SENİN ÜSTÂDIN KİMDİR?
Senin üstâdın, kendisinden işittiğin kimse değil,
ancak kendisinden alıp öğrendiğin kimsedir.
Seni güzel ifâdeleriyle karşılayan kimse, senin
üstâdın değildir. Senin üstâdın, ancak sende işaretlerinin yürüdüğü ve sana
nüfûz ettiği kişidir.
Seni kapıya çağıran kimse, senin üstâdın olamaz. Senin
üstâdın, ancak seninle kendisi arasındaki engel ve perdeleri kaldıran kimsedir.
Seni sözleriyle karşılayan senin üstâdın olamaz. Senin
üstâdın, ancak hâliyle seni uyandırıp diriltendir.
Yine senin üstâdın o kimsedir ki seni hevâ
hapishânesinden çıkarıp Mevlâ’nın huzûruna sokmuştur.
Senin üstâdın o kimsedir ki, hâlâ kalbinin aynasını
cilalayıp parlatmaya devam etmektedir. Nihayet kalbinde Rabbi’nin nûrları
tecellî etmiştir. Üstâdın, seni Allah’a karşı gayrete getirmiş ve sen de O’na
doğru gayrete gelmişsindir. Seni O’na varıncaya kadar yürüten kimsedir. Üstâdın,
Allah’ın huzûrunda seninle buluşuncaya kadar sana bakmaya devam eden ve seni
huzûrun nûruna atıp savuran kişidir. Üstâdın şöyle diyendir: “İşte sen
ve Rabbin.” İşte orası
Allah’a velâyet mahâllidir. Allah’ın yardım ve desteğinin geldiği yerlerdir.
Allah’tan alınıp öğrenildiği yaygılardır. Sonra dilerse, onu fenâ denizinin
içine dalmış bir hâlde bırakıverir. Yahut dilerse onu bekâ sahiline tahakkuk ve
tahkik olarak geri döndürür.
Fenâ sahibine gelince, o Allah’tan alır. Bekâ sahibine
ise, Allah’tan ilkâ’ edilir. Bekâ sahibi, Allah’ın nâibi iken; fenâ sahibinin
naibi, Allah’tır. Fenâ sahibinin duyulan körelmiş ve yok olmuştur. Kudsiyyetin
huzûru açılmıştır. Bekâ sahibi ise kutsiyyetin huzûrunda Rabbi ile bâkidir.
Fenâ sahibi Allah’a da’vet edilen; bekâ sahibi ise,
Allah’a da’vet edendir. O izin, temkîn, sahip olduğu derin yakın ile hilâfet ve
niyâbet mahâllidir. Allah’tan bir basîret üzere Allah’a çağırıp da’vet edendir.
Allah şöyle buyurmuştur:
“De ki: “İşte
benim yolum budur, basîret üzere Allah’a da’vet ederim ben ve bana tabi’
olanlar aydınlık bir yol üzerindeyiz.” Yusuf, 108 Yani bizzat âşikâr şekilde, haberdar ve
vâkıf olacak tarzda onların yollarını görürüm. Ben senden uzak olduğum hâlde
onları sana da’vet etmem; çünkü ben sana bakıp dururken, onları sana da’vet
ediyorum.
İşte bu yol, enbiyânın, Resûllerin ve büyük
sıddîkların yoludur. Bu, en mükemmel makâm, en üstün yoldur. Bu yolda o imama
intisâplı olduğumuzu bildiği hâlde bizim bir başkasına intisâplı olduğumuzu
söyleyen kimse, kibirli inatçının biridir.
Aynı şekilde bizim bu zamanın imamına intisâplı
olduğumuzu bilmediği için bizim bir başkasına intisâplı olduğumuzu söyleyen
kişi, doğru yoldan sapmış, Rabbinin emrine muhalefet etmiş, kalbini de murâkebe
etmemiş bir kimsedir.
Allah Teâlâ’nın ne dediğini işitmedin mi:
“Hakkında bilgin
bulunmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz ve gönül, bunların hepsi ondan
sorumludur.” İsra, 36
Allah bu taifeye bizim intisâbımızı hakîkat eyleyip
gerçek yapsın. Bizi onların sevgisi üzerine vefât ettirsin. Adım adım onların
yollarını izleyenlerden eylesin. Onlara olan sevgi ve muhabbetimizi arttırsın.
Onlara olan akit ve sözlerini bozanlardan eylemesin. Minnet ve lütfuyla bize
bunları nasîb etsin.
Hamd, Allah’a mahsustur, O kâfi ve yeterlidir. Selâm,
Allah’ın seçtiği kullara olsun. Salât ve selâm da Resûllerin seyyidi, takvâ
sahiplerinin imamı, peygamberlerin sonuncusu Rasûlullâh sallallâhü aleyhi ve
selleme, onun âline ve ashâbına olsun. Allah bize yeter, O ne güzel vekildir.
Yüce ve azîm olan Allah’tan başka güç ve kuvvet sahibi yoktur.
Kaynak:
İbn Ataullah el İskenderî, trc: Abdullah Mağfur, Letâifül-Minen Fî Menâkıbı’ş-Şeyh Ebi’l Abbas
ve Şeyhihi Ebi’l-Hasan Allah'ın İki Velî Kulu, Üsküdar Yayınevi, Nisan 2011
İstanbul, s. 430-432
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar