OSMANLI DEVLETİNDE SİYASETEN KATL
Her şeyden önce şunu belirtmek gerekecektir: Siyaseten
katl tam anlamı ile bir hukuki kurumdur. Yaptırım uzun açıklamalar gösterdi ki
siyaseten katl, belirli hukuki ilişkilere bağlı olarak gelişmiştir ve gene
belirli şartlara ve bunların doğurduğu çeşitli kurallara göre uygulanarak belli
bir sonuca ulaştığı için bir hukuki kurum sayılmak gerektir. Nitekim
Sıyaseten Katl Kurumu İslâm hukuku sisteminin esaslı bir dalı olan İslâm ceza
hukukunun bir parçasıdır. Yaptırımız açıklamalar, siyaseten katlin, İslâm
ceza hukukunun önemli eksikliklerinin doldurulmasını sağlamak amacıyla
doğduğunu göstermektedir. Gerçekten. eğer Kur’anda suçlar ve cezalar tam bir
şekilde sayılmış olsa idi. örfî ceza hukukunun ortaya çıkması gereksiz olurdu. İslâm ceza
hukukunda ölüm cezasını gerektiren hallerin çok az olması, devletin sorumlu
makamlarında bulunanların, gene fıkhın ta'zlr kurumundan faydalanarak idam
hükmü verebilmelerini sağlamıştır. İslâm Teokrasisini etkisi altına alan
çeşitli sistemlerin doğurduğu bir zaruret gereği olarak ta. hükümdarın ta'zir
hakkı son derece genişlemiş ve temel fıkri itibarı ile verinde bir hukuki kurum
savılması gerekli siyaseten kati zaman zaman en önemli despotluk vasıtası
hâline gelmiştir. Osmanlı Devletinde doğunun bütün İslâm devletlerinde olduğu
gibi, kurumun uygulanması böyle cereyan etmiştir. Devletin çok büyük dış
tehlikelerle karşı karşıya olması itibarı ile hükümdarın mutlak egemenliğinin
zaruri sayılabilecek şartlar yüzünden son derece artması siyaseten katlin keyfî
bir şekilde uygulanmasına yol açmıştır. Gerçi, normal şartlar altında ve
uydurma olmıyan gerçek bir yargılama sonunda, ölüm cezasının verilmesini
gerektirecek esaslı hukukî sebepler ortaya çıktığı takdirde siyaseten kati
meşru görülürse de, keyfi siyaseten katillerde bütün sorumluluğun, emri verene
ait olması gerektir. Nitekim, dış tehlikelerin son derece önemli olması
yüzünden mutlak hükümdarlık otoritesinin artması bile, siyaseten katlin, İslâm
hukukunun ana prensiplerine aykırı olarak kullanılmasını haklı gösteremez. Fakat bu nazarî mülâhaza, uygulamada hiç dikkate
alınmamış ve siyaseten katlin bir zulüm vasıtası olmasında ulema da, hükümdar
ile işbirliği yapmıştır. Batının da mutlak devletlerinde, bir hukuk kurumu
haline gelmemekle beraber, keyfi ölüm cezaları vardı. Ancak batıda hukuk
devletinin kurulması gelişip tamamlandıkça, doğudaki keyfî cezalar, aynen
yaşamakta devam ettiği için, daha çok hukuk dışı sayılmak gerektir. Nihayet
çok geç de olsa doğuda ilk defa olarak Osmanlı Devletinde, Tanzimatta,
siyaseten katlin bu keyfiliği sona ermiş ve belki de ilk defa amacına elverişli
bir hale getirilerek hukuka uygun bir duruma sokulmuştur. Bununla beraber
Türk ceza hukukunun Tanzimat sonrası problemleri dikkate değer bir inceleme
konusudur.
Tanzimata kadar hükümdarın, mutlak vekilinin veya
diğer yetkililerin. bilhassa XVI. Yüzyıl sonundan itibaren vatandaşın canı
üzerinde mutlak bir yetkiye sahip olması şüphesiz, devletin insan unsuru
bakımından son derece tahripçi sonuçlar yaratmıştır. Vatandaşın devlet
karşısında hiçbir değerinin olmaması, onu zaman zaman korkak, haklarını almayı
ve korumayı bilemez hale getirmiş, zaman zaman da devleti hiçe sayma, ona her
fırsatta baş kaldırma yoluna itmiştir.
Birinci hâl insanın devletin kölesi olmasını
gerektirmiş ve bu tabasbus her türlü gelişmeyi engellemiş, ikinci hâl de
devleti ve insanları anarşiye sürüklemiş ve vatandaş gene canından korkmuş, her
iki durum da Türk Ülkesinde huzur bırakmamış ve halktaki korku, kamu hukukunda
kendi lehinde bir hareket yapılmasına engel olmuştur. Tanzimat hareketi
sonucunda gerçi yargılamasız katl ortadan kalkmıştır. Fakat bu aydınlık
hareketin iyi teşkilâllandırılamaması ve o zamana kadar süren millî
ayaklanmalar ve dış savaşların ardı kesilmeden gene devam etmesi yüzünden,
İktisadî ve toplumsal bünyenin iyice bozulması, girişilen diğer cılız
reformları kösteklemiştir. Yargılamasız katlin ve zulmün nazarî olarak ortadan
kaldırılması, çürümüş bir devlet mekanizmasının idarecilerini uyaramamıştır. Bu
yüzden Cumhuriyete kadar devlet “korkutucu” olmak karakterini saklamış, halk ta
bunun karşısında daima pasif olarak direnmiş, bu yüzden devlet ile hal
karasında işbirliği yerine, büyük bir uçurum yerleşmekte devam etmiştir.
Cumhuriyet devrinde yapılan köklü hukuk reformları
daha kesin sonucunu vermemiştir. Türk insanının imparatorluk devrindeki
huzursuzluğu henüz sona ermemiştir. Yüzyılların doğurduğu derin ve tahripçi
sebeplerin bir-iki nesil içinde sona ermesi tabiî ki beklenemez. Ancak
Cumhuriyet Devletinin, yüzyıllık geleneklerin sembolik kalıntılarını artık
atması ile beklenilen ilerlemenin daha hızlı gerçekleşme yoluna gireceği
şüphesizdir.
Sh:205-207
Kaynak: Ahmet
MUMCU, Osmanlı Devletinde Siyaseten Katl, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Hukuk Tarihi Blm, DOKTORA TEZİ,1963-Ankara
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar