PARAPSİKOLOJİ NEDİR?
Bilimde “para”
ön-takısı “zıddı” veya “komşusu” anlamına gelir.
Ruhsal yâni
zihinsel süreçlerin arızalı yahut sağlıklı işleyişlerini inceleyen bilim dalına
“psikoloji” denir malûmunuz.
Buna "para" eklenince
de, klasik disiplinlerin ilgilenmekten neredeyse korktuğu fenomenleri inceleyen
bir bilim dalıyla karşılaşırız.
Başka makalelerde
de belirttiğim gibi, bu ana başlık altında mütalâa edilen pek çok disiplin akla
geliyor hemencecik:
İçe bakışçılık (instrospection)
Dıştan bakışçılık
İstihdamcılık.
İnovasyon vs.
Psikometri
Psikoterapistlik vs.
Psikolojinin ve
psikiyatrinin pek çok ortak konusu ve sahası vardır:
İlk canlılar
Bitkiler
Mantarlar
Hayvanlar ve ötesi…
Spiritüalistler
Klasikler
Yeniler
Hristiyanlar
Neo-Platoncular vs.
Bilişsel
Davranışçı
Karma (mikst) vs.
Klasik
Analitik
BDT destekli
Gevşeme
Basit
Progresif
Autogenic Training vs.
Guided Imagery (yönlendirilmiş hayal kurma)
Sistematik Duyarsızlaştırma
Maruziyet
in vivo
veya yalancı in vivo
in vitro
vs.
Falcılık, Medyumlar, NLP, Feng Shui vs.
Şifa Tâcirleri: TAROT, Astrolojik ve kuantolojik vs.
***
Bütün bilimsel
disiplinlerin, içinden çıkamadıkları hâlleri (states), durumları (conditions)
ve vaziyetleri (situations) izah edebilmek için sığındıkları bir No Maen’s Land
veya Âraf vardır.
Burada tamamen Hermeneütik
(Yorumsama) konuşur ve herkes kendi dünya görüşüne göre tefsirler
geliştirir.
İşte, bu Puslu
Mantığın ve Belirsizlik İlkesinin rehber olduğu, uçuşun -bilimsel
esaslardan olabildiğince kopmamak ön şartı ile- nispeten serbest addedildiği Alacakaranlık
Kuşağını araştıran disipline de, kısaca, Parapsikoloji denir. Zımnen
de Parapsikiyatriyi ihtiva veya teşmil eder (içerir ve kuşatır).
Bâzı cisimleri,
bâzı insanlar uzaktan etkileyebilmekte, hareket dahi ettirebilmektedir: Telekinezi.
Bunlar en küçüğünden, koca dağlara, denizlere kadar her şey olabilir: Çatallar
bükülür; Musa da kalkıp Kızıldeniz'i ikiye böler, kavmini oradan yürütür...
Durugörü (clairvoyance), canlı ve cansız nesnelerin
ve olayların beş duyunun yardımı olmadan algılanmasına ve idrak edilmesine
verilen isimdir.
Durugörü,
kişide objektif veya sübjektif vizyonlar veya imaj duyumları tarzında
belirebilir.
Durugörü
fenomenine hipnozda, doğal uykuda, uyku-uyanıklık arasında (Hipnagojik ve
Hipnopompik Hallüsinasyonlar), izolman, vecd, trans gibi “Değişik Şuur Hâlleri
(Altered States of Consciousness)” adı altında incelenen degajman hâllerinde
daha sık rastlanır.
Durugörü
fenomeni ve yetenekleri, metapsişikçiler ve parapsikologlarca çeşitli sınıflara
ayrılarak incelenir.
Metapsişikçiler
durugörü yeteneklerini başlıca şu sınıflara ayırırlar:
Gizligörü (lüsidite): Gözler kapalıyken çevreyi
görebilme.
Kritoskopi: Saydam olmayan cisimlerin ardını görebilme
Alteroskopi (alloskopi): Kişinin başkalarının
bedenlerindeki iç organları, bunların işleyişlerini, auraları görebilmesi ve bu
sayede bedensel rahatsızlıkları saptayabilmesi. Bu yetenek kişinin kendi bedeni
için söz konusu olduğunda yeteneğe otoskopi (hautoskopi) adı verilir.
Teleoptik: Kişinin beş duyusuyla algılayamayacağı
uzaklıktaki veya kapalı bir ortamdaki olay, nesne ve canlıları algılayabilmesi.
Bu yeteneğin bir çeşidine coğrafi yâhut gezici durugörü (remote viewing) adı
verilir. Gezici durugörü medyumları içinde en ünlüsü olan ABD’li Ingo Swann’ın
bu yeteneğini kullanabilmesi için kendisine yerkürenin herhangi bir yerinin
enlem ve boylam koordinatlarının kendisine verilmesi yeterliydi. ABD’nin Soğuk
Savaş döneminde, SSCB’ne karşı Swann’ın bu paranormal yeteneğinden yararlanmış
olduğu ileri sürülür.
Zamansal durugörü (prekognitif ve postkognitif durugörü):
Yeteneğin geçmiş veya gelecekteki olayları algılamaya yönelik olması.
Telepatik
durugörü.
Telepati (uzaduyum), bireyler arasında bilinen beş
duyunun yardımı olmaksızın gerçekleştiği ileri sürülen bilgi aktarımıdır.
Bir başka deyişle, telepati, paranormal bir yetenek olup, bireyler arasında
ESP yoluyla düşünce, fikir, duyum veya imajların aktarılmasını sağladığı ileri
sürülen tesir irtibatıdır.
Terim,
eski Yunanca’daki “uzak” anlamına gelen tele (τηλε) kelimesi ile
“etkilenme, tesir almış olma, hissetme” anlamlarına
gelen patheia (πάθεια) kelimesinin birleştirilmesiyle elde edilmiş
olup, önceden kullanılan “düşünce aktarımı” teriminin yerini almak üzere
SPR’nin kurucularından Fredrich WH Myers tarafından 1882’de ortaya
atılmıştır. Birçok Doğu Bloku ülkesinde telepati yerine
“biyo-enformasyon" terimi kullanılmıştır.
Telepatide,
alıcı ve verici olmak üzere en az iki kişi vardır. Tesiri gönderen veya
düşüncesini yayan, gönderen kimseye verici (agent), gönderileni almaya çalışan
kişiye alıcı denir. Telepati yeteneğine sahip bâzı “alıcı” telepatların diğer
insanların zihinlerini okuma yeteneği oldukları söylenir.
Telepati,
psikokinezi ile birlikte, araştırmaların iki temel alanını oluşturur. Bu
alanda telepatiyi tam anlamıyla keşfetmek ve anlamak üzere sürdürülen birçok
araştırma vardır. Telepatinin nasıl ve ne yolla gerçekleştiği hakkında çeşitli
varsayımlar ortaya atılmışsa da, henüz kesin bir sonuca ulaşılamamıştır.
Parapsikolojideki Telepati Deney
Yöntemleri
Parapsikoloji
alanında telepati kısa adı ESP olan duyular dışı idrakin bir türü olarak kabûl
edilir. ESP'nin diğer tanınmış türlerinden bazıları prekognisyon (önceden
bilme) ve durugörü olarak bilinir.
Telepati
yeteneğini test etmek üzere başvurulan çeşitli deney yöntemleri bulunmaktadır.
Bunlardan en tanınmış ikisi Zener Kartları ve Ganzfeldt Uyarımıdır.
Zener Kartları
1920’de
Karl Zener tarafından icat edilmiştir.
Parapsikoloji
alanında ilk niceliksel araştırmalarda kullanılan bu kartlara, Joseph B Rhine,
çalışma arkadaşı Karl Zener’e ithafen bu adı vermiştir.
Zener
kartları daire, artı, dalga, kare ve beş uçlu yıldız sembollerini içeren 25
karttan oluşan bir destedir. 1930’larda Duke Üniversitesi’nin Parapsikoloji
Laboratuvarı'nda Zener kartlarıyla yapılan deneylerde, kartlar desteden tek tek
çekiliyor ve deneklerden, görmedikleri bu kartlarda hangi sembollerin yer
aldıklarını bilmeleri isteniyordu. Deneklerin bu testlerde başarı oranı, beş
sembol olduğundan normalde %20 olması gerekirken, başarı
oranının %20’nin üzerinde olduğu gözlemlenmiştir.
Ganzfeld Uyarımı
Ganzfeld uyarımı (İng. ganzfeld stimulation),
parapsikoloji laboratuvarlarındaki deneylerde denekte ESP’yi harekete
geçirmek üzere “duyumsal yoksunluk” sağlanması (duyumsal uyaranların minimum
düzeye indirildiği bir ortam sağlanması) olayına verilen addır. Önceleri
vizüel süreç testlerinde kullanılan terim, 1973 yılından itibaren psi
testlerindeki uygulamalar için kullanılmaya başlanmıştır. Bu uyarım sayesinde,
beş duyusunu kullanamayan deneğe paranormal algılamalar ve idrakler için
bir çeşit fırsat ortamı yaratılmakta, denek, zorunlu olarak duyular-dışı
algılama alanına itilmektedir. Fakat beklenen paranormal algılamalardan hangisinin
oluşacağı bilinmez; yâni denekte bir telepati fenomeni de oluşabilir;
durugörü de, prekognisyon da.
Parapsikloglar,
Ganzfeld Uyarımını sağlamak üzere, “yüzme kabini” veya “izolasyon kabini”
denilen, ısısı beden ısısına ayarlı, tuzlu suyla dolu, gürültü ve diğer
uyaranlardan yalıtılmış çeşitli kabinler hazırlamışlardır.
Popüler bir Yöntem
Telepati
deneylerinin yapılabilmesi için laboratuvar şartları zorunlu değildir; halk
arasında yâhut aile içinde yapılan telepati deneyleri arasında en bilinen yöntem
şöyle açıklanır: Dış uyaranların az olduğu (sessiz, pek ışık almayan, soğuk
olmayan vs.) bir odada birkaç kişi gevşer ve zihinsel olarak konsantre olur
(odaklanır). Bu kişilerden biri “verici”, diğerleri “alıcı”dır. Deneyde
herhangi bir aldatmaca olmaması için verici kişi deneyden önce diğerlerine
aktarmak istediği şey (görüntü, örneğin bir elma) neyse onu bir kâğıda
diğerlerinden gizli olarak yazmış olmalıdır. Beş veya on dakika süren odaklanma
süresince verici kişi başka hiçbir şey düşünmeden aktaracağı görüntüye
odaklanmalı, yani sürekli onu düşünmeli ve onu şuurunda net ve duru bir biçimde
canlandırmalıdır. Alıcılar ise, vericiden gelen etkili yayının bilinçlerinde
yer edebilmesi için hiçbir şey düşünmemeye, bilinçlerini bütünüyle boş tutmaya
en üst düzeyde özen göstermelidirler. Başarı, vericinin odaklanma
(konsantrasyon) derecesine bağlı olduğu kadar, alıcıların her türlü kaygı ve
kişisel düşüncelerden uzak bir biçimde bilinçlerini boş tutabilmelerine de
bağlıdır. Odaklanma bitiminde tüm alıcılar kendi önlerinde bulunan kâğıda
şuurlarının hangi görüntünün belirdiğini yazarlar ve sonuçlar karşılaştırılır.
Gözlemler her beş kişiden birinin iyi bir alıcı olduğunu ortaya koymuştur.
Parapsikologlar,
araştırmalarında telepati fenomenini çeşitli türler altında ele alırlar:
Gizli veya gecikmeli telepati:
Tesirin gönderilmesi ile alınması arasında belirli bir sürenin geçtiği, yani
alıcının gecikmeli olarak aldığı enformasyon aktarımı.
Prekognitif telepati: Bir kimsenin zihinsel durumun
geleceği hakkında edinilen enformasyon aktarımı.
Hareki (motor) veya heyecani (emotional) telepati: Uzaktan
etkileme olarak da bilinen, bir kimsenin hareketlerine ilişkin duyum aktarımı
Yüksek şuur (üst şuur) telepatisi: Yüksek bilgiler
ve ortak bilgelik için yüksek şuur haline geçiş söz konusudur.
Parapsikologlar,
telepati deneyleri sonuçlarında şu saptamalarda bulunmuşlardır:
Telepati yer ve zamanla sınırlanamaz.
Vericinin aktifliği (konsantrasyonu) ve alıcının
pasifliği başarıyı etkiler.
Hayvanlar ve bitkilerde de ESP yetenekleri
mevcuttur.
Birbirine hissi bağları bulunan (anne ve çocuk, iki
sevgili vs.) kimselerde sonuçlar daha başarılıdır.
Kavramın Kökenleri
İnsanlarda,
zamanla körelmiş olduğu belirtilen bu yeteneğin aslında herkeste değişik
derecelerde mevcut bulunduğu ve çeşitli deneme egzersizleriyle
geliştirilebileceği ileri sürülür. Araştırmacılar Avusturalya’daki bâzı orman
kabilelerinin beş duyu dışında bir iletişim yöntemi kullandıklarını
bildirmektedir. Bu araştırmacılardan biri olan Alexander Markey, Yeni
Zelanda’lı Maori’lerin günümüzde hâlâ telepati kullanarak iletişim
sağlayabildiklerini yazmış olduğu bir kitabında dile getirmektedir. Benzer
yöntemler Afrika kabilelerinde de, örneğin Tabu yerlilerinde kullanılmaktadır.
Gizlibilimlerle
uğraşanlarda (okültizm), teozofide ve tasavvufta ustalaşmak
isteyenlerin, telepati yeteneğini geliştirip kullandıkları ve bu değişik
öğretilerin telapatları kendi bölgelerinde, “olgun ve keramet ehli” olarak
değerlendirilmiş oldukları ileri sürülür.
Roger
Luckhurst’a göre, Batı kültüründe telepati kavramı esas olarak 19. Asır
sonlarında ortaya çıkmıştır. Bu dönemden önce bilim fiziksel olgulara
yoğunlaşmıştı ve “zihinle" pek ilgilenmiyordu.
Paranormal fenomeni
anlama çalışmaları esas olarak hayati manyetizma çalışmaları ile başlamıştır.
Telepati daha sora metapsişik araştırmacılarca ele alınmış ve SPR (bunu
hemen anlatacağım) gibi derneklerin kurulmasından bir süre sonra
laboratuvar koşullarında yöntemli ve sistemli bir şekilde incelenmeye başlandı.
Bu alanda ilk başarılı sonuçlar, parapsikolojinin babası sayılan, Duke
Üniversitesi'nden profesör J.B. Rhine tarfından elde edildi.
Örneğin,
Duke Üniversitesi’nde yapılan bir dizi ESP deneyinde, 1850 deneyden 558’inde
başarılı sonuç alınmıştı. Bu sonuçların rastlantıya dayalı olasılık hesaplarına
göre gerçekleşme olasılığı ancak 22 milyarda birdi. Rhine’ın ESP ve
telepati deneyleri üzerine yazdığı “Altmış Yıldan Sonra Duyular-dışı Algılama”
(Extra-Sensory Perception After Sixty Years) adlı kitabı Harvard Üniversitesi
Psikoloji Bölümü’nce öğrenciler için akademik bir test kitabı olarak kabul
edildi. Rhine gibi psişik araştırmacıların başarılı sonuçlar almasından
sonra telepati laboratuvar koşulları içine çekildi ve parapsikolojik araştırma
kapsamında ele alınmaya başlandı.
---
Britanyalı Psişik Araştırma Derneği (SPR), paranormal
fenomenleri incelemek üzere 1882'de Birleşik Krallık'ta kurulmuş bir kurumdur.
19. Asrın
sonlarına doğru bâzı aydınlar, bilimin getirmiş olduğu katı maddeci anlayışın
doğurduğu kısır dünya felsefesine karşı açık tepkilerini ortaya koymuşlardır.
Bu tepkiyi ortaya koyanlar yine o dönemin önde gelen ünlü bilim adamları
olmuştur. 18. ve 19. Asır bilim anlayışına göre, insan tesadüflerle oluşmuş,
gayet mekanik ve otomatik yapıya sâhip bir varlıktı. Bu açıklamalarla
yetinmeyen ve insan varlığının daha üstün, daha aşkın bir öze sahip olduğunu
anlayan bu aydınlardan bir kısmı 1882 yılında Londra’da Psişik Araştırmalar
Derneği’ni kurdular (İngilizce kısaltılmışı SPR: Society for Psychical
Research). Derneğin ilk kurucuları arasında bulunan bilim insanlarının ve
aydınların ortak düşüncesi, aynı zamanda, evrene şu soruyu sormaktı:
"İnsanın öz varlığı bedenin ölümünden sonra varlığını sürdürür mü?"
Dernek, bâzı bilim
çevrelerince o kadar ilgi görüyordu ki, gerek başkanları, gerekse üyeleri
tanınmış bilim adamlarıydılar. Başkanlar arasında Nobel Ödülü almış üç bilim
adamı, bir başbakan ile çoğu fizikçi ve filozoflardan oluşan çok sayıda profesör
bulunmaktaydı. Yâni, ruhsal araştırmalar alanında kurulmuş bu ilk dernek
aslında önemsiz, küçük, kendi alanında araştırmalar yapan bir dernek değildi.
Aksine gerek kurucuları, gerek başkanları, gerekse üyeleri o dönemin bilim ve
düşünce tarihine isimlerini yazdırmış kimselerdi. Bu aydın bilim insanları o
dönemde tek bir noktada uzlaşıyorlardı: 19. Asır biliminin kendilerini içine
sürüklediği mekanik kör düğümden çıkacak bir yol bulmak.
Britanyalı Psişik
Araştırmalar Derneği üyeleri bu amaçla insan varlığının
duyular-dışı yönlerini ve özellikle psişik yeteneklerini inceleme yoluna
gittiler. Konuyla ilgili yüzlerce vak'a topladılar ve bunları hiçbir ayrıntıyı
kaçırmadan objektif bir biçimde incelediler. Bunun yanı sıra bu araştırmaları
destekleyici birçok psikolojik araştırmalar da yaptılar. Aralarında Freud,
Pierre Janet ve C.G. Jung'un da bulunduğu ilk psikoterapistlerin çoğu bu
derneğin üyesiydi. Britanyalı Psişik Araştırma Derneği’ne başkanlık yapmış
olanların çoğu, aşağıda görüldüğü gibi, bilim insanı, filozof ve edebiyatçıdır.
---
Telepati
nosyonu iki psikolojik kavrama benzemez: düşünce sokma/silme kuruntuları ve
psikolojik sembiyoz (karıştırma). Bu benzerlik bâzi kişilerin neden telepati
fikrine kapıldığını açıklayabilir. Düşünce sokma/silme, bir psikoz, özellikle
şizofreni veya şizoafektif bozukluk semptomudur. Bu semptomu gösteren ruhsal
hastalar, yanılgılı bir şekilde, düşüncelerinden bazılarının
kendilerinin olmadığına inanırlar ama başkaları (yâni diğer kişiler,
dünya-dışı yaratıklar veya komplocu istihbarat ajanları) beyinlerine
düşünce koymaktadır (düşünce sokma). Bâzı hastalar, düşüncelerin beyinlerinden
alındığını veya silindiğini (düşünce silme) sanırlar. Psikozun diğer
semptomları yanı sıra, düşünce sokma da ilâçlı tedavi ile azaltılabilir.
Psikolojik
sembiyoz (karıştırma: ortak hayat) ise, daha az tanımlanmış bir kavramdır.
Melanie Klein gibi erken psikanalistlerin yazılarında bulunan bir fikirdir.
Çocuğun erken psikolojik deneyiminde (ilk bebeklik esnasında), bir yanda kendi
aklı ile, öte yanda anne/baba deneyimi arasındaki farkın bilincine varamaması
inancı ile ilgilidir. Aklın bu durumuna psikolojik sembiyoz denir; gelişmeyle
sona erer; fakat, denir ki, bâzı yönleri yetişkin ruhsal işlevlerinde de
bulunmaktadır. Bu düşünce sokma/silme deneyimi veya bilinçsiz anıların
psikolojik sembiyozu (karıştırma) "telepatinin" bir nosyon olarak
icadına ve telepatinin var olduğu inanışına yol açmış olabilir, denebilir.
Şizotipal kişilik bozukluğu olan kişilerin telepatiye inanmaya yatkın oldukları
fikri, psikiyatrlar ve psikologların kanaatidir ve deneysel bulgular bunu
desteklemektedir.
Düşünceler
arasında doğrudan doğruya bağlantı kurulması, iki zihin veya ruh arasında imaj,
fikir, sembol tarzında ortaya çıkan tesir alış verişi olarak da tanımlanan
telepati ile yine parapsikolojide kullanılan empati teriminin sık sık
birbiriyle karıştırıldığı görülür.
Empati (İng: empathy: eşduyum, sinkinezi), birbirlerine
manevi bakımdan sıkıca bağlı iki canlı arasında, duygu ve ruhsal hallerin
aktarılması fenomenine ve bu psişik irtibata verilen addır.
Kimilerince telepatik bir irtibat biçimi sayılmaktaysa da,telepatiden farkı,
tanımından da anlaşılacağı gibi, empatide düşünce ve imaj aktarımının
olmamasıdır.
Örneğin,
aralarında empati bulunan iki kişiden biri bir bedensel rahatsızlıktan acı
çektiğinde diğer empatın da bedeninin aynı bölgesinde acı duyduğu görülmüştür.
Gözlem ve deneyler empati hâlinin anne ile çocuklar arasında ve ikizler
arasında daha sık gerçekleştiğini göstermiştir. Hayvanlar üzerinde yapılan
deneyler, empati hâlinin özellikle ebeveyn ile yavrular arasında
gerçekleştiğini göstermektedir. Örneğin, bir deneyde, yavrularından
kilometrelerce uzağa götürülen bir anne tavşanın, yavruları öldürüldüğünde acı
acı bağırdığı görülmüştür. Terim, Latince'deki "iç,içine, içinde"
anlamına gelen "em" önceki ile Grekçe'deki "duygu, acı, ıstırap,
algılama" anlamına gelen "patheia" kelimesinden türetilmiştir.
Terimin psikolojide kullanılan anlamı ile parapsikolojide kullanılan anlamı
aynı değildir.
Gerek
gençlerimizin gerekse âilelerinin arada derede kaldıkları ve bir sorunları
olduğunda nereye müracaat edecekleri hususunda kafalarının karıştığı bir
karmaşaya anlaşılır cevap getirelim istedik bu sayımızda. Televizyonlarda,
gazetelerde, dergilerde, velhâsıl bütün medyada insanların ruh sağlığıyla
ilgili beyanlar veriliyor, tavsiyelerde bulunuluyor, programlar yapılıyor. Bu
işlerle meşgûl olanları şöyle bir sıralayabiliriz:
1. Psikiyatrlar
2. Psikologlar
3. Pedagoglar
4. Özel
danışmanlar
5. Sosyal Hizmet
Uzmanları
6. "Yaşam
Koçları"
7. Medyumlar
8. Astrologlar
9. Mânevi
şifâcılar, biyo-enerjiciler
10. Falcılar,
büyücüler, cin çıkarıcılar, üfürükçü hocalar.
Bunlardan ilk beş
tanesi bilimsel ve ahlâklı çalışmak şartıyla, doğru olan adresler ve meslek
erbâbıdır.
Yaşam Koçluğu kendine ve
topluma yabancılaşmış, dostlukları kalmamış Batı insanı için yaratılmış bir
meslek: Ücreti mukabilinde dostluk ve hâmilik satın alınıyor! Bize yabancı.
Yedinci ilâ onuncu gruptakiler ise şarlatanlar, üçkâğıtçılar ve inanç-cehâlet
sömürgenleri (sürüngen lâfından ilhamla bu terimi de biz uydurduk). Ne hazindir
ki, en çok da onlara müracaat edilir!
Psikiyatrlar 6 sene tıp
fakültesi okuyup bitiren, akabinde 5 sene ruh sağlığının korunması ve
hastalıklarının teşhis ve tedavisi yönünde eğitim alan bilim insanlarıdır. Her
türlü teşhisi koymak, tedaviyi plânlamak, ilâç ve diğer tedavi yöntemlerinin
yanı sıra, uygun görülen psikoterapiyi uygulamak da tamamen psikiyatri
uzmanlarının sorumluluğu ve yetkisi içindedir. Başka hiçbir meslek erbâbı bunu
yapamaz.
Psikologlar dört senelik
eğitim veya edebiyat fakültelerinden mezun olurlar ve bu hâlle hiçbir sağlık
sorununa el atamazlar. Ama eğer özel eğitimlerle, kurslardan ve çalışma
gruplarından geçerek eğitilirlerse, belli testleri uygulayabilir ve/veya sâdece
psikoterapi yapabilirler. Bu da en az üç dört senelik bir eğitim gerektirir.
Klinik psikologlar ise yaklaşık on senelik bir eğitimden sonra sâdece teşhis
koyabilir ve psikoterapi uygulayabilirler.
Pedagoglar ruhsal açıdan
sağlıklı çocuk gelişimi için eğitici ve öğretici formasyonu sâhip olup, teşhis
ve tedaviyle uğraşamazlar.
Özel danışmanlar da yeni bir Batı
kaynaklı moda rüzgârı: Eğitim danışmanı, âile danışmanı, cinsel sorunlar
danışmanı vs. Bunların çoğunun kerametleri kendilerinden menkûl olduğu için,
böyle birisine müracaat etmeden önce mutlaka tıp veya psikoloji eğitiminin olup
olmadığını sorgulayın deriz.Sosyal hizmet uzmanları ise psikiyatrlarca teşhisi
ve tedavisi düzenlenmiş hastaların genel olarak hâl ve gidişlerini takip eden,
ihtiyaçlarını tesbit edip bir merkeze bildiren elemanlardır.
Demek ki, eğer bir
ruh sağlığı sorununuz mevcutsa, GİTMENİZ GEREKEN İLK VE DOĞRU ADRES
PSİKİYATRİDİR. Zâten iyi bir psikiyatr, gerek gördüğü takdirde, sizi diğer
dallardan arkadaşlarıyla da görüştürecektir.
Prof. Dr. M. Kerem Doksat, Psikiyatr
Neslim Güvendeğer Doksat, Çocuk Ergen ve Genç Psikiyatrisi Uzmanı
http://www.keremdoksat.com/index.php/entry/psikologla-psikiyatr-farki-1
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar