TÂHİRÜ'L-MEVLEVÎ (MEHMED TAHİR OLGUN) (1877 – 1951 ) -3-
Vefâtından on yıl önce yazmış olduğu bu şiirde, şiir yazmasının boşa geçirilmiş bir emek olduğunu söylemesine rağmen; o, şiiri, düşünce ve duygularının tebliğ vasıtası kabul ettiği için ölünceye kadar şiir yazmaktan geri kalmamış, İslâm'a yöneltilen saldırılara karşı, yazdığı şiirlerle İslâm'ın yüceliğini dile getirmiş ve İslâm'ı savunmuştur. İslâm'ı savunduğu şiirlerinden biri şudur:
Eyzübbelik olusun diye ilhâda hevesle
Söndürmeye kalkan güneşi sıska nefesle
Bir sıska solukla güneşin şu'iesi sönmez
Azminde senin akl u şuurun da görünmez
Bak, bir dene, kandil-i ilâhi'yi git üfle
Itfâya muvaffak olamazsın onu püfle
Sıçrar sana Hakk'ın oradan kahrı şirârı
Boylarsın o dem ka'r-ı cehennemdeki nârı
Bigâne kalır ruhuna da rahmet-i Hakk'ın
Takibe koşar hâtıranı la'neti Hakk'ın
Şeytan bile senden olacaktır müteberri
Yapmaz o senin ettiğin ı'lhâd ile şerri
Sen bâtılı hak, hakkı da bâtıl sanıyorsun
Cehle dayanıp gaflet ile çalkanıyorsun
Bir kerre düşün vârise ger zerre şuürun
Baykuştur olan düşmen-i bî-rü'yeti nûrun
Bir hayvan o, yok nura nigâhında tahammül
Sen insan isen aç gözünü eyle teemmül
Tetkikte çalış dini, onu etmeden inkâr
Insâf ile, ihlâs ile kıl cehdini ikrâr
Evvel çalışıp öğrenerek sonra hüküm ver
Zirâ olamaz câhil olan hâkim-i dâver
Çekmekte senin bilmeyerek halt-ı kebirin
Hep hande-i tezyifini bâlâ ile zîrin
Hakkında dua etmede kalbim, sana kinsiz
Ey cehline aldanmış olan sâdece dinsiz
Âkif gibi ben de diyorum Rabbi Kerim'e
Envâr-ı huda gösteri ver halk-ı esîme
"Müminlere imdâda yetiş merhametinle
Mülhidlere lâkin daha çok merhamet eyle"
Şiirlerinde, yaşamı süresince karşılaştığı sıkıntıları ve hanetleri de dile getiren şâirin, Beyanü'l-Hak dergisinde yayınlanan şu şiiri sanki onun çileli hayatının bir aynasıdır:
Tâhirü'l-Mevlevî, şâirliğinîn yanısıra aynı zamanda bir araştırmacı ve yazardır. Onun yazdığı kitaplarda ve makalelerde araştırmacılık yönü açıkça ortaya çıkmaktadır. Yazdığı konuları bilerek yazmış, bilmediği konulara girmemiş, delilsiz hüküm vermemiştir.
Onun yazdığı eserleri ve makaleleri işlediği konular itibariyle şu başlıklarda toplamamız mümkündür.
Tasavvufla ilgili olanlar
Islâm tarihi ile ilgili olanlar
Edebiyat ve edebiyat tarihi ile ilgili olanlar.
Tâhirü'l-Mevlevî'nin en önemli eseri, Şerh-i Mesnevî adlı yarım kalmış olan 14 ciltlik dev eseridir. Onun tasavvufî görüşlerini incelerken de ortaya koyduğumuz gibi, o bu eserinde tasavvufla ilgili en ince meseleleri bile, derin bir vukûfla ve sade bir dille açıklamıştır. Bu konuyla ilgili, yeterince örneği tasavvufî şahsiyetini anlattığımız bölümde verdiğimiz için bu bölümde fazla üzerinde durmayacağız.
Kendisiyle ilgili bir yazıda, "Bir mevzuyu ele alışta, incelemeye girişte ayıklamada, gruplaştırmada ve nihayet terkib de usul sahibi bir erdi" ([304]) sözleriyle ifade edilen, değişik kaynaklardan toplanmış bilgileri terkipdeki ustalığı, onun akıcı ve başarılı eserler kaleme almasında en önemli özelliğini oluşturmaktadır kanaatindeyiz.
Onun bu özelliği özellikle İslâm tarihi ile ilgili eserlerinde belli olmaktadır. Bugün bile önemli bir boşluğu dolduran Asr-ı Saadetde Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri ([305]) adlı eser ile Mahfil dergisinde "Büyüklerimiz" ser levhası ile yayınladığı sahabe biyografileri, değişik kaynaklardan derlenen bilgilerin başarılı terkipleridir.
Tâhirü'l-Mevlevî, Arapça ve Farsça'yı çok iyi bildiği için araştırmalarında birinci elden kaynaklardan faydalanmış ve faydalandığı kaynakları belirtmiş, konularla ilgili ayet ve hadislere işaret etmiştir.
O, edebiyatla ilgili, Türk Edebiyâtı Tarihçesi ([306]) Teceddüt Edebiyatına Dâir Muhtıra ([307]), Kavâid-i Edebiyye Dersleri ([308]), Nazım ve Eşkâl-i Nazım ([309]) ve Edebiyat Lügati gibi önemli eserler kaleme almış; bu eserlerde hem edebiyat tarihine, hem de edebî sanatlar ve nazım şekillerine olan hakimiyetini ortaya koymuştur. Özellikle Edebiyat Lügati adlı eseri bugün bile önemli bir boşluğu doldurmaktadır.
Onun Edebiyat Lügati adlı eserini yayınlayan Kemal Edib Kürkçüoğlu, yazdığı önsözde bu eserin kendisinden önce bu sahada yazılmış olan Muallim Naci'nin, Istıla- hat-ı Edebiyye, Manastırlı Rıf'atın, Mecamiu'l-Edeb, Ali Ekrem Bolayır'ın, Nazariyyât-ı Edebiyye Dersleri gibi kitapların da eksiğini tamamlayan mükemmel bir eser olduğunu belirterek, müellifi hakkında şunları söylemiştir:
"Rahmetli Tâhirü'l-Mevlevî Üstadımız, çok uzun sürdüğü anlaşılan çalışmalarıyla ve derin bir vuküfla bu ıstılahları sıralamış, yukarıda adlarını verdiğimiz kaynakların eksikliklerini de mümkün olduğu nisbette tamamlamıştır. Istılahların belki bir kısmı Arap edebiyatlarıyla, Fars edebiyâtına âit olup bizde az duyulan mahdûd mütehassırlarca bilinen şeylerdir. Bunlara da temas edilmiş olması eserin ehemmiyetini artırmaktadır. Bunu ondan daha iyi yapabilecek kimseler hemen hemen yok gibiydi. Çünkü Hazret, Mevlevîlikten, İstanbul'un sanat ve edebiyat muhiti olan Yenikapı Mevlevî-hanesi'nden de feyz almış, ilim ve irfan havası içinde ömür sürmüş, kendini ilme vermiş, sayılı zatlarla hemhâl olmuş bir insandı. Âlimdi, ârifti, edibdi, şâirdi. Farsça ve Arapça'ya hakkıyla vâkıftı, Fransızca'ya da âşinâ idi" ([310])
Tâhirü'l-Mevlevî'nin telif eserlerinin yanında, edebî şahsiyetinin anlaşılmasında önemli bir yönü de şarihliğidir. O edebiyat tarihimizde yetişmiş önemli şâirlerin eserlerini, mükemmel bir şekilde şerhetmiştir. Arapça ve Farsça'ya iyi bilmesi, edebî sanatlar ve nazım şekillerine dair geniş bilgisi ve İslâmî ilimlere olan hakimiyeti tarihçilik yönü bu şerhlerde görülmektedir.
Onun edebî metinlere olan hakimiyeti ve bu konudaki derin bilgisi, zamanının meşhur ediblerince de takdir edilmiş ve konuyla ilgili kendisinden mektupla veya şifahî bilgiler istenilmiştir. Buna örnek olarak, Ahmet Talat Onay'ın Türk Edebiyatında Mazmunlar kitabını hazırlarken bazı müşkil beyitler hakkında müelliften mektupla bilgi istemesini gösterebiliriz. Nitekim onun yazdığı bu cevabî mektuplar, Edebî Mektublar ([311]) adlı eserinde toplanmıştır. Bu mektuplarda o, bazı kelime ve ıstılahları açıklamış, ayet ve hadislere yapılan telmihlere işaret etmiştir ([312]).
Ayrıca, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi hocalarından Ali Nihad Tarlan'la, Şeyhî'nin bir na'tındaki,
Döndün cü heft ü penç ile şeş gûşe menzile
Didin yakîn çâr eminine mâcera
beytindeki 'heft-yedi" sayısının neye işaret olduğu ile ilgili karşılıklı mektupları, onun edebiyat çevrelerinde fikirlerine itibar edilir ve konumda bulunduğuna örnek teşkil etmektedir ([313]l
Tâhirü'l-Mevlevî'nin şerhini yaptığı edebî metinlerden bazıları şunlardır:
Bâkî'nin, Sünbül Kasidesi ve Kanuni Mer'siyesi,
Fuzulî'nin, Şikâyetnâmesi, Beng ü Bâde'si, Bağdat Kasidesi,
Nefî'nin, Hotin Kasidesi,
Taşlıcalı Yahya'nın, Şehzade Mustafa Mersiyesi,
Germiyanlı Şeyhi'nin, Hârnâmesi,
Nevî'nin, Suriye Kasidesi,
Nedim'in, Köşk Kasidesi v.s.
O, eserlerinin bir kısmını reddiye olarak kaleme almıştır. İnandığına tam inanmış ve sonuna kadar müdafaa etmiştir. Onun Hallâc Mansur'a Dâîr . Mesnevî'rıin Eski ve Yeni Muterizieri ([314]), Mesnevî'nin Yeni Muterizîne İkinci Cevap adlı eserleri bu şekilde yazılmış eserlerdir.
Yazdığı makalelerde de İlmî tartışmalara girmiş ve keskin bir dille İslâm'ı muarızlarına karşı savunmuştur.
Sebilü'r-Reşâd dergisinde "Galib Dede için Yapılacak İhtifâl Hakkında" adıyla yayınladığı makalesinde, Hüsnü Aşk'ı yazan Mevlevî Şeyhi Galib Dede Efendi'nin mezarı başında onu anmak için yapılacak toplantının İslâmî usullere göre yapılmayıp, batı tarzında yapılmasını eleştirmiştir. Kendisinin daha önce konuyla ilgili yazdığı bir yazıya ([315]), Hak gazetesinde Şehabeddin Süleyman imzasıyla verilen cevapta Baykuş'a benzetilmesi üzerine şu cevabı vermiştir:
"Son makâle yazıldı 'bu şadâ-yı meş'ûm biraz sussa' temennisi izhâr edildi. Çünkü bu müretteb ihtifâli yapamayacaklarını dediğim gibi - müslümân mahallesinde salyângoz satamayacaklarını anladılar. Kâşâne-i hülyaları yıkıldı. Sâha-i emelleri harâb u türâb oldu. Tabi'i benim nidâ-yı İkâzımı baykûş şadâsı telakki etdiler. Ne ziyânı var? Hazret-i Bilâl'in Ka'be üstünde okuduğu ezânı duymamak için kulak tıkayanlar da olmamış mı idi"
Mahfil dergisinde yayınladığı bir makalede ise; Dr. Cevdet Nasuhî Bey, isminde birinin Daru'l-Muallimîn'de verdiği bir konferansta ileri sürdüğü, ruh, melek, ahiret, galibten haber vb. inançların bir ruhî hastalık sonucu oluşmuş inançlar olduğu şeklindeki görüşlere şiddetle cevap vermiştir ([316]).
İslâm Yolu dergisinde yayınladığı bazı makaleler de, o dönemde dine ve din büyüklerine karşı yapılan saldıralara karşı cevap olarak yazılmıştır. Bu makalelerden bazıları şunlardır:
Müslümanlık Kılıç Dini midir?
Müslümanlıkla Masonluk Uyuşabilir mi?([317])
Dinde İkrah Yokdur Din Aleyhdarlığında Vardır ([318])
Kur'an Tercümesi Olur, Lâkin Türkçe Kur'an Olmaz ([319])
Masonlukla Tekkeciliğin Hiçbir Münasebeti Yoktur ([320])
"Müslümanlıkta Reform Olur mu?" ([321])
"Müslümanlık Zehir mi Panzehir mi?" ([322])
"İslâmiyet Zevce Sayısını Artırdı mı Eksiltdi mi?" ([323])
"Mevlana'yı Zındıklıkla İtham Edene Bir Cevap" ([324]°)
"Koministliğe Karşı Koyacak Ancak Din-i İslâm'dır" ([325])
Tâhirü'l-Mevlevî, bu makalelerin isimlerinden de anlaşıldığı gibi; birçoğu bugün bile İslâm"a yapılan saldırıların esasını teşkil eden konularda kalemini İslâm'ın müdafası için kullanmıştır. Bu makalelerde kullandığı dil sade ve uslub olarak keskin bir ifadeye sahiptir.
Büyük Millet Meclisi'nde Kominizm'e ancak dinî hissiyatı takviye ile engel olunacağını söyleyen bir milletvekiline, bir başka milletvekilinin din ile, kominizme engel olunamayacağını söylemesi üzerine kaleme aldığı makalede şunları yazmıştır:
"Senelerden beri mekteplerde din tedrisatı men edilmeseydi ve bazılarınca din, umacı vehmedilip" din gibi bir zehirden şifa mı umuyorsunuz!" denilmeseydi, bugün zabıtayı ve mahkemeleri meşgul eden, komünizm propagandacıları meydana çıkmazdı.
Hekimlikte kullanılan zehirli ilaçlar da vardır. Fakat onlar yolunda ve miktarında isti'mal edildikleri için şifa olurlar. Farzı mahal olarak din, zehir olsa bile hekim bir müdavi elinde şifa te'siri gösterir."([326])
Makalelerinde dinî konuların yanısıra, edebî tartışmalara da giren Tâhirü'l- Mevlevî'nin özellikle Sadeddin Nüzhet Ergun'la olan tartışmaları ilginçtir. Bu tartışmalar; müellifin 1938 yılında basılan Bâki'ye Dâir adlı eserinde, Bâki'nin doğum yerinin Fatih civarındaki mahallelerden birisi olduğunu yazması üzerine; kitap daha basılmadan, Sadeddin Nüzhet Ergun'un Türk Şâirleri adlı eserinde bu kitabı eleştirmesi ile başlamıştır. Bunun üzerine Tâhirü'l-Mevlevî, Bâki'ye Dâir adlı eserinin sonuna eklediği Mecburî Bir Kaç Söz ([327]) başlıklı bölümle cevap vermiştir.
Bu cevaba, Kurun gazetesinde karşılık veren i[328]) S. Nüzhet Ergun'a, müellif aynı gazetede yeniden karşılık vermiştir ([329]). Bu şekilde karşılıklı devam eden münakaşa, Şeyh Galib'in divanı ile ilgili Çığır ([330]) dergisinde müellifin yazdığı bir makaleye, adı geçen şahıs tarafından Varlık (22?) dergisinde cevabî makale yayınlanması üzerine iyice alevlenerek Bilgi Yurdu ([331]) adlı dergide karşılıklı cevaplarla sürüp gitmiştir.
Bu tartışmalarda da Tâhirü'l-Mevlevî, muhatabının kullandığı usluba uygun cevaplar verirken, yer yer hicveden ve alay eden ifadelere yer vermiştir. Ancak hata ettiği yerler varsa hatalarını itirafla, muhatabına teşekkür etmeyi de ihmal etmemiştir ([332]l
Tâhirü'l-Mevlevî'nin yazılarında üzerinde hassasiyetle durduğu konulardan birisi de dil meselesidir. Cumhuriyet’in kurulmasıyla birlikte sosyal siyasal ve İçtimaî devrimler yapılmaya başlanmış, bu çerçevede dil konusu üzerinde de çalışmalar yapılması ve dil
devriminin gerçekleştirilebilmesi için 12 Temmuz 1932'de Türk Dili Tetkiki Cemiyeti kurularak, Türkçe'ye yabancı dillerden geçen kelimelere Türkçe karşılıklar bulunmaya ve dilde sadeleştirme çalışmalarına başlanmıştır. Bu Cemiyet, 24 Ağustos 1936 tarihinde toplanan III. Türk Dil Kurultayı'nda kabul edilen tüzük gereğince Türk Dil Kurumu adını almıştır ([333]).
Müellifimiz, Türk Dil Kurumu'nun dil konusundaki çalışmalarına, dili bozduğu ve nesiller arasında uçurum meydana getirdiği, dildeki edebî zevki yok ettiği gibi gerekçelerle karşı çıkmıştır. Bir okuyucusunun mektubuna verdiği şu cevap, onun anlayışını ortaya koyması bakımından önemlidir:
"Bir de, Mesnevî tercemesi güzel olmakla beraber, Osmanlıca yazıldığından maalesef gençler istifade edememektedirler1 diyorsunuz. Ben, üç batın İstanbullu'yum. Söylediğim ve yazdığım da halis İstanbul Türkçe'sidir. Babamdan, dedemden işittiğim ve altmış senedir söylediğim Türkçe'yi bırakayım da (Kurumca) mı söyleyeyim. Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü'nde olduğu gibi (umumî mâlumat) yerine (genbilik); (tekrar)'a mukabil (geneleme); ne demek olduğunu anlamadığım "bir dizenin veya bir dönümün sonundan yarım adım kaldırmak" mânâsına olduğu iddia edilen (güdükleme)'yi mi kullanayım? Altmış senedir okudum yazdım ve okuduklarımdan edebî zevk aldım. Şimdi ruhumu telzîz eden o sözleri bırakıp da yenilerini öğrenip kullanmaya tahammülüm kalmadı. Takatim olsa da o gibi deyişleri kafama doldurmakta bir fayda göremiyorum.Binâenaleyh, ben ölünceye kadar bilip söylediğim gibi yazacağım. Zevk-i selime yabancı gelen uydurma kelimeleri kullanmayacağım" ([334])
O, Türk Dil Kurumu tarafından 1948 yılında yayınlanan Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü'nü eleştirdiği bir makalesinde, Türk Dil Kurumu'nu, Türk dili için bir âfet olarak niteleyerek şunları yazmıştır:
"Türkçe için bir afet olan Dil Kurumu İlmî ve fennî ıstılahları kırıp döktüğü halde nasılsa edebiyata dokunmamıştı. Onu da öbürlerine benzetmek gayretiyle (Edebiyat Terimleri Sözlüğü) adlı bir kitap çıkarmış. Zevk-i edebîye fersah fersah uzak bulunan, öyle olmakla beraber tarifleri de doğru olmayan bu kitabı son derece bir gayret ve tahammül ile okudum. Okudum amma adeta bulantılar hissettim.
Türkün edebî zevkine uymaz bu terimler Onlarla nezih şiirimiz elbette geriler“ ([335])
Tâhirü'l-Mevlevî, dilimiz için oldukça zararlı gördüğü ve "Garibeler Mecmuası" olarak nitelendirdiği bu sözlüğü, sadece bir makaleyle eleştirmekle yetinmemiş, bu kitaptaki terimlerin yanlışlığını ortaya koymak ve doğrularını göstermek için bir eser de kaleme almıştır.
Edebiyat Sözlüğündeki Uydurma Tabirler ([336]) adını verdiği ve maalesef bastı- ramadığı bu eserinde, söz konusu sözlükte geçen terimlerden 150 tanesini ele alarak yanlışlıklarını göstererek, doğrularının neler olması gerektiğini ortaya koymuştur. Bu kitap, İslâm'ın Nuru dergisinde tefrika edilmeye başlanmışsa da, Tâhirü'l-Mevlevî'nin vefatı dolayısıyla iki sayı yayınlandıktan sonra yarım kalmıştır ([337]).
Dilimiz için oldukça önemli gördüğümüz bu eseri, yaşının ilerlediği bir dönemde, vefatından yaklaşık 1 yıl önce kaleme almış olması, müellifimizin idealistliğini ömrünün sonuna kada yitirmediğine ve dil konusuna ne kadar çok önem verdiğine bir delil teşkil edeceği kanaatindeyiz. Aynı zamanda, yazma olarak bulunan bu eserin yayınlanmasının, eserin yazılış amacının tahakkukuna ve dilimize yapılmış bir hizmet olacağı düşüncesini taşımaktayız.
Tâhirü'l-Mevlevî'nin adı geçen eserin önsüzünde; Türk Dil Kurumu'nun çıkardığı sözlükle ilgili söylediği şu sözler, adı geçen kurumun dil konusundaki sadeleştirme çalışmalarının muhtevasını güzel bir şekilde açıklamaktadır:
"Vaktiyle edebiyât ile biraz meşgûl olduğum için o eski merak şevkiyle Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü'nü gözden geçirdim, içindeki ta'birlerin garib ve ta'riflerin çok eksik olduğunu esefle gördüm. Çince, Japonca, Sanskrıtçe ba'zı kelimeler alındığı halde, Arapça ve Acemce ta'birlerin değiştirilmesine lüzum görülmüş, garbî ba'zı ıstılahlar aynen kabul edilmiş." ([338])
Dil konusundaki görüşlerini böylece aktarmaya çalıştığımız, Tâhirü'l-Mevlevî ile ilgili çalışmamızın bu bölümüne son verirken, onu yakından tanıyan dostlarından bazılarının, onun edebî yönünü değerlendiren bazı ifadelerini nakletmemizin faydalı olacağı kanaatindeyiz. İşte bu değerlendirmelerden bazıları:
"Tahir Olgun üstadımız, son zamanlarda gençleri imrendirecek bir kalem çevikliğiyle eserler veriyor. Bir yandan Mesnevî okutuyor, bir yandan Mesnevî'nin muarızlarını susturuyor, bir yandan da Germiyanlı Şeyhi ve Harnamesi gibi tetkik kitapları çıkarıyor.
Harnâme ve Şeyhî risalesi ise edebiyat âlemimize sunulmuş gerçekten yüksek bir irfan zekâtıdır. Onun yaprakları arasında yalnız meraklı gençlere değil, derin tetkik sahiplerine de bol gıda var. Hele üstadla, üniversitemizin değerli profesörü, Ali Nihat Tarlan'ın karşılıklı mektupları üstünde ne kadar durulsa azdır." ([339])
"Tâhirü'l-Mevlevî'nin evi mecma-i üdeba idi. Eski talebesi de sohbetine devam ederdi. Aruz'a hakimdi. Dilerse sâde Türkçe ile ve milî vezin dedikleri parmak hesabıyla güzel şiirler yazardı Nükte gû, mükrim ye mültefit idi." ([340])
" Tanıdığım ilim ve irfan erleri, edebiyat uluları arasında Üstad Tâhirü'l-Mevlevî Bey merhumun gönlümde müstesna bir yeri vardır" ([341])
ESERLERİ
Basılmış Eserleri:
1. Mirât-ı Hz. Mevlânâ
2. Dîvânçe-i Tâhir
3. Nazım ve Eşkâli Nazım
4. Edebiyat Lügati
5. Teşebbüs-i Şahsî
6. Şeyh Celâleddin Efendi Merhûm
7. Cengiz ve Hülâgû Mezâlimi
8. Şeyh Şâmilin Gazevâtı
9. İslâm Medreseleri Talebelerine Târih Hülâsaları
10. Şeyh Sa'dî'nin Bir Sergüzeşti
11. Âmuzgâri Fârisî
12. Destâviz Fârisî Hânân
13. Efgan Emîri Abdurrahman Han
14. Hindin Moğol Hükümdarları
15. Hind İhtilâlî
16. Şükûfe-i Bahâristan
17. Hazret-i Peygamber ve Zamânı
18. Hind Masalları
19. Fuzûlîye Dâir
20. Nev'î ve Sûriye Kasîdesi
21. Bâkîye Dâir
22. Müslümanlıkda İbâdet Târihi
23. İslâm Askerine
24. Manzum Bir Muhtıra
25. Mesnevî'nin Eski ve Yeni Mu'terizleri
26. Mesnevî'nin En Son Mu'terizine
27. XII - XVI. Asır Şaîrlerinin Dîvanları Kataloğu
28. Aylık (Mahfil) Mecmuası
29. Târih-i İslâm Sahîfelerinden
Basılmamış Eserleri:
1. Tefsîr-i Hüseynî Tercümesi (Nâtemam)
2. Siyer-i Peygamberî (Bedr Gazâsına kadar yazılmıştır.)
3. Târîh-i Enbiyâ
4. Asr-i Saâdetde Müslümanlığın Medeniyyete Hizmetleri
5. Şâir Giritli Ali İffet Merhum
6. Kamerî Aylara Dâir Mâlûmat
7. Büyüklerimizden Bâzı Zevât
8. Tercümelerim
9. Manzûm Bir Muhtıranın Zeyli
10. Matbuat Âlemindeki Hayâtım
11. Nedîmin Köşk Kasîdesi ve Şerhi
12. Sünbüllüzâde Vehbinin (Tanâne) Kasîdesi ve Şerhi
13. Ibni Kemâlin Yavuz Mersiyesi ve Şerhi
14. Bursalı Gazâlî
15. İki Mektup ve Sürûrî ile Gubâri
16. Bâkînin Kâanûnî Mersiyesi ve Şerhi
17. Bâkînin Sünbül Kasidesi ve Şerhi
18. Yahya Bey'in Şehzâde Mustafa Mersiyesi ve Şerhi
19. Nefi’nin (Hotin) Kasîdesi ve Şerhi
20. Şerif Sabrinin Ebu Saîd Kasîdesi ve Şerhi
21. Fuzûlinin Bağdad Kasîdesi ve Şerhi
22. Fuzûlînin Şikâyetnâmesi ve Şerhi
23. Kudemây-i Mevleviyye
24. Veliyüddin Oğlu Ahmet Paşa Dîvânının Nesre Çevrilişi
25. Dîvân-ı Tâhirülmevlevî (İkinci Dîvân)
26. Dîvânçe-i Fârisî Tâhir
Kaynak: Zülfikar GÜNGÖR, Tâhirü'l-Mevlevî (Olgun) Hayatı, Eserleri ve Dinî Edebiyatla ilgili Şiirleri, 26097-Yüksek Lisans Tezi T.C. Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İslâm Tarihi Ve Sanatları Bölümü Türk-İslâm Edebiyatı Anabilim Dalı, , 1994, Ankara
[1] Mehmet Tâhir, Divançe-i Tâhir, İst. 1318.
[2] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 356.
[3] Tahir Olgun, Nevi ve Sûriye Kasidesi, Aydınlık Basımevi İst. 1937.
[4] Tahir Olgun, Germiyanlı Şeyhi ve Harnamesi, Yeşil Giresun Basımevi, Giresun 1949.
[5] Tahir Olgun, Edebiyat Lügati, Aydınlık Basımevi, İst. 1355/1936.
[6] Bu dönemde yazdığı yazma eserlerde ise müellifin Tâhirü'l-Mevlevî (Olgun) ismini kullandığını görmekteyiz. Örnek olarak şu yazma eserlerini gösterebiliriz: Tâhirü'l-Mevlevî Olgun; Hallâc-ı Mansur'a Dâir, Millet Ktp. Ali Emiri Şeriyye 1397, Tâhirü'l-Mevlevî Olgun; Şâir Anıtları, Millet Ktp. Ali Emiri Şeriyye 1398.
[7] İstanbul Kütüphaneleri Tarih Coğrafya Yazmaları Katoloğu, MEB. İst. 1943. Biyografiye Dâir Diğer Eserler, cüz. 8, s. 715-717.
[8] Tâhirü'l-Mevlevî ile İlgili Vesikalar II, F.S.T. 180/3 kayıtlı Maarif Vekaleti Memurlarına Mahsus Sicil Cüzdanı, s.6.
[9] Tâhirü'l-Mevlevî ile İlgili Vesikalar I, F.S.T. 181/3, Matbuat ve İstihbarat Müdürlüğünce Verilen Matbuata Mensubiyete dâir hüviyet kağıdı.
[10] Tâhirü'i-Mevlevî ile İlgili Vesikalar II, F.S.T. 180/4‘de kayıtlı Kuleli Askeri Lisesi'nden alınma kimlik belgesi
[11] Adı geçen vesikalar F.S.T. 180/5'de kayıtlı olan İstanbul Belediyesi'nden alınma 21.6.1951 tarihli müellifin ölüm kağıdı.
[12] "Mevlevîlerde yaygın olarak kullanılan "Dede" tâbiri, şeyh namzeti olanlar için kullanılan bir ünvandır. (Bkz. M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü 1,410)
[13] Destar-ı Şerif: Mevlevîlerin başlarına giydikleri sikke adı verilen başlığın üzerine sarılan sarık. (Bkz. M. Zeki Pakalın, a.g.e. I, s. 432.)
[14] M. Zeki Pakalın, a.g.e. aynı yer.
[15] Süleymaniye Ktp. F.S.T. 179'da kayıtlı Mesnevi İcazetnâmesi, vr. 3a
[16] Tâhirü'l-Mevlevî (Olgun), Dinî Tarihî Edebî Makaleler, 'Hayatım", Süleymaniye Ktp. F.S.T. 170, s.1.
[17] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 1b.
[18] Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, (Yay. Haz. Dr. Mehmet Akkuş-Dr. Ali Yılmaz) Seha Neşriyat İst. 1990, 1,332.
[19] Bkz. Fâik Reşid Unat, Hicri Tarihleri Miladî Tarihlere Çevirme Kılavuzu, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ank. 1988, s. 88-89.
[20] Bkz. Fâik Reşid Unat, a.g.e. s. 122-123.
[21] Tâhirü'l-Mevlevî, "Hayatım", vr. 1a.
[22] Hademe-i hassa, şahane: Padişah sarayında vazifeli bulunanlar (Ferit Develioğlu, Osmanlıca- Türkçe Ansiklopedik Lügat, s. 368)
[23] Mehmet Süreyya, Sicill-i Osmanî, İstanbul 1317, III, 247.
[24] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 1b.
[25] Çünkü bu padişah 1839-1861 yılları arasında saltanatta kalmıştır.
[26] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 1 b.
[27] Tâhirü'l-Mevlevî, "Hayatım“, vr. 1b.
[28] a.g.e.; vr. 119a
[29] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.164.
[30] Divân-ı Tâhirü’l-Mevlevî, vr. 7a.
[31] M. Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, 139.
[32] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 119a.
[33] Hamuşan: Mevlevî tâbirlerindendir. “Uykuda olanlar" anlamına gelir. (M.Zeki Pakalın, a.g.e. I, 720)
[34] Gülbank: Bektaşî ve Mevlevî tarikatlarında çeşitli vesilelerle uygulanan bir merasimdir. Aşura, hatim, seyahat, zifaf ve cenaze gülbankı gibi kısımları vardır (Bkz. M. Zeki Pakalın, a.g.e. I, 684-685)
[35] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 1b-2a.
[36] Bkz. Resim 1. Emine Emsal Hanım'ın Mezarı
[37] a.g.e., vr. 1b, 131a
[38] a.g.e. vr. 131a.
[39] Atilla Şentürk, bu tarih düşürmenin, Beyanü'l-Hak, nr. 49 Safer 1328/15 Şubat 1325 tarihli nüshada yayınlandığını belirtmiş (Bkz. Dr. Atillâ Şentürk, Tâhirü'l-Mevlevî Hayatı ve Eserleri, s. 4,11 nolu dipnot). Bu bilgi yanlıştır. Yaptığımız araştırma da bu tarih düşürmenin Şentürk'ün verdiği sayıda yayınlanmadığını yukarıda bizim tarih ve sayısını verdiğimiz nüshada yayınlandığını tesbit ettik.
[40] Tâhirü'l-Mevlevî, "Hayatım”, vr. 1a.
[41] İhtisab: Eskiden, Lonca pazar esnafını kontrol eden kuruluş, belediye. İhtisab ağası (emini-nâzırı): Belediye reisi (İstanbul'da) (Bkz. D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, Üçüncü Baskı, Milsan a.ş. İst. 1986, s. 455).
[42] Divân-ı Tâhirü’l-Mevlevî, vr. 1 b.
[43] Tâhirü'l-Mevlevî, “Esad Dede Efendi Merhûm Hakkında”, Mahfil, S.4. Şevval 1341, s. 184.
[44] Medrese, S.4. 4 Receb 1331-27 Mayıs 1329.
[45] Oivân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 131a.
[46] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 131b-132a.
[47] a.g.e.; vr. 131 b-132a.
[48] Medrese, S.4. 4 Receb 1331-27 Mayıs 1329.
[49] Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi'nde müellifin Kur'an'ı hıfzettiği (ezberlediği) yazmaktadır. Bkz. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, Dergah Yayınları İst. 1990, VII, 118. Ancak biz müellifin hafız olduğuna dâir hiçbir yerde bir bilgi bulamadık.
[50] Tâhir Olgun, 'Pencere Önünde Tarihi Bir Gezinti II",; Yücel S.18, Ağustos 1936, s.235.
[51] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.m. aynı sayfa
[52] Tâhirü'l-Mevlevî, "Hayatım" vr. 1a.
[53] Tâhirü'l-Mevlevî "Esad Dede Merhum Hakkında”, Mahfil S. 36, Şevval 1341 s. 184.
[54] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.m. aynı yer.
[55] Filibeli Muhammed Rasim Efendi, özellikle kirâat ilminde şöhret bulmuş huzur dersleri muhatabı olmuş, ölünceye kadar Fatih Camii baş imamlığı yapmış bir âlimdir (Bkz. Ord. Prof. Ebu'l-ula Mardin, Huzur Dersleri, İst. 1966, II,III, s. 260-61, 930)
[56] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.m., Mahfil S.41. Rebiülevvel 1342, s.90 ve Hüseyin Vassaf, a.g.e. C.l, 333.
[57] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr, 8b.
[58] Tahir Olgun, "Akifi Nasıl Tanıdım, Nasıl Görüştüm ve Nasıl Gördüm”, Bilgi Yurdu, Yıl 2, S.6, İkinci Kanun 1938, s.568.
[59] Tahir Olgun, Şâir Nevî ve Suriye Kasidesi, s.46.
[60] Tâhirü'l-Mevlevî'ye Ait Vesikalar II, Süleymaniye Ktp. F.S.T. 180/2
[61] Aynı vesikalar F.S.T. 180/3
[62] M. Zeki Pakalın, OsmanlI Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, i, 142.
[63] Adı geçen vesikalar ve Tâhirü'l-Mevlevî, "Hayatım'1 vr. 1 a.
[64] Araştırmamızın "5. Tahsili" bölümü
[65] Tâhirü'l-Mevlevî, “Hayatım“ vr. 1a.
[66] Tâhirü'l-Mevlevî, "Esad Dede Merhum Hakkında" Mahfil, S.46, Şaban 1342, s. 184.
[67] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.20.
[68] Padişahların Kadınları ve Kızları adlı bir çalışma yapan M. Çağatay Uluçay, bu eserinde Nazime Sultan'ın vefat tarihini 8 C. Ahir 1313 (26 Kasım 1895) olarak vermiş. (Bkz. M. Çağatay Uluçay; Padişahların Kadınları ve Kızları, Türk Tarih Kurumu, Ank. 1980, s. 165) Bize göre bu tarihin yanlış olması gerekir; çünkü Tâhlrü’l-Mevlevî, 1315-1319 (1899-1903) tarihleri arasında adı geçen Sultan’ın vekilharçlığını yapmıştır.
[69] Malî 1334‘den itibaren ay ve gün Miladî tarihle eşitlenmiş ve malî yılbaşı Mart ayından Ocak ayına alınmıştır. (Bkz. Faik Reşit Unat; a.g.e., s. 140.) Bunun için bundan sonra vereceğimiz malî tarihlerin miladî karşılıklarını sadece yıl olarak vereceğiz.
[70] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 61.
[71] Tâhirü'l-Mevlevî, komisyonun lağvedilmesi sonucu 27.4.1336-7.6.1336 (1920) tarihleri arasında açıkta kalmıştır.
[72] Teâli-i İslâm Cemiyeti: İskilipli Atıf Efendi tarafından 1919'da Cemiyet-i Müderrisin adı ile kurulmuş ve sonradan her müslümanın girebileceği ilmî ve dinî bir cemiyet haline getirilmiştir. Zamanın önde gelen ilim erbabı ve Tahirü'l-Mevlevî de bu cemiyetin üyesidir. (Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Alemindeki Hayatım, s. 63-64)
[73] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s.62,67-71.
[74] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e.; s.72.
[75] Bkz. adı geçen vesikalar ve Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.e. s.77-79.
[76] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e.; s.80.
[77] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 8a-8b.
[78] Burhan-ı Terakki; 1304 (1888)'de açılmış 1908'e kadar eğitim ve öğretime devam etmiş özel bir okuldur. (Bkz. Osman Ergin, Türkiye Maarif Tarihi, ili, 1020-1021)
[79] Tâhirü'l-Mevlevî, Edebiyat Lügati; s.9; Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî; vr. 8b.
[80] Mehmet Tâhir, Amuzgar-ı Parîsi, İst. 1324.
[81] Mehmet Tâhir, Dest-Âviz-i Fâris-i Hânan, İst. 1325.
[82] Daruşşafaka: Cemiyet-i Tedrisiye-i islâmiye adlı bir cemiyet tarafından 1289 (1873)'da açılan özel bir okuldur. Daha çok yetim ve kimsesiz çocukların alındığı başarılı bir eğitim yuvasıdır.
(Bkz. Osman Ergin, a.g.e., II, 487-497, III, 946-948) Darüşşafaka Lisesi aynı şartlarda, eğitimini halen sürdürmektedir.
[83] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 8b.
[84] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 36-37.
[85] Osman Ergin, a.g.e. C.l, s. 127.
[86] Tâhirü'l-Mevlevî, Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, Bahar Yayınları, İst. 1974,1. s.5.
[87] Türk Ansiklopedisi, M.E. Basımevi, Ank. 1971, XIX, 126-127.
[88] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 48.
[89] Musa Kâzım Efendi: 1275 (1859) Tortum doğumlu. Medreselerde müderrislik ve iki defa Şeyhülislâmlık yapmıştır. Sırat-ı Müstakim ve Sebilürreşad gibi dergilerde yazı yazmıştır, ittihat Terakki Cemiyeti 'nin ilmi heyetinde bulunmuştur. (Bkz. Sadık Albayrak, Son Devir Osmanlı Uleması, İst. 1981, Milli Gazte yayını, IV, 157-158)
[90] Tâhirü'l-Mevlevî, Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, s. 5-6.
[91] Tâhirü'l-Mevlevî; Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, I, 7.
[92] Ağah Sırrı Levend; Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Türk Dil Kurumu, Üçüncü Baskı, Ank. 1973, s. 387.
[93] Tâhirü'l-Mevlevî; Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 52-53
[94] Medresetü'l-Kuzat: 1270 (1854)'de Muallimhane-i Nüvvâb adıyla açılmış, 1302 (1884)'den sonra Mekteb-i Nüvvab; 1329 (1910)'dan sonra da Mekteb-i Kuzat olarak isimlendirilmiştir.
(Bkz. Osman Ergin; a.g.e. 1,157.)
[95] Osman Ergin; a.g.e., V, 2125.
[96] Tâhirü'I-Mevlevîye Ait Vesikalar II; F.S.T. 180/3
[97] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 156-159.
[98] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. 159-160.
[99] Tâhirü'i-Mevievîye Ait Vesikalar il, F.S.T. 180/3
[100] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. s. 161.
[101] Osman Ergin; a.g.e. V., 1872-1873.
[102] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s. 154-155.
[103] Tahirü'l-Mevlevîye Ait Vesikalar I, F.S.T. 181/1
[104] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. s. 156.
[105] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. s. 163.
[106] Bu belgeler şunlardır: 1 Medresetü'l-vaizin sabık müdürü Mirliva Davut Paşa tarafından yazılan, bir yakınının mezar taşına yazmak için bir tarih tanzimini isteyen bir yazı. 2. Nazime Sultan'ın Ve- kilharçlığı görevinden ayrılışını gösteren bir belge. 3. Teâli-i Islâm Cemiyeti'nden istifa ederken yazdığı istifa yazısının sureti (bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. s.165-166)
[107] (Bkz. Cumhuriyet Gazetesi, S.569, 8 Kanun-ı Evvel 1341, s.1.
[108] Tâhirü'l-Mevlevî, Aksaray Polis Müdüriyetindeki sorguda şapka için şunları söylemiştir:
“Şapka hakkında ne dersiniz?
Bir tür baş kisvesidir, derim Fikrinizi açık söyleyiniz
Anlaşıldı efendim. Şapka için, bir tür baş kisvesidir, dedim. Hakikat de budur. Müslümanlık ise kisveden ibaret değildir. Asr-ı Saadetde müslim ile müşrik kisvesi bir idi. Kıyafet itibariyle müslim ile müşrik ayırt edilemezdi. Hem de o kadar ayırt edilemezdi ki, muharebelerde dost-düşman belli olsun diye, Aleyhisselatü vesselâm efendimiz, ashabına parola talim ederdi. Uhud muharebesinde telaşla parola unutulduğu için müslüman kılıcı ile vurulmuş müslüman şehitler vardı. Bu, tarihen sabittir. O vakit kisve farkı olmadığı da bunu müeyyeddir. Eğer bir fark olsaydı, arz ettiğim yanlışlık vukua gelmezdi.
Hulefa-i Raşidin devrinde böyle idi. Suriye futühatında bulunan ashab-ı kirâm, i'tinam ettikleri Rum libaslarını sırtlarına giymişlerdi.
Mezhep müctehidlerinden şapkaya dair rivayet yok. Sonradan gelen ulemâ, teşbih-i mahzurine bina-i mütalaa etmiş. Fakat şimdi bu mahzur kalmamış. Çünkü, şapka Türkiye'nin umumî serpuşu oldu. Binâen aleyh ben giydiğim vakit size benziyorum. Siz de giyince bana benziyorsunuz. O halde men teşebbehe bi müslimin fehûve müslim" (Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. s. 196.)
[109] Çalışmamızda daha öncede geçtiği gibi İskilipli Atıf Efendi ve Tâhirü'l-Mevlevî bu beyannâmenin yayınlanmasını engellemişler ve müellif bunun üzerine memuriyetten azledilmiştir.
(Bkz. Çalışmamız 1 bölüm, dipnot 134.)
[110] İstiklâl Mahkemesinden alınan beraat vesikası şöyledir:
"Hiyanet-i Vataniye'den mahkememize sevk edilen Tâhirü'l-Mevlevî Efendi'nin icrâ edilen muhakeme neticesinde beraatine karar verildiğini mübeyyin vesikadır. 4/2/1926" Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. s. 326.
[111] istiklal Mahkemesinde yargılanması ve öncesi tutukluluk dönemi geniş bir şekilde, yayınlanmış olan hatıratta anlatılmıştır. (Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 163-326)
[112] Tâhirü'l-Mevlevî, Edebiyat Lügati, s.8.
[113] Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, 1,337.
[114] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 355-358.
[115] Hüseyin Vassaf; a.g.e. 1,338.
[116] Annesinin vefatı üzerine yazdığı "Garibseme" adlı şiirde, annesinin ayrılığı ile vatanında kendini yabancı hissettiğini şöyle dile getirmiştir:
Vasim imiş meğerse beni ömre aldatan Hoş gösteren cihanı, dile neşveler katan Şimdi ise yabancı durur sevdiğim vatan Sensiz vatanda ruh-ı revânım garibsedim"
Şiirin tamamı için bkz. Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya C.I, 342.
[117] Tâhirü'l-Mevlevîye Alt Vesikalar II, F.S.T. 180/9
[118] Aynı vesikalar, F.S.T. 180/7
[119] Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliya, I, 337.
[120] Bu dergilerde yayınlanan makaleleri, çalışmamızın üçüncü bölümünde verilmiştir.
[121] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 9a.
[122] Tâhirü'l-Mevlevîye Ait Vesikalar II, F.S.T. 180/8.
[123] Tâhirü'l-Mevlevî, Edebiyat Lügati, s. 9.
[124] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 20.
[125] Bkz. Mehmed Tâhir, “Na't-ı Şerif“, Mekteb, C.lll, S. 11, 26 Zi'lkade 1311/19 Mayıs 1310,
[126] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî "Nef'iye Nazire”, Mekteb, C.IV, S.17, 30 Receb 1313/4 Kanun-ı Sani 1311, s. 257-258.
[127] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s. 21.
[128] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. s. 21 ve Tâhirü'l-Mevlevî, "Hayatım" vr. 1a-2a.
[129] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 6a.
[130] Tâhirü'l-Mevlevî, Mir'ât-i Hz. Mevlânâ, Cemal Efendi, Matbaası, İst. 1315/1899
[131] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.21.
[132] Dr. Metin Akar, bu eserin Sırrı Abdülbâkî Dede'ye değil Abdülbâkî Arif'e ait olduğunu ve Tahirü'l- Mevlevi'nin de sonradan bu hatasını anladığını söylüyor.
(Bkz. Dr. Metin Akar, Türk Edebiyatında Manzum Mirâcnâmeler, Kültür Bk.lığı Ankara 1987, s. 185.)
[133] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.22.
[134] BursalI Mehmet Tâhir, OsmanlI Müellifleri, II,70.
[135] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.23.
İkdâm gazetesinde Resimli Gazete'nin çıkışı şu ilanla duyurulmuştur:
* Resimli Ğazetes Birkaç haftadan beri iljtiyâr-) tatil eden Resimli öazete'nin umur-ı idâre ve tahri- riyyesi 'ahirân Tâhir Dede Efendi'ye intikâl etmiş olmağla bu günden 'itibaren birinci nüshası neşr olunmuşdur.
F: 1 guruşdur.
Idâre-hânesi ve merkez-i tevzi'i Tâhir Dede Kütüphanesi'dir."
(İkdâm nr. 908 12 Cumâdi'l-ahire 1317,14Teşrin-i Evvel-i Rûmi 1315, 26 Teşrin-i Evvel-i Efrenci 1899, s.4.)
[136] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 6b.
[137] Tâhirü'l-Mevlevî, “Hayatım“ vr. 2a. Ayrıca bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.28 ve Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 7a.
[138] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.28-29.
Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 7a.
[139] Tâhirü'l-Mevlevî, Teşebbüs-i Şahsi, 1st. 1330.
[140] Tâhirü'l-Mevlevî,, a.g.e., s.35-36.
[141] Haftalık olarak yayınlanan bu mizah dergisinin 9 sayısı 25 Receb 1327 - 29 Temmuz 1325 (12 Ağustos 1909 tarihinde yayınlanmıştır.
[142] Bkz. Nekregu ile Pişekar, nr.1,13 Cemaziye'l-evvel 1327-14 Mayıs 1325 (27 Mayıs 1909), s.2-3.
[143] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.36-38.
[144] Tâhirü'l-Mevlevî,; a.g.e., s.38-39.
[145] Tâhirü'l-Mevlevî,; a.g.e., s.46-55.
[146] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s.355-358.
[147] Aylık olarak yayınlanan Yücel dergisinin sahibi Muhtar Fehmi olup ilk sayısı Mart 1935'de yayınlanmıştır. Tâhirü'l-Mevlevî'nin bu dergide yayınlanan makalelerinin listesi çalışmamızın üçüncü bölümünde verilecektir.
[148] Bilgi Yurdu mecmuasının ilk sayısı Birinci Teşrin 1936'da yayınlanmıştır. Aylık olarak dört yıl süreyle yayınlanan makaleleri de çalışmamızın üçüncü bölümünde verilecektir.
[149] İmtiyaz sahihliğini Hıfzı Oğuz'un yaptığı AYLIK Gençlik Fikir ve Sanat Mecmuası olarak yayınlanan Çığır'ın ilk sayısı ikinci Kanun 1933'de çıkmıştır. Tâhirü'l-Mevlevî'nin bu dergide yayınlanan makalelerini de çalışmamızın üçüncü bölümünde belirteceğiz.
[150] İslâm Yolu mecmuası; 7 Ekim 1948-14 Eylül 1951 tarihleri arasında 73+7 sayı yayınlanmış ve sahihliğini Esad Ekicigil yapmıştır. Tâhirü'l-Mevlevî'nin bu mecmuada çok sayıda makalesi yayınlanmıştır. Bunların listesi çalışmamızın üçüncü bölümünde yeralacaktır.
[151] İslâmın Nuru; ilk sayısı 20 Nisan 1951'de yayınlanmış aylık bir dergidir. Burada yayınlanan makaleleri de çalışmamızın üçüncü bölümünde liste halinde verilecektir.
[152] Bkz. İslâm Yolu, S.3, 24 Receb 1370/1 Mayıs 1951, s. 13.
[153] ''Elli Yıllık Muhabirler Jübilesi "İslâm Yolu, S.2,11 Zilhicce 1367/14 Ekim 1948, s.4.
[154] Tâhirü'l-Mevlevî, Şâir Alîf İffet; Millet Ktp. Tarih 1246, s.46.
[155] Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., s.46-49.
[156] İlan şöyledir:
“Teşekkür
Müzmin bir ülsere inzimâm eden grip tesiriyle onbeşgün kadar yattım. Bu müddet zarfında lütfen evime kadar gelip nezaket ve hazakatiyle beni tedavi eden muhterem Doktor Bayan Müfide Küley'e minnet ve şükranlarımı takdim ederim. Tâhir Olgun"
(Bkz. İslâm Yolu, S.20,18.R. Ahir 1368/17 Şubat 1949, s.4)
[157] Tâhirü'i-Mevlevîye Ait Vesikalar II, F.S.T. 180/5, İstanbul Belediyesi'nden alınan Cenaze Kağıdı. Dr. Atilla Şentürk, müellifin vefat tarihini 21 Haziran 1951/16 Ramazan 1370 Cuma akşamı olarak vermiştir. (Bkz. Dr. Atilla Şentürk, Tâhirü'l-Mevlevî, Hayatı ve Eserleri, s.58). Bu bilgi yanlıştır. Çünkü Şentürk'ün de kaynak olarak gösterdiği bütün yazılardan müellifin 20 Haziran 1951'de öldüğü anlaşılmaktadır. Mesela 22 Haziran 1951 tarihli Yeni Sabah gazetesinde yer alan Ulunay imzalı yazıda “Tâhirü'l-Mevlevî, hoca evvelki gün vefat etti ve dün defnedildi" denilmektedir ki, bundan açıkça 20 Haziran 1951'de vefat edip 21 Haziran 1951'de toprağa verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca Atilla Şentürk'ün görmediğini zannettiğimiz şu yazılarda da; vefat tarihi 20 Haziran 1951/15 Ramazan 1370 çarşamba olarak belirtilmektedir:
Esat Ekicigil, "Büyük Ziyâl: Başmuharririmiz Tâhir Olgun Rahmet-i Rahmana Kavuştu" , İslâm Yolu, S.5,1 Temmuz 1951/29 Ramazan 1370, s.1.
Ahmet Sa'di; “Vefatının Yıl Dönümü Münasebetiyle Mesnevî Şârihi Tâhirü'l-Mevlevî'nin Hayatı ve Eserleri", İslâmın Nuru, C.ll, S.15,1 Temmuz 1952, 37-42.
[158] Bkz. Ulunay, “Takvimden Bir Yaprak, Tâhirü'l-Mevlevî,”, Yeni Sabah, nr. 5085, 22 Haziran 1951, s.1.
Hakkı Süba Gezgin, “Tâhirü'l-Mevlevî,", Vakit, nr 12114-1362, 23 Haziran 1951, s.1.
Ercümend E. Talu, "Merhum Tahir Olgun", Son Posta nr. 5637-1876, 22 Haziran 1951, s.2.
[159] Ercümend E. Talu, a.g.m., aynı yer.
[160] Ercümend E. Talu; a.g.m., aynı yer.
[161] Maalesef bugün müellifin mezarı tam olarak belli değildir. Yenikapı Mevlevihanesi Hamuşan mezarlığına gittiğimizde annesinin mezarının resmini çekebildik, ancak kendi mezarının taşı olmadığı için mezarın tamamen kaybolduğunu üzülerek müşahede ettik. Bu mezarlığın bir çöplüğe dönmüşcesine harap hali; kültürümüze ve medeniyetimize yeterince sahip çıkamadığımızın bariz örneklerinden biridir. (1994 Yılında)
[162] Mahir İz, Yılların İzi, s. 234.
[163] İslâm'ın Nuru, S.15,1 Temmuz 1952, C.ll, s.42.
[164] Mevlâna Celâleddin-i Rûmi, H. 604 Rebiü'l-Evvel’inde, Horasan'ın Belh şehrinde dünyaya gelmiş ve 68 aşında iken H.672'de Konya'da vefat etmiştir. Kendisine Rûmî denilmesi, o zamanlar Diyar-ı Rûm tabir edilen Anadolu’da yerleşmiş olmasındandır. Babası Sultanu'l-Ulemâ diye anılan Muhammed Bahâüddin Veled’dir. Hz. Ebubekir (radiyallâhü anh) soyundan gelen Mevlana, ilk tahsilini babasından almış, babasının halifesi Seyyid Burhaneddin-i Muhakkık-ı Tirmizî'den sülük görmüş ve hilâfet almıştır. Daha sonra hayatında büyük etkisi olan Şems-i Tebrizî ile görüşmüştür. En önemli eseri; 6 cilt olan Mes- nevî'dir Yirmi beşbinden fazla beyti ihtiva eden bu eser, Hüsamüddin Çelebi'nin talebiyle yazıldığı için Hüsâminâme adıyla da anılmıştır. (Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, I, 19-20). Mevlana'nın Mesnevî'nin dışında Dîvan-ı Kebir, Fihî Mâ’Fih ve Meclis-i Seb'a gibi eserleri de vardır. Mevlana'nın fikirlerinin yaşamasında oğlu Sultan Veled'in büyük emeği geçmiştir. Mevlevîliği kuran, teşkilatlandıran ve Mevlevî ayinlerini tesbit eden Sultan Veled olmuştur. Yani Mevlevîlik tarikat olarak Mevlana'dan sonra teşekkül etmiştir. (Bkz. İbrahim Agah Çubukçu, Islâm Düşünürleri, Ank.Üniv. ilahiyat Fak. Yayını, İkinci Baskı, Ank.1983, s.102)
[165] Tahir Olgun, Mesnevî'nin Yeni Muterizine İkinci Cevap, İst. 1947, s.14
[166] Tâhirü'l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, İst. 1971,1,111
[167] Tahir Olgun, Mesnevî’nin Eski ve Yeni Mu'terizieri, s.11
[168] Rifâî: Ahmed b. Ali el-Mekkî b. Yahyâ er-Rifâî (512-578/1118-1182)'nin kurucusu sayıldığı tarikat. Bkz. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikatlar, Marifet Yay. İst. 1990, s.529
[169] Kâdirî: Abdülkadir Gîiânî (471 -472-561 -562/1077-1078-1166-1167)'nin kurucusu sayıldığı tarikat. Bkz. Selçuk Eraydın, a.g.e., s.517-520
[170] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 3a'da 1 nolu dipnot
[171] Osman Salahuddin Dede Efendi, Tâhirü'I-Mevlevînin Şeyhi Mehmet Celâlüddin Efendi'nin babasıdır, H.1886'da vefat etmiştir. (Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, II, 490
[172] Tâhirü'l-Mevlevî, “Es'ad Dede Efendi Merhum Hakkında", Mahfil, S.36, Şevvâl 1341, s.184.
[173] Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.m., Mahfil, S.39, Muharrem 1342, s.49-50.
[174] Tâhirü’l-Mevlevî, kâri-i Mesnevîliği şöyle tarif etmiştir:
"Kâri-i MeşnevîTık tarilj-ı Mevlevîyye'de bir vazifedir. Eskiden Meşnevî-hân olanlar - Şeyh Ismâil An- karavî Hazretlerinin Şerh-Î Meşnevî'de beyânı vechiyle - hâfız-ı Mesnevî olduklarından tahrîr eşnâsında ellerinde k'ıtab bulundurmazlar imiş. Yanılmaları ihtimâline binâen yanlarında bir kâri1 bulunur, şâyed meşnevî-hân bir beyitde tereddüd ederse kân* elindeki kitab vâsıtasıyla o tereddüdü izâle edermiş. Hatta ba'zı Mevlevî-hânelerde yanyana iki kürsü olmasının sebebi bu imiş" (Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.m.; Mahfil, S.41, Rebiü'l-evvel 1342, s.89
[175] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.m.; Mahfil, S.41, Rebiü'l-Evvel 1342, s.89
[176] Tâhirü’I-Mevlevî, a.g.m.; Mahfil, S.45, Receb 1342, s.164
[177] Tâhirü'I-Mevlevî, "Esad Dede Merhum Hakkında”, Mahfil, S.45, Receb 1342, s.165
[178] Tâhirü'I-Mevlevî, a.g.m., aynı yer
[179] Tâhirü'I-Mevlevî, a.g.m., Mahfil, S.46, Şaban 1342, s.183
[180] Tâhirü'I-Mevlevî, a.g.m., aynı yer ve Divân-ı Tâhirü'I-Mevlevî, vr.2b
[181] Tahir Olgun, Mesnevî'nin Yeni Mu'tarızına İkinci Cevap, s.14
[182] Tahir Olgun, a.g.e.; aynı yer
[183] Divân-ı Tâhirü'l-Mevievî: vr.3a
[184] Kaside-i Bür’e: Arpa şairlerinden el-Busîrî Şerefü'ddin Muhammed b. Saîd (Ö.696/1296) tarafından Peygamberimize medhiye olarak yazılan meşhur bir kasidedir. el-Busîrî, bu kasideyi bir yanı felçli iken yazmış ve rüyasında Peygamber Efendimizin sırtındaki hırkayı çıkarıp kendi omuzuna attığını görmüş ve uyandığında hastalığının geçtiğini görmüştür. Bunun üzerine, Arapça'da hastalıktan iyiliğe yüz tutma anlamına, bu kasideye, kaside-i bür'e denilmiştir. (Bkz. Agah Sırrı Levend, "Dini Edebiyatımızın Başlıca Ürünleri", Türk Dili Araştırmaları Yıllığı Belleten 1972, Türk Dii Kurumu Yayını, Ank. 1989, s.64 )
[185] Tâhirü'l-Mevievî, a.g.m., Mahfil, S.46 Şaban, 1342, s.184
[186] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr.3a
[187] Hüseyin Vassaf, Seflne-i Evliya, 1,335
[188] “Sema çıkartmak: Mevlevî tabirierindendir. Sema' denilen dönmeyi öğrenme yerinde kullanılan bir tabirdir. Sema çıkartacak cân ile ya bizzat 'Semazen başı meşgul olur, yahut semazen dedelerden birinin nezaretine tevdi ederdi. Sema'a meşk tahtası denilen ve ortasında bir çivi bulunan dört köşe bir tahta üzerinde başlanırdı.“ Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, III, s.166
[189] "Semazen: Mevlevî tabirierindendir. Sema eden derviş'yerinde kullanılırdı..." Bkz. Mehmet Zeki Pakalın, a.g.e., III, s.171
[190] Sadettin Nüzhet Ergun, son devrin en meşhur semâzenlerinin adını sayarken, Tâhirü'i-Mevlevî'yi de bunlar arasında göstermiştir. (Bkz. Sadeddin Nüzhet Ergun: Türk Musikisi Antolojisi, Rıza Koşkun Matbaası, İst. 1943, II, 672)
[191] Tâhirü’l-Mevlevî'ye Ait Vesikalar II, F.S.T. 180/3
[192] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr.3a
[193] Sefine-i Evliyâ'da çileye başlangıç tarihi 12 Şaban 1313 olarak verilmiştir. (Bkz. Hüseyin Vassaf; Sefine-i Evliyâ, I, 333)
[194] Bu kitab Hind Meşayihinden Şah Abdurrahman'ın eseridir. (Bkz. Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr.3b)
[195] Tâhirü'i-Mevlevî'nin basılmış ilk kitabıdır. Mir'ât-ı Hazret-i Meviâna adıyla basılmıştır. (Bkz. çalışmamızın üçüncü bölümü)
[196] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 2b-4a ve Hüseyin Vassaf; Sefine-i Evliya, I, 335.
[197] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr.4a
[198] Mevlevî Şeyhi Remzi Dede Efendi'nin Ta'birat-ı Mevieviyye adlı yazma eserinden alıntıyla M. Zeki Pakalın Mevlevî çilesiyle ilgili şu bilgiyi aktarmıştır: "Çile; tarikatın usul ve âdabına göre mürşit tarafından tayin olunurdu. Mevlevî tarikatında çile mutfakta geçirilirdi. Müddeti 1001 gündü. Diğer tarikatlarda sâlikin istidadına göre isim telkin edildiği gibi, Mevlevîlikte cânın tahammülüne göre hizmet verilir, onun hizmeti kendisinin virdi sayılırdı. Çünkü çileden maksat ancak rıza tahsiliydi“ (Bkz. M. Zeki Pakalın, OsmanlI Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, I, 372)
[199] Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlana'dan Sonra Mevlevîlik, İst. 1953, s.394.
[200] Divân-ı Tâhîrü'l-Mevlevî, vr.130a
[201] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevi, vr.4b ve Hüseyin Vassaf, Sefine-i Evliyâ; i,335
[202] Mehmet Tahir; Divânçe-i Tahir, s.101 ve Hüseyin Vassaf, a.g.e., I, 335
[203] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr. 6b
[204] a.g.e., vr.4a
[205] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî,Şeyh Celâleddin Efendi Merhum, s.6
[206] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr.7b
[207] Tâhirü'l-Mevlevî, Şeyh Celâleddin Efendi Merhum, s.29
[208] Destar-ı Şerif: Mevlevîlerin başlarına giydikleri sikke adı verilen başlığın üzerine sarılan sarık (Bkz. M Zeki Pakalın, a.g.e,; I, 432.)
[209] Tâhirü'i-Mevlevî, a.g.e.; s.138-139
[210] Bkz. Tâhirü'i-Mevlevî, a.g.e.; s. 140
[211] Bkz. Tâhirü'i-Mevlevî, a.g.e.; s.155
[212] Tâhirü'l-Mevlevî'ye Ait Vesikalar I, F.S.T. 181/5
[213] Bkz. Mustafa Kara: Din Hayat Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler, Dergah Yayınları, III. Baskı, İst. 1990, s.436-437
[214] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî, vr.2a
[215] Tâhirü'l-Mevlevî, Şerhi Mesnevî, 1,15
[216] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî'ye Ait Vesikalar II, F.S.T. 180/19
[217] Adıgeçen vesikalar, F.S.T. 180/18
[218] Adı geçen vesikalar, F.S.T. 180/11
[219] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s.139
[220] Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.e., VI,157
[221] Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.e., V, 1405
[222] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., VI, 34-35
[223] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., III, 651-652
[224] Mehmet Ziya, Yenikapı Mevlevî-hanesi, Daru’lhilafetî'l-Aliyye, İst. 1329, s.201 ve ibnü'l-Emin Mahmud Kemal İnal, Son Asır Türk Şairleri, III, 1833
[225] Mehmet Ziya; a.g.e., s.201-202
[226] Tâhirü'l-Mevlevî, "Merhum Esad Dede Hakkında", Mahfil, S.41, Rebiü'l-evvel 1342, s.90
[227] Karşılaşmak anlamına gelen mukabele kelimesi, bütün tarikatlarda ve bilhassa Mevlevîlerde, tarikat âyinini icra etmek yerinde kullanılan bir tabirdir. Mübarek gün ve gecelerde yapılan mukabele, Yeni- kapı Mevlevî-hanesi'nde Pazartesi ve Perşembe günleri icra edilirdi. (Bkz. Abdüibakî Gölpınarlı, Meviânâ'dan Sonra Mevlevîlik, s.370-371)
[228] Tâhirü'l-Mevlevî, Şeyh Ceiâleddin Efendi; s.4-5
[229] Bkz. Mehmet Ziya ; a.g.e. s.207
[230] Bkz. Mehmet Ziya; a.g.e., s.235 ve ibnü'i-Emin Mahmud Kemal İnal, a.g.e., 111,1833
[231] Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.e., s.32, Mehmet Ziya, a.g.e.; s.232
[232] Tâhirü'l-Mevlevî, 22 yıl şeyhlik yaptığını belirtmektedir (Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s.17) Kanaatimizce bu iki rakam da doğrudur. Çünkü Mehmet Ziya yıl hesabını milâdi takvime; Tâhirü'l-Mevlevî ise hicrî takvime göre vermiştir.
[233] Mehmet Ziya, a.g.e., s.248
Tâhirü’l-Mevlevî, şeyhinin vefat tarihini 18 Mayıs 1323 olarak vermiştir (Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.e., s.11) Kanaatimizce 1323 tarihi matbuat hatası sonucu çıkmıştır. Çünkü Şeyhinin vefatına düşürdüğü tarihlerde, H.1326 tarihini zikretmiştir (Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s.29) Halbuki 18 Mayıs 1323, hicri tarihle 1326 değil, 1325'e tekabül etmektedir. Gün olarak belirtilen 1 günlük farklılık ise Mehmet Ziya'nın Cumartesi gününün tarihini; Tâhirü'l-Mevlevî'nin ise vefat gece yarısından sonra olduğu için Pazar gününün tarihini vermesi sebebiyledir.
[234] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s.16-17 ve Mehmet Ziya, a.g.e. s.253-254
[235] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s.18
[236] Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.e., s.29
[237] Bkz. Tahir Olgun, Mesnevinin Yeni Muterizine İkinci Cevap, s.14
[238] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, I, 79
[239] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., İli, 785
[240] Bakara Il/269
[241] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., VI,75
[242] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., III,785
[243] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., IX,369
[244] Tâhirü'l-Mevlevî, a.ge., IV, 1294
[245] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., XIV, 254
[246] Tâhirü'l-Mevlevî,a.g.e., V, 1490
[247] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., IV,1196
[248] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., 11,516
[249] Tâhirü'i-Mevlevî; a.g.e.,VII,716
[250] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., I, 225-226
[251] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e.; VI,262
[252] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e.; XI,893
[253] Fecr LXXXIX/27-30
[254] Tâhirü’l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, II, 359-360
[255] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., VII, 387
[256] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. VI,14
[257] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. 11,373-374
[258] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e. II, 685
[259] Bkz. Ferit Develioğlu, OsmanlIca Türkçe Ansiklopedik Lügat, s.1428
[260] Bkz. D. Mehmet Doğan, Büyük Türkçe Sözlük, İlim ve Sanat Dergisi Yayını, Üçüncü baskı Milsan A.Ş. İst. 1986, s.1071
[261] Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.e., I, 88-89
[262] Tâhirü'l-Mevlevî; a.g.e., XIII, 644-645
[263] Ru'yetu'llâh konusundaki tartışmalar için bkz. Talat Koçyiğit, Kelâmcılarla Hadisciler Arasındaki Münakaşalar, Türkiye Diyanet Vakfı Yayını, Ank. 1984, s.172-184
[264] Araf VİI/143
[265] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., XIV, 123
[266] Muhyiddin İbn-i Arabî; 1165 yılında Endülüs'ün Mürsiye şehrinde doğmuş, 1240 yılında ise Şam'da vefat etmiştir. Beşyüzden fazla eser yazdığı rivâyet edilen İbn-i Arabî, tasavvuf erbabı arasında Şeyh-i Ekber olarak anılmıştır. (Bkz. İbrahim Agah Çubukçu, İslâm Düşünürleri, Ank. Üniv. İlahiyat Fak. Yayını İkinci Bask. Ank. 1983, s.84-94)
[267] İmam-ı Rabbani: Asıl adı Ahmet Faruk es-Serhendî'dir. 1564 yılında Serhend'de dünyaya gelmiş 1624'de vefat etmiştir. En önemli eseri Mektûbat'tır. Hindistan'da Islâm'ın yayılmasında büyük etkisi olmuştur. (Bkz. Muhammed Abdülhak Ensâri, Şeriat ve Tasavvuf (Çev. Yusuf Yazar), Rehber Yayıncılık 1. Bsk. Ank. 1991, s.19-46)
[268] imam-ı Rabbanî'nin bu eleştirileri için bkz. Muhammed Abdülhak Ensâri, a.g.e., s.151-162
[269] "Panteizm: Kelime iik defa 18. asırda İrlandalI J. Toiand tarafında kullanılmış olup, Allah ile âlemi bir ve aynı, O'nu âlemin yegâne cevheri sayan felsefî mesleklere verilen isim. Panteizm'e göre madde ve ruh müstakil varlığa sahip olmayıp bütün varlıkların tek sebebi olan üstün bir cevherin sıfatları ve görünüşleridir. Bu yüksek prensip şuur ve hürriyete sahip değildir. O zaruri varlıktır, onun zaruri olduğunu bilmesi hürriyetidir. Bu sebeble, o yüce prensip ve cevher gayri şahsidir.Buna göre Allah'ın âlemden ayrı ve müstakil bir şahsiyeti yoktur. O bir kanundur, bir kuvvettir... Süleyman Hayri Bolay, Felsefi Terimler Sözlüğü, Akçağ Yay. 5. Bsk., Ank.1990, s.201.
[270] Bkz. Tahir Olgun, Mesnevî'nin Yeni Mu'terizine İkinci Cevap, s.9
[271] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, Şerh-i Mesnevî, II,378
[272] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., III, 863-864
[273] Tâhirü'I-MevIevî, a.g.e., VI, 181
[274] İmam-ı Kuşeyrî: Zeynü'l-islâm ünvaniyle meşhur olup, 986'da Nişabur yakınında Üstüvan kasabasında dünyaya gelmiş ve 1072'de vefat etmiştir. Risale-i Kuşeyri isimli eseri çok meşhurdur (Bkz. Abdülkerim Kuşeyrî, Kuşeyri Risalesi, Haz. Süleyman Uludağ, Dergah Yayınları, ikinci Bsk. İst. 1981, s.11-16)
[275] Bkz. Tâhirü'I-MevIevî, a.g.e., VI, 181
[276] Tâhirü’l-Mevlevî, a.g.e., III, 7903
[277] Mahir İz, Yılların İzi, s.234
[278] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., “Tebrik ve Teşekkür" başlıklı Ali Nihad Tarlan'ın yazısı, l,4
[279] Ahmed Sa'di, “Mesnevî Şarihi Tâhirü'l-Mevlevî'nin Hayatı ve Eserleri" İslâm'ın Nuru, C.ll, S.15, 1 Temmuz, 1952, s.41
[280] İslâm Yolu, S.2, 22 C.Ahir 1370-1 Nisan 1951, s.14
[281] Agah Sırrı Levend, Türk Edebiyatı Tarihi (Giriş), s.222
[282] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.m.; Mahfil, S.37, Zilkade 1341 s.13
[283] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.m.; Mahfil, S.39, Muharrem 1342, s.49-50
[284] Mehmet Tahlr, Divânçe-i Tahir, s.3
[285] Tâhirü'l-Mevlevî, Matbuat Âlemindeki Hayatım, s.19-20
[286] Mekteb, 26 Zilkade 1311/19 Mayıs 1310, nr.11
[287] Mekteb, 30 Receb 1313/4 Kanurı-ı Sâni 1311, nr. 17, s.207
[288] a.g.e., vr.12a
[289] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî (2), vr.1a
[290] Tahir Olgun, "Âkif'i Nasıl Tanıdım, Nasıl Görüştüm Nasıl Gördüm?, “Bilgi Yurdu Yıl 2, S.6, İkinci Kanun 1938, s.567
[291] Tahir Olgun, a.g.m., s.569
[292] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî (1), vr.8b
[293] Divân-ı Tâhirü'l-Mevlevî (1), vr.12a
[294] Tahir Olgun, a.g.m., s.569
[295] ( VjJİ)" Dünya mü'minin zindanı, kâfirin ise cehennemidir", Müslim, Sahih, Zühd, 1, Tirmizî, Sünen, Zühd, 16.
[296] ( cS» "Cennet anaların ayakları altındadır” Aclûnî, Keşfü'I-Hafa, I, 335 >
[297] Ercümend E. Talu, "Merhum Tahir Olgun”, Son Posta, nr-5637-1876, 22 Haziran 1951, s.2
[298] İslâm Yolu, S.5, 2 Muharrem 1368/4 Kasım 1948, s.3
[299] a.g.d., S.6, 9 Muharrem 1368/11 Kasım 1948, s.2
[300] a.g.d., S.32,13 Receb 1368/12 Mayıs 1949, s.3
[301] a.g.d., S.2,11 Zilhicce 1367/14 Ekim 1948, s.4
[302] Bkz. TahirOlgun "Manzum Mektub”, İslâm Yolu, S.40,10 Ramazan 1368/7Temmuz 1949, s.3
[303] Bkz. Ahmet Talat Onay, Türk Edebiyatında Mazmunlar, s.LXIII-LXIV
[304] Hakkı Süha Gezgin, "Tâhirü'l-Mevlevî”, Vakit, nr.12114-1362, 23 Haziran 1951, s.1
[305] Tâhirü'l-Mevievî, Müslümanlığın Medeniyete Hizmetleri, Bahar Yayınları, İst. 1974
[306] Tâhirü'l-Mevlevî, Türk Edebiyatı Tarihçesi, Süleymaniye Ktp. F.S.T. 157
[307] Tâhirü'l-Mevlevî, Teceddüt Edebiyatına Dâir Muhtıra, F.S.T. 153
[308] Tâhirü'l-Mevlevî, Kavaid-i Edebiyye Dersleri, F.S.T. 71
[309] Tâhirü'l-Mevlevî, Nazım ve Eşkai-i Nazım, İst. 1911
[310] Tâhirü'l-Mevlevî, a.g.e., s.5
[311] Tâhirü'l-Mevlevî, Edebî Mektuplar, Süleymaniye Ktp. F.S.T. 168
[312] Ahmet Talat Onay'ın, müellifin mektuplarından faydalandığı kısımlar için bkz. A. Talat Onay, Türk Edebiyatında Mazmunlar, s.32-61,64,72,90,335,340,349 v.s.
[313] Sonuçsuz kalan bu karşılıklı yazılmış mektuplar için bkz. Tahir Olgun, Germiyanlı Şeyhî ve Hârnâmesi, Giresun 1949, s.57-65
[314] Tahir Olgun, Mesnevî'nin Eski ve Yeni Muterizieri, İst..1946
[315] Tâhirü'l-Mevlevî,, “Ihtifâl-i Edebî Hakkında Bazı Mütalaat", Sebilü'r-Reşâd, C.I-VIII, S.17-199, 6. 1328, s.320-322
[316] Bkz. Tâhirü'l-Mevlevî, "Mahud Hezeyan Konferansı Hakkında”, Mahfil, C.ll, S.15, Muharrem 1340, s.42-43
[317] a.g.d., S.22, 3 Cemaziyyü'l-Evvel 1368/3 Mart 1949, s.1-2
[318] a.g.d., S.23,10 Cemaziyyü'l-Evvel 1368/10 Mart 1949, s.1-2
[319] a.g.d., S.24,17 Cemaziyyü'l-Evvel 1368/17 Mart 1949, s.1-2
[320] a.g.d., S.27, 8 Cemaziyyü'l-Ahir 1368/7 Nisan 1949, s.1-2
[321] a.g.d., S.44, 9 Şevvâl 1368/4 Ağustos 1949, s.1-2
[322] a.g.d., S.54, 20 Zilhicce 1368/13 Ekim 1949, s.1-2
[323] a.g.d., S.55, 27 Zilhicce 1368/20 Ekim 1949, s.1-2
[324] a.g.d., S.69, 8 Rebiu'l-Ahir 1369/26 Ocak 1950
[325] a.g.d., S.4, 26 Şaban 1370/1 Haziran 1951, s.6-8
[326] a.g.d., a.g.m., s.7-8
[327] Tahir Olgun, Bakiye Dâir, s.90-96
[328] Bkz. Kurun, S.7348-1438-26 Haziran 1938'den itibaren 4 gün süreyle çıkan nüshalar.
[329] Bkz. Kurun, S.7356-1446, 4 Temmuz 1938'den itibaren 3 gün süreyle çıkan nüshalar
[330] Tahir Olgun, “Şeyh Galib'in 27 Yaşında Tertiplettiği Hangi Divandı?”, Çığır, S.70, 1 Teşrin 1938, s.154-155
[331] Tahir Olgun, "Şeyh Galibe Dair Sadeddin Ergun'a Cevabım”, Bilgi Yurdu, Yıl 2, S.2 Eylül 1938'den itibaren, 3,5 ve 6. sayılar. Sadeddin Nüzhet Ergun, "Şeyh Galib Dâir", Bilgi Yurdu, Yıl, 2 s. ve 8
[332] Bkz. Yukarıdaki dipnotlarda geçen müellifin cevaplarıyla ilgili makaleler
[333] Agah Sırrı Levend, Türk Dilinde Gelişme ve Sadeleşme Evreleri, Türk Dil Kurumu Yayını, 3. Bsk. Ank. 1972, s.408-440
[334] Tahir Olgun, "Bir Mektubun Cevabı", İslâm Yolu, s.47,1 Zilkade 1368/25 AĞustos 1949, s.2
[335] Tahir Olgun, "Garibeler Mecmuası", a.g.d., S.2, 22 Cemaziyyü'i-Ahir 1370/1 Nisan 1951, s.12
[336] Tahir Olgun, Edebiyat Sözlüğündeki Uydurma Tabirler, İst. Ragıb Paşa Ktp. 4112 ve Süley- maniye Ktp. F.S.T. 111
[337] Tâhirü'l-Mevlevî “Sözlüğe Dâir" İslâm'ın Nuru, C.l, S.1, Receb 1370, 20 Nisan 1951, s.37 ve C.ll, S.16, Zilkâde 1371/1 Ağustos 1952, s.38-39
[338] Tahir Olgun, a.g.e., vr.1 a
[339] Hakkı Süha Gezgin, "Tahir Olgunun Yeni Himmetleri“, İslâm Yolu, S.42, 24 Ramazan 1368/21 Temmuz 1949, s.2
[340] Mahir İz, Yılların İzi, s.233
[341] Tâhirü'l-Mevlevî, Edebiyat Lügati, s.11, Kemal Edib Kürkçüoğlu'nun yazdığı Önsöz'den.
Not: Bazen Büyük Dosyaları tarayıcı açmayabilir...İndirerek okumaya Çalışınız.
Yorumlar