karganın yukarıda da değindiğimiz gibi mahsullere
zarar verdiğinden dolayı "her mevsimde avının serbest" oluşu[176] ise ayrı bir durumdur.
Karganın kimliği için sanırız bu kadar tanımlama
yeter. Bir de karganın semavi kitaplardaki yerini açıklamak gerekir. Mesela Kur'an'da
karganın konumu nedir, ne değildir? Kargaya Kur'an hangi perspektiften
bakar bunu irdeleyelim.
Kuran'ın Maide Suresi 29-30-31. ayetlerinde Kabil'in Habil'e olan hıncım
onu öldürmesi şeklinde göstermesiyle Kabil kardeşi Habil'in cesedini ne
yapacağını bilmemektedir. Başa gelen bu ilk olayda Kabil'in çaresizliğine Allah
bir kargayı gönderecektir. Bu perspektifle karganın "Adem'e hocalık
ettiği" ve durumunun da bir "öğretici durum" olduğu gözlemlenir.
Kuran mantığı, modern insanın deyimlerde ve atasözlerinde basite aldığı
karganın hatta yer yer o küçücük sineğin insana öğretmenliğini, "öğretici
vasfını" sergilemektedir:[177]
29: "Şüphesiz kendi günahını ve benim günahımı yüklenmesi ve
böylelikle ateşin halkından olmam isterim Zulmedenlerin cezası budur."
30: "Sonunda nefsi ona kardeşini öldürmeyi (tahrik edip zevkli
göstererek) kolaylaştırdı; böylece onu öldürdü, bu yüzden hüsrana uğrayanlardan
oldu."
31: "Derken, Allah ona (Kabil'e) yeri eşiyerek kardeşinin cesedini
nasıl gömeceğini göstermesi için bir karga gönderdi. Bana yazıklar olsun.'
dedi. 'Bu karga kadar olup da kardeşimin cesedini gömmekten aciz miydim?' Artık
pişman olmuştu."[178]
Karga, Maide Suresi 31. ayetin anlamı
itibariyle "insan aciziyetinin" bir bildirgesidir.
"Bana yazıklar olsun" diyen âdemoğlu aklını kullanamadığından
dolayı kargadan daha da küçülmüştür. I Farklı bir perspektifle bu olaya
bakılacak olursa, karga, insanın aklına bile gelmeyecek şeyleri aklına
getirdiğinden ve insana mezar kazmayı öğrettiğinden onun ilk hocası olmuştur.
V.
Kargalar, renkleri, çirkin ötüşleri, yaramazlıkları,
hırsızlıkları yüzünden çoğu toplumların inançlarında, hele de masallarda
uğursuz bir yaratık olarak anılırlar. Karga, şeytanın, cadıların (Karakonsolos)
dönüştüğü ve beden aldığı bir kuştur. "Yedi Karga" (Die sieben
Raaben) masalında örneğin bir kız, erkek türdeşlerini arar ve onların
kurtulmasını sağlar. Ergen kız, dünyanın öbür ucuna, sırça dağa kadar gidip
kardeşlerini kurtarır. Grimm Masalları'ndaki 12 Kardeş Öyküsü ile 6
Kuğu Masalında da aynı tema işlenir. Babil'deki uğursuzluk getirdiğine
inanılan artık aylarda (13. ay) kargalar apayrı bir anlam kazanmaktadır. Ama
karga hep olumsuz ve kötü imgelerle hatırlanmaz, aksine zeki ve haber verici,
öğretici bir yönü de vardır. Yine de Yahudi inancına göre karga temiz değildir
(3 Mos.11.15). Cermen mitolojisinde Huginn, Mundin ve Odin isimli kargalar tüm
dünyadan haberler getirirler.
Ortaçağ döneminde işkence fotoğraflarında darağaçları
etrafında uçan, darağaçlarına tüneyen ve akbaba gibi insan eti yiyen (daha
sonra Hitchkock sinemasında ana eksen olan) kargalar, kuzgunlar Kuzeydoğu
Amerikalıların kuzey bölgelerinde bir kültür taşıyıcılığı rolünü
üstlenmişlerdir. Mitoloji ters dönmüş, Olümp Dağı'nda Zeus'tan ateşi çalan ve
insanlara ulaştıran Prometheus burada karga ile identifike edilmiştir.[179]
VI.
Mevlana'nın Mesnevi'sinde tilki, merkep, hüdhüd
ve diğer hayvanların yanında karga da çok önemli bir yer tutar. Karganın
Mesnevi'deki fonksiyonu, en azından "Hüdhüdün İddiasma Karşı Karganın
Ta'nı ve İtirazı" ve "Hüdhüdün Karganın Kınamasına Cevap
Vermesi" isimli başlıklarda görüldüğü gibi, hüdhüdü kıskanmasıdır.
Hüdhüd Süleyman'ın yanında olduğu için onu hased etmektedir. Biz meselenin daha
iyi anlaşılması için Mesnevi'den bu alıntılan yapmakta fayda görmekteyiz:
Hüdhüdün
İddiasına Karşı Karganın Ta'nı ve İtirazı
Bunu işiten
karga hüdhüdü hased edip Süeyman'a 'Bu haddini bilmez, zira
Onda böyle
bir araştırıcı görüş olsaydı, toprağın altındaki tuzağı görürdü.
Niçin
dikkat etmez ve tuzağa düşer? Niçin kafeste yer edinir? dedi.
Süleyman
'Ey hüdhüd, hakikaten bu sözler benim için variddir! Niçin sarhoşça hareket
edersin-Benim katımda yalan layık mıdır? dedi."
Hüdhüdün
Karganın Kınamasına Cevap Vermesi
Hüdhüd dedi
ki: Ey şad, beni utandırma. Hakkımdaki düşman sözünü dinleme!
Davam batıl
ise, işte başım, işte boynum kıldan incedir.
Karga
kaderin hükmünün inkarcısı. Aklının icabı kafirce düşünüyor. Kimde kafirlerden
bir hususiyet varsa, o kadın gibi akıl ve dince eksiktir.-
Akıl gözünü
kaza örtmezse, tuzak bana havadan da görünür.
Kaza ilim
ve idraki uyutur. Ayı karartır. Güneşi halsiz bırakır. Kazadan sahra ve feza
daralır. Onu inkâr dahi kazadandır."[180]
Mesnevi'deki bir
diğer karga izleğinde de karga, hüdhüdle kavgasından ayrı ama burada büsbütün
olumlu bir imge ile verilir. Dünyada henüz mezar ve mezar kazıcılığının
bilinmediği anda Kabil'in kargadan mezar kazmasını öğrenmesine dair bakın
Mevlana Mesnevi'sinde neler yazmıştır:
Mezar
kazmak, en hor bir sanattır, nihayet mahiyeti bir fikre bağlı değil!
Kabil, bunu
bilmiş olsaydı Habil'i başında taşımazdı.
Bu kana,
toprağa bulaşmış ölüyü nasıl gizlesem? diyordu.
Bir
karganın, öbür bir kargayı ağzına almış geldiğini gördü.
Karga
havadan yere indi, sanki ona mezar kazmasını gösterdi.
Tırnaklarıyla
yeri kazıp ölü kargayı oraya gömdü.
Onu gömüp
üzerine topraklar örttü. Böylece karga Hak ilhamıyla ilim sahibi oldu.
Bunu
görünce Kabil "Yazıklar olsun, benim aklım ne kadar da kıt! Bir karganın
bile aklı benden üstün! dedi.
Akl-ı
Küll'ün vasfı Mazgal-basar'dır, cüzi akılsa her yana bakar.
Havassın nuru Mazgal-basar aklıdır, karga aklıysa ölülere mezar kazma
üstadı.
Kılavuzu karga olanın canının
varacağı yer mezarlıktır.
Mevlana, Mesnevi'sinde "hak ilhamıyla ilim
sahibi" olan ve Adem'e (Kabil) tırnaklar ile mezar kazmasını öğreten
karga, insan aklının kıtlığını yansıtan bir aynadır. Mevlana, karganın
öğreticiliğini, "mezar
kazma sanatçılığını" överken ve bunun karga için bir
Allah vergisi olduğunu kabullenirken, anlatı perspektifini ters çevirip bir
anda karga aklını "ölülere mezar kazan akıl" olarak nitelendirmekte
ve bu olayı da "Kılavuzu
karga olanın, canının varacağı yer mezarlıktır" şeklinde
yorumlamaktadır. İşte somut olarak değil de soyut olarak bakacak olursak,
karganın burada nefis kargası olduğunu zaten Mevlana'nın son beytinden de
anlarız. "Sen de nefis kargasına tabi olma! Onun gideceği yer mezarlıktır,
bağ-bahçe değil." deyip insana kötülük eden, sadece kötülüğü emreden,
insanı ayartan, baştan çıkaran ve dünyevi olan hiçbir şeye doymayan nefse
"karga" metaforunu yakıştırmakla orijinal bir imge elde edilmiştir.
İnsanlık tarihi boyunca bir metafor olarak karganın
aldığı yer saygıyı hak etmektedir. Kargaları sevmeyebilir, onlardan nefret
edebilir, yer yer onun çirkinliğinden, karalığından, Nihat Genç'in de dediği
gibi "kravlamasından" tiksinebiliriz; fakat şu bir gerçek ki karga,
yüzyılı aşan ömrüyle hayvanlar aleminde en zeki hayvan olduğunu kanıtlamıştır.
Karga'nın gizemi sadece efsanelerde, masallarda,
kutsal kitaplarda kalmamış, sanatın her dalına yayılmıştır. Drama ve karga yan
yana geldiğinde aklımıza hemen Le Corbeaux'nun Kargalar'ını dramatize
eden (4 perdelik bir oyun haline getiren-1882) Henry Becque gelir. Bu dramada
varlıklı bir sanayici olan Vignerion bir beyin kanaması sonucu ölür. Birdenbire
bütün "kargalar" yani işadamları, karısına ve kızlarına kalan mirası
ellerine geçirmek için başlarına üşüşürler. Zavallı kadınlar ancak kızlardan
birinin fedakârlığı sayesinde kurtulurlar. "Taşlama" türüne örnek
olan oyun, insan yüreğinin en karanlık yönlerini ortaya çıkaran gerçekçi sözlerle
doludur. Eserin insanlara karşı olan tutumu çeşitli tepkilere yol açmıştır.[182]
Sinemaya açılınca durum daha da belirgin bir hal alır.
Yine kargalar yazan Le Corbeaux'nun eserinin 1943'te Fransız rejisörü H.
Clauwout'nun yönetiminde çevrilen versiyonu nasıl unutulur. Bu filmin
oyuncuları Pierre Fresnas, Pierre Larquey, Ginette Lederc; Lewis Charance'ın
yazdığı senaryoda, çeşitli kişilere gelen imzasız mektuplarla altüst olan küçük
bir taşra kasabasının günlük hayatım oynarlar. Film yalın ve özentisiz
anlatımı, görüntülerle montajın gergin ritmi ve bazı sahnelerin katı
gerçekliğiyle ün kazanmıştır.[183]
Hitchkock'un Kuşlar'ı insanın tüylerini diken
diken eden bir filmdir. Kuşları, (kuzgun ve kargaları) rahatsız eden birkaç
kişinin onların "cemiyet yaşamını" ve "kollektif
bilinçlerini" görmezden geldiklerinden midir nedir, onların hışımlarına
uğrarlar. Kasaba kargaların çılgınlıklarının uğrak yeri olur. Sonra Brandon
Lee'nin başrolde oynadığı ve aynı filmde kurşun sekmesi sonucu öldüğü "Ölümüz
Aşk" filminde, haksızlığa ve çirkin davranışlara uğrayan, karısına
tecavüz edilen ve kendisi de öldürülen bir figürün tekrar dirilip intikam
alması, filmin temelini oluşturur. Karga, öç alması için Brandon Lee'ye 'üçüncü
göz', 'ayrı bir perspektif' 'farklı bir bakış açısı'dır. Film konusuyla,
hele de karganın film içinde farklı kullanımıyla Hollywood için özgün bir
filmdir. Son olarak Oliver Stone'un yapımcılığını yaptığı Sean Penn, Jennifer
Lopez ve Nick Nolte'un oynadıkları U-Thurn adlı filmde de karga önemli
bir yer tutar. Bizde Kaybedenler diye çevrilen bu filmde Nick Nolte ve
kargasının apayrı bir yeri vardır.
Kaynak:
Ahmet Sarı - Cemile A. Ercan, Masalların Psikanalizi, Salkımsöğüt Yayınları, 1.
Basım, 2008, Ankara
Dipnotlar
[155] Vladimir Nabokov, a.g.e.,
s.125
[156] A.g.e., s.126
[157] Gustav Janoach, Kafka
ile Söyleşiler (Çev. Kamuran Şipal) Cem Yayınevi, İstanbul 1994, s.
16-17-18.
[158] Janoach., a.g.e., s.18
[159] Max Brod, Kafka'da
İnanç ve Umutsuzluk, (Çev. Kamuran Şipal) Cem Yayınevi, İstanbul 1994., s.4
[160] A.g.e., s.6
[161] A.g.e., s.6-7.
[162] A.g.e, s.10-11.
[163] Günter Anders, Kafka
Pro et Contra araştırısı için bkz. Ernst Fischer; Franz Kafka, (çev.
Ahmet Cemal) BFS Yayınları, İstanbul 1995, s.21-22
[164] Ernst Fischer, a.g.e., s.
23
[165] Şara Sayın, Kafka'nın
Değişim Hikayesi Üzerine Bir Deneme, Alman Dili ve Edebiyatı Dergisi, Sayı
5, İstanbul Matbaası 1996, s. 119
[166] A.g.e., s.26
[167] A.g.e., s.26
[168] Ernst Fischer, a.g.e., s.
26-27
[169] A.g.e., s.26-27
[170] A.g.e., s. 24-25
[171] Nihat Genç, Bülbül
Ötüşü Kanarya; Leman Dergisi, Sayı 225, s. 14-15
[172] A.g.y., s.l4-15
[173] A.g.y., s.l4-15
[174] D. Mehmet Doğan, Büyük
Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, İstanbul 1996, s.607
[175] Meydan Larousse, a.g.e.,
s..3-4
[176] Yeni Türk Ansiklopedisi,
Ötüken Neşriyat. 5. Cilt, İstanbul 1985, s. 1720
[177] Ali Bulaç, Kur'an-ı
Kerim'in Türkçe Anlamı, Birim Yayınları, İstanbul 1985, s.75
[178] Eb'ul A'la Mevdudi, Tefhim'ul
Kur'an, İnsan Yayınları, İstanbul 1996, 1 Cilt, s. 474-475
[179] Der Grosse Brockhaus,
F. A. Brockhaus (9.Cilt), Wiessbaden 1956, s. 506
[180] Manzum Nahifi, Mesnevi-i
Şerhi (Haz. Amil Çelebioğlu) Sönmez Neşriyat, (1. Cilt), İstanbul 1967, s.
50
[181] A.g.e., (2. Cilt) s.52
[182] Meydan Larousse, a.g.e.,
s.34
[183] A.g.e., s.34
Kaynakça
Tezel, Naki; Türk Masalları
I-II, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları/632, Türk Tarih Kurmu Basımevi,
Ankara 1997.
Sakaoğlu, Saim; Masal
Araştırmaları, Akçağ Yayınları, Ankara 2007.
Drosdevski, Günther (Brbr.); Duden
Deutsches Wörterbuch A-Z, Duden Verlag, Mannheim, Leipzig, Wien, Zürich
1989.
Bichsel, Peter; Edebiyat
Dersleri, Okuyucu/Anlatı, Babil Yayınları, Erzurum 2000.
Gezgin, İsmail; Kırmızı Başlıklı
Kız'dan İlk Günah'a Masalların Şifresi, Sel Yayıncılık, İstanbul 2007.
Wahrig, Gerhard; Wahrig
Deutsches Wörterbuch, Bertelsmann Lexikon Verlag, Gutersloh/München 1991.
Bilkan, Ali Fuat; Masal
Estetiği, Timaş Yayınları, İstanbul 2001.
Cankoçak, Onur; Masalda
Büyüyen Kızlar, Sözlü Gelenek Masalları, Çocukluk ve Düşsellik, Toplum ve
Bilim, sayı:70, Güz 1996.
Kıraç, Ekrem; Masallarda
Rasyonalite Problemi, Milli Folklor, cilt:15, sayı:9, Kış:36, 1997
Bettelheim, Bruno; "Büyünün
Yararları- Peri Masallarının Anlam ve Önemi (Masal-Mit
{İyimserlik-Kötümserlik}), Kuram Dergisi, Kitap:6, Eylül 1999.
Bettelheim, Bruno; "Büyünün
Yararları- Peri Masallarının Anlam ve Önemi (Anlam Arama Savaşımı), Kuram
Dergisi, Kitap:6, Eylül 1999.
Rıfat, Mehmet; Masallara Yaklaşım
Biçimleri, Kuram Dergisi, Kitap:6, Eylül 1999.
Eco, Umberto; Anlatı
Ormanında Altı Gezinti, Can Yayınları, İstanbul 1996.
Fromm, Erich; Masallar,
Rüyalar, Mitoslar, (????) 1995
Adorno, Theodor W.; Minima
Moralia, Metis Yayınları, İstanbul 1997.
Ateş, Süleyman; Kuran'ı Kerim
ve Yüce Meali, Kılıç Kitabevi, Ankara 1975.
Kitabı Mukaddes, Eski ve Yeni
Ahit, Orhan
Matbaacılık, İstanbul 1997
Grimm, Jacop, Wilhelm; Grimm
Masalları, Doruk Yayınları, Ankara 2003.
Güney, Eflatun Cem; Masallar,
Kültür Bakanlığı Yayınları: 523, Ankara 1990.
Aytaç, Gürsel; Yeni Alman
Edebiyatı Tarihi, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları 537, Kültür Serileri
Dizisi s. 29, Ankara 1983.
Grabert, Mulott; Geschichte
der Deutschen Literatur, Bayerischer Schulbuch Verlag, München 1983.
Erkoç, Yavuz; Faust,
Atatürk Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi Dergisi, Yıl 1991, sayı 19, s.45.
Daemmrich, Horst S. und Ingrid; Themen
und Motiven in der Literatur, Francke Verlag, Tübingen Basel 1995.
Mann, Klaus; Mnouchkine, Ariane;
Mephisto, Can Yayınları, Çağdaş Drama Dizisi, İstanbul 1990.
Bermann, Marshall; Katı Olan
Her şey Buharlaşıyor, İletişim Yayınları, İstanbul 1994.
Nabokov, Vladimir; Edebiyat
Dersleri, Ada Yayınlan, Tarihsiz.
Janoach, Gustav; Kafka ile
Söyleşiler, Cem Yayınevi, İstanbul 1994.
Brod, Max; Kafka'da İnanç ve
Umutsuzluk, Cem Yayınevi, İstanbul 1994.
Fischer, Ernst; Franz Kafka,
BFS Yayınları, İstanbul 1995.
Sayın, Şara; Kafka'nın
Değişim Hikâyesi Üzerine Bir Deneme, Alman Dili ve Edebiyatı Dergisi, Sayı
5, İstanbul Matbaası 1996.
Genç, Nihat; Bülbül Ötüşü
Kanarya; Leman Dergisi, Sayı ???
Doğan, D. Mehmet; Büyük
Türkçe Sözlük, İz Yayıncılık, İstanbul 1996.
Yeni Türk Ansiklopedisi, Ötüken Neşriyat. 5. Cilt,
İstanbul 1985
Bulaç, Ali; Kur'an-ı Kerim'in
Türkçe Anlamı, Birim Yayınları, İstanbul 1985
Brockhaus, F. A.; Der Grosse
Brockhaus, (9.Cilt), Wiessbaden 1956
Çelebioğlu, Amil (Haz.) Manzum
Nahifi, Mesnevi-i Şerhi, Sönmez Neşriyat, (1. Cilt), İstanbul 1967
Bauman, Barbara-Oberle,
Birgitta; Deutsche Literatur in Epochen, Max Hueber Verlag, München
1985. j
Bettelheim, Bruno; Masal -
Mit İyimserlik- Kötümserlik, Kuram Dergisi, Kitap 6, Eylül 1994.
Demir, Ömer-Acar, Mustafa; Sosyal
Bilimler Sözlüğü, Ağaç Yayınları, İstanbul 1993.
Graber, Hans Gustav; Kadın
Psikolojisi, Cem Yayınevi, İstanbul 1996.
Kwiatkowski, Gerhard; Die
Literatur-Schüler Duden, Dudenverlag, Mannheim/Wien/Zürich, 1980.
Propp, Vladimir; Masalın
Biçimbilimi, BFS Yayınlan, İstanbul 1985.
Sarı, Ahmet; Masalların Ruhu
(Masalların Psikanalizine Dair), Edebiyat Eleştiri, Ocak-Şubat 2000, Sayı
47.
Seyidoğlu, Bilge; Erzurum
Halk Masalları Üzerinde Araştırmalar, Baylan Matbaası, Ankara 1975.
Kamphoevener, Elsa Sophia von; Türk
Masalları 1, Gendaş Kültür, İstanbul 2004.
Özünel, Evrim Ölçer, Masal
Mekanında Kadın Olmak, Masallarda Toplumsal Cinsiyet ve Mekan İlişkisi,
Geleneksel Yayınları, Ankara 2006.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar