Print Friendly and PDF

ŞEYHİN YOLUNDAYIM DEMEK YETMİYOR

Bunlarada Bakarsınız



Tasavvufî terbiyede taklidin gerekliliğinden bahsedilse de bir yerden sonra fenâyı bulup bekâya ermenin mecburiyeti vardır.  Mürid küfrünü imana çeviremedikten sonra teslimiyetin de faydası yoktur. Büyükler teslim olanı ham bırakmazlar denilir. Bu ise kemâlin derecelerinde bulunan durumlara göre değişiklik gösterebilir. Eflâkî Dedenin naklettiğine göre Hz. Mevlâna’nın sohbetleri ve vecizeli anlatımları neticesinde yaşadığı dönem içinde on sekiz bin kâfir Müslüman olmuştur. Ancak günümüzde olduğu gibi, Hz. Mevlâna zamanında da ona büyük sevgi ve saygı duyan, ancak dinlerinde ısrar eden gayri Müslimler vardır ki, yine aynı kaynaktan bir tanesini nakletmek anlamlı olacaktır.
Hz. Mevlâna’nın torunu Ulu Ârif Çelebi zamanında Konya’daki Eflatun Manastırı’nda Mevlâna’yı tanıyan yaşlı bir papaz vardır. Bir gün Ârif Çelebi dedesinin üslubu üzere manastıra o rahibi ziyarete gider ve ona sorar:
- Siz Mevlâna hazretlerini nasıl bildiniz, nasıl tanıdınız?
Rahip başlar anlatmaya; önce İncil’den ve diğer ilahî kitaplardan okuduğu mânâlardan ve bunlardaki anlam birliğinden bahseder. Hz. Mevlâna’nın da sık sık yanına geldiğine, sohbet ettiklerine ve cehennemin azabından korunmaları gerektiğini hatırlattığına vurgu yapar. Hattâ bir gün manastıra gelip kırk gün bir hücrede çile çıkardığını tamamlanınca da kendisine, Kur’ân’da Müslümanlardan da cehenneme gidenlerin olacağını o vakit kendileri ile Müslümanlar arasında ne fark vardır, diye sorduğunu belirtir. Hz. Mevlâna bu sözü üzerine papaza bir şey söylemez. Çıkar şehre doğru yola koyulur.
Bundan sonrasını papazın ağzından dinleyelim:
 - Mevlâna’nın bu suskunluğuna şaşırıp peşine düştüm. Şehre varınca benim farkıma vardı. Hemen bir fırıncıya girdi, ben de peşinden. Hiç konuşmadı, benim siyah hırkamı aldı, biraz kirli olan kendi hırkasını çıkararak benimkini onun içine koyarak sardı ve ikisini de iyice kızarmış olan fırının içine attı. Ben şaşırdım, ama bir şey diyemedim. Bir müddet sonra fırından dumanlar yükseldi. Biraz daha bekledikten sonra fırından hırka yumağını çıkardı. Kendisininki tertemiz olmuştu, açtı içindeki benim hırkam ise yanıp kül haline gelip yerlere serpilmişti. Hırkasını fırıncıya giydirdi ve bana dönüp şöyle dedi:
- Bak, işte biz cehenneme böyle gireriz (bu sırada fırıncıya giydirdiği hırkasını gösteriyordu),  (bu sefer de yerdeki kül haline gelmiş benim hırkamı eli ile işaret ederek) siz de öyle gireceksiniz…[1]
Kisve-i mürşidi teberrüken mürid üzerine giyse  ve de ham kalınmışsa olacağı yukarıdaki papaz hırkasından öte değildir.
--------------------------------

[1] Doç.Dr. Nuri ŞİMŞEKLER, (S.Ü. Mevlâna Araştırmaları Enstitüsü Müdürü) n.simsekler@selcuk.edu.tr- http://semazen.net/yazar_yazi.php?id=1213

 Mesnevî-i Şerif, c.V, b.1195-96

Bilmek ve bu bildiğimi benli kılmak ile oluşan zevk bende çok değildir. Son günün modası da olan twitter da, bildiğini “an”da biriyle paylaşırken bulduğumuz ışığın hangi aynada parladığını görmek ve geri dönüşünü biraz bekler gibiyizdir. Eskiden kitap yazanların çektiği sıkıntı belki de gelebilecek aksin, geniş ve uzun zamana yayılması idi.
Beklemek, bildiğini bilmiş birini bile beklemek. Artı anlayanı bulmak ve sabretmek.
Tanrı dahi bütün isimlerini saydırırken en sona Sabur ismini ilave edişi, aslında zâtının bu esmânın zorluluğunu ifade etmek ister gibidir. “Bende sabrı biraz kendimden uzak tutmak istiyorum” veya “başka çaresi yok mecburen sabrın zirvesi bende bulunacaktır” demek mi istemiştir. Bütün isimlerin sonu.
Bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?
Bulunduğunuz mecliste konuştuğunuzu anlamayan birine ne kadar  tahammül edebilirsiniz ki. Ancak insansızda olmuyor. Bir vakit dini sohbet programı yapan bir kişiye şunu tavsiye etmiştim. “Hocam boşluğa konuşurken enerjiniz tükeniyor, bir iki kişi karşınıza alsanınızda bir canlılık olsun” demiştim. Tabii ki yapıldı. Fakat bu seferde dinleyenlerin anlamadığı bir şeye bakan göz mimikleri daha acayip bir manzaradaydı. ….. Sonunda o kişi amatörlükten profesyonelliğe geçince biraz durum telafi edilmiş oldu. Bu seferde seyredenler açısından karşılığı bulunmayan kelime guruplarının getirisi, hiç olmazsa sohbet dinledim-sevap kazandım tesellisiyle neticelendi..
Tanrı, alimleri niçin sever?
Tanrı katından hangi şekilde bir kitap veya bilgi inerse insin, bunu anlayacak ve anlatacak biri olmaz ise bir manası olur mu?
Olmaz. Bunu izah için Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellem buyurdu ki;
[Keşfü’l Hafâ, II, 2185]
Cahil denilince ilim tahsili yapmamış kişi demek değildir. Eğer her ilim sahibi cehlini okumakla da izale etmiş olsaydı, “kitap yüklü eşekler” tabirini Tanrı kullanmazdı. Cahil bilmeyen değil, sizi anlamayandır. Bu cehalet seviyeside kişiden kişiye değişir.
Bir kişi düşünün, aynı anda baktığınız objedeki imayı size tarif ederken, görmediğinizi görmesine hayran olur kalırsınız. İşte Tanrı, bazı kullarına hayran kalır.
Anlayışına bakışına.
O, fark başka bir şeydir.
O, bulunmaz nimettir.
O, bir su katresinde dünyaya bakarken, belki de siz karnınızın gurultusu ile ancak ihtiyaçlar listesini temin etmeye gayretinde olabilirsiniz.
Tanrı’nın dostları onu anlayanlardır.
O da onları anlar.
Her an onlara bir tecellisi var olsa da bekler, bir kul gibi. Acaba  kulum bunda hangi hikmeti açığa çıkaracak diye.
Bizim buradan sözü getireceğimiz konu eğer kendinize bir dua edecekseniz karşınıza size tefekkür etmeyi, bulanmış zihninizde karanlığı görecek gözleri açtırmaya sebep olacak biri çıkartsın olsun.
Arayın bulursunuz denilir ama aramakla bulunmuyor ki.
Ne yapalım?
Arayın, O sizi bulacaktır. O  sevgiliniz sizinle olacaktır.
Belki de kendini bulmak dedikleri budur.
El-Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ 2:165; İmam-ı Gazâlî, İhyâ-u Ulûmiddîn, 3:14.
Tanrı’nın hiçbir yere sığmam söylemesi, O’nunda bir kalbe sığınma ihtiyacı  hissetmesi ve yanında sığınılacak bir kul olmak gerçekte büyük bir hal değil midir? Dikkat ederseniz ben kulun kalbine sığınırım diyor. Kul bana denilmemiştir. Bu kuşatıcılık kulun bilmesiyle oluşan sığınak mıdır?
Sizede böyle bir kalp bulunda sizde sığının dersem çok olmaz, her halde.
Bu sığınak kalblerin varlığı âlem hayat bulur. Beklediğimiz kıyamet ötelenir durur. Hz. Rasûlu'llâh salla’llâhu aleyhi ve sellemin kendisinden çok kısa bir zaman sonra beklediği kıyametin anlar itibarıyla ertelenişi gibi.


Âlemin ölmesi alim ölmesiyle tabir edilişi ardında, Tanrı’nın misafir olduğu ve bizim hayat bulduğumuz kalbin dünyayı terk edişidir. Bunu nasıl açıklarsanız açıklayın.
Öyle kalpler vardır ki içine her unsur sığarda safiyetine halel gelmemiştir. İşte bu kalp, Tanrının sığındığı kalptir. Bu kalp sahiplerini bulursanız ne mutlu size/bize.
Mesnevî-i Şerif, c.III, b3779-83
Mesnevî-i Şerif, c.I, b.2654-56
Mesnevî-i Şerif, c.I, b.3552-58
Mesnevî-i Şerif, c.II, b.68-70
Mesnevî-i Şerif, c.IV, b.1645-49

Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.

Benzer Yazılar

Yorumlar