Print Friendly and PDF

Mesneviden Dersler -4-


Hz. Pir’in huzurunda
Ey eski cihana taze can olan!
Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit![1]
Canımdaki, bir katra ilimden ibarettir; onu ten havasından, ten toprağından kurtar![2]
Fakat sen hakkımda böyle kötü zanna düşünce candan da usandım, tenden de.[3]
Ten İsmail’e benzer, can Halil’e, can bu semiz bedeni yaptırdı da tekbir getirdi mi,
 Ten kesilir, şehvetlerden hırslardan kurtulur, besmeleyle kesilmiş temiz bir kurban haline gelir. [4]

Can der ki:
“ Ey benim şu yeryüzüne mensup cüz’ülerim benim garipliğim sizin garipliğinizden daha acı… ben, arşa mensubum.”
 Tenin meyli, yeşilliğe, akarsuya… çünkü aslı ondan.
 Canın meyli ise diriliğe, diriye. Çünkü aslı Lâmekân’ın canı!
 Can, hikmete, bilgilere… ten, bağa, bahçeye, üzüme meyleder.
 Can, yücelmeye, yükselmeye can atar; ten, kazanca, ota, yiyeceğe, içeceğe! [5]
Canın, tenin sakalıyla, bıyığıyla alış verişi yoktur... fakat ten, can olmayınca murdardır, aşağıdır![6]

Ey ten uğruna canını yakıp duran!
Canını yaktın, tenini aydınlattın.
 Ben yandım, kavını tutuşturmak isteyen bana gelsin, benden tutuştursun da çerçöpü alevlensin, yaksın![7]
Ten candan, can da tenden gizli kapaklı değildir, lâkin canı görmek için kimseye izin yok.
Bu neyin sesi ateştir, hava değil; kimde bu ateş yoksa yok olsun![8]
Baharda çiçek dökülünce meyve baş gösterir. Ten de harap olunca can görünür.[9]
Tene hizmet ederse eşektir. Can denizine dalarsa inci bulur. [10]
Gönülden gönüle pencere olduğu muhakkak. İki gönül iki ten gibi birbirinden ayrı ve uzak kalamaz.[11]
Ten şekli, ten gibi iğretidir... ona pek gönül verme... o bir anda gelir geçer! [12]
Bu beden, haset evi olagelmiştir. Soy sop hasetten bulaşık bir hale düşer.
 Ten haset evidir ama Tanrı, o teni tertemiz etmiş, arıtmıştır.
 “Evimi temizleyin” “âyeti” beden temizliğini bildirir. Bedenin tılsımı toprağa mensupsa da hakikatte nur definesidir.
Sen (hakikatte) teni olmayana hile ve haset edersen o hasetten gönül kararır.
 Tanrı erlerinin ayakları altına toprak ol! ,bizim gibi sen de hasedin başına toprak at![13]

Ey sûrete tapan!
Tüm, mânayı elde etmeye çalış! Çünkü mâna sûret tenine kanattır.
 Mâna ehliyle düş, kalk ki hem atâ ve ihsan elde edesin, hem de fetâ olasın.[14]
Dağ başından, hızlı hızlı akan seller; bizim tenimizden de aşka karışık olarak akıp giden can, aslına gidip kavuşur![15]
Gönül, seni, gönül ehlinin diyarına; ten, seni su ve çamur hapsine çeker. [16]
Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür.
Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir. Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir.[17]
Fakir ona derler ki şûlelerle vasıtasız rabıtası vardır.
 Hakikatte âlemin gönlü odur. Çünkü ten (gibi olan âleme) bu gönül vasıtasıyla feyz gelir, ten (gibi olan cihan), bu gönül yüzünden işe yarar.
 Gönül olmasa ten, konuşmayı ne bilir? Gönül aramasa ten, araştırmadan ne anlar?
 Demek ki şûlelerin nazargâhı o demirdir. Şu halde Tanrı’nın nazargâhı da gönüldür, ten değil!
 Sonra bu cüzi olan gönüller de hakikî maden olan gönül sahibinin gönlüne nispetle ten gibidir. [18]
Gönül, ten havuzunda çamura bulandı ama ten, gönül havuzunda arındı.
Oğul, gönül havuzunun çevresinde olan, ten havuzundan sakın!
 Ten deniziyle gönül denizi birbirine bitişiktir, fakat aralarında bir berzah var, birbirlerine karışmazlar.[19]
Ten midesi, insanı samanlığa çeker. Gönül midesi reyhanlığa.[20]
Ahad ve Ahmed’e yapış, ey kardeş, ten Ebucehl’inden kurtul![21]
Kur’an’ın hükümlerini tutar, kıssalarından hisse alırsan can kuşuna ten kafesi dar gelir.
 Kafeste mahpus olan kuşun kurtulmak istememesi cahilliktendir.
 Kafeslerden kurtulan ruhlar, Tanrı’ya lâyık ve halka rehber olan peygamberlerdir.
 Onların sesleri, kafeslerin dışından ve din makamından gelir: “Sana kurtuluş yolu ancak budur, bu!
 Biz bu daracık kafesten bununla kurtulduk. Bu kafesten kurtulmanın bundan başka çaresi yok![22]
Ten gözü, seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi?
 Gama, neşeye merbut olan gönüle, onu görmeye lâyıktır, deme![23]
Ruh, Salih gibidir, ten de deveye benzer. Ruh vuslattadır ten ihtiyaç içindedir. [24]
Çünkü elbiseyle içeriye yol yoktur. Ten elbiseden, elbise de tenden haberdar değildir.[25]
 Fakat tasalanma, senin şefaatçin benim. Ben ruhun eri ve sultanıyım, ten kulu değil!
 Yanımda bu tenin kıymeti yok; ten kaydına düşmeyen bir er oğlu erim.
 Hançer ve kılıç, benim çiçeğim; ölüm meclisim... bağım, bahçemdir.”
Tenini bu derece öldürüp ayaklar altına alan kişi, nasıl olur da beylik ve halifelik hırsına düşer? [26]
Tene yağlı, ballı şeyleri verdikçe cevherini, hakikatini semirmiş göremezsin.
 Teni miskler içine yerleştirsen yine ölüm gününde pis kokusu meydana çıkar.
 Miski tene sürme, gönüle sür. Misk nedir? Ululuk sahibi Tanrı’nın adı.
 O münafık, miski tene sürer de ruhu, külhanın ta dibine sokar.
 Dilin de Tanrı adı, canındaysa imansız düşüncesi yüzünden pis kokular! [27]
Ruhu padişahın ruhîyle birdi. Bu ten âleminden önce de o iki ruh, birbirine eş olmuş, birbirine âşina olmuştu.
 Zaten iş, tenden önce olan iştir. Sonradan meydana gelenlerden geç! [28]
Ten ağacına kurt düştü. Onu söküp ateşe atmak lâzım.[29]
Nasihatimi dinle: Ten , kuvvetli bir bağdır. Yeniyi istiyorsan, eskiden soyun!
 Dudağını yum, altın dolu avucunu aç. Ten nekesliğini bırak, cömertliği ele al. [30]
Ten ehlinin yanında edep, zâhiri muameleden ibarettir. Çünkü Tanrı, onlardan gizli şeyleri örtmüştür.[31]
O varlık, Tanrı nuruyla dolu, hem de dudağına kadar. Ten kadehi kırılmış, mutlak nur kalmıştır. [32]


Musa dedi ki:
“ Ey ulular, sizi affettim. Cehennem teninize haram oldu, canınıza da.[33]
Bil ki bu ten, elbiseye benzer. Yürü, bu elbiseyi giyeni ara, elbiseye sürünüp durma. [34]
Tenden mizaçtan soyunmaktan daha hoş bir şey yoktur, a ilhama mazhar olmayan sersem Firavun!” dediler.[35]
Öküzü öldüren de aklındır. Hadi, artık ten öküzünü öldüreni inkâr etme!
 Akıl bir esirdir. Daima Hak’tan zahmetsizce bir rızık, tabak tabak nimetler ister.
 Onun zahmetsizce rızıklanması neye bağlıdır? Kötülüğün aslı olan öküzün öldürülmesine.
 Nefis, “ Benim öküzümü nasıl olurda öldürürsün?” der. Çünkü nefis öküz, ten suretidir.[36]
Şehirli, nefsin hilesini, tenin düzenini ne bilsin? O ancak kalbe gelen vahiyle kahredilebilir.
 Kim onun cinsiyse ona dost olur. Ancak şeyhin olan Davut müstesna!
 Çünkü o varlığını tebdil etmiştir. Tanrı, kimi gönül makamına vâsıl ederse o kişide ten cinsiyeti kalmaz. [37]

İsa “ Benim” dedi.
Adam dedi ki: “ A güzel yüzlü, topraktan kuşlar yapan sen değil misin?!”
 İsa. “ Evet benim” dedi. Adam “ Peki, öyleyse ey tertemiz ruh, dilediğini yaparken kimden korkuyorsun?
 Âlemde bu kadar mucizelerin varken senin kullarından olmayan kim?”
 İsa dedi ki: “Teni eşsiz örneksiz yaratan, canı ezelden halk eden Tanrı’nın tertemiz zatına ant olsun…
 Onun pak zatiyle sıfatları hakkı için… felek bile yenini, yakasını yırtmış, ona âşık olmuştur. [38]
Yalnız teni tanıyanlar, bizi çabucak kaybederler… su içenler, tulumu da bırakırlar, küpü de! [39]
Her meyvanın içi, kabuğundan iyidir. Teni de kabuk, sevgiliyi iç bil![40]
Gaflet, tenden ileri gelir. Ten, ruh oldu mu artık şüphesiz bir halde bütün sırları görür.
 Gök boşluğundan yeryüzü kalktı mı ne benim için gece ne gölge kalır, ne senin için.
 Nerede bir gölge, gece, yahut gölgelik varsa yerdendir; göklerden aydan değil!
 Duman, kıvılcımlar saçan ateşten meydana gelmez, daima odundan meydana gelir.
Vehim, hataya düşer, yanılabilir. Fakat, akıl, mutlaka isabet eder, yanılmaz.
 Her ağırlık, her yorgunluk, tenin muktezasıdır. Cansa hafifliği yüzünden uçup durur.[41]
Ten sureti gidiversin, ben o suretten ibaret değilim ya. Ben baki oldukça suret eksik olmaz elbet.
Tanrı lûtfuyla “ Ben insana ruhumdan ruh üfürdüm” sırrına mazharım… kamış gibi olan tenden ayrılırsam yalnız Tanrı nefesi olarak kalırım.
 Tanrı’nın nefesi, bu tene gelmesin de inci de bu dar sedeften kurtulsun artık.
 Tanrı “ Ey doğru kişiler, ölümü dinleyin” dedi. Ben de doğrucuyum, bu söze canımı veririm!”[42]
Tanrı, tenden münezzehtir... benimse tenim var. Böyle söylediğim zaman öldürülmem lazım![43]

Tanrıya mensup olan can!
O yalanın, şu fâni tendir... doğrun da
 Yıllardır şu ten ayranı meydandadır da can yağı onda fâni ve değersiz bir hale gelmiştir.[44]
Ten, gece gündüz onunla gelişir, yapraklanırsa can dalı, yapraklarını döker, güz mevsimine düşer.
Beden azığı, derhal canın azıksız kalmasıyla neticelenir. Bunu azaltmak onu çoğaltmak gerek.
“Tanrı’ya borç verin.” Sen de bu ten ağzından borç ver de karşılığında gönlünde yeşillikler bitsin.
Borç ver de bu ten lokmasını azalt, bu suretle de “Gözlerin görmediği” yüz görünsün.
Ten kendisini pislikten arıtırsa ululuk misk ve incileriyle dolar.
Böyle adam şu pislikten kurtulur, temizliğe ulaşır, bedeni, “Tanrı sizi, kirlerden temizlemeyi diler” sırrına ulaşır.[45]
Şu ten hırkasının iğnesiz, ipliksiz dikilmesinden ve bakırı altın yapan iksirden başka bir şey değildir[46]
Çalış da bu istek artsın. Bu suretle de gönlün şu ten kuyusundan çıksın. [47]
Can, doğan kuşuna benzer, ten ona tuzaktır. O, beden tuzağına ayağı bağlı, kanadı kırık bir halde düşüp kalmıştır. [48]
Tenimin her kılında bir dil olsa da hepsiyle sana şükretmeye kalkışsam yine şükründen âcizim. [49]
Canından, teninden doğan işin, çocuğun gibi gelir, senin eteğini tutar.[50]
Tanrı şarabı, insanı o çalgıcıya, o okuyucuya götürür; bu ten şarabı da bu çalgıcıdan, bu okuyucudan gıdalanır.
 Söze gelince ikisi de birdir ama hakikatte bu Hasan’la o Hasan arasında fark çoktur.
 Arada söze ait bir şüphe var ama gökyüzü nerede, ip nerede?
 Sözdeki birlik, daima yol vurur. Kâfirle müminin birliği, ten bakımındandır.[51]

Su gibi ten testisinde kaldıkça dedikoduya kapılırsın, habbeler gibi savaştasın, barıştasın.[52]

Biz bildik ki şu tenden ibaret değiliz. Beden olmaksızın da Tanrı ile yaşarız. [53]
Kaynak:
Mevlânâ Celâleddîn - MESNEVÎ-İ ŞERİF Tercümesi, Çeviren: Veled Çelebi (İzbudak)

Tende cânım canda cânânımdır Allâh hû diyen,
Dilde sırrım sırda sübhânımdır Allâh hû diyen.

Dest-i kudretle yazılmış yüzüne âyât-ı Hakk,
Gönlümün tahtında sultânımdır Allâh hû diyen.

Cümle â’zâdan gelir zikr-i “Enel Hak” nârası,
Cism içinde zâr u efgânımdır Allâh hû diyen.

Geceler tâ subh olunca inledir bu dert beni,
Derdimin içinde dermânımdır Allâh hû diyen.

Yere göğe sığmayan bir mü’minin kalbindedir,
Katremin içinde ummânımdır Allâh hû diyen.

Kisve-i tenden muarrâ seyreder bu gökleri,
Çark uran abdâl-ı uryânımdır Allâh hû diyen.

Her kişiye kendiden akreb olan dost zâtıdır,
Ey Niyâzî dilde mihmânımdır Allâh hû diyen


Kamer çehre peri-rü tende canım
Nigârım, dilberim, ruh-i revanım
Enisimsin sim-berim yâr-i vefadarım
Nigârım, dilberim, ruh-i revanım

Dilberle dem beraber derdi elem beraber
Cân-u ten o dilber oldu bimem ki nem beraber

Mevlâda yâri mecnun leylâda yâri mecnun
Sahrâda yâri mecnun gezdikçe gam beraber

Gül dertli gonca dertli yâr benden önce dertli
Şol dertli nice dertli derdi elem beraber

Menzâr edince Dilber bakıpta handân eyler
Olsa şarâb-ı kevser yarsız nidem beraber

Bahtın Hulûsi yâver yâr oldu ol dilâver
Elde sabûh-u sağer ol gonca fem beraber


[1]Mesnevî-i Şerif, c.I, 1802
[2] Mesnevî-i Şerif, c.I, 1883
[3] Mesnevî-i Şerif, c.I, 2403
[4] Mesnevî-i Şerif, c.III, 2145-2146
[5] Mesnevî-i Şerif, c.III,4435-4439
[6] Mesnevî-i Şerif, c.IV, 1886
[7] Mesnevî-i Şerif, c.I, 1720-1721
[8] Mesnevî-i Şerif, c.I, 8-9
[9] Mesnevî-i Şerif, c.I, 2929
[10] Mesnevî-i Şerif, c.II, 2683
[11] Mesnevî-i Şerif, c.III,4392
[12] Mesnevî-i Şerif, c.IV, 1840.
[13] Mesnevî-i Şerif, c.I, 432-436
[14] Mesnevî-i Şerif, c.I, 710-711
[15] Mesnevî-i Şerif, c.I, 768
[16] Mesnevî-i Şerif, c.I, 725
[17] Mesnevî-i Şerif, c.I,3446-47
[18] Mesnevî-i Şerif, c.II, 835-839
[19] Mesnevî-i Şerif, c.II, 1369-1371
[20] Mesnevî-i Şerif, c.V,2477
[21] Mesnevî-i Şerif, c.I, 783
[22] Mesnevî-i Şerif, c.I, 1540-1544
[23] Mesnevî-i Şerif, c.I, 1790-91
[24] Mesnevî-i Şerif, c.I, 2515
[25] Mesnevî-i Şerif, c.I, 2773
[26] Mesnevî-i Şerif, c.I,3942-3945
[27] Mesnevî-i Şerif, c.II, 265-269
[28] Mesnevî-i Şerif, c.II, 1050-1051
[29] Mesnevî-i Şerif, c.II, 1264
[30] Mesnevî-i Şerif, c.II, 1270-1271
[31] Mesnevî-i Şerif, c.II, 3219
[32] Mesnevî-i Şerif, c.II, 3410
[33] Mesnevî-i Şerif, c.II, 1241
[34] Mesnevî-i Şerif, c.II, 1610.
[35] Mesnevî-i Şerif, c.II, 1745
[36] Mesnevî-i Şerif, c.III, 2506-2509
[37] Mesnevî-i Şerif, c.III, 2560-2563
[38] Mesnevî-i Şerif, c.III, 2580-2584
[39] Mesnevî-i Şerif, c.III, 3190.
[40] Mesnevî-i Şerif, c.III, 3417.
[41] Mesnevî-i Şerif, c.III,3566-3572
[42] Mesnevî-i Şerif, c.III,3934-3937
[43] Mesnevî-i Şerif, c.IV, 2106
[44] Mesnevî-i Şerif, c.IV,3031-3032
[45] Mesnevî-i Şerif, c.V, 144-149
[46] Mesnevî-i Şerif, c.V,788
[47] Mesnevî-i Şerif, c.V,1735
[48] Mesnevî-i Şerif, c.V,2280.
[49] Mesnevî-i Şerif, c.V, 2315
[50] Mesnevî-i Şerif, c.VI,419
[51] Mesnevî-i Şerif, c.VI,646
[52] Mesnevî-i Şerif, c.VI,27
[53] Mesnevî-i Şerif, c.V,3340.

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar